Doğu Siyasal Düşüncesi KISIM-2 Türk-İslam Düşünüşü • Türk-İslâm Düşüncesi, felsefe, kelâm ve tasavvufa dayanan bir disiplindir. İslâm coğrafyasında yetişen Arap, Fars veya Türk asıllı düşünürlerin bu sahalarda ortaya koyduğu dünya görüşleri ve sistemlerini inceler. Byzantine Empire * Persian Empire • An Arabian dynasty * An Arabian dynasty Hz. Muhammedin ölümünde (632) İslam 644’te İSLAM 732, Hz. Muhammed’ten 100 yıl sonra • Olaylara sosyolojik açıdan bakıldığında, Arabistan’ın İslamiyet’ten önceki toplumsal, kültürel ve siyasal yapısı ve İslam dininin beraberinde getirdiği hızlı değişim göz önüne alındığında, toplumsal bünyenin böylesine hızlı gelişen yeni oluşum ve değişimlere uyumu çerçevesinde sorunların ve gelişmelerin ortaya çıkması doğaldır. • İslam fütuhatı bu şekilde genişledikçe, muhtelif renk, ırk, kültür ve inanca mensup kişilerin Müslümanlık dairesine girmiş olması gibi gelişme ve değişmeler, küçük bir dini cemaatten büyük bir ümmete, çoğu göçebe kabile düzeni ve sözlü kültürden daha çok şehirsel bir yapıya dayalı kitabi kültür ve medeniyete ve imparatorluk düzenine geçiş, ümmet içerisinde önemli dini, sosyal ve kültürel değişmelere neden olmuştur. Türk İslam Sentezi Fikrine Etki eden Düşünürler • • • • • • • • • • • Mansur, Farabi, Miskeveyh Hayyan Safa Gazali Attar Tufeyl Rüşd Sühreverdi, Arabi • • • • • • • • Mevlana, Hacı Bektaşi Veli Yunus Emre Fuzuli, İbn Haldun, Şehristani İbn Sina Bacce Hallac-ı Mansur (858 – 922), • Zındıklıkla (Tanrı’ya ve ahrete inanmayan, dinsiz, inançsız, Tanrısızlık inancı) suçlanması ve uzun süren bir soruşturma neticesinde Abbâsî Halifesi Muktedir Bi’llâh'ın emriyle idam edilmesiyle meşhur olan spiritüalist yazar ve mistik şâirdir. • Herşeyin zıddı ile bilindiği ve ayakta durduğu bu ikilikler evreninde küfüriman diyalektiği de gözardı edilemeyecek bir gerçektir. Öyleyse kimse kendisini, kabullerini diğer her şeyi dışlayacak bir mutlaklık dairesi içinde görmemelidir Hallac'a göre. Hallac'a göre Tanrı dahi kulunun sınırlılığını bilip buna göre ona muamele edecektir. • Hallac-ı Mansur, 9. yüzyıldan günümüze uzanan zaman içeresinde izleri silinmeyen bir düşünce adamıdır. Tasavvuf felsefesinde insanın "Tanrılaşma" fikrini ortaya koyan ve bunu kişiliğinde özdeşleştirme sonucu hayatıyla ödeyen Mansur, kendinden sonra gelen tasavvufçuları da büyük ölçüde etkilemiştir. Kitab-üt Tavasin eseri ile ünlüdür. Tavasin, onun zindanda yazdığı bir eserdir. Farabi (870-950, Şam) • Farabî ya da Batı′da bilinen adıyla Alpharabius, 8. ve 13. yüzyıllar arasındaki İslam'ın Altın Çağı'nda yaşamış ünlü filozof ve bilim adamı. Aynı zamanda gökbilimci, mantıkçı ve müzisyendir. Farabi'nin bu büyük katkısının yanında İkinci Üstad kabul edilmesinin ana nedeni İbn-i Haldun'a göre onun mantık alanında yaptığı çalışmalardır. • Farabi, Aristo'nun 6 ciltlik temel mantık kitabı Organon'un tüm bölümlerini içeren çeviriler ve şerhler kaleme aldı ve Organon'u iki bölüm daha ekleyerek 8 kitaba çıkardı. Mantık ifadeleri, onu ifade etmek için kullanılan dil ve bilgi ile ilişkili olduğu için Farabi'nin mantık dışında dil felsefesi ve epistemoloji üzerinde de yoğun şekilde durduğu görülür. Farabi'nin diğer bir çalışma alanı Doğa felsefesi, Metafizik ve Psikoloji olmuştur. • Doğa anlayışı dönemin Batlamyusçu dünya merkezli görüşüne uygundur. Farabi'nin geliştirdiği sudûr teorisi ise Neoplatoncu ve İsmaili kökenlere dayanır. • Bu anlayış daha sonra İbn-i Sina tarafından geliştirildi. Farabi'ye atfedilen kitapların sayısı 100 ile 160 arasındadır • Farabi’nin el-Vahid ve’l-Vahde İsimli Eseri: Aristotelesçi ve Yeni platoncu felsefe geleneğinin tesirleri vardır. FARABİ İslam dünyasında, din sosyolojisinin öncüsü ve hazırlayıcısı olarak ilk dikkati çeken alimlerden biri Farabi’dir. • Yunan felsefesi ile İslam inançları arasında bir uzaklaştırma yapmak istemiştir. • Bununla birlikte Farabi sosyoloji konusunda Eflatun’un yolundan gitmiştir. • Onun felsefesi ve sosyolojik görüşleri. uluhiyet, akıl ve nübüvvet nazariyelerinde toplanmaktadır FARABİ • Farabi, toplumu bir organizmaya benzetmektedir. Farabi’ye göre cemiyet bir ihtiyaç eseridir. • İnsanların bir araya gelip, toplum hayatı yaşamalarından insan dünyası ve insan toplulukları meydana çıkmıştır. Yaratılışın gereği, medeni varlık.. • Toplum halinde yaşama şekiller 1. Büyük toplum: İnsanlık 2. Orta toplumlar: Bir kavmin şekilleri 3. Küçük toplumlar: Köy,şehir 4. Fazıl toplum 5. Fazıl olmayan toplum FARABİ 1. Fazıl toplum 2. Fazıl olmayan toplum İle ilgili görüşleri.. • Es-siyasetül Medeniyye ve Araü Ehli’l Medineti’l Fadıla eserinde toplanmış. • Bütün insanlığı kuşatmak istiyor, site ve kast değil, evrensel bir toplum anlayışı • Devlet başkanı iyi, bilgin,adaletli ve güzel ahlaklı olursa, o zaman toplum da faziletli ve iyi olur.. • Hükümdar, «fazilet ve hikmeti şahsında toplamış ve hırka-i nübüvvet giymiş bir Eflatun’u ilahidir. • Ennasü ala dini mulükihim: “İnsanlar kendi yöneticilerinin dinine tabidir.” HŞ. • Peygamberlik ve din toplumun merkezinde. FARABİ 1. İdeal Toplum: FAZIL VE KAMİL BİR TOPLUM: 2. Gerçek toplum:Faziletsiz toplum Faziletsiz toplumun 4 şekli: 1. Bilgisiz toplum: (Hırs,sefahat,istibdat) 2. Kötü toplum: (Fazilet prensibini bilmeyen, kendini düşüklüklere terk etmiş) 3. Değişmiş toplum: (İyi iken sonra değişen) 4. Bozulmuş toplum: Hiçbir hedefi olmayan İBN MİSKEVEYH:932-1030 • Farabi’den sonra, din sosyolojisi bakımından İslam dünyasında dikkati çeken isimlerden biri İbn Miskeveyh: • Miskeveyh devrinde iki ana ahlak sistemi mevcuttur. Biri Farabi’den oluşan akılcı, felsefi ahlak; öteki de mutasavvıfların ahlakı. • Miskeveyh, felsefe ve dini birbirinden ayırmaktadır. Ona göre felsefe akla dayanır; din ise emir ve yasaklara boyun eğmektir ve tartışma kabul etmez. Ebu Hayyan: 832, Irak Hikmet ve din arasında bağ kurmaya çalışan başka bir düşünür de Ebu Hayyam’dır. • Ebu Hayyam ‘Her kim felsefe isterse gözünü dine çevirmeli ve her kim din isterse gözünü felsefeye çevirmeli’ demiştir. İHVAN ES-SAFA: 900’LER Basra'da 10. yüzyılda ortaya çıkan bir felsefe çığırının taraftarlarına verilen bir addır. Bir nevî felsefe ansiklopedisi mahiyetindeki risalelerini Almancaya çeviren Dietrici, bunların adlarının "Hâlis Kardeşler" anlamına geldiğini söylüyor. • İslam dünyasında din sosyolojisinin hazırlayıcısı olmak bakımından İhvan es-Safa’dan yani ilk İslam ansiklopedilerinden söz açmak gerekir. • Gayeleri toplumu düzeltecek bir aydınlar ahlakı yaratmaktı. • Onların Risale’lerinde ahlak, bütün ilimlerin yüksek hedefi ve insan toplumlarını düzenleyen kanunları veren ilimdir. • Bu Risale’lerde, onların anlayışları ve ideal bir toplumun esasları belirlenmeye çalışılmaktadır İBN SİNA: 980-1037 Din sosyolojisinin öncüsü ve hazırlayıcısı olmak bakımından İslam aleminde üzerinde durulması gereken isimlerden biri de İbn Sina’dır. • İbn Sina’ya göre toplum, işbirliği esasına göre kurulmuş ve bir yönetici etrafında toplanmış bulunan zorunlu bir birliktir ve hedefi toplumu düzeltmek ve ruhu sağlamlaştırmaktır. Ebü’l-Feth Tâcüddîn ŞEHRİSTANİ: 1153 -ölümü Şehristanî ya da tam adıyla Ebü’l-Feth Tâcüddîn Muhammed b. Abdülkerîm b. Ahmed eşŞehristânî, Ortaçağ İslam dünyasının meşhur dinler tarihçisidir. Abbasiler devrinde bütün ilim dallarında kaydedilen büyük gelişmeler, Müslüman alimlerin başka dinler, toplumlar, kültür ve medeniyetlere açılmalarına imkan vermiştir. • Çeşitli İslam fırkaları ve inançlarının yanı sıra muhtelif dinler ve felsefi mektepler hakkındaki pek çok teferruatlı bilgiyi de içinde toplamış bulunan el-Milel ve’n-Nihal, dinler tarihi, kelam, mezhepler tarihi, İslam felsefesi vs gibi çeşitli ilim dallarının yanı sıra din sosyolojisi bakımından önemli olan ansiklopedik bir eserdir. • El-Milel ve’n Nihal’de türlü İslam fırkaları ve çeşitli fikir cereyanları mensupları dışında Yahudilik, Hıristiyanları ve onların mezheplerinden de söz edilmektedir. • Akıl ve iman’ın buluşması: • Bürhan ve felsefi bilgi, istiareli sembol ve imajlar kullanan vahyi tek bir hakikat noktasında buluşturan • İbn Rüşd, insanları üç kategoriye ayrılmaktadır. a) Geniş Halk Kitleleri b) Filozoflar c) Mütekillimun İbn Rüşd’e göre, geniş kitlelerin dini inançları, vahyin sembolik yorumları ile karıştırılmamalıdır. Filozoflar, hakikati ancak onu kavrayabilecek durumda olanlara anlatmalıdır. İbn-i Rüşd, müsamahasızlıkla suçladığı kelamcıların, cahil halk kitlelerini, Kur’an’ın yanlış yorumları ile yanılttıklarını öne sürüyor. Gazzâlî (1058 – 1111) • Büyük Selçuklu Devleti devrinin İslam âlimi, filozofu, mutasavvıfı ve müderrisiydi. • Septikti; her şeyden, kendinden bile şüphe ediyordu. Yunan septikler Protagoras ve Gorgias’ı biliyordu. • Hakikate, mutlak bilgiye ulaşmaktaki tutkusu onu zaman zaman küfre, zaman zaman tasavvufa yaklaştırdı. • Kendi varlığından dahi şüphe ettiği noktada, -tıpkı Descartes gibi ama ondan yaklaşık 500 yıl önce- “Onun varlığı açıktır. İnsanın kendi varlığına dair hiç şüphe yoktur. İrade ediyorum, demek ki varım” dedi. • Pek çok kitabı Batılı düşünürler tarafından 12. yüzyıldan önce Latinceye çevrildi. Bunlardan en önemlisi “el-Munkız Mine’d-Dalâl”dir; Descartes’ın “Metot Üzerine Konuşmalar” adlı kitabı bu eserle büyük benzerlikler içerir GAZALİ-önemi İslam dünyasında din sosyolojisinde gerçek bir öncü olarak kabul edilebilecek olan alimlerden biri elGazali’dir. • Gazali’ye göre insanların sosyal varlık oluşları din, hukuk, siyaset ve devletin varlığına ihtiyaç hissettirir. Devletle din arasında yakın münasebetler bulunmaktadır. • Din, insan toplumunun temelini oluşturur. • Devlet ise dinin muhafızıdır. • Bu bakımdan devlet ortadan giderse veya zayıflarsa dinin oturduğu temeli koruyan kimse de kalmayacağından o da zayıflar. • Gazali, dini tecrübenin teorik ve pratik anlatımlarının sosyolojisi konusuna el atmış ve bu konuda modern din sosyolojisine öncülük etmiş olmaktadır. • Aynı şekilde Gazali’de yer alan ve bugünün sosyolojisinde de önemle üzerinde durulan bir konu da din ve iktisat münasebetidir. İbn Tufeyl (1106 – 1186) • Ebu Bekir Muhammed bin Abdal Malik bin Muhammed bin Tufail el Kaisi elEndülüsi, Endülüslü hekim, hukukçu ve filozof. Latin dünyasında Abentofail olarak da bilinir. • Nur” yani “aydınlanma” felsefesini anlattığı “Hayy bin Yakzan”da Tufeyl, vahiyci tanrı anlayışının yerine aklın ve sezginin bildirdiği tanrıyı koydu. 16. asırda yaşanan Aydınlanma Çağı’ndan yüzyıllar önce aydınlanma felsefesini anlattı. • İnsanın merak, keşif, kavrama ve bilgelik evrelerinden sonra hakikate ulaşacağını; tanrının varlığını bu noktada kalben olduğu kadar aklen de kanıtlayabileceğini savladı. • Hayy bin Yakzan adlı eseri; Daniel Defoe’nun “Robinson Crusoe”su ve Rousseau’nun “Emile”i ile büyük benzerlikler taşır. • Hatta “Robinson Crusoe”da neredeyse yalnızca isimler değiştirilmiştir. İBN BACCE-İBN TUFEYL 8) Konumuzla ilgili olarak Endülüs’te yetişmiş İslam filozoflarından da söz açmak gerekir. • Bunlardan İbn Bacce ve İbn Tufeyl, dini, toplum ve insan hayatı için gerekli görmekle birlikte, cemiyet hayatından kaçmayı ve inzivayı tavsiye etmeleriyle dikkati çekmektedir. İBN BACCE (Ölümü 1138) • Cemiyet hayatı zorunludur. Ancak, cemiyet hayatı içinde, fakat cemiyetten uzaklaşma, infirat ve inziva’nın en doğru yaşayış şekli olduğunu ifade etmektedir. İBN TUFEYL (1106-1185) • Hayy b. Yakzan isimli felsefi romanında nazar yolunu tercih etmekte, inzivayı toplum hayatından üstün tutmaktadır. • Issız bir ada, ceylanın himayesi ile ilk terbiyesini alan Hayy, kendi aklı ve müşahedesi ile • Teknik ve ilmi bir sistem • Eşi ve benzeri olmayan tek Allah’ı ve ruhun varlığını idraki, insan ruhunun bu varlık ile temaşası ve hakiki saadeti bilmeyi ve bulmayı anlatmaktadır. • Komşu adadaki Asal vahiy ile bulmuş… • Hükümdar Salaman… • Issız bir adada, tefekkür ve temaşa içinde yaşamanın en uygun bir yaşama biçimi… • Diğer halk ise gerçek manadan uzak semboller ve dış görünüşler…. Feridüddin Attar (1136 – 1221) • Horasanın en önemli dört şehrinden biri olan Nişabur’da 1120’da doğmuş 1229’da Moğollar tarafından şehid edilmiş şair ve mutasavvıftır. • Mevlana’nın üstadıydı. Eserleri Arapçaya, Fransızcaya ve İngilizceye çevrildi. • En önemli eseri, hakikat arayışını kuşların dilinden anlattığı 4724 beyitlik “Mantıku’t Tayr”, tasavvuf edebiyatının köşe taşıdır. Hakikate ulaşma yolunda kemale eren “simurg” yani “otuz kuş”u anlattığı eserinde, vahdet-i vücud inancını alegorik bir şekilde anlatır. İbn Rüşd (1126 – 1198) • Aristo’nun İslam coğrafyasındaki sözcüsü ve yorumlayıcısı olan Rüşd, yaklaşık 30 yıl boyunca Aristo’nun eserleri üzerinde çalıştı. Ulaşamadığı “Politika” dışında, filozofun tüm eserlerini Arapçaya çevirdi. Aklı imandan, bilgiyi vahiyden üstün tuttu. Her şeyin akıl ile anlaşılabileceğini öne sürdü. • Düşünceleri, yazdıkları ve çevirdiği kitaplar nedeniyle uzun yıllar gözetim altında tecrit hayatı yaşadı. İslam felsefesiyle Aristo’nun mantık kuramını bağdaştırmaya çalıştı. Batı, Aristo’yu onun şerhlerinden Latinceye çevirip okudu; Aristo’nun o büyük mirasını onun sayesinde keşfetti. Düşünceleri özellikle Hıristiyan skolastik gelenekten olan Thomas Aquinas tarafından oldukça benimsendi. Sühreverdi (1155 – 1191) • Hallac-ı Mansur’un ve İbn Sina’nın düşüncelerini benimsedi. Tıpkı diğer düşünürler gibi Anadolu ve Suriye’yi dolaştı; dinleri ve inanışları inceledi. İşraki (aydınlanma) felsefesinin kurucusuydu. Platon gibi sezgiciydi. • Akl-ı Sorh KİTABINDA (Kırmızı Akıl)’da aydınlanmayı, aydınlanmadan önceki pişmeyi, kâmil olmayı anlattı İbn Arabi (1165 – 1240) • İbn Rüşd ile görüştüğünde 17 yaşındaydı. Bilginin yalnızca akıl yoluyla elde edileceğini savlayan İbn Rüşd’ün düşüncesinde bir noksanlık olduğunu daha o yaşlarda fark etti. • İnsan bazı şeyleri sezgi yoluyla, kalbi olarak biliyordu. Akli bilgiler; duyular ve deneyim yoluyla elde ediliyordu ama bazı bilgiler vardı ki aşkındı, ‘a priori’ydi (doğuştan). • Yalnızca kendi halkını etkilemekle kalmadı; felsefesi Endülüs’ten Yeni Delhi’ye, Hicaz’dan Kırım’a geniş bir coğrafyaya yayıldı. “Vahdet-i vücud” öğretisine inanıyordu. • Varlığın birliği onun felsefesinde öyle bir hal almıştı ki, Yaradan ile yaratılan arasında neredeyse fark kalmamıştı. İnsanın tanrının bir parçası olması ve tanrıyla yani özüyle bütünleşmesini dillendirmesi softalar tarafından küfür olarak görüldü ve çok eleştirildi. • “Fusus’ül Hikem” yani “Hikmetlerin Özü” eseri ile ünlüdür. • Bugün İbn Arabi Derneği; Oxford, Sorbonne, Harvard,Stanford ve Cambridge gibi önemli üniversitelerde tanınmaktadır. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî:1207-1273 • Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, şâir müslüman düşünce adamı ve mutasavvıf. Tasavvufta Mevlevî yolunun öncüsüdür. • Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan Ülkesi'nin Belh şehrinde doğmuştur. • Tanrıya ulaşmak. Hayatın amacı ve var oluşun temeli tanrıdır. İlahi olandan kopan ve ona dönmeye çalışan hayat evrimi vardır. Bu biyolojik bir dönüşümden ziyade, ruhsal bir evrimdir. Var oluş algısına ve tanrı bilincine sahip olmayan insan hayvana benzer. Doğru bilinç insanı ilahi yapar. Evrensel ruhun, varoluşun çeşitli aşamalarında çalışması hayatın genel bir görünümüdür. • Fikirlerinin modern zamanlarda Henri Bergson’u, antik zamanlarda da Platon’u anımsattığı söylenir. İbn-i Sina ve Farabi de onun “aşk” anlayışına benzer bir evrensel çekim gücü betimlemişlerdir. Dönem: • 8.yüzyılda Anadolu’da Selçuklu Devletinin sağlamaya çalıştığı otorite, bir anlamda çeşitli tasavvuf akımlarının buraya yönelme gerekçelerinden birini oluşturmuştur. • Anadolu’da medreseler gelişip de kendi ihtiyaçlarını karşılayıncaya kadar, din bilgini, kadı ve ulema ihtiyacı başta İran ve Horasan olmak üzere diğer İslam ülkelerinden karşılanmıştı. Bu durum Anadolu’da şekillenen Müslüman Türk hayatı üzerinde derin etkiler doğurmuştur. • Bu dönemde Kalenderi, Haydari ve Vefailerin konar-göçer Türkmen aşiretleri arasındaki faaliyetleri, İslam öncesi inanç motifleriyle zenginleştirilmiş bir çeşit halk tasavvufunun temelleri atılırken, özellikle şehir merkezinde kökleşmiş mistik sembolizme felsefi boyut getiren Vahdet-i Vücut düşüncesi de gündelik hayata giriyordu. Yunus Emre (1241 – 1320), • “Miskin Yunus”, “Bizim Yunus”. Tasavvuf ehliydi. “Risaletü’n Nushiyye” (Nasihatler Kitabı) adlı mesnevisinde; ruh, nefis, kanaat, gazap, sabır, haset, cimrilik, akıl gibi konulara ilişkin düşüncelerini anlattı. • Risaletü'n-Nushıyye adlı mesnevisinde, Anadolu'da yeni bir medeniyetin temellerini atmaya çalışan Türk insanını dıştan içe döndürerek onun kendi iç dünyasındaki seferini hikaye eder. • Modern psikolojinin, insanın kendisine dönmesi ve Tanrı ile birleşen bir içben keşfetmesi şeklinde ifade etmeye çalıştığı fikirler, onun eserinde asırlar önce halkın anlayacağı bir dille anlatılır. • Yunus, ihtirası değil kanaatkâr olmayı, kin ve öfkeyi değil, sevgi ve sabrı, cimrilik ve hasetliği değil, yardımlaşmayı ve cömertliği, başkalarına karşı üstünlüğü değil, eşitlik ve hoşgörüyü savunur Hacı Bektaş-ı Veli (1209 – 1271), • Yesevilik, Melamilik, Batınilik, İsmaililik, Ahilik, Babailik, Mevlevilik, Kalenderilik gibi dönemin inanç ve anlayışlarını yakından inceledi ve Bektaşilik inancı ve felsefesini ortaya koydu. Öğretisinin merkezine hümanizmi yerleştirdi. Tanrıdan korkmayı değil onu sevmeyi öğütledi. Mutasavvıftı; insanlık, iyilik, adalet, hürriyet, eşitlik ve çalışkanlık üzerine temellendirdiği felsefesiyle tüm varlıkları kucakladı. “Velayetname” adlı; hayatını, yaşadığı dönemi ve insan ilişkilerini hikâyeler yoluyla anlattığı eseri, insanlığa engin nasihatler içerir. • Velayetname: Velayetname, Hünkar Hacı Bektaş-i Veli'nin dervişleri tarafından Hünkar'ın ölümünden sonra yazılmış, Hacı Bektaş-ı Veli ile ilgili anektodların anlatıldığı bir eserdir. Velayetname, edebi bakımdan biyografi biçimine yakın görülen bir yapıttır. • Eserin içeriğinde Osmanlı Devleti'nin kuruluş döneminden ayrıntılar ve Hacı Bektaş-ı Veli'nin Orhan Gazi ile olan münasebetleri de yer almaktadır. İbn-i Haldun (1332 – 1406) • Tarih felsefesinin, sosyolojinin ve iktisadın babasıydı. “Mukaddime” ve “Kitabu’l İber”de dünya tarihini ve geleceğe ilişkin tarihsel teorilerini anlattı. Osmanlı’nın yükseliş ve çöküşünü adeta betimlediği bu eserler, Osmanlı paşaları ve ulemaları arasında büyük ilgi gördü. • Sosyolojinin temel prensiplerini Batılı bilim adamlarından yüzlerce yıl önce ortaya koydu. Tespitleri ve öngörüleri; Machiavelli’den Rousseau’ya, Comte’tan Spencer’a pek çok önemli düşünürün fikirlerini şekillendirdi. • Sosyoloji, siyaset bilimi, tarih, iktisat, eğitim ve hukuk alanlarında önemli eserler verdi. Eserleri arasında “Mukaddime”; bugün dahi tüm dünyada siyaset, sosyoloji, tarih ve iktisat alanlarındaki en önemli yapıtlardan biridir. İBN HALDUN • Tarih Felsefesi • ibn Haldun, söylentilere ve aktarmaya dayalı tarihî bilgilere güvenilemeyeceğini, bu nedenle anlatılan tarihi bilgilerin eleştirilmesi ve gerçeğe ne derece uyduklarının araştırılması gerektiğini savunmuştur. İBN HALDUN • Neden Sonuç ilişkisi • İbn Haldun’a göre çeşitli ulusların gelişmelerini aktarmak yeterli değildir, esasen bu gelişmeye neyin neden olduğunun anlaşılması gerekmektedir ve bu nedenler, toplumsal olayların incelenip araştırılması yoluyla ortaya konabilir. İBN HALDUN • Nesnellik • İbn Haldun tarih bilgisini aktaranların çeşitli nedenlerle öznel davrandıklarını vurgulamış ve gerçek tarih bilgisine ulaşmak için toplumsal olguların, çeşitli uygarlıkların zaman içindeki değişimlerinin ve bu değişimlerin nedenlerinin tarafsız bir şekilde gözlenmesi ve incelenmesi gerektiğini belirtmiştir İBN HALDUN • Yeni Bilim --------Sosyoloji • İbn Haldun, toplumsal gerçekliğin incelenmesi ve toplumsal değişmenin neden ve sonuçlarının araştırılması konusunda tarihe “Ümran Bilimi” olarak adlandırdığı bir bilimin yardımcı olacağını belirtir. • Ümran ilmi? • Bu yeni bilim insan topluluklarının doğasını, nasıl bir yaşam sürdüklerini (yerleşik mi göçebe mi olduklarını), bu kavimlerin yaşadıkları ülkeleri nasıl ele geçirip ellerinde nasıl tuttuklarını, devletlerini nasıl kurup güçlendirdiklerini, bu devletlerin nasıl çöktüğünü, bu kavimlerin yaşamlarında ekonomik, bilimsel ve sanatsal Faaliyetlerin zamanla nasıl ve neden değiştiğini inceleyecektir. İBN HALDUN • Yeni Bilim neyi inceler? • Yeni bilimin toplumsal olayları inceleyip sınıflandıracağını ve toplumsal değişmeyi inceleyeceğini belirten İbn Haldun, böylece günümüzde sosyolojinin inceleme alanına giren konuları Ümran Biliminin alanına dâhil etmektedir. İBN HALDUN • Neleri Araştırmıştır? • İbn Haldun yaşadığı toplumda politika ve ekonomi gibi çeşitli toplumsal kurumları incelemiş, Farklı toplumsal örgütlenme biçimlerini karşılaştırmış, siyasal egemenliğin ve otoritenin kaynaklarını araştırmıştır. İBN HALDUN • materyalist sosyolojinin öncüsü mü? • İnsanların doğal eğilimlerinin ya da yaradılışlarının değil, alışık oldukları gelenek ve şeylerin ürünü olduğunu savunmuştur. • İnsan toplumlarında gözlemlenen bu Farklılıklara rağmen, ibn Haldun’a göre toplumları bazı benzer özellikleri açısından tipleştirmek mümkündür. • Göçebe ve yerleşik toplumları da incelemiştir. İBN HALDUN Bununla birlikte, toplum meseleleri ve din-toplum münasebetleri üzerinde İbn Haldun kadar duran bir başka İslam alimi yoktur denilebilir. • Dinin sosyal önemi üzerinde durması, din ve cemiyet münasebetlerine eğilmesi ve üstelik de müşahede ve tecrübeye büyük bir yer vermiş olması nedeniyle İbn Haldun’u bugünün modern ve deneysel din sosyolojisinin gerçek bir öncüsü olarak telakki etmek yerinde olur. • İbn Haldun’un siyasi nazariyesi ve toplumla ilgili görüşlerini tecrübelerinden çıkarmıştır. • Bu durum, bugünün tecrübi sosyolojisinin de metodunun temel taşını oluşturmaktadır. • Zira İbn Haldun, toplumu bir vakıa olarak görmekte ve onu öteki vakıalar gibi tetkik etmek gerektiğini ifade etmektedir. • İbn Haldun’un en büyük eseri olan ElMukaddime’sine, kendine tarih ve sosyolojisinin tarihçesi içerisinde müstesna bir yer ayırtan tarih anlayışını anlatarak başlamıştır. • İbn Haldun’a göre, tarih, insana ve içtimai hayatına taalluk eden büyük ve geniş bir bilgi disiplinidir. • Böylece İbn Haldun kendisine kadar gelen ve hikayeci tarih olarak tarif olunan ananevi tarih anlayışından ayrılmakta ve yeni bir ilmin temellerini atmaktadır. • Bu,yeni ve bağımsız bir ilim olup onun konusu olan insan medeniyeti ve insan toplumunun incelenmesidir. • Böylece tarihin konusunu: insan toplumu ve medeniyetinin incelenmesi olarak açıklayan ibn Haldun, A.Comte’tan beş asır önce ‘Sosyoloji’ ilminin mucidi olmaktadır. • Esasen, sosyal ilimleri ansiklopedik bir tarzda toplayan bir Genel Sosyolojinin esaslarını ortaya koyduğu anlaşılan İbn Haldun, bu yeni bilimin konuları arasında dinin sosyolojik tetkikini dahil etmeyi de ihmal etmemekte ve böylece o, gerçek bir din sosyolojisi öncüsü olduğunu ortaya koymaktadır. • Coğrafi, iktisadi vs. faktörlerin sosyal ve dini hayat üzerinde etkilerde bulunmaları, toplumu tıpkı bugünün pek çok sosyologları gibi sıkı bir karşılıklı etki-tepkiler bütünü olarak gören İbn Haldun’un görüşünün sadece bir yönünü oluşturmaktadır. • İbn Haldun sosyolojisinde temel kavramlardan biri olup, din sosyolojisini de yakından ilgilendiren bir konuya, ‘asabiyet’ nazariyesine götürmektedir. • Asabiyet’le İbn Haldun, kan bağı sayesinde doğan tabii ve uzvi beraberlik yani nesep bağının yanısıra din bağını ve her türlü manevi bağlılığı kast etmektedir. • Özellikle dini bağ bir toplumun birleşip bütünleşmesinde en etkili rollerden birini oynayan temel faktör olup, toplumun ve onun idaresini üzerine almış bulunan idarecilerin sağlam bir şekilde ayakta kalmalarında büyük rol oynar. • Bu nedenle dini güçle desteklenen asabiyet bir toplumun ayakta durabilmesi için bereketli bir enerji kaynağı gibidir. • Bu enerjinin sönmesi toplumun çökmesi demektir. • İslam dünyasında ortaya çıkan olaylarla sosyal faktörler arasında münasebetler kurması ve nihayet temelinde toplumu aşmakla birlikte, herhangi bir topluma mal olduğu andan itibaren sosyal bir olay olarak karşımıza çıkması nedeni ile din ve toplum arasındaki karşılıklı münasebetler ve dinin sosyal rolü üzerinde durması İbn Haldun’a din sosyolojisi ilminin tarihçesi içerisinde müstesna bir yer ayırtmaktadır. Fuzuli (1483 – 1556) • Ailesi göçebe hayatı bırakıp günümüzdeki Irak bölgesine yerleşmiş olan Oğuzların Bayat boylarındandır. Fuzûlî; ne kadar kesin bilinmese de 1483 yılında Akkoyunlular zamanında şimdiki Irak'ta Kerbela veya Necef'de veya Kerkük iline bağlı Kale semtinde doğduğu tahmin edilir • En önemli eseri “Leyla ile Mecnun”da kavuşamamak olarak nitelendirdiği aşkı yazdı. Yüzyıllar sonra Schopenhauer, en önemli eseri “İstenç ve Tasarım Olarak Dünya”da; Fuzuli’nin aşk dediği şeye “istenç” diyecekti.