1 MORA İSYANI VE YUNANİSTAN’IN BAĞIMSIZLIĞI Rumlar, İmparatorluğun hemen her tarafına yayılmışlardı. Osmanlı İmparatorluğu’nda Rumların, Fatih Sultan Mehmet (1451-1481) döneminden beri diğer Hıristiyan uyruklara göre özel bir durumları vardı. Devlet hizmetleri Hıristiyanlara kapalı olduğu halde, Rumlara Divan tercümanlığı, Eflak-Buğdan Beylikleri gibi yüksek ve gizliliği fazla olan görevler verilmişti. Rum Patrikhanesi'ne verilen ayrıcalık sonucunda ise, Rumlar; zamanla bütün Ortodoks (yani Bulgar, Sırp, Arnavut) kiliselerinin yüksek mevkilerine yerleşmişlerdi. Rum köylüsüne ise, oldukça geniş görüşlü, adaletli bir yönetim verilmişti. Din ve dil özgürlüğüne sahiptiler. 19. yüzyılın baslarında Rum köylüsünün, Batı Avrupa köylüsünden çok daha refah içerisinde olduğu, yine Batı tarihçileri tarafından belirtilmektedir. Yakınçağ baslarına gelindiğinde, şehirlerde, kıyılarda ve adalarda yasayan Rum tüccar ve gemicilerinin durumu çok daha iyi halde bulunuyordu. Bu dönemde; Avrupalılar arasındaki İhtilal Savaşları (1792-1815)’ndan yararlanarak, bu savaşlarda tarafsız kalan Osmanlı Devleti'nin bayrağı altında, deniz ticaretini güçlendirmişler ve adeta Akdeniz ticaretini ele geçirmişlerdi. Bu arada 1779 yılında, Rum tüccarları, gemilerine Rus bayrağı çekme ve Rus konsoloslarının koruyuculuğundan yararlanma ayrıcalığını da sağlamışlardı. Böylece Rumlar, "Himayeli grup" olarak, bir çeşit çifte vatandaşlık statüsünden de yararlanarak, Güney Rusya'dan Batı Avrupa'ya kadar ticaret yapıyorlardı. 1816 yılında, Rumların bu ticareti yapmalarını sağlayan 600 civarında ticaret gemileri vardı. Bu gemiler, görünüşte, kendilerini Kuzey Afrika korsanlarına karsı korumak için, Osmanlı Hükümeti’nin izniyle silahlandırılmıştı". b. İsyanı Hazırlayan Nedenler: Yunan İsyanının başlamasının ve başarıya ulaşmasının en önemli nedeni, şüphesiz ki, Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu siyasi, askeri, mali ve ekonomik yönlerden olumsuz durumuydu. Ulusçuluk Akımının Rumlar Arasına Yayılması Rumlar arasında, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılarak bağımsız bir devlet kurmak düşüncesi, daha 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren komsu iki devlet, Rusya ve Avusturya tarafından yayılmaya başlanmıştı. Bunların amaçları, Osmanlı İmparatorluğu’nun içten de yıkılmasını hızlandırarak, bu topraklar üzerinde kendi .çıkarlarını sağlamaktı. Nitekim, 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı’nda, Ruslar Mora ve adaları işgal edince, 2 buralardaki Rumları devlet aleyhine kışkırtacak girişimlerde bulunmuşlardı. 1787-1792 Osmanlı- Rus, Avusturya Savası öncesinde, Avusturya ile birlikte, eski Bizans İmparatorluğu’nun kurulması amacını taşıyan Grek Projesi’ni eklediler. Fransız İhtilali’nin bir düşünce sistemi olarak ortaya çıkardığı ulusçuluk ise; Rumlar arasında, özellikle Napolyon’un Yedi Ada’ya yerleşmesinden sonra Fransızların, 1805'den itibaren de, bu bölgede Fransızların yerini alan Rusların çalışmaları ile iyice yayıldı. Rum Aydınlarının Bağımsızlık için çalışmaları: Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki ayrıcalıklı durumları sonucunda varlıklı bir hale gelmiş bulunan Rum aydınları, Avrupa ile sürekli ilişkide olup, Avrupa’da meydana gelen ulusçuluk, bağımsızlık gibi düşünce akımlarını öğrenmişlerdi. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Rum sair, tarihçi ve yazarları da, Yunanistan'ın bağımsızlığının, hatta eski Bizans İmparatorluğu’nun yeniden kurulmasını islemeye başlamışlardı. Bu düşünceler, açılan okullarda kilisenin de işbirliğiyle, küçük yaşlardan itibaren Rumlar arasında yayılmaya ve güçlendirilmeye başlandı. Yunan davasını belirten özel gazeteler, dergiler yayınlandı. Avrupa’nın çeşitli yerlerinde “Yunanlıları Sevenler Cemiyeti” (ya da “Hellen Dostluk Cemiyeti”) kuruldu. Avrupalı Aydınların Çalışmaları Hümanizm ve Rönesans hareketleri Avrupa aydınlarını, yeniden eski Yunan kültürü ile temasa geçirmişti. Bu da, düşünce alanında, bir Yunan hayranlığı doğurmuştu. Birçok Avrupalı aydın (Byron, Victor Hugo, Goethe gibi), bu hayranlığın etkisiyle Yunan bağımsızlık hareketine sempati duymuşlardır. Bu nedenle Yunanlılar lehinde ve Türkler aleyhinde yazılar yazarak, Yunan davasını Avrupa uluslarına mal etmek ve onların her türlü yardımını sağlamak yolunu tutmuşlardı. Bu ise, Yunanlılara cesaret verdiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nda çıkarları olan devletlerin, kamuoylarının baskısıyla ve siyasi nedenlerle, Rumların lehine harekete geçmelerine yol açmıştır. Etniki Eterya Cemiyeti'nin Kurulması ve Çalışmaları Etniki Eterya Cemiyeti, 1814 yılında Odesa’da Nikolas Skouphas, Emmanuel Ksanthos, Anastosyon Çakalof adlı ikisi Rum, biri Bulgar üç tüccar tarafından kuruldu. (Aslında cemiyetin kurulusu sırasında adı Filiki Eterya idi. Ancak 1894 yılında “Etniki Eterya” olarak değiştirilmiştir.) Bu gizli cemiyetin kuruluş amacı, görünüşte Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Hıristiyan toplumların eğitim ve öğretimini geliştirmek; gerçekte ise, İstanbul başkent olmak üzere Bizans İmparatorluğu’nu yeniden kurmaktı. Cemiyetin başkanı ise, Rusya’ya yerleşmiş ve Çar’ın harp yaverliğini yapmakta olan, Rus taraftarı eski Memleketeyn Beylerinden “Fenerli” Konstantin İpsilanti’nin oğlu, 3 Aleksandr İpsilanti idi. Bunlar da Rusya'nın el altından cemiyeti desteklediğini ve koruduğunu göstermekteydi. Etniki Eterya Cemiyeti, kurulusundan kısa bir süre sonra gelişerek, Osmanlı topraklarında ve dışında; İstanbul, İzmir, Sakız, Bükreş, Yaş, Yanya, Triyeste gibi önemli merkezlerde şubeler kurdu. Cemiyetin çalışmalarında gizliliğe son derece dikkat ediliyordu. Bu amaçla da and içme, rütbeler ve özel şifreler yapılmıştı. İstanbul’daki Rum Patriği de cemiyetin nüfuzlu üyelerindendi. Etniki Eterya Cemiyeti, yaptığı yoğun çalışmalar, sonunda Rumları ayaklandıracak hale getirdi. Ancak, bu sıralarda Yanya Valisi bulunan Tepedelenli Ali Pasa, Rumlara göz açtırmıyordu. Ne var ki, bu aralarda Tepedelenli’nin İstanbul ile arasında çıkan uyuşmazlık, Rumların isine yaradı. Tepedelenli Ali Paşa’nın İsyanı: Tepedelenli Ali Pasa (1774-1822), devlete çeşitli hizmetlerde bulunmuş ve 1788’de Yanya Valisi olmuştu. Burada da, Dalmaçya kıyılarına yerleşen Fransızlara karsı ve yörede meydana gelen isyanları bastırmada yararlı hizmetler yapmıştı. Ali Pasa, kendi nüfuzu altında bulunan Mora ve dolaylarında Rumların isyan için hazırlandıklarını öğrenince, oldukça sıkı önlemler alarak, durumu Babıali’ye bildirdi. Fakat II. Mahmut’un mühürdarı olan Halet Efendi’nin, Tepedelenli Ali Paşa ile arası, bazı nedenlerden dolayı iyi değildi. İste Halet Efendi’nin çevirdiği saray entrikaları sonucunda, Padişah bu haberlere inanmadığı gibi, Tepedelenli’yi yine bazı nedenlerden cezalandırmak istedi. 1820’de vezirliğini ve valiliğini üzerinden aldı. Bu da Yanya valisinin isyan etmesine yol açtı. Bunun üzerine Mora'da ve Ege adalarında bulunan askerler, Hurşit Pasa komutasında, Tepedelenli Ali Paşa’nın üstüne gönderildi. Böylece Rumlar, üzerlerindeki en büyük baskıdan kurtulmuş oldular ve buna sevindiler. İsyanın Başlaması ve Gelişmeleri: Eflak-Boğdan İsyanı (1821) Yunan İsyanı ilk defa Eflak-Boğdan’da başladı. Etniki Eterya Cemiyeti Başkanı Aleksandr İpsilanti bu suretle, Rus yardımını sağlamayı ve Eflak-Boğdan halkını, hatta diğer Ortodoks toplumları ayaklandırarak, Balkanlar’da genel bir ayaklanma çıkarmayı ümit etmişti. Böylece de, başarıya daha çabuk ve kolay gideceğini hesaplamıştı. 6 Mart 1821’de bir miktar asker ile Prut nehrini geçerek, halkı silaha sarılmaya çağırdı ve hiçbir karşılık görmeden Bükreş’e girdi. Böylece, Rum isyanı başlamış oldu. Ancak, İpsilanti’nin hesaplan yanlış çıktı. Bir defa, Eflak-Boğdan halkı genellikle Latin ırkından olup, Rumlardan ayrı bir kültüre sahipti. Sonra, uzun yıllardan beri buralarda Voyvodalık 4 yapan Rumlar, halkı ezmişti. Bu nedenlerden Rumları sevmezlerdi. Üstelik Boğdan’a giren Aleksandr İpsilanti, Romenlerin lideri olan Theodor Vladimiresco’yu öldürtmüştü. Öte yandan Romanyalılar oldukça serbest bir yönetime sahiptiler. Bu nedenlerle, Yunanlıların amaçları için, kendilerini tehlikeye atmak istemiyorlardı. Sırp ve Bulgarlara gelince; onlar da aralarındaki çeşitli anlaşmazlıklardan dolayı, Rumların liderliğinde ve yanında bir harekete geçmeye yanaşmıyorlardı. Rum İsyanını haber alan Çar I. Aleksandr, bundan memnun oldu ve Rumlara yardım edeceğini belirtti. Metternich, buna karşı çıkarak, Rum İsyanına yardım etmenin, kendi siyaset ve davranışlarına ters düşeceğini ihtar etmiş, Rus Çarına İpsilanti’ye engel olmasını bildirdi. Bunun üzerine Çar, Rumları açıktan desteklemekten vazgeçmek zorunda kaldı. Ancak yine de, özellikle Odesa’ya kaçan Rumlara, el altından yardım yapmaktan geri durmadı. Bu koşullar altında Aleksandr İpsilanti, üzerine gönderilen Türk kuvvetleri karsısında tutunamayarak yenildi ve Avusturya’ya kaçtı (26 Haziran 1821). Orada da hapse atıldı. Böylece Eflak-Boğdan’da isyan sona ermiş oldu. Ancak bu sırada Rumlar, daha büyük bir ayaklanmayı Mora’da başlattılar. Mora İsyanı (1821) Aleksandr İpsilanti’nin Boğdan’a girdiği sıralarda, kardeşi Dimitri İpsilanti ile Prens Kantakuzen Mora’ya çıkmışlardı. Bunların ve Patras Piskoposu Pol Germanos’un teşviki ile çok geçmeden, 6 Nisan 1821’de, Mora’da Rumlar ayaklandılar. İsyan kısa zamanda gelişti. Türkler kalelere çekilip yardım beklemeye başladılar. Ancak bu yardım gelmedi. Bunun üzerine üç dört hafta içerisinde Tripolice (merkez) hariç bütün kaleler Rumların eline geçti. Rumlar, buralardaki Türklere çok kötü davrandılar ve şiddet gösterdiler. Tripolice de aylarca kendini savunduktan sonra düştü. Mora’daki isyanın yönetimini büyük papazlar ele almıştı. Bu da isyanın ulusal ve dinsel bir karakter almasına yol açmıştı. Diğer taraftan, Ege Denizi’ndeki adalarda bulunan Rumlar, savaş gemileri haline getirdikleri ticaret gemileri ile ayaklanmayı Ege adalarına da yaydılar. Eflak-Boğdan ve Mora İsyanları İstanbul’da duyulunca büyük heyecan doğurdu. II. Mahmut, Etniki Eterya Cemiyeti’nin amaçlarını anlayınca, bu cemiyete ve üyelerine karşı sert önlemler aldı. Bu arada Cemiyetin nüfuzlu üyelerinden olup, Devlete karsı iki yüzlü hareket eden ve isyanlarda parmağı olduğu saptanan bazı Fenerli Rumlar, metropolitler ile İstanbul Patriği IV. Gregoryos idam edildiler. Diğer taraftan sürekli olarak Rumların lehinde hareket ettiği anlaşılan Halet Efendi de, önce Konya’ya sürüldü ve biraz sonra da öldürüldü. Bu sırada Tepedelenli Ali Paşa’yı öldüren (1822) Hurşit Paşa’ya da, elindeki bütün kuvvetlerle isyanı 5 bastırmak üzere harekete geçmesi emri verildi. Olayların bu şekilde geliştiği sıralarda, Avrupa devletleri isyan karşısında tarafsız bir politika gütmekteydiler. Ancak Rusya, bu olayları fırsat bilerek, harekete geçmek istedi. Amacı kendi himayesinde bir Yunan Devleti’nin kurulmasıydı. Bunun için de, Rumlar lehinde bir müdahalede bulundu. Küçük Kaynarca Antlaşması (1774) hükümlerini ileri sürerek, Osmanlı Hükümeti’nden Ortodoks uyruklar hakkında güvence istedi. Bu, isyanın kuvvetle bastırılmaması demekti. Babıali Rusya’nın bu isteğini reddetti. Bunun üzerine Osmanlı-Rus ilişkileri kopma noktasına geldi. Ne var ki Rumlar da, bu sıralarda diğer bir devletin koruyuculuğuna girmek istemediklerinden, Rusya’ya pek yanaşmadılar. Bunun üzerine Rusya, yeniden Osmanlı Devleti ile anlaştı. Zaten bu sıralarda, Avrupa devletleri, Verona Kongresi’nde toplanmışlardı (1822). Burada, “Dörtlü İttifak”ın genel politikası çerçevesinde, Yunanlıların bağımsız devlet kurmalarına karsı çıkıldı. Ancak, Avrupa devletlerinin bu tutumuna karşılık, Avrupa kamuoyu Yunanlılara sempati besliyor ve onlara yardım etmek için adeta yarışıyorlardı. Bu nedenle de, Avrupa’da kurulan cemiyetler aracılığıyla toplanan her çeşit yardım, Yunanlılara gönderilmeye başlandı. Bu arada birçok Avrupalı subay ve gönüllü Rum asileri ile birlikte çarpışmak üzere Mora’ya geldiler. Bu sıralarda Rumlar da örgütlenmeye çalışıyorlardı. Nitekim asiler, 1 Ocak 1822 günü Epidor yakınında bir meclis toplayarak bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bir de beş üyeden meydana gelen bir hükümet kurdular ve Mavrokordato adında birini basına geçirdiler. Ayrıca Dimitri İpsilanti başkanlığında 59 üyeli Senato meydana getirdiler. Böylece, isyanın örgütlenme yönünü tamamlamış oldular. Osmanlı Hükümeti, bu şekilde gelişmeler gösteren Rum İsyanını bastırmak üzere büyük çaba harcıyordu. Ancak, karada ve denizde bazı başarılar elde etmesine rağmen, bir türlü isyanı bastıramıyordu. Özellikle denizdeki mücadelelerde küçük gemiler kullanan asiler, sığ sularda kolaylıkla manevra yapabildiklerinden, büyük gemilerden oluşan Osmanlı donanmasından kolaylıkla kaçabiliyorlardı. 1822 yılında ise, Osmanlı donanmasının Mora sularında bulunmasından yararlanan asi Rumlar, iki yüz parça gemi ile Menemen ve Çandarlı taraflarını vurdular. Bu gelişmeler üzerine Osmanlı Devleti, 1823 yılı ilkbaharında Mora’ya asker çıkarttı ve asileri güç duruma soktu. Ancak kesin bir sonuç alınamadı. Bu şekilde 1824 yılına gelindiğinde, çarpışmalar karada ve denizde bütün şiddetiyle sürüyordu. Bunun üzerine Babıali, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’dan yardım istedi. 6 Mehmet Ali Paşa’nın İsyanı Bastırması İstanbul Hükümeti yardım isteyince Mora, Girit valiliklerinin de kendisine verilmesi karşılığında, Rum İşhanı’nı bastırmak üzere harekete geçeceğini bildirdi. Babıali, Mısır valisinin bu isteklerini kabul etti. Bunun üzerine Mehmet Ali Paşa, 9 Temmuz 1824’de oğlu İbrahim Pasa komutasında 60 gemi ve 16.000 askerden meydana gelen bir kuvveti Mora üzerine gönderdi. Bu donanma, Devletin donanması ile birleştikten sonra, 26 Şubat 1825’de Mora’ya geldi. Karaya çıkan Mehmet Ali Paşa kuvvetleri, Osmanlı kuvvetleri ile birleşerek, asilerin eline geçen yerleri geri almaya başladı ve sonuçta, 1827 yılında Atina’yı teslim alarak isyanı bastırdı. Böylece devlet otoritesi buralarda yeniden kurulmuş oldu. Buraya kadar Rum İsyanı, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir iç sorunu olarak gelişmeler göstermiştir. Ancak bu noktadan itibaren, Avrupa büyük devletleri işe karışmaya başladılar. Bu da, sorunu, devletlerarası büyük bir konu haline getirdi. Avrupa Devletlerinin Soruna ve Mora İsyanına Karışmaları Avrupa büyük devletleri, Kutsal ve Dörtlü İttifakların getirdiği genel prensipler çerçevesinde, Yunan İsyanının basından itibaren tarafsızlık politikası izlemişlerdi. Bunda Avusturya Başbakanı Prens Metternich önemli rol oynamıştı. Ancak, Rusya'da meydana gelen hükümdar değişikliğinden sonra, bu devletin doğrudan soruna karışmaya başlaması, diğer devletleri de harekete geçirerek, sorunu devletlerarası rekabetin konusu yaptı. Her devlet, sorunu kendi çıkarlarının sağlanması doğrultusunda, çözümlemeye kalkıştı. Rus Çarı I. Aleksandr, 1 Aralık 1825’te ölünce, yerine I. Nikola (1825-1855) geçti. Yeni Çar, “Kutsal İttifak”a ve Türklere düşmandı. Yunanlılara ise sempati duyuyordu. Onun için Avrupa’nın genel çıkarları değil, Rusya’nın özel çıkarları önde geliyordu ve başarılarının da “Bizans yolu üzerinde” bulunduğuna inanıyordu. Bu nedenlerle, Mehmet Ali Paşa gibi güçlü bir valinin Mora ve Girit adasına yerleşerek Doğu Akdeniz’e egemen olmasını da, Rus çıkarlarına aykırı buluyordu. Nitekim, I. Nikola, tahta çıktıktan hemen sonra, Yunan sorununu Rusya’nın yararına çözümlemek için harekete geçti. İlk olarak Prut boylarındaki sınıra asker yığmaya başladı. Arkasından da 17 Mart 1826’da Osmanlı Hükümeti’ne bir ültimatom göndererek, 1812 Bükreş Anlaşması’nın uygulanmasındaki bazı noktalara karsı çıkarak, bunların giderilmesi için, altı hafta içinde iki devlet arasında görüşmelerin başlatılmasını istedi. Böylece Rusya, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı doğrudan diplomatik yoldan hücuma geçmiş oldu. Osmanlı Hükümeti, bu sıralarda yatışmakta olan Yunan İsyanının Rusya'nın bu girişimiyle yeni olaylar yaratmaması için, bu görüşme önerisini kabul etti. Bunun üzerine, Osmanlı-Rus temsilcileri sınırda görüşmelere başladılar ve sonuçta 7 Ekim 1826’da 7 Akkerman Sözleşmesi’ni imzaladılar. Buna göre: 1) Sırbistan’ın özerkliği onaylanacak ve bir Anayasa verilecekti. 2) Eflak-Buğdan’a, Rusya’nın onayı da alınarak, yerli beylerden voyvoda atanacaktı. 3) Rumeli ve Kafkasya sınırlarında, Rusya lehine bazı düzeltmeler yapılacaktı. 4) Rus ticaret gemileri Osmanlı karasularında serbestçe dolaşma hakkına sahip olacaktı. Garp ocaklarına ait gemilerin Rus ticaret gemilerine zarar vermeleri önlenecek, eğer zarar verilecek olursa, bu zararları Osmanlı Devleti ödeyecekti. 5) Bükreş Anlaşması aynen uygulanacaktı. Yukarıda ana hatları ile verilen maddelerden anlaşılacağı üzere, bu sözleşmenin Yunan sorunuyla bir ilgisi yoktu. Ne var ki, Rusya, Osmanlı İmparatorluğu’nun içerisinde bulunduğu güç durumdan yararlanarak, özellikle Balkanlar’da ve Osmanlı denizlerinde büyük avantajlar sağlamış oldu. Daha önemlisi ise, Ruslar, bu yolla Osmanlılara karsı diplomatik bir zafer elde ettiler. Bu da, Osmanlı İmparatorluğu’nun güçsüzlüğünü ve savaşa gerek kalmadan ona bazı isteklerin kabul ettirilebileceğini gösterdi. Rusya’nın İstanbul Hükümeti’ne yukarıda belirtilen ültimatomu verdiği sırada, İngiltere, kendisinin Yunan sorununda açıkta bırakıldığı düşüncesine kapıldı ve telaşa düştü. Aslında İngiltere, çıkarları doğrultusunda Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünden yanaydı. Bu nedenle de Yunan İsyanı karsısında tarafsız kalmıştı. Fakat kamuoyunun gittikçe artan baskısı, Mehmet Ali Paşa’nın Mora ve Girit’e yerleşmesi ve nihayet Rusya’nın Akdeniz’de kurulacak bir Yunanistan vasıtası ile nüfuz kazanması ihtimali, İngiltere’yi harekete geçirdi. İngiltere, kendi himayesinde de olacak bir küçük Yunanistan’ın kurulmasına taraftar olduğundan, Rusya’nın anlaşma önerisini kabul etti. Bu amaçla da, Wellington’u St. Petersburg'a gönderdi. Nitekim, daha Akkerman Sözleşmesi yapılmadan önce, İngiltere ile Rusya arasında 4 Nisan 1826'da St. Petersburg Protokolü imzalandı. Buna göre: “Yunanlılar, Osmanlı Devleti’ne vergi ile bağlı özerk tek bir devlet haline getirilecek ve bütün Türkler Yunanistan’dan çıkartılacak; İngiltere ile Rusya her türlü çıkar hesaplarından uzak olarak, bu öneriyi Osmanlı Hükümeti’ne kabul ettireceklerdi” adı geçen iki devlet, bu protokolü diğer Avrupa devletlerine bildirdiler ve onları da buna katılmaya davet ettiler. Ancak, Metternich’in yönetiminde bulunan Avusturya, kendi iç ve dış siyasetine uygun olmayan bu protokole katılmayı reddetti. Bu devletin etkisi altında bulunan Prusya da aynı şekilde davrandı. Fransa ise, kendisine karsı 1815’lerde kurulmuş bulunan “Kutsal İttifak”ı parçalamak için, protokole katılmayı kabul etti. Rusya ve İngiltere, Protokol esaslarını, Osmanlı Hükümeti’ne bir nota ile bildirerek, 8 bunun uygulanmasını istediler. Fakat Osmanlı Hükümeti, Mora’da asilere karsı başarılı şekilde devam eden hareketin sonucunu beklemeye başladı. Bu nedenle, iki devlet tarafından verilen notaya, ancak Haziran 1827’de cevap verdi. Bunda da, Rusya ve İngiltere’nin asileri himaye etmesinin doğru olmadığını ve Osmanlı Devleti’nin iç islerine karışmaya hakları bulunmadığını bildirdi. Bu red cevabı ise, Avrupa büyük devletlerinin, Yunan sorununda, Osmanlı Devleti’ne karsı birleşmelerine yol açtı. Bu sıralarda, Rusya ile Fransa birbirlerine yaklaşmaktaydılar ve her ikisi de Yunanlılar lehine harekete geçmeye hazırdılar. Bu konuda bir Fransız-Rus anlaşması, İngiltere’nin çıkarlarına aykırı idi. Bu nedenle İngiltere inisiyatifi elden kaçırmamak için, Rusya ve Fransa ile bir ittifak yapmak üzere harekete geçti. Sonuçta bu üç devlet arasında 6 Temmuz 1827’de Londra Anlaşması imzalandı. Buna göre, İngiltere ile Rusya arasında 4 Nisan 1826’da yapılan St. Petersburg Protokolü’nün öngördüğü Yunanistan, bağımsız bir devlet haline getirilecekti. Ayrıca, “Yunanlılar, gerek kıta Yunanistan’ında, gerek adalardaki bütün Türk mallarının sahibi olacaklar”dı. Bunları kabul etmesi için de Osmanlı Devleti'ne bir ay süre tanınacaktı. Kabul etmediği takdirde, üç devlet, Yunan asilerine yardım edecekler ve Osmanlı Devleti’ne anlaşma hükümlerini silah zoruyla kabul ettireceklerdi. İngiltere, Rusya ve Fransa, bu kararlarını, 16 Ağustos 1827’de Osmanlı Hükümeti’ne bildirerek, uygulanmasını istediler. Ancak Babıali, tek taraflı olarak Türklerin Yunanistan’dan atılması demek olan bu kararı, çok ağır bularak ve iç işlerine bir karışma sayarak, reddetti. Çünkü Rumlara bağımsızlığın verilmesi, diğer toplumlara da aynı şeyin ileride verileceğini peşinen kabul etmek, bu da İmparatorluğun yıkılması demekti. Bu nedenlerle Osmanlı Devleti, bu önerilere karsı, sonuna kadar direnmeye karar verdi. Navarin Olayı (20 Ekim 1827) ve Sonuçları Gerek St. Petersburg, gerekse Londra Anlaşması’nda alınan kararlar Osmanlı Devleti tarafından bu şekilde reddedilince İngiltere, Rusya ve Fransa bu kararlarını silah zoruyla kabul ettirmek üzere harekete geçtiler. İlk is olarak bu üç devletin Akdeniz filoları Mora’yı kuşatma altına aldılar. Böylece Mora ile Osmanlı Devleti’nin bağlantısını kesmek istediler. Sonra da Osmanlı ve Mısır (Mehmed Ali Paşa’nın) donanmalarının bulunduğu Navarin limanının ağzını tutarak İbrahim Paşa’ya anlaşma önerdiler. İbrahim Paşa’nın merkezden gelen emre göre hareket edeceğini bildirmesi üzerine, Müttefikler, bu defa Osmanlı asker ve donanmasının Yunanistan’dan ayrılmasını istediler. Bu istekleri kabul edilmeyince de, üç devletin ortak donanması 20 Ekim 1827'de Navarin limanına girdi ve yapılan deniz savasında, daha doğrusu baskınında Osmanlı 9 donanmasını yaktı. Osmanlı donanmasının adeta yok olmasına yol açan Navarin Olayı; Yunanistan’da, Fransa’da ve Rusya’da büyük sevinç, İngiltere’de ise hoşnutsuzluk yarattı. Londra Hükümeti olayın “teessüf edilecek bir kaza” olduğunu ilan etti ve harekata katılan İngiliz amiralini görevinden azletti. Aynı şekilde Avusturya da bundan memnun kalmadı. Zira, Navarin Olayı ile, Metternich sistemi ve Kutsal İttifak fiilen yıkılmış oldu. Nitekim, Metternich’e göre, “Navarin ile tarihte yeni bir dönem başlıyor”du. Bu iki devletin Navarin Olayı karsısında, bu şekilde bir tutum almasına, Rusya ve Fransa’nın Boğazlar ve Balkanlar’da ortaya çıkan istekleri ile, Osmanlı donanmasının yediği büyük darbeden sonra, Rusya’nın güneye inmesine engel olabilecek bir gücün kalmaması endişesi neden olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nu, aniden “Donanmasız bir deniz İmparatorluğu” haline düşürmüştür. Navarin Olayına en büyük olumsuz tepki, Osmanlı Devleti’nden geldi. Bir defa, bu olay, Mora’da duruma hakim olan Türk kuvvetlerini yenik duruma soktu. Bu da bölgede olayların yeniden başlamasına yol açtı. Diğer taraftan siyasi ve askeri yönlerden büyük kayıplara uğradı. Bunlar da İstanbul Hükümeti’ni sert önlemler almaya yöneltti. Osmanlı Hükûmeti, bir taraftan asker toplarken, diğer taraftan Boğazları bütün gemilere kapadı. Bundan sonra, 9 Kasım 1827'de Avusturya elçisi aracılığıyla İngiltere, Fransa ve Rusya'ya bir nota vererek, bu üç devletten, ortada bir savaş durumu yokken donanmasını batırdıkları için tazminat ve Yunan işi ile ilgilerini kesmelerini istedi. Bunların yerine getirilmesine kadar da bu devletlerin İstanbul elçileriyle ilgisini kesti. Bunun üzerine, Osmanlı önerilerini kabul etmeyen, İngiliz, Fransız ve Rus elçileri İstanbul’dan ayrıldılar. Osmanlı Hükûmeti de durumu protesto etti. Böylece Osmanlı Devleti ile bu üç devlet arasında siyasi ilişkiler kesilmiş oldu. Olayların gösterdiği bu gelişmelerden, Rusya, emellerini gerçekleştirme fırsatı çıktığı için memnundu. Ancak, Rusya’nın aşırı istekleri ve davranışları, İngiltere ve Fransa’yı çıkarları yönünden endişelendiriyordu. Bu nedenle, Kuzeyden gelecek tehlikeye set çekebilmek ve Rum İsyanını sonuçlandırmak için, çıkabilecek bir Osmanlı-Rus savasına engel olmak veya geciktirmek istiyorlardı. Bunun sonucu olarak Fransa ile İngiltere, Mehmet Ali Paşa’nın askerlerini Mora'dan çıkarmak için 9 Temmuz 1828’de aralarında bir protokol yaptılar. Bundan sonra İngilizler, Mehmet Ali Paşa’dan Mora’daki askerlerini geri çekmesini istediler. Paşa’nın bu teklifi kabul etmesi üzerine, iki taraf arasında 6 Ağustos 1828’de bu konuda bir sözleşme yapıldı. Eylül ayı basında da Fransızlar, Mora’ya asker çıkartarak, burayı geçici olarak işgal ettiler. İngilizler de, İbrahim Pasa komutasındaki askerleri Mora’dan Mısır’a taşıdılar. Bu arada Rusya da Osmanlı İmparatorluğu’na savaş açtı. Avrupa devletlerinin Londra’daki elçilerinden meydana gelen bir konferans toplandı. 10 Bunun sonucunda, 22 Mart 1829’da aralarında bir protokol imzaladılar. Bu protokole göre; Mora ve çevresi ile Kiklat adalarından meydana gelecek, bağımsız bir Yunanistan devleti kurulacak; bu devlet, Avrupa devletlerince seçilecek bir Hıristiyan prens tarafından yönetilecek ve her yıl Osmanlı Devleti'ne belli miktarda vergi verecekti. Avrupa devletleri, Londra Protokolü’nü Osmanlı Devleti’ne bildirerek, buna göre bir Yunanistan devletinin kurulmasını istediler. Babıali ise protokolün getirdiklerini reddetti. 20 Ağustos 1829’da Edirne'nin düşmesi üzerine, Osmanlı Hükümeti, daha önce reddettiği Londra Protokolü’nü de kabul etmeye hazır olduğunu bildirerek Rusya'dan barış istedi. Edirne Anlaşması’nın imzalanmasından ve aynı ay içerisinde onaylanmasından sonra, Yunanistan devletinin kurulması ve sınırlarının çizilmesi için Osmanlı Devleti ile Avrupa devletleri arasında Londra’da görüşmelere başlandı. Ancak, Yunanlılar 22 Mart 1829 tarihli Londra Protokolünde belirlenen sınırlan az bulduklarından ve bunun genişletilmesini istediklerinden, ayrıca büyük devletlerden her birisi de kendi çıkarlarına göre hareket ettiğinden görüşmeler çekişmeli ve uzun sürdü. İngiltere’nin baskısı ve istekleri doğrultusunda büyük devletler arasında anlaşmaya varılarak, 3 Şubat 1830’da bir protokol imzalandı. Buna göre, tam bağımsız bir Yunanistan Devleti kuruluyordu. Osmanlı Devleti de bu baskı üzerine, 24 Nisan 1830’da Yunanistan’ın bağımsızlığını kabul ederek onayladı. Böylece Yunanistan Devleti resmen kurulmuş oldu. Yunanistan Devleti’nin kurulması ise, Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını hızlandıran, yeni bir şeklin daha ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu tarihe kadar Osmanlı Devleti, girdiği savaşlarda uğradığı yenilgiler sonucunda toprak kaybetmişti. Bu defa ise, isyan eden bir Hıristiyan topluluk, ilk olarak, yabancı devletlerin yardımı ile de olsa, bağımsızlığını kazanarak, devletten bir toprak parçasının kopmasına neden olmuştur. Bu ise, çok uluslu bir yapıya sahip olan Osmanlı Devleti’nin, diğer toplumları için de ulaşılabilecek bir örnek ortaya çıkarmıştır. Bu da, öncelikle ve özellikle Balkanlar’ı etkilemiştir.