ÖNSÖZ Hamd alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) 'a mahsustur. Salât-ü selam Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in âl ve ashabının üzerine olsun.Zulüm kavramı Kur’an-ı Kerim’de çok geniş bir kullanım alanına sahiptir. Bu kelimenin geçtiği yerlerde genellikle insanların inanç ve davranışlarındaki olumsuz yönler vurgulanmıştır. Kur’an’da Zulüm Kavramı adlı bu çalışmamızda Kur’an perspektifinden zulüm kavramını incelemeye çalıştık. Çalışmamız üç ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, Arap Dili ve Edebiyatının en eski lügatlarına başvurularak zulüm kavramının lügavi yönü incelenmiş, ayrıca ıstılahi anlamı üzerinde durulmuştur. Diğer taraftan zulüm kelimesi, zıddı olan adalet kelimesiyle karşılaştırılmış, Kur’an-ı Kerim’de zulüm manası içeren diğer kavramların kısaca izahı yapılmış ve günümüzle daha iyi kıyaslanabilmesi açısından zulmün Cahiliye anlayışındaki yerinden bahsedilmiştir. İkinci bölümde; kişinin zalim olarak nitelendirilmesine sebep olan davranışlar, zalimin zulmünü engellemenin yolları ve zalimlerin dünyevi, uhrevi cezaları açıklanmıştır. Üçüncü bölümde ise; Kur’an-ı Kerim’den zulüm örnekleri verilmiş, zulmü ile meşhur bazı toplumların akıbetleri anlatılmıştır. Bütün bu konuları incelerken öncelikle Kur’an-ı Kerim’deki zulüm kelimelerinin kullanıldığı ayetleri tespit ettik. Daha sonra, tesit etmiş olduğumuz bu ayetlerden zulüm ve zalimlerle ilgili olanlarını yukarıda zikrettiğimiz başlıklar altında toplamaya çalıştık. Kaynak olarak Kur’an-ı Kerim’in yanı sıra rivayet ve dirayet tefsirlerine müracaat edip bazı incelik ve farklılıkları belirtmeye çalıştık. Hz. Peygamber (s.a.v.)’den rivayet edilen bu konudaki hadis-i şerifleri, ayet-i kerimelerin izahı sadedinde zikrettik. İmkanlarımız ölçüsünde tefsir ve hadis külliyatının dışında da birtakım kaynak kitaplara müracaat ettik. Sonuç olarak bu çalışma Kur’an-ı Kerim’in anlaşılması çabalarına bir nebze de olsa katkıda bulunursa bizi mutlu edecektir. Bu çalışmamızda değerli yardımlarını ve yönlendirici tavsiyelerini bizden eksik etmeyen muhterem hocalarımıza ve tez danışmanım Şenol TİRYAKİ Bey’e teşekkür eder, ilim yolunda çalışan bütün arkadaşlarıma Cenab-ı Hakk’tan başarılar dilerim. Ahmet KÖSE III ÖNSÖZ ............................................................................................................. III İÇİNDEKİLER………………………………………………………………………………...IV KISALTMALAR ................................................................................................ VI I. BÖLÜM ........................................................................................................... 1 1. ZULÜM KAVRAMI VE KAPSAMI .................................................................. 1 A. Zulüm Kelimesinin Lügat Ve Istılahi Anlamı .................................................................................... 1 B. Adalet ve Zulüm İlişkisi ........................................................................................................................ 4 C. Kur’an-ı Kerim’de Zulüm Kavramının Anlamını Karşılayan Bazı Kelimeler ............................... 6 a. DALALET ........................................................................................................................................... 7 b. CEHL .................................................................................................................................................. 8 c. İ’TİDA ................................................................................................................................................. 9 d. GASB ................................................................................................................................................ 10 e. BAĞY ................................................................................................................................................ 11 f. Bİ ĞAYRİ HAKK ............................................................................................................................. 11 g. AZAB ................................................................................................................................................ 12 h. İSRAF................................................................................................................................................ 12 D. Zulmün Cahiliye Anlayışındaki Yeri ................................................................................................ 13 2. ZULMÜN ÇEŞİTLERİ .................................................................................. 16 A. İnsan ile Allah Arasındaki İlişkilerde Zulüm ................................................................................... 16 a. En Büyük Zulüm Şirk ........................................................................................................................ 16 b. Allah’ın Ayetlerini Yalanlama ve Allah’a İftira Etme ...................................................................... 19 B. İnsanlar Arası İlişkilerde Zulüm ....................................................................................................... 22 C. İnsanın Kendi Nefsine Zulmetmesi.................................................................................................... 26 II. BÖLÜM ........................................................................................................ 31 1. ZALİMLERİN VASIFLARI .............................................................................................................. 31 A. Allah’ın İndirdiği Adalet Ölçüleri ve Prensipleriyle Hükmetmemek............................................. 31 B. Allah’ın Ayetlerini İnkar Etmek ........................................................................................................ 33 C. Kişinin Zalim Olarak Nitelendirilmesine Sebep Olan Diğer Davranışlar ..................................... 33 2. ZALİMİN ZULMÜNÜ ENGELLEMENİN YOLLARI ...................................... 35 IV A. Zalimlere Karşı Doğruyu Söylemekten Korkmamak ...................................................................... 35 B. Zalimleri Dost Edinmemek ................................................................................................................ 35 C. Zulmün Bulunduğu Memleketten Hicret Etmek ............................................................................. 37 3. ZALİMLERE VERİLEN CEZALAR .............................................................. 39 A. Dünyadaki Cezalar ............................................................................................................................. 39 B. Ahiretteki Azap ................................................................................................................................... 40 III. BÖLÜM ....................................................................................................... 41 ZALİM TOPLUMLAR VE ONLARI HELAKE GÖTÜREN NEDENLER ........... 41 A. Nuh Kavmi ve Zulmü ......................................................................................................................... 42 B. Âd Kavmi ve Zulmü ............................................................................................................................ 44 C. Semûd Kavmi ve Zulmü ..................................................................................................................... 46 D. Lût Kavmi ve Zulmü .......................................................................................................................... 48 E. Meyden Halkı ve Zulmü ..................................................................................................................... 50 SONUÇ ............................................................................................................ 53 BİBLİYOGRAFYA ........................................................................................... 55 V KISALTMALAR a.g.e : Adı Geçen Eser a.s. : Aleyhi’s-selam a.y. : Aynı Yer b. : İbn bk. : Bakınız bsk. : Baskı c.c. : Celle Celalühü çev. : Çeviren DİB : Diyanet İşleri Başkanlığı h. : Hicri Hz. : Hazret-i md. : Madde Neşr. : Neşreden s. : Sayfa s.a.v. : Sallallahü Aleyhi Vesellem TDV : Türkiye Diyanet Vakfı thk. : Tahkik Yapan ts. : Tarihsiz t.y. : Tarih Yok v. : Vefatı vb. : Ve Benzerleri vs. : Vesair VI I. BÖLÜM 1. ZULÜM KAVRAMI VE KAPSAMI A. Zulüm Kelimesinin Lügat Ve Istılahi Anlamı Lugavi Anlamı: Kur’an-ı Kerim’ de müştaklarıyla birlikte -tespitimize göre- 289 yerde geçen zulüm kelimesi ظلمkök harflerinden türetilmiş olup, mastar manasına kaim bir isimdir. Arap dilinin en eski lügatları zulmün, iki kök anlamının bulunduğunu belirtmişlerdir. Bunlardan birincisi; nurun gitmesi, yok olması, yani karanlık anlamındadır. Bu manada kötülüğün çok olduğu güne “ ”يوم مظلومgeceye ise “ ”ليلة ظلماءtabirleri kullanılır. Zulmün ikinci anlamı ise; bir şeyi konulması gereken şeyin dışına koymaktır. “ مـن أشـبه أبـاه فـما ظـلـمHer kim babasına benzerse haksızlık (zulüm) etmemiştir.” Yani bu benzeme yerli yerinde olmuştur anlamındadır. الذئـب فـقـد ظلم “ من استـرعـىKurdu çoban َ tutan zulmetmiştir” tabirleri hep bu manadaki kullanımlardır. Bu ikinci anlama yani 1 “Bir şeyi kendi yerinden başka yere koymak” anlamını hemen hemen bütün klasik Arap lügatçılari aktarırlar.1 İbn Manzur (v. 711/1311) lugatında yukarıdakilerden farklı olarak zulümle ilgili şunları söyler: “Zulmün asıl anlamı الـجَـوْ رeziyet etmek, sapmak ve ُـجاو َزةُ ْالـحَـد َ م haddi aşmaktır. Abdestle ilgili فمن زاد أو نقص فقد أسـاء و ظـلمhadis-i şerifinde geçen ظـلم fiili bu anlamdadır. Yani kim bunu artırır ya da eksiltirse sünneti terk etmek suretiyle haddi aşmış ve doğruluktan sapmış olur.2 Ayrıca her abdest alışta sevabı eksik olacağından kendi nefsine de haksızlık etmiş olur. Ragıb el-İsfehâni (V.502)’ye göre zulüm kelimesi, hakka tecavüz etmek manasında kullanılmıştır. Bu tecavüz az da olsa, çok da olsa “zulüm” kelimesi ile ifade edilir. Bu sebeple büyük günahlar için de, küçük günahlar için de zulüm kelimesi kullanılır. Bundan dolayıdır ki, Allah’ın emrini yerine getirmemesi (zelle) sebebiyle Adem (a.s.) için “hatalı” manasında zalim kelimesi kullanılmıştır. Bunun yanında Şeytan’ın Allah’a isyan etmesi manasında da Şeytan’a zalim denmiştir. Halbuki zalimle ifade edilen iki davranış arasında büyük fark vardır.3 Zulüm, şirki de içine alan bir kavramdır. Çünkü İlah, Rab ve Melik olma Allah’ın hakkıdır. Bu birinci derecedeki hakkı sahibine vermeyen insan en büyük zalimdir. Şirkin Kur’an-ı Kerim’ de en büyük zulüm olarak nitelendirilmesinin sebebini Fahreddin er-Razi(v. 606/1209) tefsirinde şöyle izah etmektedir: “ Şirk en büyük zulümdür. Çünkü şirk koşan kimse ilah olma özelliği olmayan bir varlığı, ilah konumuna koymaktadır.”4 Zulüm kelimesinin manaları hakkında lügatçıların söyledikleri bunlardır. Bunları maddeler halinde sıralayacak olursak beş başlık altında toplamak mümkündür: a) Bir şeyi kendi yerinden başka bir yere koymak b) Haddi aşmak İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, Beyrut, 1955, Cilt XII, s. 373; Cevheri, es-Sıhah Tâcu’l-Luga ve Sıhahi’l-Arabiyye, Beyrut, 1979, Cilt V, s. 1977. 2 İbn Mace, Sünen, Kitabu’t-Tahare, Hadis no: 422, Mısır, 1952. 3 Ragıb el-İsfehâni, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, Beyrut, 1978, s. 315. 4 Fahruddin er-Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, Mısır, 1938, Cilt VI, s. 735. 1 2 c) Doğru yoldan sapmak d) İşkence ve eziyet etmek e) Haksızlık yapmak: Istılahi Anlamı: Seyyid Şerif Cürcani (v. 816/1413) “et-Ta’rifat” adlı eserinde zulmü şöyle tanımlar: “Bir şeyi konulması gereken yere değil, o yerin dışında başka bir yere koymaktır.” Zulüm ıstılahta; haktan sapıp batıla yönelmek şeklinde tanımlanır. Ayrıca, başkasının mülkü üzerinde tasarrufta bulunmak ve sınırı aşmak olarak da tanımlanmaktadır.5 Zulüm ıstılahta; “Haktan uzaklaşıp batıla yönelmekten ibarettir ki bu da Hakk’tan sapmak anlamına gelir. Ayrıca sınırı aşmak, hadde tecavüz etmek diye de tanımlanmıştır.”6 M. Hamdi Yazır (v. 1942) tefsirinde Bakara Suresinin 35. ayetini tefsir ederken zulmü şöyle tarif etmektedir: “Zulüm, haddini tecavüz edip bir hakkı kendi yerinen değil, başka yere koymaktır. Demek ki Allah Teala Adem (a.s.)’a cennette büyük bir hürriyet vermekle beraber ona yine bir sınır tayin etmiş ve ona yaklaştıkları taktirde zalimler zümresine dahil olacaklarını bildirmiştir. Bu ayetten anlıyoruz ki, Allah’ın koyduğu sınırları çiğnemek Kur’an’a göre zulümdür.”7 Zulüm; “Bir kimseyi hakkından mahrum etmek ve adaletsizce davranmaktır.”8 Zulüm kelimesi hak ve adalet sınırını aşmak, haklara tecavüz etmek, eşyayı ılayık olmadığı yere koymak, işi ehil olmayanlara vermek, nefis ve iman, ruhla beden, dünya ile ahiret arasındaki dengeyi bozmak, sınırsız hürriyet ile başkalarının hürriyetlerini çiğneyip aşmak, yaratanı tanımamak, insan olmanın hikmetini idrak Seyyid Şerif el-Cürcâni, et-Ta’rîfât, ZLM md., Mısır, 1971, s. 76. et-Tehânevi, Keşşâfü Istılâhâti’l-Funûn, Tashih: Muhamed Vecih, ZLM md., İstanbul, 1984. 7 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, 1968, Cilt I, s. 322. 8 Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, çev. Yusuf Karaca, Nazife Şişman, İstanbul, 1987, s. 290. 5 6 3 etmemek, fiziksel yapıyı geliştirip ruhu ve vicdanı ihmal etmek, aklı nefsin emrine verip gerçeği araştırmamaktır.9 B. Adalet ve Zulüm İlişkisi ( )عدلkökünden türemiş olan “adalet” kavramı, zulüm kelimesinin zıddı olup “bir şeyi yerli yerine koymak, ifrat ve tefrit arasında orta yolu tutmak” manalarına gelmektedir. Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde genellikle düzen, denge, denklik, eşitlik, dürüstlük, tarafsızlık, doğru yolu izleme, gerçeğe uygun hükmetme gibi anlamlarda kullanılmıştır. Cenab-ı Hakkın: “Şüphesiz ki Allah, adaleti ve ihsanı emreder.”10 ayetindeki adl: Denklik, eşitlik, herkesin hakkını vermek ve ölçülü davranmak manalarında kullanılmıştır.11 Yine ayette geçen adl kelimesi: Hayra karşı hayır, kötülüğe karşı ise kötülüktür. İhsan kelimesi ise: İyiliğe daha fazla iyilikle karşılık vermek, kötülüğe ise ondan daha az bir karşılık vermektir.12 Cenab-ı Hakkın isimlerinden biri de “el-adl”dir. Bunun manası: Hak ile hüküm verendir. Abdü’l-Melik, Said b. Cübeyr’e adalet kelimesini sorduğunda ona şu cevabı vermişti: Adalet dört kısımdır: Birincisi hükümde adalet: “… ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder…”13 İkincisi: Sözde adalet: “…Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun.”14 Üçüncüsü: Fidye manasına gelen adalet: “…Hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz, onlara asla yardım da yapılmaz.”15 Dördüncüsü: “…Bunca ayet ve Celal Yıldırım, Asrın Kur’ân Tefsiri, Anadolu Yayınları, İzmir, 1986, Cilt VI, s. 2886. Nahl 16/90. 11 Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, TDV Yayınları, Ankara, 1993, s. 276. 12 Zebîdî, Tâcu’l-Arûs, Cilt VIII, s. 9. 13 Nisâ 4/58. 14 En’âm 6/152. 15 Bakara 2/48. 9 10 4 delillerden sonra kafir olanlar (hala putları) Rableri ile denk tutuyorlar.”16 Buradaki adalet kelimesi ise: Putlara karşı yapılan denklik, ortaklık manasınadır.17 Kur’an-ı Kerim’e göre adaletin ölçüsü hakkaniyettir. Nasıl ki hidayete hak sayesinde ulaşılıyorsa adalet de Hakka uymakla sağlanır. Hak, objektif bir kavram, sabit bir kanun ilkesidir. Bir hak konusunda hüküm verilirken, hakkın kendi lehinde hükmedilmesi halinde bundan memnun olan, fakat aleyhinde hükmedilmesi durumunda bu hükmü tanımayan insanlar için “İşte bunlar zalimlerdir.” denilmiştir.18 Kur’an-ı Kerim’ de hak ve adalet öylesine vurgulanmıştır ki, bizzat Cenab-ı Hakk’ın ahirette hiçbir haksızlığa mahal verilmeyecek şekilde aletle hükmedeceği ve onun bu vaadinin kesin olduğu belirtilmiştir.19 Adalet teriminin Kur’an ve hadislerdeki kullanılışından hareketle bazı tarifleri yapılmıştır. Örneğin: el-İsfehani’nin ihsan mefhumu ile mukayeseyi de ihtiva eden tarifi bunların en geniş kapsamlı olanıdır: “Adalet: Borcunu vermek, alacağını istemektir. Görevini yerine getirmek ve hakkını almaktır. İhsan ise, borcundan daha fazlasını vermek, alacağından daha azına razı olmaktır.”20 Kazada, idarede ve beşeri münasebetlerde adalet, insanlığın ve İslam’ın hedefi olmakla beraber, beli uygulama ve davranışın her zaman ve her yerde adaleti temin edip etmediği hususu önemli bir problem teşkil etmektedir. İslam düşünürlerine göre burada iki kategori vardır: Birincisi akla dayalıdır ve devamlıdır. Bu kategoriye giren davranışlar daima adil ve güzeldir. Sözgelişi iyilikle karşılık vermek, zarar vermeyene zarar vermemek gibi. İkincisi: kanun ve kaideye dayanır, dolayısıyla izafidir ve zaman içinde değişebilir. Bu tür adalet, bazen mukabele etmek, tecavüzü aynı şekilde karşılamak olabilir. Ayrıca kısas, diyet, tazminat ve misilleme de bu kategoriye giren örneklerdir.21 En’âm 6/1. İbn Manzur, a.g.e., Cilt II, s. 430-432. 18 Nur 24/48-51. 19 Et-Taberî, Câmiu’l-Beyân fî Te’vîli âyi’l-Kur’ân, Mısır, 1903, Cilt II, s. 123; ayrıca bk. Enbiya, 21/47, Zümer, 39/69. 20 İsfehâni, a.g.e., s. 119. 21 İslam Ansiklopedisi, TDV, Cilt I, s. 341. 16 17 5 Zulmün zıddı olan adalet kelimesinin ortadan kalkmasındaki neticeyi İmam-ı Gazali(v. 505/1111) şöyle izah etmektedir: Adalet sıfatı kaybolursa bundan fazlalık ya da eksiklik (ifrat-tefrit) şeklinde iki taraf doğmaz. Sadece zıddı ve karşıtı doğar ki o da zulümdür.22 C. Kur’an-ı Kerim’de Zulüm Kavramının Anlamını Karşılayan Bazı Kelimeler Kur’an-ı Kerim’de “zulüm” kelimesiyle eş anlamlı bulunan bazı ifadeler şunlardır: a. DALALET ()ضاللة Sapıklık b. CEHL ()جهل Bilgisizlik c. İ’TİDA ()اعتداء Saldırganlık, tecavüz d. GASB ()غصب Zorla ele geçirme e. BAĞY ()بغـي Aşırı tecavüz f. Bİ GAYRİ HAKK ()بغـير حق Haksızlık g. AZAB ()عذاب İşkence h. İSRAF ()إسراف Harcamada ileri gitme, savurganlık i. İSM 22 ( )اثـمGünah Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn, Beyrut, ty., Cilt III, s. 54. 6 a. DALALET ()الضاللة Dalal veya dalalet mastarları lügatte: “Kaybolmak, şaşırmak ve yanılmak” gibi manalara gelmekle beraber asıl anlamı: “Bilerek veya bilmeyerek doğru yoldan az veya çok ayrılmak ve sapmaktır.”23 Dalalet kelimesi bilerek veya bilmeyerek, gaflet,dikkatsizlik manasına da gelir.24 Kadınların şehadeti hakkındaki ayet-i kerimede bu mana ifade edilmektedir. “ أن “ ”تضل إحداهـماBiri unutursa öteki hatırlatsın.”25 Bir başka ayette ilm-i ilahiden bahsedilirken bu manayı görmemiz mümkündür ve şöyle beyan buyrulmaktadır: “ ال يضل “ ”ربي و ال ينسىRabbim asla şaşmaz ve asla unutmaz.”26 Kur’an ve sünnete göre dalaletin manası; yegane hak din olan İslam’dan sapmak, ondan mahrum kalmak yahut helal kılınan sahayı aşarak haram kılınana tecavüz etmek şeklinde tarif edilebilen ve “iman” anlamındaki hidayetin zıddı olan dalalet, inkar gibi benzer manalara gelirse de aralarında bazı farklar bulunduğu kabul edilir. İnkar, gerçeğin bilinmesine ve anlaşılmasına rağmen tasdik edilmemesi anlamını taşırken, dalalet ise gerçeğe ulaştıran yoldan bilerek veya bilmeyerek yüz çevirmek veya bu yolun dışında kalmak manasına gelir. Kur’an-ı Kerim’ de bu kelime müştaklarıyla birlikte 218 defa kullanılmaktadır. Daha çok hidayetin zıddı olarak küfür ve inkarı kapsayan sapıklık anlamında kullanılır. Azgınlık yapmak, yanılmak, unutmak, bilgisiz olmak, hüsrana ve zillete uğramak, bedbaht olmak, helak olmak gibi hakkın dışında ٌ ضالَ ٌل مُب َ ) (ين َ ) dalalet kalan her şey dalalet olarak görülür ve “uzak” “açık” (ضالَالا َبعيدا ا çeşitlerinden söz edilir. Kur’an-ı Kerim’ de işleyenlerin dalalette oldukları bildirilen fiiller şunlardır: “Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini, ahiret gününü inkar etmek, şirk koşmak, peygamberi alaya almak, hüküm verirken arzulara ve duygulara uymak, Allah’ın helal kıldığı rızıkları haram saymak, çocukları öldürmek vs. gibi davranışlardır.”27 Bu tür davranışlar zulüm çeşitlerine birer örnek teşkil etmektedir. Abdülkâdir er-Râzî, Muhtâru’s-Sıhah, Beyrut 1967, s. 383; Mu’cemu’l-Vesît, İstanbul, 1996, Cilt I, s. 544. 24 Konyalı Mehmet Vehbi, Hulâsatü’l-Beyân, Üç Dal Neşriyat, İstanbul, t.y., Cilt I, s. 525. 25 Bakara 2/282. 26 Tâhâ 20/52. 27 İslam Ansiklopedisi, TDV, Cilt VIII, s. 427-428. 23 7 İbn Kuteybe, dalalet kelimesini, doğru yoldan sapmak manasında açıklamış ve bu manayı içeren ayetlerden de başta peygamber olmak üzere müminleri yurtlarından çıkarmak isteyen kafirlerle dostluğun doğru yoldan sapmak olduğuna dair şu ayeti misal göstermiştir: “… Sizden kim bunu yaparsa (onları dost edinirse) doğru yoldan sapmış olur.”28 b. CEHL ()الـجهل Cehl ve cehalet mastarları lügatte sakin, sabırlı ve yumuşaklığı ifade eden “HALUME” kelimesinin zıddıdır. Bunlardan başka “kaba oldu, ahmak oldu, katı-sert oldu, sefihleşti, mantıksız, zorba oldu gibi manalara da gelmektedir.”29 İlim kelimesinin ifade ettiği mananın zıddı olarak da kullanılmıştır.30 Cehl kelimesi Kur’an-ı Kerim’ de üç anlamda kullanılmıştır: 1. Cehalet kavramının en fazla üzerinde durulduğu mana; zıddı İman ve İslam karşılığı olanıdır. Bu lügat ve Istılahi anlamlarından ziyade dini bir anlam taşımaktadır. 2. Cehl kelimesinin Kur’an-ı Kerim’ de kullanılan diğer mühim bir manası da “hilm”in zıddı oluşudur. İnsanlar arası münasebetlerde adaletle, ihsan ile hareket etmek, zulümden kaçınmak, şehvet ve ihtiraslarına gem vurmak, yersiz gurur ve kibirden sakınmak gibi hususlar, Kur’an-ı Kerim’ de hilm ruhunun belirtileridir. Bunların zıddı ise cehldir. 3. Diğer mana ise; ilim kelimesinin ifade ettiği mananın karşıtı olarak kullanılmasıdır. Basit olarak bir şeyi bilmezlik manasına gelen bu kelime Kur’an-ı Kerim’ de bu anlamda fazla kullanılmamıştır.31 28 Mümtehine 60/1; ayrıca bk. İbn Kuteybe, thk. Seyyid Ahmet Sakar, Tefsîru Garâibi’l-Kur’ân, Beyrut, 1978, s. 61 . Mu’cemü’l-Vasît, Cilt I, s. 144. Abdülkâdir er-Râzî, a.g.e., s. 115. 31 İsmail Cerrahoğlu, Kur’ân-ı Kerim’den Öğütler, DİB Yayınları, Ankara, 1991, s. 297-302. 29 30 8 c. İ’TİDA ()االعتداء Kişinin normal sınırların ötesine geçmesi ve bu yüzden de birisine karşı saldırganlık ve haksızlık etmesi demektir.32 Nitekim birçok yerde mu’tedi, zalim kelimesinin eş anlamlısı olarak kullanılmaktadır: “Size karşı savaş açanlara siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin çünkü Allah haddi aşanları sevmez.”33 Bu ayet-i kerimedeki “ ”الَ تَـعْـتَـدُواaşırı gitmeyin emri, sabi çocukları, kadınları, cizye verenleri, ehl-i kitabı ve mecusileri öldürmeyiniz manasınadır. Yasak edilmiş olan bu kimselerin öldürülmesini helal kabul ederek Allah’ın sınırına tecavüz edenleri kesinlikle Cenab-ı Hakk sevmez.34 Hasanü’l-Basri(V.110) (bu konuda şunları söylemektedir: Bu yasağın içerisine işkence yapmak, aşırı gitmek, çocukları kadınları ve savaşa katılmamış olan yaşlıları öldürmek, rahipleri, hahamları katletmek, gereksiz yere ağaçları yakıp hayvanları öldürmek gibi yasak davranışlar da girer. Bu hususta Müslim’de rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resulullah (s.a.v.): Savaşların birinde öldürülmüş bir kadına rastlayınca, savaşa katılmayan kadın ve çocukların öldürülmesini yasakladığı nakledilmiştir.35 Hz. Peygamberin bu tavsiyelerini Hz. Ebu Bekir (r.a.)’in bizzat uyuladığına şahit oluyoruz. Şam tarafına Üsame (r.a.) komutasındaki orduyu uğurlarken kendilerine şu nasihatte bulundu: “Davanıza ihanet etmeyin, savaşta bile insaftan ayrılmayın, çocukları, yaşlıları, kadınları öldürmeyin, hurma ve diğer meyve ağaçlarını, koyun, keçi ve diğer hayvanları, yemenin dışında bir amaçla kesmeyin, telef etmeyin. Kiliselerde ibadete çekilenlere rastlarsanız onları ibadetleriyle baş başa bırakın. Size yiyecek içecek ikram edilirse “Bismillah” demeden yemeyin, içmeyin. Bizzat savaşa katılıp size karşı savaşanları öldürün.”36 İ’tida kelimesinin zulüm manasında kullanıldığı ayet-i kerimelerden biri de Bakara suresindeki şu ayet-i kerimedir: “Haram ay haram aya karşılıktır. Abdülkâdir er-Râzî, a.g.e., s. 419; Mu’cemü’l-Vasît, Cilt II, s. 595. Bakara 2/190. 34 Taberî, a.g.e., Cilt II, s. 190. 35 Müslim, el-Câmiu’s-Sahih bi şerhi’n-Nevevî, Mısır, ty., Cilt XII, s. 48. 36 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, Beyrut, 1385 h., Cilt II, s. 139. 32 33 9 Dokunulmazlıklar karşılıklıdır. O halde kim size saldırırsa siz de aynısıyla karşılık verin. Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah sakınanlarla beraberdir.” 37 Yani size kim zulmederse siz de ona karşı zulmün cezasını verin38 demektir. İslam hukukuna göre saldırıya ancak misli ile mukabele edilir. Aşırı gitmek suçtur. Bütün harplerde önce insanlar dine çağrılır, Müslüman olması yahut cizye vermeyi kabul ederlerse onlarla savaşılmaz. d. GASB ()الغصب Bu kelime zulüm kelimesiyle eş anlam ifade etmektedir. Lügatta: Bir şeyi haksız bir şekilde kuvvet kullanarak veya bazı hile ve entrikalar yaparak almaktır. Alınan şey ister mal olsun, ister başka bir hak olsun bu kelime ile ifade edilir.39 Istılahta ise: Kıymetli bir malı sahibinin izni olmaksızın açıktan açığa almaktır.40 Haksız yere bir şeyi gasp etmek zulmün en şiddetlilerinden birisidir. Bu haksızlığın şiddetini ve ahirette verilecek azabın şeklini Hz. Peygamber (s.a.v.) bizlere şu hadis-i şerifiyle ifade etmiştir: “Kim ki haksız yere arzdan bir karış yer zapt ederse (gasp ederse), yerin yedi katı halka gibi onun boynuna geçirilir.”41 Bu kelimenin zulüm manasına kullanışına Kur’an-ı Kerim’den şu ayeti örnek verebiliriz: “… Gemi var ya, işte o denizde çalışan fakir kimselere aitti. Ben onu kasten bir miktar zedeledim. Çünkü onların ötesinde sağlam olan bütün gemileri gasp eden zalim bir hükümdar vardı.”42 Buradaki “gasben” kelimesi “zulmen” manasınadır. 37 Bakara 2/194. İbn Kuteybe, a.g.e., s. 77. 39 Mu’cemü’l-Vasît, Cilt II, s. 260; Abdülkâdir er-Râzî, a.g.e., s. 475. 40 Mehmet Sofuoğlu, Sahih-i Buhârî ve Tercemesi, Ötüken Yayınları, İstanbul, Cilt V, s.2257. 41 Buhârî, Mezâlim, 13; Müslim, Müsâkât, 30. 42 Kehf 18/79. 38 10 Yukarıda lügat manalarında beyan ettiğimiz gibi gasp kelimesini büyük lügat alimlerinden İbn Manzur: “Bir şeyi zulmen almaktır.” Şekline açıklamışlardır.43 e. BAĞY ()البـغـي Bağy kelimesi de bazı muhtevalarda zulüm anlamını ifade eder. Haksızlık etmek, azgınlık, her türlü tecavüz, haddi aşma, aşırılık muhtevalarında zulüm manasına gelmektedir. Bu manaları ihtiva ettiğine dair şu iki ayet-i kerimeyi örnek olarak verebiliriz: “Davut: Doğrusu senin tek koyununu, kendi koyunlarına katmak istemekle o sana haksızlık etmiştir. Zaten malda ortak olanların çoğu birbirlerine haksızlık ederler…”44 “Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, bunlara hiçbir sorumluluk yoktur. Sorumlu olanlar ancak insanlara zulmedenler ve ülkede haksız yere başkalarının hukukuna saldıranlardır.”45 f. Bİ ĞAYRİ HAKK ()بغـير حق Haksız yere manasına gelen bi gayri hakk tabiri, zulmün “haksızlık” anlamında Kur’an-ı Kerim’in pek çok ayetlerinde geçer. “Allah’ın ayetlerini inkar edenlere, haksız yere (bi ğayri hakk) peygamberleri öldürenlere, insanlardan adaleti emredenleri öldürenlere elem verici bir azabı müjdele.”46 Bu ayet-i kerimede Yahudilerin, herhangi bir haklı sebepleri olmaksızın kendilerine gönderilen peygamberlerini zulmen öldürdükleri bildirilmektedir. Bu husus Kur’an-ı Kerim’in başka ayetlerinde de ifade edilmiştir. “Üzerlerine horluk ve yoksulluk damgası basıldı ve neticede Allah’tan bir gazaba uğradılar. Evet öyle! Çünkü Allah’ın ayetlerini inkar ediyor ve haksız yere Peygamberi öldürüyorlardı.”47 İbn Manzur, a.g.e., Cilt I, s. 648. Sâd 38/24. 45 Şûrâ 42/41-42. 46 Âl-i İmran 3/21. 47 Bakara 2/61. 43 44 11 g. AZAB ()العذاب Bu kelime lügatte şiddetli eleme manasına gelen ceza ve nekal anlamına kullanılmaktadır.48 Istılahi olarak; Allah’ı tanımayan ve emirlerine karşı gelenlere dünyada ve ahirette verilen ilahi cezadır.49 Kur’an-ı Kerim’de “azab” kelimesi ve “azzebe” fiili bazen zulmün ileri vardırılmış bir şekli olan işkence ve işkence etmek manasında kullanılır. İnsanın insana dünyada yaptığı bu aşırı muamele zulmün bu anlamdaki alanına girmektedir. “Hem düşünün ki, sizi Firavun hanedanından kurtarmıştık. Onlar ki size pek acı bir işkence uyguluyor, oğullarınızı hep öldürüyor, kızlarınızı ise kendilerine hizmetçilik etmeleri için sağ bırakıyorlardı. Bunda Rabbiniz tarafından size büyük bir imtihan vardı.”50 h. İSRAF ()اإلسراف İsraf lügatte: Aşırı gitmek, haddi aşmak, taşkınlık yapmak51 gibi manalara gelerek zulüm kelimesinin ifade ettiği mastar kapsamında kullanılmaktadır. İsraf; temelde doğru ölçüyü aşmak, aşırı sarfiyatta bulunmak ve bu nedenle de i’tidal sahibi olmamak anlamındadır. İsraf kelimesi Kur’an-ı Kerim’de ise genellikle zulüm kavramının anlamlarından biri olan, haddi aşma manasında kullanılmıştır. “Artık Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin. Sakın işi gücü dünyada fesat çıkarıp nizamı bozmak olan, düzeltme için ise hiçbir gayretleri bulunmayan o haddi aşanların isteklerine uymayın.”52 İsfehânî, a.g.e., s. 327; Mu’cemü’l-Vasît, Cilt II, s. 596. İslam Ansiklopedisi, TDV, Azab md., Cilt IV, 302. 50 A’râf 7/141. 51 Mu’cemü’l-Vasît, Cilt I, s. 429; Abdülkâdir er-Râzî, a.g.e., s. 296. 52 Şûrâ 26/150-152. 48 49 12 i. İSM ()االثـم İsm kelimesi günah manasında kullanıldığı gibi kötü olduğu kabul edilen fiiller için de kullanılır. Örneğin; yalan “ism” olarak vasfedilir.53 Allah’ın emrine aykırı hareketler günah sayıldığından bu kelime zulüm manası da ihtiva etmektedir. Kur’an-ı Kerim’de bu manada “seyyie, zenb, lemem ve kebira” kelimeleri kullanılmıştır. Dilimizde kullanılan günah kelimesi ise Farsça bir kelime olup lügatlarda: “Allah’ın emirlerine aykırı olarak görülen iş, dini suç” şeklinde izah olunmuştur.54 Günahların büyük ve küçük olarak isimlendirilmesi, şu ayet-i kerimeye dayandırılmıştır: “Eğer size yasaklanan günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin öbür küçük günahlarınızı örtüp affederiz…”55 D. Zulmün Cahiliye Anlayışındaki Yeri Cahiliye düşüncesinde zulümler tabii bir olay olarak telakki ediliyordu. Baskın ve talanlarda ele geçirilen mal ve canları meşru bir mülk kabul eden ilkel bir zihniyet için bu durum pek de garip değildir. Mesela Cahiliye devrinin ünlü şairlerinden Züheyr (v.608)’in muallakasında, Damdamoğlu Hüseyin için söylediği şiirde zulmü meşru gösteren şu ifadelere rastlanmaktadır: “O cesurdur, zulme uğratılacak olursa çarçabuk zulüm ile mukabelede bulunur. Zulme uğratılmayacak olursa, kendisi zulme başlar.”56 Yine o, hikmetlerinden bir beytinde şöyle der: “Havuzunu (oymağını veya namusunu) silahıyla muhafaza etmeyenin havuzu yıkılır (harimi çiğnenir). İnsanlara zulmetmeyene zulmedilir.”57 Yani gücü yeten zulmeder, etmelidir. Eğer zulmetmezse, kendisine zulmedilir demekle o günkü Cahiliye toplumunda zorbalığın, kuvvetin hüküm sürdüğü ifade edilmiş oluyor. İsfehânî, a.g.e., s.10; Hayrettin Karaman-Bekir Topaloğlu, Arapça-Türkçe Yeni Kamus, İstanbul, 1977, s. 3. 54 Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara, ty., s. 17. 55 Nisâ 4/31. 56 Şerafettin Yaltkaya, Yedi Askı el-Muallakâtü’s-Seb’a, s. 26, 43. beyit. 57 A.g.e., s. 27, 57. beyit. 53 13 Cahiliye döneminde insanların haklarını himaye eden tek güç kılıç idi. Bu nedenle çöl Arapları daha çocuk denilecek yaşlarda silah talimine alıştırılırlardı. Cahili Arap toplumunda zulüm o kadar ileri seviyede idi ki öz çocukların diri diri toprağa gömülmesi dahi yadırganmıyordu. Kabileler arasında, kız evladının dünyaya gelmesi bir musibet sayılırdı. Kadın cinsi, göçebelik hayatında az işe yarıyor, esir düşmek suretiyle veya bir başka şekilde kabilesinin felaketine neden olabiliyordu. Bundan dolayı babalar bir gün isimlerinin lekeleneceği korkusuyla kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Bu şekilde öldürülen kızlara “mev’ûde” denilirdi. “Diri diri gömülen kız çocuğuna (mev’ûdeye) hangi suçtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman…”58 ayetinde bu duruma işaret edilmiştir.59 İslam’dan önceki hayatta Arap toplumunda zulmün yaygınlaşma sebeplerinden birisi kabile asabiyetidir. Cahiliye anlayışında ister haklı ister haksız olsun, yakın kan akrabasını kayırma duygusu vardır (Hamiyyetü’l-Cahiliyye). Çünkü kabile asabiyeti tek başına, kabileyi diğerlerinin tecavüzünden korumak için bir vesiledir. Çölde bir şahsın veya şahısların kabile içerisinde birbirlerini korumaksızın yaşamaları mümkün değildi. Çölde yabancı bir şahıs, bedeviler tarafından derhal yakalanırdı. Çöl kanununda zayıfı yakalayıp esir etmek bir haktı. Böyle bir kimsenin bir kabileye sığınmaksızın çölde yaşaması mümkün değildi. Onu ancak himayesine girdiği kabile koruyabilirdi. Kaba kuvvet ve şiddet bedevinin, sebepsiz olarak zayıfa tahakkümüne imkan verici bir silah olunca öç almak çölde adalete daha yakın olur. Öç almanın kanunu şudur: Kabilenin fertlerinden biri diğer kabileden bir adamı öldürünce, katilin kabilesinden öç almak diğer kabile fertlerine vecibe olurdu. Artık onlardan her biri katilin kabilesinden rastladığı kimseyi öldürme hakkına sahipti. Gayet açıktır ki bunun tabii bir sonucu olarak, bir kabileden bir şahsın öldürülmesi karşılıklı intikam almaları devam ettireceği için yıllarca süren harplere sebep olurdu. İşte bu sebeple çöl Arapları arasında bazen birkaç nesil boyu devam eden ve binlerce kişinin ölümüne sebep olan harpler vuku bulmuştur. Oysa bu harpler sadece bir şahsın öcünü almak için başlamıştır.60 58 Tekvîr 81/8. Mahmud Esad, İslam Tarihi, Tarih-i Dîn-i İslam, çev. A. Lütfi Kazancı-O. Kazancı, İstanbul, 1983, s. 135-138. 60 Mahmud Esad, a.g.e., s. 135-138. 59 14 İşte bu zulümleri durdurmak için şehrin reisine veya bir panayır mahalline ticari ithalat için verilen vergi söz konusudur. Yabancıları celbetmek için güzel bir adet olarak “Allah’ın haram ayları” müessesesi kurulmuştur. Bu devre panayır, dini bayram veya bir hac mevsimi ile aynı zaman rastlıyordu. Kabile rekabetleri yüzünden bu kutsal aylar, muhtelif bölgelerde ayrı zamanlarda idi.61 Araplar hac ve umre için Kabe’yi ziyarete giderler, Kabe’ye saygı için senede 4 ay savaş ve yağmacılığı yasaklamışlardı. Bu aylar: Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayları olup bunlara “Eşhüru’l-Hurum” denirdi. Bunlardan ilk 3’ü hac ayları idi. Recep ayında ise daha çok umre yapılırdı. Şu kadar var ki bedevilere peş peşe 3 ay baskın ve yağmalamayı durdurmak ağır gelirdi. Bu sebeple çoğu kere Muharrem ayının yerini Safer ayı ile değiştirirler, böylece Muharremi helal kılarlar, yerine Safer ayını haram kılarlardı. Buna “ en-Nesî’ ” denilirdi. Araplar bununla iftihar ederlerdi. Kur’an-ı Kerim onların bu hareketini ayıplamıştır. Allah (c.c.): “Bu ayların yerlerini değiştirerek geri bırakmak “ ”النسيءinkarda aşırı gitmekten başka bir şey değildir62 buyurur.63 Cahiliye döneminde çok ileri seviyedeki zulümlere karşı zayıfların haklarını adalet üzere olmak ve Mekke’de hiçbir zulme meydan vermemek üzere Cürhümîler zamanında “Hilfu’l-Füdûl” isminde bir cemiyet kurulmuştur. Cemiyeti kuranlar Fadl, Fudayl ve Mufaddale isimlerinde 3 kabile reisiydiler. İşte yemin edilerek kurulan bu cemiyet “Hilfu’l-Füdûl” ismiyle meşhur olmuştur.64 Hilfu’l-Füdûl cemiyetinin tesiri ve iyilikleri gerçekten büyük olmuştur. Yıllarca sonra bile ondan bahsetmek, zalimleri korkutmaya yetiyordu.65 Kur’an-ı Kerim zulüm kelimesini değişik şekillerde ve çok kapsamlı olarak kullanmış, yeni manalar getirerek İslami literatüre yerleştirmiştir. Putperest bir ortamda yaşayan müşrik Araplar, belki de kendi açılarından zulmü “hiç sebep yokken yapılan bir haksızlık veya kötülük” olarak kabul ediyorlardı. Bundan dolayı kendi aralarındaki zulmün farkında değillerdi. Allah’a şirk koşmanın büyük bir zulüm olduğunu Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, trc. M. Said Mutlu, İstanbul, 1972, s. 48. Tevbe 9/37. 63 Mahmud Esad, a.g.e., s. 135-138. 64 Zekai Konropa, Peygamberimiz – İslam Dini ve Aşere-i Mübeşşere, Fatih Yayınları, t.y., s. 63. 65 M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Şamil Yayınevi, İstanbul, 1987, Cilt II, s. 136. 61 62 15 kavrayamıyorlardı. Bu yüzden olsa gerek, Hz. İbrahimin putları kırmasını çarpık bir anlayışla zulüm olarak nitelendirmişlerdir. Bu hususu Cenab-ı Hakk şöyle hikaye etmektedir: “Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o zalimlerden biridir dediler.”66 Buraya kadar zulüm kelimesinin lügat ve Istılahi manalarından, Kur’an-ı Kerim’de zulüm manasında kullanılan diğer kavramlardan ve zulmün Cahiliye anlayışındaki yerinden bahsettik. Şimdi de Kur’an-ı Kerim’de beyan edilen zulmün çeşitlerini burada açıklayacağız. 2. ZULMÜN ÇEŞİTLERİ Kur’an-ı Kerim’de zulmüm ifade ettiği manalar, bazı alimlere göre 3 ana başlık altında incelenmiştir. Birincisi, İnsan ile Allah arasındaki ilişkilerde zulüm. İkincisi, insanlar arası ilişkilerde veya bir başka deyişle beşeri münasebetlerde zulüm. Diğer üçüncü kısım ise, insanın bizzat kendi nefsine zulmetmesidir.67 A. İnsan ile Allah Arasındaki İlişkilerde Zulüm Zulmün bu çeşidi iki ana başlık altında mütalaa edilmektedir. Birincisi, hakimiyetin mutlak olarak Allah’a ait olduğunu kabul etmemek, hükümranlığında ona ortak koşmak manasına gelen şirktir ki bu Kur’an-ı Kerimin ifadesi ile en büyük zulümdür. İkincisi ise Allah’a iftira etmek ve Allah’ın ayetlerini yalanlamaktır. Kur’an-ı Kerim’de ayetleri yalanlama ifadesi bazen bizatihi Kur’an ayetlerinin tekzip edilmesi bağlamında bezen de mucizelerin inkarı bağlamında kullanılmaktadır. a. En Büyük Zulüm Şirk İnsan ile Allah arasındaki ilişkilerde zulmün en büyüğü şirktir. Cenab-ı Hakk bu tür bir zulmü kesinlikle affetmeyeceğini Kur’an-ı Kerim’de bizlere bildirmektedir: “Şüphesiz ki Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz…”68 Alimler arasında şirk üzerine ölen kimsenin mağfiret ehlinden olmayacağı konusunda herhangi bir ihtilaf söz konusu değildir. Şirk ehlinin haricindeki diğer günahkarlar ise ayet-i kerimenin 66 Enbiya 21/59. İsfehânî a.g.e., s. 316. 68 Nisâ 4/48. 67 16 devamında belirtildiği üzere Allah’ın meşietine kalmışlardır. Allah Teala dilerse onlara mağfiret, dilerse azap eder. Şirk Allah’a zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir ortak tutmak demektir. Çünkü Cenab-ı Allah zatında, sıfatlarında ve fiillerinde birdir. O’nun eşi, benzeri, dengi, ortağı ve oğlu yoktur.69 Şirkin en büyük bir zulüm olduğunu Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerim’de Lokman (a.s.)’ın diliyle bizlere beyan etmektedir: “Hani Lokman, oğluna öğüt verirken şöyle demişti: Evladım Allah’a şirk koşma. Çünkü şirk elbette büyük bir zulümdür.”70 Lokman (a.s.) Cahiliye Arapları tarafından tanınan, sevilip sayılan bir zattı. Onun hikmetli sözleri halk arasında ağızdan ağza dolaşır ve insanlar onun bu sözlerine büyük kıymet verirlerdi. İşte şirkin büyük bir zulüm olduğunun Kur’an-ı Kerim’de Lokman (a.s.)’ın diliyle bildirilmesi şu manayı ifade eder: Ey İnsanlar! Bu öğütlere kulak verin ve manalarını iyice kavrayın. Çünkü bunlar, sizin de kendisini yakından tanıdığınız hikmet sahibi bir kimsenin, oğluna yaptığı nasihatlerdir. Zulüm kelimesinin Kur’an-ı Kerim’de şirk manasında kullanıldığına bir başka örnek ise En’am suresindeki şu ayet-i kerimedir: “İman edip de imanlarına zulüm karıştırmayanlar var ya! İşte korkudan emin olmak onların hakkıdır ve doğru yolda olanlar da onlardır.”71 Bu ayet-i kerime nazil olunca Ashab (r.a.)’ın nefislerine bu ayet çok ağır gelmişti. Onlar buradaki zulüm kelimesini en geniş anlamıyla haksızlık olarak anladıklarından Hz. Peygamber (s.a.v)’in yanına vardılar ve “Ey Allah’ın Resulü! Hangimiz zulüm karıştırmamaya güç yetirebiliriz ki?” dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk “Şirk en büyük zulümdür.”72 ayetini indirerek buradaki zulümden şirk manasının kastedildiğini beyan etti. Resulullah (s.a.v) “Siz Lokman’ın sözünü işitmiyor musunuz?” diyerek Ashabını rahatlattı.73 İbn Teymiyye (v. 728 H.)’ye göre şirkin başlıca 3 çeşidi vardır.74 Birincisi büyük şirk: Yukarıda Lokman (a.s.)’ın oğluna yaptığı İhlas 112/1-4 Lokmân 31/13. 71 En’âm 6/82. 72 Lokmân 31/13. 73 Buhârî, İman, 26. 74 İbn Teymiyye,Mecmûatu’t-Tevhid, Riyad, t.y., s. 5. 69 70 17 nasihatte zikredilen şirk buna örnektir. Bir başka örnek verecek olursak Yahudilerle Hıristiyanların Allah’a isnat ettikleri şirktir. Ayet-i kerimede şöyle buyruluyor: “Yahudiler: Üzeyir Allah’ın oğludur dediler. Hıristiyanlar da: Mesih Allah’ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarında geveledikleri sözlerden ibarettir. Onlar sözlerini daha önce geçmiş kafirlerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onarı helak etsin! Nasıl da haktan batıla döndürülüyorlar. Yahudiler hahamlarını, Hıristiyanlar rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i Allah tan başka Rab edindiler. Halbuki onlara bir tek ilaha ibadet etmeleri emrolunmuştu. Ondan başka ilah yoktur. Allah, koştukları ortaklardan münezzehtir.”75 İslam dininin esaslarına tevhit akidesine inanmayan ve bunu açıkça ilan edenlere “müşrik” denir. Yukarıdaki ayetin hükmüne göre Yahudiler ve Hıristiyanlar da bu gruba girerler.76 İkincisi ise küçük şirktir. Bu bazı işlerde Allah’tan başkasının gözetilmesidir ki bu gösteriş ve nifak olarak ortaya çıkmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Gösteriş için namaz kılan, oruç tutan ve tasaddukta bulunan kimse Allah’a şirk koşmuş olur.” hadis-i şerifi de şirkin bu kısmına örnek teşkil etmektedir. Şirkin üçüncü çeşidi ise gizli şirktir. Bu da “Eğer filan olmasaydı, filanca beni öldürecekti” tarzındaki konuşmalardır. Kur’an-ı Kerim’deki ayetler dikkatle incelenecek olursa şirkten bahsedildiği kadar Allah’ın varlığı inkardan bahsedilmediği görülecektir. Bunun nedeni şudur: Çok az bir kısmı müstesna zaten insanlar Allah’ın varlığı hakkında herhangi bir şüphe duymamaktadırlar. Çünkü kainat çoktan yüce yaratıcısının varlığını haykırmaktadır. Ancak Allah’ın varlığını kabul eden bu insanlardan bir kısmının düştüğü hata ise yaratılmışlardan O’na ortaklar koşmuş olmasıdır. İşte Kur’an-ı Kerim’de Allah’ı inkardan ziyade O’na ortaklar koşulmasından bahsedilmesinin gerekçesi budur. İnkarın her türlüsü şirk kapsamı içerisine girer.77 Cenab-ı Hakk inkarcıların aynı zamanda zalim olduklarını birçok ayet-i kerimede zikretmektedir.78 75 76 Tevbe 9/30-31. Aliyyü’l-Kârî, Şerhu’ş-Şifâ, Cilt II, s. 514. 18 Kur’an-ı Kerim’in en büyük zulüm olarak nitelediği şirkin daha iyi anlaşılabilmesi için burada Cahiliye dönemindeki şirk konusuna kısaca değinmek istiyoruz. Cahiliye ehlinin düştüğü iki türlü şirk vardır. Birincisi: Yaklaştırma ve vasıta olur düşüncesiyle yapılan şirk. Şirkin bu çeşidi Allah’ın varlığını, yaratıcı olduğunu, rızık veren öldürüp dirilten olduğunu kabul eden bir insanın içine düştüğü bir şirktir. Düştüğü hata uluhiyyet vasıfları olan başka varlıklar düşünmesidir. Bu vasıflarıyla onlar Allah’a yakındırlar. O halde onlara yaklaşmak da Allah’a yaklaşmaktır. Cenab-ı Hakk onların bu çarpık inançları hakkında şöyle buyurur: “ O’nu bırakıp da putlardan dostlar edinenler: Onlara bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz derler.”79 Bir diğer şirk ise: Allah’tan başkasından şefaat beklemektir. Cahiliye’de insanlar iki şirki birden yürütüyorlardı. Bir yandan Allah’a yaklaştırması dileğiyle putlara taparlarken bir yandan da onlardan şefaat istiyorlardı. İnançlarına göre putların, Allah katında dinlenen sözleri, reddedilmeyen hatırları vardı.80 Cenab-ı Hakk onların bu inanışlarını şu sözleriyle reddetmektedir: “Onlar, Allah’tan başka kendilerine ne zarar, ne de fayda veremeyen birtakım putlara tapıyorlar ve onlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir diyorlar.”81 b. Allah’ın Ayetlerini Yalanlama ve Allah’a İftira Etme Allah’ın ayetlerini tekzip etmek Kur’an-ı Kerim’de çokça geçen bir husustur. Ancak burada şunun bilinmesi gerekir. Ayetleri tekzip, bazen Kuran ayetlerini, Kur’an’ı yalanlamak anlamına gelirken, bazen de mucizeleri inkar manasına gelmektedir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de mucizeye de ayet denilmektedir. “Onların söylediklerinin seni üzeceğini elbette pek iyi biliyoruz. Doğrusu onlar seni yalancı saymıyorlar fakat o zalimler, bile bile Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlar.” 82 Bu ayet, Allah Teala’nın Hz. Peygamber (a.s.)’e verdiği yüce makama delalet eden 77 Kehf 18/37-42. Bakara 2/92; A’râf, 7/148-150. 79 Zümer 39/3. 80 Muhammed Kutub, Tevhid, Risale Yayınları, İstanbul, 1987, s. 163. 81 Yunus 10/18. 82 En’âm 6/33. 78 19 yerlerden biridir. Zira ona hitaben: “Üzülme! Onlar senin yalan söylediğini iddia etmiyorlar. Onlar Allah’ın ayetlerini yalan sayıyorlar.” buyurarak onu sıkıntıdan kurtarıp, zatı üzerine almaktadır. Bu teşrif, bazen günde onlarca defa “Yalancı!” iftirasına maruz kalan Peygamberimizi teselli ettiği gibi, bir gerçeği de dile getiriyordu. Zira müşrikler 40 yaşına kadar içlerinde yaşayıp her halini bildikleri Peygamberimize hep “el-Emîn” derlerdi. Elçiliğini açıklayınca onu yalanlamaları, Allah’ın ildirdiklerini kabul etmediklerini gösteriyordu. Nitekim düşman kampın başkanı Ebu Cehil, Hz. Peygamber’e şöyle demiştir: “Doğrusu biz senin yalancı olduğunu söyleyemeyiz, ama senin getirdiğini yalanlıyoruz.”83 “Kimin de tartıları hafif gelirse, işte bunlar da ayetlerimize zulmetmeleri “yalanlamaları” sebebiyle kendilerini ziyan sokanlardır.”84 “O, kendilerine ilim nasip edilenlerin kalplerini aydınlatan parlak ayetlerdir. Evet, bizim ayetlerimizi zalimlerden başkası inkar etmez.”85 “Ayetlerimizi yalan sayanlara ve onları kabule tenezzül etmeyenlere gök kapıları açılmayacak ve halat (deve) iğne deliğinden geçmedikçe onlar da cennete giremeyeceklerdir. İşte mücrimleri biz böyle cezalandırırız. Onlara cehennem ateşinden bir döşek ve üzerlerinde de yine ateşten örtüler var. İşte zalimleri biz böyle cezalandırırız.”86 Zikretmiş olduğumuz bu ayet-i kerimelerdeki, ayetlerin yalanlanması ifadesi bizatihi Kur’an ayetlerinin, Kur’an’ın yalanlanması manasında kullanılmıştır. Az önce de belirttiğimiz gibi ayetlerin yalanlanması Kur’an-ı Kerim’de bazen mucizeleri inkar etek manasında kullanılmıştır. Suat Yıldırım, Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, İstanbul, 1998, s. 130. A’râf 7/9. 85 Ankebût 29/39. 86 A’râf 7/40-41. 83 84 20 “Onlardan sonra Musa’yı ayetlerimizle (mucizelerimizle) Firavun’a ve onun ileri gelen yetkililerine gönderdik. Onlar ayetlerimize zulmettiler (mucizelerimizi yalanladılar, bu apaçık bir sihirdir dediler).”87 “Elini koynuna sok; Firavun’a ve onun kavmine gönderilen 9 mucizeden biri olarak kusursuz bembeyaz olarak çıksın. Çünkü onlar fasık bir kavimdir. Nitekim ayetlerimiz kendilerine gerçeği gösterecek biçimde gelince “Bu besbelli bir büyü” dediler. Kendileri de bunların hakk olduklarını kesin olarak bildikleri halde sırf zalimliklerinden ve büyüklük taslamalarından ötürü onları inkar ettiler.”88 Allah’ın ayetlerini yalanlama ile ilgili birkaç ayet-i kerimeyi burada zikrettikten sonra şimdi de zulüm bağlamında Allah’a iftira etmek ile ilgili Kur’an-ı Kerim’den birkaç örnek vereceğiz: “Allah adına yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmediği halde “Bana da vahyolundu” diyenden, bir de “Allah’ın indirdiği ayetler gibi ben de indiririm” diye iddia edenden daha zalim kimse olabilir mi?”89 Allah adına yalan şöyle olur: O’nun söylemediği söz O’na mal edilir, şeriki olmadığı halde ortak koşulur, O’na eksik sıfatlar verilir.90 “Allah adına yalan uydurandan veya O’nun ayetlerini yalan sayandan daha zalim kim olabilir ki? Şu muhakkak ki o zalimler felah bulamayacak, muratlarına eremeyeceklerdir.”91 “Uydurduğu bir yalanı Allah’a isnat edenden daha zalim kim olabilir ki? Onlar Rablerinin huzuruna getirilecek ve şahitler de: “İşte Rableri hakkında yalan uyduranlar! İyi biliniz ki Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir” diyeceklerdir. 92 Yalan ve iftira çok çirkin ve iğrenç bir suçtur. Bu hem gerçeğe karşı hem de iftira edilene karşı bir zulümdür. Hele bu iftira edilen Allah Teala olursa. Ayet-i kerimede “İşte Rablerine A’râf 7/103. Neml 27/12-14. 89 En’âm 6/93. 90 Suat Yıldırım, a.g.e., s. 138. 91 En’âm 6/21. 92 Hûd 11/18. 87 88 21 karşı yalan söyleyenler bunlardır.” denilerek şahitler o kimseleri teşhir etmekte ve dolayısıyla bu iftiracılar kötülenmektedir.93 Allah Teala’ya iftira etme, O’na yalan isnat etme ile ilgili ayetlerde dikkati çeken bir husus, bu çirkin işi yapanların yalnızca zalim olarak nitelendirilmemiş olmasıdır. Bilakis bu kimseler ism-i tafdil kalıbıyla “azlem” (daha zalim, en zalim) olarak nitelendirilmişlerdir. B. İnsanlar Arası İlişkilerde Zulüm İnsanların birbirlerine karşı yaptıkları haksızlıklar, Allah katında affedilmesi pek mümkün olmayan zulüm çeşitlerindendir. Çünkü bu tür bir zulüm direkt kul hakkına girdiği için, Allah Teala’nın o haksızlık yapan kimseyi bağışlaması ancak hak sahibine hakkının iade edilmesi ve ondan helallik alınmasına bağlıdır. İnsanlar arasındaki ilişkilerde zulüm 3 şekilde meydana çıkmaktadır. Cana tecavüz, insanların azalarına yapılan tecavüz, insanların mallarına karşı yapılan zulüm. İslam, insanların can, mal, hukuk ve emniyetini sağlamak için insanlara uhrevi cezalara dair sadece öğüt veya uyarıcı tehditlerde bulunmakla yetinmemiş, aynı zamanda bu tür zulümlerde bulunanlara dünyada da cezalar tespit etmiştir. Şüphesiz ki insana en büyük zulüm, insanın canına olan tecavüzdür. Adam öldürmenin en büyük günahlardan olduğunda bütün dinler müttefiktir. Çünkü bu tecavüz, Allah’ın yarattığını değiştirmek, Allah’ın bir yapısını yıkmak, Allah’ın kulları hakkında insan cinsinin yayılmasına dair iradesini bozmaya kalkışmaktır.94 Cana kıymanın cezasını Cenab-ı Hakk kısas olarak beyan etmiştir. Kısas: Herhangi bir şahsın yaptığına aynıyla karşılık vermektir. Ayet-i Kerimede: “Ey iman edenler! Öldürülen kimseler hakkında size kısas farz kılındı… Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Böylece korunmayı umabilirsiniz.”95 buyrulmaktadır. Bu ayetlerde kısasın farz kılınması müminlerin saadeti ve selameti içindir. Kısas, cinayetlerin azalmasına, insanların içerisindeki kinin yok olmasına ve neslin Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’ân, çev. M. Emin Saraç; İ. Hakkı Şengüller, Bekir Karlığa, Hikmet Yayınları, İstanbul, 1979, Cilt VIII, s. 140. 94 Şah Veliyyullah ed-Dehlevî, Huccetullahi’l-Bâliğa, Beyrut, t.y., Cilt II, s. 151. 95 Bakara 2/178-179. 93 22 artmasına vesile olur. Katillerin yalınlarına tecavüz etmek, kan davası gütmek Cahiliye adetlerindendir. İslam onu kaldırmıştır. Çünkü İslam’da kan davası yoktur. Zulüm, düşmanlık ve insanlar arasında tecavüz olaylarının yayılmaması için kısasta misilleme farz kılınmıştır. Kısası farz kılan İslam, diğer taraftan insanları affetmeye teşvik etmekte ve hudutlarını çizmektedir. Allah’ın kısas hükmünü bildirdikten sonra maktul tarafını affa teşvik etmesi bir adalet ve onları itaat yolunda yüceltmeye davettir. Çünkü afv, Allah’ın bir sıfatıdır. Geçmiş kavimler, suç işleyenlerden intikam almak için hiçbir şekilde afv ve diyet kabul etmez, onları cezalandırırdı. Çoğu kez öldürülen bir adam karşılığında yüz kişi öldürülür, bununla da övünülürdü. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hakk, halkın hayatını korumak, iyi insanları muhafaza altına almak ve fitne henüz büyümeden onu önlemek için kısas hükmünü emretmiştir.96 Kur’an’a göre insanlara kötülük yapmamak esastır. Ancak bir kimse zulme maruz kalırsa, aynısı ile hakkını alması bir adalettir. Bununla beraber affederse, bu da üstün bir davranış örneği olur. Diğer taraftan zulme maruz kalanın da sadece hakkını alması, fazlasına kaçmaması gerekir. Maruz kaldığı haksızlığın karşılığını alırken haddi aşıp kendisi de mukabil bir zulme girmemelidir. Kur’an-ı Kerim böyle bir durumda müminlerin ne şekilde hareket etmesi gerektiğini bize bildirmektedir. “Onlar o kimselerdir ki zulme maruz kaldıklarında yardımlaşıp haklarını alırlar. Ama unutmayın ki haksızlığın karşılığı, yapılan haksızlık kadar olabilir, fazlası helal olmaz. Bununla beraber kim affeder, haksızlık edenle arasını düzeltirse onun da mükafatı Allah’a yaraşan tarzda olur. Şu kesindir ki Allah zalimleri sevmez. Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, bunlara hiçbir sorumluluk yoktur. Sorumlu olanlar ancak insanlara zulmedenler ve ülkede haksız yere başkalarının hukukuna saldıranlardır. İşte böylelerinin hakkı gayet acı bir azaptır. Her kim de sabreder ve kusurları affederse, işte onun bu hareketi, ancak büyüklere yaraşan, örnek alınacak davranışlardandır.”97 Bu durum fert olarak böyle olduğu gibi, toplum olarak da böyledir. Yani Müslümanlara gayr-i Müslimlerin tecavüzüne karşı mukabelede bulunmak üzere izin verilmiştir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Kendilerine savaş açılan 96 97 Muhammed Ali es-Sâbûnî, Ahkam Tefsiri, trc. Mahzar Taşkesenoğlu, İstanbul, 1984, Cilt I, s. 149. Şûrâ 42/39-43. 23 müminlere, savaşmaları için izin verildi. Çünkü onlar zulme maruz kaldılar. Allah onlara zafer vermeye elbette kâdirdir.”98 Elmalılı (v. 1942) bu ayeti şöyle tefsir etmektedir: “Mukatele olunanlara izin verildi. Hain kafirler tarafından kıtale maruz kalan müminler onlara karşı harb-i kıtale me’zun kılındılar. Çünkü onlar zulmolundular. Resulullah ve ashabına müşrikler eza ediyorlardı. Ashap kimi darbolunmuş, kimi yaralanmış bir halde gelirler peygamber (a.s)’e tazallüm ederlerdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) de onlara: “Sabrediniz, çünkü kıtal ile emrolunmadım.” buyurdu. Nihayet hicret ettiler ve bu ayet nazil oldu ki, bu ayet kıtal hakkında nazil olan ilk ayettir.”99 İnsanların canları tecavüzden masun ve muhterem olduğu gibi, namusları, şerefleri ve malları da korunmuştur. Bunlar da tecavüzü haram olan insanların temel haklarındandır. Kişinin bu maddi ve manevi haklarını korumak için İslam’da müeyyide olarak her türlü tedbir alınmıştır. Bu cümleden olmak üzere, İslam Devletine karşı çıkıp, Müslümanların can ve mallarına tecavüzde bulunan, anarşi ve fesat çıkaran, yol kesen, soygun yapan eşkıyalara karşı da Kur’an, şiddetli cezalar getirmiştir. “Allah ve Resulüne savaş açanların (yol keserek, terör eylemi yaparak) yeryüzünü ifsat etmek için koşuşanların cezası; öldürülmeleri veya asılmaları yahut sağ elleri ile sol ayaklarının kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmelerinden başka bir şey olmaz. Bu onların dünyadaki rüsvalığıdır. Ahirette ise onlara başkaca müthiş bir ceza vardır.”100 Bu ayette suçlarının derecelerine göre, öldürme, asma, elleri ayakları çaprazlama kesme, hapis ve sürgün cezaları getirilmiştir.101 İnsanların mallarına olan tecavüz ise gasp, telef etme, hırsızlık, yağma ve soygun şekillerinde olabilmektedir. Fıkıh kitaplarında tafsilatlıca açıklandığı üzere, İslam Hukukunda bu çeşit zulümlere karşı layık olan en şiddetli cezalar ve müeyyideler konulduğu gibi, mazlumun ahiretteki alacağı karşılık ve mükafatlar da açıklanmıştır. 98 Hacc 22/39. M. Hamdi Yazır, a.g.e., cilt V, s. 3408. 100 Maide 5/33. 101 M. Hamdi Yazır, a.g.e., Cilt III, s. 1664. 99 24 Nitekim malı uğruna öldürülenin şehit olduğu haber verilmiştir.102 Yine veda hutbesinde de Resulullah Efendimiz, insanların temel hak ve hürriyetlerinden olan “kanının, malının, namusunun haram ve muhterem olduğunu yani yasak ve korunmuş olduğunu”103 ümmete son defa tembih etmiştir. İnsanlar arasındaki zulmün, haksızlıkların başlangıç tarihi neredeyse insanlığın yaratıldığı tarih kadar eskidir. Tarih boyunca zulüm hep kuvvet ve iktidarın şe’ni olarak algılanmıştır. Güçlü ve muktedir olanlar, zayıf ve düşkün kimselere zulüm ve haksızlık etmişlerdir. Peygamberler tarihine baktığımızda, Allah’ın elçilerini yalanlayan ve onların davetlerine karşı çıkanların hep otoriteyi ellerinde bulunduran zalim hükümdarlar ve onların etrafında bulunan seçkin aristokrat zümre olduklarını görürüz. Nemrutlar, Firavunlar, Şeddatlar vs. Peygamberlerin davetine ilk karşı çıkanlar işte bu hükümdarlar ve onların etrafındaki seçkin zümre olmuştur. Çünkü halkı ezen, sömüren, onları kendilerine kul köle yapan bu zorbalar, saltanatlarının zulüm, gözyaşı ve işkenceye dayanan düzenlerinin Peygamberlerin getirdikleri hak davetle yıkılacağını biliyorlardı. Çünkü Peygamberler bir Allah’a imanı, hakkı, hakikati, hakkaniyeti, adaleti getirmekte idiler. İnsanları insanlara kul olmaktan kurtarıp, hepsinin Rabbi olan Allah’a kul olmaya davet ediyorlardı. Onun için bu zalim insanlar bütün güçleriyle Peygamberlere karşı çıkmışlar, onlara ve onlara inananlara her türlü işkenceyi reva görmüşlerdir. Firavun halkı tehdit ederek Hz. Musa’ya inanmalarını engellemiştir. “Firavun ve adamlarının kendilerine kötülük yapmalarından korktukları için kavminin içinde Musa’ya yalnız bir takımdan başkası iman etmedi. Çünkü Firavun o ülkede son derece despot ve çok aşırı gidenlerdendi.”104 Mekke’nin ileri gelen söz ve nüfuz sahibi müşrikleri de Hz. Peygambere karşı çıkmışlardı. Ona ve ona inananlara önce alay, eğlence, sonra hakaret, sonra boykot, sonra tehdit ve ölümlere varan türlü zulümleri yapmışlar, bununla da yetinmemişler, onları yurtlarından çıkmak zorunda bırakmışlardı. Bu durumu Kur’an şöyle tescil eder: Müslim, İman, 62; Tirmizi, Diyât, 21. Müslim, Birr, 10. 104 Yunus 10/83. 102 103 25 “O müminler ki tamamen haksız yere, sırf “Rabbimiz Allah’tır” dediklerinden ötürü yerlerinden, yurtlarından kovulmuşlardı.”105 İnsanlar arası ilişkilerde yapılan zulmü bu şekilde anlattıktan sonra, haksızlığa uğrayan, mazlum durumuna düşen kimse için son olarak şu söylenebilir: Kötülüğe kötülükle pek tasvip edilen bir ahlak olmadığı halde, İslam’da sadece mazlumlar bundan müstesna tutulmuşlardır. “Allah ağır ve inciten sözlerin açıktan söylenmesini hiç sevmez. Ancak söyleyen zulme uğramışsa o başka. Allah her şeyi hakkıyla işitir ve görür.”106 “Mazlumun bedduasından kaçın. Zira mazlum ile Allah arasında hiçbir hail yoktur.”107 ( ٌْس بَ ْينَـهُ َو بَيْنَ هللا حـجاَب َ ) اتَّــق دَ ْع َـوةَ ْال َم ْظـلُـوم فَـإنَّـهُ لَي C. İnsanın Kendi Nefsine Zulmetmesi Nefse zulmetmek, Allah’ın yasak ettiği yolda yürümek demektir. Şöyle ki; bir insan ister Allah’a, ister diğer insanlara, isterse kendine zulmetmiş olsun aslında o her defasında kendine zulmetmiş demektir. Çünkü haksızlık yapan, er veya geç o haksızlığın karşılığını görür. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: “Kim bir günah kazanırsa onu sırf kendi aleyhine kazanmış olur.”108 buyrulmaktadır. Bu açıdan baktığımızda örneğin şirk, inkar, ayetleri yalanlama, ahiret gününe inanmama gibi tutumlar da itikadi açıdan nefse karşı işlenen bir zulüm olarak değerlendirilirler. “Biz onlara zulmetmedik, asıl onlar kendi kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri gelince Allah’tan başka taptıkları tanrılar, kendilerine hiçbir fayda vermedi. Hatta onların ziyanlarını arttırmaktan başka bir şeye yaramadı.”109 “Sonra kıyamet günü Allah onları rezil edecek ve diyecek ki: Uğrunda mücadele ettiğiniz ortaklarım nerede? Kendilerine ilim verilenler ise şöyle derler: Şüphesiz bugün rezillik, aşağılık ve kötülük kafirlerin üzerinedir. O kafirler, nefislerine 105 Hacc 22/40. Nisâ 4/148. 107 Kâmil Miras, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, DİB Yayınları, Üçüncü Baskı, Ankara, 1973, Cilt V, s. 303. 108 Nisâ 4/111. 109 Hûd 11/101. 106 26 zulmederlerken melekler onların canlarını alır. Onlar teslim olup, biz hiçbir kötülük yapmıyorduk, derler. Melekler de şöyle diyecekler: Hayır! Allah sizin yapmakta olduklarınızı hakkıyla bilmektedir.”110 “Ayetlerimizi yalan sayarak sırf kendi kendilerine zulmeden o kimselerin hali, ne çirkin bir ibret levhasıdır!”111 “Yaşam sadece dünya hayatından ibarettir, ölür gideriz, ancak bir kere yaşarız ve ölümden sonra asla diriltilmeyiz. Bu adam uydurduğu yalanı Allah’a mal eden bir iftiracıdan başkası değildir ve biz hiçbir surette ona inanmayız. O Resul: Ya Rabbi, dedi. Beni yalancı saymalarına karşı sen bana yardım eyle! Allah buyurdu: Tasalanma, çok geçmeden onlar pişman olacaklardır! Derken korkunç bir ses Onları kıskıvrak yakaladı, adalet yerini buldu. Onları sel süprüntüsüne çevirdik. Zalimler güruhun canı cehenneme!”112 Konuya ameli açıdan yaklaştığımızda da görüyoruz ki Kur’an-ı Kerim’deki pek çok ayet-i kerime büyük ve küçük günahlar manasında birçok davranışı “nefse zulüm” içerisinde mütalaa etmiştir. Adam öldürmek, Allah’ın çizdiği sınırları aşmak, kadınları boşadıktan sonra yanlarında tutarak onların evlenmelerine mani olmak vs. bunlar hep kişinin nefsin karşı işlemiş olduğu zulümlerdir. “… Musa da ona bir yumruk indirip onu öldürdü. Musa, bu şeytanın işidir. O gerçekten apaçık saptırıcı bir düşmandır, dedi. Musa, Rabbim! Şüphesiz ben (onu öldürmekle) nefsime zulmettim. Beni affet, dedi. ..”113 “… Rabbiniz olan Allah’a karşı gelmekten, özellikle eşlerinizin hukukuna zarar vermekten sakının. Onlar zina gibi açık bir hayasızlık irtikap etmedikçe siz onları evlerinizden çıkarmayın. Kendileri de çıkıp gitmesinler. İşte Allah’ın hudutları! Kim Allah’ın hudutlarını çiğnerse hakikaten kendine zulmetmiş olur…”114 110 Nahl 16/27-28. A’râf 7/177. 112 Mü’minûn 23/37-41. 113 Kasas 28/15-16. 114 Talak 65/1. 111 27 “Ey kocalar! Eşlerinizi boşayıp onlar da iddetlerini bitirirlerse artık ya onları iyilikle yanınızda tutar, yahut güzellikle salıverirsiniz. Onların hukukuna tecavüz etmek kastıyla zarar vermek için eşlerinizi alıkoymayın. Kim böyle yaparsa kendine zulmetmiş olur. Sakın Allah’ın ayetlerini şakaya almayın.”115 Koca, eşini boşadıktan sonra evliliği devam ettirme gayesi ve ümidi yoksa onu serbest bırakmalıdır ki bir iddetle kurtulsun. Yoksa sırf ona zarar vermek için ilk iddetin sonunda tekrar ona dönüp y,ine boşamak suretiyle 2 veya 3 kere iddet beklemeye mecbur bırakmak haram kılınıyor.116 Kur’an-ı Kerim’de “nefsine zulüm” tabiri, 2 yerde ism-i fail olarak nefse muzâf halde (Nisa/97, Nahl/28) ayetlerinde geçmektedir. Diğerleri ise fiil-mef’ûl olarak geçmektedir. Nefse zulüm konusunda Kur’an-ı Kerim’de dikkatimizi çeken bir husus da şudur: Kur’an-ı Kerim’de 4 yerde, işlen günah dolayısıyla nefse yapılan zulüm itiraf edilerek Cenab-ı Hakk’tan mağfiret dileniyor. Bu dualar Cenab-ı Hakk tarafından icabet görüp kabule mahzar oluyor. Aşağıda meallerini vereceğimiz bu dualarda sanki müminlere örnek bir duanın nasıl yapılacağı öğretiliyor. Önce günahımızı, suçlu olduğumuzu kabul, itiraf ve ikrar edeceğiz, sonra Cenab-ı Hakk’tan mağfiret dileyeceğiz. Adem (a.s.) ve Havva validemiz yasak meyveyi yedikten sonra pişman olup, Cenab-ı Hakk’tan telakki ettikleri kelimelerle117 şöyle istiğfar ettiler: “Dediler ki: Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”118 Aynı şeyin Yunus (a.s.)’un duasında da geçtiğini görüyoruz: “Zünnûn’u da hatırla. Hani öfkelenerek halkından ayrılıp gitmişti de kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken karanlıklar içinde “Senden başka hiçbir ilah 115 Bakara 2/231. Suat Yıldırım, a.g.e., s. 36. 117 Bakara 2/37. 118 A’râf 7/23. 116 28 yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum.” diye dua etti.”119 Zünnûn, balık sahibi demektir. Burada Hz. Yunus’u ifade etmektedir. Yunus, Peygamber olarak gönderildiği kavminin yola gelmemesi üzerine Allah Teala’nın henüz bir izni olmadan kavmini bırakarak ayrılıp gitti ve bir gemiye bindi. Geminin yürümemesi veya batma tehlikesi geçirmesi gibi bir nedenle yolculardan birinin denize atılması gerekti. Kura çektiler, Yunus’a çıktı ve denize atıldı. Denizde kendisini bir balık yuttu. Bir süre balığın karnında Allah’a dua eden Yunus’u balık sahile attı.120 Musa (a.s.)’da peygamberliğinden önce mısır’da kazara bir kıptîyi öldürdüğü için pişmanlık duyarak aynı şekilde tevbe ve istiğfar eder: “Musa, Rabbim! Şüphesiz ben (onu öldürmekle) nefsime zulmettim. Beni affet, dedi. Allah da onu affetti. Şüphesiz o, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”121 Sebe melikesi Belkıs da Allah’tan mağfiret dileyip Müslüman olurken aynı ifadeleri kullanmıştı: “Belkıs, Ey Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmetmiştim. Şimdi ise Süleyman ile birlikte alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum, dedi.”122 Konumuzun başında, insan ister Allah’a, ister diğer insanlara, isterse kendi nefsine zulmetmiş olsun, sonuç itibarıyla aslında o kendi nefsine zulmetmiştir. Çünkü insanın işlediği bütün günahlar ancak kendi aleyhinedir, demiş idik. Peki buna göre nefsine zulmeden kişinin durumu nedir? İnsanın kendi nefsine zulmetmesi ile ilgili bütün bu yazdıklarımızdan sonra şu sonuca varabiliriz. İnsanın nefsine zulmü şayet Allah’a şirk koşmasından kaynaklanıyor idiyse Allah Teala bunu bağışlamayacağını Nisa Suresi’nde bize bildiriyor.123 Şayet kişinin nefsine zulmü başkalarının hukukuna tecavüzden kaynaklanıyorsa, bu kişinin hak sahiplerine haklarını verip onlardan helallik almaktan başka tevbesi bulunmadığı için hiçbir amel bu suçun ve bu günahın azabından kişiyi kurtaramaz. Çünkü hadis-i şeriflerde bize bildirilen, yapılan haksızlıkların kimsenin yanına kâr kalmayacağı, ahiretle Allah Teala’nın mazlumun hakkını zalimden 119 Enbiya 21/87. Halil Altuntaş-Muzaffer Şahin, Kur’ân-ı Kerim Meali, DİB Yayınları, Ankara, 2002, s. 351. 121 Kasas, 28/16. 122 Neml, 27/44. 123 Nisâ 4/48. 120 29 alacağı şeklindedir.124 Şayet kişinin nefsine zulmü bu iki alanın dışında ise mağfiret talebinde bulunulduğunda Cenab-ı Hakk bu kimseler için çok bağışlayıcı ve esirgeyici olduğunu bildiriyor: “Kim bir kötülük eder veya günah işleyerek nefsine zulmeder de sonra Allah’tan af dilerse, Allah’ı gafûr ve rahîm bulur.”125 124 125 İbn Mâce, Fiten, 20. Nisâ 4/110. 30 II. BÖLÜM 1. ZALİMLERİN VASIFLARI A. Allah’ın İndirdiği Adalet Ölçüleri ve Prensipleriyle Hükmetmemek Yeryüzünde insanların hayatı ilahi hükümler üzerine bina edilmiştir. İlk insan Hz. Adem (a.s.) aynı zamanda Allah’ın hükümlerini haber veren ve Allah’ın hükümleriyle hayatını tanzim eden bir peygamberdir. Allah (c.c.) insanoğlunu hükümler konusunda bilgisiz bırakmamıştır. Kur’an-ı Kerim’de: “Onlar hala Cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Halbuki düşünen bir kavim için Allah’tan iyi hüküm koyan mı vardır?”126 ayet-i kerimesi Cenab-ı Hakk’ın insanlar için hüküm koyduğuna delildir. Allah’ın indirdiği prensiplerle adalet ölçüleri içerisinde hükmetmeyenlere üç noktadan bakılmıştır: O’nu inkar manası taşıdığı için “kafir” denilmiş, Allah’ın hükmü adalet, onun zıddı zulüm olduğundan “zalim” denilmiş, işlediği günah sebebiyle de “fâsık” denilmiştir. “Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler kafirlerdir.”127 “Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler zalimlerdir.”128 126 127 Mâide 5/50. Mâide 5/44. 31 “Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler fâsıklardır.”129 Cümlelerden ilk ikisi Yahudiler, üçüncüsü de Hıristiyanlar hakkında olmakla beraber, bütün insanlar için de genel kuraldır. Ayette Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler kafir, zalim ve fâsık sayılmaktadır. Hasanü’l-Basri (v. 110 h.) şöyle demiştir: “Bunlar Yahudi ve Hıristiyanlar hakkında inmiş ise de Allah’ın indirdiğiyle amel etmek bizim üzerimize de farzdır.” Tâvus (v. 106 h.)’a göre buradaki küfür, Allah’ı ve ahireti inkar etmek gibi insanı dinden çıkaran küfür anlamına gelmez. Bu küfür, dini inkar değil, nimete karşı nankörlük anlamına gelir.”130 Kadı Beydâvî (v. 685 h.), bu ayetleri şöyle açıklamaktadır: Allah’ın hükmünü inkar ettikleri için “kafir”, onu bırakıp başka zıt hükümlerle hükmettikleri için “zalim”, Allah’ın hükmünün dışına çıktıkları için de “fasık” tırlar. Duruma göre bir kişiye bu üç sıfatı vermek caiz olur.131 Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Allah’ın hükümlerini tatbik konusunda zengin-fakir, zayıf-kuvvetli ayırımı yapmadan gereken hükmün verilmesi konusunda çok titiz hareket ettiğini görmekteyiz. Nitekim buna örnek olarak Benî Mahzûm kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının affedilmesi hususunda Resulullah (a.s.)’ın en çok sevdiği kişilerden biri olan Üsame (r.a.)’yi kendisine şefaatçi olarak gönderdiklerinde Hz. Peygamber (s.a.v.): “Allah’ın hududundan bir kazaya şefaat mi etmemi istiyorsunuz? Diyerek şöyle hutbe irad etmiştir: “Ey İnsanlar! Sizden öncekilerin sapıtmalarına sebep, onlardan şerefli bir kişi hırsızlık yaptığında ona ceza vermezler, içlerinden zayıf bir kişi hırsızlık yaptığında ise ona cezayı uygularlardı. Allah’a yemin ederim ki şayet Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapsa Muhammed onun elini keser.”132 128 Mâide 5/45. Mâide 5/47. 130 Süleyman Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, 1988, Cilt II, s. 793. 131 Beydâvî, Envâru’-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, İstanbul, 1911, Cilt I, s. 339. 132 Buhârî, Hudûd, 17. 129 32 Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bu hareketi onun Allah’ın hükümleri ile hükmettiğini, kesinlikle kendi nefsine göre hareket etmediğini bizlere göstermekte ve zulmün bu en ağır şeklinden nasıl kaçındığını bizlere fiilen öğretmektedir. B. Allah’ın Ayetlerini İnkar Etmek Allah’ın ayetlerini inkar eden kimselerin zalimlerden olduğunu Cenab-ı Hakk şöyle bildirmektedir: “Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlar.”133 Hz. Peygamberi yalanlayanlar, kendi içerinde onu yalanlamıyorlar, bilakis onun doğruluğuna inanıyorlardı. Ancak inatlarından dolayı inkar ediyorlardı. İbn Abbas (r.a.) şöyle demektedir: Resulullah (s.a.v.) Muhammedü’l-Emin olarak isimlendirilmişti. Hiçbir hususta yalan söylemediğini biliyorlardı. Buna rağmen kafirler Kur’an’ı inkar ediyorlardı. Ebu Cehil, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e “Ey Muhammed! Sen bizim katımızda doğru söyleyen bir kimsesin, biz seni yalanlamıyor, ancak senin getirdiğini yalanlıyoruz” demiştir.134 Bir başka ayet-i kerimede de Allah’ın ayetlerini bile bile inkar edenlerin zalim olduklarını Cenab-ı Hakk şöyle haber vermektedir: “Hayır. O kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde yer eden apaçık ayetlerdir. Ayetlerimizi ancak zalimler bile bile inkar eder.”135 C. Kişinin Zalim Olarak Nitelendirilmesine Sebep Olan Diğer Davranışlar Bu başlık altında, Kur’an-ı Kerim’in kimleri zalim olarak nitelendirdiğini ve hangi özelliklerinden, hangi davranışlarından dolayı bu kimselerin zalim damgası yediklerini beyan edeceğiz. Ancak zalimlerin vasıflarından bazılarını müstakil başlıklar altında incelediğimiz için onlara bu bahiste yer vermeyeceğiz. Örneğin Allah’a ortak koşmak zalimlerin vasıflarındandır. Hem de en başta gelenlerinden. Ancak zulmün çeşitleri başlığı altında şirk konusunu işlediğimiz için burada ondan bahsetmeyeceğiz. En’âm 6/133. M. Ali es-Sâbûni, Safvetü’t-Tefâsîr, Beyrut, 1981, Cilt I, s. 386. 135 Ankebût 29/49. 133 134 33 Ayrıca çalışmamızın hacmini büyütmemesi açısından konuyla ilgili ayetlerin meallerini teker teker yazmak yerine, onların hangi surenin kaçıncı ayeti olduklarını belirtmekle yetineceğiz. Allah Teala’nın Kur’an-ı Kerim’inde bize bildirdiğine göre; Peygamberlerini yalanlayanlar (Furkân 25/37), onların gösterdiği mucizelere sihirdir diyenler (Kasas 28/36, 37), yine onların büyülenmiş olduklarını söyleyenler (İsrâ 17/47, Furkan 25/8), Allah ve Resulünün hükmüne çağırıldıklarında yüz çevirenler (Nur 24/48-50), öldükten sonra yeniden dirilmeyi inkar edenler (Mü’minûn 83/37-41), müminlerle din hususunda savaşan kafirleri dost edinenler (Mümtehine 60/9), Yahudi ve hıristiyanları dost edinenler (Mâide 5/51), Ehl-i Kitabın arzu ve isteklerine uyanlar (Bakara 2/145), önce Allah yolunda savaşma isteklerini beyan edip sonra da cihat kendilerine farz kılındığında gerisin geriye dönenler (Bakara 2/246), ordu içerisinde Müslümanlara zorluk çıkaran münafıklar (Tevbe 9/47), buzağıya tapan yahudiler (Bakara 2/51, 92; A’râf 7/148-150), Allah’ın sınırlarını çiğneyip aşanlar (Bakara 2/225), müşriklerin hatırı için fakir müminleri yanlarından kovanlar (En’âm 6/52), tevbe etmeyenler (Hucurât 49/11), suçludan başkasını mesul tutanlar (Yusuf 12/79) ve verdiği nimetlerine karşılık Allah’a şükretmeyip nankörlük edenler (İbrahim 14/34) hep zalim kimselerdir. Hatta küfrü imana tercih ediyorlarsa baba ve kardeşlerini dost edinenler (Tevbe 9/23) dahi zalimdirler. Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerim’de zalimleri böylece tanıttıktan sonra daha şiddetli bir ifade ile bazı özellik ve nitelikteki kimselerin daha da zalim olduklarını beyan eder. Bunların zulümlerinin ism-i tafdil siygasıyla ifade buyrulduğunu görmekteyiz. Allah adına yalan uyduran veya Allah’ın ayetlerini yalan sayanlar (En’âm 6/21, 93, 157; A’râf 7/37; Yunus 10/17; Hûd 57/18; Kehf 18/15; Ankebût 29/68), Rabbinin ayetleriyle kendisine nasihat edildiğinde onlardan yüz çevirenler (Secde 32/22; Kehf 18/57), gerçeği gizleyip şahitlik etmeyenler (Bakara 2/140), Allah’ın mescitlerinde O’nun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışan kimseler (Bakara 2/114) de Allah Teala’nın ism-i tafdil siygasıyla “en zalim” olarak nitelendirdiği insanlardır. 34 2. ZALİMİN ZULMÜNÜ ENGELLEMENİN YOLLARI Kur’an-ı Kerim’de zalimlere karşı tavrımızın nasıl olması gerektiğini bize bildiren ayet-i kerimeler vardır. Biz de bu konuya ışık tutan ayet-i kerimeleri 3 ayrı başlık altında incelemeyi uygun bulduk. A. Zalimlere Karşı Doğruyu Söylemekten Korkmamak Cenab-ı Hakk Bakar Suresinde zalimlerden korkmamamızı, yalnızca kendisinden korkmamız gerektiğini bizlere bildirmektedir: “… Zalimlerden korkmayın, benden korkun. Böylece size nimetlerimi tamamlayayım ve doğru yolu bulasınız.”136 Bu ayet-i kerimede zalimlerden murat Ehl-i Kitap’tır. Çünkü onlar: “Muhammed namazda Kabe’ye döndü. Kavminin dinine iştiyak duydu. Kendi kıblemize döndürüldüğü gibi yakında dinimize de döndürülecektir.” demişlerdir. 137 “Size olan nimetimi tamamlayayım” ayetindeki nimetin tamamlanması kıbleye dönmedir. Cennete girmek de denilmiştir.138 Zalimin zulmüne karşı sessiz kalmak, onun zulmüne engel olmamak, zulmün ayılmasına sebep olur. Bunun içindir ki Cenab-ı Hakk bizlere onlardan korkmamamızı emretmektedir. Zulmü işleyen kişi hangi mevkide olursa olsun o kimseye karşı hakkı ve doğruyu söylemenin en büyük bir cihat olduğunu sevgili Peygamberimiz bizlere haber vermiş ve şöyle buyurmuştur: “Cihadın en faziletlisi zalim sultana karşı gerçeği söylemektir.”139 B. Zalimleri Dost Edinmemek Zalimlerle dostluk kurmak kişiyi onlar gibi zalim kılar. Ayet-i kerimelerde zalimleri dost edinmemek emredilmektedir: “Zâlimler birbirlerinin velisidirler. Allâh ise muttakilerin velisidir.”140 Bu ayet-i kerimede zalimlerin birbirlerinin dostu olduğu ifade 136 Bakara 2/150. İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Hadislerle Kur’ân-ı Kerîm Tefsiri, trc. Bekir KarlığaBedrettin Çetiner, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1985, Cilt III, s. 623. 138 Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, el-Câmîu beyne Fenneyi’r-Rivayeti ve’d-Dirâyeti min İlmi’t-Tefsir, Mısır,1964, Cilt I, s. 157. 139 Nevevî, Riyâzu’s-Sâlihîn, Beyrut, 1399 h., s. 107. 140 Câsiye 45/19. 137 35 edilerek, kendilerine yalnız zalim olanların uyacağı bildiriliyor. Allah ise muttakilerin dostudur. Zulümden, haksızlıktan korunanları sever, onlara yardım eder.141 Bir başka ayet-i kerimede de müminlerin küfrü imana tercih eden hiçbir kimseyle dostluk kuramayacağı, hatta bu kimseler yakınlarımız bile olsa hükmün aynen geçerli olduğu şöyle belirtilmektedir: “Ey inananlar, eğer imânâ karşı küfrü tercih ediyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onları veli tanır(dost tutar)sa işte zâlimler onlardır.”142 Mümtehine suresinin 9. ayet-i kerimesinde de şöyle buyrulmaktadır: “Allâh sizi, ancak sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanıza yardım eden kimselerle dost olmaktan men eder. Kim onlarla dost olursa, işte zâlimler onlardır.”143 Dinleri uğrunda kendileriyle savaşmış ve kendilerini yurtlarından çıkarmış veya çıkarmalarına yardım etmiş olanlarla dostluktan kesin olarak nehyedilen müminlerin bu gibi haddi aşanlarla dostluk kurmaları halinde onlar gibi zalimler olduğu bildirilmiştir.144 Yukarıda zikrettiğimiz ayet-i kerimelerden anlaşıldığına göre, zalime destek veren, dostluk gösteren kimseler de zalimler sınıfındadır. Bundan dolayıdır ki müminlerin onlara meyletmeleri Kur’an-ı Kerim’de kesin olarak yasaklanmıştır. Bu hususta Cenab-ı Hakk şöyle buyurmaktadır: “Öyleyse emrolunduğun gibi doğru ol; seninle beraber tevbe edenler de (doğru olsunlar), aşırı gitmeyiniz! Zira O, yaptıklarınızı görmektedir. Sakın zulmedenlere dayanmayın, sonra size ateş dokunur.” 145 Bu ayetle ilgili olarak Hz. Peygamber (a.s.): “Hud suresi ve benzerleri beni ihtiyarlattı.” buyurmuştur. Esas itibarıyla efendimizi ihtiyarlatan, kendisinden ziyade, ümmetinin istikameti koruyup koruyamama endişesidir.146 Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., Cilt VI, s. 4318. Tevbe 9/23. 143 Mümtehine 60/9. 144 Seyyid Kutub, a.g.e., Cilt XIV, s. 424. 145 Hûd 11/112-113. 146 Suat Yıldırım, a.g.e., s. 233. 141 142 36 Yeryüzünde güç ve kuvvet sahibi olmuş, Allah’ın kullarını baskı ile ezmiş, Allah’tan başkalarına kul etmiş zalim, zorba ve diktatörlerin zulmüne dayanmayın, güvenmeyin, yönelmeyin. Çünkü sizin onlara yönelmeniz, yani bu yeryüzünün en büyük kötülüğünü normal kabul etmeniz ve bu büyük günaha ortak olmanız yüzünden size ateş dokunur.147 C. Zulmün Bulunduğu Memleketten Hicret Etmek Allah Teala, inanç ve dinin kutsiyetini her şeyin üstünde kılmıştır. İşte bunlar yok olma tehlikesiyle karşılaşınca, dünya ve dünyalığın, şan ve şöhretin hiçbir değeri kalmaz. Bunun için yüce Rabbimiz kullarına inanç ve İslam uğrunda gerektiği zaman bütün bunları feda etmelerini farz kılmıştır. Allah (c.c.) bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Nefislerine yazık eden kimselere, canlarını alırken melekler: "Ne işte idiniz (dininiz için ne yapıyordunuz)?" dediler. (Onlar): "Biz yer yüzünde âciz düşürülmüştük." diye cevap verdiler. Melekler dediler ki: "Allâh'ın yeri geniş değil miydi ki onda göç edip gönlünüzce yaşayabileceğiniz bir yere gitseydiniz?" İşte onların durağı cehennemdir, ne kötü bir gidiş yeridir orası!”148 Bu ayet indirildiği sırada ve Mekke’nin fethine kadar, müminlerin Medine’ye hicret etmeleri farz idi. Çünkü düşman müşrikler arasında, onların alayları, şüphe vermeleri, baskıları karşısında müminlerin dinlerini korumaları güçtü. Diğer taraftan müminlerin bir arada İslam’ın güzelliklerini yaşayıp müslümanca eğitilmeleri önemli idi. Ayrıca müminlerin bir araya gelerek bir kuvvet oluşturmaları, gerektiğinde kendi haklarını savunup kafirlerin merhametlerine bırakmamaları gerekiyordu. İşte bu ayette asr-ı saadette Medine’ye hicret etmeyip müşrik toplum içinde kalanlar “kendilerine zulmedenler” diye nitelendirilmektedir. Bunlardan bazıları rahatlarını, alışkanlıklarını, ailelerini, mal ve mülklerini ve diğer çıkarlarını dinlerine tercih ediyorlardı. Onun için “Biz ülkede baskı altında yaşayan kimselerdik” özürleri kabul edilmemiştir. Feci bir akıbet, cehennem azabı ile tehdit edilmişlerdir. Bunun yanında gerçekten hicrete gücü yetmeyen yaşlı, güçsüz erkekler, kadınlar ve çocukların mazeretleri bir sonraki ayet-i kerimeyle kabul edilmiştir. “Ancak hiçbir çareye gücü yetmeyen ve göç için yol 147 148 Seyyid Kutub, a.g.e., Cilt VII, s. 277. Nisâ 4/97. 37 bulamayan, gerçekten zayıf erkekler, kadınlar ve çocuklar hariç. Umulur ki Allah bu kimseleri affeder.”149 Asr-ı saadette Mekke’nin fethi ile hicret mükellefiyeti sona ermiştir. Fakat ayet-i kerime, Mekke dönemi şartlarının bulunması halinde, hicretin yine gerekebileceğine işaret etmektedir.150 Zalimlerle birlikte aynı yerde yaşamak bir yana, şayet Allah’ın ayetleri hakkında ileri geri konuşuyorlarsa onlarla bir arada bulunmayı, oturmayı dahi Cenab-ı Hakk bizlere yasaklamıştır: “Âyetlerimiz hakkında (münasebetsizliğe) dalanları gördüğün zaman, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan yüz çevir; eğer şeytân sana (bunu) unutturursa hatırladıktan sonra (hemen kalk), o zâlimler topluluğuyla beraber oturma!”151 Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere Cenab-ı Hakk’ın mükafatı vardır. Bu müjdeyi Kur’an-ı Kerim’de şöyle görmekteyiz: “Kendilerine zulmedildikten sonra Allâh uğrunda göç edenleri, dünyâda güzelce yerleştireceğiz, (onlara vereceğimiz) âhiret mükâfâtı ise daha büyüktür. Keşke bilseler! Onlar ki sabrettiler ve Rablerine dayanmaktadırlar.”152 Allah Teala kendisinden sevap ve mükafat umarak ülkelerinden, kardeşlerinden ve dostlarından ayrılan, Allah'ın hoşnutluğunu dileyerek O’nun yolunda hicret edenlere vereceği mükafatı haber veriyor. Bu ayet-i kerimenin nüzul sebebinin Mekke’de kavimlerince şiddetli eziyete maruz bırakılan ve Habeşistan’a hicret edenler hakkında olması muhtemeldir. Onlar, kavimlerinin kendilerine eziyeti ağırlaşınca Rablerine ibadet imkanı bulmak üzere onların aralarından ayrılıp Habeş ülkesine hicret etmişlerdir.153 149 Nisâ 4/98. Suat Yıldırım, a.g.e., s. 93. 151 En'âm 6/68. 152 Nahl 16/41-42. 153 İbn Kesîr, a.g.e., Cilt IX, s. 4499. 150 38 3. ZALİMLERE VERİLEN CEZALAR A. Dünyadaki Cezalar Cenab-ı Hakkın zulüm ve inkarda aşırı giden toplulara karşı genel bir tehdidi vardır. Bu tehdit ifadesini şu ayet-i kerimede görmekteyiz: “De ki: "O, sizin üzerinize üstünüzden, yahut ayaklarınızın altından bir azâb göndermeğe, ya da sizi parti parti birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tattırmağa kâdirdir."154 Allah Teala geçmişte azgınlık eden bazı toplumlara, burada sayılan cezaları indirdiğini belirtmek suretiyle son Peygamberin (a.s.) ümmetini de uyarmaktadır. Yukarıdan inen azap: Taş yağması, fırtına, tufan, yıldırım, hastalık ve musibetler veya kötü yöneticilerden gelen zulüm; aşağıdan gelen azap: Deprem, toplumdaki kargaşa, anarşi, asayişsizlik diye açıklanmıştır. Bu ayetle ilgili bir hadis: “Ümmetimden 4 şeyi kaldırması için Allah'a dua ettim, bunlardan ikisini kaldırdı, diğer ikisini kaldırmaya razı olmadı. Gökten taş yağmasını, yere batmayı, onları birbirine düşürmeyi ve kimine kiminin hıncını tattırmayı kaldırmasını diledim. İlk ikisini kaldırdı, öbür ikisini kaldırmaya razı olmadı. Müslümanlar arasında tefrika ve birbirleriyle kavga haram olmakla beraber, Allah'ın hikmetinin imkan vermesi, kulların imtihanda olmaları sırrı ile ilgilidir. Mümin şerden, haramdan geri duracaktır.155 Ayet-i kerimede belirtildiği üzere zalim fert ve toplumlar geçmişte Allah tarafından dünyada birçok şekillerde cezalandırılmışlar ve helak edilmişlerdir. Ancak biz bu konuyu “Zalim Toplumlar ve Onları Helake Götüren Nedenler” başlığı altında 3. bölümde müstakil olarak işleyeceğimiz için burada onların dünyadaki cezalandırılış şekillerinden bahsetmeyeceğiz. Ancak zalimlere verilen dünyevi cezalar konusunu bitirmeden önce şunu da belirtmekte fayda vardır: zulüm kelimesi çok geniş bir manayı muhtevi olduğu için işlenen bütün suç ve haksızlıklar zulüm kelimesiyle ifade edilmiştir. Bundan dolayı da İslam Ceza Hukukunda “zulüm” için öngörülmüş belli bir ceza yoktur. Netice itibarıyla zulüm yapana şu ceza verilir diye bir hüküm fıkıh kitaplarımızda yer almamaktadır. 154 155 En'âm 6/65. Suat Yıldırım, a.g.e., s. 134. 39 B. Ahiretteki Azap Zulüm ve haksızlık yapan kimseler yaptıklarının cezalarını daha dünyadalar iken görebilirler, bu muhtemeldir. Ancak asıl olan onların cezalarının ahirete kalmasıdır. Zira dünyadaki imtihanın gereği budur. Haksızlık yapan herkes çok geçmeden Allah Teala tarafından ilahi bir ceza ile cezalandırılsa idi, hiç kimse zulüm ve azgınlığa cüret edemezdi. Halbuki onların cezalarının belli bir süreye kadar tehir edildiğini, esas ceza yerinin ahiret olacağını Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de bizlere bildirmektedir: “Eğer Allâh, insanları, yaptıkları (her) haksızlıkla cezâlandırsaydı, yeryüzünde tek canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir süreye kadar erteler. Süreleri geldiği zaman da bir saat dahi ne geri kalırlar, ne de ileri geçerler (derhal mahvolup giderler).”156 “… Eğer (bir süre fırsat verilmesi hakkında) karar olmasaydı derhal aralarında hüküm verilir(işleri bitirilir)di. Kuşkusuz zâlimler için acı bir azâb vardır.”157 Zalimlerin ahirette cehennem azabıyla cezalandırılacakları pek çok ayette beyan edilmektedir:“Zulmedenler azâbı gördükleri zaman artık azâb onlardan ne hafifletilir, ne de onlara fırsat verilir.”158 “(Bu kez hitap, bunlara tanrı diye tapanlara yönelir.) İşte (tanrı) dedikleriniz de sizi yalanladılar. Artık ne (azâbı geri) çevirmeğe gücünüz yeter, ne de (kendinize) bir yardım bulabilirsiniz! Sizden kim zulmederse ona büyük bir azâb tattırırız.”159 “… Biz zâlimlere öyle bir ateş hazırladık ki, çadırı onları kuşatmıştır. Eğer (susuzluktan) feryat edip yardım isteseler erimiş mâden gibi yüzleri haşlayan bir su ile kendilerine yardım edilir! O ne kötü dayanacak(koltuk)dur!”160 156 Nahl 16/61. Şûrâ 42/21. 158 Nahl 16/85. 159 Furkân 25/19. 160 Kehf 18/29. 157 40 bir içecektir ve ne kötü bir III. BÖLÜM ZALİM TOPLUMLAR VE ONLARI HELAKE GÖTÜREN NEDENLER Bu bölümde Kur’an-ı Kerim’de zikredilen zulmüyle meşhur bazı toplumlar ve onların helak ediliş nedenleri üzerinde duracağız. Toplumları helake götüren birçok neden vardır. Allah'ı inkar, Peygamberleri yalanlama, putperestlik, yeryüzünde fesat çıkarma, haddi aşma, kendi ağızlarıyla azabı isteme vs. Allah Teala’nın geçmişte helak ettiği kavimler, Kur’an-ı Kerim’in bize bildirdiğine göre bu cürümlerin bir çoğunu hatta bazıları bunlardan da fazlasını işlemekte idiler. Netice itibarıyla bu zalim toplumlar Allah nazarında helak edilmeyi hak etmişlerdir. Çünkü Allah Teala Salih toplumları helak etmekten ya da zalim toplumlardan başkasından intikam almaktan münezzehtir. Nitekim Cenab-ı Hakk bu konuyla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Halkı uslu kimseler olsaydı, Rabbin o kentleri, zulüm ile helâk edecek değildi.”161 Bir başka ayet-i kerimede de: “Rabbin, Anakent(olan Mekke)de onlara âyetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe ülkeleri helâk edici değildir. Ve biz, halkı zâlim olmadan ülkeleri helâk ediciler değiliz.”162 buyurmaktadır. 161 162 Hûd 11/117. Kasas 28/59. 41 Kur’an-ı Kerim zulümleri nedeniyle helak olmuş kavimlerin kıssalarını tüm insanlara ibret olması için muhtelif surelerde teferruata girmeden anlatmıştır. Biz de onlardan birkaçını örnek olması açısından kısaca anlatacağız. Bu toplumları helake götüren günahları da çalışmamız kapsamına dahil ettik. Çünkü onların helakine neden olan bu günahlar ister şirk ve küfür gibi Allah'a karşı yapılmış olsun, ister baskı ve işkence gibi insanlara karşı yapılmış olsun, isterse de Allah'ın yasak ettiği yolda yürümek gibi nefse karşı işlenmiş olsun neticede zulüm kapsamına girmektedir. A. Nuh Kavmi ve Zulmü İnsanlık doğru yoldan sapıp putlara tapmaya başlayınca Cenab-ı Hakk Peygamberlerini gönderiyor, onlar da insanları tevhit inancına davet ediyorlardı. Nuh (a.s.)' da uzun yıllar kavmini Allah'ın birliğine çağırdı ama ne yazık ki kendisine yalnızca oğulları Sâm, Hâm ve Yâfes ile hanımları ve diğer pek az sayıda kimseler inandı. Diğerleri ise onun davetine kulak asmadılar. Hatta Yâm adındaki oğlu bile kendisine inanmadı.163 Nuh (a.s.)’ın kavminin zalim bir kavim olduğu şu ayet-i kerimelerle bize bildirilmektedir: Necm 53/52, Furkân 25/37, Mü’minûn 23/27-28, Nuh 71/24, Tevbe 9/70, Ankebût 29/14, Hûd 11/44. Nuh (a.s.)’ın kavmini helake götüren günahlar şunlar idi: Tevhit inancındaki bozuklukları: “Dediler ki: Tanrılarınızı bırakmayın: Hele hele Vedd'i, Suva'ı, Yeğûs'u, Ye'ûk'u ve Nesr'i bırakmayın!"164 İnkarcı olmaları: “Nûh dedi ki: "Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden tek kişi bırakma." Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını şaşırtırlar ve sadece ahlâksız, nânkör (insanlar) doğururlar.”165 “Gemi, onları dağlar gibi dalga(lar) arasından geçirirken Nûh, bir kenarda duran oğluna. "Yavrum, bizimle beraber sen de bin, kâfirlerle beraber olma!" diye seslendi.”166 İbn Kesîr, a.g.e., Cilt VIII, s. 3932. Nûh 71/23. 165 Nûh 71/26-27. 166 Hûd 11/42. 163 164 42 Peygamberi yalanlamaları: “Nûh kavmi de peygamberleri yalanladıkları vakit- onları da boğduk ve onları insanlara bir ibret yaptık. Zâlimlere acı bir azâb hazırladık.”167 Peygambere karşı gelmeleri: “(Bu öğütlerin hiçbirinin fayda vermediğini gören) Nûh, (Rabbine dönerek): "Rabbim, dedi, onlar bana karşı geldiler de malı ve çocuğu kendisinin ziyanını artırmaktan başka işe yaramayan (şımarık, gururlu) bir adama uydular."168 Peygamberi sapık ve deli olmakla itham etmeleri: “Kavminden ileri gelenler dediler ki: "Biz seni açık bir sapıklık içinde görüyoruz!"169 “O, kendisinde delilik bulunan bir adamdır, başka bir şey değildir. Hele bir süreye kadar onu gözetleyin.”170 “Onlardan önce Nûh'un kavmi de yalanlamıştı. Kulumuzu yalanladılar ve: "Cinlenmiştir" dediler.”171 Peygamberi taşlamakla tehdit etmeleri: “Dediler: "Ey Nûh, (bu dediğinden) vazgeçmezsen mutlaka taşlananlardan olacaksın."172 Peygamberle alay etmeleri: “Nûh gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler yanından geçtikçe onunla alay ediyorlardı. "Siz bizimle alay ederseniz, sizin alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz?" dedi.”173 İnsanları doğru yoldan saptırmaları: “(Böylece) Onlar, çok kimseyi yoldan çıkardılar. Sen de o zâlimlere şaşkınlıktan başka bir şey artırma.”174 Kibre kapılmaları: “Günâhlarını bağışlaman için onları (sana) ne kadar davet ettimse parmaklarını kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler, direttiler, çok böbürlendiler.”175 Furkân 25/37; ayrıca bk. A’râf 7/64; Yunus 10/73; Şuarâ 26/105; Kâf 50/12-14; Sâd 38/12-14; Kamer 54/9. 168 Nûh 71/21. 169 A'râf 7/60. 170 Mü'minûn 23/25. 171 Kamer 54/9. 172 Şu'arâ 26/116. 173 Hûd 11/38. 174 Nûh 71/24. 167 43 Fâsık olmaları: “Daha önce de Nûh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar da yoldan çıkmış bir toplum idiler.”176 Kötü bir toplum olmaları: “Ve âyetlerimizi yalanlayan kavimden onun öcünü almıştık. Onlar, kötü bir kavim olmuşlardı, biz de onların hepsini boğmuştuk.”177 Kendi ağızlarıyla azap istemeleri: “Dediler ki: "Ey Nûh, bizimle mücâdele ettin. Hem bizimle mücadelede çok ileri gittin. Eğer doğrulardan isen haydi bizi tehdit ettiğin şeyi bize getir!"178 Nuh kavminin helak edilişi yeryüzünü sular altında bırakan şiddetli bir tufan ile olmuştur. Tufanın hükmünün 6 ay kadar sürdüğü söylenir.179 Daha sonra Allah Teala’dan şu şekilde emir geldi: “Ey yer, suyunu yut ve ey gök suyunu tut! denildi. Su azaldı, iş bitirildi. (Gemi) Cudi'ye oturdu.”180 Böylece zalim bir kavim Allah tarafından helak edilmiş oldu. Kendilerinden sonra gelen zalim toplumlara bir örnek ve kendilerinden ibret alınması için bir misal teşkil etmiştir. B. Âd Kavmi ve Zulmü Bu kavim Nuh (a.s.)’ın ve kendisiyle birlikte gemide kurtulanların soyundan türemiştir. Yurtları Yemen ile Umman arasında bir mevki olan Ahkâf’tır.181 Âd kavminin içlerinde barındıkları sağlam yapıları, muhteşem sarayları, malları, davarları vardı. Etrafı bağlar bahçelerle sarılmıştı. Ahkâf, irem diye meşhur olmuş, orada yaşayan insanların yaratılışı boy ve kuvvetçe üstün kılınmıştı.182 Zaman geçtikçe elerindeki servet ve her türlü imkan Âd kavminin büyüklenmesine sebep oldu. Büyüklendikçe büyüklendiler. Hakkı inkar edip, Allah'ı 175 Nûh 71/7. Zâriyât 51/46. 177 Enbiyâ 21/77. 178 Hûd 11/32. 179 İbn Kesîr, a.g.e., Cilt VIII, s. 3933. 180 Hûd 11/44. 181 Seyyid Kutup, a.g.e., Cilt VI, s. 125. 182 Bk. Şuarâ 26/128-129, 132, 134. 176 44 tanımaktan yüz çevirdiler. Kuvvetliyi haklı, güçsüzü haksız gördüler. İçine düştükleri en büyük illet putları ilah edinmekti.183 İşte onlar bu durumda iken Allah (c.c.) Hûd (a.s.)’u rehber olarak gönderdi. Âd kavmi ise Hûd (a.s.)’u tanımadı: “Dediler ki: "Ey Hûd, bize bir mucize getirmedin. Biz senin sözünle tanrılarımızı terk edecek değiliz ve biz sana inanacak değiliz!"184 Kur’an-ı Kerim’in bize bildirdiğine göre Âd kavmini helake götüren günahlar şunlar idi: Putları ilah edinip Allah'a şirk koşmaları: “Âd(kavmin)e de kardeşleri Hûd'u (gönderdik): "Ey kavmim, dedi, Allah'a kulluk edin, O'ndan başka tanrınız yoktur. Siz sadece uyduruyorsunuz!"185 Ayetleri inkar edip Peygambere karşı gelmeleri: “İşte Âd (kavmi), Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler, peygamberlerine karşı geldiler ve her inatçı zorbanın emrine uydular.”186 Peygamberi yalanlamaları: “Âd (kavmi) de, gönderilen elçileri yalanladı.”187 “Onlardan önce Nûh kavmi, Resliler ve Semûd (kavmi) de yalanlamıştı. Âd, Firavun ve Lût'un kardeşleri (durumundaki kavmi), Eyke halkı ve Tubba' kavmi. Bunların hepsi elçileri yalanlayıp, uyardığım(azâb)ı hak ettiler.”188 Peygamberi sefîh olmakla itham etmeleri: “Kavminden ileri gelenler dediler ki: "Biz seni açık bir sapıklık içinde görüyoruz!"189 Peygamberi “Seni ilahlarımız fena çarpmış” diyerek alaya almaları: “(Senin hakkında) seni tanrılarımızdan biri fena çarpmış! … "190 183 Beydâvî, a.g.e., Cilt II, s. 184. Hûd 11/53. 185 Hûd 11/50. 186 Hûd 11/59. 187 Şu'arâ 26/123. 188 Kaf 50/12-14. 189 A'râf 7/60. 190 Hûd 11/54. 184 45 Yeryüzünde haksız yere kibirlenmeleri: “Âd (kavmi), yeryüzünde haksız olarak büyüklük tasladılar ve: "Bizden daha kuvvetli kim var?" dediler. Onları yaratan Allâh'ın kendilerinden daha güçlü olduğunu görmediler mi? Bizim âyetlerimizi de inkâr ediyorlardı.”191 Âd kavminin helak edilişi şiddetli bir kasırga ile olmuştur: “Âd (kavmi) ise uğultulu, azgın bir kasırga ile helâk edildiler. (Allâh) Onu, yedi gece, sekiz gün ardı ardına onların üzerine saldı. O kavmi orada, içi boş hurma kütükleri gibi serilmiş görürsün.”192 C. Semûd Kavmi ve Zulmü Âd kavminden sonra, Allah'ın kendilerini hükümdar kıldığı bu kavmin hükümdarlığı Hicr sınırlarını aşmıştı. Hicr; Şam ile Hicaz arasındadır. Semûd milleti, kayaları oymuş, tepelere saraylar koymuştu. Ovalara inmiş, köşkler dizmişti. Taş oymacılığı aralarında yürütülen en sanatlı iş idi.193 Semûd medeniyeti Şu’arâ suresinde de Salih (a.s.)’ın Semûd’a nasihati sırasında şöyle bildiriliyor: “Siz burada güven içinde bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz? Böyle bahçelerde, çeşme başlarında? Ekinler ve yumuşak tomurcuklu güzel hurmalıklar arasında? Dağlardan ustalıkla evler yontuyorsunuz. Allah'tan korkun ve bana itaat edin.” 194 Salih (a.s.) Semûd kavmine Allah'a iman etmelerini, gözleri önünde müşahhas bir misal olan Âd kavminden ibret alarak güç ve imkanlarından ötürü mağrur olamamalarını, yeryüzünde fesat çıkarmak maksadıyla dolaşmamalarını öğütledi. Kavminden bir grup Salih (a.s.)’i ve onun getirdiği ilahi mesajları doğrulayıp iman etti. Diğer bir grup ise kibirlerine yediremeyip inkar ettiler. “Büyüklük taslayanlar: "Biz, sizin inandığınızı inkâr edenleriz!" dediler. Derken dişi deveyi boğazladılar ve 191 Fussilet 41/15. Hâkka 69/6-7. 193 İsmail Lütfi Çakan, Mehmet Solmaz, Kur’ân-ı Kerîm’e Göre Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi, Ensar Yayınları, İstanbul, 1988, Cilt I, s. 62. 194 Şu'arâ 26/146-150. 192 46 Rablerinin buyruğu dışına çıktılar; "Ey Sâlih, eğer hakikaten elçilerdensen, bizi tehdit ettiğin (azâb)’ı bize getir!" dediler.”195 Semûd kavmini helake götüren sebepler Kur’an-ı Kerim’in bize bildirdiğine göre şunlar idi: Rablerini inkar etmeleri: “İyi bilin ki Semûd (kavmi), Rablerini inkâr ettiler ve iyi bilin ki Semûd (kavmi) def olup gittiler!”196 Peygamberlerini yalanlamaları: “And olsun Hicr halkı (Semûd kavmi) de peygamberleri yalanladılar.”197 Peygamberi öldürmeye kalkışmaları: “Allah'a and içerek birbirlerini: "Biz, gece ona ve âilesine baskın yapıp onları öldürelim sonra velisine: 'Âilesinin öldürülüşünde bulunmadığımızı, bizim doğru olduğumuzu' söyleyelim" dediler.”198 Peygamberi yalancı ve şımarık olmakla itham etmeleri: “Zikir, aramızdan ona mı bırakıldı? Hayır o, yalancı şımarığın biridir!”199 Peygamberi uğursuzlukla itham etmeleri: “Dediler: "Senin ve seninle beraber bulunanların yüzünden uğursuzluğa uğradık." Dedi: "Uğursuzluğunuzun sebebi, Allâh'ın yanındadır (her şey O'nun takdiriyle olur). Doğrusu siz (bu olaylarla) sınanan bir toplumsunuz."200 Ayetlerden yüz çevirmeleri: “Onlara âyetlerimizi verdik, ama onlardan yüz çeviriyorlardı.”201 Allah'ın bir mucize olarak gönderdiği deveyi öldürmeleri: “Ey kavmim, işte şu, Allâh'ın devesi, size bir mucizedir. Bırakın onu, Allâh'ın arzında yesin, ona bir kötülük dokundurmayın, yoksa sizi yakın bir azâb yakalar! Fakat onu kesip devirdiler. 195 A'râf 7/76-77. Hûd 11/68. 197 Hicr 15/80; ayrıca bk. Şuarâ 26/141; Kâf 50/12-14; Kamer 54/23. 198 Neml 27/49. 199 Kamer 54/25. 200 Neml 27/47. 201 Hicr 15/81. 196 47 (Sâlih) dedi ki: "Yurdunuzda üç gün yaşayın, (sonra mahvolacaksınız); bu, yalan olmayan bir uyarıdır!"202 Yeryüzünde fesat çıkarmaları: “Şehirde dokuz kişi vardı ki yeryüzünde bozgunculuk yaparlar, düzeltmezlerdi.”203 “Bunlar ülkelerde azmışlardı. Oralarda çok kötülük etmişlerdi.”204 Zulmetmeleri: “İşte şunlar, zulümleri yüzünden çökmüş, ıssız kalmış evleridir. Şüphesiz bunda bilen bir kavim için ibret vardır.”205 Kendi ağızlarıyla azabı istemeleri: “Derken dişi deveyi boğazladılar ve Rablerinin buyruğu dışına çıktılar; "Ey Sâlih, eğer hakikaten elçilerdensen, bizi tehdit ettiğin (azâb)ı bize getir!" dediler.”206 Hak yoldan uzaklaşan zalimlerin cezası yok olmak ve ceza görmektir. Semûd kavmi de diğer zalim kavimlerin başlarına gelen akıbetlere uğramışlar, korkunç uğultulu bir ses207 ve şiddetli bir sarsıntıyla208 helak edilmişlerdir. D. Lût Kavmi ve Zulmü Lût (a.s.) Hz. İbrahim (a.s.)’ın kardeşi Haran’ın oğludur. Sedum bölgesine peygamber olarak gönderilmiştir.209 Lût kavminin kıssası bize, bir toplumun fıtrat rayından ne derece çıkabileceğini gösteren en güzel bir örnektir. Ahlaksızlıkları cinseldi, iğrençti. Eşleri kadınları bırakır erkeklere giderlerdi. İffet, namus, haya unutulmuş, erkeklerin birbirileriyle çiftleşmeleri şeklinde beliren fuhuş, toplumda değer adına hiçbir şey bırakmamıştı. Lût (a.s.) onları uyarıyor, yaptıklarının bid'at olduğunu, hilkat-i ilahiyyeye aykırı düştüğünü, bu çirkin sapıklığa kendilerinden önce hiçbir kimsenin düşmediğini Hûd 11/64-65; ayrıca bk. A’râf 7/77; Şuarâ 26/157; Kamer 54/29; Şems 91/14. Neml 27/48. 204 Fecr 89/11-12. 205 Neml 27/52; ayrıca bk. Hûd 11/67. 206 A'râf 7/77. 207 Hûd 11/67-68. 208 A'râf 7/78. 209 Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya ve Tevârîh-i Hulefa, İstanbul, 1981, s. 10. 202 203 48 anlatıyordu: “Lût'u da (gönderdik). Kavmine dedi ki: "Siz, sizden önce dünyâlarda hiç kimsenin yapmadığı fuhşu mu yapıyorsunuz?" Siz, kadınları bırakıp şehvetle erkeklere gidiyorsunuz ha! Doğrusu siz, israfçı (aşırı) bir kavimsiniz!”210 Peygamberlerine verdikleri cevapta sapıklıkları, haddi tecavüzleri bir kez daha ortaya çıkıyor: “Kavminin cevabı: "Onları (şu Lût taraftarlarını) kentinizden çıkarın, çünkü onlar, fazla temizlenen insanlarmış!" demelerinden başka olmadı.”211 Allah'ın dostu İbrahim (a.s.) henüz hayatta idi. Allah İbrahim (a.s.)’a melekler göndererek ona İshak’ı müjdeledi.212 “(İbrâhim): "O halde göreviniz nedir ey elçiler?" dedi.”213 Melekler şöyle cevap verdiler: "Biz suçlu bir kavme gönderildik." Ki onların üzerine çamurdan taş(lar) salalım. Rabbinin katında, haddi aşanlar için işâretlenmiş (taşlar).”214 “Elçilerimiz dediler ki: "Biz şu (Sodom) kenti(ni)n halkını helâk edeceğiz. Çünkü oranın halkı zâlim oldular."215Lût kavmini helake götüren nedenler ayet-i kerimelerin bildirdiğine göre şunlardı: İnkar etmeleri: “Muhakkak ki bunda bir ibret vardır, ama yine çokları inanmazlar.”216 Peygamberleri yalanlamaları: “Lût (kavmi) de gönderilen elçileri yalanladı.”217 “Lût'un kavmi de uyarıları yalanladı.”218 Ahlaksız (homoseksüel) bir toplum olmaları: “Lût'u da (gönderdik), kavmine dedi ki: "Siz göre göre o aşırı kötülüğü yapıyorsunuz ha?!" Siz, kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Siz gerçekten câhil bir toplumsunuz.”219 Haddi aşmaları: “Âlemlerin içinde erkeklere mi gidiyorsunuz? Ve Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyorsunuz? Siz sınırı aşan bir kavimsiniz.”220 210 A'râf 7/80-81. A'râf 7/82. 212 Zâriyât 51/28. 213 Zâriyât 51/31. 214 Zâriyât 51/32-34. 215 Ankebût 29/31. 216 Şu'arâ 26/174. 217 Şu'arâ 26/160. 218 Kamer 54/33. 219 Neml 27/54-55; ayrıca bk. A’râf 7/80-81; Ankebût 29/28. 220 Şu'arâ 26/165-166; ayrıca bk.A’râf 7/81. 211 49 Peygamberi sürgünle tehdit etmeleri: “Dediler: "Ey Lût, and olsun, eğer (bundan) vazgeçmezsen, mutlaka sürülenlerden olacaksın.”221 Yol kesicilik yapmaları: “Siz (kadınları bırakıp) erkeklere gidiyorsunuz, yol kesiyorsunuz ve toplantılarınızda edepsizce şeyler yapıyorsunuz ha?.. Kavmi'nin cevabı, sadece: "Eğer doğrulardan isen, haydi Allâh'ın azâbını getir!" demeleri oldu.”222 Fâsık bir toplum olmaları: “Biz yoldan çıkan şu ülke halkının üstüne gökten bir azâb indireceğiz.”223 Kendi ağızlarıyla azabı istemeleri: “Kavmi'nin cevabı, sadece: "Eğer doğrulardan isen, haydi Allâh'ın azâbını getir!" demeleri oldu.”224 Cenab-ı Hakk Lût kavminin sonunu bizlere şu şekilde haber vermektedir: “Biz de onu ve âilesini kurtardık, yalnız karısı geride kalanlardan oldu. Ve üzerlerine bir (taş) yağmur(u) yağdırdık; bak, işte suçluların sonu nasıl oldu!”225 Hicr suresinin 74. ayetinde de ifade edildiği gibi bu yağmur taş yağmurudur: “Üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.” Yine Hûd suresi 82 ve 83. ayetlerde Lût kavminin akıbeti bize şu şekilde bildirilmektedir: “(Azâb) emrimiz gelince oranın üstünü altına getirdik, üzerine de taş yağdırdık: Çamurdan pişmiş, (azâb için) hazırlanmış, istif edilmiş. Rabbinin katında işâretlenmiş (taşlar). O, zâlimlerden uzak değildir.” E. Meyden Halkı ve Zulmü Şuayb (a.s.)’ın kavmi İbrahim (a.s.) soyundan gelen Medyen halkıdır. Bunların yaşadıkları yer Lût Gölüne yakın ve Şam’ın Hicaz’a bakan bölgelerinden Maan’da bulunuyordu. Medyen ahalisi bolluk ve bereket içerisinde bir yaşam sürüyordu. Bununla beraber onlar ticaretle de uğraşıyorlardı. Allah'tan başkasına kulluk yapıyorlar, her türlü kötülükle iştigal ediyorlar ve bir türlü vazgeçmiyorlardı. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapıyorlar, insanların mallarını ucuz fiyata ellerinden alabilmek için pazarlık ve Şu'arâ 26/167; ayrıca bk. Neml 27/54-56. Ankebût 29/29. 223 Ankebût 29/34. 224 Ankebût 29/29. 225 A'râf 7/83-84. 221 222 50 münakaşa ediyorlardı.226 Şuayb (a.s.) onları tüm bunları yapmaktan engellemeye çalışıyor ve onları Allah'ın azabıyla korkutuyordu: “Medyen'e de kardeşleri Şu'ayb'i (gönderdik): "Ey kavmim, dedi, Allah’a kulluk edin, sizin O'ndan başka tanrınız yoktur; ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Ben sizi bolluk içinde görüyorum ve ben sizin için kuşatıcı bir günün azâbından korkuyorum!"227 “Ey kavmim, bana karşı gelmeniz, sakın sizi Nûh kavminin, yahut Hûd kavminin veyahut Sâlih kavminin başlarına gelenler gibi bir felâkete uğratmasın! Lût kavmi henüz sizden uzak değildir.”228 Şuayb (a.s.) onlara nasihat etmeye, doğru yolu göstermeye gayret ederken kavmi onu ve getirdiği hakikatleri şiddetle inkar etti. Bu da yetmiyormuş gibi Şuayb (a.s.) ve beraberindeki insanları memleketlerinden sürgün etmekle tehdit ettiler. “Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: "Ey Şu'ayb, mutlaka seni ve seninle beraber inananları kentimizden çıkarırız, ya da dinimize dönersiniz!"229 Kur’an-ı Kerim’in bize bildirdiğine göre Medyen halkını helake götüren nedenler şunlardı: Putları Allah'tan başka ilah edinmeleri: "… Ey kavmim, dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka tanrınız yoktur. "230 İnsanları Allah'ın yolundan alıkoymaları: “Ve her yolun başına oturup da tehdit ederek inananları Allâh yolundan çevirmeğe ve o (Hak yolu)nu eğriltmeğe çalışmayın!”231 Peygamberi yurtlarından çıkarmak ve taşa tutmakla tehdit etmeleri: “Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: "Ey Şu'ayb, mutlaka seni ve seninle beraber inananları kentimizden çıkarırız, ya da dinimize dönersiniz!”232 Abdulvahhab en-Neccâr, Kısasü’l-Enbiya, Kahire, ts., s. 181. Hûd 11/84. 228 Hûd 11/89. 229 A'râf 7/88. 230 A'râf 7/85; ayrıca bk. Hûd 11/84. 231 A'râf 7/86. 232 A'râf 7/88. 226 227 51 “Dediler ki: "Ey Şu'ayb, senin söylediklerinden çoğunu anlamıyoruz, biz seni içimizde zayıf görüyoruz. Kabilen olmasaydı seni mutlaka taşlayarak öldürürdük! Senin bizim yanımızda hiçbir değerin yoktur!"233 Ticaretteki ahlaksızlıkları: “… Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Ben sizi bolluk içinde görüyorum ve ben sizin için kuşatıcı bir günün azâbından korkuyorum!" Ey kavmim, ölçüyü ve tartıyı tam dengeli yapın, insanların eşyasını eksik vermeyin ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak kötülük etmeyin!”234 Medyen halkının helak edilmesini Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de bizlere şu şekilde haber vermektedir: “Azap emrimiz gelince, Şu'ayb'i ve onunla beraber inanmış olanları bizden bir acıma ile kurtardık; zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı, yurtlarında çöküp kaldılar. Sanki orada hiç şenlik kurmamışlardı! İyi bilin ki, Semûd (kavmi) nasıl uzaklaşıp gittiyse Medyen halkı da öyle uzaklaşıp gitti.”235 Şuayb (a.s.)’ın kavmi Allah'ın emrine uymamanın, peygamberi dinlememenin, haksızlığın ve hilekarlığın cezasını böylece görmüş oldu. Bu zalimlerin ve kafirlerin kaçınılmaz sonudur. 233 Hûd 11/91. Hûd 11/84-85; ayrıca bk. A’râf 7/85. 235 Hûd 11/94-95. 234 52 SONUÇ Yaptığımız bu küçük çaplı çalışmamızda sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: Zulüm kavramı, Kur’an-ı Kerim’de her türlü olumsuz durumun anlatımında kullanılan ve çok geniş bir muhtevaya sahip olan nadir kavramlardan birisidir. İçerik olarak çok şümullü olan bu kavram Kur’an-ı Kerim’de bazen küfür ve şirk anlamında kullanılmıştır. Fakat zulüm, her iki kavramdan daha genel ve daha şümullüdür. Lügatçılara göre bu kökün ilk plandaki anlamı “yanlış yere koymak” tır. Diğer taraftan “muayyen haddi aşmak, başkasının hakkını ihlal etmek, doğru yoldan sapmak” gibi anlamlara da gelir. Zulüm genel olarak; bir şeyi kendine ait olan şeyin dışına koyma, gerek eksiklik, gerek fazlalık, gerekse zaman ve yer bakımından saptırma olarak tanımlanmıştır. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi zulüm Kur’an-ı Kerim’de değişik şekillerde ifade edilmiştir. Bunların başında kişinin yaratıcısı olan Allah'a karşı işlediği zulüm ki bunların başında küfür, şirk ve nifak gelmektedir. Kur’an şirki en büyük zulüm olarak nitelendirmiştir. Çünkü müşrik, gerçekte hiçbir zaman ilah olma özelliğini taşımayan varlıkları ilahlık konumuna koymakla yanlış ve yersiz davranmış olmaktadır. Bir de ameli açıdan zulüm vardır ki o da Allah'ın koyduğu sınırları çiğneyerek kişinin kendine zulmetmesi ve bunun yanında toplumda diğer insanların haklarını gözetmeyerek onlara adaletsiz davranması ve zulmetmesidir. Ayrıca Kur’an, halkı zalim olup da çeşitli şekillerde ilahi azaba uğrayan kavimlerden ve yaptıkları zulümden de söz eder. Bunların başında Allah'ı ve ahireti inkar, elçileri yalanlama, onlarla alay etme, Allah'a iftira etme, O’nun ayetlerini yalanlama, bunun yanında çeşitli sapık davranışlarda bulunma, ölçü ve tartıda hile yapma, kibir ve gurura kapılma, mal ve mülk ile şımarma, yeryüzünde bozgunculuk yapma gibi filleri sayabiliriz. Kısaca; nerde, ne zaman ve kime karşı olursa olsun, yapılan her türlü haksızlık, adaletsizlik, yersiz ve zamansız davranış zulüm olarak değerlendirilir. Zulüm çeşitlerinden birisi de insanın diğer insanlarla olan ilişkisinde ortaya çıkan zulümdür. Kur’an’a göre insanlara zulüm yapmamak esastır. Ancak bir kimse 53 zulme maruz kalırsa aynısı ile hakkını alması adaletin gereğidir. Bununla beraber affederse, bu da azim sahiplerinin yapacağı üstün davranış örneği olur. Diğer taraftan Kur’an zulme maruz kalan insanın da hakkını alması, fazlasına kaçmaması gerektiğini, hakkını alırken haddi aşıp mukabil bir zulme girmemesi gerektiğini açık bir şekilde vurgulamıştır. Hakkı olduğu ve gücü yettiği halde sabreder ve affederse ibadetlerindeki ihsan derecesi gibi yüksek bir ahlak örneği teşkil eder. Fert olsun, zümre olsun, millet olsun şayet insanlar ilahi ölçülerle eğitilip terbiye edilmemişlerse her zaman zulüm yapabilirler. Zulüm ve tecavüz kudret ve iktidarın en acı sonuçlarıdır. Güçlü ve muktedir olanlar, zayıf ve düşkün kimselere bazen güçlerini göstermek için maddi ve manevi baskıda bulunurlar, haklarına tecavüz ederler. Hatta kendi arzularını tatmin ve zayıf buldukları kimseleri kendi isteklerine boyun eğdirmek için işkence ederler. Böylece güya güç ve kudretlerini izhar ederler. Tarih bunun sayısız misalleriyle doludur. Kur’an, gönderilen Peygamberlerle, onlara inanan, maddeten zayıf yani adamı, arkası, malı ve zenginliği olmayan kimsesiz, fakir müminlere, zalim hükümdarların ve onların etraflarında bulunan mevki, makam sahibi ve zengin, Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle “mele” denilen aristokrat sınıfın tatbik ettiği zulüm örnekleriyle doludur. İnancından dolayı zulme uğrayanlar beşer tarihinin en acı sahnelerini yaşamışlardır. Kur’an-ı Kerim’de Peygamberlerin tevhit mücadelesi incelendiğinde apaçık görüleceği gibi, toplum gelirlerinin kaymağını yiyen bu tuzu kuru seçkin sınıf “mele” daima Peygamberlere ve onların davetine karşı çıkmışlar, ilahi öğretinin topluma egemen olmaması için mal ve canlarını bu uğurda feda etmekten çekinmemişlerdir. Çünkü Peygamberler onların zulüm üzerine kurulu düzenini kökünden kazıyacak adil bir düzenin müjdeleyicisi olmuşlardır. İnsanları insanlara kulluktan kurtarıp, Allah'a kulluğa davet etmişlerdir. Diğer insanlarla bir sayılmak, hepsinin yaratıcısı olan bir Allah'a kul olmak ve O’na boyun eğip secde etmek bu zalimlerin işine gelmiyor, zulüm düzenlerini kökünden sarsıyordu. İşte bunun için bu zalim tiranlar bütün güçleriyle Peygamberlere karşı çıkmışlar, onlara ve inananlara her türlü işkenceyi reva görmüşlerdir. Aslında zulmün hangi çeşidi olursa olsun neticede hepsi insanın kendi nefsine yaptığı zulüm olarak düşünülebilir. Zira bunların zararı sonunda hep insanın kendi nefsine dönecek ve zararı gören yine kendisi olacaktır. 54 BİBLİYOGRAFYA ABDÜLKÂDİR ER-RÂZÎ, Muhammed b. Muhammed; Muhtâru’s-Sıhah, Beyrut 1967. ALTUNTAŞ Halil- ŞAHİN Muzaffer; Kur’ân-ı Kerim Meali, DİB Yayınları, Ankara, 2002. ATEŞ, Süleyman; Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, Ankara, 1988. el-BEYDÂVÎ, Nâsıruddîn Abdullah b. Ömer; Envâru’-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, İstanbul, 1911. el-BUHÂRÎ, Muhammed b. İsmail; el-Câmiu’s-Sahîh, Beyrut, 1982. CERRAHOĞLU, İsmail; Kur’ân-ı Kerim’den Öğütler, DİB Yayınları, Ankara, 1991. CEVDET PAŞA, AHMET; Kısas-ı Enbiya ve Tevârîh-i Hulefa, İstanbul, 1981. el-CEVHERİ, İsmail b. Hammâd; es-Sıhah Tâcu’l-Luga ve Sıhahi’l-Arabiyye, Beyrut, 1979. el-CÜRCÂNİ, Seyyid Şerif; et-Ta’rîfât, Mısır, 1971. 55 ed-DEHLEVÎ, Şah Veliyyullah İbn Abdirrahim; Huccetullahi’l-Bâliğa, Beyrut, t.y. DEVELİOĞLU, Ferit; Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara, ty. el-GAZÂLÎ, el-İmam ebi Hamid Muhammed b. Muhammed; İhyâu Ulûmi’d-Dîn, Beyrut, ty. HAMİDULLAH, Muhammed; İslam Peygamberi, trc. M. Said Mutlu, İstanbul, 1972. İBNÜ’L-ESÎR; el-Kâmil fi’t-Târîh, Beyrut, 1385 h. İBN KESÎR, Ebu’l-Fidâ İsmail; Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Hadislerle Kur’ân-ı Kerîm Tefsiri, trc. Bekir Karlığa-Bedrettin Çetiner, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1985. İBN KUTEYBE, Ebu Muhammed b. Müslim; Tefsîru Garâibi’l-Kur’ân, thk. Seyyid Ahmet Sakar, Beyrut, 1978. İBN MACE, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid el-Kazvini; Sünen, Mısır, 1952. İBN MANZÛR, Muhammed b. Mükrim İbn-i Manzûr el-Mısrî Lisânü’l-Arab, Beyrut 1955. İBN TEYMİYYE, Şeyhu’l-İslam Ahmed; Mecmûatu’t-Tevhid, Riyad, t.y. 56 el-İSFEHÂNİ, er-Ragıb Ebi’l-Kâsım el-Huseyn b. Muhammed; el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, Beyrut, 1978. KARAMAN, Hayrettin-Topaloğlu, Bekir; Arapça-Türkçe Yeni Kamus, İstanbul, 1977. KONROPA, Zekai; Peygamberimiz – İslam Dini ve Aşere-i Mübeşşere, Fatih Yayınları, t.y. KUTUB, Muhammed; Tevhid, Risale Yayınları, İstanbul, 987. KUTUB, Seyyid; Fî Zılâli’l-Kur’ân, Kur’ân’ın Gölgesinde, çev. M. Emin Saraç; İ. Hakkı Şengüller, Bekir Karlığa, Hikmet Yayınları, İstanbul, 1979. MAHMUD ESAD; İslam Tarihi, Tarih-i Dîn-i İslam, çev. A. Lütfi Kazancı-O. Kazancı, İstanbul, 1983. el-MEVDÛDÎ, Ebu’l-Alâ; Tefhîmu’l-Kur’ân, çev. Yusuf Karaca, Nazife Şişman, İnsan Yayınları, İstanbul, 1986. MÜSLİM, Ebu’l-Huseyn Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî; el-Câmiu’s-Sahih bi şerhi’n-Nevevî, Mısır, ty. en-NEVEVÎ,Ebu Zekeriyya Yahya b. Şeref; Riyâzu’s-Sâlihîn, Beyrut, 1399 h. 57 er-RÂZÎ, Fahruddin Ebi Abdillah Muhammed b. Ömer; Mefâtihu’l-Gayb (et-Tefsîru’l-Kebîr), Mısır, 1938. es-SÂBÛNÎ, Muhammed Ali; Safvetü’t-Tefâsîr, Beyrut, 1981. Ahkam Tefsiri, trc. Mahzar Taşkesenoğlu, İstanbul, 1984. SOFUOĞLU, Mehmet; Sahih-i Buhârî ve Tercemesi, Ötüken Yayınları, İstanbul. SOLMAZ, N. Mehmet-ÇAKAN,İsmail Lütfi; Kur’ân-ı Kerîm’e Göre Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi, Ensar Yayınları, İstanbul, 1988. eş-ŞEVKÂNÎ, Muhammed b. Ali b. Muhammed; Fethu’l-Kadîr, el-Câmîu beyne Fenneyi’r-Rivayeti ve’d-Dirâyeti min İlmi’t-Tefsir, Mısır, 1964. et-TABERÎ, Muhammed b. Cerîr; Câmiu’l-Beyân fî Te’vîli âyi’l-Kur’ân, Mısır, 1903. et-TEHÂNEVİ, Muhammed b. Ali b. Ali; Keşşâfü Istılâhâti’l-Funûn, Tashih: Muhamed Vecih, İstanbul, 1984. TÜRKİYE DİYANET VAKFI Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Ankara, 1993. VEHBİ, Mehmet Konyalı; 58 Hulâsatü’l-Beyân, Üç Dal Neşriyat, İstanbul, t.y. YALTKAYA, Şerafettin; Yedi Askı el-Muallakâtü’s-Seb’a. YAZIR, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, 1968. YILDIRIM, Celal; Asrın Kur’ân Tefsiri, Anadolu Yayınları, İzmir, 1986. YILDIRIM, Suat; Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, İstanbul, 1998. Kur’ân-ı Kerîm ve Kur’ân İlimlerine Giriş, Ensâr Neşriyât, 3. Baskı, İst. 1989. ZEBÎDÎ, Zeynüddin Ahmed b. Ahmed b. Abdüllatif; Sahîh-i Buhârî Muhtasarı, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, terc. ve şerh Ahmed Naim (I-III), Kâmil Miras, (IV-XII), DİB Yayınları, Üçüncü Baskı, Ankara, 1973. 59