Elektronik iletişim çağı ve oluş(turul)makta olan yeni

advertisement
Marmara İletişim Dergisi / Marmara University Journal of Communication • Yıl / Year: 2014 • Sayı / Issue: 21
ss/pp. 19-56 • ISSN: 1300-4050 DOI: 10.17829/midr.20142110297
Elektronik iletişim çağı ve oluş(turul)makta olan
yeni(!) toplum düzeni üzerinde
küresel toplum mühendisliği etkisi
İrfan PAÇACI*
Özet
Günümüz toplumlarının siyasal yapılarının anlaşılmasında “iletişim düzeni” ve “medya”
ile “demokrasi” arasındaki ilişki önemli bir göstergedir. 1980’lerden itibaren sosyal bilim
çalışmalarında temel analiz şablonu olarak yaygın biçimde kullanılmaya başlanılan küreselleşme
olgusu, değişimlerin tetikleyicisi olarak yeni bir dünya düzeni oluşmasına neden olmuştur.
Bu kapsamda radikal dönüşümlerin gerçekleştiği alanlardan biri olan, medya ve kitle iletişim
araçları, bilgi toplumuna geçiş sürecini yaşayan siyasal ve sosyal yapıları şekillendirmede önemli
bir etkiye sahip olmuştur. İletişim devrimi ile birlikte uydu ve internet teknolojisinin yarattığı
ürünler yeni bir iletişim ortamı oluşturarak süratle günlük yaşama girmiştir.
Küresel iktidarın uygulamaya koyduğu politikalar yoksulluk ve savaşın küreselleşmesini
beraberinde getirmiş, insan hakları ihlalleri de küresel anlamda artış göstermiştir.
Küreselleşme ve elektronik devrim ekseninde ortaya çıkan gelişmelerin ürettiği ekonomik, politik
ve sosyolojik sebeplerin yeniden oluş(turul)makta olan yeni (!) toplum düzeninde insanlığı
bekleyen ve halen maruz kaldığı, “dönüşüm” olarak nitelendirilen gelişmeler, eleştirel bir bilgi
metodolojisinin kurulmasını kaçınılmaz kılmaktadır.
Makale bu perspektife katkı sunmak üzere tasarlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Küreselleşme, Düşünce Özgürlüğü, İletişim, Siyasal Yönetim
Electronic communications engineering effect of age
and the global community
Abstract
To understand the political structure of our society today “contact order”, “media”, and “democracy”
are important indicators. Since the 1980s, fundamental analysis in social science studies has
started to be used widely as a template phenomenon of globalization as the trigger of change has
led to the formation of a new world order.
* Doç.Dr., Marmara Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü, irfanpacaci@hotmail.com
19
İrfan PAÇACI
In this context, one of the areas of radical transformation, the media and the mass media take
place in transition to a knowledge society in shaping the political and social structure having a
significant impact. Due to the relationship with satellite and internet technology revolution, a new
product has been created by arranging a new communication criteria in everyday life.
The policies which global power put into practice have brought the globalization of poverty and
war; what is more, human right violations have increased in the global sense.
The developments produced by the globalization and the electronic revolution axis and new
community scheme (!) waiting humanity emerged by the economic, political and sociological
reasons are still exposed to the “conversion” causes the establishment of a critical knowledge
methodology inevitable.
Article is intended to contribute according to this perspective.
Keywords: Globalization, freedom of thought, communication, political, administrative.
Giriş
Elektronik bilgi ve bilişim devriminin ortaya çıkardığı sonuçlardan biri de yönetsel
planda demokrasiyi geliştirecek “teknik”, “politik” ve “ekonomik” nitelikli dönüşümlerin
hızlandırılmasıdır. Kamu yönetiminin işleyişine yönelik gerçekleştirilen dönüşümler, gelişmekte
olan ülkelere de model olmak üzere, önce gelişmiş ülkelerde uygulamaya konulmuştur. Bu
sürecin başlangıcında, kamu bilgisi geliştirilmeye açık ulusal kaynak olarak değerlendirilerek,
yurttaşların bu bilgilere kolayca ve bedelsiz ulaşması, “bilgiye erişim hakkı” temel yurttaşlık
hakkı olarak benimsenmiştir.
Bilgiyi ekonomik ve yönetsel değere dönüştürmek üzere ortaya çıkan e-devlet uygulaması, bilgi
ve iletişim teknolojilerine duyulan ihtiyacın karşılanmasının bir sonucu olarak gerçekleşmektedir.
Geleneksel devletin içerisinde ve soğuk savaş refleksleri ile kurulmuş yapıların üzerine inşaa
edilen e-devlet, yönetim anlayışında dönüşümlere yol açarak, kamu hizmeti algısı ve uygulama
biçimini değiştirmiştir. Kamu hizmeti teorisi bu değişimin etkisine girerken, siyaset-yönetim
ilişkileri ile kamusal sorumluluk ve denetim anlayışının yeniden düzenlenmesi kolaylaşmıştır.
Ortaya çıkan bu paradigma değişikliği, demokrasinin yerleşmesine katkı sağlayarak, yönetimin
saydamlaşmasını kolaylaştırmaktadır, (tartışmalı) hipotezine dayandırılmıştır.
21.yüzyılın teknolojik devrimleri;
• Devlet-toplum ilişkilerinin çözümlenerek yeniden düzenlenmesine,
• Sosyal alanın kültürel kodlarının değişmesine,
• Siyasi ve ekonomik düzenin kurumsal-işlemsel çerçevesinin yeniden kurulmasına,
• Küresel sorun ve tartışma konularının toplumların ortak gündemlerini oluşturmasına,
• Yerel değerlerin etkisini kaybederek, demokratikleşme ve küreselleşme merkezli kültür
kalıplarının, tüketim toplumu değerleri haline ge(tiri)lmesine,
• Enformasyon endüstrisi cihaz ve mekanizmaları ile enformasyon toplumu “düzeni”nin
sistemleştirilmesine,
20
Marmara İletişim Dergisi / Marmara University Journal of Communication • Yıl / Year: 2014 • Sayı / Issue: 21 • ss. 19-56
olanak sağlayarak küreselleşme kuramları ile tasarımı hazırlanan “yeni dünya düzeninin”
altyapısını kurmaya yönelik politikalar süreci oluşturulmaktadır.
Bu küresel yeniden yapılanma sürecinde düşünsel ve sosyal paradigmaların da formüle
edilmekte olduğu görülmektedir. Bütün bu gelişmelerin neticesinde; iletişim tabanı üzerinde,
“toplum-devlet” ilişkilerini yeniden üreterek ekonomik, yönetsel, siyasal ve kültürel alanlarda
gerçekleştirilen değişimlerle elektronik şebekelere dayalı bir toplum düzeni inşaa edilmektedir.
Alman toplum kuramcısı ve eleştirmeni Jürgen Habermas1, kurduğu iletişim odaklı bir
modelleme ile üretim araçları-üretim ilişkileri arasındaki paradigmada gördüğü Marksist tezin
yetersizliğini, oluşturduğu iletişimsel eylem ve yaşama evreni kuramıyla aşmayı önermektedir.
(Habermas, 2001:1) Getirdiği eleştirel teori ile günlük sosyal faaliyet evreni olarak tanımladığı
yaşama evrenini sosyal sistemden ayırt ederek dünyanın sosyal entegrasyon alanı olduğunu
vurgulamakta ve dilin de egemen araç işlevine işaret etmektedir. (Habermas, 2002: 22) Habermas
rasyonellik sorununa, bu rasyonellik kavramının kullanılması hususunda sorunun üç düzeyde
ortaya çıkacağına vurgu yaparak değinmektedir. Rasyonellik ile ilgili olarak; “...ne kendisinin
kılavuz eylem kavramlarının rasyonellik içermesi hakkındaki üst kuramsal sorundan ne nesne
alanlarına anlamı anlayıcı yaklaşımın rasyonellik içermeleri hakkında ki yöntem bilimsel
sorundan ve son olarak ne de toplumların modernleşmesinin hangi anlamda rasyonellik
olarak betimlenebileceğine ilişkin empirik-kuramsal sorudan kaçabilir” (Habermas, 2001:19)
diyerek iletişimsel rasyonaliteyi öngörmektedir. Zira Habermas için rasyonalite, bilginin
temellendirilmesi ile değil, karşılıklı anlaşma ve uzlaşmaya dayalı olarak kullanımıyla ilgilidir. Bu
noktada yaşam dünyası ‘toplumun demokratik öz örgütlenmesinin meşru ve ideal zemini olarak
iletişimsel eylemi esas almaktadır. (Yıldırım, 2006: 254)
Küreselleşme sürecinin siyaseti yeni kalıplara taşıyarak devleti ve toplumu yeniden inşaa
sürecine soktuğu bir dönemde, siyasal iletişim ve araçlarının kullanımı ile ilgili “yönetsel mantık”
yeniden oluşturulmuştur. Bu açıdan bakıldığı zaman, “devletin ideolojik aygıtlarının etkililiği
bağlamında, yeni iletişim teknolojilerinin etkin kullanımıyla kitlelerin toplumsal iletişim sürecine
dahil edilmesi daha kolaylaşmıştır, ancak bu süreç toplumsal iletişimin demokratikleşmesini değil
iktidar tarafından daha kolay denetlenebilir ve yönlendirilebilir olmasını beraberinde getirmiştir.”
(Çoban, 2009: 125) Bu durumda, siyasal işleyişin rasyonel biçimde demokratikleşmesine dönük
olarak önerilen; “kitle iletişim araçlarına açık olmanın ve günlük hayatın sıradan konuşmalarının
bile daha bilinçli tercihlere imkan verdiği gerçeği dikkate alındığında aynı temel doğrultusunda
sistemli bir şekilde geliştirilen mekanizmanın çok daha olumlu sonuçlar üreteceği öngörüsü,
müzakereci demokrasinin savunucularının hareket noktasını oluşturmaktadır.” (Sitembölükbaşı,
2005: 147)
Bu çalışmada; teknolojik aşamanın sunduğu olanaklarla insan hakları ve demokrasi odaklı
söyleme dayalı iletişim ve siyaset araçlarının, toplumu ve devleti yeniden biçimlendirmek üzere
küresel odakların yönetiminde “toplum mühendisliği hali” incelenmektedir.
1 Geliştirdiği “iletişimsel eylem kuramı” ile sosyal bilimler alanında yankı uyandırmış, özellikle iletişim felsefesi
alanındaki Frankfurt Okulu’nun en önemli son kuşak felsefecisidir.
21
İrfan PAÇACI
Meşruiyet aracı kuvvetlerin yeniden dizaynı
Edmund Burke’a atfedilen “dördüncü kuvvet” ifadesi, medyanın, siyasi iktidar ilişkileri ile
hükümet üzerindeki kurumsal ve siyasi nüfuzunu ve kuvvetlerarası ilişkilerin denetim eksikliğini
gidermeyi ifade etmektedir. Demokrasi ile basın-yayın örgütleri ve basın özgürlüğü arasındaki
bağ, esasen basın özgürlüğü kavramı üzerinden verilen mücadelenin göstergesi olup; bu durum,
kamusal iletişim alanının devletin denetim ve müdahalesinden kurtarılmasına yönelik tarihsel
gelişmenin ürünü olmaktadır. Bu bakımdan, özgür bir basın demokrasiyi yaşatmanın ve
geliştirmenin en önemli araçlarından biridir. Basının özgür olması ise ancak özgür bir ortamın
oluşturulması ile gerçekleşebilecek bir durumdur. Demokratik toplum düzeninde, “basının,
işlevlerini serbestçe yerine getirebilmesi dolayısıyla demokrasinin işleyip gelişebilmesi için
özgür bir ortamda çalışması gerekir. Demokrasi ile basın özgürlüğü arasında birbirini besleyerek
güçlendiren bir bağ söz konusudur.” (Uzun, 2007: 35) Bu eşgüdümlü çalışan parçalı sistemlerin
oluşturduğu yapı sistem açısından değerlendirildiğinde; “modern iletişim sistemi, yönetici
merkezlerle çevre arasında enformasyonu iletir, karmaşık ve birbirine bağımlı toplumsal alt
sistemlerin eşgüdümünü kolaylaştırır, toplumun arşivi ve kolektif belleği olarak işlev görürler.”
(Cuilenburg, 2009: 100)
Demokratik sistemlerde liberal teorinin medya kuruluşları için yaptığı “tarafsız ve eşit
mesafede duruş” tanımı yanında, medyanın rolüne dair getirilen farklı yorumların, günümüzün
sosyo-politik düzenlerinin anlaşılması bakımından yararlı olduğu söylenebilir. Nitekim, daha çok
Marksist tezlerden beslenerek getirilen eleştirel yorumlarda, medya siyasal iktidarın denetleme
aracı olmaktan çok, egemen siyasal yapının ‘meşruiyet sağlama aracı’ olarak değerlendirilmiştir.
Medya teorilerinin özünde, tarihselliği yanında bugün hala etkisini değişik yöntemler içinde
açık-örtülü biçimde sürdürmekte olan “otoriter medya kuramı” yer almaktadır. Eleştirel kuramın
cezbedici çekiciliği de büyük ölçüde bu gerçeklikten kaynaklanmaktadır.
Basının, gerektiğinde yaptırım oluşturularak siyasi erke bağımlı kılındığı ve onun
yörüngesinde hareket ederek “iktidarın sesi” ve “iktidarın meşruluk aracı” haline geldiği durumu
tanımlayan “otoriter kuram”, güç ile onun paydaşı arasındaki işlevsel bütünlüğü temsil etmektedir.
Her dönemde ve farklı siyasal düzenler içinde etkili olan “otoriter” yaklaşım, temelde siyasal
güce dönük işlevlerini sürdürmeye kodlanmış özelliklerini koruyarak ve kendini değişen koşullara
uyarlayarak modern kitle iletişim süreçlerinde dahi değişik biçimlerde var olmuştur. Gerek birey
odaklı olarak özgürleşmeyi gerekse demokratik değerlere dayalı olarak örgütlenmeyi esas alan
medya yaklaşımlarının özünü birey-toplum ve iktidar-devlet arasındaki ilişkiler oluşturmaktadır.
Farklı modeller arasında nesne-özne bakımından “ilişkinin sürdürülebilirliğinin temelinde”
ortak noktanın “güç ve menfaat” olduğuna ilişkin tespit başlı başına bir yaklaşım olma özelliği
kazanmıştır.
Modernleşme kurgusunda iletişim teknolojisinin belirleyiciliği ile ilgili olarak öne sürülen;
teknolojide meydana gelen yenilikler toplumsal yaşamın değişiminin de motoru olmaktadır,
yaklaşımı, küreselleşme ile ortaya çıkan dönüşüm dinamiklerine de ışık tutmaktadır. İletişim
22
Marmara İletişim Dergisi / Marmara University Journal of Communication • Yıl / Year: 2014 • Sayı / Issue: 21 • ss. 19-56
yapılarındaki değişim ile ortaya çıkan evrelerin kodları; “dünyayı 1970’lerde ve 80’lerde küresel köy;
1990’lar ve 2000’lerde de küresel kent yaptı. Teknolojik deterministlere göre, 1990’lar ve 2000’lerde
aynı zamanda, bilgisayar ve internet teknolojileri sayesinde, küreselleşen dünya enformasyon/bilgi
toplumu olmaktadır; yeter ki evde, okulda, işte ve eğlence yerlerinde bilgisayarınız ve internet
bağlantınız olsun.” (Erdoğan, Alemdar, 2010: 142) şeklinde saptanmaktadır.
Kamu denetiminde “soyut” veya “katılım”, “sosyal sorumluluk” gibi özgünlükler üzerine
kurulu geleneksel yaklaşımlar (Siebert, Peterson, Schramm, 1963: 7) dışında yer alan ve farklı bir
perspektif ortaya koyan görüşler ise “eleştirel” duruşu meydana getirmektedir. “Eleştirel teori”
özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra medyayı hükümetler tarafından “rıza üretme” aracı
haline getirilen, devletin ideolojik bir aleti olarak görmüştür.
Dünyanın bütün toplumlarını saran “küreselleşme süreciyle birlikte, medyanın ekonomik
ve siyasal alanlardaki etkisi de artmaya başlamış, medya toplumu yönlendiren bir unsur haline
gelmiştir.”2 Medya sahipliğindeki yoğunlaşma, medya ile siyaset arasındaki ilişki, medya üzerine
çalışmaların ortak konusunu oluşturmaktadır.
Kitle iletişim araçları, yüklendiği işlevler ile gücünü otoriteye katarak, adeta kazandığı
güçlünün gücü niteliği, “…kamu gündemini belirleme gücü, medyaya, iktidar yapılarının çıkarına
davranma potansiyeli vermektedir.” (Elmas-Kurban, 2011: 19)
Küreselleşmenin medya ve iletişim üzerindeki “dördüncü kuvvet rolü”nü
değiştirici etkisi
Kitle iletişim araçları, devletin ve sosyal sistemin iletişim düzeni aracılığı ile hukuka getirdiği
sınırlamaların hem yansıtıcısı hem de meşruiyet sağlayıcısıdır. Bu temel role bağlı olarak kitle
iletişim araçları, görüş, düşünce ve verilerin paylaşımını sağlayan, anlatma, öğrenme ve eğitim
işlevleri ile kamu oyunun geliştirilmesine ve sosyal örgütlenmesine olanak sağlayan, yeni tutum
ve davranış kalıplarının, görüş ve fikir akımlarının yaygınlaştırılmasında etkili olan iletişim
aygıtlarıdır.
Modernleşme kuramcıları, kitle iletişiminin modernleşme ve kalkınmada önemli rol
oynadığını, modernleşme ve kalkınmanın göstergelerinden biri ve itici gücü olduğuna vurgu
yaparak medyanın modernleşme aracı olduğunu ifade etmektedirler. Demokratik düzenin
bileşenlerinden biri olan medyanın kamusal işlevleri ile sistemin işleyişinde yerine getireceği
hukukun üstünlüğünden yana frenleyici etkisi, denge ve “denetim” fonksiyonları; temel
hakların gözetilmesi, hak ihlallerinin önlenmesi, 4. kuvvet etkisi, idarenin kamusal denetimi,
hukuk devletinin kamu gözcülüğü rolü bakımlarından önem taşımaktadır. Ancak uygulamada
demokratikleşmenin ve modernleşmenin aracı olarak tanımlanan kitle iletişim araçları, toplum
mühendisliği tasarımlarının gerçekleş(tiril)mesi bakımından; hazırlanan mesajların milyonarca
insana ulaştırılması ve yarattığı algı ile toplumu yönetmenin “aracı”na dönüşebilmektedir.
2 Abdullah Özkan, “Küreselleşme Sürecinde Medya ve Siyaset: “Medya Gücü”mü, “Gücün Medyası”mı?” https://
docs.google.com/document/d/1LD5OLK8-E eEWW3Qa3iUEmzqgv 3AC_kzwwhkaJLYOkUY/edit?pli=1# (Erişim
Tarihi; 12.01.2014)
23
İrfan PAÇACI
Demokratik rejimler içinde kitle iletişim mekanizmaları, algı yönetme sürecinde yayın
faaliyetleri içinde; reklamlar, filmler, dizi filmler, çizgi filmler vb. yolu ile demokrasi, insan
hakları, modernleşme, kalkınma ve refah düzeyinde artış vb. temalarının yoğun olarak işlendiği
ve herkesin gönüllü katılımının sağlandığı işlevsel değiştirici yapılar olarak da yer alabilmektedir.
Toplumlar; farklı kültürlerde yeme-içme biçimleri, giyim tarzları, alışkanlıkları, folklorları,
tepki ve davranış biçimleri ile giderek birbirlerine benzemektedirler. Yaygın ve etkin bir kullanıcı
potansiyeli ile yeni medya; haber kanalı, müzik yayını yapan kanalları, Hollywood filmleri ile
gündem içerikleri, karakter, imaj, beğeni ve tarz oluşturarak tek tipleşme ve homojenleşme
sağlamaktadırlar. Bu durumda, küresel anlamda bütün dünyada, tüketim tercihleri ve tutum
oluşturmada belirleyici olan medya ve her şeyi ondan öğrenmeye hazır toplumlar söz konusu
olmaktadır. İletişim ve yayım alanında ortaya çıkan gelişmeler ile medya yaşam tarzını,
düşünceleri, tutumları, tüketim kalıplarını göstererek, anlatarak öğreten bir okula, bireyler de
her şeyi buradan öğrenen öğrencilere dönüşmektedir. Medya kazandığı özellikler ile başlı başına
bir “güce” bu güç ile adeta toplumu eğiten, bilgilendiren, eğlendiren ve bilinçlendiren bir “toplum
dizayn” aracına dönüşmüştür.
Günümüzde medya, haber ve bilgiyi üretme ve sonra da yayma işlevini yerine getirmektedir.
Küreselleşmenin dünya ekonomisinde yarattığı değişimlerin benzerini medya dünyası da
yaşamaktadır. Küçükler ile büyükler arasındaki rekabette büyük medya şirketlerinin rekabeti
karşısında tutunamayan ve farklı seslerin duyurulmasında rol oynayan küçük işletmeler
çözümsüz kalan sorunlar karşısında etkisiz kalarak medya dünyasından çekilmektedirler. Yerelulusal medya kuruluşlarının çatışmasında ise durum medyadaki küreselleşmenin etkili olmasıyla
haber ve iletilerde paralelliğin sağlanması ile sonuçlanmakta, yerel ve ulusal haberlerin etkisi
azalmakta, “küresel” haber ağları bu yapıları kuşatarak biçimlendirmektedir.
Teknolojinin gelişmesiyle 1960’larda NASA (National Aeronautics and Space Administration
- Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi) eksenli çalışmaların yanında ABD’de Kennedy yönetiminin,
“dünya çapında bir ticari uydu programının geliştirilmesi” projesi ile başlayan haberleşme uydu
sisteminin geliştirilmesi konusundaki kararlılığı 1962 yılında Haberleşme Uyduları Yasası’nın
Kongre’den geçirilmesini ve 31 Ağustosta Başkan Kennedy imzasıyla yürürlüğe girmesini sağladı.
(Çakaloz, 2006: 20) Daha sonraki dönemlerde giderek yaygınlaşan uydu yayıncılığı coğrafi ve
siyasi sınırları aşarak, “haber ve mesajların” içerik ve etkisinin stratejik değerinin yeniden
üretilmesi ve yapılandırılması çalışmalarını hızlandıran süreçlere de yol açarak, iletişim alanında
kapsamlı bir değişim yaratmıştır.
Bilginin işlenerek tasnifi, depolanması ve aktarılması iletişim ve bilgi işlem alanında ortaya
konulan gelişmelerle bütün toplumlarda bireysel yaşamdan toplumsal yaşama kadar her alanda
geniş çaplı bir etkileşimin gerçekleşmesine yol açan küresel ölçekli bir iletişim devriminin
yaşanmakta olduğu ve bu dönemin “enformasyon çağı” veya “iletişim çağı” gibi kavramlarla
kodlandığı görülmektedir. Bu olgu değişik açılardan başta Giddens (Giddens, 2004: 69),
Huntington (Huntington, 2004: 265), Bauman (Bauman, 1999: 69), Wallerstein (Wallerstein,
2005: 296), Castells (Castells, 2005: 175), Robertson (Robertson, 1999: 21), Waters (Waters,
24
Marmara İletişim Dergisi / Marmara University Journal of Communication • Yıl / Year: 2014 • Sayı / Issue: 21 • ss. 19-56
1995: 3) ve Chomsky (Chomsky, 2002: 84) olmak üzere 3 çok sayıda sosyal bilimci tarafından
incelenmiştir. Bu çalışmalar arasında en ilginç yaklaşımlardan biri olarak, bugüne ışık tutacak kapsamlı
ve açıklayıcı bir yaklaşım Kanadalı iletişim felsefecisi Marschall McLuhan tarafından ortaya
konulmuştur. Toplumsal yaşamın sanayi devrimi ile birlikte yaşadığı hızlı değişimin, 1960’lı
yıllardan itibaren yeni bir ivme kazandığı görülmektedir. Bu süreci besleyen olgulardan biri olarak
da reklamlar ve diğer yazılı ve görsel medya ürünlerinin etkisi olduğuna işaret edilmektedir.
Sosyal değişimin maddi dönüştürücüleri yanında giderek etkili olan başka bir dinamiğin
varlığına değinilerek “medya”nın bu özelliğine vurgu yapılmıştır. Nitekim bu çerçevede olmak
üzere McLuhan “global köy” (the global village) yaklaşımı (McLuhan, Povers: 2001) ile toplumsal
değerlerin algılanmasını etkileyen iletişim araçlarının özellikle televizyonun hızla yayılacağı ve
dünyanın evrensel bir köy haline dönüşeceğini ifade etmiştir.
Uygarlık dönüşümlerinde “elektroniğin” yeni bir aşamaya geçişi sağladığına değinen
McLuhan ilk gelişmenin telgrafın icadıyla olduğunu ve yeni karşılıklı dayanışmayla oluşan global
köy imajı ile dünyanın yeniden oluşturulduğuna işaret etmiştir. (McLuhan, Fiore: 1967) McLuhan,
insan yapımı olan her şeyin aslında işlevleri ile anlam kazandığını, iletişim teknolojilerinin de bu
yaklaşım ile ele alındığında, “neyin uzantısı olduğu, neyi anlamsız kılıp modasını geçirdiği, eski
teknolojinin hangi işlevini sürdürdüğü ve işlevsiz kılınma potansiyelinin olup olmadığı soruları
çerçevesinde anlamlandırılmalıdır.” (Altun, 2006: 85)
Bu süreç geleneksel medyadan yeni medyaya geçişin temelindeki olguların neler olduğuna
da açıklık getirmektedir. Esasen; matbaanın bulunmasıyla;
• Kitapların taşınabilir ve çoğaltılabilir olması ile bireyselliğin ön plana çıktığı,
• Gelişen teknoloji sayesinde iletişime duyulan gereksinimin giderek arttığı,
• Elektronik çağ ve yeni medya ile sözel geleneğin yeniden oluşmaya başladığı, bu
gelişmelerin yeni bir toplumsal süreci hazırladığı görülmüştür.
İletişim modeli üzerinden bilginin aktarımı ve değişim yönetimi
Kablosuz iletişimin ürettiği iletişim düzeninde; sosyal ağların gelişimi zaman ve mekan
kavramlarının anlam ve işlevlerini değiştirerek bir şeyin aynı anda birçok yerde olabilmesi ile
dünya; tek bir toplum, tek bir yeryüzü ve tek bir bilinçlilik haline dönüştürülebilmektedir.
Bilginin üretim faktörleri bileşenlerinin motoru olmasıyla birlikte, ortak bir içerik
oluşturmakta elektroniğin rolü, “bilgiyi” elektronik kitle iletişim araçları vasıtasıyla özellikle
internet aracılığı ile hızlı ve çok yaygın bir değişimin “benzeşme” ve “ortak” bir “ürün” ya da
doku-yapı oluşturmanın malzemesi haline getirmiştir.
3
Kronolojik sırayla küreselleşme tanımları için bkz. GCSP, (Program on the Geopolitical Implications of
Globalization and Transnational Security), Nayef R.F. Al-Rodhan; Definitions of Globalization: A Comprehensive
Over view and a Proposed Definition, June 19, 2006, s.9vd.
25
İrfan PAÇACI
Bu bilginin yeniden imalatı ve aktarılması “iletişim” sistemi üzerinden değişimin
“yönetimi” olgusunu ortaya çıkarmakta, buna bağlı olarak da ülkeler ve insanları birbirinden
ayıran kültür farkları giderek ortadan kalkmakta, idari ve siyasi benzer yapılara doğru gidildiği
görülmektedir.
Elektronik bilgi iletişim araçları yaygınlaşarak “sosyal medya”yı, bu yeni sistem ise yeni
bir sosyo-politik kültürü yaygınlaştırarak yeni bir iletişim toplumu modeli ve birey merkezli
kamu etkileşimi kültürünü oluşturmaktadır. Yeni iletişim düzeninde araç içeriği şekillendiren
bir güce ulaşarak, “ne” denildiği, ne söyleneceğinden çok “nasıl” aktarılacağı ön plana çıkarak,
“söylemleri” arka plana iterek daha önemsiz hale getirmiştir.
Bilgi ve iletişim teknolojisinin ürettiği koşulların yapılandırdığı bilişim toplumu modelinde;
bütünleşme eğilimleri ile ekonomik faaliyetlerin de küreselleşerek sınırların kalktığı, girdi ve çıktı
pazarlamasının giderek egemen olduğu, küresel çaplı piyasaların ortaya çıktığı görülmektedir.
Bu konuya ışık tutmak üzere Rus ekonomist Nicolai Kondratieff ’in uzun dalga kuramına
göre4; ortalama 50 yılda bir ekonomide ‘toparlanma-refah-resesyon-depresyon’ şeklinde ilerleyen
bir dalga oluşmaktadır. Dünya ekonomilerinin seyrine bakıldığında, 1800’lü yıllardan bugüne
dört Kondratieff dalgası yaşamıştır. Bugün dünya beşinci dalgayı yaşamaktadır ve günümüze
damgasını vuran ise “bilişim teknolojileri” dir. Bu durum yeni uzun dalgada; bilgiye dayalı web
veya internet ekonomisi; ulusal bilgi sistemi, teknolojik yenilikler gibi konuları içeren karmaşık
bir teoriyi de gerektirmektedir. Bilişim alanında gerçekleşen teknolojik ilerlemelerle birlikte ortaya çıkan internet ve web
akışı neticesinde bilişim toplumu ve ekonomisi şekillenmektedir. Bu şekilde küresel pazar alanı
yaratılmak üzere, bütün toplumlar, aynı anda öğrenerek ve tüketerek küresel tüketim kalıplarının
uygulamaya sokulduğu tüketici kültür pazarı haline getirilmektedir. Farklı kültür özelliklerine
sahip toplumların tüketim kalıpları ve davranış normları üzerinden kıyafetleri, yiyecekleri,
içecekleri, müzikleri, hobileri vb. ile markalaştırılarak aynılaştırıldığı duygu ve düşünce, algı,
imge ve sembollerinin ortak dile dönüştürüldüğü bunların, kitle iletişim araçları ile küresel
düzeyde bütün dünyanın ilgi ve tüketimine hazır hale getirilerek iletildiği bir yapı kurulmaktadır.
Siyasal alanda geçerli olan değerler ile bunların toplum tarafından algılanmasına yönelik
olarak; gündem kurgulanarak, ortak veya benzer sorunların izlenerek tartış(tır)ıldığı sosyal
medya araçları üzerinden paylaşıldığı ve interaktif bloglar ile etkileşimin gerçekleştirildiği model,
yeni politik düzenin siyasal katılım biçimi olmuştur.
Kitle iletişimi, elektronik ve uydu sistemlerinin sağladığı yeni olanaklar ve ileri teknoloji
ürünü araçların sağladığı kontrol yeteneği ile ve Küreselleşme neticesinde şekillenen global
ekonomik altyapının üzerine yeni bir sistematik yapılandırmıştır. Medya odaklı değişim, dönüşüm
ve ‘yeni’nin oluşturulması ‘inşaa sistematiği’ kurumsal ve işlevsel bakımlardan faal olmak üzere
oluşturulmuştur. Medyada sağlanan dönüşümler ile bilişim ve iletişim teknolojilerinin ekseni
4
26
Kondratieff ’in uzun dönemli dalgalarına dayalı olarak anahtar teknolojileri ele alan tekno ekonomik paradigmalar için
Bkz.Nikolai Kondratief, Long Wave Cycle, Guy Daniels (Çeviri), E P Dutton, April 1984.
Marmara İletişim Dergisi / Marmara University Journal of Communication • Yıl / Year: 2014 • Sayı / Issue: 21 • ss. 19-56
içinde yeni medya uygulamaları somutlaşarak, 20. yüzyıl geleneksel kitle iletişim araçları,
düşünce, yönetim ve siyaset kaynaklarının yerine geçmiştir.
McLuhan’a göre Gutenberg’le başlayan matbaa devrimi, sanayi devriminin öncülüdür.
Matbaanın öngörülmemiş bir sonucu, toplumun parçalanmasıdır. Toplumsal değişimin
sağlanmasında matbaanın etkisi matbaa ile taşınabilir kitabın ortaya çıkışı ile insanların kendi
özel alanlarında diğerlerinden ayrı olarak okuyabilir hale gelmeleri olmuştur. McLuhan, eletronik
medyayı dünyayı algılamanın kollektif yollarına bir tür geri dönüş olarak değerlendirmekte
ve “elektronik devrimi”, toplumsal ve kültürel boyutlarıyla ele almaktadır. (McLuhan, 2001)
McLuhan’ın teknolojik determinizme olan inancını en iyi “araçlarımızı biz şekillendiririz ve onlar
sırası geldiğinde bizi şekillendirir” (aktaran Rigel, 2005: 25) çünkü “mesaj, aracın kendisidir”
(McLuhan, 1965: 7-22) tespiti anlatmaktadır.
McLuhan’ın “küresel köy” kuramı, elektronik medyanın insanlığı yeniden birleştirdiği
saptaması üzerine oturmaktadır. Burada toplumları bir araya getiren “ortak payda”, “stratejik
araçlar” ve “benimse(til)me” işlevlerinin; “değerler” sistemini, “idari ve siyasi” yapıları, “aktarma”
ve “iletme” araçlarının yeniden biçimlendirilerek düzenlenmesi gibi geniş ve kapsamlı bir “sistem”
oluşturma çalışmasını gerektirmektedir. Yeni “sistem” kurma ve model üretme işlemleri öncelikle
bir ideolojik resepsiyonu gerektirmekte ve bu yönde siyasal tercihleri zorunlu kılmaktadır.
Küreselleşme ‘yeni dünya düzeni’ olarak çerçevelendirilip, yeryüzü toplumlarında yeni
yüzyılın ‘dönüşümüne’ olanak sağlamak üzere ‘Batı merkezli’ bir teori ve eylem planı olarak
dolaşıma sokulmuştur. Küreselleşme, yerelliği yeniden üreterek biçimlendiren bir süreç olarak,
ekonomik ve politik boyutlarıyla dinamiğinde yer alan Batı modellemesi ile adeta küresel bir
ideoloji oluşturmaktadır.
Bir bütün olarak küreselleşme olgusu, “egemen tikelin kendini temsil etmesi” süreci (Hall,
1998b: 94) olması yanında “farklılıklarla beraber yaşamaya ama bir yandan da onları yenmeye,
bastırmaya, denetime almaya ve içine çekmeye” (Hall, 1998a: 55) çalışan hegemonyanın esasen
belli oluşumların tahakkümlerinin ideolojik zoru ile değil, kültürel önderlikle sağlandığı (Hall,
1999: 119), küresel bir bütünün parçalarının inşaa edildiği bir süreci oluşturmaktadır. Hall’ın
da altını çizdiği üzere; sermayenin ve yüksek teknolojinin yoğunlaşması, kitle kültürünün
yönlendirici gücü, avro-amerikan-yaşam tarzları, sosyal yapıyı türdeşleştirmeye odaklı özellikler
ile donatılan değerler ve algılama biçimleri ve bu tür mesajlarla yüklü bilginin/iletişimin
İngilizce üzerinden ve medya aracılığıyla dolaşımı neticesinde ‘batı merkezli küresel kitle kültürü’
oluş(turul)maktadır.
Bütün toplumların; ekonomik, politik ve kültürel olarak zincirleme biçimde içine girdikleri
sürecin gelişiminde Mcluhan’ın ‘küresel köy’ü, kapitalizmin ‘küresel yağma pazarı’na dönüş(türül)
mektedir. Küreselleşme projesinin esası bu dönüştürmeyi sağlamasıdır.
Küreselleşmenin medya ve iletişim üzerindeki “dördüncü kuvvet rolünü değiştirici” etkisi bu
noktada ortaya çıkmaktadır.
27
İrfan PAÇACI
Küresel dönüşümlerin politik tezgahında şekillenen yeni medya - yeni rol
Küreselleşme süreci, sermayenin, bilginin, yeryüzünde dolaşımının, yeni değer ve standartlar
oluşturularak sağlanması ve çok uluslu şirketler aracılığı ile ekonomik ve politik dönüşümünün
gerçekleştirilmesidir. Medyanın rolü, bu “yapının” toplum zihninde yerleştirilmesi ve sosyal algının
üretilmesinin sağlanması ve bu parçalı yapının bütünleş(tiril)mesidir. Böylece 21. yüzyıl bir küresel
dönüşümler yüzyılı olmaktadır. Küresel dönüşümler yüzyılının yeni evrenini “küreselleşme” olgusu
meydana getirmekte ve bu olgu içinde, değişimin dönüştürücü manivelasını “iletişim” kanalları
oluşturmaktadır. Bu eksen içinde “medya” işlevsel konumu ile küresel bir ölçek-rol kazanarak, siyasal
ve sosyal boyutları olan bir çalışma sergileyerek, toplumsal zihin haritalarını şekillendirmektedir.
Küreselleşme, alt yörünge sistemleri oluşturularak bütün toplumları çok yönlü biçimde
etkileyen evrensel bir süreç olarak yaşanırken, ideolojisini de uluslarüstü ölçekte inşa etmektedir.
Dünyayı kaplayan teknolojik imkânlar ve kitle iletişim araçları bu ideolojinin meşrulaştırılması
ve kabul ettirilmesi için bir tür bilgi dolaşım ve algı üretim şebekesi meydana getirmektedirler.
Telekomünikasyon ağının oluşturduğu şebekeler dünyayı “birbirine bağlı ilişkiler yumağı”na
dönüştürmekte, ancak çeşitli teknik araçlar ile izlenen, denetlenen ve gözetlenen birey bu sosyal
yaşam içinde giderek yalnızlaşmakta ve yabancılaşmaktadır.
Bu derin iletişim ağının içinde ulusal yapılar denetleyemedikleri bir iletişim sarmalı ile
karşı karşıya kalmışlardır. Devletler bugün, “güvenlik” gerekçesiyle bireyleri gözetlemekte5 olup,
toplumsal düzlemde adeta bir tür gözetim paranoyası oluşturmaktadırlar. Tıpkı kendilerini
izleyen daha üst bir yapının ağında kaldıkları gibi. İletişimden, ulaşıma kadar yüksek teknoloji
donanımlı imkanların neticesinde; birey-toplum, devlet-toplum ilişkilerinden, uluslararası
ilişkilere kadar geniş bir alanda zincirleme bir değişim yaşanmaktadır. Küresel ölçekte haber ve
bilgiler yeniden işlenip formatlanmakta olaylar ve haberler üzerinden yeni bir enformasyon türü
geliştirilmektedir. Bu mekanizma aracılığıyla “gerçeklik algısı” ile oynanarak, imal edilen “ürün”,
haber olarak ambalajlanıp bütün dünya toplumlarının tüketimine sunulmaktadır. Bu durum
“gerçek” üzerinde adeta bir illüzyon etkisi meydana getirerek, hakikatten uzak sentetik biçimde
imal edilen operasyonel enformasyon yönetimi olmaktadır.
Uluslar üstü iletişim ağı ve onun oluşturduğu küresel medya sistemi aşamalı olarak somut
planda kimlik kazanmaya başlamaktadır. Bu durumun işaretlerinden biri, NSA (National Security
Agency)’nin faaliyetleri ile ilgili haberlerin6 kamuoyu bilgisine servis edilmeye başlanmış olmasıdır.
5 Bu gözetim biçiminin ana eksenini oluşturan uygulamalarda; devletler “güvenlik” gerekçesiyle bireylerin telefon
görüşmelerini dinliyor, elekronik postalarını okuyor, internette dolaştığı sayfaları ve hangi kelimelerle arama
yaptığını kaydediyor, şehirleri kameralarla 24 saat gözetim altında tutuyor. Güvenlik için geliştirilen ve son teknoloji
ile üretilen cihazlar arasında; yüz tanıma özelliği olan kameralar, vücut sıcaklığına duyarlı algılayıcılar, patlayıcıları
tanımlayan güvenlik cihazları vb. sayılabilir. Ayrıca devletler arasında siber saldırıların gerçekleştirildiği de bugün
artık bilinen bir vakıadır. Bu konuda bkz. David M. Nicol, Hacking the Lights Out: The Computer Virus Threat
to the Electrical Grid, Scientific American Magazine », June 20, 2011; http://www.bilimania. com/haber/395/sibersaldirilar-iran-elektrik-sebekeleri/ref/ct-4 (Erişim Tarihi;11.04.2012)
6 Vodafone’dan yapılan basın açıklamasında; İngiliz mobil iletişim devi Vodafone, faaliyet gösterdiği 29 ülkedeki bazı
istihbarat kurumlarının, şebeke üzerindeki tüm konuşmalara “gizli bir sistem” sayesinde kolaylıkla ulaşabildiğini
belirtti. Vodafone’dan telekulak itirafı, http://teknoloji.bugun.com.tr/turkiye-de-var-mi-haberi/1135193 (Erişim
Tarihi:06.06.2014)
28
Marmara İletişim Dergisi / Marmara University Journal of Communication • Yıl / Year: 2014 • Sayı / Issue: 21 • ss. 19-56
Yüksek teknolojide gerçekleştirilen gelişme sonucu yönetim işlevleri de değişime uğrayarak
yönetim ile teknoloji arasındaki etkileşim ve işbirliği ortaya çıkmıştır. Moderniteye teknolojik
dönüşümler ile sosyal yapıları yeniden dizayn edecek bir anlam ve güç kazandıran; “toplumsalın
yeniden tanımı medya makinaları yolu ile yapılarak, ‘küresel gücün yönetim ve denetiminde bir
toplum’ inşa edilmektedir.” (Paçacı, 2013: 197)
Bugün gelinen noktada ortaya konulan elektronik denetim sistemi, devleti dosya ve belge
odaklı kimliklendirme, kayıt tutma ve sayım gibi bürokratik denetimi “gizlilik” uygulamasına dayalı
ve “resmi sır” hiyerarşi düzenine bağlı evrakların ofisleri olmaktan çıkarıp,7 “iletişim” üzerinden
iktidara meşruiyet ve rejime güvence sağlayan jenaratör(ü) haline getirmiştir. Not edelim ki
“her demokratik siyasal sistem, uygulandığı toplumun problemlerini çözmeyi ve sosyal değişimi
sağlamayı amaçlayarak bu hedefe dönük kurum ve cihazlarla donatılmaktadır.” (Paçacı, 2013: 176)
Bu imalat usulü sentetik ve operasyonel enformasyon yönetiminin nasıl gerçekleştiğine
ilişkin olarak ortaya çıkan başlıca yöntemler şu şekilde saptanabilir;
• Asılsız, önemli olmayan haberlere önem ve öncelik verilerek,
• Bunların haber değeri olan haberlerle karıştırılarak verildiğinde,
• Olaylar yanlış ve yoruma açık biçimde sunulduğunda,
• Önemli olay ve olgular üstün körü geçiştirildiğinde,
• Haber ve olaylar korku ve endişe yaratacak şekilde verildiğinde,
gerçekleşmektedir. Devlet-iktidar ikilisi açısından demokratik liberal sistemlerin bugün
ulaştığı düzey: kamu otoritesi ve onun anayasal mekanizmaları ‘açıklık ilkesi’ üzerinden
işletilerek siyasal sistemi “insan odaklı demokratik hukuk devletinde” tutabilme yeterliliğine,
siyasal iktidarın da bunun engellenmesine yönelik sorunları ortadan kaldırma ve desteğe
dönüştürebilme kapasitesine yükselmesi olarak somutlaşmıştır.
Hukuk devletinde demokrasiyi “insana odaklı” işletebilmenin önemli araçlarından biri
bürokrasi, diğeri de siyasal otorite’dir. Bu iki araç, hukuk metinlerinde “demokrasi” olarak
kimliklendirilen rejimlerin, uygulamada “demokratik hukuk devleti” ya da “otoriter” bir düzen
niteliği kazanabilmesinin eşik sorununu oluşturmaktadır. Gelişmekte olan demokrasilerin
bünyesinde bulunan bu ikili, sorunun; kilidi ya da anahtarı olarak yer almaktadır. Bu düalizmin
eşiğinde siyasal sistem; meşruiyeti sistem kendi iç işleyişindeki dinamik aksamları aracılığıyla
üretilebiliyorsa modelin motoru olma niteliği kazanacak, ortaya çıkan “aşama”ları da toplumsal
değişme ve gelişmenin sonucu (!) olarak yönetebilecektir. Aksi takdirde bütün mekanizma ve
bunları işletmeye yönelik çabalar; “suni” ve “mühendislik” ürünü olmaya mahkum, sistem ise
sadece en üst normda yazılı olduğu için (yazılı) “demokratik hukuk devleti” (!) olacaktır. Çoğulcu
ve katılımcı demokrasi aynı zamanda bu özellikleri ile sosyo-politik dinamikleri demokratik hukuk
devleti yönünde geliştiren ve yöneten demokrasidir.
7 Bu durumun bir yönetim siyasetine dönüşmesi ile ilgili olarak bkz. İrfan Paçacı, Yeni Nesil Kamu Yönetiminde
“Güvenlik” (Hukuk Devleti Odaklı Bir Analiz), Akademi Titiz Yayınları, İstanbul, 2013, s.117vd.
29
İrfan PAÇACI
Kitle iletişim araçlarının mülkiyeti ve bu mülkiyetin yapısı doğrudan iletinin içeriğine
etki eden bir özellik olarak kabul edilmektedir. Mülkiyet yapısı, haber ve bilgilerin içeriğini
belirlemede, siyasal iktidardan, devletin âli çıkarları, uluslararası şirketler ve küresel güçlere kadar
bir çok etkenin bir araya geldiği stratejik iktidar noktasını teşkil etmektedir. Yazılı basında ve
özellikle televizyonlarda topluma sunulan haberler çeşitli kaynaklardan ve çeşitli kademelerden
süzülerek/denetlenerek gelmektedir. Üretim sürecinde bilginin lokomotif haline gelmesiyle
neyin üretilmesinden çok nasıl üretildiği önem kazanmış; “dolayısıyla endüstriyel sistemde
bilginin araçsal olarak mal üretimine uygulandığını, oysa enformasyonalizmde mal üretiminin
gittikçe artan şekilde ‘bilginin kendisi üzerindeki eylemi’ tarafından aracılık edilir hale geldiğini
ileri sürmek mümkündür.” (Wayne, 2006: 64)
Bu süreç bir tarafıyla, çoğulcu liberal düşünceye göre medyanın, yasama, yürütme ve yargının
yanında dördüncü güç olarak nitelendirilmesinin gereği olarak pozitif anlamda işlev üretirken,
diğer taraftan kozmik yapısı içinde yer alan kurumsal ve kimliksel aktörlerin özellikleri itibariyle
farklı bir işleve kavuşabilmektedir. Bilinen formatı içinde medya pratiği;
“Medya mülkiyeti, siyasi ve ekonomik çıkar ilişkileri, yayın politikası, ulusal
çıkarlar, uluslararası ilişkiler, hedef kitlenin sosyo demografik özellikleri, haber
kaynaklarının mesleki ve kişisel çıkarları ve benzeri nedenlerden dolayı haber,
“yanlış bilgi” (“missinformation”), “eksik bilgi” (“disinformation”) ve “yönlendirme”
(“manipulation”) şeklinde “dolayımlanarak”, “dünyasal gerçek”, “medyatik
gerçeğe” dönüştürülür. Bu nedenle medyada haberin dolayımlanması, kaynaktan
itibaren başlayan, muhabirin ve haberin yayımlanacağı kurumun özelliğine göre
formatlanarak kitleye sunulmasına kadar çeşitli aşamalarda ve farklı nedenlerle
gelişen bir süreçtir.” (Mora, 2008: 17)
Bu yapıda, anayasal-siyasal sisteme bağlı olarak düzenlenmiş düşünce özgürlüğünün
kullanım sahası içinde, rejime egemen konumda olan ve hareket kabiliyeti kazandırılan
çeşitli (siyasi, ekonomik, kültürel nitelikte) “güç” odakları, medyada hazırlanan programların
içeriğinden, haberlerin sunumuna kadar bütün yayın politikasını etkilemektedir. Küresel
ölçekte servis yapan haber ajansları (Reuter, AP, AFP gibi dünyadaki haber servisinin % 90’ını
ellerinde tutan Batı kaynaklı 4-5 ajans) haber ve yayın politikalarını Batı’nın bakış açısıyla ve
ABD’nin etkisi altında kartelci bir yapı kurarak yürütmektedir. Bu yayın siyaseti, önce kültürel
yabancılaşma oluşturmakta, sonra da toplumsal ve kültürel tek biçimciliğe kadar açılan bir
yelpaze içinde ve enformasyon teknikleri kullanılarak “Amerikancı siyaset, kültür ve hayat
tarzı”, tüm dünyada, kültür ve sanat materyalleri ve özellikle sinema ve televizyon yayınları
vasıtasıyla yaygınlaştırılarak gerçekleştirilmektedir. Toplumların kültür kodları, üzerinde inşaa
edilecek siyasal projenin temel altyapısını ve göstergelerini oluşturmak açısından stratejik bir
özelliğe sahiptir ve ayrıntılı çalışmaları gerektirir. “Yeni dünya düzeni” projesi küresel ölçekli bir
strateji olarak bir çok çalışma ve uygulamaları içeren sistemlerin kurulması ve bunlar arasında
networklerin oluşturulmasını zorunlu kılmaktadır.
30
Marmara İletişim Dergisi / Marmara University Journal of Communication • Yıl / Year: 2014 • Sayı / Issue: 21 • ss. 19-56
Düşünce özgürlüğü ile demokrasi arasındaki “hayat bağı”
İfade özgürlüğü kendi başına bir hak olması yanında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)
tarafından korunan, diğer başka haklarında temel unsurudur. İfade özgürlüğü ile demokrasi
arasındaki ilişkiyi açıklamaya yönelik olarak bilinen metafora göre; ifade özgürlüğünün ihlal
edilmesi demokrasinin sağlığını olumsuz biçimde etkilemekte ve adeta üzerinde üşütücü bir etki
yaparak sistemi hasta etmektedir.
Anayasal-siyasal bir sistemde, ‘anayasa’da düşünce ve ifade özgürlüğüne yer verilmiş olmakla
birlikte eğer bu özgürlük, basın özgürlüğü ile desteklenmemişse gerçek bir ifade özgürlüğünden
ve demokratik anayasal düzenden söz edilemez. Çünkü düşünce özgürlüğü, ancak düşüncelerin
açıklanıp başkaları ile paylaşılması ile değer kazanmaktadır. Dolayısıyla basın ve yayın özgürlüğü
düşünce özgürlüğü kapsamında olup; “bu nedenledir ki, siyasal bilim açısından, gerçekte, düşünce
hürriyeti düşüncenin yaygınlaştırılması, etrafında birleştirilmesi hakkını da kapsadığından,
düşüncenin açıklanıp, propagandasının yapılması olanakları da düşünce hürriyeti çerçevesi
içine girmektedir. Bazı yazarların, düşünce hürriyetini belirlemek için ‘ifade hürriyeti’ terimini
kullanmaları bu sebepledir.” (Dülger, 2004: 284)
Düşünce özgürlüğü demokrasiler için kurucu bir role sahip olup bir çok özgürlük için
“kaynak ve aracı” bir işlev görmektedir. Nitekim, “düşünce özgürlüğü, bir başka tanımla, insanın
serbestçe bilgilere ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları
tek başına ya da başkalarıyla birlikte (dernek, toplantı, sendika vb.) çeşitli yollarla (söz, basın,
resim, sinema, tiyatro vb.) serbestçe açıklayabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve
yayabilmesi anlamına gelir.” (Tanör, 1994: 59)
Düşünce özgürlüğü din ve vicdan özgürlüğü ile kitle iletişim özgürlüğü bakımından besleyici
nitelikli kaynak bir özgürlük olurken, haber alma, bilgi edinme gibi haklar bakımından da aracı
bir işlev sağlamaktadır. Kitle iletişim araçlarının toplumsal fonksiyonlarının çerçevesi o toplumda
düşünce özgürlüğünün gerçek sınırlarını ortaya koymaktadır.
Bu çerçevede, “... düşünce özgürlüğünü, düşünme özgürlüğü (?) ve açıklama özgürlüğü diye
ortadan ikiye bölerek düşünce özgürlüğünün özünü sırf bir ön denetim yasağına yani sansür
sorununa indirgemek, açıklama özgürlüğünü keyfi bir takım sınırlamalarla bağlı saymak ve fikir
suçlarını meşru göstermekten ibarettir.” (Tanör, 1979: 284)
Özgürlüklerin temeli olarak, “düşüncenin açıklanmasını sınırlamak, düşünce özgürlüğünün
yalnız sınırlanması değil, ortadan kaldırılması demek olur. Düşünce özgürlüğü, özgürlük ile
özgürlüğün sınırlanması arasında ayırım yapılmasına olanak tanınmayacak kadar bir bütünlük
taşıyor. Düşünce ya vardır ya yoktur; bazı düşünceler açıklanabilir; bazıları açıklanamaz dediğiniz
andan itibaren düşünce özgürlüğünü de ortadan kaldırmış olursunuz.” (Soysal, 1969: 218)
Basın özgürlüğü düşünce özgürlüğünün gerçekleşmesi ile hayat bulan bir özgürlüktür.
Basının demokratik düzenlerde, bilgi ve habere ulaşmak, onu topluma ileterek kamuyu haberdar
etmek ve toplum adına siyasal iktidarı denetleyerek eleştiride bulunmak gibi kamusal görevleri
vardır. Demokratik sistemin kurulması ve işlemesi açısından basın özgürlüğüne dayalı olarak
31
İrfan PAÇACI
gerçekleşen denetim işlevi; yasama, yürütme ve yargı kuvvetleri yanında dördüncü kuvvet olarak
değerlendirilmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 8 Temmuz 1986 tarihli Lingens V. Avusturya
(Başvuru No.9815/82) davası8 ile ilgili olarak verdiği kararında; siyasetçiye yönelik ağır eleştiri
nedeniyle gazetecinin cezalandırılmasının bir çeşit sansür sonucu doğuracağına ve gazetecinin
bu durumda eleştiri yayınlama konusunda cesaretini kıracağına hükmetmiştir. Mahkemeye
göre tartışma ortamından çıkarılacak bu tür bir ceza; “gazetecileri toplum hayatını ilgilendiren
önemli konularda katkıda bulunmaktan alıkoyabilecektir. Oysa basın özgürlüğü, toplumun siyasi
liderlerin düşünce ve davranışları hakkında fikir edinebilmeleri açısından en önemli unsur olup
siyasi tartışma özgürlüğü demokratik toplum kavramının temelinde yer almaktadır.”9 Bu karardan
da anlaşılacağı üzere, ifade özgürlüğü basın söz konusu olduğunda özel bir önem kazanmaktadır.
Basın, bilgi verme ve bu bilgilere dayanılarak yorum yapma yetkisine toplum da bunlara ulaşma
hakkına sahiptir.
Düşünce özgürlüğüne sahip olmak; beraberinde bilgi ve habere ulaşma ve elde etme, bunları
yayma ve başkalarına iletme hakkını da getirmektedir. Nitekim, “bilgi edinme, yönetimin
kararları, eylem ve işlemleri ile ilgili belge ve bilgilerin elde edilebilmesi olgusudur. Bu olgunun
bir hak olarak yasalarca düzenlenmesi ve kişilere tanınması, bilgi edinme hakkı konusunu
ortaya çıkarmıştır.” (Eken, 1995-1996: 63) Bilgi edinme hakkı kısaca, kamu yönetiminde,
yönetimin elinde bulunan bilgi ve belgelere yönetilenler tarafından ulaşabilme serbestisi olarak
tanımlanabilir. Bu hakların kullanılması ise demokratik bir rejimi yerleştirmek ve demokratik
siyasal kültürü geliştirmek bakımından zorunluluktur. Basının bu işlevleri hukuk devletinin
gerçekleşmesi açısından da büyük bir öneme sahiptir.
Öte yandan göz önünde bulundurulması gereken hususlardan biri de özgürlükler ile kamu
düzeni arasındaki hassas ilişki olup, özgürlükler, demokratik hukuk düzenlerinde başkalarının
özgürlükleri ile birlikte yer almaktadır. Özgürlük ile düzen kavramları birbirleriyle çelişen değil
birbirlerini tamamlayan kavramlardır. Düzenin sağlanması adeta özgürlüğün varlığı ve bireyler
açısından bir anlam ifade etmesi için vazgeçilmez bir araç halini almıştır. (Hakyemez, 2002: 20)
Basın özgürlüğü demokratik toplumun vazgeçilmez unsurlarından biri olarak kabul
edilmektedir. AİHM 1986 yılında önüne gelen Lingens davasında ilk defa “basının siyasi hayatın
bekçisi olduğu” içtihadi ilkesini oluşturmuştur. (Case of Lingens v. Avusturya, 1986) Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (AİHS)’ nde “düşünceyi açıklama ve haber alma özgürlüğü” 10. maddesinde
“ifade özgürlüğü” olarak düzenlenmiştir.
AİHM, 1986 tarihli Lingens v. Avusturya kararında10, basına ilişkin bu ilkelerin kapsamına
8 http://www.inhak.adalet.gov.tr/faaliyet21/aihm_diger_ulke/3.pdf (Erişim Tarihi; 13.05.2014)
9 Bu yaklaşımı temellendiren kararlar; 8 Temmuz 1986 Lingens/Avusturya Kararı; 23 Mayıs 1991 Oberschlick/
Avusturya Kararı; 26 Kasım 1991 Observer& Guardian / Birleşik Krallık Kararı; 26 Nisan 1979 Sunday Times /
Birleşik Krallık Kararı; 22 Mayıs 1990 Weber / İsviçre Kararı, 23 Nisan 1992 Castells / İspanya Kararı.
10 08.07.1986 tarihli Lingens (Avusturya) Kararı, (SerieA, n° 103), paragraf 41. Aynı yönde görüşlere; Şener-Türkiye,
2000; Thoma-Lüksemburg, 2001; Dichand ve diğerleri Avusturya, 2002 vb. kararlarında da yer verilmiştir.
32
Marmara İletişim Dergisi / Marmara University Journal of Communication • Yıl / Year: 2014 • Sayı / Issue: 21 • ss. 19-56
yönelik olarak; “özellikle ‘başkalarının saygınlığını koruma amacı’ ile öngörülen sınırları (basının)
aşmaması gerekiyorsa, gene de, kamu yararı olan diğer alanlarda olduğu gibi, kendisinin siyasi
arenada tartışılan sorunlara ilişkin haber ve düşünceleri duyurması gerekir. Bunları yayma
görevine, toplum için bunları alma hakkı da eklenir.” (Tezcan, 2002: 10) diyerek bilgi verme görevi
ile bilgi alma hakkını vurgulamıştır. Basın özgürlüğü ile ilgili olarak da: “…Basın özgürlüğü,
kamuoyuna, yöneticilerin fikir ve davranışlarını öğrenme ve değerlendirmede kullanılacak en
uygun araçlardan birini sağlamaktadır.” (Tezcan, 2002: 10) hükmüne yer vermiştir.
AİHM’nin demokrasiyi tanımladığı 1976 tarihli Handyside v. İngiltere kararında; “ifade
özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik
toplumun ana temellerinden birini oluşturur.”11 tespitini yaptıktan sonra; “2. fıkra hükmü saklı
kalmak kaydıyla bu özgürlük sadece itibar gören veya zararsız yahut önemsiz sayılan ‘haberler’ ya
da ‘fikirler’ bakımından değil, aynı zamanda devlet yahut halkın bir bölümü için aykırı, kural dışı,
şaşırtıcı veya endişe verici cinsten olanlar için de geçerlidir.” değerlendirmesinde bulunmuştur.
(Gözübüyük-Gölcüklü, 2003: 358) Kararda ayrıca, “bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık
görüşlülüğün gerekleridir, bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz. Bu demektir ki, başka
şeyler bir yana, bu alanda getirilen her “formalite”, “koşul” ve “ceza” izlenen meşru amaçla orantılı
olmalıdır.” (İlkiz, 2003: 73) Bilgi ve fikirlere ulaşma özgürlüğü ile bunları açıklama özgürlüğü
medyayı da kapsayacak şekilde birbirini tamamlayacak bir bütünsellik oluşturmaktadır. Bu
bakımdan, “bilgi (olgular) ile kanaatler (değer yargıları) arasında açık bir ayırıma giden AİHM
olguların varlığı kanıtlanabilir; oysa değer yargılarının doğruluğu kanıta başvurularak ortaya
konulamaz. (...) Değer yargıları açısından bunu talep etmek, gerçekleştirilemeyecek bir şey
istemektir; bu, AİHS’in 10. maddesi’nin teminat altına aldığı hakkın asli bir bölümü olan fikir
özgürlüğünün kendisini ihlâl eder.”12 demiştir.
Bu durumda, demokrasinin sağlıklı bir şekilde işletilerek açık kamuoyu aracılığı ile
denetlenmesi ancak halkın katılımı ile ve ifade özgürlüğü kullanılarak gerçekleştirilebilir. İfade
özgürlüğünün kullanabilmesi ise bireylerin bilgi, belge ve haberlere serbestçe ve ücretsiz olarak
ulaşabilme olanakları ile donatılmasını gerekli kılmaktadır. Demokratik bir toplum düzeninde
ifade özgürlüğünün serbestçe kullanılabilmesi için gerekli olan “haber, bilgi ve belgelere ulaşabilme
enformasyon hakkı olarak da nitelendirilmektedir. Enformasyon hakkının gerçekleşebilmesi
sadece haber ve bilgi iletme serbestliğiyle değil, aynı zamanda iletme ödevinin gerçekleşmesine
de bağlıdır. Buna “enformasyon verme ödevi” denilmektedir. Devlet ilk muhataptır. Devlet bu
dolaşımın gerçekleşmesi için enformasyon ağı kurmakla yükümlüdür.” (Kaboğlu, 2000: 108)
Bilgi toplumu düzeninde bu durum “erişim hakkı” olarak formüle edilmektedir. Demokratik
düzenlerde bu hakkın kullanılması ile ilgili altyapı oluşturularak her birey açısından ücretsiz
erişim olanağı sağlanarak bu hakkın kullanımının güvence altına alınması aynı zamanda sosyal
devlet ilkesinin de bir gereğidir.
11 AİHM birçok kararında bu görüşlerini tekrar etmiştir: (Lingens-Avusturya, 1986; Şener-Türkiye, 2000; ThomaLüksemburg, 2001; Maronek-Slovakya,2001; Dichand ve diğerleri-Avusturya, 2002 vb.)
12 Bkz. Lingens, 1986; Jerusalem-Avusturya, 2001; Dichand ve diğerleri-Avusturya, 2002. Monica Macovei, İfade
Özgürlüğü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesi’nin Uygulanmasına İlişkin Kılavuz, İnsan hakları el
kitapları, No.2, s.14.; http://www.humanrights.coe.int/aware/GB/publi/materials/1004.pdf (Erişim Tarihi:14.04.2012)
33
İrfan PAÇACI
Demokratik toplum kavramı özellikle Sözleşmenin özünü oluşturduğundan bu kavram,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği çeşitli kararlarda, demokratik toplumun unsurları,
hoşgörü ve açık fikirlilik olarak belirtilmiştir. Demokrasi, sivil toplum bazında düşünülmüştür.
Çoğulculuk birey anlamında farklılık, toplumsal anlamda siyasal, sosyal, kültürel ve pek çok
anlamda çoğunluktan ayrı olarak düşünebilme ve hareket edebilme anlamına gelmektedir.
(Sunay, 1999: 87)
Demokratik yönetimlerin kurumsal çerçevesi içinde yer alan “özgür ve bağımsız bir medya,
demokratik toplumların etkin işleyişi için vazgeçilmez unsurlardır. Demokratik yönetişim,
toplumun yönetenlerin kararlarından haberdar olmasını gerektirir. Medya, şeffaflığı sağlayarak
kamunun hesapverebilir olmasında da önemli bir rol oynamaktadır. Medyada gelişme ifade
özgürlüğü, bağımsız ve çoğulcu bir medya amacına yönelik olduğu gibi, aynı zamanda,
demokratikleşme, iyi yönetişim ve hesap verebilirlikle ilgili stratejilerin de bir parçasıdır.”
(Zengin, 2014: 6216)
Bilgiye erişim, mahremiyete saygı ve bilgi toplumu etik ilkelerini içeren, internet mevzuatını
da kapsayan geniş bir alanı ifade eden “medyada gelişme düşüncesinin temelinde, ifade
özgürlüğünün sağlanması, bağımsız ve çoğulcu bir medyanın yapılandırılması yatmaktadır.”
(Zengin, 2014: 6211) Demokratik bir toplumda “ifade özgürlüğü olmadan, basın özgürlüğü
sağlanmadan bilgilendirilmiş, etkin ve ilgili bir vatandaşlık imkansızdır.” (Bayrakdar, 2012: 4)
Üstün gücün kontrol alanı: medya ve kitle iletişimi
Küreselleşmenin ortaya çıkardığı toplum düzeninde iletişim, toplumun anatomisini saran
atardamar13 sistemi gibidir. Sistem yaklaşımında iletişim alt sistemi, yönetici merkezlerle
çevre arasında enformasyonu ileterek, karmaşık ve birbirine bağımlı toplumsal alt sistemlerin
eşgüdümünü kolaylaştırarak, sosyalin fonksiyonlar arşivi, yönetimin kolektif belleği işlevini
görmektedir. Bu bakımdan, “sistem kuramında medya ve diğer iletişim kanalları, hükümetin ve
diğer kurumların uyguladıkları toplumsal denetim için vazgeçilmez araçlar olarak görüldüler.
Sistem kuramı, çağdaş sosyal bilimler tarafından eskimiş bulunsa da, iletişimin ve enformasyonun
toplumun refahı için neden önemli olduğuna ve yıllar boyunca neden hükümet politikasının ve
düzenlemenin konusu olduğuna açıklık getirmektedir.” (Cuilenburg, 2009: 100)
Medyada meydana gelen değişimlerle birlikte medya kuruluşlarının sahiplik yapısı da el
değiştirmeye, bu işletmeler başka sektörlerdeki yatırımcıların mülkiyetine geçmeye başlamıştır.
İşadamları medyayı, faaliyet gösterdikleri sektörlerdeki işlerinin güvencesi olarak görerek,
bir tür baskı unsuru olarak ellerinde bulundurmaktadırlar. Böylece her holding patronunun
ticari portföyünde medya kuruluşları da yer almaya başlamıştır. Diğer yandan, “tekelleşme ve
yoğunlaşma eğilimleri sonucunda bugün gelinen noktada medya kuruluşlarının sahipleri,
medya dışı sektörlerde önemli çıkarları bulunan iş adamları haline gelmiştir. Medya patronları,
sahip oldukları medya kuruluşlarını başka alanlardaki özel çıkarlarını korumak ve geliştirmek
için kullanmak istemektedirler.” (Uzun, 2007: 91) Demokratik düzenlerde, gerçeğin sesi olması
13 Atardamar veya diğer adıyla arter, kalpten vücuda kan taşıyan damarlardandır.
34
Marmara İletişim Dergisi / Marmara University Journal of Communication • Yıl / Year: 2014 • Sayı / Issue: 21 • ss. 19-56
gereken ‘gazetecilik işlevi’, medya sahipliğinin ayrıcalıklı hale geldiği ekonomik politik profil
içinde gücün medyasına dönüşmekte ve “bu durumda eğer toplumsal güç dengelerinin eşit
olmadığı bir ortamda gazetecinin bu rolü çok daha kritik bir özellik kazanmaktadır. Gazeteci
tarafsız olmak zorunda değilse, bu durumda kimin tarafını tutacağı siyasal bir soru(n) olarak
ortaya çıkmaktadır.” (Uzun, 2007: 36)
İletişimin kitlesel uygulama araçlarının sahipliği ile bu mekanizmaların kullanımı
arasındaki ilişkinin mahiyetine bakıldığında; “büyük medya kuruluşları, önemli ölçüde, medya
dışından gelen iş ve siyaset dünyasından kişilerce yönetilmektedir. Medya sektöründeki büyük
kuruluşlar, bir alanda birbirleriyle rekabet ederken, bir başka alanda da ortak iş yapmaktadırlar.
Bu durumda, geleneksel gazetecilik pratiklerinin karşılaştığı sorunların ve zorlukların büyük
bir bölümü kamuya hizmet etme ile pazara hizmet etme arasındaki kaçınılmaz çatışmadan
kaynaklanmaktadır.” (Uzun, 2007: 91)
Kitleleri iletişim araçları aracılığı ile kontrol etmek yönetim mühendisliğinin klasik
taktiklerinden biri olarak basın tarihinde sıkça görülegelmişir. Ancak bu noktada bir çelişkiyi
saptamak gerekmektedir; “kitle iletişimi ekonomiyle, kültürle, ideolojiyle ve siyasetle iç içe olan
bir örgütlü etkinliktir. Kitle iletişimini dördüncü güç veya halkın gözü-kulağı olarak, dolayısıyla
ekonomik, kültürel ve siyasal güç yapılarının denetleyicisi olarak sunmak, idealleştirmek ve üstün
bir karakter vermek gerçeklere aykırıdır.” (Erdoğan, 2001: 276-313) savını bütünüyle yanlışlamak
veya doğrulamak mümkün değildir. Çünkü, sosyo-politik güçlerin örgütlenerek siyasal mücadele
verdiği alanlardan biri de hiç şüphesiz medya ve iletişimdir. Demokratik araçlar kullanılarak
başta basın yayın kuruluşları olmak üzere kitle iletişim araçları vasıtasıyla siyasal iktidara yönelik
denetimin merkezinde kamuoyu yer almaktadır. Günümüzde ideolojilerin etkisini yitirmesi ve
iletişim teknolojisindeki gelişmeler neticesinde ortaya çıkan yeni olanaklarla, manüplasyon ve
siyasal etki mühendisliği yönetimin politik uygulamaları arasında yaygın olarak başvurulan bir
yöntem olmuştur.
Politik karar alıcıların demokratik değerlere bağlılığı ve politik refleksleri ile siyasal
süreçlerin evrilmesi arasındaki ilişki aynı zamanda kitle iletişim kuruluşlarıyla ilgili kamusal
düzenlemelerin biçimlenmesi ve gelişmesi ile yakından ilgilidir. Küreselleşme süreci ile birlikte
başta siyasal aktörler, siyasal yapılar ve siyasal süreçler küresel poltikaların uygulanmasında
ortak zemin ve stratejilerin uygulanabilirliğine elverişli araçlara dönüştürülmüştür. Bu süreçler
ekseninde oluşturulan hukuk ve bu hukukukun yasalarının şekillenerek uygulanması, kitle
iletişiminde pazar kurallarının biçimlenmesi ve değişmesinde egemenlik ve mücadele ilişkileri
önem kazanarak kilit noktalar haline gelmiştir.
Çağdaş toplum düzenlerinde siyasetin toplumsal yapı içinde kurumsal olarak sahneye
konulması iletişimin varlığı ve öneminin somut biçimde göstergesidir. Toplumun gördüğü,
ona gösterilen, ilgisine sunulan siyasal olgu ve olaylar politiğin kamuya seyrettirilen bölümü
olmaktadır. Siyasal etki ve siyasal çatışma (!), politik sahnenin görünür kılınan ve kamuoyu
ilgisinin odağında tutulan çerçevelenmiş, oluşturulmuş “gündem” dir. Oysa gerçek, arka planda
oluşturulan kurallar ve ‘hukuk’ ile biçimlenen pratikler ve onun dayandığı ekonomik ilişkiler
35
İrfan PAÇACI
olup bu da ‘reel güç’tür. Bu durum politik sahnenin geri planında tutulur ve gösterilmez. Gerçek
çatışma ve siyasal sistemin güçler dengesinin kuruluşu bu “görülmeyen” gösterilmeyen sahada
gerçekleşmektedir. Reel politik burada yapılır. Esasen imal edilen bu (suni) denklem, toplumsal
rıza sağlanarak ‘meşruiyet’ kazandırılmak üzere, farklı imge, sembol ve değerlerle oluşturulan dış
çerçevesi/ambalajı ile sahnenin önüne alınarak kamuoyuna sunulur. Siyasal kurumlar ve siyasal
aktörler bu rolün oyuncuları, olup ‘siyasal iletişim’ bu çalışmaların işlemsel sürecini meydana
getirmektedir. O sebepledir ki, “kitle iletişimini anlamak, her şeyden önce kitle iletişiminin
tarihsel olarak toplumsal üretim tarzı ve üretim ilişkileri içinde konumlandırılmasını gerektirir.
Bunun anlamı kitle iletişim tarihini, içinde geliştiği toplumun tarihiyle birlikte ele almak
demektir.” (Erdoğan, Alemdar, 2010: 211)
Kültürel ürünlerin üretim ve tüketimi, “iletişimin siyasal ekonomisi” denilen karmaşık
ve çok yönlü bir analizi gerektirmektedir. İletişim ile üretim arasındaki ilişki politik sistemin
hangi sosyal güçlere kaynak sağladığına ilişkin önemli bir göstergedir. Üretim sistemi ve üretim
güçlerinin siyasal temsile yansıması arasında bir korelasyon kurarak politik sistemin hangi
sosyal güçlere dayandığına dair bir sonuç ortaya çıkarmak yanıltıcı ve aldatıcı bir değerlendirme
olmaktadır.
Dolayısıyla, “kitle iletişimi, örgütlü yapıların üretim faaliyetiyle başlayan ve izleyicinin
izlemesi ile devam eden bir üretim, dağıtım, alış-veriş, dolaşım ve tüketim ile devam eden bir
yapısal ilişkiler ağından oluşur.” (Erdoğan, Alemdar, 2010: 211) yargısı, iletişim dünyasının
karmaşık ve küresel üst yapılar ile bağlarının varlığını ortaya koymaktadır.
İnsan, toplumsal varlık olma özelliğini üretim alanında da ortaya koymaktadır. Dolayısıyla
bireyi içinde yer aldığı ilişkiler ve toplumsal düzenden soyutlayarak anlamaya çalışmak yanıltıcı
olmaktadır. Nitekim, toplum içinde birey, herhangi bir şeyi algılama ve kavrama tarzı, yaşadığı
toplumun işlevlerinden soyutlanamaz ve tek başına hareket ettiği zamanlarda bile toplumsal
bağımlılığından kurtulamaz. Her ne kadar toplumsal koşullardan ve düzenden en az biçimde
etkilense bile, bireyin hayattaki hedeflerini ve kariyerini, seçimlerini nasıl yapacağını ve başarılı
olup olamayacağını belirleyen de toplumsal bağlamdır. (Ollman, 2012: 179)
Sosyal bünyenin siyasal kan dolaşımı: iletişim sistemi
Küreselleşme ile birlikte ortaya çıkan yeni iletişim tasarımında, dördüncü kuvvet medyanın,
kapitalist mülkiyet yapı ve ilişkileri içinde ele alınarak incelenmesi, pazara ve onu çerçeveleyen
yasal ve siyasal düzenlemelere bağlı olarak yapıldığında, demokrasinin işleyişi ile ilgili balans
ayarlarının anlaşılmasına olanak sağlayacaktır. İletişim sisteminin içerdiği ilişkiler düzeneği;
egemenlik yapılarının çözümlenmesi ve sistemde oluşan “dengenin” bileşenleri arasındaki,
ekonomik ve politik ilişkilerin kurulması hususları ile ilgili bir durumdur. Makro planda
değerlendirildiğinde; bu “durum”, egemenlik yapıları değiştikçe ‘denge’ yeniden biçimlenmekte,
güç mücadelelerinin bir sonucu olarak ‘yasal düzenlemeleri’ de etkilemektedir.
Egemenlik yapılarının küresel ölçekli olarak yeniden düzenlendiği bu süreçte, iletişimin
siyasal ekonomisi yeniden keşfedilerek küresel iletişim coğrafyası oluşturulmaktadır. Çünkü
36
Marmara İletişim Dergisi / Marmara University Journal of Communication • Yıl / Year: 2014 • Sayı / Issue: 21 • ss. 19-56
“Bilinç endüstrisi enformasyon üreten bankacılık, finans ve sigorta endüstrileridir. Bütün bunlara
askeri ve sivil devlet organlarıyla olan bağlarını da eklemek gerekir.” (Erdoğan, Alemdar, 2010:
234)
Siyasal iletişim, siyasete ilişkin olgu ve olayların kısaca siyasal durumun siyasal yorum ve
denetimini siyasal sistemde egemen finans kaynakları (siyasal yaklaşımı) üzerinden yürütme
mekanizması olurken, ajandasında demokratik sistemin korunmasına dair etik sorumluluğu da
taşımaktadır. Siyasal iletişim bir meşruiyet sağlama yöntemi olarak sistemde işlev görmekte “öte
yandan, siyasete katılan niceliklerin ve siyasal davranışın konusunu oluşturan sorunların sayısal
artışıyla birlikte demokrasinin yaygınlaşması ayrıca nabız yoklamaları ve medyalarla birlikte
siyasal oyunun görünürlüğünün artışıyla ilişkili olan siyasetin yeni bir işleyiş düzeyidir.” (Wolton,
1991: 51-58)
Not edelim ki, şu husus hem bir saptama hem de üzerinde düşünülmesi gereken bir soru
işareti oluşturmaktadır; 21. yüzyıl; “bilgi” ve “iletişim” enstrümanlarının başrolü oynadığı, siyasal
araçlar ile toplumun yeniden dizayn edilmesinin altın çağı mı (dır) olacaktır?
Soğuk savaşın bitişi ve sonrasında yeni bir aşama olarak 11 Eylül terör saldırıları ile
başlayan süreç, demokrasi idealini hayal eden ve baskıcı rejimlerle yönetilen toplumların
iletişim teknolojileri aracılığıyla manipülâsyonu çerçevesinde geliştirilen ‘algı yönetimi’ odaklı
siyasal iletişim uygulamalarının ülkesel ve bölgesel düzeyde yoğun olarak yaşanıldığı bir dönem
olmaktadır.
İletişim yatırımına başlamadan önce neyin iletişiminin ne için ve nasıl yapılacağının
planlaması, stratejik iletişim yönetimi uygulamasını ortaya çıkarmaktadır. Bu çerçevede dikkate
alınması gereken birkaç nokta şu şekilde saptanabilir:
• Hazırlanan mesajın, hedef kitlenin açabileceği kodlara dönüştürülmesi ve bu kodların
iletişim mecralarıyla iletilmesi iletişim yönetiminin stratejik yönetim planlaması
bakımından önem taşımaktadır.
• Kültür kodu, küreselleşmenin ideolojik altyapısına ilişkin sistemlerin kurulmasında kilit
bir rol oynamaktadır.
• Hedef kitle oluşturulurken farklı “genişleticiler” (expander) kullandığı; hedef kitlelerin
yaş, eğitim, gelir, medeni durumuna, siyasi, kültürel tercihlerine, yaşadığı şehre vb. birçok
kritere göre gruplandırılmakta/segmente edilmektedir,
Değer farklılıkları oluşturacak projelerin girdileri bakımından hedef kitle segmentlerinde
yapılacak analizler önem taşımaktadır. Kodların hedef kitlenin özellikleri üzerinden
oluşturulmasının kritik önemi vardır; bu husus kodların açılıp açılmama ihtimalini etkilemektedir.
İletişim çalışmalarında; “kodlama kaynak tarafından iletiye yüklenen anlamdır ve amaç, iletiye
kaynak tarafından yüklenen bu anlamın alıcı tarafından aynı anlam çerçevesinde çözümlenmesi
ve bu doğrultuda yansıma verilmesidir.” (Gürcan, 2012: 8)
• Toplumlardaki demokratik dönüşümlere yönelik güçlü eğilimler yanında, piyasaların,
37
İrfan PAÇACI
hâlâ “çoğunluk demokrasileri”nin tahakkümcü ve çoğunluk sultasına dayanan “güc”ünü
elinden bırakmamak için direndiği hususu dikkate alındığında demokrasilerde sosyal
paylaşımının önemli bir sorun olarak sürdüğü görülmektedir.
• 21. yüzyıl siyasal sistemlerin demokratikleşme sürecinin hızlandığı demokrasilerin
çoğulcu ve katılımcı yapıya evrildiği bir dönem olarak sürerken, piyasaların aynı ölçüde
çoğulcu bir yapı kazandığını söylemek diktatörlüklerin ve totaliter rejimlerin hüküm
sürdüğü yerlerde pazarlama olamayacağından oldukça zordur.
• Teknoloji “kolaylaştırma” işlevini sağlarken toplumsal değişimleri de gerçekleştirmektedir.
Toplumun kullanımına sunulan her yeni ürün teknolojik bir çıktı oluşturarak sosyolojik
izler bırakmaktadır. Gelişmenin değerini diğer toplumlara ve nesillere “teknoloji ve
ürettiği ürün” ile aktaran siyasal sistemler; sonraki toplumların kodlarını oluşturan,
alışkanlıkları, yaşayış tarzları, duyguları, düşünceleri ve normatif sistemleri ile geleceği
şekillendirmektedir.
• Medya özgürlüğü, “entelektüel sermaye” birikimlerini kullananların başarılı olabildikleri
bir yapının işlerlik kazanadırıldığı düzenlerde değer ve sonuç ifade edebilmektedir.
Bilgi toplumu düzeni demokrasiyi besleyerek geliştiren eleştiri ve denetim işlevlerinin
maksimize olduğu sosyal gelişme süreçleridir. Bir toplumun entelektüel sermayesi,
inovasyon becerisini, farklılaştırabilme imkanlarını, dünya görüşünü, üretebilme gücünü,
marka değerlerini, pazarlama, iletişim ve organizasyon yeteneklerini ifade eder.
Nüfusun artışı, ihtiyaçların ve sorunların giderek karmaşık hale gelmesinde önemli bir etkendir.
Böylece, karmaşık hale gelen ekonomik ve siyasal ilişkiler içinde gerçekleşen olayları ve gelişmeleri,
basın ve kitle iletişim araçlarının sağladığı olanaklar olmadan anlayıp yorumlamak imkansız hale
gelmiştir. Küresel toplum düzeninde, “kitle iletişim araçlarının görevi aynı zamanda nihai ürünleri
üretmek için şekillendirilmiş izleyicilerin üretilmesidir.” (Erdoğan, Alemdar, 2010: 234)
Küreselleşme sürecinin yeni baştan oluşturduğu ekonomik, sosyal ve siyasal hayatın
kurumsal düzeneği ve kültürel yaşamda ülkeler ve toplumlar arasında gerçekleşmekte olan hızlı
bir etkileşim ve yoğunlaşma uluslararası ilişkileri de aynı ölçüde karmaşıklaştırmıştır. Bütün bu
gelişmeler karşısında bireyler kadar toplumlar arasında da hızlı ve yoğun bir ilişki ve iletişim
ağı kurulması zorunlu ve kaçınılmaz hale gelmiş, bu zorunluluk, iletişim teknik ve yöntemlerini
bütün toplumlar bakımından sosyal yaşamın bir parçası haline getirmiştir.
Kamusal alanın denetim ve yönetim motoru: siyasal iletişim
Siyasal gelişme ve teknolojik ilerlemeye paralel olarak meydana gelen iletişim araçlarının
artan yeteneği, kitle iletişim araçlarının işlevlerini ve görevlerini de etkileyerek farklılaştırmıştır.
Kitle haberleşme araçlarının, geleneksel haber verme işlevi yanında yönetenlerle yönetilenler
arasındaki iletişim ve etkileşimde, eğitimde, azınlık ve marjinal grupların sesini duyurmada,
toplumsal ve kültürel yaşamın biçimlendirilmesinde ve ekonomik yapının düzenlenmesinde, “etki”
ve “algı” yönetimi, kamuoyu oluşturma gibi etkileme fonksiyonlarının giderek güçlendirilmekte
olduğu görülmektedir. Ayrıca, kitle iletişim araçları, seçim dönemleri dışında; gerek yasama
38
Marmara İletişim Dergisi / Marmara University Journal of Communication • Yıl / Year: 2014 • Sayı / Issue: 21 • ss. 19-56
süreçlerinde kamuoyunun oluşması ve belli konuların gündeme getirilmesinde, gerekse de büyük
yargılamaların değişik aşamalarında etkili bir güç olarak siyasal sahnenin bir aktörü konumunda
servis vermektedir. Medyanın bu rolü ülkenin ve toplumun gelişmişlik düzeyine ve siyasal aygıtın
kapasitesine bağlı olarak değişmekte etik, teknik ve kalitatif değer kazanarak gerçekleşmektedir.
Siyasal iletişim siyasal sistemin bir parçasıdır ve rejime egemen otoritenin düşünce ve
eylemlerinin bir parçası gibi faaliyetlerini yürütmektedir. Diğer bir ifadeyle; siyasal sistemin
işleyişi ile siyasal iletişimin işleyişi arasında farklılıklar bulunmamakta, her iki işleyiş de
aynı faktörler üzerinden gerçekleşmektedir. Öz itibariyle bakıldığında bu iki yapı birbirinin
tamamlayıcısı olan birer unsurdur. Siyasal sistemin olduğu gibi siyasal iletişimin gerçekleşmesi
için de aktörlere, onların ürettiği mesajlara, bu mesajları hedef kitlelere taşıyacak araçlara ve yine
bu araçlar aracılığıyla toplumdan dönüp gelecek yansımalara ihtiyaç bulunmaktadır. Bu geri
dönüşümlerle birlikte üretilmiş mesajın yeniden düzenlenmesi ya da yeni mesajların üretilmesi
süreci işlemekte ve bu döngü karşılıklı bir alışveriş olarak devam etmektedir.14
Geçen yüzyıl kitlelere teorik olarak özgürlük ideali empoze etme işlevi gören “demokrasi”,
bu yüzyıla damgasını vuran küreselleşme ideolojisi ve değişen değerlendirme normları içinde
kitleleri kontrol etmenin mekanik bir aracına dönüştürülmüştür. Küreselleşme ile yeni demokrasi
anlayışına bağlı siyasal iletişimin temel rolü, politik mücadelenin konusu olan her çeşit temayı
politik tartışma sürecinde işleme alarak; seçme, kademelendirme ve eleme mekanizmaları ile
iktidar dinamiklerinin işleyişini kolaylaştıracak olanakları oluşturmakta, siyasal sistemin politik
iktidar elinde kullanılabilirlik kapasitesini arttırmaktır. Bu durumda, “siyasal iletişim, siyasete
ilişkin olan ve durumun siyasal yorumunun denetimini elinde bulundurmayı hedefleyen
söylemlerin bir çatışma alanıdır.” (Wolton, 1991: 51-58)
Bütün bu gelişmeler siyasal iletişim olgusunu siyasetin ve hukukun önüne geçirerek kamusal
alanın denetim ve yönetiminde dinamik bir faktör haline getirmiştir. Bu çerçevede “sermayenin
küreselleşmesi, iktidar kurumlarının çok taraflı hale gelmesi ve otorite merkezinin bölgesel ve
yerel yönetimlere kayması yeni bir devlet biçimine, ağ devletine yol açacak olan yeni bir iktidar
geometrisi başlamıştır.” (Castells, 2007: 500)
Öngörülen küresel projelerin ugulanmasına yönelik olarak siyasal mekanizmaların
denetimini ve toplumsal kontrolü elinde bulundurmayı hedefleyen küresel iktidar odakları,
ekonomik bakımdan medya ve kitle iletişim araçlarının tekelleştirilme süreci içinde bu olanağı
elde etmişlerdir. Bu yapı içinde medya odaklı siyasal iletişim, kitle demokrasisinin işleyişine
ilişkin sistemin örgütlenmesi konusunda anahtar işlevi ile uygulama fonksiyonu gören bir aygıt
haline getirilmiştir.
Faşizmin politik stratejisi: iletişim devleti modeli
Anayasa yapım sürecinde ABD ve Fransız anayasaları ile başlayarak İkinci Dünya Savaşı sonrası
İtalya, Batı Almanya ve Japonya ile gerçekleşen demokratikleşme dalgası, 1960’lı yıllarda Afrika’da ki
14 Ali Murat Vural, “Parti İçi Demokrasi ve Siyasal İletişime Katkıları”, s. 159; http://www.siyasaliletisim.org/pdf/
particidemokrasivesiyasaliletisim.pdf (Erişim Tarihi;02.05.2012)
39
İrfan PAÇACI
kolonilerinden bağımsızlığını kazanan ülkelerle sürmüş, 1970’lerdeki otoriter rejimlerin çökmesi ile
Yunanistan, Portekiz ve İspanya da yeni anayasalar yapmışlardır. (Elster, 1991: 447-448) Demokratik
rejimin parçalarını oluşturan kurumların işletilmesinde özellikle kuvvetlerin yanına 4. kuvvet olarak
medya, düşünce özgürlüğü ile ilgili olarak medya özgürlüğü ve siyasal temsil konusunda iletişim,
siyasal sistemin çarklarının işleyişi ile ilgili adeta dişlileri yağlayan bir ‘rol’ yerine getirmektedir.
Bu düzeneğin işletilmesinde medya işlevlerini yerine getirebildiği ölçüde sistem “demokratik”
bir nitelik sağlayarak gelişmektedir. Aynı zamanda sistemin meşruiyet ekseni de genişleyerek
rasyonelleşmektedir. Ancak bu işlevler aksadığı ve demokratik değerlerin üretilemediği durumlarda
ise rejimdeki değişim “otoriter” karakter kazanarak gelişmektedir. Her demokrasi risk üretme
kapasitesine sahip olup bu tehlikeyi “bertaraf ” edebilme yeteneği ile “sürdürülebilir” ve “yönetilebilir”
bir “rejim” olabilmektedir. Bu denklemin temelinde “demokratik meşruiyet” olgusu yer almaktadır.
Demokrasinin yapısında oligarşik eğilimler mevcuttur ve demokrasi zaman içinde
zorunluluktan dolayı oligarşik karakter kazanabilir. Bu eğilimler: 1) insan yapısından, 2) siyasi
mücadelenin özelliğinden, 3) organizasyonların doğrudan doğruya kendi bünye ve özelliklerinden
kaynaklanmaktadır.
Siyasal aygıtın parçaları ve işleyişi ile ilgili olmak üzere demokrasinin temel bileşenlerinin
uyumu ve çalışması bu meşruiyetin sağlanmasında izlenebilir bir değişken olurken, bu yapının
meydana getirdiği sistemin kuruluşunda olması gereken “meşruiyetin” denge durumu gözden
kaçırılmaktadır. Bu eksik analiz sonuçta; gelişmiş bir toplum için oluşturulan siyasal rejimin farklı
toplumsal yapıya ve kodlara uygulanmasının ürettiği siyasal teknoloji, meşruiyet denklemini/
temelini ortadan kaldırmaktadır. Çünkü bu durumun ortaya çıkardığı siyasal inşaa sürecinde
farklı bir toplumsal yapı, ithal bir siyasal organizasyon modeli ve yukarıdan aşağıya kurulan
bir kurumsal düzen gerçekleşmektedir. Bu siyasal kültür ve organizasyonu inşaada üst yapı
kurumlarının toplumsal meşruiyet temelinde oluşturulamadığı düzenlerde demokratikleşme ve
kurumsallaşma gerçekleşememektedir. Bu tip siyasal-toplumsal yapıların ürettiği otoritelerde
hukuka dayanan bir iktidar gücünden çok uygulamada gerçekleşen bir “kamu düzeni” ve kriz
hallerinde “kanuna” dayanan bir yapısal meşruiyet yaklaşımı görülmektedir. Bu tür rejimlerde
hukuk devleti ve temsili demokrasi kurumlarının şeklen ad olarak geçtiği bir temel anlaşma metni
(anayasa) her zaman sistemde işlemez halde yürürlükte bulun(durul)maktadır. Siyasal sistem
tipolojileri soldan sağa siyasal yelpaze içinde geniş bir alanda yaşama olanağı bulabilmektedir. Bu
siyasal alanın kapsadığı otorite biçimleri: “Faşist diktatörlüklerdeki egemenlik mücadelesi, parti ve
devletten ya da normatif devlet ve imtiyaz devletinden daha fazlasını içerir” (Paxton, 2014: 205)
Batıda monarkın egemenliğini sağlayan mülk devlet anlayışından vazgeçilmesinin temelinde
otorite-özgürlük mücadelesi ile gelişen bir süreç esas olurken Osmanlı da bu denklemin
kurulamadığı görülmektedir. Osmanlı devlet sisteminde farklı bir meşruiyet olgusu geçerli
olup; “padişahların etkin siyasi güçlerini geçici olarak kaybetme tehlikesi karşısında temel
dayanağı, hanedanın kadimliği ve yarattığı alışkanlık olmuş ve otoriteleri hiçbir zaman resmi
olarak yeniden tanımlanmaya maruz kalmamıştır.» (Riedler, 2012: 18) Devlete hukuki bir yapı
kimliği kazandıran esas neden yasayı uygulayan gücün yani siyasal iktidarın bu yapının içinde
varolabilmesidir. (Caniklioğlu, 2008: 29)
40
Marmara İletişim Dergisi / Marmara University Journal of Communication • Yıl / Year: 2014 • Sayı / Issue: 21 • ss. 19-56
Siyasal yapı içinde yer aldığı toplumdan güç alarak kurumsal kimlik kazanabildiği ölçüde
demokratik meşruiyete sahip olabilmektedir. Gelişmemiş bir toplumsal yapı da gelişmiş bir
toplum modeline ait kurumların işlevi ancak briketlerden oluşan bir binanın sağlamlaştırılması
için araya konulan demirler gibi olacaktır.
Eski ile yeni gelişmemiş ile gelişmiş birbirlerine zıt olduğu kadar birbirlerini tamamlamaya
yatkın ve uygun izlenim ve algılar oluşturabilecek zengin imge ve anlam gücüne sahiptirler.
Tarih bu çelişkilerin üretildiği durumların hep aynı sonucu ortaya çıkardığına şahitlik eder;
insanlık tarihi savaşların tarihi olma özelliğini bu gerçeklikten dolayı kazanmıştır. Savaşların
pek çok sebepleri arasında değişmeyen ortak sebebi ise “paylaşım” sorunu olup, bu durum farklı
zamanlarda değişik anlam ve görüntülerle ortaya çıkar, ancak tarih bunu her zaman aynı sözler ve
nedenlerle yazmaz. İnsanlığın yaşadığı en büyük kabus da tarihin gerçeğe farklı şahitliğinde ortaya
çıkar, çünkü; “politikalar ve değişiklikler hayatın her alanını etkileyecek şekilde tasarlanmıştır ve
böylelikle rejimin ‘totaliter’ olmasını övgüyle haklılaştırır. Bunun siyasal açıdan anlamı, yönetsel
gücün Faşist Büyük Konsey, birçok devlet bakanlığı ve bizzat duce’nin ellerinde toplandığı yeni
bir otoriter düzenin sistematik olarak liberal düzenin yerini aldığıdır.” (Griffin, 2014: 126)
Bilindiği gibi iki dünya savaşı arasındaki laboratuar dönem oluşturduğu (Faşizm) tecrübe
ile siyasal sistem inşaasında sonrası dönem için anayasa manüelinde; cihazlanan bir anayasal
demokrasi modeline kaynaklık etmiştir. Nitekim, bu kapsamda olmak üzere: “Weimar
demokrasisi iki tarafından da yanan bir mum gibiydi. Hem soldan hem de sağdan, sistem karşıtı
Naziler ve komünistler tarafından eritilen bu mumun gitgide küçülen merkezi, işleyen bir
parlamenter çoğunluk oluşturma yolundaki başarısızlığa mahkum arayışı sırasında, sosyalistler
ile laissez-faire ılımlılar gibi ya da ruhban sınıfı yanlıları ve karşıtları gibi birbiriyle uyumsuz
gruplar arasında heterojen koalisyonlar kurmak mecburiyetinde kalıyordu.” (Paxton, 2014: 159)
Bu sürecin sonunda rejim kilitlenerek içeriden açılamayan bir yapıya dönüşür. Bu durumun
çözümü sisteme dışardan manüel müdahaleyi, “maymuncuk” ile kilidi açmayı gerektirmektedir.
Nitekim, “anayasal sistemin tıkanıp demokratik kurumların da işlemez hale geldiği durumlarda
‘siyasi arena’ daralma eğilimi gösterir. Acil durumlarda karar alma yetkisine sahip olanlar birkaç
kişilik bir gruba indergenebilir; muhtamelen de bu grup, yakın çevresindeki sivil ve askeri
danışmanlarıyla birlikte devlet başkanının kendisinden oluşur.” (Paxton, 2014: 170)
Demokrasi ve onun kurumları potansiyel olarak tehlikeye açık, çoğu kez de bu tehlike
potansiyelini kendi içinde taşıyan, kendi bünyesinde oluşturup karşısına çıkaran rejim
özelliğine sahiptir. Demokrasi kendi düşmanlarına da hayat hakkı tanıyarak intiharını
gerçekleştirebilmektedir; “Hitler, 1919’da Weimar Cumhuriyeti için hazırlanan anayasayı hiçbir
zaman resmi olarak lağvetmedi ve Almanya’daki normatif devleti hiçbir zaman tamamen
dağıtmadı; tabii kendisi bu normatif devlete bağlı olmayı reddediyordu; mesela kurallarla ve
bürokrasiyle elinin bağlanmasından korktuğu için ötenaziyle ilgili bir yasanın geçirilmesini kabul
etmemişti.” (Paxton, 2014: 203)
Faşist devlet felsefesi ikili bir devlet uygulaması örneği sağlamaktadır. Yazanla yaşananın
farklılığı Faşizmin politik stratejisi olup “ikili devlet” modeli ile görünürde hukuk ve demokrasinin
41
İrfan PAÇACI
kurumlarını, pratikte ise lider (şef/führer) ve onunla üretilen “söz” ve onu ülküselleştirerek/
ilkeselleştirerek “kanun” haline getiren meclis-basın ve kolluk-istihbarat mekanizmaları ile
birbirini tamamlayan bir bütün oluşturur.
Bu tespit ışığında aşağıdaki iki olgu somut birer tasvir örneği oluşturmaktadır:
“Bahar 1933’ten sonra, normatif devlet varlığını sürdürmeye devam ederken, milli
güvenliğin şart koştuğu hallerde sınırsız polis gücü ve yargı baskısı kullanmak caiz
hale gelmişti. Nazi imtiyaz devleti zamanla normatif devleti gasp edip işleyişini
etkilemeye başladı. Ulusal olağanüstü hal algısı normatif devletin içinde bile,
rejimin, bireysel hakları ve yargı süreçlerini askıya almasına izin veriyordu artık.
(Paxton, 2014: 203, 204)
“Onlar için Faşizm, rejimin-kişisel olarak kendi hayatlarını etkileyen-siyasal
politikaları, sosyal programları ve kurumsal değişikliklerinde, ama hepsinden
önce, iletişim alanlarını elinde tutan ve böylelikle çağdaş tarihi olguların süzülerek
algılandığı etkili bir “kültürel filtre” kuran yeni İtalya’nın yaratıcısı olarak rejimi
meşrulaştırıcı, sonu gelmeyen söylemsel iddia ve jestlerinde dışadönüktür.”
(Griffin, 2014: 126)
Sosyal dinamiği siyasal alanda harekete geçiren mekanizma: sert ve yumuşak
güçlerin vitrini medya
Küresel güçlerin toplumları düzenleyerek dünyayı yönetmelerindeki kapasitenin; ekonomik
güç ve siyasal üstünlük yanında, doğrudan onların kontrol etme yetenekleri ile igili olduğunu
söylemek yanlış olmayacaktır. Bu yüksek yönetim kapasitesinde yapılması gerekenlerin
sistemleştirildiği ve planlanarak belgelere aktarıldığı ve sadece “üstün çıkarların” gözetildiği bir
sistematik söz konusudur.
Küresel aklın sürdürülebilir güce dayalı yüksek kapasiteli yönetim stratejisi toplumda ki
memnuniyetsizlikler erkenden saptanıp ‘büyük ameliyatlar’ gerektirmeden düzenin sürdürülebilir
akışı içinde ortadan kaldırılabilir, yaklaşımına dayanmaktadır. Ancak büyük ameliyat kaçınılmaz
olduğunda ise daha büyük bir güce başvurulur. Sistematik olarak kriz aşamalarında, krizin
iktidar ve sistem krizine dönüşerek gelişebildiği bu süreçlerde başvurulan operasyon güçleri
polis ve ordu olarak devreye sokulmaktadır. Bu durumda küresel güçlerin çözüm pratiği net
ve basitdir: “Eğer büyük ameliyat gerçekten gerekiyorsa, o zaman orduya güvenilir. Özellikle
Karayip-Orta Amerika bölgesinde bulunan bir Latin Amerika ülkesinin ordusunu artık idare
edemiyorsak, hükümeti devirmenin zamanı gelmiştir.” (Chomsky, 2014: 40) Bu model bugün
“medya” denilen daha etkili, sessiz ve manevra kapasitesi yüksek bir araç ile güçlendirilmiştir.
Medya; iktidarları yıkıp-kuran, milli orduları kendi toplumu nezdinde itibarsızlaştıran, yargısız
infazlar gerçekleştiren bir mekanizmaya dönüşebilme potansiyeli olan güçlü bir “silah” tır.
Medya kitleleri bilgilendirmeyi temel işlevi olarak görerek, yönlendirme merkezlerini de
kapsama alanı içinde değerlendirirken, bu fonksiyonları kendi aidiyetinde gören siyaset ile
arasında kaçınılmaz olarak işbirliği ile çatışmanın birarada olduğu bir birlikte yaşama ilişki ve
42
Marmara İletişim Dergisi / Marmara University Journal of Communication • Yıl / Year: 2014 • Sayı / Issue: 21 • ss. 19-56
durumu söz konusudur. Medya ve siyaset arasındaki bu çekişmenin özünde birinin diğerini
kendi alt sistemi haline getirme çabasının olduğu anlaşılmaktadır. (Hazar, 2008: 254)
Sosyo-ekonomik yaşamın özü olan siyaset, toplumsal gelişmenin her aşamasında ekonomi,
hukuk ve kültürle ilişki içinde dinamik bir olgu olarak, çevresinde siyasi etkileşimin, genel
oy hakkının kitlelere verilmesiyle de siyasal iletişimin gelişmesine yol açmıştır. Kitle iletişim
teknolojisinin gelişmesi; siyasal konuları ve kamusal bilgiyi, yönetilenlerin politik inanç ve
eylemini etkileyecek şekilde siyasal etkileşim gücü üreterek, siyasal iktidarlara geniş bir stratejik
kullanım alanı sağlamıştır.
Siyasal iletişim, siyaset alanına giren sorunların ve aktörlerin sayısının artması ve siyaset
sahasının genişlemesi neticesinde günümüzdeki anlamına ulaşmıştır. Böylece, siyasal etkileşim
olgusu siyasetin temel kurumlarından biri haline dönüşerek siyasal iletişimi güçlendirerek siyasal
sistemlerin temel öğesi haline getirmiştir.
Demokratik siyaset şablonunda, “kamuoyunun politika biliminde başlıca önemi, onun
siyasal karar alma sürecini etkileyen bir faktör oluşunda kendini gösterir.” (Kapani, 2004: 146)
Kamuoyunu oluşturan psikolojik, sosyal çevre, yüz yüze temaslar ve kanaat önderlerinin etkisi
gibi çeşitli etkenler yanında en önemli rolü kitle haberleşme araçları oynamaktadır. Toplumla
bağ kuran ve kendini sosyal talebe göre biçimlendiren rejimlerdeki siyaset dinamiğine dayanan
“siyasal iletişim” olgusu; toplumu harekete geçiren bir dinamo işlevi görmektedir. Sosyali kendi
öngörülerine uygun olarak şekillendirmeyi esas alan rejim modellerinde siyaset dinamiğinin
dayandığı “siyasal iletişim” olgusu ise; durduran, donduran ve yönetimden topluma doğru tek
yönlü ileti sağlayan bir pompa/enjeksiyon mekanizması konumundadır.
Kanaatlerin değiştirilmesi ve yeni kanaatler aşılanması ile ilgili olarak kitle iletişim araçlarının
yönetimi demokratik ve otoriter karakterli her iki siyasal modelin de üzerine odaklandığı
ortak noktayı oluşturmaktadır. Her iki siyasal yapıda da kamuoyunun oluşturulmasından,
yoğrulmasından ve biçimlendirilmesinden söz edilebilir. Bununla birlikte, “kamuoyunun
oluşumu, yapısı ve niteliği ile onun içinde oluştuğu siyasal sistem ve siyasal ortam arasında yakın
bir ilişkinin bulunduğu bilinmektedir. Genellikle, demokratik rejimlerde serbestçe “oluşan”
kamuoyu ile, demokratik olmayan (otoriter veya totaliter) rejimlerde “oluşturulan” (yaratılan)
kamuoyu arasında bir ayrım yapılır.” (Kapani, 2004: 152) Kamuoyunu kontrol altına almak bu
yapılardan totaliter modelde “açık”, demokratik modelde ise “örtülü” biçimde siyasal iktidarların
ortak hedefini oluşturmaktadır. Ancak, totaliter yapılarda kitle iletişim araçları tamamen siyasal
iktidarın tekeli veya kontrolü altına alınmakta ve bu rejimler resmi kamuoyu ve gizli (yeraltında)
kamuoyu olmak üzere iki kamuoyu üretmektedir.
Gerçek bir kamuoyu haber ve düşüncelerin serbestçe ifade edilip yayılabildiği ortamlarda
gelişebilir. Siyasal toplumun üyelerinin kanaatleri, siyasal iktidarın oluşumu ve yıkılması
açısından kamuoyunu, iktidarı kuran ve yıkan güç olarak kodlamaktadır. Siyasal dinamiğin
hareket mekanizmaları olarak “siyasal iktidar”, “siyasal iletişim” ve “kamuoyu” kurumlarını,
demokratik işlem şemasıyla tam rekabet kurallarında bir politik piyasa modeli kurarak işletebilen
siyasal “düzenin” şifreleri henüz bulunamamıştır.
43
İrfan PAÇACI
Uluslararası sistem açısından bakıldığında ise değişime öncü yapılar ekonomik planda
çok uluslu şirketler olurken, diğeri daha çok askeri alanda ortaya çıkmaktadır. Küresel ölçekte
hegemonik projelerin sahaya sürülen ve “bugün savaşlarda ya da çatışmalarda etkinlik gösteren
özel askeri şirketler, savaş endüstrisindeki özel aktörlerin dönüşümünü temsil etmektedir.
Bunların en önemli özelliği, modern bir şirket formu taşımalarıdır. Paralı askerlerden
farklıdırlar; çünkü, herşeyden önce bir şirket olarak kurulmaktadırlar ve çok farklı türlerde
askeri hizmet vermektedirler.” (Zabcı, 2004: 7) Geniş bir hizmet vitrini oluşturan “özel askeri
şirketlerin görevleri arasında; özel şahısları ve şirketleri korumaktan, yabancı orduların askeri
olarak desteklenmesine, askeri üslerin lojistik yönetimine, BM örgütleri için nakliyata, aktif
savaşa, karmaşık teknoloji temininden satılmış elitlerin haklarını korumaya kadar varan kirli
işler bulunduğu izlenmektedir.” (Yılmaz, 2007: 48, 49)
Bireyler, şirket ve kuruluşlar gibi devlete, bakanlıklara ait bilgiler, ulusal güvenliğe ait bilgiler,
banka bilgileri gibi kamusal bilgiler de dijital ortamda tutulmaktadır. Mobil iletişim ortamları,
sosyal medya hesapları, elektronik postalar, internet siteleri aracılığıyla gerçekleşen siber
saldırılara karşı dijital ortamda kişisel verilerin korunması, bilgi güvenliğinin sağlanması ihtiyacı
karşısında güvenliğe yatırım yapan, korunmasını en iyi şekilde yöneten birey tipi yaratılmakta ve
bu ihtiyacı karşılayacak biçimde bilişim endüstrisi genişlemektedir.
Küresel kapitalizmin hegemonik araçları olan çok uluslu şirketler ve eğitim-kültür dernek ve
yardım organizasyonları ile sivil toplum örgütleri, girdikleri her ülkede faaliyetlerini kitle iletişim
araçları aracılığı15 ile ve “toplumsal ilişkilerini maddi üretimleri ile bağıntılı olarak kurarlar
ve kendi toplumsal ilişkileriyle bağıntılı ilkeler, düşünceler ve kategoriler üretirler. Toplumsal
ilişkilerin değişimi ile bu düşünceler de değişir. Dolayısıyla düşünceler ilkeler, kategoriler tarihi
ve geçici ürünlerdir.” (Erdoğan, 2007: 221)
Ulusal plandaki gelişmelerin kapitalist sistemin gelişimine dayalı ve ondan etkilendiği ölçüde
de pozitif bir açıklama şablonuna bağlı olarak sistematik olarak anlaşılabilirliği söz konusudur.
Nitekim küreselleşme sürecinin hızlanması ile birlikte, yukarıda belirtilen demokratik-liberal
sistem hattında gelişen otoriteryen siyasal yapıların üzerine oturduğu ekonomi politiğin, tarihsel
ve politik izahatının küresel kapitalist sistemin iktisadi gelişme ve siyasal biçimlenişinden
soyutlanamayacak ölçüde organik yapıda (bütünleşmiş) olduğu görülmektedir.
Yeni yüzyılın fethi: küresel toplum mühendisliği
Düşünce özgürlüğünün tanındığı, her türlü haber ve bilginin serbestçe dolaşımda olduğu,
özgürlükçü, sosyal niteliği yüksek standartlarda oluşturulmuş bir kamu düzeni uygulaması,
teorik kurgusu yanında özellikle çok partili ve çoğulcu demokrasi modelinin işleyişi bakımından
da rejimin karakteristiğini belirleyici bir işlev yerine getirecektir.
15 Doğu ve Orta Avrupa ülkelerindeki Soros Vakıfları’na destek vermesi için George Soros tarafından 1993 yılında
kurulan Açık Toplum Enstitüsü, eğitim, medya, toplum sağlığı, hukuk, ekonomi ve sosyal alanlarda ki reformları
desteklemektedirler. (Nogayeva, 2001:210) 1984 yılından beri faaliyet gösteren Soros vakıfları oluşturulan fonlar ve
kurumlar ile desteklenerek, özgür ve demokratik toplum yaratmak iddiasıyla uluslararası arenada ülkelerin siyasi
sistemlerinin AB’ ci ve ABD’ci bir çizgide yeniden yapılandırılması süreçlerinde kilit rol oynamaktadırlar .
44
Marmara İletişim Dergisi / Marmara University Journal of Communication • Yıl / Year: 2014 • Sayı / Issue: 21 • ss. 19-56
Siyasal iletişimin içinde yer alan araçlar ve tekniklerin zaman zaman “propaganda” aracılığı
ile bir savaş silahı olarak16 kullanıldığı olmuştur. Siyasal iletişim zamanla stratejik kullanım
olanakları ile donatılarak “etkileyici” bir araca dönüşmüş ve siyasal konuları belirleyecek şekilde
siyasal süreçlere katılarak siyasal hayatın gelişmesinde önemli rol oynamıştır.
Siyasal sistemin niteliği ne olursa olsun, “büyük medya gruplarının sahipleri, farklı ideolojik ve
politik duruşlara ve çatışan ekonomik çıkarlara sahip olsalar da, genellikle “devletin çıkarlarını” ve
“milli güvenliği”, demokrasinin, insan haklarının ve medya özgürlüğünün üstünde tutma noktasında
ortak bir “zihniyeti” paylaşmaktadırlar. Bu nedenle, medya şirketlerinin çok olmasından kaynaklanan
görünüşteki medya çeşitliliği yanıltıcıdır.” (Elmas-Kurban, 2011: 13) Çünkü medya devletin ve genel
olarak siyasal iktidarın toplum üzerinde politika gerçekleştirme araçlarından en önemlisidir. Tarihin
her döneminde, “toplumun ve medyanın içinde bulunduğu şartların yanı sıra, medyayı kontrolleri
altında bulunduran hakim güçlerin durum ve tutumları da bunda etkili olur. Özellikle, kitle iletişim
araçlarının kontrolünün belli merkezlerde ya da sınırlı sayıda güç odaklarının elinde toplanması, kitle
iletişim ürünlerinin de söz konusu merkezlerce kontrol edilmesi gerçeğini beraberinde getirir.”17
Küreselleşme politikaları ile birlikte kitle iletişim araçları siyasal bakımdan kamuoyunu
etkilemede önceki dönemlere göre daha yoğun ve etkili bir sürece girmiştir. Böylece soğuk savaş
sonrası dönemde medya, özellikle demokratik sistemlerde başta siyasi partiler, siyasi gruplar veya
çıkar amaçlı değişik güç odakları tarafından referans verilen bir konuda, öngördükleri biçimde
kitleleri çok yönlü olarak yönlendirmek için düzenleme, biçimlendirme ve algı yönetme aracı
olarak yaygın şekilde kullanılmaktadır. Günümüzde medyanın kamuoyu oluşturmadaki gücü
yadsınamayacak kadar belirgindir. Medya, mevcut siyasal düzeni yansıtırken, diğer yandan
toplumdaki etki merkezlerinden kaynaklanan iletişimi de gerçekleştirir. Medya, bu iki işlevinin
yanı sıra kendi sahiplerinin görüşlerini de yayar. (Bektaş, 2002: 96)
Böylece ülkesel ölçekten bölgesel ve evrensel ölçeğe doğru değişen küresel hedefler ve projeler
çerçevesinde iletişim araçlarının etki alanı genişleyerek merkezi (küresel) otoritenin kontrol
mekanizmasına dönüştüğü görülmektedir. Bu eksen içinde, devlet hakimiyet alanı açısından da
makas değiştirerek ulusal yapılar içinde olduğu kadar uluslararası planda, uluslararası toplum
üzerinde “gözetleyen ve denetleyen” bir işlev üstlenmektedir. Kitle iletişim araçlarının bu yeni
rolü, ilk kez ABD ve çok uluslu gücün birinci Irak savaşı esnasında çok açık biçimde sergilenmiştir.
Küresel merkezler maksatlı yalanlarını projelendirip psikolojik hareket uygulamalarını medya
aracılığı ile yaymaktadırlar. Medyanın bir psikolojik harekat aracı olarak kullanılmasının
uluslararası planda son örneklerinden biri, El cezire TV, ABD’nin istihbarat örgütü CIA (Central
Intelligence Agency) tarafından kullanılması18 oluşturmaktadır.
16 Propaganda bir silah olarak II. Dünya Savaşı’nda hem Hitler’in meşhur baş propagandacısı Halk Aydınlanması ve
Propaganda Bakanlığı (Almanca’daki kısaltmasıyla “Promi”) da yapmış olan Paul Joseph Goebbels hem de İngiliz
Politik Savaş İdarecisi tarafından kullanılmıştır.
17 D. Ali Arslan, Medyanın Toplumsal Gücü; http://ilef.ankara.edu.tr/id/ yazi.php?yad=2356 (Erişim Tarihi; 09.04.2012)
18 Bkz. “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP) olarak bilinen “Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile Müşterek
bir Gelecek ve İlerleme için Ortaklık” projesi kapsamında kuzey Afrika ülkelerinde başlatılan isyan hareketlerinde
ortaya konulduğu gibi, sosyal medya ya da yeni iletişim teknolojilerinin yerel halka ulaşmada ve harekete geçirmede
sağladığı kolaylıklara başvurulmaktadır. Bu çerçevede “Sadece sosyal medya değil, El Cezire gibi CIA TV’si gibi
45
İrfan PAÇACI
Teorik olarak medya, kamu yararını gözeterek ve sorumluluk hissederek; çoğulculuğun
sağlanması için belli bir sınıfın, hakim güçlerin ya da hükümetin çıkarları için değil, toplumsal
yapıda yer alan tüm grup ve toplulukların düşünce ve taleplerinin seslendirilmesine aracılık
etmesi gerekmektedir. Gerçekte ise kitle iletişim araçları sahipliğinin oluşturduğu medya iktidarı,
ekonomik gücü elinde tutanların siyasal iktidarca temsil edilerek yansıtılan bakış açısına ve
onların çıkarlarına göre şekillenmektedir. İleri teknoloji ve ileri teknolojiye bağımlı ekonomik
güç, kültür emperyalizmi ve enformasyon tüketimini yaratmıştır.
Toplumları saran ve etkileyen küreselleşme dalgası, “kimlik” ile ilgili algıya da müdahale
ederek değiştirmiş, küresel kültür politikaları kimlik algısında da etkisini göstermiştir. Yaşam
stillerinin ve kimlik yapılarının tüketim tercihleri üzerinden inşa edildiği günümüzde, etnisiteye
referanslı yeni kimliklerin tarif edilerek coğrafi sınırların değiştirilmesine yönelik operasyonel
mikro kimlik inşası, sosyal gerçekliğin bir parçası haline getirilmiştir. Yeniden biçimlendirme ve
kimliklendirme projeleri, toplumun yeni baştan dizayn edilmesinde kullanılarak, siyasi hukuk
planında da etkisini göstermiştir. Böylece; “kollektif kimlikler erozyona uğramış, bunun yerine
alt‐kimlik, üst‐kimlik ya da çok‐kültürlülük gibi farklı kavramlarla, farklılıkların biraradalığı öne
çıkmıştır.” (Karaduman, 2010: 2897)
Günümüzde, enformasyon ve iletişim teknolojilerindeki hızlı gelişim, toplumu, ekonomik,
siyasal ve kültürel boyutlarıyla her türlü iletiye açık bir tür enformasyon tüketim toplumu
haline getirmiştir. Üretilen yeni teknolojiler sayesinde, bireylerin denetlenerek itaatkâr vatandaş
modelinin formatlandığı, her türlü bilgi ve haberin değişime uğratılarak belli hedeflere yöneltildiği,
dezenformasyon ve manipülasyonlar yoluyla küresel çapta yürütülen toplum mühendisliğinin
baş döndürücü bir hızla bütün toplumlara uygulandığı görülmektedir.
Sonuç
Dünya toplumlarını ve siyasal yapıları kuşatan küreselleşme olgusu, özellikle bilişim, iletişim
ve yayıncılık alanlarında gerçekleşen yüksek teknolojinin ortaya çıkardığı gelişmeler neticesinde
kültürel benzeşmenin anahtarı olarak görülmeye başlanmıştır. Yeni medya olarak nitelendirilen
olanaklarilepek çok alanda gelişmeleri uyaran yeni iletişim tekniklerinin etkileri ve analog
medyadan dijitalleşmeye geçişin sağlanması gerçekleşmektedir.
Bu gelişmeler kültürel ürünlerin dijitalleşmesi ile yapısal ve işlevsel değişime yol açarken
ekonomik pazarda ise yapısal olarak bilişim endüstrisini üretmiştir. Bütün bu süreçlerin
ekseninde, yeni politik hedeflerin içinde yer aldığı küresel “değişim” ve küresel “entegrasyon”
olguları ile birlikte kapitalizmin dijital hegemonyası kurulmaktadır.
Ekonomik bakımdan sermayenin serbest dolaşımı odaklı olarak başlayan ve giderek sosyal
46
çalışan standard medya da ayaklanmaların büyümesinde etkili oldu. YouTube’a konan görüntüler bu TV tarafından
kullanıldı.” Sait Yılmaz, “Avrupa Birliği ve ABD Kaybediyor Ya Türkiye?”, s.4. http://orkam.aydin.edu.tr/analiz/
avrupa_birligi_abd_kaybediyor_yaturkiye.pdf (Erişim Tarihi:12.04.2012)
“Akşam gazetesi yazarlarından Hüsnü Mahalli, El-Cezire’nin CIA ve Mossad’ın ‘operasyon merkezi’ gibi çalıştığını
iddia etti.” El-Cezire CIA’nın operasyon merkezi mi?;http://haber5.com/ozelhaber/el-cezire-cianin-operasyonmerkezi-mi (Erişim Tarihi:12.04.2012)
Marmara İletişim Dergisi / Marmara University Journal of Communication • Yıl / Year: 2014 • Sayı / Issue: 21 • ss. 19-56
ve kültürel yapılarda “siyasal” içerikli sonuçları (düzenlemeleri) da ortaya çıkaran söz konusu
küresel değişim, medya alanında kitle iletişim araçlarını küreselleşme (ideolojisi) nin bir
uygulama aracına dönüştürerek, “sosyal ve siyasal” yapıları yeniden biçimlendirmektedir.
Değişik özellikler taşıyan kültürler ve farklı gelişme düzeyine ve potansiyeline sahip
toplumlar, kendi yapıları dışından gelen “değişim”baskısıile girdikleri küresel etkili dönüşüm
trendinde “ortak ve küresel” paydaş olma gerçeği ile karşı karşıya kalmışlardır.
Bu süreçte değerler sistemi ile kültürlerin, gelişme stratejileri, sosyal yapıların vetemel anlaşma
metinleri ile siyasal yapıların değiştiği, teknolojilerin birbirleriyle eşleştiği bir eğilim ortaya
çıkmaktadır. Bu dönüşüm eğilimleri içinde yer alan haber ve bilgi sağlama işlevinin yeni küresel
konseptin biçimlenmesinde en etkili ve dinamik hususlardan birini teşkil ettiği görülmektedir. Bu
alanda yürütülen çalışmalarda dikkat çekici ölçüde; toplumsal malzemenin tek yönlü bir biçimlenmeye
programlanmış olması, sürekli ve eş zamanlı yayın bombardımanı politikalarıile iletişim coğrafyası ve
yeni bir medya sistemi oluşturulmaktadır. Adeta yukarıdan aşağıya küresel-bölgesel ölçekli piramid
biçiminde ve yerel medya insiyatiflerinin etkisini kıracak şekilde bir uluslarüstü medya düzeni
oluş(turul)maktadır. Bu durum, “New world in formation and communication order- yeni dünya
bilgi ve iletişim düzeni” (Sinclair, 2004: 70, 71, Gordon, 2008: 61) olarak şekillenen: “Global media
market - Küresel medya pazarı”, (Bennett, 2004: 131), “Media globalization - Medyada küreselleşme”
(Gordon, 2008:19vd, 61) ve “Communation and cultural domination - İletişim ve kültürel hakimiyet”
(Gordon, 2008: 61) in şemsiye sistemi olarak gerçekleşmektedir.
Medya teknolojisinde ortaya çıkan gelişmeler, alt yapı ve yatırımlarının yüksek finansman
gereksinimleri, zaman ve mekan farklılığının ortadan kalkması, medya yapıları ve işlevleri
açısından önemli değişim ve dönüşümlere yol açmıştır. Küreselleşme ve iletişim devriminin
sonucu olarak, medya politikalarının ulusal ve uluslarüstü dinamiği değişmeye başlamış, medya
yapıları, ulusal ve uluslararası medya yörüngesinden çıkarak “ulusüstü medya” eksenli bir
düzenin şubelerine dönüştüğü küresel ölçekte bir modelin şekillenmekte olduğu görülmektedir.
Kapitalist sistemin kar sağlamaya yönelik küresel mantığı medya alanında da varlığını
sürdürerek; medya üretimleri ticari mala dönüş(türül)mekte medya tüketici kitlesi “müşterialıcı” ve bu alanda ki faaliyetler de “ticari” nitelikte görülmektedir. Bütün bu sistem ve ona bağlı
alt sistemler; sektör, yan sektör, arz talep eksenli piyasa modeli yaklaşımları ile değerlendirilerek,
medya-toplum-siyaset üçgeninde yer alan ve gerçekleşen çalışmalar topyekünbir “medya pazarı”
olarak algılanmaktadır.
Sermayenin takibi elektronik araçlar ile izlenirken, kişilerin ve fikirlerin hareketlerinin planlı
denetimi de bu yaklaşım kapsamı içine alınmıştır. Diktatörlüklerin medyayı propaganda aracına
dönüştürerek resmî geçitler, şenlikler, spor müsabakaları vb. yöntemler ile kitleleri topyekün
mobilize etmek üzere kullandıkları bilinmektedir. Diktatörlüklerin bu uygulamaları iletişim
teknolojilerinde ortaya çıkan dönüşümlerle birlikte, modern demokrasilerde, biçim ve içerik
değiştirerek ulusal yapıları da harekete geçirilebilecek olanaklar ile donatılmıştır.
Küresel ölçekte “haber ve bilgi”nin yeniden işlenerek oluşturulduğu; rıza üretme, yanlış
47
İrfan PAÇACI
bilgi, eksik bilgi, yönlendirme gibi etkilerle dünya halklarının tüketimine sunulmaktadır. Küresel
çapta haber servisi sağlayan (Reuter, AP ve AFP gibi) ajansların tekellerde toplanmasıyla Batı
ve ABD odaklı politikalarla üretilen “düşünce, etki ve algı yönetimi” küresel değişimin taşıyıcı
sistemlerinin bağlandığı konstrüksiyona esas olmuştur. Devlet ve devletin yürütme aracı olan
kamu yönetimi yapıları “sosyal” derecesi zayıflatılarak piyasaya dönük hizmet yöntemleri
arttırılarak ön plana çıkarılmıştır. Düşünce ve basın özgürlüğü, “güvenlik” gerekçeli teknolojik
araçlarla sivil toplum muhalefet odakları üzerinde anatomilerini ağ gibi sararak adeta sinir
sistemi etkisi oluşturmaktadır.
Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin önsözünde ifade edilen değerlerin temsil ettiği Avrupa
Demokrasisi, sivil toplum temelli bir model olarak tasarlanmıştır. Demokratik toplum ve
çoğulculuk bu demokrasinin iskeletini oluşturan kavramsal değerlerdir. Sözleşmenin özünü
oluşturan demokratik toplum kavramı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği çeşitli
kararlarda demokratik toplumun unsurları, çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik olarak
belirtilmiştir. Avrupa Mahkemesi’nin kararlarında çoğulculuk; birey bakımından farklılığı,
toplumsal anlamda da siyasal, sosyal, kültürel ve pek çok bakımdan çoğunluktan ayrı olarak
düşünebilme ve hareket edebilme olarak algılanmıştır.
Gerek çok uluslu şirketlerin dünya ölçeğinde artan etkisi ve gerekse de global düzeyde
uygulanmakta olan yeni dünya düzeni politikası ekseninde, düşünce özgürlüğü ve onun
uygulanma biçimlerinden biri olarak ‘basın özgürlüğü’ ve ilgili güvence donanımları güç kaybına
uğratılmaktadır.
Küreselleşmenin ortaya çıkardığı ekonomik bakımdan tekelleşme yanında, hukuk ekseninde
de özgürlükler düzeni üzerinde finansal ve siyasal baskı nedeniyle dolaylı etki yaratılarak medya
“denetim” altına alınmaktadır. Küresel güçler ve onların politik hedeflerinin gerçekleştiril(ebil)
mesi için demokrasiyle medya arasındaki besleyici kanallar tıkanarak iktidar merkezli bir
dolaşım şebekesi/hattı oluşturulmuştur. Açık toplum yapılarında kitle iletişim kuruluşlarının
siyasal süreçle ilgili politikaları, kamusal düzenlemelerin şekillenmesiyle yakından ilgilidir ve bu
işleyiş “kamuoyu” odaklı gerçekleşmektedir.
Kamuoyu gözetim ve denetiminden uzaklaştırılarak medya-siyaset kurumu ilişkilerinin
belirleyici olduğu düzenlerde ise açık toplum ve onun denetim gücünden soyutlanarak
oluşturulmuş yapılar söz konusudur. Bu yapılar ikili bir model sunarak iktidar-güç ve toplumkamu olmak üzere değişik formülasyonlar ile biçimlenerek sistemde yer almaktadırlar. Bu yapılar
aracılığı ile küresel toplum mühendisliği uygulamasının araçlarından biri olarak imal edilen
siyasal iletişim aracı mekanizmaları küresel bir köye dönüşen dünyayı, küresel yönetime taşra
şubeleri oluşturmak üzere faaliyete geçirilmektedir.
Gelişmiş kapitalist ülkelerin oluşturduğu teknolojik devrimin neticesinde bütün dünyayı
kuşatan küresel enformasyon sisteminin varoluşu küresel kültür emperyalizminin başta gelişmekte
olan İslam ve doğu toplumlarının kanına bir virüs gibi enjekte edildiği iletişim ile biçimlenen ve
yönetilen yeni dünya düzeni ortaya çıkarmıştır. Küresel kültür, kapsamlı bir enformasyon sistemi
üzerinden, kozmopolit yaşam tarzı, küresel tüketim modelleri, global müzik, spor, eğlence,
48
Marmara İletişim Dergisi / Marmara University Journal of Communication • Yıl / Year: 2014 • Sayı / Issue: 21 • ss. 19-56
moda ve turizm etkinlikleri, ekonomik ve ticari bütünleşme ve bağımlılıkların artışı, uluslarüstü
örgütlerle politik etkileşimin hızlanması demokratik değerler ve insan hakları yaklaşımlarının
bütün dünyaya hızlı yayılımı kültürler arasındaki karşılıklı etkileşimin artışı ve elektronik iletişim
ve hızlı ulaşım olanaklarının yaygınlaşması ile yeni siyasal düşüncenin (ulus devlet modelinin
zayıflatılması) egemenliği şekillenen başlıca göstergeler olmuştur.
Yeni iletişim araçları aracılığı ile biçimlenen güdümlü iletişim coğrafyası ile birlikte sosyal
yapılar değişime uğratılarak; doğal sınırlar ortadan kalkmakta, dil, aile, ülke gibi aidiyetle ilgili
öğeler önemini kaybet(tiril)mektedir. Ayrıca dünyada reklâmcılık, tüketim kalıpları, yayın
içerikleri ve bilgi standartlarının giderek birbirine yakınlaştığının altı çizilmekte; ekonomik,
politik ve teknolojik gelişmelerin küresel kitle iletişimi yoluyla bölgesel ve yerel kültürleri evrensel
“tek bir kültüre” doğru hızla yönlendirdiği belirtilmektedir. Küreselleşme ile birlikte ortaya çıkan
süreç içeresinde, ulus devlet uygulamalarının devletçi yaklaşımı ile şekillenen ve denetlenen kamu
yayıncılığı, küresel modelin egemen güçlerinin hegemonyasının aracı durumuna getirilerek yeni
tekelci söylemi meşru kılmak için yayın yapar duruma gelmiştir. E-devlet ile kamu yönetiminin
ticarileşerek piyasa modeli içinde gerçekleştirilmesine ve devlet-bürokrasi, işveren kesim ve sivil
toplum örgütlerinin katıldığı bir yönetişim (governance) yaklaşımı odaklı; katılımcı, demokratik
ve şefaf yönetim ilkelerinin uygulanması esasına dayandırılan yeni kamu yönetimi pratiklerini
kapsamaktadır.
Uluslarüstü ekonomik yapılanmalar, küresel iletişim düzeninin yeniden yapılandırdığı
medya aracılığı ile toplumların tüketim kültürlerini değiştirerek yeni tüketici pazarları
oluşturmaktadırlar. Medyanın kazandığı bu stratejik rol ise, artık iletişimciler tarafından değil iş
adamları tarafından yönlendirilmesinin sonucu ortaya çıkmıştır.
İslam coğrafyasının Batılı güçlerce politik fethine dayanak oluşturan ve Doğu toplumlarının
üniversite kürsülerinde siyasal bilimlerin esasını teşkil eden söylemin temelinde Batı uygarlığının
“demokrasiyi getireceği, kitleleri bilinçlendireceği, küreselleşmeyi güçlendirerek eşitliği
oluşturacağı” (!) teması yer almaktadır. Ancak bu Batı ideolojisinin yüzyıllık demokrasi “tabusu”,
bu coğrafyada yükselen siyasal İslami hareketler ekseninde (Batı’nın) “kabusuna” dönüşmektedir.
Çünkü;
• Demokrasinin temel bileşenleri arasında yer alan kitle iletişim araçları; milli sınırları,
örgütlenme biçimlerini, ulusal yapı ve kültürleri, milli dilleri, aile yapılarını değiştirmiş ve
özgürlüklerin anlam ve içeriğini değiştirerek gen yapısını bozmuş ve ortadan kaldırmıştır.
• Küreselleşme iletişim vasıtasıyla demokratikleşmenin içini boşaltırken, kadın, çevre,
gençlik, yaşam tarzları vb. olgular üzerinde kültürel hegemonyalar kurarak sivil oluşumlar
ile mücadele alanları açmaktadır. Bu demokratik yapılanmalar ve özgürlükçü kazanımlar,
demokrasi adına yine aynı silah olan iletişim araçları ile mücadele edilerek elde
edilmektedirler. Bu durumun ortaya koyduğu sonuç; “iletişim araçlarının hangi ellerde,
hangi amaç için kullanıldığı” noktasında kilitlenmektedir.
• Küreselleşme ile birlikte piyasalar arasındaki ulusal sınırların ortadan kalkması ve iletişim
49
İrfan PAÇACI
alanındaki teknolojik ve ekonomik yapılanma ülkelerin ekonomik düzenleri üzerinde
etkili olarak yapısal değişikliklere yol açmıştır.
• Ulusal ekonomilerin; üretim, yatırım, istihdam, gelir ve pazarlama gibi stratejik ekonomi
politiğive yönetim süreçleri değişime uğrayarak çok uluslu şirketlerin egemenliğine
girmiştir.
• Kişiler izlerken, dinlerken ve eğlenirken, kitle iletişim araçları bilgilendirirken,
eğlendirirken ve haber verirken kitleleri bir ileti ve algı bombardımanı içerisine sokarak
onları değiştirerek biçimlendirmektedir.
• Medyanın “gündem oluşturma” gücü deiletişim ve toplumsal etkileşim süreci içinde
biçimlenen kamuoyunun medya vasıtasıyla alınan mesajlar, kanaatlerin oluşumunda etkili
bir “araç” olarak politik gücün yönetsel uygulamaları arasına katılmıştır. Küreselleşmeyle
ortaya çıkan yeni iletişim düzeni içinde medya kültürel sömürünün en önemli yapılanması
konumuna yükselmiştir.
• Küreselleşme süreci, siyasal ve ekonomik alanlarda olduğu gibi “medya düzeni” üzerinde
de çok önemli değişim ve dönüşümlere neden olmaktadır. Küreselleşme süreciyle birlikte
bilgi ve görüntü mekânları yeniden yapılanmakta, yeni bir “iletişim coğrafyası” ortaya
çıkmaktadır. Bu süreçte küresel ağlar ve uluslararası bilgi akışı modeli oluşmakta, sahip
olduğumuz mekân ve zaman duygularımız yeniden şekillenmektedir.
• Yeni küresel medya araçlarının pazar alanı artık bütün dünyadır. Yerel kültürler için üretim
yapma devri kapanmış, New York’tan Kahire’ye, Londra’dan Ankara’ya, Brüksel’den Yeni
Delhi’ye kadar bütün kültürler hedef kitle kapsamına alınmıştır. Bütün kültürler hedef
kitle alanına alınırken egemen kültürün tüketimini yapacak tüketici kültürler durumuna
getirilmiştir.
• Medyada son yıllarda iyice artan tekelleşme ve yoğunlaşma olgusu içinde olup dünya
medyasında “yatay, dikey ve çapraz” yoğunlaşma ve tekelleşme biçimleri gerçekleşmekte
olduğu görülmektedir.
• Sosyal medya iletişim akışı ve internet trafik bilgilerinin “güvenlik” gerekçesiyle izlendiği,
depolandığı ve oluşturulan bu veri bankası üzerinden siyasal mühendisliğin desteklenerek
ekonomik ve politik patronaj sağlamak üzere operasyonel alanlar üretilmektedir.
Medyanın çok önemli bir güç haline geldiği dikkate alındığında, demokratik toplum düzeninin
kurumsal işlevsel “denge” sisteminin bundan olumsuz biçimde etkilendiği görülmektedir.
Demokratik sistemin işleyişinde önemli rolü olan, güç dağılımı ve fonksiyonel etkinliğin “ayarı”
suni biçimde manipüle edilmektedir. Bir tür dışardan sistemin işleyiş dinamiklerinin doğal
gerçekleşmesi dışında, elle yapılan ekleme, çıkarma, müdahale gerçekleşmektedir.
Medya sahiplerinin hem medya sektöründe hem de medya dışı stratejik alanlarda devasa
ekonomik güce sahip olmaları, pek çok sakıncalı durumu da beraberinde getirmektedir. Her
şeyden önce, medya dışı alanlarda yatırım yapan medya sahiplerinin mutlaka siyasal iktidar ile
50
Marmara İletişim Dergisi / Marmara University Journal of Communication • Yıl / Year: 2014 • Sayı / Issue: 21 • ss. 19-56
“iş ilişkisi” bulunmakta veya tesis edilmektedir. Böyle bir ilişki biçiminde, ya medya sahipleri
ellerinde bulundurdukları “medya gücünü” kullanarak menfaat sağlama yoluna gidebilmekte,
ya da siyasal iktidarlar “medyayı kontrol altında tutabilmek amacıyla” medya sahipleri lehine
hukuka uygun olmayan birtakım işlemler yapabilmektedirler. Her iki durumda da medya/siyaset
ilişkisinde etik dışı uygulamalar ortaya çıkabilmektedir.
Emperyalizm küreselleşme ideolojisi ile refahın yeniden üretilip paylaşımı ve demokrasi
söylemi ile medya 21.yüzyılda yürürlüğe koyduğu temel politikaların uygulama araçlarından
birini oluşturmaktadır. Küresel yönetim mühendisliği medya kuruluşlarında meydana gelen
kartelleşme ve bunun neticesinde ortaya çıkan siyasal iletişim gücü ve onun araçlarını değişime
uğratarak yeni rol ve işlevler ihdas etmiştir. Bunların başlıcaları; kimlik üretme, kitleleri kontrol
altına alma, kitleleri gözetim altında tutarak yeni değerler transfer etme, psikolojik harekat
uygulama, rıza üretme ve Amerikan kültür ve yaşam tarzını kabul ettirmek üzere işlevsel
bakımdan donatarak, dünya toplumlarını da bu tür politikaların “tüketicisi” yapmaktadır.
Devlet kurumları iletişim tesisleri için sermaye ve frekans sağlayan birinci kaynak
durumundadır. Kapitalist sistemlerde ekonomik ve siyasal alan teorik serbest pazar rekabet
koşullarına sahip değildir ve iletişim araçlarının örgütlenme ve işleyiş biçimi aynı zamanda
üretim ve tüketim ilişkilerinin biçimini anlatır.
Batıdan doğuya ve kuzeyden güneye, diğer bir ifadeyle gelişmişlerden gelişme çabası içinde
olanlara doğru uygulanan bütün politikalar bu döneme ‘küresel dönüşümler yüzyılı’ (!) dedirtecek
ölçüde tekelci, ticari kaygılı ve benzeştirici bir model sunmaktadır. Ve ‘küresel dönüşümler yüzyılı’,
küresel yönetim mühendisliği sisteminin kapısında asılı duran ‘kilit’olmaktadır. Toplumsal
üretim gücünü siyasal temsile aktaracak politika yapıcılar, yerel toplumun dinamiğinde gizli,
söz konusu kilidi “çözüme” döndürecek “altın anahtar”ı da keşfedebilmelidirler; ‘anahtar’ sosyal
güçlerin elindedir.
Unutulmamalıdırki “demokrasi” her şeyin, her sorunun sihirli anahtarı değildir. Ancak,
demokrasi onu elinde bulunduran gücün niyetine göre bir “anahtar” işlevi görür. Sola çevirince
kapıyı açar, sağa çevirince kilitler. Bunun tersi de geçerlidir. Bu durum; anahtarı elinde
bulunduranın (gücün) kapının önünde dışarda ya da kapının arkasında içerde olmasıyla
ilgilidir. Demokrasi ve onun kurumları, insan hak ve özgürlüklerinin olduğu kadar, “faşizm”in
kurulmasına da olanak sağlayan “araçlara” dönüş(türül)ebilir.
51
İrfan PAÇACI
Kaynaklar
Abdullah Özkan, “Küreselleşme Sürecinde Medya ve Siyaset: “Medya Gücü”mü, “Gücün Medyası”mı?” https://
docs.google.com/ document/d/1LD5OLK8-EeEWW3Qa3iUEmzqgv3AC_kzwwhkaJLYOkUY/
edit?pli=1# (Erişim Tarihi; 12.01.2014)
Altun, Fahrettin, (2006/2), Kutsal Medya, Kutsal Çağ: McLuhan Düşüncesini Anlamaya Katkı, Dîvân,
Disiplinler Arası Çalışmalar Dergisi, Bilim Ve Sanat Vakfı, Yıl 11, Sayı 21.
Anthony, Giddens (2004), Modernliğin Sonuçları (Çev: Ersim Kuşdil), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Arslan D. Ali, Medyanın Toplumsal Gücü; http://ilef.ankara.edu.tr/id/ yazi.php?yad=2356 (Erişim
Tarihi:09.04.2012)
Bauman, Zygmunt (1999), Küreselleşme: Toplumsal Sonuçları, (Çev: Abdullah Yılmaz), İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Bennett, W. Lance, Global media and politics: Transnational Communication Regimes and Civic Cultures Annual Review of Political Science, Vol.7: 125-148 (Volume publication date june 2004)
Bektaş, Arsev (2002), Siyasal Propaganda, İstanbul: Bağlam Yayınları.
Caniklioğlu, Meltem Dikmen (2008), “Hukuk Devletinde Siyasi İktidar ve Yargının Karşılıklı Konumuİlişkileri”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.10, S.1.
Castells, Manuel (2005), Ağ Toplumunun Yükselişi, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Chomsky, Noam (2002), 11 Eylül ve Sonrası: Dünya Nereye Gidiyor?, (Çev. Taylan Doğan-Nuri ErsoyMehmet Kara- Ali Kerem), İstanbul: Aram Yayınları.
Chomsky, Noam (2014), Dünyayı Kim Yönetiyor?, Derleyen: Arthur Naiman, (Çeviren: Ömer Çiftci),
İstanbul: İnkılap Kitabevi.
Cuilenburg, Jan van (2009), “Medya ve Demokrasi”,(Der. Bülent Çaplı&HakanTuncel), Televizyon
Haberciliğinde Etik, Ankara: Fersa Matbaacılık.
Çakaloz, İsmail (2006), Uydu Yayıncılığının Kısa Tarihi (1957-2007), Pusula Yayıncılık, İstanbul.
Çoban, Barış (2009), “Küreselleşme Sürecinde İnsan Hakları Mücadelesi ve Yeni Toplumsal Hareketler”,
İletişim, Marmara İletişim Dergisi, Sayı: 15, İstanbul.
D. Ali, Arslan, Medyanın Toplumsal Gücü; http://ilef.ankara. edu.tr/id/yazi.php?yad =2356, (Erişim
Tarihi:09.04.2012)
Dülger, Murat Volkan (2004), “Avrup İnsan Hakları Sözleşmesi’nde Düşünce Özgürlüğü”, (Prof.Dr. Özek
Çetin Armağanı),İstanbul: Galatasaray Üniversitesi Yayını (No:32).
Eken, Musa (1995-1996), “Bilgi Edinme Hakkı”, TODAİE İnsan Hakları Yıllığı, Cilt 17-18.
El-Cezire CIA’nın operasyon merkezi mi?;http://haber5.com/ozelhaber/ el-cezire-cianin-operasyonmerkezi-mi (Erişim Tarihi:12.04.2012)
Elmas, Esra-Kurban, Dilek (2011), İletişimsel Demokrasi-Demokratik İletişim Türkiye’de Medya: Mevzuat,
Politikalar, Aktörler, Demokratikleşme Programı Medya Raporları Serisi -1, TESEV.
Elster, Jon (1991), “Constitutionalism in Eastern Europe: An Introduction”, The University of Chicago Law
Review, Vol.58, No.2, Approaching New Legal Order for Eastern Europe.
Erdoğan, İrfan (2001), Kitle İletişimi Örneğiyle Marksist Siyasal Ekonomi Yaklaşımı Üzerine Bir Tartışma,
Praxis, Sayı 4.
Erdoğan, İrfan (2007), “Karl Marx İnsan, toplum ve iletişim”, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, (Gazi
Üniversitesi İletişim Fakültesi), Sayı 25 Yaz-Güz.
Erdoğan, İrfan - Alemdar, Korkmaz (2010), Öteki Kuram (Kitle İletişim Kuram ve Araştırmalarının Tarihsel
ve Eleştirel Bir Değerlendirmesi), Erk Yayınları, Ankara.
52
Marmara İletişim Dergisi / Marmara University Journal of Communication • Yıl / Year: 2014 • Sayı / Issue: 21 • ss. 19-56
Gordon,Nickesia S. (2008), Media andthePolitics of Culture: The Case of Television Privatization and Media
Globalization in Jamaica (1990-2007), Universal-Publishers, BocoRaton.
Gözübüyük, A. Şeref - Gölcüklü, A. Feyyaz (2003), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, 4. Bası,
Turhan Kitabevi, Ankara.
Griffin, Roger (2014), Faşizmin Doğası, (Çev. Ali Selman), İstanbul: İletişim Yayınları.
Habermas, Jürgen (2001), İletişimsel Eylem Kuramı, (Çev. Mustafa Tüzel), Kabalcı Yayınevi, İstanbul.
Hakyemez, Yusuf Şevki (2002), “Temel Hak ve Özgürlüklerde Objektif Sınır Kavramı ve Düşünce
Özgürlüğünün Objektif Sınırları”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, S:57-2.
Hall, Stuart (1998a), “Yerel ve Küresel: Küreselleşme ve Etniklik”, King, Anthony D. (Der.), Kültür,
Küreselleşme ve Dünya-Sistemi, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara.
Hall, Stuart (1998b), “Eski ve Yeni Kimlikler, Eski ve Yeni Etniklikler”, King, Anthony D. (Der.), Kültür,
Küreselleşme ve Dünya-Sistemi, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
Hall, Stuart (1999), “İdeolojinin Yeniden Keşfi: Medya Çalışmalarında Baskı Altında Tutulanın Geri
Dönüşü”, Küçük, Mehmet (Der. ve Çev.), Medya İktidar İdeoloji, Ankara: Ark Yayınevi.
Hazar, Çetin Murat (2008), Medya ve Siyasal Sistemin Kaos Yorumu, Medya ve Siyaset, (Editör: Zülfikar
Damlapınar), Konya: Eğitim Kitabevi.
Huntington, Samuel (2004), Biz Kimiz: Amerika’nın Ulusal Kimlik Arayışı (Çev: Aytül Özer), İstanbul: CSA
Yayınları.
İlkiz, Fikret (2003), “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve İfade Özgürlüğü Açısından Basın, Radyo ve
Televizyon Kanunlarının Değerlendirilmesi”, İfade Özgürlüğü ve Türk Ceza Hukuku, İstanbul:
Ceza Hukuku Derneği Yayını (No:1).
Kondratief, Nikolai(April 1984), LongWaveCycle, GuyDaniels (Çeviri), E P Dutton.
Kaboğlu, İbrahim Ö. (2000), “Düşünce Özgürlğü”, (Editör: İbrahim Ö. Kaboğlu), İnsan Hakları, İstanbul:
Yapı Kredi Yayınları (Cogito).
Kapani, Münci (2004), Politika Bilimine Giriş, Ankara: Bilgi Yayınevi.
Karaduman, Sibel (2010), “Modernizmden Postmodernizme Kimliğin Yapısal Dönüşümü”, Journal of Yasar
University, 17(5).
Macovei Monica, İfade Özgürlüğü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesi’nin Uygulanmasına
İlişkin Kılavuz, İnsan hakları el kitapları, No. 2, s.14.;http://www.humanrights.coe.int/aware/ GB/
publi/materials/1004.pdf (Erişim Tarihi:14.04.2012)
McLuhan, Marshal (1962) Gutenberg Galaxy, NY: New American Library.
McLuhan, Marshal (1964) Understanding Media, NY: Mcgrawhill.
McLuhan, Marshal (1965), Understanding Media: The Extensions of Man, New York/London, McGrawHillPaperback.
McLuhan, Marshal (2001), Gutenberg Galaksisi: Tipografik İnsanın Oluşumu. Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
McLuhan, Marshall - QuentinFiore (1967),The Medium is the Message, Penguin Modern Classics.
McLuhan, Marshall, R. Povers Bruce (2001),Global Köy (The Global Village), 21. Yüzyılda Yeryüzü
Yaşamında ve Medyada Meydana Gelecek Dönüşümler, (Çeviri: Bahar Öcal Düzgören), Scala
Yayıncılık, İstanbul.
Medya ve İletişim, (Editör: Halil İbrahim Gürcan), Açıköğretim Fakültesi Yayını No: 1518, Eskişehir,
Haziran 2012.
Melis Oktuğ Zengin, “Sürdürülülebilir Gelişme Anlayışının Medya AlanınaUygulanması: Bağımsız ve
Çoğulcu Medya Yaklaşımları”, Journal of Yasar University, 2014 9(35) 6099-6260.
53
İrfan PAÇACI
Mora, Necla (2008), “Medya, toplum ve haber kaynağı olarak sembolik seçkinler”, Uluslararası İnsan
Bilimleri Dergisi, Cilt:5 Sayı:1.
Nicol,David M.,(2011), “Hacking theLightsOut: The Computer Virus Threatto the Electrical Grid, Scientific
American Magazine”, June 20, 2011; http://www.bilimania.com/haber/395/siber-saldirilar-iranelektrik -sebekeleri/ref/ct-4 (Erişim Tarihi:11.04.2012)
Noam, Chomsky(2014), Dünyayı Kim Yönetiyor, (Çev.Ömer Çiftci), İnkılap Kitabevi, İstanbul.
Ollman, Bertell (2012), Yabancılaşma Marx’ın Kapitalist Toplumdaki İnsan Anlayışı, (Çeviren: Ayşegül
Kars), İstanbul: Yordam Kitap Basın ve Yayın.
Paçacı, İrfan (2013), Küreselleşme Sürecinde Yönetim ve Medyanın Dönüşümü, İstanbul: Akademi Titiz
Yayınları.
Paçacı, İrfan (2013), Yeni Nesil Kamu Yönetiminde “Güvenlik” (Hukuk Devleti Odaklı Bir Analiz), İstanbul:
Akademi Titiz Yayınları.
Paxton, Robert O. (2014), Faşizmin Anatomisi, (Çev. Hakan Atay, Hivren Demir Atay), İstanbul: İletişim
Yayınları.
Riedler, Florian (2012), Osmanlı İmparatorluğu’nda Muhalefet ve Meşruiyet, (Çev.Azize F. Çakır), İstanbul:
Picus Yayıncılık.
R.F. Nayef, Al-Rodhan (2006), Definitions of Globalization: A Comprehensi ve Overviewand a Proposed
Definition, June 19.
Rigel, Nurdoğan vd. (2005), ‘Kadife Karanlık’ 21. Yüzyıl İletişim Çağını Aydınlatan Kuramcılar, 2.Baskı,
İstanbul: Su Yayınları.
Robertson, Roland (1999), Küreselleşme, Toplum Kuramı ve Küresel Kültür, (Çev. Ümit Hüsrev Yolsal),
Ankara: Bilim Sanat Yayınları.
8 Temmuz 1986 Lingens/Avusturya Kararı; 23 Mayıs 1991 Oberschlick/ Avusturya Kararı; 26 Kasım 1991
Observer&Guardian/Birleşik Krallık Kararı; 26 Nisan 1979 Sunday Times/ Birleşik Krallık Kararı;
22 Mayıs 1990 Weber/İsviçre Kararı, 23 Nisan 1992 Castells/İspanya Kararı.
Siebert S. Fred, Peterson Theodore and Schramm Wilburn, (1963), Four Theories of The Press, University
of Ilinois Press, Urbana.
Sinclair, John (2004), “Globalization, supranationalinstitutions, and media”, In J. Downing, D. McQuail, P.
Schlesinger, & E. Wartella (Eds.), The hand book of media studies, Sage, London: Thousand Oaks,
CA: SAGE Publications.
Sitembölükbaşı, Şaban (2005), “Liberal Demokrasinin Çıkmazlarına Çözüm Olarak Müzakereci
Demokrasi”, Akdeniz, İ.İ.B.F. Dergisi (10).
Soysal, Mümtaz (1969), Dinamik Anayasa Anlayışı Anayasa Diyalektiği Üzerine Bir Deneme, Ankara:
AÜSF Yayınları.
Sunay, Reyhan (1999), “İfade Hürriyetinin Muhtevası ve Sınırları (Avrupa Sözleşmesinde ve Türk
Anayasasında)”, (Yayımlanmış Doktora Tezi) Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya.
Tanör, Bülent (1979), TCK 142. Madde Düşünce Özgürlüğü ve Uygulama, İstanbul: Forum Yayınları.
Tanör, Bülent (1994), Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, 3.b., İstanbul: BDS Yayını.
Tezcan, Durmuş (2002), (Çeviri) Avrupa’da Düşünce Özgürlüğü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10.
Maddesine İlişkin İçtihat, Avrupa Konseyi, Etki Yayıncılık.
The SAGE Hand book of Media Studies, 2004 by John D. H. Downing (Editor), John D. H. Downing & Denis
McQuail & Philip Schlesinger & Ellen Wartell,SAGE Publications.
http://shs.ntu.edu.tw/course/uploads/week_20121221054258_5536.pdf
54
Marmara İletişim Dergisi / Marmara University Journal of Communication • Yıl / Year: 2014 • Sayı / Issue: 21 • ss. 19-56
Uzun, Ruhdan (2007), İletişim Etiği, Sorunlar ve Sorumluluklar, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Kırkıncı
Yıl Kitaplığı No:2.
UNESCO İletişimin Geliştirilmesi için Uluslararası Programın Hükümetlerarası Konseyi Toplantı Raporu
(IPDC The International Programme For The Development Of Communication) 22-23 MART
2012, UNESCO PARİS, (Raporlaştıran: Prof.Dr.Deniz Bayrakdar)
Vodafone’dan telekulak itirafı, http://teknoloji.bugun.com.tr/turkiye-de-var-mi-haberi/1135193 (Erişim
Tarihi:06.06.2014)
Vural Ali Murat, “Parti İçi Demokrasi ve Siyasal İletişime Katkıları”, s.159; http://www.siyasaliletisim.org/
pdf/ particidemokrasivesiyasal iletisim.pdf (Erişim Tarihi:02.05.2012)
Wallerstein, Immanuel (2005), Modern Küresel-Sistem, İstanbul: Pınar Yayınları.
Wayne, Mike (2006), Marksizm ve Medya Araştırmaları Anahtar Kavramlar, Çağdaş Eğilimler, (Çeviren:
Barış Cezar), İstanbul: Yordam Kitap Basın ve Yayın.
Waters, Malcolm (1995), Globalization. (London: Routledge)
Wolton, Dominique (1991), Medya, Siyasal İletişimin Zayıf Halkası, Birikim Dergisi, S.30.
Yıldırım, Yılmaz (2006), “JurgenHabermas’ın İletişimsel Eylem Kuramı”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, Cilt: VIII, Sayı: 2.
Yılmaz, Sait, “Avrupa Birliği Ve ABD Kaybediyor Ya Türkiye?”, s.4. http://orkam.aydin.edu.tr/analiz/avrupa_
birligi_abd_kaybediyor_yaturkiye.pdf (Erişim Tarihi:12.04.2012)
Yılmaz, Sait, “21.Yüzyılda Güvenlik Alanının Yeni Aktörleri: Özel Askeri Şirketler ve Kontratçı Firmalar”,
Harp Akademileri K.lığı, SAREN Enstitüsü, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl: 3, Sayı: 6, (İstanbul,
Aralık 2007).
Zabçı, Filiz Çulha (2004), “Yeni Savaşların Gizli Yüzü: Özel Askeri Şirketler”, Mülkiye Dergisi, Cilt: 28, Sayı:
243.
http://orkam.aydin.edu.tr/analiz/avrupa_birligi_abd_kaybediyor_yaturkiye.pdf (Erişim Tarihi:12.04.2012)
http://www.inhak.adalet.gov.tr/faaliyet21/aihm_diger_ulke/3.pdf (Erişim Tarihi; 13.05.2014)
http://www.siyasaliletisim.org/pdf/particidemokrasivesiyasaliletisim.pdf (Erişim Tarihi:02.05.2012)
55
Download