Bilim Tarihi II Ders Notları Yrd. Doç. Dr. Serhat KÜÇÜK RÖNESANS DÖNEMİNDE BİLİM (On Beşinci Yüzyıl ve On Altıncı Yüzyıl) Rönesans'ı, Ortaçağ ile Yeniçağ arasında geçen zaman dilimi olarak tanımlayabiliriz; ancak Ortaçağ ansızın sona ermediği gibi Yeniçağ da ansızın başlamamıştır. Ayrıca Ortaçağ'ın bitmesi ve Yeniçağ'ın başlaması her ülkede aynı tarihlerde gerçekleşmemiştir; örneğin İtalya'da diğer ülkelerden daha önce, 14. yüzyılın ortalarında 'Petrarca Zamanı'nda başlamıştır. Yeniden Doğuş anlamına gelen Rönesans(Renaissance) tabiri ilk kez 1855’te Fransız tarihçi Jules Michelet tarafından kullanılmıştır. 14.yüzyıl Avrupası’nda yaşam, savaşlar, köylü ayaklanmaları ve veba nedeniyle çok zor geçmişti. Eski ortaçağ düzeni artık ortadan kalkıyordu. İnsanlar yeni şeylerin arayışı içerisindeydiler. Ortaçağ’da güzel sanatlar, eğitim ve öğretimde kilisenin hakimiyeti söz konusuydu. İnsanlar, kendilerine anlatılanları soru sormaksızın kabul etmişlerdi. Daha sonra, 14.yüzyılda, İtalyan bilginleri eski Yunan ve Roma eserleri ile ilgilenmeye başladılar. Rönesans’ın ilk önce İtalya’da başlamasının nedenleri: a-Coğrafi Konum Akdeniz’in ortasında bulunur. İlkçağdan beri tüm Akdeniz ülkeleri ile ilişki kurmuştur. Bu yüzden hem antik kültür hem de İslam kültürü ile ilgilenmiş, bu İtalya’nın kültür ve uygarlıkta Avrupa devletlerinden daha ileri gitmesine neden olmuştur. b-Ekonomik Durum Denizciliğe önem vermesiyle İtalya’yı oluşturan Venedik, Ceneviz, Napoli ve Floransa gibi şehir devletleri zenginleşmiştir. Bu da halkta güzel sanatlara ilgi duyulmasına neden olmuştur. c-Siyasi Durum İtalya’da siyasi birlik yoktu. Şehir devletlerinden oluşuyordu. Bu devletler diğer Avrupa devletlerinden daha demokratik yönetiliyordu. İnsanlar çeşitli hürriyetlere sahipti. Bu durum fikir ve sanat hareketlerinin doğmasına neden oldu. d-Dinin Etkisi Roma İmparatorluğunun başkenti Roma, imparatorluğun Yıkılışından sonra da Hıristiyanlığın merkezi olmuştur. Merkezi Roma’da olan Katolik kilisesinin Avrupa’da etkisi vardı. Roma’yı ziyaret edenler kiliseye bağışta bulunuyordu. Böylece zenginleşen kilise sanatkârları korudu. e-İtalya’nın Tarihi Önemi İlkçağdan beri İtalya kültür ve uygarlık merkezidir. Roma İmparatorluğunun mirasını devralmış eski Yunan ve Helenizm izlerini taşıyordu. İtalya bunlardan faydalanarak yeni gelişmeler ortaya koydular. Bilim Tarihi II Ders Notları Yrd. Doç. Dr. Serhat KÜÇÜK f-İslâm Medeniyetinin Etkisi Coğrafi konum itibariyle İtalya İslam Medeniyeti ile ilişki kurdu. İtalya eski Yunan ve Helenizm eserlerini daha önce incelemiş olan Müslümanların Endülüs (İspanya) ve Sicilya’daki medreselerine öğrenci göndermiş ve antik eserleri Müslümanlardan öğrenmişlerdir. İtalya’da Rönesans, 14. yüzyılın sonlarında Hümanizm ile başlamıştır. Hümanizm; Eski Yunan ve Latin kültürünü en yüksek kültür örneği olarak alan ve Ortaçağın skolastik düşüncesine karşı Avrupada doğup gelişen felsefe, bilim ve sanat görüşü, insanlık sevgisini en yüce amaç ve olgunluk sayan bir doktrindir. İtalya’da Eskiçağdan kalan antik eserleri incelemek ve benzerlerini yapabilmek amacıyla akademiler kurularak Yunanca, Latince ve İbranice metinler incelendi. Hümanizma, insanın kendini tanımasına, yasalarını yapmasına ve haklarını korumasına zemin hazırlamıştır. İtalya’da başlayan Rönesans hareketi kısa zamanda bütün Avrupa’da yayıldı. Rönesans, Fransa’da sanat; Almanya’da dini tablo ve resimler; İngiltere’de edebiyat; İspanya’da resim ve edebiyat alanında gelişti. Yaklaşık olarak 1350'lerden, Giordano Bruno`nun 1600 yılında ölümüne kadar uzanan dönem grosso modo adıyla anılır. Bu süreci, Galilei`nin ilk büyük kitabı Dialogo Sapra i due Massimi Sistemi del Mondo`yu (İki Büyük Dünya Sistemi Üzerine Diyalog) yayınladığı 1632 yılına kadar uzatmak da mümkündür; ancak kuşkusuz ki hiç bir dönem, ne bütün ülkeler için, ne de belli bir ülkenin tümü için geçerli olabilir. Rönesans, diğer bütün özellikleri bir yana, Ortaçağ'ın kavramlarına ve yöntemlerine karşı bir başkaldırıdır. Herkes bilir ki her nesil bir öncekine karşı şu veya bu ölçüde tepki gösterir; her dönem bir öncekine karşı yapılmış bir başkaldırıdır ve bu böyle devam eder; ancak, Rönesans'da yapılan başkaldırı, diğerlerine göre daha sert olmuştur. Ortaçağ'ın karakteristik özelliklerinden birisi yeniliklere karşı duyulan korkudur. Rönesans ise bu konuda daha hoşgörülü olmuştur. Her yenilik sorunlar yaratmış, ancak yenilikler insanların karşısına giderek artan bir sıklıkla çıkmaya başlayınca, bunlara alışılmış ve yeniliklere karşı daha az güvensizlik duyulur olmuştur; sonunda insanlar yeniliklerden hoşlanmışlardır. Bilim alanında, yapılan yenilikler devrim niteliğindedir. Bu durum ürkek insanların neden bilimden korktuklarını açıkçı ortaya koymaktadır; çünkü hiçbir şey bilginin gelişimi kadar çağ açıcı olamaz; her türlü toplumsal gelişimin kökeninde bilim bulunmaktadır. Rönesans döneminin bilim adamı yeni bir bakış değil, yeni bir oluşum ortaya koymuştur. Yenilikler çoğu kez öyle büyük olmuştur ki o döneme Yeniden Doğuş ya da Rönesans değil, Gerçek Doğuş, Yeni Bir Başlangıç demek daha uygun olur. Bu yeniliklerin başında coğrafi keşifler gelmektedir. Bu keşifler Portekizli Gemici Henry tarafından başlatılmış ve diğerleri tarafından devam ettirilmiştir. Sadece birkaç isim hafızalarımızı tazelememiz için yeterli olacaktır: Bartholomeu Dias, Kolomb, Vasco De Gama, Amerigo Vespucci, Magellan. Rönesans, coğrafi keşiflerin gerçek anlamda altın çağı olmuş, 1600 yılına varıldığında bilinen dünya yüzeyi iki katına çıkmıştır. Yeni iklimler ve doğanın yeni yüzleri ortaya çıkarılmıştır. Rönesans, insanın kendi üzerine eğildiği, kendini keşfettiği ve hümanist görüşün önem kazandığı bir dönemdir. Ortaçağ'da egemen olan Hristiyan anlayışına göre bu dünyanın değeri, insanı öbür dünyaya hazırlayışı ile ölçülüyordu. Oysa hümanistler insanın bu dünyadaki yaşamı ile ilgilenmişlerdi. İnsan, insan olarak bütün gücü, bedeninin bütün güzelliği, sevinci ve kederi, bütün duyguları, yanılgıları ve tutkuları ile ele alınıp Bilim Tarihi II Ders Notları Yrd. Doç. Dr. Serhat KÜÇÜK incelenmeliydi. Bütün bunlar insanın kendi üzerine eğilmesine, başka deyişle, insanın kendini keşfetmesine neden olmuştur. Rönesans dönemi yenileşmenin çıkış noktası Antikçağ düşüncesi, karşısında olduğu anlayış ise Ortaçağ düşüncesidir. Fakat zamanla ilginç bir sonuç ortaya çıkmıştır; çünkü “yeniden doğuş” Antikçağ kaynaklarına geri dönmek suretiyle gerçekleşmiş olmakla birlikte, edebiyat ve felsefede, özellikle de bilimde Antikçağ’ın dışında, hatta karşısında birtakım sonuçlara ulaşılmıştır. Nitekim bilimde Kopernik ile başlayan değişim, Aristo tarafından temsil edilen Antikçağ bilim anlayışının kökten sarsılmasıyla sonuçlanmıştır. Diğer bir ifadeyle Rönesans düşüncesinin Ortaçağ düşüncesine karşı tutumunun dayanak noktası Antikçağ düşüncesi olmuş, fakat sonuçta Antikçağ düşüncesi kökten değişmiştir. Rönesans’ın önemi de buradadır; yani kültür hareketi olarak başlayıp birçok alanda yeni bir anlayışın ortaya çıkmasıdır. Sanat, edebiyat, bilim ve mimari bunlar arasındadır. Fikirler daha realistik ve insancıl bir hal alırken, dinin etkisi azalmaya başladı. Resimler ve heykeller daha yaşam dolu idi. Müzik yeni duyguları keşfetti, kitaplar gerçek yaşamdan sorular sordu. İtalya’daki Medici’ler ve Borgia’lar gibi varlıklı aileler, güzel sanatlar ve bilimin en büyük destekçileri oldular. Rönesans Hareketlerinin Diğer Avrupa Ülkelerine Yayılması İtalya' da başlayan Hümanizma ve Rönesans hareketleri; İtalya'nın Din ve Kültür merkezi oluşundan ve İtalya'nın Fransa İspanya ve Almanya arasında paylaşılamaması nedeniyle çıkan İtalya Savaşlarının etkisiyle batı Avrupa'ya yayılmıştır. Fransa'da Rönesans : Kralların etkisi ve çalışmalarıyla başlamıştır. Önemli temsilcileri ; Rable ( Rabelais ) Ronsar (Ronsard ) Montaigne Hümanizmada. Piyer Lesko Jan Bülan mimaride Jan Gojon heykeltıraşlıkta Fransuva Klue resimde. İngiltere' de Rönesans: En önemli temsilcisi Hamlet-Otello-Romeo ve Jülyet'in yazarı Şekspir ( Shakespeare) dir. İspanya' da Rönesans: Don Kişot 'un yazarı " Cervantes " Hollanda' da Rönesans: Ressam " Rembrandt " Bu çeşitlilik, Rönesans’ın yukarıda bahsettiğimiz öneminin; yani kültür hareketi olarak başlayıp birçok alanda yeni bir anlayışın ortaya çıkmasına sebep oluşunun da kanıtıdır. RÖNESANS DÖNEMİ EDEBİYAT Rönesans’ın ortaya koyduğu insancı düşünce özellikle Fransız, İngiliz ve İspanyol edebiyatlarında en yetkin anlatımlarını kazanmıştır. Fransa’da Rabelais ve Montaigne, İngiltere’de Shakespeare, İspanya’da Cervantes insancı edebiyatın en önemli adlarıdır. Rönesans’ta edebiyat bir sanat etkinliği olduğu kadar bir felsefe Bilim Tarihi II Ders Notları Yrd. Doç. Dr. Serhat KÜÇÜK etkinliğidir de. Rönesans döneminin edebiyat adamları gerçek anlamda seçkin kişilerdir, her biri derin kültür adamıdır, bunlar yalnızca sanat adamı değil aynı zamanda düşünürdürler. Rabelais: Gargantua ve Pantagruel Rönesansın başlangıcını müjdeleyen yazarlardan biri olan François Rabelais, babaoğul iki dev olan Gargantua ve Pantagruelin maceralarını anlattığı beş ciltlik eseriyle Fransız ve dünya edebiyatına damgasını vurmuştur. Pantagruel, bu külliyatın ilk cildi olmasına karşın, Gargantuanın devamı niteliğindedir. Bir şövalyelik güldürüsü sayılabilecek olan bu roman, insanlık tecrübesine doyumsuz bir merak duyan bir devin doğumundan gençliğine kadarki maceralarını anlatıyor. Bilgelikle müstehcenlik arasında çok ince bir çizgi çizen Rabelaisin sivri dilinden ne avukatlar ne akademisyenler ne de kilise kaçabiliyor. Gargantuayla birlikte hümanizmin önde gelen kahramanlarından biri olan Pantagruel, okurları yeni bir dünyayla tanıştırıyor ve bu süreçte kendi yaşamlarına farklı bir gözle bakmalarını sağlıyor. Fransız rönesansının en parlak isimlerinden Rabelais, 1494 yılında, düşüncede ve sanatta değişimin başladığı günlerde doğmuştu. Önce din eğitimi aldı, eski Yunancayı öğrendi. 1530’da Montpellier Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne yazıldı. Kısa bir süre sonra -Çok Ünlü Pantagruel’in Korkunç ve Ürkütücü Marifetleri ve Kahramanlıkları’nı, Pantagruel’i, isminin harflerini değiştirerek elde ettiği Nasier Alcofrybas müstearı ile yayınladı. Ardından Pantagruel’in Babası Koca Gargantua’nın Paha Biçilmez yaşamı ve Gargantua geldi. Aynı yıllarda, bir diplomat olan Paris psikoposunun özel hekimi de olmuştu. Bu sayede İtalya ve Roma’ya uzun seyahatler yapma ve Rönesans’ın kalbini tanıma fırsatını elde etti. 1546 yılına kadar kendini bütünüyle tıp mesleğine veren Rabelais, yine bir Roma yolculuğu dönüşünde, serinin üçüncü kitabını yayınladı; Soylu Pantagruel’in Kahramanlıkları ve Sözlerinin Üçüncü Kitabı. Bugün kısaca Gargantua olarak adlandırdığımız bu fantastik hikâyeler, Soylu Pantagruel’in Kahramanlıkları ve Sözlerinin Dördüncü Kitabı ile tamamlandı. 1553 yılındaki ölümünden sonra ortaya çıkan beşinci kitabın ona ait olduğu kesin değil. İlk kitapta içkiciler kralı Pantagruel’i ve onun arkadaşı anarşist Panurge’yi, ikinci kitapta baba Gargantua’yı tanıtır okuyucusuna. Gargantua, yazılış tekniği olarak bugünkü roman anlayışına oldukça yakındır. Baştan sona bir şenlik havası hâkimdir metinde. Mesela, sevimli devimiz annesinin kulağından gelir dünyaya. Sonra bebeğin geçmişini takdim eder, soyunu sopunu, asaletini sergiler Rabelais. Ardından çocukluk yılları ve eğitim dönemine geçer. Ortaçağ bilgileri ve skolastik felsefesi ile donanmış üstad Holoferne’den aldığı derslerle tam bir sersem olur küçük dev. Gargantua’nın cehaletinin tam anlamıyla açığa çıktığı yarışma, aslında Ortaçağ düşüncesinin karanlığı ile eski yunan felsefesinin aydınlığı arasındadır. Babası farkı görür ve oğlunu Ponokrates adlı bir pedagoga teslim eder. Hümanist bir dünya görüşünü benimseyen Rabelais, dev Gargantua ve oğlu Pantagruel’in olağanüstü hayatlarını anlatırken, dünya görüşünü, anlattığı hikayeden çok anlatış biçiminde dışavurmuş, o yılların üslubuna aykırı olarak, ciddiyetten uzak, insani, son derece neşeli, mizahi ve fantastik bir metin yaratmıştı. Güldürünün bu düzeyi bile başlı başına bir taşlamaydı o dönemde. Rabelais’in hikâyesindeki isimler, simgesel niteliktedir. Mesela Gargantua’yla yarışan Eudemon ve yeni hocası Ponokrates Latin ve Yunan adları ile, Kilise’nin dışladığı bir geçmişin zenginliğini vurgularlar. Aslında her olay, her motif hümanist düşüncenin Bilim Tarihi II Ders Notları Yrd. Doç. Dr. Serhat KÜÇÜK üstünlüğüne, özgürlüğün verdiği mutluluğa ve güleryüzlü bir hayata gönderir okuyucuyu. Sadece kahramanlarının yaşayış tarzı değil -yukarıda belirttiğim gibi- metnin yazılışı da tam bir cümbüş havası içerisindedir. Benzetmeler, yergiler, ironik ve allegorik özellikler, devler, cüceler, kaba şakalar, belden aşağı göndermeler, ağırbaşlı tartışmalar tekmili bir arada, yanyana dizilmişler, daha doğrusu harman edilmişlerdir. Gargantua’nın yazıldığı yıllarda, yazarlar için gerçeklerin edebiyata yansıması önemli bir problemdi. “Halk edebiyatı ve efsane ile yakın ilişkisi olan, anlatıda dışsalı, akılcı mantığı dikkate almayan Rebelais, zamanının önemli bir estetik sorununa da çözüm getirmiştir. Bütün abartmalara, içindeki olağanüstü durumlara rağmen, Gargantua ve Pantagruel’deki kişiler -gerçek- yaşama sıkı sıkıya bağlıdır. Hiç kuşkusuz, bu roman, topluma dair- çözümsel bir yaklaşımın tohumlarını içermektedir. FAUST Yayımlanan ilk Faust (1587) üç yüzyıl boyunca bir Protestan ürünü olarak anıldı, ancak 1897'de bu efsanenin daha eski ve oldukça farklı bir şeklinin keşfedilmesi tüm edebi yorumlan değiştirdi. Bugün, bilinmeyen bu yazarın Fausfunun, Luther'in bir Katolik tarafından yazılmış bir parodisi olduğu düşünülür. Faust da en az Pantagruel kadar bir 16. yüzyıl insanıdır. Dolu dolu yaşamak, tüm bilimlerin ve gizemlerin bilgisine sahip olmak, zevk şarabı ve yaşamın debdebesiyle dolu kadehten kana kana içmek; bunların yanında cennet neydi ki! "İnsan için erişilmez kılınan kurtuluş" meseli, Goethe ele alıncaya kadar tam anlamıyla işlenemedi; ancak hem Almanca "Faust Kitapları"nda hem de Marlowe'un oyununda üstü kapalı olarak ele alındı. Cervantes: Don Kişot Çağın bir başka önemli kişisi, İspanyol edebiyatının en önemli adı Cervantes Saavedra ya da kısacası Cervantes’tir. Cervantes düzenli bir öğrenim görmemiş, yoğun okuma tutkusuyla kendini geliştirmiş, askerlik mesleğini girip çeşitli savaşlara katılmış bir serüvencidir. Acıklı olanla gülünç olanı tıpkı yaşamda olduğu gibi yan yana koyabilen ya da bütünsel bir yapıda birbirine kaynaştırabilen Cervantes, dünyaca ünlü Don Kişot adlı romanında XVI. yüzyıl İspanya’sının tüm oluşan ve yıkılan değerleriyle genel bir tablo çizer. Mancha’lı Don Kişot yıkılmış bir soyludur, dünyada adaleti getirmek gibi çok soylu ama ulaşılamayacak kadar büyük bir amacı vardır. Bu iyi yürekli yaşlı kişi zamanını şövalye romanları okuyarak geçirmiş, böylece şövalyeliğe özenip dünyaya ün salmak istemiştir. Eline eski bir silah alıp atı Rosinante’ye atladığı gibi yollara düşer. Böylece serüvenden serüvene atılır, serüvenleriyle çok zaman gülünç düşer; bereket bütün serüvenlerinde uşağı Sancho Panza tüm köylü kavrayışlılığıyla yanındadır. Böylece Cervantes gününün İspanya’sını romanlaştırırken ülkesindeki katı despot yönetimi de ince ince eleştirir. Cervantes’in Don Kişot’u Rönesans gerçekçiliğinin en belirgin örneklerindendir, sonraki yüzyıllarda gelişen gerçekçi roman anlayışına en büyük etkiyi sağlamıştır. Don Kişot’un ikinci cildinin 16.bölümünde Cervantes bize Mahzun Çehreli Baronun yolda rastladığı yeşil pelerinli bi efendiden bahseder. Yeşil pelerinli şövalye, Don Diego de Miranda bir aziz değildir. O sadece 1615 yılındaki klasik hikmet ve itidal idealini temsil eder. Bu tip, macera arayan şövalyeye hor bakmaz, hatta kahramanlara karşı gizli bir hayranlığı vardır, ama onların yolunu takip etmekten kaçınır. İnsanın ancak hep birlikte ahenk içinde çalışan bir kafaya, kalbe ve duygulara sahip olduğu zaman en mesut hayata Bilim Tarihi II Ders Notları Yrd. Doç. Dr. Serhat KÜÇÜK kavuşacağını bilir, bir defa bahtiyar bir hayatın sırlarını bulunca da ona yapışır, bu reçeteyi hayatının sonuna kadar kullanır. Don Diego’nun vakıf olduğu esrar sonraki nesiller için artık pek geçerli değildir, nitekim torunları yetişkin yaşa geldikleri zaman yeşil pelerinli şövalyeyi pek modası geçmiş bulurlar. Onun dünyaya bakış tarzını beğenmeyenler huzur içinde yaşamaya imkan veren o güzel sükuneti bozarlar ve uzun zamandır devam eden sabırları nihayet taşar, dünyayı dolaşıp başlarına iş açmaya kalkarlar. Zaman geçtikçe seyahat zevkinin gittikçe daha kuvvetli ve daha yaygın bir hale geldiğine şahit oluyorsak, insanlar başkalarının nasıl yaşayıp, nasıl düşündüklerini öğrenmek üzere köylerini, kasabalarını, yurtlarını bırakıp gidiyorlarsa, burada her şeyden önce hayatı idare eden prensiplerde bir değişikliğin vukubulduğunu anlamalıyız. “Merakınız varsa seyahate çıkın…” Onyedinci yüzyılın sonlarında ve onsekizinci yüzyılın başlarında İtalyanların seyahat zevki canlandı. Fransızlar o çağlarda cıva gibi hareketli oldular. Hatta rivayet odur ki Fransızlar o kadar yeniliğe kapılmışlardı ki dostluklarını bile uzun zaman devam ettirmemeye çalışıyorlardı. Almanlarda seyahat bir alışkanlık hatta bir tutku haline gelmişti. İngilizler de ceplerinde bol parayla dönemin önde gelen gezginleri arasındaydı. Bu geziler geniş sahaları içine alan bir seyahat edebiyatı ortaya çıkardı. Bu edebiyatta bilgin kişilerin yazdıkları eserlerden müze kataloglarına ve aşk hikayelerine kadar değişik konular bulunmaktaydı. Böylece seyahatnameler, hikayeler, tasvirler, raporlar, koleksiyonlar, seri yayınlar ve diğer merak konusu şeylerden mürekkep muazzam bir neşriyat ortaya çıktı. Kendi memleketinde yerlerinden kımıldamayan, ne Amerika’nın büyük göllerine ne Malabar bahçelerini, ne Çin Pagodalarını bilen insanlar ocaklarının başında rahatça oturarak başkalarının bu yerler hakkındaki yazdıklarını okuyorlardı. Bakışlar değişti. Tabiatı aşar gibi görünen kavramlardan basit şeylere dönüldü. Akla dayandığı sanılan hareketlerin birer adetten ibaret olduğu görüldü; ve tersine, çok garip, saçma sanılan adetlerin kendi çevreleri ve kaynaklarına göre ele alındığı takdirde pekala makul şeyler oldukları anlaşıldı. Dönemi seyyah ve edipleri şöyle demektedir: Louis Le Comte “Biz kendimizi aldatıyoruz, çünkü çocukluğumuzda edindiğimiz peşin hükümler insan faaliyetlerinin büyük çoğunlukla nötr şeyler olduğunu, bunların ancak ilk defa tesis edildikleri yerlerde çeşitli halkların verdikleri manaya göre bir ehemmiyet taşıdıklarını anlamamıza engel olmaktadır.” Bernier “Kanaatın, peşin hükmün, adetin, ümidin, şeref duygusunun yapamayacağı şey yoktur.” Chardin “Her bir kavmin tabi olduğu iklim, benim kanaatimce o kavmin temayül ve adetlerinin daima asli sebepleridir” ve “Şüphe ilmin başlangıcıdır; hiçbir şeyden şüphe etmeyen, hiçbir şeyi tektik edemez, hiçbir şeyi tetkik etmeyen hiçbir şeyi keşfedemez, hiçbir şey keşfetmeyen ise kördür ve hep kör kalır.” Gelenekçi düşünce ise bu seyahatlerden rahatsızdı: La Bruyer “Bazıları uzun seyahatlara çıkarak kendi maneviyatlarını tamamen çökertiyor ve dinden kendilerine kalan şeyleri de kaybediyorlar. Her gün yeni bir din, yeni adetler, yeni merasimler görüyorlar.” Bilim Tarihi II Ders Notları Yrd. Doç. Dr. Serhat KÜÇÜK RÖNESANS DÖNEMİ SANAT Rönesans belki de daha çok düşünce açısından bir hazırlık, bir geçiş dönem olmuş, buna karşılık sanat açısından tam bir olgunluk çağı özelliği göstermiştir. Rönesans sanat dünyası en yetkin ürünlerini elbette edebiyatta, bu arada yontu, resim, mimarlık alanlarında ortaya koydu. Özellikle İtalyanların üç büyüğü Leonardo da Vinci, Raffaello, Michelangelo insanlığa ölmez ürünler armağan ederken tam tamına bir insan araştırmacısıydılar. Bu dönemde insanlar sanat yapmakla yetinmediler, sanatın ne olup ne olmadığını da düşündüler. Böylece köklü bir insan araştırması sanat düzeyinde köklü bir estetik araştırmasıyla bütünlenmiş oldu ve böylece ta MÖ. IV. Yüzyıldan beri adı anılmayan güzel araştırması yeniden sanatçıların gündemine gelmiş oldu. Alberti ve Vinci sanat üzerine görüşleriyle modern estetik biliminin öncüsü oldular. BONVENUTO CELLINI Bonvenito Cellini yazım kurallarının dışına çıkarak yazdığı renkli, çarpıcı ve silme serüven duygularıyla dolu yapıtlarında gereksiz dış bağlardan kurtuluşu önerirken insanı, insanın dünyadaki yerini, insanın yüceliklerini savundu; buna karşı yapay büyüklükler karşısında, büyük adamlar, krallar, papalar, prensler karşısında tam tamına umursamaz, hatta küçültücü bir tutum aldı. Cellini böylece öz sevgisini ve öz saygısını yüceltirken, insana insan olduğunu, eşsiz bir varlık olduğunu, büyüklük denilen şeyin unvanlardan ya da benzer şeylerden değil, yalnızca insan olmaktan geldiğini duyurmak istedi. ALBERTI Leon Batista Alberti mimardır, resimle ve yontuyla ilgilenmemiştir. 1449-1450’de kaleme aldığı De readificatoria’sında (Yapı konusunda) güzeli güzel kılan koşulları da araştırırken güzelin yetkinlikte ve uyumda olduğunu göstermeye çalıştı. Alberti, estetiğin temeline Aristoteles’in “mimesis” yani öykünme kavramını koymuştur. Ona göre güzel, doğanın öykünülmesiyle ortaya çıkan bir değerdir. Tanrı insanı üstün yeteneklerle donatmıştır, insan evrende en değerli varlıktır. Alberti bir insancı olarak özellikle bireyin değeri üzerinde durur, aileyi vazgeçilmez bir kurum sayar, bu arada Stao okulunun kurallarına bağlanır, dünyanın basit değerleri karşısına erdemi koyar, bunları yaparken siyasetten uzak durur. Ona göre yaşamın amacı mutluluktur, insan mutluluğa ancak erdemle ulaşabilir. MICHELANGELO (1475-1564)İtalyan ressam ve heykeltıraş. Heykeltıraştaki rüştünü kanıtladığı ilk ve en ünlü eseri olan çocuk kral Davud’un heykelini yaptığında henüz 26 yaşındadır. Beş buçuk metrelik bir mermer kütleden çıkaracağı eser için genç dâhi, mermer bloğun yanına bir baraka inşa ederek, yardımcısız bir şekilde, çoğu zaman geceli gündüzlü çalışarak Rönesans sanatının harikalarından biri olarak kabul edilen David’i yaratır. Michelangelo, incelikli bir sanat kavrayışıyla gerçekleştirdiği yapıtlarında insan ruhunun derinliklerine inen felsefi bir bakış getirdi. Doğa kadar doğaüstünü de konu edinen sanatçı dünyaya aydınlık bir bakışla yönelirken çileci bir kavrayıştan da uzak kalmadı. Ondan kalan mektuplar son derece yüksek bir bilge kavrayışına tanıklık eder. Michelangelo’nun resmi evrensel olmakla birlikte İtalyan'dır. Onda ulusal sarsıntıların, toplumsal sıkıntıların çeşitli açınımları da vardır. Bilim Tarihi II Ders Notları Yrd. Doç. Dr. Serhat KÜÇÜK RAFFAELLO İtalyan Rönesans’ının bir başka önemli kişisi ressam ve mimar Santi Raffaello kısa süren yaşamında insancıların düşlerini ve dileklerini sanata getirdi. Ünlü portrelerinde Raffaello insanı bir duygu ve düşünce bütünü olarak yansıttı. O her şeyden önce incelikli anlatımıyla ve ölçülü bakış açısıyla ilgi uyandırdı. Raffaello’nun sanatı doğaüstüyle doğayı eşsiz bir uyum içinde bir araya getirir. Onda dinsel konular bu dünyaya özgü bir canlılıkla işlenmiştir. PIETER BRUEGEL İtalyan ressamlarının yanı sıra başka ülkelerin ressamları da insancı gelişimin sanata getirilmesinde çok önemli sonuçlar aldılar. İnsancı özü dile getiren bu ressamların en ünlülerinden biri flaman ressamı Pieter Bruegel’dir. Bruegel’in resmi Avrupa sanatında halkın yaşamını gösteren resimlerin ilk güçlü örneklerini verdi. Bu yüzden onun gerçekliği tam anlamında halka, tabana, gündelik yaşama dönüktür. Bruegel’in resminde Hollanda köylüleri baş yeri alır. Bu yönde Bruegel, Vinci, Raffaello gibi İtalyan ressamları çok geride bırakır. Tarlalarda canla başla çalışan köy insanları onun sanatında başköşeye yerleşirken, doğa insanı bütünleyen bir anlam taşır. Çok az ressamın yapıtında Bruegel’de olduğu gibi insan-doğa ilişkisi vardır. Onun resminde ne insan doğada sığıntıdır ne doğa insan için bir süstür, onun resmindeki insan doğadaki insandır. Bruegel’in bir büyüklüğü de bu köy insanlarının güçlü, tuttuğunu koparan, yılmayan yanlarını bulup çıkarmasıdır. ALBRECHT DÜRER Bu arada Almanya’daki köylü ayaklanmaları ve daha çok reformcu anlayış içinde gelişen insancılık devinimi de Albrecht Dürer gibi güçlü bir ressamın düşünce dünyasını beslemiştir. Albrecht Dürer’in resmi de Bruegel’inki gibi felsefi bir ağırlık taşır. Onda yeni gelişmekte olan köklü insan arayışı eğilimi büyük bir genişlik kazanırken eski düşünceye karşı güçlü bir eleştiri ortaya çıkar. Albrecht Dürer’in gençlik yıllarını izleyen ikinci ressamlık döneminde güçlü bir gerçekçi anlayışa yöneldiğini görürüz. Dürer’in resim yaşamında vazgeçilmez olan deneyci anlayış ve bilimsel eğilim bu ikinci dönemde daha da belirginleşir. Bu düşünen sanatçı derinliği içinde Dürer birçok kuramsal çalışma da yapmış, bu çalışmalarında sanatın temel sorunlarını enine boyuna tartışmıştır. Bu tartışmada o her zaman doğaya bağlı kalma anlayışından yana olmuştur. Ne var ki onun gerçekçiliğinde dış dünya tüm karmaşıklığıyla bir yeniden yaratılma süreci içinde sanata taşınmıştır. Rönesansın Nedenleri *Ortaçağın sonlarına doğru kültür ve sanatta önemli bir birikimin oluşması. *Avrupanın İspanyada Endülüs Emevi Devleti ve Sicilya aracılığı ile İslam Medeniyetini tanıması. *Matbaanın geniş kullanım alanına girmesiyle yeni buluş ve düşüncelerin yayılması. *Avrupada kültür ve sanat faaliyetlerini destekleyen, bilim adamları ve sanatkârları himaye eden varlıklı kişilerin (mesenlerin) ortaya çıkması. *Coğrafi Keşiflerden sonra zenginleşen Avrupada, sanattan ve edebiyattan zevk alan bir sınıfın ortaya çıkması. *Antikçağ (Eskiçağ) eserlerinin incelenmesi. *İstanbulun fethinden sonra Bizanslı bazı bilginlerin İtalyaya göç ederek eski Yunancayı öğretmeleri ve eski eserleri tanıtmaları. Bilim Tarihi II Ders Notları Yrd. Doç. Dr. Serhat KÜÇÜK Rönesansın Sonuçları *Avrupa ülkelerinde bilim, sanat, edebiyat alanlarında yeni bir dünya görüşü ortaya çıktı. *Skolastik düşünce yıkıldı. Düşüncede serbest bir ortam doğdu. *Deney ve gözleme dayanan pozitif düşünce ortaya çıktı. *Kilise zayıfladı. Bu durum Reform Hareketlerini başlattı. *Bu döneme kadar bilim, sanat ve medeniyet alanlarında İslam Ülkeleri öncülük yaparken, Rönesans hareketleriyle Avrupa Ülkeleri öne geçti. *Avrupada insan faktörü öne çıktı. İnsanlar kendi haklarına sahip çıkmaya başladılar. DEĞERLENDİRME Herhangi bir istatistik yöntemi uygulayarak eski çağları şimdikiyle karşılaştırdığımızda, birincisi ikincisine göre daha küçük ve basit görünecektir. Gerek nüfus ve zenginlikte, gerek savaş ve bilim alanında, atalarımızdan kat kat büyük olduğumuza şüphe yok. Bugün pek çok tüccarın geliri Kral VIII. Henry'ninkinden fazladır. Çoğu üniversite öğrencisinin astronomi bilgisi Johannes Kepler'inkinden üstündür. Ancak bir çağın büyüklüğünü, bize olan uzaklığıyla değil kendi başarılarıyla, şairlerinin ne düşler kurduğu ve güçlü insanlarının neler başardıklarıyla değerlendirirsek, 16. yüzyılın önemini ancak o zaman gereğince kavrayabiliriz. Rönesans en ileri dönemine, 16. yüzyılda, esas olarak Venedik, Floransa, ve Antwerp gibi şehirlerde ulaştı. İnsanlar dünyaya daha yakından baktılar, ayrıntılı bilimsel gözlemler yaptılar, egzotik eşyalar topladılar ve yeni fikirlere yöneldiler. Bazı insanlar bitkiler ve hayvanlar üzerinde çalıştı. Diğerleri astronomi ve jeolojiyi araştırdı. Elde ettikleri bulgular, kimi zaman onları Kilise ile karşı karşıya getirdi. Bu yeni araştırmacı ruh, en sonunda bazı kişileri Kilisenin yetkilerini sorgulamaya yöneltti. İnsanların kişisel düşünceleri daha da önemli hale geldi. Yöneticiler ve Kilise artık istediği gibi hareket edememeye başladı. Gelişim ihtiyacı, bilim ve sanatta ilerlemelere neden oldu. Yeni üniversiteler yeni fikirleri teşvik etti. Toprağa feodalizm yoluyla bir bağlılığı kalmayan halk daha fazla seyahat etmeye başladı. Bakışlar değişti. Tabiatı aşar gibi görünen kavramlardan basit şeylere dönüldü. Akla dayandığı sanılan hareketlerin birer adetten ibaret olduğu görüldü; ve tersine, çok garip, saçma sanılan adetlerin kendi çevreleri ve kaynaklarına göre ele alındığı takdirde pekala makul şeyler oldukları anlaşıldı. Dönemi seyyah ve edipleri şöyle demektedir: Louis Le Comte “Biz kendimizi aldatıyoruz, çünkü çocukluğumuzda edindiğimiz peşin hükümler insan faaliyetlerinin büyük çoğunlukla nötr şeyler olduğunu, bunların ancak ilk defa tesis edildikleri yerlerde çeşitli halkların verdikleri manaya göre bir ehemmiyet taşıdıklarını anlamamıza engel olmaktadır.” Bernier “Kanaatın, peşin hükmün, adetin, ümidin, şeref duygusunun yapamayacağı şey yoktur.” Chardin “Her bir kavmin tabi olduğu iklim, benim kanaatimce o kavmin temayül ve adetlerinin daima asli sebepleridir” ve “Şüphe ilmin başlangıcıdır; hiçbir şeyden şüphe etmeyen, hiçbir şeyi tektik edemez, hiçbir şeyi tetkik etmeyen hiçbir şeyi keşfedemez, hiçbir şey keşfetmeyen ise kördür ve hep kör kalır.” Gelenekçi düşünce ise bu seyahatlerden rahatsızdı: La Bruyer “Bazıları uzun seyahatlara çıkarak kendi maneviyatlarını tamamen çökertiyor ve dinden kendilerine kalan şeyleri de kaybediyorlar. Her gün yeni bir din, yeni adetler, yeni merasimler görüyorlar.” Bilim Tarihi II Ders Notları ◊ ◊ ◊ ◊ ◊ ◊ ◊ Yrd. Doç. Dr. Serhat KÜÇÜK Bu çağ bir "deneyim" çağıydı. Hazzı çocukça bir oburlukla seviyordu; Rabelais, Peru'nun altınları, Doğu'nun baharatları ve kumaşlarıyla mest oldu. Bir cesaret çağıydı. İnsanlar ruhani özgürlük uğruna cesurca Luther'in yanında yer almış, Macellan’la dünyayı dolaşmak ya da Bruno ile göklerin ölçüsünü almak uğruna canlarını vermişlerdi. Bir hayaller çağıydı. Erasmus'la insanların İsa gibi olacağı bir zaman, More'la insanlığın adil olacağı bir yer düşledi; Michelangelo'yla kederin anlamı üzerine düşündü, Montaigne ile günlük bilgelik depoladı. Ve bu çağda, onun etinden ve kemiğinden, en derindekini görebilen bir gözle, insan yüreğini en iyi ifade edebilen bir dile sahip, dünyanın en büyük şairlerinden biri doğdu. Kuşkusuz bu çağ yoksul ve geri kalmış değildi. Aksine ulaştıklarıyla büyük, düşledikleriyle yüceydi; bilgelik ve kahramanlıkla, ışıkla, güzellikle ve hayatla doluydu! REFORM’UN NEDENLERİ Katolik kilisesinin bozulması. Endülijans kağıdının yangınlaşması. Rönesans sayesinde aklın ve bilimin ön plana çıkması. Kağıt matbaa sayesinde İncilin çeşitli dillere çevrilmesi. Kilisenin zengin halkın fakir olması. Almanyada siyasi birliğin olmaması. Alman prenslerinin desteği. REFORM ALMANYA’da BAŞLADI MARTİN LUTHER ÖNCÜ YENİ MEZHEPLER ORTAYA ÇIKTI: KALVENİZM(FRANSA), ANGLİKANİZM(İNGİLTERE) PROTESTANLIK(ALMANYA), MEZHEP SAVAŞLARI ve ANTLAŞMALAR ALMANYA’da (1555 Ogsburg Barışı) FRANSA (1598 NANT Fermanı) ile kısmen inanç serbestliği gelmiştir. Reformun Sonuçları Kilisenin halk üzerindeki etkisi azaldı. Eğitim-öğretim, dinin etkisinden kurtuldu. (Laik eğitim başlamış oldu) Katolik kilisesi kendini düzenlemek zorunda kaldı. Kilisenin mallarına el koyuldu. (Katolik kilisesinden ayrılan ülkelerde)