cemaleddin el-kasımi ve tefsirdeki metodu

advertisement
I
T. C.
ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
GÖKÇEN KALKAN
CEMALEDDİN EL-KASIMİ VE TEFSİRDEKİ
METODU
DOKTORA TEZİ
TEZ YÖNETİCİSİ
Prof. Dr. Lütfullah CEBECİ
ERZURUM - 2007
I
I
İÇİNDEKİLER
SAYFA NO
ÖZET……………………………………………………………………….………..III
ABSTRACT……………………………………………………………………........IV
ÖNSÖZ ...................................................................................................................V
KISALTMALAR.................................................................................................. VII
GİRİŞ .......................................................................................................................1
1. ARAŞTIRMANIN METODU...........................................................................1
2. ARAŞTIRMANIN KAYNAKLARI .................................................................3
3. CEMALEDDİN EL-KASIMİ’NİN İLMİ KİŞİLİĞİ ..........................................6
3.1. Hayatı ........................................................................................................6
3.2. Tahsil ve Tedris Hayatı.............................................................................11
3.3. Tefsir Konusundaki Eserleri .....................................................................13
BİRİNCİ BÖLÜM ..................................................................................................16
1. ISLAHAT DÜŞÜNCESİ VE CEMALEDDİN EL-KASIMİ ...............................16
1.1. Islahçılık ve Islah Düşüncesi ........................................................................17
1.1.1. İslam’da ıslahat düşüncesinin doğuşu ....................................................17
1.1.2. Suriye’de ıslahat düşüncesinin ortaya çıkışı ...........................................24
1.2. Islahçı Din Anlayışının Cemaleddin El-Kasımi Üzerindeki Etkileri..............28
1.2.1. Cemaleddin el-Kasımi’nin yaşadığı dönemin sosyo-kültürel durumu.....28
1.2.2. Cemaleddin el-Kasımi’de ıslahçılık düşüncesi .......................................32
1.2.3. Cemaleddin el-Kasımi’nin ıslahat düşünce içerisindeki yeri...................39
İKİNCİ BÖLÜM ....................................................................................................43
2. CEMALEDDİN EL-KASIMİ’NİN MEHASİNU’T-TE'VİL ADLI ESERİNİN
TAHLİLİ ................................................................................................................43
2.1. Genel Özellikleri Bakımından Mehasinu’t-Te'vil..........................................43
2.1.1. Mehasinu’t-Te'vil’in yazılış gerekçesi....................................................43
2.1.2. Mehasinu’t-Te'vil’in yazılış tarihi..........................................................44
2.1.3. Mehasinu’t-Te'vil’in yazım üslubu ........................................................45
2.1.4. Mehasinu’t-Te'vil’in kaynakları.............................................................48
2.1.5. Mehasinu’t-Te’vil’in tefsir tarihindeki yeri ............................................57
2.2. Kur’an İlimleri Bakımından Mehasinu’t-Te’vil ............................................59
II
2.2.1. Sebeb-i nüzul.........................................................................................59
2.2.2. Nasih ve mensuh ...................................................................................65
2.2.3. Muhkem ve müteşabih...........................................................................68
2.2.4. Huruf-u mukatta’a .................................................................................71
2.2.5. Kıraat farklılıkları..................................................................................75
2.2.6. Kısasu’l-Kur’an ve İsrailiyat..................................................................80
2.2.7. İ’cazu’l-Kur’an......................................................................................87
2.2.8. Mekki – Medeni sureler.........................................................................90
2.3. Mehasinu’t-Te’vil'in Tefsir Geleneğindeki Yeri ..........................................92
2.3.1. Rivayet tefsiri geleneği bakımından.......................................................95
2.3.2. Dirayet tefsiri geleneği bakımından .......................................................99
2.3.3. İlmi tefsir geleneği bakımından ...........................................................103
2.3.4. Mezhebi tefsir geleneği bakımından ....................................................106
2.3.5. İctimai – edebi tefsir geleneği bakımından Mehasinü’t-Te’vil..............110
SONUÇ ................................................................................................................122
KAYNAKÇA .......................................................................................................125
ÖZGEÇMİŞ..........................................................................................................133
III
ÖZET
DOKTORA TEZİ
CEMALEDDİN EL-KASIMİ ve TEFSİRDEKİ METODU
Gökçen KALKAN
Danışman : Prof. Dr. Lütfullah CEBECİ
2007, Sayfa : VII + 133
Jüri : Prof. Dr. Lütfullah CEBECİ
Prof. Dr. Nasrullah HACIMÜFTÜOĞLU
Prof. Dr. Necati KARA
Doç. Dr. Mustafa AĞIRMAN
Doç. Dr. Orhan ATALAY
Islahçı düşüncenin 20. yüzyıldaki öncü şahsiyetlerinden biri olan Cemaleddin elKasımi’nin en önemli eseri Mehasinu’t-Te’vil’dir. Bu çalışmamızda Islahçılık ve
Cemaleddin el-Kasımi’nin ıslahçı düşünceleri ele alındıktan sonra Mehasinu’tTe’vil’in Kur’an ilimleri açısından bir değerlendirmesi yapılmış ve eser tefsir
gelenekleri bakımından incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Kasımi, Tefsir, Metod, Islahçılık
IV
ABSTRACT
Ph. D. THESIS
CEMALADDIN AL-KASIMI and HIS METHOD in INTERPRETATION
Gökçen KALKAN
Supervisor : Prof. Dr. Lütfullah CEBECİ
2007, Page : VII + 133
Jury : Prof. Dr. Lütfullah CEBECİ
Prof. Dr. Nasrullah HACIMÜFTÜOĞLU
Prof. Dr. Necati KARA
Assoc. Prof. Mustafa AĞIRMAN
Assoc. Prof. Orhan ATALAY
The most important of Cemaleddin el-Kasimi who is the leader of reformist
thinking in twentieth century is Mehasinu’t-Te’vil. In this study after bringing up
the reformismand reformist thinking of al-Kasimi, Mehasinu’t-Te’vil evaluated in
point of the Koran and it was studied from the point of view of interpretation
traditions.
Key Words: Kasimi, Interpratation, Method, Reformism
V
ÖNSÖZ
Kur’an’ı anlama ve yaşamın temel bir parçası haline getirme düşüncesi,
Hz. Muhammed’den itibaren Müslümanların en temel gayesi ve arzusu olmuştur.
Bundan dolayı Kur’an, bütün bir İslam medeniyetinin taşıyıcı esasını ve özünü
teşkil etmiştir. Bu her asır için geçerli genel bir durum olagelmiştir. Ancak dini
ilimlerin gelişmesi ile Kur’an’ın anlaşılması aynı zamanda ilmi bir faaliyet olarak
yürütülmüş ve buna tefsir adı verilmiştir. İslam alimleri bu gayelerle Kur’an’ı
yorumlamışlar ve Müslümanların hizmetine sunmuşlardır. Böylece tefsir ortaya
çıkmış ve İslam düşünce tarihindeki ayrıcalıklı yerini almıştır.
Cemaleddin el-Kasımi ve Mehasinu’t-Te’vil adlı eseri de bu zincirin son
dönemdeki halkalarından birini temsil etmektedir. Kasımi, tüm araştırmacıların ve
tarihsel metinlerin de ortaya koyduğu gibi ıslahçı bir alimdir. Bu ıslahat
benzerlerinden biraz farklı bir görünümdedir ve yaşadığı bölge olan Suriye’ye has
bir karakter taşımaktadır. O gelenek ile ıslahat arasında sağlam bir köprü olmayı
kendisine görev kabul etmiş müstesna bir kişiliktir.
Kasımi, çok sayıda eser yazmıştır. Bunlar arasında en dikkat çekenlerden
biri, hiç kuşkusuz ömrünün yarısını verdiği Mehasinu’t-Te’vil adlı tefsiridir. Biz
bu çalışmamızda onun ıslahat yönünü tahlil etmek suretiyle bu eserini çeşitli
açılardan inceleyeceğiz.
Çalışmamız bir giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde önce
çalışmanın, metodu ve kaynakları hakkında kısa bir değerlendirme vermek
suretiyle hareket alanımızı netleştirmeye çalıştık. Ardından Cemaleddin elKasımi’nin hayatı, tahsili ve tedrisi ile tefsir konusunda yazdığı eserleri kısaca
özetlemekle yetindik.
“Islahçılık Düşüncesi ve Cemaleddin El-Kasımi” başlığını taşıyan birinci
bölümde önce genel olarak ıslah fikrinin İslam düşüncesindeki genel gelişim
seyrine dikkat çekmek istedik ve bu bağlamda Modern dönem öncesi ve sonrası
ıslah arayışlarına kısaca değindik. Daha sonra da ıslahçılığın Suriye’deki gelişim
seyrini, görüşlerinden hareketle Cemaleddin el-Kasımi’nin ıslahçılığını ve genel
ıslahçı hareket içerisinde onun yerini tespit etmeye çalıştık.
VI
“Cemaleddin El-Kasımi’nin Mehasinu’t-Te’vil Adlı Eserinin Tahlili”
başlıklı ikinci bölümde ise onun Mehasinu’t-Te’vil adlı eserini üç farklı açıdan
incelemeye gayret ettik. Önce temel özellikleri bakımından genel bir
değerlendirmeye tabi tuttuk. Burada eserin yazılış tarihi, gerekçesi, üslubu,
kaynakları gibi hususlarda bilgi verdik. Daha sonra Kur’an ilimleri bakımından
Mehasin’i kritize ettik. En son olarak da tefsir geleneği bakımından Mehasin’in
taşıdığı değeri ortaya koymaya çalıştık.
Son olarak, bu tezin ortaya çıkmasında beni sürekli cesaretlendiren, en
vazgeçmeyi düşündüm ve yapamam dediğim anlarda bile bana azim ve irade
aşılayan kıymetli hocam Prof. Dr. Lütfullah CEBECİ’ye teşekkürü bir borç
bilirim. Onun bu noktadaki maddi ve manevi destekleri olmasaydı bu tezin
tamamlanması imkan dahilinde olmazdı. Ayrıca çeşitli vesilelerle teze katkıda
bulunan değerli dostum Doç. Dr. Şehmus DEMİR’e ve kaynak temini
hususundaki yardımlarından ötürü sevgili arkadaşım Dr. Ömer Faruk TEBER’e
teşekkür etmek isterim.
Erzurum - 2007
Gökçen KALKAN
VII
KISALTMALAR
a.g.e.
: Adı geçen eser
a.g.m.
: Adı geçen makale
b.
: İbn
Bkz.
: Bakınız
c.
: Cilt
Çev.
: Çeviren
TDVİA
: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
h.
: Hicrî
krş.
: Karşılaştırınız
m.
: Miladi
No
: Numara
ö.
: Ölüm Tarihi
s.
: Sayı
thk.
: Tahkik eden
trc.
: Tercüme eden
trz.
: Basım tarihi yok
vb.
: Ve benzeri
yrz.
: Basım yeri yok
1
GİRİŞ
1. ARAŞTIRMANIN METODU
Metod, en genel anlamıyla bilgi edinme süreçlerinin belli tekniklere ya da
usullere bağlı sistemli bir bileşimi1 ve insanın kendisini belli bir sistem ve düzen
dâhilinde sınırlaması ve kontrol altına almasıdır. Her ilim dalı, ancak kendisine
mahsus olan bilimsel metotların kullanılması ile teşekkül eder. Her bilgi dalına,
mahiyetine uygun müstakil usuller vermekledir ki, müstakil ilimler teşekkül
edebilir.2
Tefsir ilmi söz konusu olduğunda esas olan, Kur’an’ın doğru bir şekilde
anlaşılabilmesini temin etmektir. Bundan dolayı Kur’an tefsirine, anlaşılması ve
yorumlanmasına ilişkin çalışmalar Müslümanların geleneklerinde önemli bir yer
tutmaktadır. Başlangıçtan günümüze kadar Kur’an’ı anlama ve onun rehberliğinde
bir dünya kurma düşüncesi, Müslümanların zihin, duygu ve inanç dünyalarında hep
müstesna yerini bulmuştur.3 Kur’an’ın anlaşılması ve yorumlanması, başından
itibaren Müslümanların Müslümanca yaşamalarının bir ön şartı olarak algılanmış ve
bu çerçevede bütün bir İslam medeniyetinin taşıyıcı esasını teşkil etmiştir. Zamanla
dini ilimlerin gelişmesi ile Kur’an’ın anlaşılması aynı zamanda ilmi bir faaliyet
olarak yürütülmüştür. Toplumsal ihtiyaçlarla irtibatlı olarak ilimlerde gerçekleşen
fikri derinleşme, Kur’an’ın anlaşılması ve yorumlanmasına da yansımıştır. Kur’an
tefsirlerinin tarihi dikkatlice takip edilecek olursa bütün bu gelişmelerin bu
tefsirlerde tayin edici etkileri görülebilir.4 Kur’an, İslam’ın diğer metinsel kaynağı
Sünnet gibi, yorumun bütün biçimlerine muhatap olmuştur. Bütün İslam disiplinleri
kendi konuları, işlevleri ve bu işlevlere uygun yöntemleri doğrultusunda Kur’an’ı
konu edinmiş ve onu yorumlamışlardır. Kur’an, İslam disiplinlerinde hem bir bakıma
1
H. P., Rickman, Anlama ve İnsan Bilimleri , çev. Mehmet Dağ, Ankara 1992, s. 75.
2
Fuad, Köprülü, Edebiyat Araştırmaları, Ankara 1999, s. 3-4.
3
Halis, Albayrak, Tefsir Usulü, İstanbul 1998, s. 11.
4
Tahsin, Görgün, Anlam ve Yorum, İstanbul 2003, s. 140.
2
tarihsel söz ve hem de tarihsel bağlamından bağımsızlaşmış bir söylem ve metin
olarak görülmüştür.5
Kur’an tefsiri dar anlamıyla Kur’an’ın anlamını tespit etmekten ibaret
olmayıp, bir kültür ve medeniyetin zemini olarak Kur’an ile kültür ve medeniyet
arasındaki irtibatı anlaşılır kılma gayreti asrın ve dönemin bir tür muhasebesi
anlamına gelmektedir. Bundan dolayı Kur’an tefsiri hemen her dönemde yapılması
gereken bir vazife olarak kabul edilmiştir. Buna bağlı olarak Müslümanlar, her
zaman kendi ortaya çıkardıkları veya kendileri dışında olan ile Kur’an arasındaki
irtibatı muhafaza etmeye gayret etmişlerdir. Bu cihetten genel olarak bir dönemde
Müslümanların sahip olduğu, daha doğrusu hayatlarına girmiş olan her şeyle irtibat
kuran eserlerin en önemlileri Kur’an tefsirleridir. Kur’an tefsirleri alimlerin
hayatlarının sonlarına doğru bütün birikimlerini kullanarak telif ettikleri eserler
olarak, İslam toplumunun bir tür vicdanı konumunda olagelmişlerdir.6
Bu noktadan yaklaşıldığında tefsirlerin bir ayna işlevi gördüğü ve yazıldığı
çağın ve müellifinin içinde bulunduğu sosyal ve psikolojik bağlamı yansıttığı
rahatlıkla ifade edilebilir. Bu bağlam sağlıklı bir şekilde analiz edilmeden ve temel
dinamikleri tespit edilmeden, bir tefsirin anlam örgüsünü yakalayabilmek ve
müellifinin zihninde yatan düşünsel kodları çözebilmek güçtür. Zira her kişilik ve her
tarihi olay, toplumsal hafızaya bir ders, bir kavram, bir sembol aktarır.7 Müfessir,
Kur’an’ı anlayabilmek ve yorumlayabilmek için Kur’an’ın yanı sıra tarihe ve tarihin
kendisini kristalize ettiği metinlere bakar. Aynı şekilde bir müfessirin ve onun
eserinin anlaşılabilmesi de onun tarihsel bağlamının iyi okunabilmesinde yatar.
Cemaleddin el-Kasımi de diğer benzerlerinde olduğu belli bir çağda yaşamış
ve o çağın temel problemleri doğrultusunda fikri örgüsünü gerçekleştirmiş bir
kimsedir. Onun ortaya koyduğu düşüncelerin doğru bir şekilde anlaşılabilmesi, onu
kendisi yapan sosyo-kültürel ortamının bilinmesine bağlıdır. Aynı şekilde
Mehasinu’t-Te’vil adlı eserinin sağlıklı bir şekilde analizi de içinde onun hayatının
5
Mehmet, Paçacı, “Tefsir’de Semantik ve Hermenötik”, İslami İlimlerde Metodoloji (Usul) Meselesi
I, İstanbul 2005, s. 572-573.
6
Görgün, a. g. e., s. 151-152
7
Jan, Assman, Kültürel Bellek, çev. Ayşe Tekin, İstanbul 2001, s. 42.
3
bilinmesi ve zihninin arkasındaki temel hususların iyi analiz edilmesi gerekir. Bu
sebeple biz tezin ilk bölümünü, bu iki çerçevede ele aldık. Genel olarak ıslahçı
düşünme biçimini ve bunun Kasımi’ye kadarki gelişim seyrini özetlemeye çalıştık.
Ancak özelikle belirtmek gerekir ki, bizim bu çalışmadaki ana gayemiz ıslahçılığı
tüm hatlarıyla ortaya koymak değildir.
Bu çalışmada yalnızca Cemaleddin el-KasiNmi’nin ıslahat yönünün köklerini
yakalayabilme bağlamında genel bilgilerle yetinilmiştir. Birinci bölümün ikinci
kısmında ise Kasımi bu çerçevede ele alınmış ve ona ıslahçı denilmesinin arkasında
yatan temel noktalar tespit edilmeye çalışılmıştır. Elbette ıslahçılık zamansal ve
mekânsal olarak farklı seyirler izleyebilmektedir. Bu durum Kasımi’nin yaşadığı
bölge olan Suriye için de geçerlidir. Bu bakımdan o, Mısır’daki benzerleriyle
kıyaslandığında daha gelenekçi bir görüntü sergilemesine karşın, bu durum onun
şahsından ziyade içinde bulunduğu ortamın getirdiği bir şeydir. Zira Suriye, Mısır
bölgesine kıyasla modernleşmeyi çok daha sınırlı bir ölçekte yaşamış bir bölgedir.
Islahçılık ve Kasımi’nin ıslahçılığı ortaya konulduktan sonra ikinci bölümde
onun Mehasinu’t-Te’vil adlı tefsiri üç çerçevede incelenmiştir. İlk olarak genel bir
çerçevede yazım tarihi, gerekçesi, kaynakları vb. noktalar irdelenmiştir. İkinci olarak
Kur’an ilimleri bakımından Mehasin’in taşıdığı değer analiz edilmiştir. Üçüncü ve
belki en önemli kısımda ise Mehasin’in hangi tefsir geleneğinin veya geleneklerinin
özelliklerini yansıttığı tahlil edilmiştir.
2. ARAŞTIRMANIN KAYNAKLARI
Cemaleddin el-Kasımi, çok sayıda eser yazmış velud bir şahsiyettir. Bu
bakımdan pek çok kimsenin dikkatini çekmiş ve hakkında çok sayıda biyografi
yazılmasını sağlamıştır. Bunlar arasında en dikkat çekeni torunu Zafir el-Kasımi
tarafından yapılan Cemalüddin el-Kasımi ve Asruhu isimli oldukça hacimli eserdir.
Zafir el-Kasımi, torunu olmanın da verdiği ayrıcalıkla bu eserde Cemaleddin elKasımi’yi tüm yönleriyle analiz etmiş ve dışardan bir gözlemcinin belki vakıf
olamayacağı türden bilgileri eserinde toplamıştır. Ancak eserin, Cemaleddin elKasımi’nin ıslahçı boyutuna yeteri kadar dikkat çekmediğinin belirtilmesi gerekir.
Bu bağlamda onun eseriyle aynı minvalde yazılmış daha kısa ve özet bilgilerin
4
verildiği ancak hayatı ile ilgili olarak mutlaka bakılması gereken eserlerden biri de
Mahmud
Mehdi
el-İstanbuli’nin
Şeyhu’ş-Şam
Cemalüddin
el-Kasımi
adlı
biyografisidir. Yine bu bağlamda dikkat çekilmesi gereken kısa hacimli bir başka
eser de Muhammed Riyad Malih’in “el-Allame Cemalüddin el-Kasımi: Hayatuhu ve
Asaruhu” isimli Mecelletü Afakı’s-Sekafe ve’t-Turas’ta yayınlanan makalesidir. Bu
çalışma Kasımi’nin eserlerini matbu olup olmadığına göre tasnif etmiş olması
bakımından dikkat çekicidir. Tarihçi kimliğiyle tanınan Dr. Nizar Abaza’nın
Cemalüddin el-Kasımi: Ehadu Ulemai’l-Islahi’l-Hadis fi’ş-Şam adlı eserini de
unutmamak gerekir. Abaza eserin başlığında Kasımi’yi ıslahçı alimlerden biri olarak
nitelemesine karşın eserde bu hususu yeterince irdelemediği görülmektedir. Ama
yine de ıslahçı kimliğine dikkat çekmiş olması bakımından önemlidir. Kasımi’nin
hayatı bağlamında hatırlanması gereken bir başka çalışma da Adnan Sadık edDebusi’nin “Cemalüddin el-Kasımi Allametü’ş-Şam” adlı makalesidir. Makale
Kasımi’nin İbn Teymiyye’ye karşı tutumu ve ondan ne şekilde etkilendiğine ilişkin
güzel bilgiler içermektedir. Kasımi’nin hayatında yaptığı geziler önemli bir yere
sahiptir. Yukarıda adı geçen eserlerde onun özellikle Mısır havalisine yaptığı geziler
geniş olarak anlatılmıştır. Fakat onun Hicaz bölgesine yaptığı seyahat konusunda
Ahmed Muaz Ulvan el-Hakki’nin “Şeyhuşşam Cemalüddin el-Kasımi ve Eseru
Rihletihi ile’l-Hicaz fi Şahsıyyetihi” adlı makalesi faydalıdır.
Az önce ifade edildiği gibi Kasımi’nin hayatı hakkında yazılmış olan bütün
eserler onun ıslahçı yönünü yeterince ortaya koyamamışlardır. David Commins ismi
bu noktada ön plana çıkmaktadır. Commins, Osmanlı Suriye’sinde Islahat
Hareketleri olarak Türkçeye tercüme edilen eserinde bu açığı büyük ölçüde
kapatmıştır. Eser, hem Suriye bölgesindeki ıslahçılığı hem de Kasımi’nin bu
noktadaki rolünü anlamada köşe taşı niteliği taşımaktadır. Suriye bölgesindeki
ıslahçılık ile Kasımi’nin ıslahçılığını anlattığımız kısımda bu esere ve Commins
tarafından kaleme alınan “Social Criticism and Reformist Ulama of Damascus” ve
“Religious Reformers and Arabists in Damascus” başlıklı makalelere çok şey borçlu
olduğumuzu ifade etmemiz gerekmektedir. Öte yandan Batılı fikirlerin de etkisiyle
Kur’an’ın tefsirinde yaşanan yeni ve ıslahçı yaklaşımların analizi noktasında Şehmus
Demir tarafından hazırlanan Kur’an’ın Yeniden Yorumlanması Düşüncesinin Batıyla
5
Münasebet Bağlamında Ele Alınışı isimli Doktora tezine de ayrıca dikkat çekmek
yerinde olacaktır.
Kasımi’nin tefsiri ile ilgili olarak doğrudan yapılmış iki tane çalışma
bulunmaktadır. Bunlardan ilki Mısır Ezher Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan
Muhammed Bekr Ismail’in el-Kasımi ve Menhecuhu fi’t-Tefsir adlı 1991 yılında
hazırlanmış 87 sayfalık çalışmasıdır. Diğeri ise Muhammed b. Suud Üniversitesi
Usulü’d-Din Fakültesi’de İbrahim b. Ali tarafından yapılmış olan el-Kasımi ve
Menhecuhu fi’t-Tefsir isimli master tezidir. 1989 yılında yapılmış olan bu çalışma 81
sayfadan oluşmaktadır. Üzülerek belirtmeliyiz ki, bütün çabalarımıza rağmen bu iki
eseri getirtebilme ve görebilme imkânımız olmadı. Buna karşın Seyyid Muhammed
Ali Ayazi el-Mufessirun Hayatuhum ve Menhecuhum isimli eserinde Muhammed
Bekr İsmail’in eserinden alıntılarda bulunmakta ve görüşlerine başvurmaktadır.
Dolayısıyla Bekr İsmail’in el-Kasımi ve Menhecuhu fi’t-Tefsir isimli eserine dolaylı
olarak ulaşmış ve onun Kasımi’nin tefsiri ile ilgili kanaati hakkında bilgi sahibi
olmuş durumdayız.
Kasımi ve tefsiri ile hakkında bilgi veren çeşitli eserlerden faydalandığımızı
ifade etmemiz gerekir. Bunlardan ilki, Dr. Müni’ Abdülhalim Mahmud’un
Menahicu’l-Müfessirin adlı eseridir. Eser, Kasımi’nin tefsirdeki metodu hakkında
birkaç sayfalık kısa bir değerlendirmede bulunmuştur. Mustafa İbrahim el-Müşeyni
ise Medresetü’t-Tefsir fi’l-Endelüs isimli eserinde Kasımi’ye bir bölüm ayırmakta ve
Kasımi’nin Endülüslü müfessirlerden yaptığı alıntılara dikkat çekmektedir. Yine Dr.
H’mida Ennaifer Les Commentaires Coraniques Contemporains adlı eserinde
Kasımi’ye ve tefsirine Menar ekolü içerisinde yer vermekte, Dr. Abdülmecid
Abdüsselam el-Muhtesib de İtticahatu’t-Tefsir fi’l-Asri’r-Rahin adlı eserinde
Kasımi’nin tefsiri ile ilmi tefsir geleneği arasındaki ilişkiyi tartışmaktadır.
Türkçede de Cemaleddin el-Kasımi ile ilgili yapılmış çeşitli çalışmalar
bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi hiç kuşkusuz Mehmet Günay tarafından
yapılan Cemalüddin el-Kasımi ve Fıkhi Görüşleri isimli yüksek lisans tezidir. Günay,
Kasımi’nin şahsi kütüphanesini görmüş ve istifade etmiş, bunu da çalışmasına
fazlasıyla yansıtmıştır. Kasımi’nin hayatı hakkında bu çalışmadan istifade ettiğimizi
belirtmemiz gerekir. Bir diğer çalışmada Serpil Başar tarafından yapılan Kasımi’nin
6
Mehasinu’t-Te’vil adlı Tefsirinde Esbab-ı Nüzul Sorunu başlıklı yüksek lisans
tezidir. Bu çalışmadan Kasımi’nin tefsirinde sebebi nüzülle ilgili olarak nerelerde
bilgi verdiği konusunda faydalandık. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nde
yer alan çeşitli maddeleri de burada anmak gerekir. Ali Turgut’un yazmış olduğu
“Cemaleddin el-Kasımi” maddesi, Ali Merad tarafından yazılan “Islah” maddesi ve
M. Sait Özervarlı tarafından hazırlanan “Muhammed Abduh” maddesini belirtmek
gerekir.
Tezimizde kullanmamış olmamıza karşın dikkat çekilebilecek iki çalışma
daha
bulunmaktadır.
Bunlardan
ilki
Mustafa
Yüce
tarafından
Sakarya
Üniversitesi’nde hazırlanan Muhammed Cemaleddin el-Kasımi ve Kelami Görüşleri
isimli yüksek lisans tezidir. Diğeri ise Abdülvehap Kerim’in Ankara Üniversitesi’nde
hazırladığı Cemaleddin el-Kasımi’nin el-Cerh ve’t-Tadil Adlı Eseri Üzerine bir
İnceleme ve Kaynak Tetkiki başlıklı yüksek lisans tezidir.
3. CEMALEDDİN EL-KASIMİ’NİN İLMİ KİŞİLİĞİ
Cemaleddin el-Kasımi ilmî hayatını Kur’ân’a ve bu engin kültürün hizmetine
hasretmiş bir ilim adamıdır. O İslam dünyasında her zaman görebildiği aksaklıkları
daha ehil kimselerin tenkid ve önerilerine sunmaya çalışan titiz bir alim olarak adını
duyurmuş birisidir. Burada onun hayatı, ilmi şahsiyeti ve metodolojisi hakkında
yaptığımız analizleri sunmaya çalışalım.
3.1. Hayatı
Asıl adı Cemaleddin b. Muhammed b. Said b. Kasım olan Cemaleddin el8
Kasımi , 1866 yılında Şam’da aile boyu kendilerini ilme adamış bir ailenin çocuğu
olarak dünyaya gelmiştir. Muhammed Said el-Kasımi’nin en büyük oğludur. İlmi
8
Cemaleddin el-Kasımi’nin hayatı ile ilgili olarak bakınız. Hayruddin ez-Zirikli, el-A’lâm, Beyrut
1989, II/s. 131; Abdullatif Farfur, Alamu Dımeşk fi’l-Karni’r-Rabi Aşer el-Hicri, Dımeşk 1987, I/s.
61-62; Zeki Muhammed Mücahid, el-Alamu’ş-Şarkıyye, Mısır 1374, II/s. 94; Muhammed Cemil eşŞatti, Teracimu A’yanu Dımeşk, Dımeşk 1367, s. 117; el-Hafız, Muhammed Muti-Abaza, Nizar,
Tarihu Ulemai Dımeşk, Dımeşk 1406, I/s. 296-308; Zafir el-Kasımi, Cemalüddin el-Kasımi ve
Asruhu, Dımeşk 1965; Abdurrezzak el-Baytar, Hılyetü’l-Beşer fi Tarihi’l-Kuruni’s-Salis Aşar, Beyrut
1991, I/s. 435-438.
7
birikimini ve Şam’da edindiği itibarlı konumunu büyük ölçüde dedesi Kasım elHallak ile babası Muhammed Said el-Kasımi’ye borçludur. Aslen bir berber olan
dedesi, on dokuz yaşındayken bu mesleği bırakıp ilme yöneldi. Kasım, aralarında
Salih ed-Desuki ve Abdurrahman el-Kuzberi gibi seçkin kimselerin bulunduğu bazı
âlimlerden dersler aldı ve bu sayede adından söz ettirmeye başladı.9 Dört oğlundan
biri olan Muhammed’in yetişmesinde ve âlimler arasında yer edinmesinde de büyük
katkısı ve emeği oldu. Muhammed babasının Sinaniye Camii’ndeki derslerine de
katıldı ve yardımcılığını üstlendi. Babası öldüğünde yirmi dört yaşında olmasına
rağmen onun yerine Sinaniye Camii’nde halef tayin edildi.10
Muhammed Said el-Kasımi, babasının kendisinin yetişmesine gösterdiği
özeni ve ihtimamı, oğlundan esirgemedi, hatta ona daha fazlasını sundu. Onun ilk
tahsilinin kendi yanında ve gözetiminde şekillenmesine katkıda bulundu. Kendi
akranı ve arkadaşı olan pek çok âlimden ders almasını sağladı ve birçok ilim
sahasında derinleşmesine ön ayak oldu. Öte yandan Muhammed Said el-Kasımi,
yetişme tarzı itibariyle klasik âlim kimliğinin dışında farklı bir çizgi de izledi. Arap
edebiyatında ve şiirde derinleşmiş, musiki ve sanata ilgi duyan çok yönlü birisiydi.
Ki bu durum, gerek büyük oğlu Cemaleddin’in gerekse onun küçüğü Selahaddin’in
yetişme tarzlarına ve dünya görüşlerinin şekillenmesine hatırı sayılır katkıda
bulundu.11
Cemalüddin el-Kasımi, dedesi ve babasından miras aldığı itibara kendisi de
katkıda bulundu. Daha yirmi altı yaşında ilimde epeyce bir mesafe katetti. Bu durum
çevresindekilerin ve yöneticilerin dikkatinden kaçmadı. Vali Osman Nuri Paşa
tarafından Şam’ın ulaşım açısından sıkıntılı kasaba ve köylerine tedris ve irşad
vazifesiyle gönderilen heyetin arasında yer aldı. Bu kapsamda ilk olarak Acem
Vadisi olarak bilinen yerleşim bölgesine, ardından da Nebek ve Baalbek havalisine
gitti.12
9
Kasım el-Hallak ile ilgili olarak bakınız. Muhammed b. Nasır el-Acmi, Âlu’l-Kâsımi ve Nübûğuhum
fi’l-Ilm ve’t-Tahsil, Beyrut 1999, s. 65; Muhammed Receb el-Bumi, en-Nahdatu’l-İslamiyye fi Siyeri
A’lamiha el-Muasırin, Beyrut 1999, IV/51; eş-Şatti, a. g. e., s. 221-223;
10
Baytar, Hilyetü’l-Beşer, II/s. 654–661
11
Zafir el-Kasımi, Cemalüddin el-Kasımi, s. 23
12
Nizar, Abaza, Tarihu Ulemai Dımeşk, s. 112.
8
Otuzlu yıllarına henüz daha girmemişti ki, Baalbek seferine çıkmadan hemen
önce 1895 yılında Müctehidler hadisesi olarak bilinen ve sıkıntılı günler yaşamasına
sebep olan olaya tanık oldu. Bu olay, Kasımi’nin on kadar arkadaşıyla giriştikleri
seviyeli ilmi toplantıların çevresindekilerce farklı şekillerde algılanmasından
kaynaklanmaktaydı. Bu entelektüel birliktelik, Mezhebu’l-Cemali adında yeni bir
mezhep kurma girişimi olarak algılandı ve üyelerinin yerel yöneticiler tarafından
sorgulanmasına yol açtı.13
Zamanın müftüsü başkanlığında yapılan özel duruşmada sanıklara kendileri
hakkındaki iddialar ve ithamlar yöneltildi. Hepsi de makul gerekçeler ileri sürerek bu
birlikteliğin sebebini ortaya koymaya çalıştılar. Kasımi hariç hepsi serbest bırakıldı;
o polis merkezinde bir gece nezarette tutuldu. Bunun arkasında yatan en önemli
husus, Kasımi’nin bu gurubun lideri olarak algılanması ve iddia edilen yeni
mezhebin ona nispetle anılıyor olmasıydı. Sonuçta hakkındaki ithamları kabul etmedi
ve fazla uzun sürmeden serbest bırakıldı.14
Müctehidler olayı çok fazla alevlenmeden kapatıldıysa da ilerleyen süreçte
Kasımi’nin görüşlerine ve faaliyetlerine hep kuşkuyla bakılmasına sebep oldu.
Örneğin 1900 yılında yaşanan Zehravi olayında o, yöneticilerin ilk müracaat ettiği
isim olmuştu.15
1899 yılında çok sevdiği babasını kaybetmesi, Kasımi’yi çok etkiledi.
Başlangıçta kabul etmek istemese de cami cemaatinin ısrarına dayanamadı ve
babasından boşalan Sinaniye Camii imamlığı vazifesini üstlendi. Buradaki ilk
dersine aralarında hatırı sayılır alimlerin de bulunduğu çok sayıda insan katıldı.16
13
14
Zafir el-Kasımi, Cemalüddin el-Kasımi, s. 48-56.
Mehmet, Günay, Cemalüddin el-Kasımi ve Fıkhi Görüşleri, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1991, s. 9-10.
15
Zehravi, polisler tarafından tutuklanınca, Kasımi’nin evine de baskın yapılır ve Zehravi’nin
eserlerinin kendisinde mevcut olup olmadığı sorulur. Kasımi bu eserleri vermek zorunda kalır. Fakat
sonra Zehravi’nin temize çıkmasıyla sıkıntıdan kurtulur. Bkz. Zafir el-Kasımi, Cemalüddin el-Kasımi,
s. 205.
16
Zafir el-Kasımi, Cemalüddin el-Kasımi, s. 38.
9
1903 yılında yakın dostu Abdürrezzak Baytar ile gerçekleştirdiği Mısır seyahati17,
zihin dünyasını epeyce etkiledi. Bunun iki önemli sebebi vardır: İlki, Mısır Suriye ile
kıyaslandığında fikri açıdan çok daha ileriydi ve çağdaş teknolojik gelişmelerden
haberdardı. Dolayısıyla Batı’nın İslam dünyasına karşı meydan okumasının
İstanbul’la birlikte en fazla yankılandığı şehir Kahire ve havalisiydi. İkincisi ise
Mısır’da bu entelektüel restleşmenin en önemli aktörlerinden olan Muhammed
Abduh ve Reşid Rıza gibi alimlerle yaptığı görüşmelerdir.18 Mısır’da kaldığı günler
boyunca, Ezher şeyhi Ali el-Beylavi, Muhammed Mahmud eş-Şenkıti, Ahmed elHuseyni gibi pek çok alimle de görüştü ve Abduh’un derslerine büyük bir ilgiyle
devam etti.
Kırk yaşına geldiğinde yeni bir soruşturmaya maruz kaldı. Yakın dostu
Abdürrezzak Baytar’ın Vehhabilikle suçlandığı mahkemede Kasımi’nin ismini
zikretmesi bu soruşturmaya zemin hazırlamıştır.19 1908 yılında ise Delailü’t-Tevhid
adlı eserinin denetim komisyonunun incelemesine sunulmadan gizlice basılması
yüzünden bir başka soruşturma geçirdi. Bütün eserlerine el konuldu ve aralarından
söz konusu kitabın müsveddeleri alınarak, bu kitabın basımı yasaklandı.20 Ancak
yapılan incelemelerden sonra kitabın yöneltilen ithamlardan uzak olduğu kanaatine
varılmış ve Kasımi’ye iade edilmiştir.
1908 yılında Şam’da Kasımi karşıtı söylemler iyice alevlendi. Bunda Reşit
Rıza’nın yaptığı Şam ziyareti etkili oldu. Reşit Rıza’yı Kasımi’nin de aralarında
bulunduğu bir gurup alim karşıladı. Reşit Rıza Emevi Camii’nde yaptığı konuşmalar
sırasında, halk tarafından Vehhabilikle suçlandı ve linç edilmek istendi. Aslında o bu
konuşmalarda Batılı güçlerin Osmanlı devletini parçalama girişimleri karşısında
Osmanlı’nın ve Müslümanların her bakımdan güçlü ve hazırlıklı olması gerektiğine
17
Kasımi’nin seyahatleri konusunda bakınız. Hakkî, Ahmed Muaz Ulvan, “Şeyhu’ş-Şam Cemalüddin
el-Kasımi ve Eseru Rıhletihi ila el-Hicaz fi Şahsıyyetihi”, en-Nedvetü’l-İslamiyye li’l-Hacci
Mekketu’l-Mükerreme el-İslamiyye II: Buhus ve Dirasat, 1424, s. 29.
18
Kasımi’nin Mısır sehayati konusunda daha geniş bilgi için bkz. Zafir el-Kasımi, Cemalüddin el-
Kasımi, s. 134-135.
19
Nizar, Abaza, Cemalüddin el-Kasımi: Ehadu Ulamai’l-Islahi’l-Hadis fi’ş-Şam, s. 138.
20
Mahmud Mehdi, İstanbuli, Şeyhu’ş-Şam Cemalüddin el-Kasımi, Dımeşk 1405, s. 59.
10
dikkat çekmişti.21 Yaşanan bu gelişmeler, Reşid Rıza’nın Kasımi tarafından Şam’a
davet edildiği yönünde söylentilerin çıkmasına ve Kasımi karşıtlarının bunu onun
aleyhinde kullanmasına sebebiyet verdi. Kasımi üç ay boyunca çok sıkıntılı günler
geçirdi.22 Olayın yaşandığı günün sonrasında Kasımi, hem Sinaniye camiindeki
imamlık görevini bıraktı, hem de camide verdiği derleri keserek evine kapandı. İki ay
sonra imamlık görevine dönmesine karşın, yarıda kestiği derslerine yeniden
başlaması on ay kadar sürdü.23
1909 yılında pek çok arkadaşıyla birlikte yine Vehhabilik suçlamasıyla
mahkemeye çağrıldı. Bütün iddiaları ve suçlamaları reddetti ve sonuçta somut bir şey
çıkmadığı için arkadaşlarıyla birlikte serbest bırakıldı.24
Kasımi, 1910 yılında bütün tahkikat ve soruşturmalardan sıkılmış olsa
gerektir ki, biraz da zihnini dinlendirmek amacıyla Medine’ye ziyarette bulunmaya
karar verdi. Orada çok sayıda alimle görüşme ve kütüphaneleri dolaşma fırsatı
buldu.25 1913 yılında ise eski yol arkadaşı Abdürrezzak el-Baytar ile birlikte Mısır’a
ikinci bir ziyarette bulundu. Reşit Rıza’nın yanı sıra Ahmed Timur Paşa gibi
alimlerle görüşme fırsatı buldu.
Oldukça çalkantılı ve olaylı bir hayatına sahip olan Cemaleddin el-Kasımi, 49
senelik yaşamına gerek meydana getirdiği eserleri gerekse yetiştirdiği talebeleri
bakımından ilmi açıdan parlak bir yaşam sığdırdı. Ahlaki ve kişiliği itibariyle hem
yakın çevresinde hem de mensubu bulunduğu ilim çevresinde derin izler bırakan bir
kimseydi. Reşid Rıza’nın değerlendirmelerine bakılacak olursa, onun ince ruhlu,
mütevazi, ahde vefa gösteren, ibadete düşkün ve kalem erbabı bir kimse olduğu
anlaşılmaktadır.26 Öğrencilerinden Hamid et-Taki’nin değerlendirmeleri ise dikkat
çekicidir. Buna göre o hayatı boyunca ümmete faydalı olmaya çalışan ve bu uğurda
insanların eleştirilerine kulak asmayan, düşmanlarının bile saygı ve takdirini
21
Reşit, Rıza, el-Mecelletü’l-Menar, c. XI, XII/s. 936 vd.
22
Nizar, Abaza, Cemalüddin el-Kasımi, s. 140-145
23
Günay, s. 11.
24
Zafir el-Kasımi, Cemalüddin el-Kasımi, s. 208.
25
Hakkî, “Şeyhu’ş-Şam Cemalüddin el-Kasımi” s. 14-26.
26
Menar, c. XVII, VIII, s. 634-35.
11
kazanmış, insanlara örnek bir kimsedir.27 1914 yılında Şam’da hayata gözlerini
yumdu ve oraya defnedildi.28
3.2. Tahsil ve Tedris Hayatı
Cemaleddin el-Kasımi tahsil hayatına babasının yanında çok erken yaşlarda
başladı. İlerleyen yaşlarında ise pek çok alimden ders okudu ve icazet aldı. Temel
İslami ilimleri bu şekilde klasik bir metotla tamamladı. Fakat bunlarla yetinmedi;
çağdaş ilimlere ve genel kültüre duyduğu ilgi de onu farklı açılardan kendini
geliştirmeye ve yetiştirmeye sevk etti.
Kasımi, çocukluk yıllarını tamamlamasının akabinde babası tarafından
Kur’an öğrenmesi amacıyla Şeyh Abdurrahman b. Ali el-Mısri’nin yanına
yerleştirildi.29 Onun yanında tecvitle Kur’an’ı hatmedinceye kadar kaldı. Daha sonra
kendisinden üç yıl boyunca hat dersleri aldığı ve aslen türk olan Şeyh Mahmud elKusi’ye öğrenci oldu.30
Üç yıl süren hat eğitimini, Zahiriye Medresesi’nde İbn Sinan olarak bilinen
Şeyh Reşid’in yanındaki tahsil hayatı takip etti.31 Belki de tahsil hayatının en önemli
yıllarını burada geçirdi. Şeyh Reşid’den mantık, akaid, gramer ve belagat derslerini
okudu.32 Zahiriye’deki tahsilinin yanı sıra babasından da fıkıh ve hadis dersleri
okuyordu. Daha sonra Şeyh Amed el-Hulvani’nin yanında kıraat derslerine başladı.33
Kıraat ve tefsir ilmine dair birçok eseri bu tahsil sırasında bitirdi. Kıraat derslerine
paralel olarak, Şeyh Selim b. Yasin el-Attar’dan Gramer, Tefsir, Hadis konularında,
Şeyh Bekri b. Hamid el-Attar’dan da farklı ilim dallarında eserler okudu.34 Fıkıh
27
Hamid, et-Taki, “Cemalüddin el-Kasımi”, Mecelletü’t-Temeddüni’l-İslami, s. I-IV, (Dımeşk 1372),
s. 764.
28
İstanbuli, 95.
29
Abaza, el-Hafız, Tarihu Ulemai Dımeşk, I/ s. 101.
30
Zafir el-Kasımi, Cemalüddin el-Kasımi, s. 24.
31
Abaza, el-Hafız, Tarihu Ulemai Dımeşk, I/ s. 216
32
Günay, s. 14
33
Günay, s. 14
34
Günay, s. 14-15.
12
ilmini de babasının yanı sıra büyük ölçüde babasının dayısı olan Hasan b. Ahmed
Cübeyne’den tahsil etti.
Tahsil hayatının son halkasını belki de en dikkat çekenin saygın bir alim ve
Nakşibendi şeyhi olan Muhammed Hani en-Nakşibendi ile olan on dört yıllık
beraberliği oluşturdu. Ondan fıkıh, gramer ve hadis dersleri tahsil etti. Kasımi, hem
ilim tahsil ettiği hem de manevi kişiliğinden etkilendiği bu şahsa olan ziyaretlerini
hiç aksatmadan sürdürmüştür.35
Kasımi, kendisinden yaşça büyük olmasına karşın, aynı fikri çerçeveyi
paylaştıkları ve Şam’da selefi düşüncenin en önemli temsilcisi konumundaki
Abdürrezzak el-Baytar’ın meclislerinde bulundu. Onun ilminden, selefi yaklaşım
tarzından, metodundan ve ahlakından başkasından istifade etmediği kadar istifade
etti. Tahir el-Cezairi ile arkadaşlık etti ve ondan çağın sorunlarına ilişkin konularda
ve nadir kitapların temini gibi hususlarda yararlandı.36
Kasımi, ilim tahsil etme konusunda sınır tanımayan insanüstü bir gayrete ve
kıvrak bir zekaya sahipti. O kadar çok okuyan birisidir ki bu durum gözlerinin
iltihaplanmasına bile yol açmıştır. Kendisi bu gayreti Allah’ın onun üzerindeki fazlı
olarak nitelemektedir. Bunda haksız da değildir. Zira Müslim’in Sahihi’ni hem
yorum ve hem de rivayet olarak 40 günde, İbn Mace’nin Süneni’ni 21 günde,
Muvatta’yı 19 günde okumuş, yine İbn Hacer’in Takribu’t-Tehzib adlı eserini de
yazım hatalarını ve eksikliklerini de tamamlamak suretiyle kendi kendine mütalaa
etmiştir.37 Yine her tarafın karla kaplı olduğu oldukça soğuk bir kış günü, bütün zor
koşullara karşın hocası Selim el-Baytar’ın dersine gider. Normalde çok sayıda
insanın katıldığı bu mecliste, hocası dışında kimseyi göremez. Duruma şaşırınca
hocası ona, yalnızca onu beklediğini, çünkü böyle bir günde komşusu dahil hiçbir
kimsenin gelemeyeceğini düşündüğünü söyler.38
Cemaleddin el-Kasımi’nin bu verimli tahsil hayatı, bir taraftan da tedris
faaliyetine dönüştü. Daha on dört yaşındayken, talebelere dersler vermeye başladı.
35
Zafir el-Kasımi, Cemalüddin el-Kasımi, s. 27-28.
36
İstanbuli, s. 16.
37
Müni Abdulhalim, Mahmud, Menahicu’l-Müfessirin, Kahire 1978, s. 297.
38
İstanbuli, s. 17.
13
Yirmi yaşına geldiğinde ise hem Annabe camiinde imamlık yapıyor hem de Sinaniye
camiinde babasının asistanlığını yürütüyordu. Yirmi dört yaşında iken babasının
vefatı üzerine, Sinaniye Camii’nde yürütülen tedris faaliyetinin başına geçmesi
istendi. Böylece Sinaniye’deki uzun yıllar sürecek olan ve çok sayıda alimin
yetişmesini sağlayan tedris hayatı başlamış oldu.39
Kasımi’nin Sinaniye Camii’ndeki bu derslerine her ne kadar ilim talebeleri
katılıyorsa da, halk da devam etmekteydi. Bu durum, derslerin tartışma ve ilmi
mütalaadan daha çok müzakere tarzında geçmesine yol açmaktaydı.40 Belki bu
sebepledir ki, onun evinde haftada bir veya iki kez düzenlenen ve katılımcıların
seviyeli kimselerden oluştuğu ayrı bir ilim meclisi daha mevcuttu. Burada önceden
belirlenen kitaplar baştan sona okunuyor, bu esnada bazı konularda fikri ve seviyeli
tartışmalara giriliyordu.41
Kasımi, aralarında Behcetü’l-Baytar42, Muhammed Cemil eş-Şatti43, Hamid
et-Taki44, Ahmed el-Cebban, Abdullah el-Fasi45, Muhammed b. Cafer el-Kettani46
gibi isimlerin bulunduğu çok sayıda alime hocalık yapmış ve onların yetişmelerine
katkıda bulunmuştur.
3.3. Tefsir Konusundaki Eserleri
Cemaleddin el-Kasımi, hayatını eser telif etmeye adamış, bu uğurda pek çok
sıkıntıya göğüs germiş ve sonuçta çok sayıda kitap ortaya koymuş üretken bir
şahsiyettir. Kaleme aldığı eserlerin dışında birçok eserin tahkik edilerek okuyucu
hizmetine sunulmasında da katkısı bulunmaktadır. Onun hayatının neredeyse kitap
39
Derslerine katılan alimler konusunda bakınız. el-Hafız-Abaza, Tarihu Ulemai Dımeşk, II/ s. 299.
40
İstanbuli, s. 37.
41
İstanbuli, s. 37.
42
Abdulkadir, Abbas, Mu’cemu’l-Müellifin es-Suriyyin fi’l-Karni’l-Işrin, Dımeşk 1985, s. 75.
43
Abbas, Mu’cemu’l-Müellifin, s. 278.
44
Abaza, el-Hafız, Tarihu Ulemai Dımeşk, I/ s. 309.
45
Abdullah, Fasi, Mucemu’ş-Şuyuh, s. 286
46
Zirikli, VI/ s. 300.
14
yazmakla geçtiğini söylemek abartı olmasa gerektir. Bu bakımdan Suriye
ıslahçılarının bir sözcüsü sayılmıştır.47
Kasımi, eserlerini çok farklı konularda ve disiplinlerde yazmıştır. Bu onun
fikri açıdan sahip olduğu yatay genişlikle yakından irtibatlıdır. Zira hayatı hakkında
verilen bilgilere bakıldığında onun dini ilimlerdeki derin vukufiyetinin yanı sıra
matematik, felsefe, tıp, sosyoloji, hukuk ve ziraat gibi değişik branşlarda çok sayıda
kitap okuduğu anlaşılmaktadır. O bununla da yetinmeyerek İslam ile diğer dinleri ve
sosyalizm gibi ideolojileri karşılaştırmış, tarih, edebiyat ve ahlak üzerine incelemeler
yaparak eserler ortaya koymuştur.48 Eserlerinin çoğunun konuları Kur’an tefsiri,
hadis metodu ve fıkıh teorisi gibi dini konulardır. Buna karşın tarih, boşanma, cinler
ve fotoğrafçılık gibi değişik konularda da eserler ortaya koymuştur.49 Hatta Basurun
İlacı Hakkında Meşhur Doktorların Görüşleri, Çay, Kahve ve Sigara gibi başlıklar
altında kitaplar telif etmiştir.50
Kasımi dini konulardaki eserlerinde selefin metodunu takip eder ve daha çok
alıntılar üzerine kurar. Fakat bu alıntılara olduğu gibi yer vermez. Bunların doğru bir
şekilde sıralanması, bölümlendirilmesi, yerine göre açıklanması veya küçük
ilavelerde bulunulması gibi hususlar, onun metodunu oluşturur.51
Bir kısmı basılmış olmasına karşın, eserlerinden pek çoğu halen yazma olarak
durmaktadır. Muhammed Riyad Malih, Kasımi ile ilgili yazdığı eserinde bu eserleri
matbu olup olmamasına göre tasnif etmiştir.52 Onun verdiği bilgiye bakılacak olursa,
Kasımi’nin altmış sekiz adet yazma eseri bulunmaktadır. Bunlardan bir kısmının
kayıp olduğu bilgisi dikkat çekmektedir. Matbu olan eserlerinin sayısı ise otuz
dörttür. Buna göre Kasımi’nin tüm hayatı boyunca yazdığı eserlerin toplam sayısı
yüz ikidir.
47
David, Commins, Osmanlı Suriye’sinde Islahat Hareketleri, çev. Selahattin Ayaz, İstanbul 1993, s.
132.
48
Ali, Turgut, “Cemaleddin el-Kasımi”, TDVİA, VII/ s. 311.
49
Commins, Islahat Hareketleri, s. 132.
50
Muhammed Riyad, el-Malih, “Allame Cemalüddin el-Kasımi Hayatuhu ve Asaruhu”, Ayrı Basım,
Mecelletü Afakı’s-Sekafe ve’t-Turas, (1994) Sayı II, s. 19, 24.
51
Mahmud, Menahicu’l-Müfessirin, s. 296.
52
Malih, s. 1-27.
15
Kasımi’nin tüm eserleri hakkında bilgi vermek, tezin amacını aşan bir durum
arz edeceğinden, burada tefsir ilmi ile ilgili olanlara kısaca değinilecektir. Gerçi
Kasımi, tefsirinin mukaddimesinde tefsir ile ilgili yapmış olduğu çalışmaların en
iyisini bu tefsirine koyduğunu belirtmekte ve Mehasin’in bu konudaki tüm birikimini
yansıttığını ifade etmektedir.53 Bu sebeble olsa gerektir ki, o tefsir ilmi ile ilgili
olarak Mehasin dışında hacimli bir eser ortaya koymamıştır. Ancak bunun dışında da
tefsir konusunda küçük çaplı yazılmış eserleri yok değildir. Malih’in verdiği listeden
hareketle bu konuda kaleme aldığı birkaç risale tarzı eser şunlardır:
1- İfadetu men Saha fi Tefsiri Sureti ve’d-Duha:
Sekiz sayfadan oluşan eser, ailesinin kütüphanesinde yazma haldedir.54
2- Bahs fi Cem’i’l-Kıraati’l-Mütearefe:
Kasımi’nin bu başlıklı bir eser yazdığı çeşitli kaynaklarda ifade edilmişse de
eser şu an mevcut değildir. Zafir el-Kasımi tüm çabalarına karşın eseri bulamadığını
ifade etmiştir.55
3- Tefsiru Ayeti “İnna Aradna el-Emane ala es-Semavati…”
Üç dört sayfadan oluşan bu risale, Ahzab suresi 73. ayetin tefsirini konu
edinmektedir. Ailesinin kütüphanesinde yazmadır.56
4- es-Sevanih:
Eser çeşitli görüşlerin ve tek tek ayetlerin tefsirinin yer aldığı müstakil
metinlerden oluşmakta ve bütünlüğü olan bir kitap niteliği taşımamaktadır.
Yazmadır.57
5- Şerhu Mecmuati Selasi Resail fi Usuli’t-Tefsir ve’l-Fıkh:
53
Kasımi, Cemaleddin, Kur’an’ı Anlamak: Tefsir İlminin Temel Meseleleri, çev. Sezai Özel, İstanbul
1990, s. 8. (Eser, Kasımi’nin tefsirinin mukaddimesidir ve Türkçeye bu isimde tercüme edilmiştir.
Bundan sonraki atıflarda Mukaddime ismi kullanılacaktır.)
54
Zafir el-Kasımi, 645; Malih, s. 10;
55
Zafir el-Kasımi, 688; Malih, s. 11.
56
Zafir el-Kasımi, 665; Malih, s. 12.
57
Zafir el-Kasımi, 259; Malih, s. 15-16.
16
Eser, Zafir el-Kasımi’nin listesinde geçmemekle birlikte, Malih bu esere yer
vermekte, İstanbuli ise eserin matbu olduğunu ifade etmektedir.58
6- Kavaidu Tefsiriyyetun:
İki sayfadan oluşan bu eser yazma haldedir59
7- Hidayetu’l-Elbab li-tefsiri Ayeti “ve tamun ellezi ûtu’l-Kitab”:
Sekiz sayfadan oluşan eser yazma haldedir60
BİRİNCİ BÖLÜM
1. ISLAHÇILIK DÜŞÜNCESİ VE CEMALEDDİN EL-KASIMİ
19. asır İslam dünyasının Batı’nın bilimsel ve teknolojik gelişmelerden
kaynaklanan gücü karşısında iyiden iyiye güç kaybetmeye başladığı ve Batı
karşısında kendini yeniden tanımlamaya çalıştığı bir zaman dilimi olmuştur. İslam
Coğrafyasının farklı bölgelerinde yaşayan pek çok ilim adamı, Müslümanların geri
kalma nedenleri üzerinde kafa yormuştur. Kimileri bu gerileyişin nedenlerini
aydınlanma
düşüncesinin
bir
sonucu
olarak
gördükleri
pozitif
bilimlere
Müslümanların yabancı kalmasına bağlarken, kimileri de teknolojik gelişmelere
dayandırmış ve teknolojik ve askeri açıdan güçlenmenin yeterli olacağını ileri
sürmüştür. İslam dünyasının Batı karşısında geri kalışının nedenlerini din
anlayışlarındaki eksiklilere ve çarpıklıklara bağlayan ve buna getirilebilecek
çözümlerin de dışardan ithal edilmek yerine İslamın kendi iç dinamikleri
doğrultusunda üretilmesi gerektiğini ileri süren düşünme biçimi, bütün bu
yaklaşımların belki de en önemlisi ve üzerinde durulması gerekenidir. Sömürge
tecrübesi olan ülkelerde çok daha belirgin olan bu yaklaşım, Selefilik, Ceditçilik,
Islahçılık, İslamcılık gibi bölgelere göre değişen farklı isimler altında kendisini belli
etmiştir. Suriye’de yaşamış bir kimse olarak Cemaleddin el-Kasımi de böyle bir
yaklaşıma ve düşünme biçimine sahip alimlerden biridir. Bu bölümde Islahçı
58
Malih, 16; İstanbuli, s. 73.
59
Zafir el-Kasımi, 652; Malih, s. 18.
60
Zafir el-Kasımi, 643; Malih, s. 21.
17
düşünce genel hatlarıyla verilecek ve Cemaleddin el-Kasımi’nin ıslahçılığı
tartışılacaktır.
1.1. Islahçılık ve Islah Düşüncesi
1.1.1. İslam’da ıslahçılık düşüncesinin doğuşu
Sözlükte iyi ve yararlı olma anlamındaki salah kökünden mastar olan ıslah,
genel olarak düzeltmek ve daha iyi hale getirmek anlamında kullanılır. Çağdaş İslami
literatürde ise daha ziyade Muhammed Abduh ve Muhammed Reşid Rıza’nın
öncülüğünü yaptıkları düşünce akımında sistematik anlamını kazanmış temel
terimlerden biri olup, esas itibariyle adı geçen akımın Selefiye yanlısı temel fikri
tavrını ifade etmektedir.61
Modern Dönem Öncesi Islah Hareketleri: Islah ve tecdid hareketlerini
İslam düşüncesinin ilk dönemlerine kadar geri götürmek mümkündür.62 Ancak bariz
bir şekilde kendisini gösterdiği zaman dilimi Moğol istilasının tüm İslam dünyasını
abluka altına aldığı miladi 14. asırdır. Bir buhran döneminin sonucu olarak tasavvufi
hareketlerin artması ve çok sayıda yeni tarikatın geniş kitlelere yayılması bu süreci
tetiklemiştir denilebilir. Özellikle İbn Teymiyye ve sıkı takipçisi olan öğrencisi İbn
Kayyım el-Cevziye’nin tasavvufi hareketler bünyesindeki çoğu bidat ve hurafelere
karşı göstermiş olduğu tepki, sonraki ıslah hareketlerinin temel referans noktasını
61
Ali, Merad, “Islah”, TDVİA, XIX/ s. 143; Lane, Edward, Lexicon, 1408, IV/ s. 1714-1715. Islah
kelimesine bazen tecdid, teceddüd gibi farklı kavramların da eşlik ettiği görülmekte, hatta kimi zaman
bunlar arasında bir kavram kargaşası bile yaşanmaktadır. Bkz. John I. Voll, “İslam Tarihinde Tecdid
ve Islah”, Güçlenen İslam’ın Yankıları, haz. John Esposito, çev. E. Çatabaş, İstanbul 1989, s. 45-49;
Fakat sonuçta hepsinin özünde Kur’an ve asrı saadet ölçeğinde İslam’ı temel bilgi kaynağı alarak onu
içinde bulunduğu dönem içinde insanlara takdim ve onu hurafelerden arındırarak ıslah etmek
gayesinin yatmakta olduğunu belirtmek gerekir. Seleften modern çağın doğuşuna kadar ıslahın tarihi
geleneğiyle ilgili olarak geniş bilgi için bakınız. Ebu’l-Hasan en-Nedvi, Ricalü’l-Fikr ve’d-Dave fi’lİslam, Dımaşk 1960; Abdülmüteal es-Saidi, el-Müceddidun fi’l-İslam, Kahire 1963;
62
Bu konuda geniş değerlendirmeler için bakınız. Şehmus Demir, Kur’an’ın Yeniden Yorumlanması
Düşüncesinin Batıyla Münasebet Bağlamında Ele Alınışı, Basılmamış Doktora Tezi, Atatürk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 2001, s. 25-25
18
oluşturmuştur.63 Suriye, Irak, Yemen ve Hindistan’daki ıslahçılar İbn Teymiye’ye
farklı bir ilgi göstermişler ve onun eserlerini köşe bucak arayarak bunların
yayınlanması için büyük çaba harcamışlardır.64
Osmanlı Devleti’nin uzak eyaletlerinde ve Hindistan’da görülen dini bozulma
ve ahlaki gevşeklik karşısında yavaş yavaş gelişen ve sürekliliğini hiçbir zaman
kaybetmeyen Sünni bir ihya hareketi bulunmaktaydı. Bu hareket, XVIII. ve XIX.
yüzyıllarda daha belirgin bir şekilde varlığını hissettirmeye başladı. En şiddetli
patlama ise tarihte “Vehhabi Hareketi” diye bilinen ve XVIII. yüzyılda bizzat
Arabistan’da ortaya çıkan hareketti.65 Bu hareket, Muhammed b. Abdülvehhap’ın
önderliğinde ve ilhamını İbn Teymiye’nin görüşlerinden alarak XVIII. yüzyılın
ortalarında Orta Arabistan’da aşırı derecede muhafazakar bir Hanbeli kılıkla ortaya
çıktı. Muhammed b. Abdülvehhap gençliğinde tasavvufa intisap etmiş, daha sonra
İbn Teymiyye’nin eserlerinin etkisi altına girmiş bir kimse olarak, öncelikle tasavvufi
hareketlere ve tarikatlara hücum etmiş ve ıslah ve tecdid fikrinin genel muhtevasını
bu bağlama oturtmuştu. Bu bağlamda onun -tıpkı İbn Teymiyye örneğinde olduğu
gibi- Kitap, Sünnet ve İslam’ın ilk üç asrındaki varılmış icmaları temel dini otorite
olarak belirlediği, bunun dışında da hiçbir otorite tanımadığı görülmektedir.66
Hindistan’daki ıslah hareketleri ise kökleri XVI. ve XVII. yüzyıllara kadar
giden ve dini temeli bulunmakla birlikte siyasi bir nitelik de arz eden hareketlerdi.
İslam’ın bu bölgeye yayılışında Sufilerin önemli rolleri olmuştu. Ancak ilerleyen
süreçte Müslümanlarla Hindular arasındaki yakınlaşmaya paralel olarak, Sufilerin
Hind mistiklerinden etkilendikleri görüldü. Bu aşırı inzivacı ve zühtçü, dış dünyaya
tümüyle kapalı ve hurafelerle dolu bir din anlayışının ortaya çıkmasına yol açtı. Buna
XVI. yüzyılda Ekber Şah’ın Hinduizm ile İslam’ı da içine alacak şekilde eklektik bir
din olarak “Dini İlahi”yi kurma çabalarını da eklemek mümkündür. İmamı Rabbani
olarak bilinen Ahmed Faruk Serhendi, bu yapıya sistematik olarak karşı çıkan ilk ve
63
Islah düşüncesinin referans çerçevesinin anlaşılmasında İbn Teymiyye ve ekolünün önemli rolü
olduğu hususunda bakınız. H. A. R., Gibb, Islam, London 1975, s. 114.
64
Alimlerin bu konudaki tutumları ve yazışmaları hakkında geniş bilgi için bakınız. Zafir el-Kasımi,
Cemaleddin Kasımi, s. 585-591.
65
Fazlur, Rahman, İslam, çev. M. Dağ-M. Aydın, Ankara 1996, s. 272.
66
Vehhabilikle ilgili daha geniş bilgi için bakınız. Rahman, İslam, s. 272-279.
19
en önemli kişi oldu. Onun temel gayesi, tümüyle uyuşmuş ve silikleşmiş bir sufilik
anlayışının ıslahı üzerinde toplanmaktaydı. Bu bakımdan kendisinden sonra ortaya
çıkan ve tümüyle sufilik karşıtı bir söylem geliştiren Vehhabilik’ten temelde
farklıydı.67
Onun bu girişimi ve çabası, kendisinden bir asır sonra Şah Veliyyullah
Dihlevi tarafından daha da sistematik hale getirildi. O kendi toplumunun içinde
bulunduğu olumsuz şartlara Kur’an ve Sünnet çizgisinde sistemli bir şekilde çare
bulmaya çalışan en önemli ilk şahsiyet olması bakımından Hindistan İslam
kültüründe ayrı bir yer işgal eder. Ona göre diğer dini kitaplardaki bir çok rivayet ve
yorum sonradan ilave edilmiş ve sahih hadislerle uydurma olanlar birbirine
karıştırıldığı için neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlamak oldukça zor hale
gelmiştir.68
Hindistan’da İngiliz hakimiyetine karşı 1857 yılında başlatılan büyük isyanın
başarısızlıkla sonuçlanması ve İngilizlerin Müslümanları yakın markaja almaları
neticesinde, dini liderler Müslümanların varlıklarını koruyabilmeleri için yeni bir
takım reform faaliyetlerine giriştiler. Bu çerçevede başlarını, Mevlana Nezir
Hüseyin, Muhammed Kasım Nanevtevi ve Seyyid Ahmed Han’ın çektikleri üç farklı
hareket ortaya çıktı. İlki sıkı bir selefi inanca sahip olmakla birlikte, taklide ve
tasavvufi hareketlere karşı çıkıyordu. İkincisi abartıya kaçmayan bir tasavvuf
öğretisini kabul ediyordu. Buna karşın tasavvufun içinde yer etmiş olan bazı hurafe
ve bidatlere şiddetle karşı çıkıyordu. Bunlar Batılı tarzda eğitime de şiddetle
karşıydılar. Buna karşılık Seyyid Ahmed Han’ın liderliğini yaptığı üçüncü eğilim de
toplumun ilerleyebilmesini temelde ekonomik olaylara bağlıyor, bu sebeple de
modern batılı tipte bir eğitimin mutlaka uygulanması gerektiğini savunuyordu.
Seyyid Ahmed Han bu amaca dönük olarak çeşitli kolejler ve enstitüler açarak,
Batı’ya ait pek çok düşünce eserini Urducaya tercüme ettirmiştir. O bu anlamda
Batıya dönük bir modernizmin ve ıslahın öncüsü olarak kabul edilmektedir.69
67
Rahman, s. 279-280.
68
I. H., Sıddiqui, “Islah: Hindistan”, TDVİA, XIX/ s. 161.
69
Sıddiqui, a.g.e. XIX/ s. 162. Seyyid Ahmed Han, hadisin geleneksel otoritesine karşı çıkmak
suretiyle Kuran’la yetinmeyi öngören bir din anlayışına sahip olması ve Batı medeniyetine taklit
noktasında bir yakınlık göstermesi sebebiyle pek çok alim hatta Mısır Islahçıları tarafından şüpheyle
20
Modern dönem öncesi Afrika’da faaliyet göstermiş önemli ıslahat hareketleri
de bulunmaktadır. Fas’lı bir alim olan Ahmed b. İdris’in XVIII. yüzyılın başlarında
Arabistan’da kurduğu ve sufiliğin ahlaki bir ıslahat programı çerçevesinde yeniden
şekillenmesini ön gören “Tarikat-ı Muhammediye” bu hareketlerin ilki ve en
önemlisidir. Bu hareket kendi içinden Raşidilik, Emirgenilik ve Senusilik adında üç
hareketin daha doğmasını da sağladı. Raşidilik Cezayir bölgesinde, Emirgenilik ise
Sudan ve Güney Afrika bölgelerinde yayılmıştır. Fakat Senusilik bu üç hareket
içerisinde genel olarak Afrika kıtasında özel olarak da Kuzey Afrika bölgesinde en
fazla etkili olanıdır. Muhammed b. Ali es-Senusi tarafından kurulan, tam anlamıyla
bir ahlaki ıslahat programına sahip olan ve bunu siyasi alanda uygulayan bu tarikat
itici gücünde baştan sona aksiyoncu bir harekettir.70
Modern Dönemdeki Islah Hareketleri: Modern dönemdeki ıslah hareketleri
ele alınmak istendiğinde, bakışların yöneldiği en önemli merkez Mısır’dır. Mısır,
eskiden beridir klasik dini düşüncenin merkezlerinden biri oldu. Kavalalı Mehmet
Ali Paşa’nın bölgedeki faaliyetleri ile eskiden sahip olduğu ilmi ve fikri hareketliliğe
yeniden kavuştu. Modern döneme gelindiğinde Ezher gibi eğitim kurumlarında
faaliyet gösteren ve klasik düşünceyi temsil eden alimler, siyasilerle olan bağlantıları
sebebiyle oldukça nüfuzlu bir konumdaydılar. Buna karşın, eğitim kurumlarında ve
müfredatında değişiklikler talep eden ve bu anlamda ıslahçı bir görünüm arz eden
alimler de bulunmaktaydı. Ne var ki bunların etkisi diğerlerine nazaran oldukça
sınırlı kalmaktaydı.71 Rifa Bedevi Refi et-Tahtavi bu anlamda ilk ıslahçı düşünürdür.
karşılanmış, İngiliz ajanı olmakla suçlanmış ve çoğu kez küfürle itham edilme noktasına gelmiştir.
Örneğin Afgani ve Abduh, onu İngilizlerin sömürgecilik emellerine hizmet eden bir dehri olduğunu
söyleyerek, yazdığı tefsirde Allah’ın kelamını bozmaya varacak kadar fahiş hatalar yaptığını ortaya
koymuşlar, ayrıca Hint Müslümanları arasına ihtilaf tohumları ektiğini belirtmişlerdir. Bkz. ElUrvetu’l-Vüska, s. 412, 417; Muhammed el-Behiy, İslami Direniş ve Islahat, çev. İ. Sarmış, İstanbul
1996, s. 18-24; Ebu’l-Hasan en-Nedvi, es-Sıra Beyne’l-Fikreti’l-İslamiyye ve’l-Fikreti’l-Garbiyye fi’lAktari’l-İslamiyye, Kuveyt 1968, s. 83-84; Mustafa Öz, “Ahmed Han, Seyyid”, TDVİA, II/ s. 74.
70
Afrika’da ortaya çıkan ıslah hareketleri konusunda daha geniş bilgi için bakınız. Rahman, s. 287-
294.
71
Modern dönemde Mısır’daki eğitim faaliyetleri konusunda geniş bilgi için bakınız. J. H. Dunne, An
Introduction to the History of Education in Modern Egypt, London 1938, tür. yer.; Klasik dini
düşünceyi temsil eden ve ıslahçıların karşısında yer alan ulema konusunda ise bakınız. Daniel
21
Onun ıslah ve değişim anlayışı Paris’teki beş yıllık öğrenimi sırasında gelişmeye
başladı. Ülkesine döndükten sonra da eğitim ve öğretim müfredatının klasik yapıdan,
aydınlanmacı düşünce doğrultusunda kurtarılması temel çabası oldu.72
Dini düşüncede ıslah ve yenileme gerekliliği fikri Cemaleddin Afgani’nin
Mısır’a gelmesiyle birlikte açık bir şekilde dile getirilmeye başlandı. Bu fikrin en
önemli temsilcilerinden olan Muhammed Abduh da büyük ölçüde Batı ilim ve
yönetim
anlayışıyla
irtibatlandırılıp
yeniden
tanımlanacak
aklın
önemini
73
vurgulayarak modern bilimlerle İslam’ın bağdaştırılabileceğini savundu.
Cemaleddin Afgani, Batı’nın istila hareketini durdurmak gayesiyle fikri ve
ahlaki standartların yükseltilmesi için İslam toplumuna genel bir çağrıda bulunan
öncü bir kişiliktir. O fikri bir modernizm ileri sürmemesine rağmen, eğitim
kurumlarının müfredat programlarını genişleterek felsefi ve ilmi disiplinlerin
işlenmesi ve genel eğitim reformlarının yapılması için güçlü teşebbüslere girişti.
Onun nihai gayesi İslam dünyasını Batı’nın karşısında üstün kılmaktı. Afgani,
İslam’ın ana ilkelerinde akıl veya ilimle uzlaşmayan hiçbir şey bulunmadığının altını
çizerken, Müslümanları İslam’ın ortaçağda oluşturduğu muhtevayı genişleterek
Modern toplumun ihtiyaçlarını karşılamaya çağırmaktaydı.74
Cemaleddin Afgani, hem İslam dünyasını hem de Batı’yı gezdiği, buralarda
çeşitli vesilelerde gözlemlerde bulunduğu ve zaman zaman fikri tartışmalara giriştiği
için Batı ile İslam dünyası arasındaki mesafenin farkındaydı; bu anlamda kendinden
önceki ıslahçı düşünce önderlerinden farklıydı. Onun bu genişliği dış dünyayı tanıma
konusunda oldukça farklı açılımlar sundu. O bu yolla her iki dünya görüşü hakkında
mukayeselerde bulundu. Vardığı sonuç temelde şuydu: giderek güçlenen Batı
emperyalizmi, içteki kusurlar sebebiyle gücünü neredeyse tüketmiş Müslüman
doğu’yu zelil etmek ve yok etmek suretiyle tarihsel statüyü kendi lehine çevirmek
Crecelius, "Nonideological Responses of the Egyptian Ulama to Modernization," Scholars, Saints,
and Sufis, ed. Nikki R. Keddie, Berkeley 1972, s. 167-210; Afaf Lutfi Marsot, "The Ulama of Cairo in
the Eighteenth and Nineteenth Centuries," Scholars, Saints, and Sufis, ed. Nikki R. Keddie, Berkeley
1972, s. 153-54
72
Jack A., Crabbs, The Writing of History in Nineteenth-Century Egypt, Kahire 1984, s. 69.
73
Hilal, Görgün, “Mısır”, TDVİA, XXIX/ s. 578.
74
Rahman, s. 300.
22
istemektedir. Bu düşünce onu İslam
ile Hıristiyanlık arasında kapsamlı
karşılaştırmalar ve değerlendirmeler yapmaya götürdü.75
Afgani’nin göstermiş olduğu fikri mücadeleye karşın, Mısır’daki ıslah
hareketinin gerçek anlamdaki temsilcisinin onun öğrencisi ve takipçisi Muhammed
Abduh olduğu bir gerçektir. Abduh, özellikle hayatının son döneminde İslami ilimler
ve uzun vadeli hedefler üzerinde yoğunlaşmıştır. Savaştığı geleneğin ana sığınağı
olan Ezher üniversitesinde verdiği dersler, ona, kendi dini yöntemini oluşturma ve
yaymada en büyük desteği sağladı. Yine, bu derslerde ulemadan olan taraftarıyla
fikir alışverişinde bulunması, onu İslam dinin ve İslami hayatın meseleleri ve
sorunları etrafında sağlam bir birikim sahibi haline getirdi.76 Ezher üniversitesinde
uygulanan klasik eğitimin yenilenmesi için büyük çaba göstermiş, ders programına
matematik, coğrafya gibi ilimlerin dahil edilmesini sağlamıştır.77 Abduh, derslerinde
diğer hocalardan farklı bir Metod izliyordu. Öğrencileri tartışmaya teşvik ediyor,
milletlerin gerileme nedenleri üzerinde duruyor, o günün dünyasında neler olup
bittiğini gündeme getiriyor, bir takım çözüm yolları üzerinde duruyordu. Örneğin
diğer tarih hocaları İbnü’l-Esir yada Taberi’nin tarihlerinin özetlerini ders olarak
okuturken, Abduh İbn Haldun’un Mukaddime’sini tercih etmişti. Hatta öğrencilerine
İlmü’l-İctima vel-Umran isminde ders notu niteliği taşıyan bir kitap yazmıştı.78
Muhammed Abduh’un düşünce sahasındaki temel hedefleri üç nokta üzerinde
yoğunlaşmaktaydı. Bunlardan ilki, dini düşüncenin taklit zincirinden kurtarılması ve
dinin henüz ihtilafların çıkmadığı dönemde Selef’in anladığı metotla ve ilk
kaynaklarından hareketle anlaşılması gereğidir. Bu bağlamda o din ile akıl ve ilim
arasında bir çatışmanın olmadığı üzerinde durur. İkincisi bir dil olarak Arapça’nın
ıslahıdır. Üçüncüsü ise, kendi ifadesiyle hükümetin halk üzerindeki itaat hakkı ile
75
Behiy, İslami Direniş, s. 53. Afgani’nin hayatı ve görüşleri hakkında geniş bilgi için bakınız.
Hayrettin Karaman, “Efgani, Cemaleddin”, TDVİA, X/ s. 456-466.
76
Ignaz, Goldziher, Tefsir Ekolleri, Çev. M. İslamoğlu, İstanbul 1997, s. 351.
77
Abduh, el-A’malü’l-Kamile, III/ s. 71-86.
78
M. Said, Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, Konya 1997, s. 68.
23
halkın hükümet üzerindeki adalet hakkının açık ve seçik bir şekilde ortaya
konmasıdır.79
Taklit zihniyetinin İslami ilimlerin öğretimine de hakim olduğunu söyleyen
Abduh’a göre artık kitap ve sünnetle ve ilk döneme ait eserlerle doğrudan iletişim
içinde bulunan, delillere dayalı muhakeme yapan, ilmi eleştiri ve tartışmaya açık,
mezhep taassubundan uzak alimlerin yetiştirilmesi acil bir ihtiyaç haline gelmiştir.
Öyle ki, bu husus hurafelerin İslam’a mal edilmesini önleme açısından da
önemlidir.80
İtikadı asr-ı saadette olduğu gibi saf hale getirmenin yanı sıra akıl ve ilimle
ilişkisini güçlendirerek değişen dünya şartlarında dinin rolünü tekrar etkinleştirmeyi
amaçlayan Abduh, kelam ekolleri arasındaki teolojik ihtilaflar ve teorik tartışmalar
üzerinde durmanın gereksiz olduğunu, Allah’ın zatı yerine onun mahlukatı üzerinde
düşünmenin hem dinin emrine hem de insanın ihtiyacına daha uygun düştüğünü
belirtir. 81
Muhammed Abduh’un görüşleri ve ıslahatçı düşünce çizgisi, kendinden sonra
Mısır’da ve İslam dünyasında birbirinden farklı yönelişler halinde devam etti. En
yakın takipçisi M. Reşid Rıza, onun hayatında kurduğu el-Menar dergisi ve
yayınevinde Abduh’un makale ve eserlerini neşrederek görüşlerinin yayılmasına
katkıda
bulunmuştur.
Abduh’un
ıslahatçılığı
ve
İslam
düşüncesiyle
Batı
modernleşmesi arasında sentez yapmayı öngören akılcı yorumları, talebelerinden
Ferid Vecdi ile Ezher şeyhlerinden Mustafa Meragi, Mustafa Abdürrazık ve
Muhammed Şeltut tarafından devam ettirilmiştir.82
79
Reşid, Rıza, Tarihu’l-Üstaz el-İmam eş-Şeyh Muhammed Abduh, Kahire 1925-1931, I/ s. 11-12.;
Malcolm H. Kerr, Islamic Reform: The Political and Legal Theories of Muhammed Abduh and Rashid
Rıda, Berkeley 1966, s. 179 vd.
80
Muhammed, Abduh, Tevhid Risalesi, çev. Sabri Hizmetli, Ankara 1986, s. 86-88; el-İslam ve’n-
Nasraniyye, ma’a’l-İlm ve’l-Medeniye, nşr. R. Rıza, Kahire 1373, s. 113-115, 138-139.
81
M. Sait, Özervarlı, “Muhammed Abduh”, TDVİA, XXX/ s. 483.
82
Özervarlı, XXX/ s. 485.
24
Reşid Rıza’nın Menar ekolü, Abduh’un ölümünün ardından I. Dünya
Savaşı’nın İslam dünyasındaki sonuçlarının da tesiriyle giderek daha katı bir
Selefiliğe ve Batıcı Modernleşme karşıtı radikal bir çizgiye kaymıştır.83
1.1.2. Suriye’de ıslahçılığın ortaya çıkışı
Suriye ve Şam tarihsel süreçte ıslahçı görüşlerin tümüne bir şekilde kaynaklık
eden İbn Teymiyye ve İbn Kayyım el-Cevziyye gibi alimlerin yetiştiği çok önemli
bir merkez olagelmiştir. Burası özellikle hicri 6–8. yüzyıllar göz önünde
bulundurulduğunda Hanbelilerin hem nüfus olarak hem de düşünsel olarak ağırlıkta
olduğu bir bölgedir. Fakat modern döneme gelindiğinde bu durumun değiştiği
görülür. 19. yüzyılda Şam’da mevcut olan Hanbelilerin sayısı genel nüfusa oranla
azdır. Öyle ki, Şam’daki bu yapı farklı saiklerle ortaya çıkmış bir hareketin
sonucunda oluşmuştur. Bunda hem Şam ulemasının bilgiye verilen değere paralel
olarak sosyal statülerindeki itibar kaybının hem de bunun bir sonucu veya uzantısı
olarak da İslam coğrafyasının diğer bölgelerinde ortaya çıkan ıslahçı hareketlerin
etkisi büyük olmuştur.
2. 1. Suriye’de Islahçılık Düşüncesinin Ortaya Çıkışını Hazırlayan İç ve Dış
Unsurlar:
Osmanlı Suriyesi’nde siyasi, hukuki, eğitimsel ve kültürel değişmelerin ortak
etkisi dini bilginin değerinin azalmasıydı. Ulemanın sosyal statüsü ulema dışındaki
gurupların dini bilgiye atfettikleri değere bağlı olduğundan, söz konusu bilgi itibar
kaybettiğinde onlar da itibardan düşmüş oldular. Ulemanın yaşadığı düşüşün canlı bir
tezahürü eskiden elit katmanın seçkin bir kusuru olan bu kişilerin şimdi yeni oluşan
şehirli elit tabaka içinde kendine ancak arka sıralarda yer bulabilmesiydi. Bu yeni
elit, ekonomik hayatta ve Vilayet İdaresi’nde meydana gelen değişikliklerden
yararlanarak zenginleşirken aynı değişim ulemayı mağdur ediyor ve çoğunu Şam’ın
varlıklı güç sahibi erkânından koparıp atıyordu. 19. yüzyılın sonlarına doğru Şam
ulemasının bir kısmı emsallerinin inanış ve teamüllerinden koptular. Bu fraksiyon
yeni Osmanlı aydınlarının ideolojik tavrına da ulamanın şehir elitinden kopuşunun
83
Özervarlı, XXX/ s. 485.
25
yarattığı sosyal ve siyasi sorunlara da ses verebilen bir İslam anlayışı ortaya
koymuştur.84
Şam ulemasının statüsündeki değişmeler, yaygın dini inanış ve teamüllerin
yeniden gözden geçirilmesi için neden teşkil etti. Bu bir anlamda Şam’da ıslahçı
düşüncenin ortaya çıkışını tetikleyen çok önemli bir dahili unsurdu. Öte yandan
temelde dış kaynaklı olan ikinci bir dürtü kaynağı daha vardır ki, bu bir öncekine
paralel olarak gelişen bir arayışın sonucunda gerçekleşmiştir. O da ulemanın Şam
dışında ortaya çıkan ıslahçı akımlarla olan ilişkisidir.
Bu noktada üzerinde durulması gereken dış bağlantılardan ve gelişmelerden
biri Vahhabi hareketidir. Zira Vahhabilik, coğrafi olarak Şam’a yakın olmasının yanı
sıra, Şam’da ıslah fikrinin temsilcileri olan alimlerin sık sık Vahhabi nitelemelerine
maruz kaldığı bilinmektedir. Acaba gerçekten Şam ıslahçılığının temelinde Vahhabi
hareketin rolü var mıdır ve ne orandadır?
Bu soruya olumlu cevap verilememekte ve Suriye’deki ıslahçıları ile Vahhabi
hareket ilişkilendirilememektedir. Bunda gerek siyasi gerekse ekonomik olayların
etkisi büyüktür. 18. yüzyılın sonlarından itibaren Vahhabiler Şam’ın güneyindeki
köylere
yönelik
yaptıkları
akınlarla
Suriye
ile
Hicaz
arasındaki
ticareti
baltalamışlardır. Bu durum ekonomik açıdan Suriyeli tacirleri ciddi sıkıntılar içinde
bırakmıştır.85 Siyasi bakımdan da benzer şeyler söz konusuydu. Vahhabilere sempati
duymak Osmanlı Sultanına karşı sadakatsizlik anlamı taşımaktaydı. Bu hususların
yanı sıra Vahhabilerin katı ve marjinal din anlayışları da Şam ulemasının onlara karşı
çıkışının sebeplerinden biridir. Vahhabilik, ilginçtir ki, Şam’da yaşamakta olan
Hanbeli ulemadan da çok fazla destek bulamamıştır.86
Bağdat’ın meşhur aileleri arasında bulunan Alusi ailesi de, Şam’daki dini
ıslahatı tetikleyen olası bir kaynak olarak görülebilir. Özellikle bu aileden olan
Numan Hayreddin, ıslahatçı fikirleri benimseyen ve yaymaya çalışan bir kimse
84
David D., Commins, Osmanlı Suriyesi’nde Islahat Hareketleri, çev. S. Ayaz, İstanbul 1993, s. 41.
85
Karl L., Barbir, Ottoman Rule in Damascus, Princeton 1980, s. 109-113.
86
Aynı köklerden beslenmelerine karşın Vahhabilere destek vermeyen Şam Hanbelileri konusunda
ayrıntılı bilgi için bakınız. John Voll, “The Non-Vahhabi Hanbalis of Eighteenth Century Syria”, Der
Islam, 49 (1972), s. 277-291.
26
olarak öne çıkmaktadır. Hayreddin Alusi, İslam coğrafyasında ıslahçı düşüncenin
çeşitli önderleri ve temsilcileriyle – örneğin Sıddık Hasan Han- irtibat halinde olan
ve onlar arasında bir köprü görevi gören bir kimsedir. Ama onun asıl üzerinde
durulması gereken yönü “Berrak Görüş” adlı eseriyle, İbn Teymiye’nin yeniden
Arap ulemaya özellikle de Şamlı alimlere kazandırılmasında ve tanıtılmasında
anahtar bir rol oynamasıdır.87
Şamdaki ıslahçı hareketin şekillenmesinde etkili olan şahıslardan biri de
Fransızlara karşı Cezayir direniş hareketini yöneten, ancak sonra Şam’a sürgüne
gönderilen Abdulkadir Cezayiri’dir. Onun akıl-vahiy ilişkisi, ictihat-taklit gibi
konulardaki
görüşleri,
Şam’daki
ulemanın
görüşlerinin
ıslahçılık
yönünde
evrilmesine katkıda bulunmuştur. Ama asıl katkısı, Şamlı ulemayı Muhammed
Abduh’un başını çektiği Mısır ıslahçılarıyla tanıştırması olmuştur.88 Nitekim bu
husus, hem yönetim hem de tutucu ulema baskısı arasında sıkışmış olan Şamlı
ıslahçılar açısından dönüm noktalarından biri olmuştur. Zira bu sayede hem
ıslahçılığın temel referans noktaları hakkında daha geniş bilgiye sahip olmuşlar hem
de Mısır ıslahçılığı üzerinden tüm İslam ümmetinin ilgisine mazhar olmuşlardır.
Mısırlı ıslahçılarla Şamlılar arasındaki ilişki başlangıçta mektuplaşmalar
şeklinde başlamıştır. Cemaleddin Kasımi’nin Abduh’la mektuplaşanlardan biri
olduğu bilinmektedir. Ancak daha sonra onların eserlerinin ve yazılarının takip
edilmesi ile bu ilişki güçlenmiştir. Örneğin Cemaleddin Afgani ile Muhammed
Abduh’un çıkardıkları el-Urvetu’l-Vüska isimli dergi, Şamlı ıslahçılar tarafından da
ciddi olarak takip edilen ve ilgiyle okunan bir dergiydi.89
Suriye Islahçıları:19. yüzyılın ikinci yarısında Şamlı ulema ile gerek mahalli
eşraf, gerekse istanbuldaki devlet eliti arasındfa sosyal ve kültürel bir uçurum
meydana geldi. Aynı sıralarda ulema Abdulkadir Cezayiri’nin eklektik İslam görüşü
ile karşılaştı. Onun uluslar arası konumu, büyük serveti ve liberal görüşleri birtakım
87
Commins, Islahat Hareketleri, s. 50-52.
88
Commins, Islahat Hareketleri, s. 53-63.
89
Commins, Islahat Hareketleri, s. 64-65.
27
ulemayı onun şemsiyesi altında topladı ve bu şekilde seçkin bir gurup oluşmuş
oldu.90
Bunlar arasında Abdülkadir Cezayiri’nin kardeşi olan ve daha akılcı ve
rasyonel bir tasavvuf anlayışı üzerinde düşünceler ortaya atan Ahmet Cezayiri’yi,
Şam’da ıslahçı hareketin canlandırıcısı konumundaki Abdürrezzak Baytar’ı, liberal
bir düşünür olarak öne çıkan ve Şam’ın en büyük ıslahatçısı olan Tahir Cezayiri’nin
düşünsel oluşumuna büyük katkılarda bulunan Abdülgani el-Guneymi elMeydani’yi, bir yandan gramer, din, matematik ve tıp öğretimi için okul kitapları
yazarken, diğer yandan da Zahiriye kütüphanesinin yeni kitap derlemelerini organize
ederek eğitim reformu adına çok önemli çalışmalarda bulunan Tahir Cezayiri’yi,
aldığı klasik eğitimle ıslahçı fikirlere dini bir çerçeve kazandıran ve bu haliyle Şam
ıslahçılığının en önemli isimlerinden biri olan Cemaleddin el-Kasımi’yi ve kardeşi
Selahaddin el-Kasımi’yi, Salim el-Buhari’yi, Abdulhakim el-Afgani’yi, Abdülkadir
ibn Bedran’ı saymak mümkündür. Bu alimlerin ortak yanı ulema saflarında işgal
ettikleri orta mevkidir. Yani resmi makamlar ya da en itibarlı görevlerde
bulunmayışları, vasat statüleri ve mahalli görevler üstlenmiş olmalarıdır. bunun bir
sonucu ve uzantısı olacaktır ki, bu alimler bir yandan ulemanın rolünü yeniden
tanımlayarak bir yandan da islamı yeniden yorumlayarak sosyal sınıflardaki düşüşü
frenlemeye çalışmışlardır. Bu yeniden yorumlamanın öncüleri Abdülkadir Cezayiri
ve Muhammed Abduhla olan ilişkisinden fevkalade etkilenmiş olan Abdürrezzak
Baytar ve daha sonra yerini kendisine bıraktığı genç isimlerden biri olan yakın
arkadaşı Cemaleddin Kasımi’dir. Kasımi’nin ise bütün bu isimler arasında ayrı bir
yeri vardır. Zira Şam’daki ıslahçıların neredeyse tamamı birkaç küçük eser dışında
ıslahçı görüşlerinin sağlam bir şekilde işlendiği eser bırakmazken, Cemaleddin
Kasımi bu nokta da oldukça veluddur. Öyle ki, onu Şam’daki ıslahçılığın kaynağı
olarak görmek mümkündür.91
90
Commins, Islahat Hareketleri, s. 70.
91
Suriye ıslahçıları ve bunların temel görüşleri konusunda daha geniş bilgi için bakınız. Commins,
Islahat Hareketleri, s. 69-98
28
1.2. Islahçı Din Anlayışın Cemaleddin El-Kasımi Üzerindeki Etkileri
1.2.1. Cemaleddin el-Kasımi’nin yaşadığı dönemin sosyo-kültürel
durumu
Cemaleddin el-Kasımi 1866–1914 yılları arasında Suriye’de yaşamıştır. Bu
devirde Suriye Osmanlı Devletine bağlı ve kendi içinde Halep, Beyrut, Şam, Kudüs
ve Lübnan olarak beş ayrı idari bölgeye ayrılmış bir vilayetti. Kasımi ömrünün
hemen hemen tamamını Şam bölgesinde geçirmiştir. Onun yaşadığı dönem, sadece
Suriye açısından değil, bütün Osmanlı devleti ve hatta İslam âlemi için son derece
kritik, buhranlı ve problemli bir dönemdir. Zira bu dönem, Osmanlı devletinin gerek
askeri ve siyasi gerek ekonomik ve gerekse kültürel ve dini açıdan bir çözülme,
dağılma ve çöküş sürecinin nihai safhasını teşkil eden tarihin son kesitidir.92
Aydınlama düşüncesinin beraberinde getirdiği Sanayi devrimi ve buna bağlı
olarak yaşanan teknolojik gelişmeler ve ilerlemeler, Batı karşısında Müslümanları
güçsüz hale getirdi. Askeri ve siyasi alanda yaşanan olumsuzluklar, sosyo-kültürel
boyutu da etkisi altına aldı. Yeni düşünceler ve fikirler, gerek bireysel gerekse
toplumsal boyutta kendisini göstermeye başladı. Geleneksel din merkezli eğitiminin
Batılı devletlerle ve Batı düşüncesiyle baş etme noktasında eksik ve yetersiz olduğu
yönünde ciddi yaklaşımlar ve görüşler ortaya atıldı. Bu da 19. yüzyıl boyunca
Osmanlı Sarayı’nın gerek dini personelin gerekse dini prensiplerin yönetim, hukuk
ve eğitim sahalarındaki geleneksel rolünü değiştiren önlemlere başvurmalarına yol
açtı. Bu yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devlet merkezi dışındaki yerlere de
yansımaya başlayınca, bu laikleştirme tedbirleri Arap şehirlerinin pek çoğunda
ulemadan oluşan üst sınıfı değişime uğrattı. Yüzyıllarca ulemadan oluşan üst tabaka
birkaç on yıl içinde tamamen değişime uğradı.93 Bunların sonucunda da 1830–1880
yılları arasında Şam uleması gerek itibar, sosyal mevki gerekse maddi varlık
açısından kayba uğradı. Bu düşüş Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimde reform
hareketinin ve kültürel hayatta meydana gelen değişimlerin bir sonucu olarak kendini
göstermiştir. Osmanlı Devleti bünyesinde meydana gelen siyasi gelişmeler sosyal ve
92
Günay, Cemalüddin el-Kasımi ve Fıkhi Görüşleri, s. 2.
93
Commins, Islahat Hareketleri, s. 10.
29
ekonomik değişim ile birleşince ulemanın söz konusu düşüşe olan eğilimi iyice
artmıştır.
Özellikle
Tanzimat dönemi
boyunca
Şam’da
uygulamaya
geçirilen
yönetimsel, hukuki ve eğitimsel reformlar ulemanın nüfuzunu iki şekilde aşağıya
çekti. Bir yandan reformlar merkezin Şam üzerindeki kontrolünü güçlendirerek ve
yeni bir takım tımar idaresi heyetlerinde halkın temsil güncünü artırarak ulemanın
gücünü azalttı. Diğer yandan reformlara temel teşkil eden varsayımlar ile açık fikirler
ulemanın sahip olduğu bilginin gerçekliğini sorgulayarak ulema otoritesine darbe
indirmekteydi. Bu noktada da reformların hazırlayıcısı ve tatbikatçısı bürokrasi ve
devlet kadroları kendi bakış açısı ve çıkarları ile ulemaya zıt, onunla çatışan yeni bir
sosyal zümre kimliğiyle ortaya çıkmış bulunuyordu.94
Böyle bir ortamda bürokrasi sınıfı statü ve itibar noktasında ciddi kazanımlar
elde etti. Osmanlı Devleti taşradaki nüfuzunu bu şekilde sağlamlaştırma yoluna gitti.
18. asırda ortaya çıkan Vahhabi hareket gibi devletin siyasal yapısını tehdit eden
fraksiyonlar ortaya çıkmaya başlayınca merkezi idare işi daha sıkı tutma yoluna gitti.
Bu anlamda iki sınıf ulema tipi ortaya çıktı: Devletin resmi kurumlarında görev alan
ve bu sebeple ciddi kazanımlar elde resmi ulema ile statü ve değer kaybına uğrayan
orta sınıf ulema. Resmi ulama ıslahçılığın kendi otoritelerine yönelttiği tehdidi
hemen sezinlediler ve zaten mahkemelerin ve devlet okullarının açtığı gediği taşıyan
o otoriteyi kıskançlıkla savunmaya koyuldular. Dahası bununla da yetinmediler;
ıslahçı alimlerin çoğu girişimlerini Vahhabi hareketi ile ilişkilendirmek suretiyle
resmi makamlar ve Devlet merkezi nezdinde onlar aleyhine kışkırtmalarda
bulundular. Örneğin Müctehidler hadisesi ve sonrasında yaşananlar hem Cemaleddin
el-Kasımi hem de birlikte hareket ettikleri diğer alimler için ciddi bir karalama
kampanyasına dönüşmüştür. Ve olayların merkezinde de Şam müftüsü Muhammed
Manini yer aldığı görülür.95
94
Commins, Islahat Hareketleri, s. 26-27; Tanzimat dönemi boyunca Osmanlı Devlet merkezinde ve
taşrada yaşanan gelişmeler konusunda ayrıntılı bilgi için bakınız. Uriel Heyd, “The Otoman Ulema
and Westernization in the Time of Selim III and Mahmud II”, Scripta Hierosolymitana, 9 (1961), s.
53-96.
95
Bakınız. Zafir el-Kasımi, Cemalüddin el-Kasım, s. 48-69.
30
Kasımi ve beraberindeki ıslahçıların yüzleşmek zorunda kaldığı ve ilerleyen
süreçte kendisi hakkında pek çok iddianın oluşumuna da zemin hazırlayan ilk olay
“Müctehidler Hadisesi” olarak anılan olaydı. Olayın arka planında Kasımi’nin
gençlik yıllarında oluşturduğu ve Abdürrezzak el-Baytar, Selim Semare, Said elFerra Emin es-Sefercelani ve Mustafa el-Hallak gibi Şamın önde gelen alimlerinden
oluşan ve hafta bir gün Abdülvehhab Şarani’nin “Rahmetu’l-Ümme” isimli eserinin
okunduğu, özgürce tartışıldığı bir cemiyetle ilgili ileri sürülen çeşitli spekülasyonlar
yatmaktadır. Şarani mezhep taassubuna karşı çıkmakla ve mezhep akaidinin şeri
delillerinin ortaya konması çabasında olan selefi bir kimseydi. Kasımi onun bu
eserine şerhetmeye karar verir, eserde yer alan Hadislerin sahihliğini ele alacak ve
zor bölümlerin de izahını yapacaktır.96
Bu cemiyet makam düşkünü kimselerce dönemin Şam valisi Nazım Paşa’ya
kin ve nefret içeren bir tarzda takdim edildi. Kasımi’nin Osmanlı Devleti ve Osmanlı
devleti’nin resmi mezhebi olan Hanefi mezhebine aykırı bir tavır içinde olduğu, bunu
ise diğer mezheplere karşı da takındığı yönünde iddialarda bulunuldu. Vali Şam
müftüsünün başkanlığında Kasımi ve arkadaşlarının hazır bulunduğu bir meclis
oluşturdu. Müctehidlik iddiasında bulunduğu ve beşinci bir mezhep kurduğu
yönündeki iddialara bütün içtenliği ve cesaretiyle hiç çekinmeden cevap verdi.
Kendisinin
ümmetin
birliğini
ve
bütünlüğünü
savunduğu,
bu
bakımdan
Müslümanların dört mezhebe bölünmek yerine tek bir mezhebe bağlı olması
yönünde temennide bulunduğundan hareketle, şahsı hakkındaki ithamları ve
suçlamaları reddetti. Yine de bir gün nezarette kalmaktan kurtulamadı. Islahçı
alimlerden birisinin onun suçsuz olduğu konusunda Valiyi ikna etmesiyle serbest
bırakıldı.97
Başta Kasımi olmak üzere Şam’daki ıslahçılar, resmi ulemadan gördükleri bu
düşmanca tavırlar karşısında Şam dışındaki ıslahçılarla temas kurmaya ve bu sayede
teselli aramaya başladılar. Yazışma ve seyahat yoluyla benzer amaçlar peşinde koşan
bir ıslahçılar şebekesi kurdular. Bu dış temaslar Kasımi ve arkadaşlarının uzletlerini
96
Commins, Islahat Hareketleri, s. 102.
97
İstanbuli, s. 41-43.
31
kırmalarına ve İslam alemin çoğunu kuşatan bir entelektüel hareketin doğmasına
yardımcı oldu.98
Onun Şam dışındaki ıslahçılarla ilk teması, Iraklı ıslahçı Numan Hayreddin
el-Alusi ile olan temasıdır. Kasımi ona bir mektup yazarak Bağdatlı alimlerle ve
şöhretli Hintli alim Sıddık Hasan Han’la temas kurabilmesi için ondan yardım istedi.
Ayrıca Hayreddin’in Berrak Görüş adlı eserine duyduğu hayranlığı dile getirdi.
Hayreddin de cevabi mektubunda müctehidler olayının ardından ıslahçılığın
Şam’daki etkisinin azalmasından duyduğu üzüntüyü paylaştı.99
Öte yandan Sultan II. Abdülhamit zamanında basına getirilen kimi yasaklar
ve sınırlamalar zaten siyasi açıdan gergin olan Şam’daki atmosferi daha da artırdı.
Yeni fikirleri yansıtan çok sayıda kelimenin yasaklanmasına dönük uygulamalar
gündeme geldi. Bunun üzerine Şam’ın değişik alim kesimlerine mensup çok sayıda
kimse fikir özgürlüğünün daha fazla olduğu Mısır’a göç etmeye başladılar.100
Cemaleddin el-Kasımi ve Abdürrezzak el-Baytar’ın 1903 yılında birlikte
gerçekleştirdikleri Mısır seyahati de böyle bir arka plana sahiptir. Kahire’ye varır
varmaz Kasımi ve Baytar otele gidip valizlerini bırakırlar ve Muhammed Abduh’u
ziyarete giderler. Dört haftalık ziyaretleri sırasında bu görüşmeler sık sık tekrarlanır.
Hatta Abduh’un Kur’an tefsirini içeren derslerine katılırlar. Abduh’un da onlara karşı
ilgisiz olmadığı görülür. Onları evine davet eder ve pek ictihat meselesi, Kur’an
tefsiri gibi çok konuda onlarla mütalaada bulunur. Nihayet Şam’a dönüş vakitleri
geldiğinde Abduh istasyona kadar onlara eşlik eder. Bu esnada Kasımi Abduh’tan
Müslümanlara dini eğitim verecek bir kitap tavsiye etmesi ricasında bulunur. Abduh
ise Gazali’nin eserlerini tavsiye ederek, bu eserlerde yer alan sahihliği şüpheli
hadislerin ve gereksiz rivayetlerin ayıklanması gerektiği konusunda da onu uyarır.101
Kasımi’nin bu Mısır sehayati onun Şam’daki itibarını artırır. Ayrıca Reşid Rıza ile
tanışması da meyvesini verir. Rıza Kasımi’nin Kahire’deki kısa misafirliği esnasında
98
Commins, Islahat Hareketleri, s. 100.
99
Commins, Islahat Hareketleri, s. 121.
100
101
Edib, Huzur, el-Sifahatu’s-Suriye: Neş’etuha, Tasavvuruha ve Vakiuha’r-Rahih, Şam 1972, s. 77.
Commins, Islahat Hareketleri, s. 123-125. Nitekim Kasımi, bu tavsiyeye uyarak Gazali’nin
İhya’sını şerhetmiştir. Bakınız. Mev’ızetu’l-Mü’minin min İhyau’l-Ulumi’d-Din, Kahire 1913.
32
kaleme aldığı kısa peygamber siretini yayınlar ve birkaç ay sonra Menar’daki bir
eleştiri yazısında bu eserden övgüyle söz eder.102
1.2.2. Cemaleddin el-Kasımi’de ıslahçılık düşüncesi
Cemaleddin
el-Kasımi’nin
Islahçılık
Düşüncesinin
Kaynakları:
Cemaleddin el-Kasımi, ilme önem veren ve bu konuda sınır tanımayan bir kimsedir.
Çok erken yaşlarda başlayan ilim serüveni, olgunluk çağına geldiğinde onu çağının
önde gelen alimlerinden oldukça üstün bir noktaya getirmiştir. Öyle ki geldiği ilmi
seviye bakımından yaşadığı zaman dilimi itibariyle onunla boy ölçüşebilecek bir
kimsenin olmadığı yönünde yorumlara müstehak olmuştur. Fakat o sadece
öğrenmekle yetinmemekte, bilakis sahip olduğu analizci yaklaşım biçimiyle
Müslümanların zihinlerini meşgul eden temel meseleler üzerinde kafa yormakta,
bunlara
mezhep
kalıplarına
sığmayan
bir
genişlikte
çözümler
üretmeye
çalışmaktadır. Bu vasfı, en güzel Emir Şekip Arslan’ın onun için kullandığı ifadede
kendisini bulmuştur: “O her şeyden önce yaşadığı asrı ve şehri iyi bilen bir
kimseydi”103
Cemaleddin Kasımi’nin doksanı bulan eserinde yer alan başlıklar kendisinin
dini, siyasi ve sosyal meselelere nasıl yaklaştığını ortaya koymaktadır. Eserlerinin
çoğunun konuları Kur’an tefsiri, hadis metodu ve fıkıh usulü gibi dini konulardır.
Bütün bu eserlerde onun ıslahçı düşüncesinin temel hareket noktalarını bulabilmek
mümkündür. Ayrıca bu ıslahçı düşüncesini temellendirirken selef akidesini temsil
eden kimi ulemadan etkilendiği görülür. O her ne kadar etkilendiği şahısların bütün
bir listesini vermese de bunu eserlerinden ve eserlerinin satır aralarından çıkarmak
mümkündür.
102
Commins, Islahat Hareketleri, s. 126; Menar 7 ( 1904 ). Kasımi’nin eserinin tam künyesi şu
şekildedir: Şezerat mine’s-Sireti’l-Muhammediye, Kahire 1904.
103
Cemaleddin, Kasımi, Kavaidü’t-Tahdis, Mukaddime, Haleb 1961, s. 5-6; Onun mezhebler üstü
düşünme biçimine örnek olması bakımından şu olay dikkat çekicidir: Bir gün hocası Bekri el-Attar
sahih bir hadis okur ve sonra bu hadisin temsilcisi olduğu şafi mezhebinin görüşüne muhalif olduğu
gerekçesiyle problemli olduğunu söyler. Kasımi ise ona şu itiraz da bulunur: “problem ne dediği belli
olan hadisin kendisinde midir, yoksa ona muhalif olan mezhepte midir”. Bkz. İstanbuli, s. 28.
33
Kasımi’yi en çok etkileyen şahısların başında İbn Teymiye yer almaktadır.
Kasımi’nin İbn Teymiye ve onun görüşleriyle tanışması, tahsilini tamamladıktan
sonraki bir zamana 1888’den sonraya denk düşer. Bunda Hayreddin el-Alusi’nin ve
Bağdatlı ıslahçı alimlerden olan Muhammed el-Cezayiri’nin kilit rol oynadığı
söylenebilir. Kasımi İbn Teymiye’nin eserlerine ve fetvalarına oldukça önem vermiş;
pek çok eserinin de yayınlanmasına ön ayak olmuştur.104 Eserlerinde ondan çok
sayıda alıntıda bulunmuş ve çoğunlukla şeyhimiz ifadesini kullanmıştır.105
İbn Teymiyye’nin öğrencisi olan ve selefi geleneğin en önemli isimlerinden
biri olan İbn Kayyım el-Cevziyye de Kasımi’nin etkilendiği ve kimi zaman görüşüne
en fazla başvurduğu bir kimsedir. Kasımi onun eserlerini sahih görüşün araştırılacağı
temel eserlerden saymış ve fetva verme konumundaki bir kimsenin vereceği fetvada
mutlaka başvurmasını gerekli gördüğü kitaplar arasında zikretmiştir.106
Kasımi’nin ictihat ve taklid konularında etkilendiği şahıslar arasında 14.
yüzyıl Hanbeli alimlerinden biri olan ve mesalihi mürselenin nass ve icmaa tercih
edilmesi gibi kendine has görüşleriyle meşhur olan Necmeddin et-Tufi ile Şevkani’yi
saymak mümkündür. Kasımi Şevkani’nin ilmi konuları herhangi bir mezhebin dar
kalıpları içinde düşünmeksizin müstakil bir bakış açısıyla ele almasını takdir eder.
Bu tür meselelerin tetkikinde herhangi bir mezhebe bağlı olmanın şart olmadığını
ispat ederken de hep Şevkani’yi örnek gösterir.107
Kasımi’den önce yaşamış olan ve onu etkileyen alimler arasında Numan
Hayreddin el-Alusi’den görüşme noktasında yardım da istediği Sıddık Hasan Han’ı
104
İbn Teymiyeye olan hayranlığını ve eserlerinin yayınlanması için gösterdiği çabayı yayıncılıkla
uğraşan Muhammed en-Nasif’e yazdığı mektuplardan birinde şu şekilde yansıtmıştır: “Ey Kardeşim!
Şunu iyice bil ki, Şeyhulislam Dımeşk’te doğdu ve risalelerinin çoğu elhamdülillah Dımeşk’tedir.
Şayet onlardan bir tanesi kaybolursa veya Şam’dan dışarı çıkarsa, vay halimize… Seyyid Şükrü
Efendi bu durumu size arzetmemi emretti zira o, benim şeyhulislamın eserlerine ne derece düşkün
olduğumu ve bu uğurda harcadığım çabayı bilir. Nitekim, İbn Teymiyeye ait yirmi bir risaleyi bizzat
kendi el yazımla derledim. Pek çok bölgelere de haber göndererek derlenmesini istedim. İki seneden
beri de Mısır’da bastırıyorum…” Günay, s. 20.
105
Örneğin bkz. Cemalüddin el-Kasımi, el-Fetva fi’l-İslam, Cezayir 1988, s. 151, 162, 174.
106
Günay, s. 21.
107
Cemaleddin, Kasımi, el-Fadlu’l-Mubin, Beyrut 1983, 83; Günay, s. 22.
34
da ilave etmek gerekir. Sıddık Hasan Han’ın müstakil ictihada yönelmiş bir alim
oluşu Kasımi’yi etkileyen hususların başında gelir.108
Çağdaşları arasında ise akıl ve vahiy konularında etkilendiği Abdülkadir
Cezayiri’yi, İbn Teymiye’yi keşfetmesinde aracılık görevi gören Numan Hayreddin
el-Alusi’yi, 30 yıl boyunca arkadaşlık ettiği yakın dostu Abdürrezzak Baytar’ı,
Abdülkadir Cezayiri’nin oğlu olan Ahmed Cezayiri’yi, “Fıkıh ve Sufilik” eseriyle
Şam’daki resmi ulemanın ve sufi çevrelerin büyük tepkisini çeken Abdülhamid
Zehravi’yi ve nihayet Abdürrezzak Baytar aracılığıyla tanışma fırsatı bulduğu ve
ıslahçı düşüncenin en somut ifadesini bulduğu kişilerin başında gelen Muhammed
Abduh ve Reşid Rıza’yı saymak mümkündür.109
Cemaleddin el-Kasımi’nin Islahçı Görüşleri: 20. yüzyıla girildiği yıllarda
Şam, elli yıllık devlet yönetimiyle başlayan bir geçmişi geride bırakmış durumdaydı.
Reformlar bu şehre ulaşım, haberleşme, sağlık ve imar bakımından maddi katkılar
sağlamıştı. Islahçıların yeni yollarla ya da binalarla bir savaşı yoktu. Ancak ulemanın
maddi ve manevi çıkarlarını da sarsan ve giderek yaygınlaşan laik mahkemelerin ve
devlet
okullarının
kültürel
olarak
Batılılaşmayı
beraberinde
getireceğine
inanıyorlardı. Ulemanın Osmanlı’nın ilerleme anlayışına çare olamayacağını yüksek
sesle dile getiren Tanzimat reformlarına karşı ıslahçılar, İslam’ın akla hitap eden ve
ihtiyaçlara cevap verebilen, insana aklını kullanarak maddi hayatına hakim olmasını
ve yön vermesini telkin eden cephelerini ortaya koymaya çalıştılar. Aynı sıralarda
Suriyeli Müslümanlar Avrupa’nın askeri gücünden ve Avrupalı güçlerin işgalinden
yana da endişeliydiler. Bu durum Müslümanlara safları sıklaştırma çağrısının
yapılmasına yol açtı. Yani birlik ilkesi Müslüman çevrelerde önem kazanmaya
başladı ve ıslahçılar da bu ilkeyi İslam’ın yeni formülasyonuna dahil etmiş oldular.110
Kasımi’nin yaşadığı 19. yüzyıl, Aydınlanma Düşüncesi’nin en bariz bir
şekilde hissedildiği bir zaman kesiti oldu. Pozitivizmin en şaşalı günlerini yaşadığı
bu kesit, dini olana her şeye cephe alan materyalist düşünceye tanıklık etti. Batılı
108
Kasımi’nin kütüphanesinde çalışma imkanı bulan Günay’ın gözlemlerine bakılacak olursa,
Kasımi’nin kütüphanesinde Sıddık Hasan Han’a ait çok sayıda eser bulunmaktadır. Bakınız. Günay, s.
22.
109
Commins, Islahat Hareketleri, türlü yerler.
110
Commins, Islahat Hareketleri, s. 140-141.
35
düşünürler başta Hristiyanlık olmak üzere tüm kutsal dinlere savaş açtı. İslam da bir
ölçüde bundan nasibini aldı. Özellikle Ernest Renan’ın Fransız Akademisi’nde
İslam’ı konu alan konferansları bunun en somut örneğini teşkil etti. İslam
dünyasından bu yöndeki eleştirilere ilk tepki bilindiği üzere Cemaleddin Afgani’den
geldi. Renan’a karşı oluşturduğu müdafaaname, Müslümanların batılı fikirlere karşı
akıl ve felsefe temelinde verdiği en ciddi cevabı oluşturdu.111
Tevhid (Vahdet) Meselesi: Cemaleddin el-Kasımi’nin de aralarında
bulunduğu Suriyeli ıslahçı alimlerin, Afgani ve Abduh’un 18 sayı olarak çıkardıkları
Urvetü’l-Vüska adılı dergiyi takip ettikleri ve bu bağlamda tartışılan konulara uzak
olmadığı daha önce ifade edilmişti. Suriyeli alimler içinde Batılı pozitivist düşünceye
ve bunun bir uzantısı konumundaki Materyalizm ve Ateizm söylemlerine en
sistematik ve bütüncül cevap da Kasımi’den geldi. O İslam felsefesinin temel
referans noktalarını da kullanarak, bütün ıslahçı alimlerde de görüleceği üzere
meseleyi tevhid bağlamına taşıdı.
Kasımi’nin bu noktada verdiği ve tüm İslam dünyasında da büyük ilgi ve
beğeni uyandıran eseri “Delailü’t-Tevhid” adlı eseridir.112 Bu eser, Batı ve İslam
dünyasının çeşitli merkezlerinden İslam’a ve ulemaya yöneltilen eleştirilere cevap
olmak üzere 1908 yılında kaleme alınmıştır. Eser, geleneksel ilahiyatı ve İslami yeniEflatunculuk’u yeniden gündeme getiren bir tarza sahiptir. İbn Rüşt, Gazali, İbn
Teymiye, İbn Hazm, Farabi, Molla Sadra ve Cemaleddin Afgani gibi alimlerin
kaynaklık ettiği eser, Yaratıcı’nın varlığına dönük 25 delil ileri sürer ve bunları
temelendirir. 113
Kasımi’ye göre materyalist söylemlerin sadece hipotezler vasıtasıyla üretilen
fikirlere dayanmakta, dolayısıyla da bir gerçeği yansıtmamaktadır. Örneğin onların
atomun bölünmesi imkansız en küçük madde olduğu veya uzay ve maddenin sonsuz
111
Afgani’nin Renan’ın şahsında Materyalistlere verdiği cevaplar şu üç hususu kapsamaktaydı: 1-
Dinin toplum için gerekli olduğunu belirtmek, 2- Pozitivist materyalist mezhebin yayılmasının toplum
için tehlikeli olduğunu göstermek, 3- Bir akide ve din olarak İslam’ın diğer dinlerden üstünlüğünü
ortaya koymak. Bu konuda daha geniş bilgi için bakınız. Behiy, İslami Direniş, s. 61-68.
112
Eserin ilk baskısı 1908’de, ikinci baskısı da 1912 yılında yapılmıştır. Cemaleddin el-Kasımi,
Delailü’t-Tevhid, thk. Halid Abdurrahman el-Ak, Beyrut 1991.
113
Commins, Islahat Hareketleri, s. 134–135.
36
olduğu yönündeki düşüncelerinin ispatı mümkün değildir. Öte yandan tek başına
maddenin yaratılışı ve buna temel teşkil eden nedenleri açıklaması imkansızdır.114
Yine ona göre Materyalist görüş sahibi kimselerin din karşıtı söylemleri toplum
hayatına yönelik bir tehlikedir. İnsan dine bağlı kaldığı sürece toplumun sosyal
düzeni ve asayişi güvence altına alınmış olacaktır.115
Kasımi’nin Müslümanların bölünmesine karşı olması, onun tevhid anlayışı ile
yakından ilgilidir. O guruplara veya fırkalara ayrılmanın islamın insanları tek bayrak
altında mümin kardeşler olarak bir araya getirme idealine de ters düştüğü
kanısındadır. Kasımi, ulemanın bazı davranışlarından, Müslümanları dalalete ve
anarşiye sürüklemesinden şikâyetçidir. Ona göre Müslümanlar ayrılıkları bir kenara
bırakarak, dinin en iyi bilinen, temel ve yaygın kabule müsait akaidinde bir araya
gelmelidir. Kişi Kabe’yi kıble bildiği, şeriatı hukuk bildiği sürece zanna açık
konulardaki eksiklikleri affedilmelidir.116
Kasımi ümmetin birliğine bu vurguya paralel olarak, bunu zedeleyen bir ve
fırkacılık eğiliminin bir ürünü olan tekfir konusunda da oldukça endişelidir ve bunun
engellenmesi yönünde çağrılarda bulunur. Özellikle de Sünni-Şii ayrılığının son
bulmasını istemektedir. Bu noktada tarihsel dini malzemeden çeşitli alıntılarda
bulunur. Müslümanları, aralarında Şii, Sünni, Harici ve Mutezililerin de olduğu çok
sayıda insandan hadis rivayetinde bulunan ve bunda bir sakınca görmeyen
Buhari’nin yolunu takip etmeye çağırır.117
Akıl ve Vahiy İlişkisi: Kasımi’nin eserlerinde akla ayrı bir önem verildiği ve
onun bir vasıta olarak temellendirildiği görülür. Ona göre akıl tevhidi anlamak,
cemiyete düzen getirmek ve tabiatı kontrol altına almak için bir araçtır.118
114
Kasımi, Delailü’t-Tevhid, s. 77-85.
115
Kasımi, Delailü’t-Tevhid, s. 107.
116
Cemaleddin, Kasımi, Risalet fi İkameti’l-Hücce, Şam 1924, 4-6; Commins, Islahat Hareketleri, s.
139.
117
Cemaleddin, Kasımi, Mizanü’l-Cerh ve’t-Tadil, Kahire 1912, 3, 31-36; Tarihu’l-Cehmiyye ve’l-
Mutezile, Kahire 1913, s. 74-80.
118
Cemaleddin, Kasımi, “Te’aruzu’l-‘Akl ve’n-Nakl”, el-Menar XIII (1910), s. 613-614.
37
Kasımi’ye göre akıl ve vahiy birbiriyle uyumludur. Bu ikisi arasında olduğu
düşünülebilecek çelişkiler, vahyin akıl yardımı ile yorumlanmasıyla çözülebilecektir.
Akıl ile vahyin çelişmesi veya çatışması düşünülemez. Zira akıl vahyi tesis eder,
naklede ve korur. Akıl bu yönüyle vahye aracılık ve hizmet eden bir konumdadır.
Bunun bir sonucu olarak tabiat ve doğa hakkında bilgilenmek ve tabi bilimleri
öğrenmek kişinin imanını artıracaktır. Dolayısıyla çağımızda, astronomi, fizik,
jeoloji ve anatomi sahalarında görülen gelişmeler ve ilerlemeler insanın imanını
eksiltmeyecek, aksine daha da artıracaktır. Din ve bilim arasında çelişki gibi görülen
şeyler aslında gerçekte bir çelişme değildir. Bu tamamen din ve bilimin gerçeğin
farklı yönlerini ortaya koymalarından kaynaklanan bir durumdur.119
Aklın ve vahyin birbirine ihtiyacı olduğunu ileri süren Kasımi, özellikle
insanlar arası sosyal ilişkilerde ve toplum düzeninin sağlanabilmesinde akıl tek
başına toplum için gerekli olan temel davranış kodlarını tayin etme gücüne sahip
değildir. Bu noktada vahiy akla yardım eder ve beraberinde getirdiği ahlak öğretisi
toplum düzeninin mayasını oluşturur. Kasımi bu düşüncesini şu cümleyle müşahhas
hale getirir:
“Tek başına bilim de alimlik beratı veya diplomalar da insana ahlak
kazandırmaz”120
Kasımi’ye göre akıl vahyin anlaşılması ve sosyal ilişkilere tatbik edilmesinde
bir araçtır. Tabiatı sorgularken ve teknoloji üretirken insanın akla sınır getirmesine
gerek yoktur.121
İctihad ve Taklid Meselesi: Cemaleddin Kasımi, taklit konusunda müstakil
bir eser yazmış değildir. Ancak eserlerinin satır aralarında taklidin eleştirisine dönük
çok sayıda atfa rastlamak mümkündür. Onun taklide karşı çıkışının arkasında, önceki
fakihlerin ve alimlerin içtihatlarının sorgusuz sualsiz aynen kabul edilmesi hususu
yatmaktadır. O ne zaman taklide karşı çıksa, taklidin kurumsal ifadesine, dört
mezhebe sıkı-sıkıya bağlılık şeklindeki taassuba karşı çıkmaktadır. Ona göre taklid
119
Cemaleddin, Kasımi, Delailü’t-Tevhid, s. 38, 40, 108-109.
120
Cemaleddin, Kasımi Cevami’ı’l-Adab fi Ahlakı’l-Encab, Kahire 1921, s. 5.
121
Kasımi, Delailü’t-Tevhid, s. 118.
38
de mezhep taassubu da ibadetlerde bitmek tükenmek bilmeyen bidatlerin oluşmasına
yol açan ve ilerici hukuki tefsirin önünü kesen akıldışı uygulamalardı.122
Kasımi, taklidin batıl bir uygulama olduğunu yine selef alimlerinin
sözlerinden
ve
uygulamalarından
delil getirmek
suretiyle
temellendirmeye
çalışmıştır. Bu noktada Şafi, Ahmet b. Hanbel ve Ebu Hanife’nin sözlerine yer verir.
Bunlarda temel vurgu, alimlerin taklit edilmesi yerine onların görüşlerinin
oluşmasına temel teşkil eden ana kaynaklardan, yani Kur’an ve Sünnet’ten
faydalanmaktır. O bu noktada şu değerlendirmede bulunur:
“Biliniz ki her şer’i hükmün temeli kitap’tır. Kur’an temel kaynaktır ve asıl
akideyi oluşturur. Her dini ictihad ona referansta bulunmak ve ondan türemek
durumundadır.”123
Zira hiçbir imam Müslümanların sadece kendi içtihatlarına bağlı kalmasını,
bunu yaparken de öteki imamları bir kenara atmasını söylememiştir.124 Öte yandan
geçmiş imamlar taklit edilmek isteniyorsa, bu taklit onların görüşlerinin ve sözlerinin
aynen kabulü ve tekrarı üzerine kurulu olmamalı, bilakis onların içtihat üretme
metotlarını merkeze alarak yeni bir şeyler üreten bir mahiyet arz etmelidir.
Kasımi’ye göre mezhep taassubunun oluşmasında da taklidin rolü büyüktür.
Çünkü taklit, insanın aklını kullanmasına ve sağduyulu hareket etmesine engel teşkil
etmektedir. O bu durumu şu şekilde dile getirmektedir:
“İnsanların çoğunun kalbi taklit hastalığı ile paramparça olmuş durumda; bir
şeye iman ettikten sonra ispatını aramaya koyuluyorlar ve iman ettikleri şeyi tasdik
eden dışında hiçbir şeye inanmıyorlar. İnandıkları şey olmayan bir şeyle yanlarına
gelene yüz çeviriyorlar. Akla ters düşmek pahasına da olsa bunu yapıyorlar. Çoğu
insan önce iman ediyor, sonra mantık yürütüyor. Önce düşünüp, sonra iman edene
pek rastlanmıyor.”125
Kasımi’ye göre geleneksel ulemanın karşı çıktıkları ictihat, adına ictihat
konmasa bile aslında İslam düşüncesinde bir şekilde devam ettirilmekte ve
122
Commins, Islahat Hareketleri, s. 141.
123
Cemaleddin, Kasımi, el-Mesh ala’l-Cevrabeyn ve’n-Na’leyn, Şam 1914, s. 4.
124
Cemaleddin, Kasımi, Kavaidü’t-Tahdis min Fünuni Mustalahati’l-Hadis, Şam 1931, s. 281.
125
Zafir el-Kasımi, Cemaleddin el-Kasımi, s. 357-358.
39
Müslümanların karşılaştığı yeni durumlara ilişkin çözümler üretilegelmektedir.
Aslında fıkıhçılar bu durumlar karşısında dini cevaplar ortaya koyma noktasında
yerine göre mecbur bile kalmaktadırlar. Ama bunu içinde bulundukları mezhebin
metodu çerçevesinde yapmaktadırlar. Sonuçta bu uygulama bile ictihadın bir şekilde
devam ettiğinin göstergesi olarak kabul edilmek durumundadır. Kasımi, bu durumu
Ramazan’ın başlangıç ve bitişinin telgrafla bildirilmesi konusunu ele aldığı bir
yazısında şu şekilde dile getirir:
“Telgraf aletinin ortaya çıkışı önümüzdeki asırlarda bizi bekleyen icatlar
denizinde sadece bir damladan ibarettir. Halk bu icatlardan son derece memnuniyet
duyacak, onlarla rahatlayacak ve onlardan pratik faydalar sağlayacaktır. Hiçbir çağın
Allah’ın adını anan, delillerle O’nu insanlığa anlatan insanlardan yoksun olmayışı
Müslümanlar için gerçekten bir nimettir. Bunun ispatı olarak size ifade etmek
istediğim husus şudur: her ülkede çok sayıda müftü bulunmakta ve üzerinde Kur’ani
bir
hüküm
bulunmayan
konularda
verilmiş
çok
sayıda
ictihat
rastlanılmaktadır. İşte bu iki çokluk, ictihadın yaşadığının alametidir.”
kararına
126
1.2.3. Cemaleddin el-Kasımi’nin ıslahçı düşünce içerisindeki yeri
Kasımi’nin düşünce anlayışı değişken bir seyir izlemiştir. O, tahsilini büyük
ölçüde geleneksel ilim anlayışına uygun olarak, daha çok belirli bir mezhebin
görüşlerini yansıtan klasik kitapları okumak suretiyle tamamlamıştır. Bundan dolayı
kendine özgü düşünce ve görüşlerinin henüz tam anlamıyla oluşmadığı hayatının ilk
yıllarını, yetiştiği çevrede yaygın olan Şafi mezhebi üzere geçirmiştir. Fakat onun
ilmi seviyesi arttıkça mezhep anlayışı da değişmiştir. Belli bir merhaleden sonra
kendisini herhangi bir mezheple sınırlandırmamıştır. Kasımi, doğru bir görüşün
herhangi bir mezhebe ait olmadığı ve asıl olanın kitap ve sünnet olması noktasından
hareketle, şeri meselelerde doğrudan doğruya kitap ve sünnete rücu etmenin
gerekliliği üzerinde durarak, hangi mezhepten olursa olsun, isabetli görüşe sahip her
126
Cemaleddin, Kasımi, İrşadu’l-Halk ile’l-‘Amel bi Haberi’l-Berk, Şam 1911, s. 4;
40
müctehidin görüşünün alınabileceği doğrultusunda bir mezhep anlayışına sahip
olmuştur. Kasımi işte bu anlamda selefi ve ıslahçıdır.127
Ancak Kasımi’nin sülalece ilimle uğraşan bir aile ortamında yetişmesi ve bu
çerçevede klasik ilimlere olan vukufiyeti, kendisini çağdaş ıslahçılardan bir adım öne
çekmektedir. O hem klasik İslam düşüncesini çok iyi biliyordu hem de yaşadığı çağa
ve bu çağın beraberinde getirdiği temel problemlere oldukça aşinaydı. O bu yönüyle
geçmiş ile kendi zamanında bir köprü görevi görüyor ve sadece kendi bölgesi değil
tüm İslam coğrafyasında da bu özelliği ile dikkat çekiyordu. Gerçekten de
Kasımi’nin Suriyeli ıslahçılar arasında ön plana çıkmasında bu husus oldukça
etkilidir. Diğer ıslahçılar tek tük eser vermişken, onun doksana varan eseri, onu
Suriye ıslahçılığının sözcüsü ve kalem erbabı konumuna getirmiştir. Kasımi,
Müslümanlar için en uzun asrı oluşturan XIX. yüzyılda yaşamış bir kimse olarak,
zamanının izlerini üzerinde taşımaktadır ki, bu onun ıslahçı olarak nitelenen
yönüdür. Fakat onun ıslahçılığı da çağdaşlarından farklı bir tonda ve kendine özgü
bir içeriğe sahiptir. Doğrudan ıslahı konu alan bir eser telif etmiş olmamasına karşın,
eserlerinin değişik yerlerine ıslah ile ilgili fikirlerini serpiştirmiştir. Hatta bu yüzden
ıslahçı olup olmadığı bile tartışma konusu edilmiştir. Nitekim Reşid Rıza’nın bu
konudaki değerlendirmeleri de dikkat çekicidir. O pek çok kimsenin kendisine,
yazdığı eserlerin ıslahla ilgisi olmadığı ve bu konuda doğrudan veya dolaylı olarak
hiçbir fikir ileri sürmediğinden hareketle Kasımi’yi ne diye ıslahçı biri olarak ön
plana çıkardığını sorduğunu belirtmekte vu bu soruyu şu şekilde cevaplamaktadır:
Ben bu istifhamı şöyle cevaplandırabilirim: bir insan bütün yazdıkları “elMenar” okuyucularının anladığı manada bir ıslah konusunu ela almasa bile, bu asırda
Müslümanların seçkin ıslahçılarından birisi olabilir. Çünkü ıslah mefhumu oldukça
geniştir. Bundan dolayı bu mefhum, zamanın, mekanın, seviyenin ve muhatabın
durumuna göre değişiklik arz eder. Bir ıslahçı, bizatihi ıslahçı olarak yaratılmaz.
Aksine o da herkes gibi bir şey bilmiyor olarak saklı bulunmaktadır. Ne var ki, onda
ıslah istidadı kuvve olarak saklı bulunmaktadır. Bu da ancak terbiye ve talimle ortaya
çıkar ve gün be gün de yenilenir. Bu gerçekten hareket edersek, sadece elli sene
127
Günay, s. 27.
41
yaşamış ve yetmişten çok eser bırakmış bir insandan bütün yazdıklarının ıslahla
akalalı olmasını nasıl bekleyebiliriz”128
Onun ıslahçılığını, kitaba ve gerçek sünnete dönüş ve bu ikisini selefin
metodu çerçevesinde anlamak; Müslümanlara gerçek dinlerini öğretmek ve onları
amele yönlendirmek; Müslümanları şirke ve bunun farklı şekilleri olan bidatler,
yanlış düşünceler ve mevzu hadislere karşı uyarmak; İslam ilim usulü çerçevesinde
özgür İslami düşünceyi harekete geçirmek; Müslümanların çoğunun akıllarını esir
alan ve onları saf İslam yolundan uzaklaştıran düşünce donukluğunu ortadan
kaldırmak gibi hususlar oluşturur.129
Kasımi’nin ıslahçılığı sadece dışardan bir gözlemle ona yakıştırılan bir tutum
ve davranış değildir; bilakis bu bakışa sahip olduğu kendi ifadelerine de yansımıştır.
Yakın arkadaşı Abdürrezzak Baytar’ın eserinde yer verdiği bir şiirinde bunu şu
şekilde dile getirmektedir:
“İnsanlar benim cemali adıyla bir mezhep kurduğumu iddia ediyorlar,
Öyle ki, fetva verirken kavillerimi bu mezhebe nispet ediyormuşum.
Hayır, ömrüme yemin olsun ki hayır, ben bir selefiyim.
Mezhebim, Rabbimin kitabında olanla, sahip haberlerdir.
Hakka iktida ederim, insanların görüşlerine değil,
Taklidi her zaman cehalet ve körlük sayarım,
Ben, benden önceki insanların dediği gibi,
Mezhebim, Mustafa’nın sahih olan hadisidir, diyorum.
Ne kîl u kale iltifat ederim ne de mezhep kisvesine bürünürüm”130
Kasımi’nin tasavvufa karşı bakış açısı, her türlü bidat ve hurafenin kaynağı
olarak görüldüğü için tasavvuf ve tarikatlara karşı toptan reddiyeci bir tavır takınan
çağdaş ıslahçılardan ayrılmaktadır. Bu noktada daha mutedil ve esnek davrandığı
söylenebilir. Zira Kasımi, tasavvuf ve tarikatların oldukça yaygın olduğu bir ortamda
128
el-Menar, c. XVII, s. VIII, 630-631; Günay, s. 34.
129
Hakkî, “Şeyhu’ş-Şam Cemalüddin el-Kasımi”, s. 9.
130
Baytar, Hılyetü’l-Beşer, 436-437. Şiirin tercümesi için bkz. Günay, s. 28.
42
yetişmiş ve Nakşibendi şeyhi olan hocası Muhammed el-Hani’nin yanında tasavvufa
dair çok sayıda kitap okumuştur. Bu anlamda başlangıçta tasavvufa ilgi duyduğu
söylenebilir. Daha sonra sebebini söylemediği bir nedenden ötürü hocasının
şeyhliğini yaptığı bu tarikatı terk etmiştir. Ancak bu bağlantı, onun ıslahçı biri
olmasına karşın, tasavvufa ve tasavvuf ehline karşı tümüyle reddiyeci bir tavır
takınmamasında muhtemelen etkili olmuştur. Bunu onun şu ifadelerinde açıkça
görmekteyiz:
“Bana öyle geliyor ki, tasavvuf kitapları ve bu kitaplarla meşhur olmuş
kimseler hakkında itidalli ve insaflı olmak gerekir. Zira ben, bir kısım insanların, bu
kitapların erbabını tekfir ettiklerini, onlara bakmayı haram saydıklarını, rastladıkları
yerde yaktıklarını, öte yandan bazı kimselerin de b kitaplara ve sahiplerine aşık olup
göklere çıkardıklarını, onları özün özü saydıklarını, hatta bu kitapları mütalaa etmeyi
bir ömre değer bulduklarını gördüm. Bu konuda orta bir yol tutana hemen hemen
rastlamadım. Bilakis bu eserlerin müelliflerini bir kısım insanlar sıddık addederken,
bir başka kesim de zındık olarak kabul etmektedir. Bu ne haldir, nerede itidal?”131
Kasımi’nin tasavvufa karşı bu tutumu, onun ıslahçılığının kendine özgü
yönlerinden biri olarak karşımızda durmaktadır.
131
Günay, s. 30.
43
İKİNCİ BÖLÜM
2. CEMALEDDİN EL-KASIMİ’NİN MEHASİNÜ’T-TEVİL ADLI ESERİNİN
TAHLİLİ
Mehasinu’t-Te’vil adlı tefsiri, Kasımi’nin ömrünün neredeyse yarısını
vakfettiği ve çok çeşitli bilgi dallarında derleyip topladığı bilgileri güzelce
harmanladığı bir eserdir. Bu bölümde onun bu eseri çeşitli noktalardan
incelenecektir.
2.1. Genel Özellikleri Bakımından Mehasinü’t-Tevil
2.1.1. Mehasinu’t-Te’vil’in yazılış gerekçesi
Cemaleddin Kasımi’ye göre ilim, milletlerin yarıştığı şeylerin en büyüğü,
kalbin hayatı ve aklın sıhhatidir. İlim çeşitleri içerisinde en büyük ve en yüce olanı
ise insana ahiret kurtuluşu sunan şer’i ilimler ve dini bilgilerdir. Şer’i ilimler
içerisinde en önemli ilim Tefsir ilmidir. Zira tefsir diğer şer’i ilimlerin kaynağı ve
temelidir. Onların alıntıları tefsir ilmine dayanır. Bundan dolayı tefsir ilmi, dini
ilimlerin reisidir.132 Işıldayan bir ekin veya güzel kokan bir gülden başkasının
görülmediği, kalbi daraltan ve zihni yoran bir şeyin bulunmadığı zengin bir bahçeye
benzetilen133 Mehasinu’t-Te’vil adlı tefsir eseri ise, Kasımi’nin yıllarını verdiği bir
emeğin ürünü, hatta eserleri içerisinde göz bebeğini oluşturan bir eserdir.
Kasımi, insanları aydınlatmak gibi aktivist bir amaç doğrultusunda tefsirini
kaleme almıştır. Tefsirini on üç yılda yazmış olsa da, hazırlık aşamalarıyla birlikte
düşünüldüğünde ömrünün yarısını bu tefsire adadığı anlaşılmaktadır. O bu kapsamda
yıllar boyunca Kur’anı incelemeye yönelmiş, eski tefsirlerden epeyce bir kısmını
okumuş, eski tefsirlerin doğru ve yanlış olan yönlerini iyice tetkik etmiştir. Sonra da
bu uzun okuma ve inceleme çabasını somut hale getirmek istemiş ve Mehasinu’tTe’vil adlı eserini yazmaya başlamıştır.134
132
133
Kasımi, Mukaddime, s. 7.
Adnan Sadık, ed-Debusi, “Cemalüddin el-Kasımi: Allametü’ş-Şam”, Mecelletü’l-Buhusi’l-
İslamiyye (1414), Riyad, XLIII/ s. 301.
134
Kasımi, Mukaddime, s. 8
44
2.1.2. Mehasinu’t-Te’vil’in yazılış tarihi
Kasımi, tefsirinin mukaddimesinde tefsirini yazmaya 1316 yılında Recep
ayının ilk onunda başladığını kaydetmektedir.135 On üç yıl süren yazma süreci 1329
yılında tamamlanmıştır. Tefsiri yazarken, ayetleri kırmızı mürekkeple, tefsiri ise
siyah mürekkeple ve ikisi karışmasın diye de tefsir kısmını ayrı bir hat ile kaleme
aldığı,
hacimli
136
aktarılmaktadır.
sayılabilecek
olan
tefsiri
boyunca
da
bunu
sürdürdüğü
Hazırlık aşamaları da göz önünde bulundurulduğunda oldukça
uzun bir zaman diliminde tamamlanmış olan bu tefsir, Muhammed Fuad Abdulbaki
tarafından bir seneden fazla bir zaman zarfında on ciltte bütünleşik 17 cilt halinde
yayınlanmıştır.137 1376 yılında Kahire’de yapılan bu ilk baskıyı, 1398 yılında
Beyrut’ta yapılan ikinci baskı izlemiş, en son olarak da yine 1414 yılında Beyrut’ta
yedi cilt olarak yeniden basılmıştır.138
Mehasin’in her cildinin sonunda, o cildin ay ve gün olarak ne zaman ve nerde
tamamlandığı bilgisinin verilmiş olması da dikkat çekicidir. Kasımi, buna ilave
olarak yazılanları zaman zaman gözden geçirdiğini belirterek, en son gözden
geçirmenin ne zaman tamamlandığının da tarihini vermektedir.139
135
Kasımi, Mukaddime, s. 9.
136
ed-Debusi, XLIII/ s. 301.
137
Muhakkikin tefsirin faydalı ve verimli bir şekilde neşredilmesi hususundaki çabasına dikkat
çekmek gerekir. Zira M. Fuad Abdülbaki, sadece Mehasinu’t-Te’vil’in metnini yayınlamakla
kalmamış, Kur’an’ın Kur’an’la tefsir edildiği yerlerde bu tefsirlere delil getirilen ayetlerin tespitini
yapmış, hadislerle tefsir edildiği yerlerde de hadislerin tahriçlerini gerçekleştirmiştir. Hatta kimi
zaman Kasımi’nin bazı ifadelerini açıklama cihetine gitmiş ve buna kaynaklardan deliller getirmeye
çalışmıştır. Bütün bunları da tefsir sayfalarının altında dipnot olarak vermiştir. Bununla birlikte
Kasımi’nin faydalandığı kaynakların, özellikle de tefsire dair olanların tahricini yapmamıştır.
138
139
Muhammed Ali, Ayazi, el-Mufessirun: Hayatuhum ve Menhecuhum, Tahran 1414, s. 616.
Örneğin I. Cildin sonunda tefsirin ilk cildinin 1317 senesinin Şevval ayında evinde
tamamlandığını, zaman zaman tekrar döndüğünü ve gerekli ilavelerde bulunduğunu, son şeklini ise
1329 yılının rebiülevvel ayında verdiğini belirtmektedir. Bkz. Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 340
45
2.1.3. Mehasinu’t-Te’vil’in yazım üslubu
Kasımi, tefsirinde incelemelerinin en iyilerine yer verdiğini, önemli konuları
ele aldığını, kimi gizli yönleri açığa kavuşturduğunu ve bazı yanlış fikir ve görüşleri
eleştirdiğini belirtmektedir.140 O, Selef tarafından yazılan tefsirlerden faydalı
bilgileri, kendi çalışmalarının ve incelemelerinin sonuçlarıyla birleştirmiştir. Delil ve
gerekçelerini iyice ortaya koyarak yapılan eski yorumlara ilavelerde bulunmuş,
böylece onları tamamlama gibi bir çaba sarf etmiştir.
Kasımi, konuları tuhaf açıklamalar ve izahlarla uzatmak yerine, özet olarak
vermiş; buna karşın batıl bir takım yorumların temellendirilmeye çalışıldığı ayetler
söz konusu olunca da bunları çürütme ve batıl olduklarını ortaya koyma hususunda
fazlasıyla cömert davranmıştır. O her tefsir girişiminin Kur’an’ın tüm incelik ve
güzelliklerini ortaya koymaktan uzak olduğunu belirtse de yaptığı işin farkındadır ve
bunun büyüklüğünü şu sözleriyle dile getirir. “Kur’an’ın derin sularında yüzen ve
delilleri içinde gezen kimse, ondaki nefis garip burhanları, zikrettiğim sahih ve hasen
hadisleri, zihinleri kamaştıran fevkaladelikleri -çünkü onlar özlerin özü ve akıl
sahiplerini hidayete ulaştırıcıdırlar- öveceklerdir.”141
Kasımi, tefsir konusunu pek çok incelikleri ve dikkat edilmesi gereken
yönleri olduğunu, bundan dolayı tefsir okumak veya yazmak isteyen bir kimsenin
bunlara dikkat etmesi gerektiğini belirtmektedir. O bu sebeple tefsirinin başında,
tefsir ıstılahları hakkında bir mukaddimeye yer vermiştir. Bu giriş, bütün tefsir usulü
kitaplarının yer verdiği türden tefsir ilmi konusunda gözetilmesi gereken temel
kaideleri ve açıklamaları içermektedir. O, bu girişi “Kur’an’ın kapısının sürgüsü için
bir anahtar” olarak nitelemekte ve Kur’an’ın hakikatlerini anlamada ve onun bazı
sırlarını ve inceliklerini kavramada müfessire yardım edeceğini düşünmektedir.142
Kasımi bakış açısındaki genişlikle, anlayışındaki özen ve nakil hususundaki
güvenirliliği ile konusunda uzmanlaşmış olan kimselerin sözlerinden en doğru
olanlarını toplayan ve bunlara kitaplarında yer veren bir kimsedir. Tefsirinde bu
140
Kasımi, Mukaddime, s. 8
141
Kasımi, Mukaddime, s. 8
142
Kasımi, Mukaddime, s. 8.
46
metodu uygulamıştır. Bu büyük tefsir nakil konusundaki titizlik ile zayıf ve
uydurmalardan uzak oluşu ile öne çıkmaktadır.143
Kasımi, surelerin tefsirine önce sure ismini, mekki-medeni bilgisini ve ayet
sayısını vererek başlar. Ayetlerin uzunluğuna göre ya tek tek, ya da bir kesit halinde
parça parça tefsir etmeye girişir. Fakat bunu yaparken ayetleri birbirinden koparıp
aralarındaki bağı göz ardı etmez. Bilakis ayetler arasındaki irtibatı akıcı bir şekilde
ortaya koyar. Gramatik açıklamalar, kıraat farklılıkları, çeşitli vücuhlar vb. hususları
bu esnada zikreder.144
Kasımi kavramların lügavi anlamlarına özen göstermekte ve uzun uzadıya
açıklamalara girmeksizin kolaylıkla anlamlar yükleyebilmektedir. Rağıb elIsfehani’nin Müfredatu’l-Kur’an adını taşıyan ve Kur’an ıstılahlarının açıklanmasını
konu edinen eserinin Kasımi’nin Mehasin’de en çok kullandığı eserler arasında yer
alması bu hususun en somut kanıtıdır.
Öte yandan ayetlerin tefsirinde, gramatik ve ıstılahi izahları ilk olarak
vermekte ve bunu bütün tefsiri boyunca sürdürmektedir. Istılahi izahlardan sonra
diğer açıklamalara ve değerlendirmelere geçmektedir. Bazen Kur’an’ın Kur’anla
tefsirine, bazen de Kur’an’ın sünnetle tefsirine yer verdiği görülmektedir. Ancak
bunun her ayet için geçerli olduğunu söyleyebilmek güçtür. Kasımi bu yola
gerektiğinde başvurmaktadır. Zira pek çok yerde ayetlere veya hadislere yer
vermeksizin ya kendinden önceki alimlerin görüşlerine atıfta bulunmakta veya kendi
görüşlerini ve değerlendirmelerini ortaya koymakta, yahut da bunun ikisini birlikte
yapmaktadır.
İncelenmeyi ve uzunca açıklamalarda bulunmayı gerektiren ayetler söz
konusu olduğunda bundan kaçınmamakta, buna karşın anlamı son derece açık olan
ve herhangi bir söz söylemeyi gerektirmeyen ayetlerde ise kısaca açıklamalarla
yetinmektedir. Bu bakımdan tekrar gerektiren kimi durumlarda okuyucuyu, Mushaf
tertibine göre ilk olarak bilgi verdiği yere yönlendirmekte ve orada ilgili konu
143
Mahmud, Menahicu’l-Müfessirin, s. 299.
144
Ayazi, el-Müfessirun, s. 619.
47
hakkında geniş bilgiye ulaşılabileceğini ifade etmektedir.145 Medeni olarak bilinen ve
daha çok ahkam ayetlerini içeren surelerin tefsirine, Mekki olanlara nazaran daha
çok yer ayırdığı veya önem verdiği görülmektedir. Nitekim Mehasinu’t-Te’vil’in üçte
ikilik bir kısmının Kur’an’ın ilk yirmi suresinin tefsiri için ayrılmış olması bu
durumu desteklemektedir.
Kasımi, ayetlerin tefsirinde önemli olacağını düşündüğü bazı konulara fasl
şeklinde başlayan ayrı başlıklar altında ayrıca yer verir ve ayetten bağımsız olarak
burada bu konuları tartışır.146 Mesela talak ile ilgili Bakara 230. ayetinin tefsirinde
İbn Kayyım el-Cevziye’nin İlamu’l-Muvakkıin adlı eseri merkeze alınarak ardı
ardına dört fasıl altında bu konunun işlendiği görülmektedir.147 Bunu bazen tenbih,
tenbihat, letaif, faide vb. başlıklar altında da yapmaktadır.148 Kimi zaman da ayetin
tefsirini maddeler halinde sıraladığı açıklamalar ile yaptığı görülür. Birden fazla
ahkam içeren ayetler söz konusu olduğu zaman ise, bunları yine maddeler halinde
sıraladığı görülmektedir.149
Kasımi’nin eğer herhangi bir ilişkisi varsa kendi başından geçen olaylara da
dikkat çektiği ve bu konuda diğer eserlerinden nakilde bulunduğu görülmektedir.
Örneğin Bakara suresi 182. ayetin tefsirinde, Sabah vakti yaptıkları Buhari dersinde
bu ayetin zannedildiği gibi mensuh olmadığını, bilakis muhkem olduğunu fark
ettiğini, ancak bunu kendisinden önce herhangi bir kimsenin söyleyip söylemediğini
145
Örneğin Ali İmran Suresi 169. ayetiyle ilgil bilgi verdikten sonra Bakara suresinde buna benzer bir
ayetin tefsirinde daha geniş bilginin verildiğini, geniş bilgi isteyenlerin oraya bakabileceklerini
belirtmektedir. Ancak söz konusu ayetin hangi ayet olduğuna dair bilgi vermemektedir. Bkz.
Mehasinu’t-Te’vil, IV/ s. 1035.
146
Örneğin Bakara 173. ayetteki haramlara Kasımi “söz konusu hususların haram kılınması ve
bundaki sırlar” şeklinde bir başlık atmak suretiyle ayrı bir yer vermektedir. Bkz. Mehasinu’t-Te’vil,
III/ s. 381
147
Mehasinu’t-Te’vil, III/ s. 589-606.
148
Örneğin Bakara 223. ayetin tefsirinde “Kadınlarınız sizin tarlanızdır. Onlara dilediğiniz şekilde
yaklaşın” ifadesiyle ilgili olarak tenbih şeklinde bir başlık atar ve burada bu ifadeyle ilişkili çok sayıda
rivayete ve alimlerin birbirinden farklı görüşlerine yer verir. Bkz. Mehasinu’t-Te’vil, III/ s. 565-573.
149
Örneğin Bakara 196. ayetin tefsirinde ayetten çıkan 4 hüküm maddeler halinde sıralanmıştır. Bkz.
Mehasinu’t-Te’vil, III/ s. 487.
48
bilmediğini ifade etmektedir. Kasımi bu ifadeleri ve devamındaki açıklamaları sanki
kes-yapıştır şeklinde kendisine ait başka bir eserden nakletmektedir.150
Son olarak Kasımi’nin çeşitli alimlerden yaptığı alıntılarda iki farklı yol
izlediğini de belirtmek gerekir. Genellikle izlediği yol kimden ve hangi eserden alıntı
yaptığını alıntının başında vermesidir. Ancak bunu yaptığı alıntının sonunda verdiği
de görülür. Bu çok yaygın olmamakla birlikte yer yer başvurduğu bir yöntemdir.151
Yaptığı alıntıların birbiriyle karışmaması açısından, bazen alıntının başında verdiği
ismi tekrarladığı veya hiç tekrarlamadan “bitti” şeklinde bir ifade kullanmak
suretiyle alıntının sona erdiğini belirtmektedir.
2.1.4. Mehasinu’t-Te’vil’in kaynakları
Kasımi, Mehasinu’t-Te’vil’de çok sayıda alimin bir çok eserinden
faydalanmış, bazen onlardan nakillerde bulunmuş, bazen bunları tahlil ve tetkik
ederek doğru veya yanlışlıklarına dikkat çekmiş, kimi zaman ise yalnızca atıfta
bulunmakla yetinmiştir. Öncelikle tefsirin başına koyduğu ve Kuran’ın derinliklerine
dalmada bir yol gösterici olarak nitelediği mukaddimesinin üzerinde durmakta fayda
vardır. Zira onun burada ele aldığı konular ve faydalandığı kaynaklar, onun metodu
hakkında bize kısmen açılımlar sunacaktır.
Mehasinu’t-Te’vil’in Mukaddimesinin Kaynakları: Mehasinu’t-Te’vil’e
yazılan bu mukaddime, özgün bir tefsir usulü olmaktan ziyade, Tefsir ilminin temel
meseleleri konusunda genelde klasik eserlerden kısmen de çağdaş kaynaklardan
yapılan alıntılardan oluşmaktadır. Kasımi’nin kendi değerlendirmeleri bütüne kıyasla
oldukça silik kalmaktadır. Sadece görüş ayrılıklarının yaşandığı kimi noktalarda
kendi görüşlerine yer vermektedir.
Mukaddime’de Şatıbi, İbn Teymiye, İbnu’l-Cezeri, Şah Veliyyüllah Dihlevi,
Zerkeşi, Suyuti gibi hem tefsir usulü hem de diğer şer’i ilimlerin usulü hakkında
150
Mehasinu’t-Te’vil, III/413; M. Fuad Abdülbaki’nin ilgili yerdeki dipnotta verdiği bilgiye bakılacak
olursa, Kasımi’nin alıntıda bulunduğu eseri Defter lil-Varidat ve’s-Sevanihi’l-İlmiyye adlı eserdir.
151
Bir örnek için bkz. Ali İmran Suresi 152. ayetin tefsiri, Mehasinu’t-Te’vil, IV/ s. 997-998.
49
görüş beyan eden alimlerin aralarında bulunduğu pek çok kişiye atıfta bulunmakta ve
bunların eserlerinden alıntılar yapmaktadır. Bunlar içerisinde en dikkati çeken ve
belki mukaddimenin yarısının kendisinden yapılan alıntılarla oluştuğu kimse
Muvafakat adlı eserin yazarı olan İmam Şatıbi’dir. Kasımi’nin faydalandığı ve uzun
uzadıya alıntılarda bulunmaktan çekinmediği konular ve başlıklar kısaca şunlardır:
“Nasih-Mensuh”,
“Kur’an’ın Zahiri ve Batını”, “Sahabenin İcması”, “Kur’an
kıssaları”, “Terğib ve Terhib”, “Kur’an-Sünnet İlişkisi”, “Kur’an’a dayalı ilimler”,
“Mekki-Medeni ayrımı”, “Tefsirde İtidal”, “Tefsirde Rey”, “Akıl-Vahiy İlişkisi”.152
Şatıbi’den bu kadar çok alıntıda bulunması, Kasımi’nin tefsiri yazma
sürecinde etkili olan zihinsel arka planına da aslında ışık tutmaktadır. Zira Muvafakat
bütün şer’i ilimlere yönelik bir özeleştiri içermekte ve özelde fıkıh usulünün genel de
ise tüm şer’i ilimlerin üzerine inşa edileceği yeni ve kapsamlı bir usul denemesi
niteliği taşımaktadır. İslami literatür içerisinde Muvafakat, Musa Carullah’ın
ifadesiyle, en dürüst manasıyla usul-i fıkıh olabilecek bir kitap olmayı hak eden
yegane kitaptır.153 Bunun sebebi, diğer tefsir, hadis veya fıkıh kitaplarının aksine
Muvafakat’ın, insanı merkeze alması ve onun temel ilgi ve ihtiyaçları doğrultusunda
ayakları yere basan ve ona bu dünyada Müslüman’ca yaşamanın düsturlarını sunan
bir metodik bakış açısı sunmasıdır. Kitabın ve sünnetin teşrii maksatlarını en geniş
bir şekilde beyan eder. İnsanın hem zaruri hem de onların tamamlayıcısı durumunda
olan tekmili ihtiyaçlarını en ince şekilde ele alır. Şer’i delillerle insan hayatın
birbiriyle olan ilişkisini en esaslı tarzda belirler. Her meseleyi son derecede hür
şekilde muhakeme edip, mütalaa edenlere yalnız akıl çerçevesiyle sınırlı hür bir
bakış açısı sunar. Bu anlamda insanı mezhep kalıplarının üzerinde bir görü ve
metodik bir çerçeveye oturtur. Muvakat’ın bir başka özelliği ise kaynakların
kullanımı konusundaki titizliktir. Zira eserde çok sayıda hadis kullanılmasına karşın,
neredeyse tamamı dokuz temel hadis kitabında yer almaktadır.154
152
Kasımi, Mukaddime, s. 25-26, 53-55, 57-59, 61-63, 79-80, 97, 101, 105-107, 109-110, 113-117,
121, 124, 127, 133, 13-139, 141, 143, 145-146, 147-152, 153-156, 157-161, 163, 193-195,
153
Musa, Carullah, “el-Muvafakat Neşrine Ait Bir-İki Söz”, el-Muvafakat (İslam İlimleri
Metodolojisi), çev. M. Erdoğan, İstanbul 1990, I/xxiii.
154
Mehmet, Erdoğan, “Mütercimin Önsözü”, el-Muvafakat, çev. M. Erdoğan, İstanbul 1990, I/xii
50
Muvafakat’ta ifadesini bulan Şatibi’nin metodolojisi, Kasımi’yi hem hayata
bakışı açısından hem de telifleri açısından etkilemiş gözükmektedir. Şatıbi’nin insanı
merkeze alan yaklaşımı, Kasımi’nin ıslahçı görüşleri hatırlandığında tanıdık
gelmektedir.
Yine
onun
akıl-nakil
ve
Kur’an-Sünnet
ilişkisine
dair
değerlendirmelerinin, Kasımi’yi oldukça etkilediği görülmektedir. Kaynaklara dönük
tutumunda ve yeri geldiğinde mezhepler üstü düşünme tarzında da benzerlik olduğu
dikkatlerden kaçmamaktadır.
Mukaddime’de Kasımi’nin atıfta bulunduğu ve görüşlerine başvurduğu
kimselerden biri de İbn Teymiye’dir. Kasımi, “Selefin ayetlerin tefsiri konusunda
görüş ayrılıkları”, “Sebebi Nüzulün bilinmesi”, “Kuranda mecazın olup olmadığı”
gibi konularda ağırlıklı olarak onun görüşlerine yer vermektedir. Ondan yapılan
nakillerde eser isimlerine çoğu kez yer verilmediği görülmektedir.155 Tefsirin bütünü
göz önünde bulundurulduğunda İbn Teymiye’den etkilenmenin Mukaddime’de sınırlı
kaldığı kanaatine varılabilmektedir. İbn Teymiyye’nin Mukaddime fi Usuli’t-Tefsir156
adlı risalesine, eser ismini vermeden çok sayıda atıfta bulunulduğu ve uzunca
alıntılar yapıldığı anlaşılmaktadır.157 Mukaddime’de İbn Teymiyye’nin Kitabu’lİman adlı eserinin ismi verilmekte ve bundan da alıntılar yapılmaktadır.158
“Sebebi Nüzulü Bilme”, “Nasih-Mensuh”, “Kuranı Kerimin üslubu ve bunun
eşsizliği” konularında ise Fevzu’l-Kebir isimli eserin yazarı olan Şah Veliyyullah
155
156
Kasımi, Mukaddime, s. 18, 19, 23-24, 25,
Eserin ilk baskısının, Suriye’deki ıslahçılığın eğitim ayağını yürütmüş olan ve Kasımi’nin
yakından tanıdığı Tahir el-Cezairi tarafından yapılmış olması, Kasımi’nin bu esere yakından aşina
olduğunu göstermektedir. Bkz. İbn Teymiyye, Takiyyüddin Ahmed b. Abdülhalim, Mukaddime fi
Usuli’t-Tefsir, nşr. Adnan Zarzur, Beyrut 1971.
157
Örneğin, “İbn Teymiyye der ki: İnsanlar içerisinde tefsiri en iyi bilenlerin, İbn Abbas’ın öğrencileri
olan, Mücahid, Ata b. Ebi Rebah, İbn Abbas’ın kölesi olan İkrime, Said b. Cübeyr, Tavus vb. Mekkeli
tabiilerdir…” şeklinde Mukaddime’de yer alan söz doğrudan İbn Teymiyye’nin Usul’ünden
nakledilmiş bir sözdür. Krş. Kasımi, Mukaddime, s. 18; İbn Teymiyye, Mukaddime fi Usuli’t-Tefsir, s.
61. Yine Seleften gelen farklı görüşler konusunda İbn Teymiye’nin Usulü’nden uzunca bir alıntıda
bulunur. Krş. Kasımi, Mukaddime, 19-20; İbn Teymiyye, Mukaddime fi Usuli’t-Tefsir, s. 35-37.
158
Kitabu’l-İman’dan 21 sayfa gibi oldukça uzun bir alıntı yapıldığı görülmektedir. Bkz. Kasımi,
Mukaddime, s. 197-218, 225-227.
51
Dihlevi’den alıntılarda bulunulmaktadır.159 “Kıraat farklılıkları” konusunda temel
referans kaynağı ise İbnu’l-Cezeri ve onun en-Neşr fi’l-Kıraati’l-Aşr isimli iki ciltlik
eseridir.160 Yine kıraat farklılıkları konusunda atıfta bulunulan bir başka eser de
Endülüslü
kıraat
161
Seb’a’sıdır.
alimi
olan
ed-Dani’nin
Cami’u’l-Beyan
fi’l-Kıra’ati’s-
“Tefsirin şekilleri ve dereceleri meselesini” ise Muhammed Abduh’un
tefsir mukaddimesinden yaptığı nakillerle açıklamaktadır.162 Yapılan nakiller sınırlı
olmakla birlikte, Mukaddime’de atıfta bulunulan diğer bazı tefsir usulü eserleri de
vardır. Bunlar arasında Zerkeşi’nin Burhan’ını163, Celaleddin Suyuti’nin İtkan’ını164,
Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam’ın Fedailü’l-Kuran’ını165, Oniki imamiyye şiası
alimlerinden Seyyid Tabatabai’nin Mefatihu’l-Usul fi Ilmi’l-Usul’ünü166 saymak
mümkündür. Her ne kadar eserini ismini vermese de Ebu Hayyan el-Endelusi’ye
atıfta bulunduğu görülmektedir.167 Ama bu atıf’ın onun, nahvi ve edebi bir tefsir olan
Bahru’l-Muhit’ine mi, yoksa tefsir ilminin konularından olan “Garibu’l-Kuran’ı” ele
aldığı Tuhfetü’l-Erib bima fi’l-Kur’an mine’l-Garib adlı eserine mi yapıldığı tespit
edilememektedir.
159
Kasımi, Mukaddime, s. 27-28, 37-38, 234-245, 253-254,
160
Kasımi, Mukaddime, s. 35, 248-249, 256, 257-259, 260-261.
161
Kasımi, Mukaddime, s. 247-248, 254.
162
Kasımi’nin Abduh’tan yaptığı bu uzun alıntıda tefsir çeşitleri ele alınmaktadır. Sekiz çeşit tefsirin
sayılmasının akabinde Abduh’un şu sözleri, aslında Kasımi’nin Mehasinu’t-Te’vil’ini anlamada bize
önemli ipuçları vermektedir: “ Gerçek şu ki, şu sayılan tefsir yollarından sadece birine önem vermek,
çoğunu ilahi kitabın maksadından çıkarıyor, gerçek manayı unutturan birtakım görüşlere götürüyor.
Bunun için, tefsir bizim daha önce zikrettiğimiz gibi, insanları dünya ve ahiret hayatlarında saadete
götürecek din olması sebebiyle kitabın anlaşılmasıdır…. Zamanımızdaki bazı insanlar Kur’anı
yeniden tefsire ve incelemeye gerek yok, çünkü geçmiş imamlarımız Kitap ve Sünnete bakıp
hükümleri onlardan çıkardılar, bize düşen görev onların kitaplarına bakmak, onlarla yetinmektir,
derler…” Kasımi, Mukaddime, s. 275-282.
163
Kasımi, Mukaddime, s. 13, 255-256
164
Kasımi, Mukaddime, s. 36, 39, 245, 247
165
Ebu Ubeyd’den “şaz ve müdrec kıraat” konusunda alıntı yapılmaktadır. Bkz. Kasımi, Mukaddime,
s. 35.
166
Kasımi, bu şii alimin görüşlerine “Kıraatların mütevatir olup olmaması” şeklindeki başlık altında
başvurmaktadır. Bkz. Kasımi, Mukaddime, s. 262-263.
167
Kasımi, Mukaddime, s. 13.
52
Mukaddime’de usul kitaplarının yanı sıra bazı tefsir kitaplarından da
bahsedildiği ve yeri geldiğinde nakiller yapıldığı görülmektedir. Zikri geçen tefsirler
arasında, İbn Cerir et-Taberi’nin Camiu’l-Beyan’ını168, İbn Atıyye’nin elMuharrerü’l-Veciz fi Tefsiri’l-Kitabi’l-Aziz’ini169, Salebi’nin Tefsir’ini170, Bikai’nin
el-Münasebat’ını171, İbn Kesir’in Tefsir’ini172, Razi’nin Tefsiru Kebir’ini173 saymak
mümkündür. Maverdi’den nakillerde bulunulduğu görülmektedir.174 Her ne kadar
eser ismi verilmese de, bu naklin onun Tefsiru’l-Kur’an (en-Nüket ve’l-Uyun) adlı
eserden yapıldığı anlaşılmaktadır. Kasımi, mutezili müfessirlerden Ebu Müslim
Muhammed b. Bahr el-Isfahani’ye atıfta bulunmaktadır.175 Eser ismi vermese de
atıfın nasih ve mensuh konusunda yapılmış olması, bu eserin, en-Nasih ve’l-Mensuh
168
Kasımi, Mukaddime, s. 247, 250-251,
169
Eser 16 ve 14 cilt halinde birkaç kez neşredilmiştir. Tefsirin başında İbn Atıyye tarafından yazılmış
müstakil bir mukaddimeye yer verilmiş olması, Mehasinu’t-Te’vil’le benzeşen bir durum arz
etmektedir. Ne var ki, Kasımi, eseri selefin sözlerinin yanı sıra mukakkikun başlığı altında gereksiz ve
mesnetsiz açıklamalar veriyor olması dolayısıyla eleştirmektedir. Bkz. Kasımi, Mukaddime, s. 22.
170
Kasımi, israiliyat türü ve zayıf pek çok rivayete tefsirinde yer verdiği için müfessirlerce sürekli
eleştirilen Salebi’ye haksızlık yapıldığını, onun rivayetleri hadis imamlarına isnat ederek kitabına
aldığını ve bunda ne suçu olabileceğini söyler. Hatta İbn Hallikan’dan onun hayatı ile ilgili kısmı
cahillere tanıtmak arzusuyla zikreder. Bkz. Kasımi, Mukaddime, s. 38. Aslında onun bu yaklaşımı,
çokça etkilendiği İbn Teymiyye’nin tutumuna da terstir. Zira İbn Teymiyye de Salebi’yi sahih, zayıf
ve uydurma demeden ne bulduysa tefsire koyduğu gerekçesiyle eleştiri ve hatta onu cehaletin
hamallığını yapmakla suçlar. Bkz. İbn Teymiyye, Mukaddime, s. 76.
171
Kasımi, İmam Heytemi’nin Fetevayı Hadisiyye’sini kaynak göstererek Şeyhülislam Kadı
Zekeriyya’nın bu tefsirle ilgili olarak “bir benzeri yazılmadı, altın suyu ile yazılmaya layık” dediğini
kaydetmektedir. Aslında onun Bikai’nin tefsirine dönük bu değerlendirme biçimi bizi ondan
etkilendiği sonucuna götürmektedir. Bunu tefsirinde de görmek mümkündür. Zira Bikai’nin tefsiri,
Kur’an’ın Kur’an’la tefsirinin en güzel örneklerinden biridir. Kasımi’nin ise ayetlerin tefsirinde temel
hareket noktasının yine diğer kuran ayetleri oluşu, bu etkileşimin somut bir örneği olarak görülebilir.
Bkz. Kasımi, Mukaddime, s. 41.
172
Kasımi, tefsirin bütününde İbn Kesir çok fazla atıfta bulunmasına karşın, mukaddimede İbn
Kesir’in mukaddimesinden yaptığı bir alıntı dışında ona çok fazla müracaat etmez. Bkz. Kasımi,
Mukaddime, s. 40.
173
Kasımi, Mukaddime, s. 265.
174
Kasımi, Mukaddime, s. 13.
175
Kasımi, Mukaddime, s. 29.
53
adlı eser olması ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Zemahşeri’nin Keşşaf176’ı da atıfta
bulunulan bir başka mutezili tefsirdir.
Tefsirle ilgili eserler dışında temel hadis kitaplarının yanı sıra İbn Haldun’un
İber’i177, Muhammed b. Murtaza el-Yemani’nin İsaru’l-Hakk ale’l-Halk’ı178, Ebu’lAbbas Ahmed b. Zarrruk’un Kavaidu’t-Tasavvuf’u179, İbn Hazm’ın el-Fasl fi’l-Milel
ve’n-Nihal’i180, Maverdi’nin A’lamü’n-Nübüvve’si, Nevevi’nin Şerhu’l-Mühezzeb’i,
İzzüddin b. Abdisselam’ın el-İşare ile’l-İ’caz bi ba’dı Enva’i’l-Mecaz’ı181,
Gazali’nin İlcamu’l-Avam an ilmi’l-Kelam’ı182 ve İbn Kayyım el-Cevziyye’nin
Tariku’l-Hicreteyn’i183 gibi pek çok esere atıfta bulunulduğu ve yer yer alıntı
yapıldığı görülmektedir.
Netice itibariyle, Kasımi’nin Mehasinu’t-Te’vil’inin mukaddimesi için şunlar
söylenebilir: Mukaddime, özgün bir tefsir usulü ortaya koymamakta, alıntılarla
bilinen şeyler tekrarlanmaktadır. Kasımi’nin görüşlerine yalnızca başlıklarda
rastlanabilmektedir. Onun Abduh’tan yaptığı nakli göz önünde bulundurduğumuzda,
her biri tefsir şekillerinden bir veya bir kaçını merkeze alarak yazılmış olan klasik
tefsir kitaplarının, bütüncül bir bakış açısıyla yeniden ele alınması hem
mukaddime’nin hem de tefsirinin genel çerçevesini oluşturmaktadır. Mukaddimenin
başında Kasımi’nin eski tefsirlerin büyük bir kısmını okuduğu ve kendi tetkikleriyle
bunların güzel olan yönlerini birleştirdiği şeklindeki beyanatı, bu tespiti
desteklemektedir.
176
177
Kasımi, Mukaddime, s. 254.
Kasımi, İbn Haldun’un bu eserinde Kuran ilimleri konusunda geniş bir alıntıda bulunur. İbn
Haldun, burada rivayet tefsirleri hakkında bilgi vermekte ve tefsirin seyrinin epeyce bir süre bu
şekilde süregeldiğini dile getirmektedir. Ona göre İbn Atıyye’nin tefsiri, bu bakımdan önemlidir. Zira
o tefsirlerin hepsinin, en sahih olanları araştırılarak özetlenme suretiyle oluşturulmuş bir tefsirdir. Bkz.
Kasımi, Mukaddime, s. 14-15.
178
Kasımi, ihtilaf halinde tefsirin sahihini, en sahihini bilme hususundaki kaide başlığı altında bu
eserden iki sayfalık bir nakilde bulunur. Bkz. Kasımi, Mukaddime, s. 17-18.
179
Kasımi, Mukaddime, s. 37.
180
Kasımi, Mukaddime, s. 41.
181
Kasımi, Mukaddime, s. 227-228.
182
Kasımi, Mukaddime, s. 289
183
Kasımi, Mukaddime, s. 292-293.
54
Mehasinu’t-Te’vil’in Tefsir Kısmının Kaynakları: Kasımi tefsirinde
tefsirle ilgili genel ve özel bir çok hükmü tartışmış ve usul, tefsir ve diğer ilimlere
dair pek çok konuda da meşhur alimlerin görüşlerine yer vermiştir. Ona göre bir
tefsirin temel olarak dayanması gereken dört temel kaynak vardır:184
— Bunlardan birincisi, Hz. Peygamber’den gelen rivayetlerdir. Fakat bu
noktada dikkat edilmesi gereken temel husus, zayıf ve uydurma hadislerden
sakınılmasıdır.
— İkincisi, sahabeye ait sözlerdir. Zira sahabe tefsiri alimlere göre Hz.
Peygamber’e ulaşan tefsir hükmündedir.
— Üçüncüsü, tefsirde dile başvurmaktır. Çünkü Kur’an arap dili üzere nazil
olmuş ve bu dilin tüm yönleriyle somutlaştığı bir kitaptır.
— Dördüncüsü ise, kelamın manası ve dinin kavramları gereğince yapılan
yorumlardır.
Kasımi’nin bir tefsirde nelerin olması gerektiği konusunda ortaya koyduğu bu
dört çerçeveye Mehasinu’t-Te’vil’de büyük ölçüde sadık kaldığı görülmektedir.
Kasımi kaynak kullanımı konusundaki titizliği ile dikkati çekmektedir. Bunu en
somut olarak hadislerde görmek mümkündür. Onun Mehasin’de yer verdiği
hadislerin büyük çoğunluğu sahih türden rivayetlerdir ve güvenilir hadis
kaynaklarından alıntılanmışlardır. Bu bağlamda Kasımi tarafından kullanılan hadis
kaynakları arasında Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai ve Ahmed b. Hanbel
gibi güvenilir hadis kaynaklarının yer aldığı görülmektedir. Kasımi’nin israiliyat türü
bilgilere yer vermemiş ve bunlarla ilgili olarak da önceki müfessirlere kimi eleştiriler
yöneltmesi de yine bu titizlikle birlikte düşünülmesi gereken bir husustur. Bundan
dolayı kimi araştırmacılar Mehasin’i kıssa veya israliyat ile tefsir metodunun
benimsendiği tefsirlere karşı bir reddiye olarak görmüşlerdir.185
Kasımi, yaptığı alıntıların hakkını vermekte ve nereden aldığını büyük bir
dürüstlükle mutlaka belirtmektedir. Ancak bu durum genellikle dini konularda
184
Kasımi, Mukaddime, s. 11-13.
185
H’mida, Ennaifer, Les Commentaires Coraniques Contemporains: Analyse de leur Methodologie,
Roma 1998, s. 39-40.
55
yapılan alıntılar için geçerlidir. Zira tefsirinde kimi ayetlerin tefsiri sırasında tıp,
astronomi, ziraat gibi bilim dallarından yaptığı nakillerde kaynak belirtmemiş olması
dikkat çekicidir. Bu şekildeki alıntılarda daha çok anonim olarak görüşleri serd
etmektedir.
Mehasin’in büyüklüğü, müellifinin kendinden önceki tefsirlere son derece
vakıf oluşu ve bunu yerli yerince tefsirine yansıtmış olmasından ileri gelir. Gerçekten
de Kasımi, tefsirinde çok sayıda müfessirin görüşlerine yer vermiş, onlardan
alıntılarda bulunmuş, bazen görüşlerini tamamlamış, bazen de küçük eleştirilerde
bulunmuştur. Kullandığı tefsirler belli belli bir geleneğin ürünü olmaktan çok, geniş
bir yelpaze niteliği taşımaktadır. Kimilerine çok sayıda atıf bulunmaktayken,
kimilerinde ise birkaç alıntıyla yetinilmiştir.
Kasımi ve tefsiri ile ilgili olarak yapılan değerlendirmelerin yüzeysel
olduğunu burada belirtmemiz gerekir. Araştırmacılar gerçekten tefsiri birebir kontrol
ederek kullandığı tefsirleri tespit etmekten çok, bu konuda genel değerlendirmelerle
yetinmişlerdir. Örneğin Menahicu’l-Müfessirin isimli eserin yazarına göre en çok
kullandığı tefsir İbn Kesir’dir. Hatta bu yüzden İbn Kesir’in tefsirine bile
benzetilebileceğini ileri sürmüştür.186 Mehasin bütünlüğüne incelendiğinde bu türden
genellemelerin doğru olmadığı görülür. Zira o çok farklı geleneklere mensup pek çok
müfessirin
eserine
Mehasin’de
yer vermiştir.
Bunlardan
herhangi birinin
kullanımının diğerlerine göre fazla oluşunun, Mehasin’i de aynı çerçevede
değerlendirmeyi gerektirmeyeceğini özellikle belirtmek gerekir. İbn Kesir’in
gerçekten de çok fazla kullanıldığı kesindir; ancak en az onun kadar kullanılan ve
görüşlerine başvurulan müfessirler arasında Razi, Zemahşeri ve Bikai gibi İbn
Kesir’in içinde bulunduğu rivayet geleneğinin dışında farklı isimler de yer
almaktadır.
Tespit edebildiğimiz kadarıyla Kasımi’nin Mehasin’de en çok atıfta veya
alıntıda bulunduğu tefsirler, Zemahşeri’nin Keşşaf’ı, İbn Kesir’in Tefsiru’l-Kur’ani’lAzim’i, Razi’nin Tefsiru’l-Kebir’i, Taberi’nin Camiu’l-Beyan’ı, Ebussuud Efendi’nin
İrşadu Akli’s-Selim’i ve Bikai’nin tefsiridir. Kasımi’nin alıntıda bulunduğu diğer
186
Mahmud, Menahicu’l-Müfessirin, s. 302.
56
müfessirler arasında İbn Atıyye, Kurtubi187, Ebu Müslim Isbehani, Mühayimi,
Suyuti, Sıddık Hasan Han, Salebi, Sealibi, Beyzavi, Hazin, Semerkandi gibi isimleri
saymak mümkündür. Onun Ebu Mansur el-Maturidi’den de alıntı yapmış olması
dikkat çekicidir.188 Metot olarak etkilense de Muhammed Abduh’tan yaptığı alıntılar
ise sınırlıdır. Bu alıntıları Muhammed Abduh189, Mısır Müftüsü190 ve Mısır
Hakimi191 şeklinde üç isim altında yaptığını belirtmemiz gerekir.
Tefsir kaynakları dışında çok sayıda eserin Mehasin’de kullanıldığı
görülmektedir. Bunlar arasında İbn Kayyım el-Cevziyye’nin ve İbn Teymiyye’nin
eserleri dikkati çeker. İbn Kayyım’ın onun üzerinde eserini kullandığı tespit
edilebilmektedir.192 İbn Teymiyye’nin ise çoğu kez eser ismini vermeden doğrudan
şahsına atıfta bulunmakta, ancak uzunca bir alıntı söz konusu olduğu zaman ise eser
ismini verdiği görülmektedir.193 Bunlar dışında, İbn İshak, Gazali, Ragıp el-Isfahani,
İbn Hacer, Harrali, İbn Hazm, Kaşani, Bakıllani, Cürcani, Cevheri, Şevkani, İbnü’lMurtaza, Kaşani vb. isimler Kasımi’nin eserlerinden alıntıda bulunduğu veya
görüşlerine başvurduğu kişiler arasında yer almaktadır.
Kasımi’nin Ehl-i Kitab’ı konu edinen ayetlerin tefsiri sırasında sık sık İncil
veya Tevrat’a atıfta bulunmasından, bu eserleri iyice tetkik ettiğini anlamaktayız.
Örneğin orucun, İslam’dan önce de var olan önemli bir ibadet olduğunu
temellendirebilmek amacıyla Tevrat’tan bölüm isimlerini, ayet ve sayfa numaralarını
187
Kasımi’nin İbn Atıyye ve Kurtubi’den yaptığı alıntılara dair küçük bir karşılaştırma için çalışmaya
bakılabilir: el-Müşeyni, Mustafa İbrahim, Medresetü’t-Tefsir fi’l-Endelüs, Beyrut 1987, s. 868.
188
Ali İmran Suresi 35. ayetle ilgili olarak yaptığı alıntı için bkz. Mehasinu’t-Te’vil, IV/832; Nisa
Suresi 94. ayetteki bir başka alıntı için bkz. Mehasinu’t-Te’vil, V/ s. 1480.
189
Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 5-25.
190
Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 98.
191
Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 173, III/ s. 383.
192
Bunlar arasında en dikkat çekenleri, Tariku’l-Hicreteyn, İctimau’l-Cüyuşi’l-İslamiyye, el-
Kafiyetü’ş-Şafiyye, Zadü’l-Mead, Bedaiu’l-Fevaid, Şerhu’l-Menazil ve İlamü’l-Muvakkiin iken, en
çok atıfta bulunulanı ise Zadü’l-Mead’dır.
193
er-Redd ala’l-Mantıkiyyin, el-Kaidetü’t-Tedmüriyye, es-Siyasetü’ş-Şeriyye, Cevabu Ehli’l-İman, el-
Akidetu’l-Vasitıyye, Ref’u’l-Melam an’il-Eimmeti’l-A’lam, el-Furkan beyne’l-Hakk ve’l-Batıl isimli
eserler ismini verdiği eserler arasında dikkat çekenlerdir.
57
vererek ona yakın nakilde bulunur.194 Yine İsa’nın göğe yükseltilmesi ile ilgili Nisa
Suresi 158. ayetin tefsirinde ayet numaralarını vermek suretiyle Luka incilinden
yirmi iki sayfalık uzun bir alıntıda bulunur.195
Kasımi’nin bazen isim vermeden kimi müelliflerin görüşlerine başvurduğu
anlaşılmaktadır.
edebilmişlerdir.
196
Kimi
araştırmacılar
bunu
karşılaştırmalı
olarak
tespit
Ancak bu durumun Kasımi’nin genel mantığı olmadığı ve onun
yaptığı alıntılarda genellikle yazar ve eser ismine yer verdiği ifade edilmek
durumundadır. Bu durumu bazen Mutezili alimlerin görüşlerinin nakledilmesi
örneğinde de bulmak mümkündür. Örneğin Kadı Abdülcebbar’ın bir görüşünü
Razi’den naklen vermektedir.197 Bazen ise alıntıda bulunduğu eseri hiç ifade etmese
de bunun yine bir başka eserden nakledildiği anlaşılabilmektedir.198
2.1.5. Mehasinu’t-Te’vil’in tefsir tarihindeki yeri
Mehasinu’t-Te’vil, Kasımi’nin göz bebeği niteliğinde bir eseridir ve yaklaşık
olarak ömrünün yarısını bu eserin telifine vermiştir. O bunu yaparken pek çok
konuyu birebir tahkik etmiş ve bu incelemelerinin en güzel ve değerli olanlarını
tefsirine koymuştur. Eski tefsirleri büyük bir sabır ve dikkatle okumuş, analiz etmiş
ve bunların öne çıkan güzel yönlerini tefsirinde yansıtmıştır. Bunu yaparken de eski
tefsirlerin içine düştüğü kimi hatalardan ve yanlışlıklardan uzak durmaya özen
göstermiştir. Mahmud, bu gerçeği şu şu şekilde ifade etmektedir: “Eğer Kur’an’ı
bütün yönleriyle tefsir eden, tek bir hurafe, hikaye ve israiliyat içermeyen (ki çoğu
194
Mehasinu’t-Te’vil, III/ s. 416-418
195
Mehasinu’t-Te’vil, V/ s. 1639-1662.
196
Bu konuda Müşeyni’nin tespitleri dikkat çekicidir. Ona göre Kasımi, İbnu’l-Arabi’nin adını
doğrudan vermemesine karşın, Maliki görüşlere atıfta bulunurken ondan alıntılarda bulunduğu, bazı
ifade veya ibarelerin açıklanmasında da ondan etkilendiği görülmektedir. Bkz. Müşeyni, 868.
197
Mehasinu’t-Te’vil, III/ s. 359.
198
Örneğin Ali İmran Suresi 161. ayetin tefsirinde meşhur Mutezililerden Ebu’l-Kasım el-Kabi’den
bir alıntı yapar. Ancak Kabi’nin tefsiri bize ulaşmış değildir. Bu durumda bunun Razi, Zemahşeri
veya Ebu Müslüm el-Isbehani gibi başka birisinden olduğu muhakkaktır. Bkz. IV/ s. 1026.
58
tefsir kitabı bunlarla doludur) bir tefsir okunmak istenirse, Kasımi’nin tefsiri bunun
için ilk akla gelen tefsirdir.199
Kasımi’nin diğer tefsirlerle kıyaslandığında en özgün yönlerinden birisi
Tefsiri usulü niteliği taşıyan ve bir müfessirin Kur’an tefsirinde dikkat etmesi
gereken temel hususların işlendiği oldukça hacimli bir mukaddimeye yer vermiş
olmasıdır. Her ne kadar söz konusu mukaddimede Kasımi’nin görüşlerine çok az
rastlanıyor ve büyük bir çoğunluğu alıntılardan oluşuyorsa da sonuçta bu bilgileri bir
araya getirenin Kasımi olması, mukaddimeye müstakil bir konum kazandırmaya
yeterdir.200 Öte yandan bu mukaddimenin oluşturulmasında Kasımi’nin Menar
tefsirininin mukaddimesinde yer alan bilgilerden epeyce etkilendiği de ileri
sürülmektedir.201
Kasımi’nin tefsiri ile ilgili olarak çok sayıda değerlendirme yapılmıştır.
Ancak bu değerlendirmelerin homojen bir hüviyet arz etmediği görülmektedir. Kimi
araştırmacılar onun tefsirini bir rivayet tefsiri olarak görürken202, kimileri ıslahçı
tefsir geleneği içerisinde değerlendirmişler203, bazıları da ilmi tefsir geleneği ile
ilişkilendirmeye çalışmışlardır.204 Bütün bu değerlendirmelerin doğruluk payı
olmakla birlikte, tam olarak gerçeği yansıtmadığını söylemek durumunundayız. Zira
İkinci bölümün son kısmında da ayrıntılı olarak ele alınacağı gibi Kasımi’nin tefsiri
birden fazla tefsir geleneğinin özelliklerini kendinde toplamaktadır. Bu anlamda
onun eserini ıslahçı bir gaye doğrultusunda yazılmış, metot olarak selefin ve ıslahçı
düşünürlerin harmanlandığı bir tefsir olarak görmek mümkündür.
199
Mahmud, Menahicu’l-Müfessirin, s. 297
200
Muhammed Behcet, el-Baytar, “et-Tarif ve’n-Nakd”, Mecelletu’l-Mecmaa el-Ilmi el-Arabi (1958),
c. XXIII, sayı: 4, s. 657-660.
201
Ayazi, el-Müfessirun, s. 618.
202
Malih, “Allame Cemalüddin”, 27. Malih’e göre Kasımi Mehasin de selefin metodunu kullanmıştır.
Bu bakımdan bir rivayet tefsiri görünümündedir. Kur’an’ı kuranla tefsir ettiği gibi, kimi zaman sahih
hadislerle, sahabe, tabiin ve farklı mezhep imamlarının sözlerine başvurmuştur.
203
H’mida, Ennaifer, Mehasin’de Muhammed Abduh’un ve tefsirinin etkisi fazla olduğunu, özellikle
tefsir metodunun şekillenmesinde ondan etkilendiğini belirtmektedir. Hatta bu konuda, Kasımi’nin
İbn Teymiye ve Muhammed Abduh’un tefsir metonunu birleştirdiğinin ve tefsirini buna göre kaleme
aldığının söylenebileceğini kaydeder. Bkz. Les Commentaires Coraniques Contemporains, s. 39-40.
204
Abdulmecid, Abdüsselam, el-Muhtesib, İtticahatu’t-Tefsir fi’l-Asri’r-Rahin, yrz. 1983, s. 267.
59
2.2. Kur’an İlimleri Bakımından Mehasinü’t-Te’vil
Kur’an ilimleri, konusu her yönüyle Kur’an-ı Kerim olan, Kur’an’la ilgili
veya Kur’an’ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan, Kur’an’ın en doğru şekilde
anlaşılmasına yardımcı olmayı gaye edinen bir bilgi alanıdır.205 Bu bilgi alanı, ilk
defa Zerkeşi tarafından sistematize edilerek ele alınmış olsa da206, erken dönemden
itibaren belli başlıklar altında adına Kuran İlimleri denilmeksizin incelene gelmiştir.
Kur’an ilimleri Kur’an’ın vahyi, nüzulü, yazımı, okunması, tertibi, toplanması,
çoğaltılması, hattı, kıratı, tefsiri, icazı, nasih ve mensuhu, irabı, ayet ve surelerinin
birbiriyle ilgisi, muhkem ve müteşabihi gibi pek çok konuyu kapsamaktadır.207 Biz
Kur’an ilimlerinden en önemlilerini merkeze alarak, Mehasinu’t-Te’vil’i inceleyecek
ve Kasımi’nin tefsirini bu yönden analiz edeceğiz.
2.2.1. Sebeb-i nüzul
Kur’ân ilimlerinden biri sebeb-i nüzuldur. Nüzul ortamında meydana gelen
bir hadise veya Hz. Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde bir
veya daha fazla ayetin hükmünü açıklamak üzere inmesine sebep olan ve vahyin
nazil olduğu ortamı gözler önüne seren hadiseye sebeb-i nüzûl denir.208 Esbâb-ı
Nüzûl, gerçekliği, insanın fıtratı ile idrak etmesi, anlaması; diğer insanların da bu
gerçekliği kabul etmesi onaylaması demektir209.
Her ayet için bir nüzul sebebi bahis konusu değildir. Bazılarının açık nüzul
sebebi olduğu gibi bir kısmının da olmayabilir. Nüzul sebebi olmayan ayetler ihtiva
ettikleri manayı anlatmak için inmiş olabilirler. İbn Dakîk el-Îd, “sebeb-i nüzulün
beyanı Kur’ân’ın manasını anlamaya kuvvetli bir yoldur” demektedir210. Tefsir
alanında sahabenin en meşhurlarından olan Abdullah ibn-i Mesûd, “Allah’a yemin
205
A. Nedim, Serinsu, Kur’an’ın Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzul’ün Rolü, İstanbul 1994, s. 54.
206
Muhsin, Demirci, Tefsir Usulü, İstanbul 2003, s. 140.
207
Abdülhamid, Birışık, “Kur’an: Kur’an İlimleri”, TDVİA, XXVI/ s. 401.
208
Serinsu, a. g. e. , s.68; Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usulü, Ankara 1995, s. 115.
209
Abdulfettah, el-Kâdî, Esbâb-ı Nüzûl, Çev. Salih Akdemir, Ankara 1986, I; Hasen Hanefî, “Esbâb-ı
Nüzûlün Anlamı Nedir?”, çev. A. N. Serinsu, AÜİFD, XXXVIII, 1998, s. 229.
210
Celaleddin Abdurrahman b. Ebîbekr, Suyuti, el-Itkân, Mısır 1978, I/ s. 35.
60
ederim ki, kitapta nazil olan ayetlerin kim için ve nerede nazil olduklarını en iyi
bilirim”211 şeklindeki sözleriyle, Kur’ân’ı iyi anlayabilmek için nüzul sebeplerini
bilmenin gerekliliğine işaret etmektedir.
Esbab-ı Nüzul bilgisi, Kur’an-ı Kerim’in nüzul ortamının asli bir unsurudur.
Bu bakımdan islamın başlangıcından beri
bilinen, bilinmesi istenen ve islami
ilimlerin birçok alanında alimlerce önemle üzerinde durulan bir vakıa olagelmiştir.
Çünkü
esbab-ı
nüzul,
212
değerlendirilmiştir.
Kur’an’ın
anlaşılmasında
gerekli
bir
bilgi
olarak
Kur’an ilimleri içerisinde Sebeb-i Nüzul’ün ayrı bir yeri
vardır. Zira bu ilimler içerisinde belki de en eskisi olarak değerlendirilebilecek olanı
Sebeb-i Nüzul’dur. Vahyin ilk tanıkları olan ve ayetlerin iniş sebeplerinin yeri
geldiğinde doğrudan muhatabı olan Sahabe için Sebeb-i Nüzul, neredeyse Kur’an
Tefsiri ile özdeş bir şeydi. Aynı tavır tabiun ve tebeü’t-tabiin döneminde de devam
etmiş ve pek çok alim Kur’an tefsiri konusunda sebeb-i nüzul ve kimi ayetlerin
tefsirini içeren rivayetlerle yetinmişlerdir.213 Bu bakımdan bu bilgi alanı, diğer
Kur’an ilimleriyle kıyaslandığında oldukça erken bir tarihte kayda geçirilmiş ve
günümüze kadar gelebilmiştir.
Kasımi, sebeb-i nüzüle eski müfessirler gibi aşırı bir anlam ve fonksiyon
yükleyen bir görüntü ortaya koymamaktadır. Zaman zaman sebeb-i nüzul
rivayetlerine yer vermekle birlikte, her ayetin sebeb-i nüzülünün açıklanması gibi bir
endişeyi tefsiri boyunca taşımadığı görülmektedir. Klasik tefsir kaynaklarının sebeb-i
nüzul bağlamında sıklıkla kullandıkları bir kaynak olan Vahidi’ye Mehasinu’tTe’vil’de çok fazla rastlanmıyor olması da bu hususu desteklemektedir. Aslında bu
tesadüf de değildir; zira Abduh ve Reşid Rıza gibi diğer ıslahçılarda da buna benzer
bir tavır söz konusudur. Bu yaklaşıma göre Kuran bir bütündür ve sebeb-i nüzula
ilişkin rivayetleri tefsirlerine alan müfessirler, Allah’ın birleştirdiği kelamı
parçalamakta,
ayetleri
birbirinden
çözerek
Kur’an’ı
bölük
pörçük
hale
getirmektedirler. Dahası tıpkı bir konu etrafındaki ayetlerden oluşan bir bölümün her
bir ayetine müstakil iniş sebepleri sağladıkları gibi, bir tek ayeti dahi cümleler
211
212
Suyûti, a.g.e, I, s. 131.
A. Nedim, Serinsu, “Kur’an-ı Kerim’in Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzul’e Yeni Bir Yaklaşım”,
Bilgi Vakfı I. Kur’an Sempozyumu, Ankara 1994, s. 189.
213
Süleyman b. Abdilkaviy, et-Tufi, el-İksir fi Ilmi’t-Tefsir, Kahire 1977, s. 25.
61
halinde parçalayarak, her biri cümleye birbirinden bağımsız iniş sebepleri
üretmektedirler.214
Öte yandan Kasımi’nin sebeb-i nüzul rivayetlerine tümüyle de karşı olmadığı
ve Kur’an bütünlüğü açısından problem teşkil etmediği sürece bunlara yer verdiği
görülmektedir. Ancak Kasımi, bu rivayetlerin içeriğinin iyi anlaşılması gerektiğini ve
kuru kuruya nakledilmesinin ayetlerin tefsiri açısından bir anlam taşımayacağını
ifade etmektedir. Aslında onun yapmak istediği Kur’an’ın bütünlüğünü göz ardı
etmeden rivayetlerin ne demek istediğini yakalayabilmektir. Nitekim Kasımi’nin
Zerkeşi’den yaptığı şu alıntıda bunun ipuçlarını görmek mümkündür: “Sahabe ve
tabiinden biri, “bu ayet şunun hakkında nazil oldu” dediği zaman bununla “ayet şu
hükmü içine alır” demek ister; “bu şey, o ayetin sebeb-i nüzulüdür” demek istemez.
Bu, ayetten o hükme istidlal cinsinden bir şeydir, hadiseyi nakil değildir.”215
Kasımi, Mehasinu’t-Te’vil’in başına koyduğu mukaddimede sebeb-i nüzul’e
yer verir. Her ne kadar sebeb-i nüzul’ün ne anlama geldiğini ve nasıl anlaşılması
gerektiği konusunda bir tanım ileri sürmese de, bu ilmin Kur’an’ın anlaşılmasındaki
önemini çeşitli örnekler vererek ve alıntılarda bulunarak açıklamaya çalışır. Bu
noktada İbn Teymiye’nin, Şatıbi’nin ve Şah Veliyyullah Dihlevi’nin görüşlerine
sıklıkla başvurur. Ona göre sahabe ve tabiinin çoğu kez “ayet şöyle şöyle nazil oldu”
demelerinin arkasında, ayete uygun olan şeyin tasvir edilmesi ve genel olarak ayetin
kapsadığı bazı olayların zikredilmesi yatmaktaydı. Bu olaylar bazen ayetten önce
veya sonra gerçekleşmiş olabileceği gibi, bazen de ayetin bütün kayıtlarını veya bir
kısmını kapsamaktaydı.216
Kasımi Mehasin’de ayetlerin tefsirinde yeri geldiğinde sebeb-i nüzule ilişkin
rivayetlere yer vermekte ve bunların ayetlerle olan ilişkisini ortaya koymaya
çalışmaktadır. Onun, ayetlerin sebeb-i nüzul’ünü vermede birkaç farklı yol izlediği
görülür.217 Ancak her ayette mutlaka sebeb-i nüzul rivayeti vermek gibi bir tutum
214
Muhammed Abduh’un aynı minvaldeki değerlendirmeleri için bkz. Menar, I/ s. 91, 201, 238
215
Kasımi, Mukaddime, s. 25
216
Kasımi, Mukaddime, s. 31.
217
Bu konuda Serpil Başar tarafından yapılmış olan yüksek lisans tezi çalışmasına bakılabilir.
Kasımi’nin Mehasinu’t-Te’vil Adlı Tefsirinde Esbab-ı Nüzul Sorunu, Y. Lisans Tezi, Dokuz Eylül
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir 2001, s. 11-55. Ancak yeri gelmişken belirtmek gerekir
62
içerisinde olmadığı belirtilmelidir. Nitekim yirmi altı surede sebeb-i nüzule hiçbir
şekilde değinilmediği tespit edilebilmektedir.218
Kasımi bazen bir surenin bütün ayetlerinin iniş sebebi tek ise veya surenin
isimlendirilmesinde sebeb-i nüzul rivayetlerinde belirtilen olayların etkisi olmuşsa bu
durumlarda
sebeb-i
nüzule
ayetlerin
tefsirine
geçmeden
sure
girişlerinde
değinmektedir. Bu tavra genellikle küçük surelerin tefsirinde sıklıkla rastlanır. İhlas
suresinin girişinde ayetlerin tefsirine geçmeden önce, surenin niçin indirildiği şu
rivayetle açıklandığı görülür:
“Ahmed’in İbn Ka’b’tan rivayetine göre Müşrikler Hz. Peygamber’e: “Ey
Muhammed! Bize Rabbinin soyunu göster” diyorlardı. Bunun üzerine Allah da bu
sureyi indirdi.”219
Kimi zamanda ayetlerin hemen ardından sebeb-nüzul olarak nitelemeksizin
ayetlerin iniş sebeplerine yer vermekte ve bunu çoğu kez tefsir metninin içine
yedirmektedir. Örneğin Enfal suresinin 9. ayetinin tefsirinde bu durumu görmek
mümkündür:
Kasımi “Hatırlayın ki, siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da, ben peş
peşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim, diyerek duanızı kabul buyurdu.”
ayetinde yer alan kelimelerin lügavi ve ıstılahi anlamlarına yer verdikten
hemen sonra doğrudan sebeb-i nüzulüne geçmekte ve şu rivayeti nakletmektedir:
“Müslim’in İbn Abbas’tan yaptığı rivayette Ömer b. el-Hattab şöyle
söylemiştir: Bedir günü geldiğinde Resulullah önce bin kişi olan müşriklere baktı
sonra da üç yüz on küsur kişiden oluşan ashabına baktı. Allah’ın Nebisi bunun
üzerine kıbleye yönelip ellerini uzatarak Rabbine şöyle seslendi: “Ey Allahım! Bana
ki, araştırmacı Mehasinu’t-Te’vil’in bir tahkikli neşir olduğunu fark etmemiş ve muhakkik
Muhammed Fuad Abdülbaki’nin dipnotlardaki ayet ve hadis tahriclerini tefsirin kendinden bir parça
olarak görmüştür. Bundan dolayı da Kasımi’nin Sebeb-i Nüzul’e ilişkin rivayetleri bazen dipnotlarda
verdiği yönünde değerlendirmede bulunmuş ve buna ayrı bir başlık ayırmıştır. Buna karşın çalışması,
Mehasinu’t-Te’vil’i sebeb-i nüzul bağlamında iyice tetkik ettiğini fazlasıyla göstermektedir. Bkz. a. g.
e. , s. 13-16.
218
Başar, Esbab-ı Nüzul Sorunu, s. 117.
219
Mehasinu’t-Te’vil, XVII/ s. 6294.
63
vaat ettiğini yerine getir, bana vaat ettiğin şeyi ver. Allah’ım! Eğer İslam ehli olan şu
topluluğu helak edecek olursan, yeryüzünde sana ibadet edilmez.” Ellerini uzatmış
şekilde Rabbine seslenişi o kadar sürdü ki, ridası omuzlarından düştü. Ebu Bekir
geldi, ridayı alıp onun omuzlarının üzerine koydu. Arkasından sarılarak ona şöyle
dedi: Ey Allah’ın Nebisi! Rabbine yalvardığın yeter. O mutlaka sana vaat ettiğini
yerine getirecektir. Bunun üzerine Allah da bu ayeti indirdi.”220
Mehasinu’t-Te’vil’de bazen de sebeb-i nüzule ilişkin rivayetlere tenbih, faide,
mesail vb. başlıklar altında değinilmektedir. Örneğin Hucurat suresinin 17. ayetinin
sebeb-i nüzulüne ilişkin rivayet tenbihat başlığı altında verilirken, Sa’d suresinin 11.
ayetinde ise sebeb-i nüzul rivayetine faide başlığı altında yer verildiği
görülmektedir.221 Bu başlıklar içerisinde tenbih başlığı, sebeb-i nüzul rivayetlerinin
en çok yer aldığı başlık olmakla birlikte, bu başlığın tümüyle sebeb-i nüzul için
oluşturulmuş bir başlık olduğunu söyleyebilmek güçtür.
Kasımi, birden fazla ayet, ortak bir sebeb-i nüzule dayandığında Mushaf
tertibine göre ilk gelen ayetin tefsirinde sebeb-i nüzul rivayetine yer vermekte, bunu
diğer ayetlerin tefsiri sırasında da tekrarlamaktadır. Örneğin içkinin haram kılınması
ile ayetlerin ilgili sebeb-i nüzul rivayetlerine Mushaf tertibine göre daha önce geldiği
için ilk önce Bakara 219. ayetinin tefsirinde yer vermekte ve bu rivayetleri Nisa 43,
Maide 90. ayetlerle de ilişkilendirmektedir. Nisa 43, Maide 90.ıncı ayetlerin tefsiri
sırasında da benzer rivayetleri tekrarlamaktadır.222
Kasımi, ayetlerin tefsiri konusunda ileri sürülen farklı sebeb-i nüzul
rivayetlerine yer vermekte, bazen bunları olduğu gibi nakletmekle yetinirken bazen
de aralarında tercihte bulunmakta ve ayetin gerçek sebeb-i nüzulü olduğunu ifade
etmektedir. Maide Suresi 33. ayet buna iyi bir örnektir.
“Allah ve Resülüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya
çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları yahut el ve
ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu
onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır”
220
Mehasinu’t-Te’vil, VIII/ s. 2956.
221
Mehasinu’t-Te’vil, XV/ s. 5476; XIV/ s. 5041.
222
Mehasinu’t-Te’vil, III/ s. 550-555.
64
Kasımi burada, ayetin biri müşrikler diğeri ise Yahudiler hakkında indiğini
ileri süren iki sebeb-i nüzul rivayetine yer verir ve iki rivayeti uzlaştırırcasına ayette
belirtilen sıfatları taşıyan herkesin bu kapsama girdiğini ve bunun bu şekilde
anlaşılmasının daha doğru olduğunu ifade eder.223 Ayrıca sebeb-i nüzul rivayetlerinin
değişik hadis mecmuaların farklı varyasyonlarına da değinmektedir. Bu bağlamda
aynı konuda olmasına karşın metinleri farklı olan veya farklı ravilerden birkaç
kelime farklılığı ile gelmiş olan hadislere yer verir ve bazen bunlar arasında çelişkili
gibi duran hususlara açıklık getirirken bazen de sadece rivayetleri sıralamakla
yetinmektedir. Örneğin Enfal 70. ayetin tefsirinde bir rivayetin değişik ravilerden üç
farklı şeklini verdiği görülmektedir.224
Kasımi, klasik rivayet tefsirlerinde görüldüğünün aksine, sebeb-i nüzul
rivayetlerini verirken bazen ravileri tümüyle hazf edip doğrudan senedi vermekte
bazen de senedlerini tabiin ve sahabe ile sınırlı tutarak kısaltmaktadır.225
Netice itibariyle, Kasımi’nin sebeb-i nüzul konusunda sistematik bir yöntem
takip etmediği anlaşılmakta ve tefsirin başından sonuna kadar sebeb-i nüzul
rivayetlerine farklı başlıklar veya yerlerde değinildiği görülmektedir. Ayrıca Mushaf
tertibini esas aldığı için herhangi bir sebeb-i nüzulün ilk konu ayette rivayetlere yer
verildiği için diğerlerinde bunu kısalttığı fark edilmektedir. Onun hangi durumlarda
rivayetleri tekrar etme gereği duyduğu, hangi durumlarda bir ayette rivayeti sunmayı
yeterli
gördüğü
tespit
edilememektedir.226
Kasımi’nin
Mehasinu’t-Te’vil’in
önsözünde gereksiz tekrarlardan kaçınmaya özen gösterdiği dikkate alındığında, bu
durum kısmen anlaşılır hale gelse de, bu durum kullanış açısından biraz sıkıntılı bir
hale sokmaktadır.
223
Mehasinu’t-Te’vil, VI/ s. 1955.
224
Mehasinü’-t-Tevil, VIII/ s. 3041-3042.
225
Bakara 97 ve Ali İmran 77. ayetler, sırasıyla bu uygulamalara verilebilecek birer örnektir. Bkz.
Mehasinu’t-Te’vil, II/199; IV/ s. 870.
226
Başar, Esbab-ı Nüzul Sorunu, s. 116.
65
2.2.2. Nasih ve mensuh
Nesh, lügatte değiştirmek, bertaraf etmek, izale etmek, nakletme, tahvil etmek
gibi anlamlara gelirken, ıstılahta ise kısaca bir ayetin hükmünün daha sonra
vahyolunan bir veya birkaç ayet ile kaldırılmasına denilmektedir.227 Kronolojik
olarak önce inen ayetin veya ayetlerin hükmünü kaldırdığı söylenen ayetlere “nâsih”
ayetler, kaldırılan ayetlere de “mensûh” ayetler denir. Kur’ân’da nesh problemi
etrafındaki tartışmalar günümüzde de devam etmektedir228. Kuran’ın tefsirini
yapmak ve ondan hüküm çıkarmak isteyen herkesin bilmesi gereken bir konu olan
nesh meselesi, tefsir usulü ilminin karışık ve dikkat edilmesi gereken konularından
biridir.229
Kur’an’ı Kerim, bir defada toptan indirilmiş bir kitap değildir. Yirmi üç
senelik bir zaman diliminde ve belirli kesitler halinde nazil olmuştur. Bu sebeple,
neshin altında Kur’an’ın parça parça indirilişi ve buna bağlı olarak uyguladığı tedrici
metodun yattığı gözden ırak tutulmamalıdır. Bu tedricilik aynı zamanda duygusal
adetlerle toplumsal bazı gelenekleri de kapsamış ve Kur’an insanların toplumsal
hafızalarında yer etmiş ve kökü çok eskilere dayanan bir takım adetlerin
kaldırılmasında aceleci davranmamıştır. Şer’i hükümlerin ortaya konmasında
insanların gerek inanç gerekse davranış açısından belli bir olgunluğa gelmesi temel
alınmıştır. Nasih ve mensuh ilminin önemi işte tam da bu noktada yoğunlaşmaktadır.
Zamansal bir süreçte inmiş olan Kur’an tedriciliğini, yani hangi ayetin önce
hangisinin sonra indiğinin ortaya konması,
Kur’an’ın doğru
bir şekilde
anlaşılabilmesi için son derece önemlidir.230 Aksi takdirde Kur’an ayetlerin gerçek
mesajı anlaşılamadığı gibi, ayetler arasında çelişkilere kapı aralanır. Bundan dolayı
tefsir ilminin sebeb-i nüzulden sonra en önemli ve üzerinde durulması gereken
konularından biri nasih-mensuh konusu olagelmiştir.
Kasımi, nesh ile ilgili görüşlerine temel olarak tefsirinin mukaddimesinde yer
verir. Burada diğer başlıklarda göstermediği kadar kendisini gösterir ve kendi bakış
227
Bedrüddin, Zerkeşî, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Mısır 1957, II/29; Suyûtî, el-İtkân, II, s. 34;
Okiç, Tayyib, Tefsir ve Hadis Usulünün Bazı Meseleleri, İstanbul 1995, s. 57.
228
Albayrak, Tefsir Usûlü, s. 168.
229
Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 122.
230
Subhi, Salih, Kur’an İlimleri, çev. M. Said Şimşek, Konya 1994, s. 267.
66
açısını uzun uzadıya anlatır. Ona göre şeriatlarda nesih caiz olup, bu durum hikmete
uygundur. Nitekim çoğu peygamberlerin şeraitleri diğer peygamberlerin getirdiği
şeriatlarla nesh edilmiştir. Kasımi’nin bu noktada altını çizdiği önemli bir husus
vardır: “Nesh ameli hükümlerde olur ve insanlık yararına olduğu için de meşrudur.
İnsanların maslahatı zamana göre değişiklik arz ettiği için Allah her zamana uygun
olanı meşru kılar.”231
Kasımi, Mutezili müfessirlerden Ebu Müslim Muhammed b. Bahr elIsfahani’nin Kur’an’da mensuh ayet olmadığı yönündeki meşhur görüşüne de atıfta
bulunmakla birlikte, alimlerin çoğunluğunun neshi caiz gördüğünü dile getirir. Buna
göre amelle veya ahkamla ilgili iki ayetin arasını bulmak mümkün olmadığı takdirde,
söz konusu ayetlerin iniş zamanları da biliniyorsa sonra inmiş olanın önceki
neshettiği kabul edilir. Ancak Kasımi, akaid, ahlak ve kıssaları konu alan ayetlerde
nesh olmadığına da dikkat çeker.232
Kasımi, nesh konusunda İbn Kayyim el-Cevziyye, Şah Veliyullah Dihlevi ve
Şatıbi’nin görüşlerine başvurur. Alıntılarında dikkat çeken ortak yön, mütekaddimin
ulemasının yani sahabe, tabiin ve tebeüttabiin dönemi alimlerin neshi geniş bir
çerçevede ele almış olması, bundan dolayı da nasih-mensuh ilişkisine girebilecek
ayetlerin sayısının çok olduğunu düşünmesidir. Buna karşın muteahhirin uleması ise
neshi çerçevesini daraltarak ele aldıkları için, bu kategoriye giren ayetlerin son
derece az olduğunu ileri sürmüşlerdir. Kasımi, mukaddimede nesh konusuna ayırdığı
kısmı, Bakara suresinin 106. ayetinin tefsirine atıfta bulunmak ve daha geniş bilgiyi
orada verdiğini belirterek sonlandırmaktadır.233 Bu açıdan tefsirin söz konusu ayetle
ilgili kısmına göz atmak yerinde olacaktır. Her ne kadar başka ayetlerin tefsirinde
nesh konusuna nasih-mensuh ilişkisi çerçevesinde değiniyorsa da234 burada,
231
Kasımi, Mukaddime, s. 29.
232
Kasımi, Mukaddime, s. 29.
233
Kasımi, Mukaddime, s. 33.
234
Bakara 240 ve Nahl 101–102. ayetlerin tefsirinde bu durumu görmek mümkündür. Bkz.
Mehasinu’t-Te’vil, III/231-234; X/ s. 3858-3859.
67
Kasımi’nin neshi akli ve mantiki bir düzleme taşıyarak tartıştığı, neshin sosyal
değişme yasası bağlamında düşünülmesi gerektiğini teklif ettiği görülmektedir.235
“Biz, bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak
(ertelersek) mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misiniz ki Allah her
şeye kadirdir.”
Kasımi ayetin tefsirinde öncelikle dilsel olarak kelimelerin ne anlama
geldiklerinin izahına girişir. Öte yandan bazı kelimeleri Kur’an’ın diğer ayetleriyle
ilişkilendirerek açıklamaya çalışır. Örneğin ayette geçen “unutturursak” ifadesini
Maide suresinin 13. ayetindeki “…kendilerine öğretilen ahkamın önemli bir
bölümünü de unuttular” ifadesiyle ilişkilendirir. Ve buradaki unutturma kelimesinin
neshten ziyade erteleme anlamına geldiğini ve Tevrat’ın hükümlerinden bir kısmının
Kur’an’da neshedilmeden bırakıldığını vurgular.236 Kasımi, Bakara 106. ayeti bir
sonraki ayetle de irtibatlandırmakta ve temelde iki ayetin de Yahudileri muhatab
aldığını ifade etmektedir. Nitekim iki ayetin de sebeb-i nüzulünü ortak olarak
vermekte ve ayetlerin Yahudilerin “Muhammed ashabına bir şey emrediyor, sonra
onu yasaklıyor ve onun tam aksini emrediyor” şeklindeki eleştirileri üzerine nazil
olduğunu belirtmektedir.237
Kasımi, ayrıca nesh konusuna sosyolojik ve psikolojik bir zeminde tatminkar
açıklamalar sunmayı denemektedir. Buna göre nesh, Kur’an’ın yirmi üç senelik bir
zaman diliminde ortaya koyduğu tedrici eğitim metodunun farklı bir ifade ediliş
biçimidir. Kainattaki yaşamda bundan müstağni değildir; aynı durum onların yetişme
ve gelişme tarzları için de geçerlidir. Kasımi bu noktada bitkilerin, hayvanların ve
özellikle insanın doğumundan ölümüne kadar geçirdiği tekamülü merkeze alır ve
neshin hem maddi hem de manevi işlerde son derece doğal bir şey olduğunu dile
235
Kur’an İslam alimlerinin büyük çoğunluğunun kabul ettiği görüşe göre Hz. Adem ile başlayan bir
değişme ve gelişme sürecini kemale erdirmiş, kendinden önceki bütün kitapların Kur’an’da
bulunmayan hükümlerini nesh ederek, temel meselelerde son sözü söylemiştir. Bkz. Lütfullah Cebeci,
“Kur’an Ahkamı Kıyamete Kadar Geçerlidir”, Bilgi Vakfı I. Kur’an Sempozyumu, Ankara 1994, s.
260; Kasımi’nin de bu gelişme ve değişmeye dikkat çekmiş olduğu ve nesh ile ilgili görüşlerini bu
bağlamda dile getirdiği görülmektedir.
236
Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 215-216.
237
Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 219.
68
getirir. Tabi bir değişim olarak düşünülmesi gereken nesh, kainatta olan şeylerin
inkarı anlamına gelmemektedir. Bilakis o halin daha iyiye dönüşmesi, bir süreçten
daha iyi ve anlamlı bir sürece geçilmesidir. Kasımi’nin tabii sosyal değişme
çerçevesinde ele aldığı neshe dönük bu değerlendirmeleri dikkat çekicidir. Zira bu
durumda nasih ayetler, mensuh olan ayetlerin tümüyle inkarı anlamına gelmemekte
bilakis, onun içeriğinin daha iyi olanla değiştirilmesi anlamına gelmektedir. Öte
yandan yine dikkat çekici bir örnekle daha konuyu açıklamaya çalıştığı görülür.
Örneğin bir henüz akıl baliğ olmamış bir çocuğun şeriatın hükümleriyle muhatap
olduğu nasıl kabul edilmezse, aynı şekilde Allah’ın belli bir anlama düzeyine ve
olgunluğuna gelmemiş bir topluluğu hiçbir tedriciliğe tabi tutmadan şeriatla muhatap
kılması da düşünülemez.238
Sonuç olarak, Kasımi’nin nesh konusundaki görüşleri son derece nettir. O,
neshi tabii bir değişim olarak görür ve bunu çeşitli düzlemlerde temellendirmeye
çalışır.
2.2.3. Muhkem ve müteşabih
Muhkem, manasına delaleti apaçık olan ve bu hususta gizliliği bulunmayan
ayetleri ifade ederken, müteşabih manasının ne olduğu hususunda tercih edilebilecek
apaçık bir delili bulundurmayan ayetler için kullanılmaktadır.239 Buna göre manası
kolaylıkla anlaşılan, harici bir tefsire ihtiyaç göstermeyen ve tek manası olan ayetler,
muhkemdir. Kur’andaki helal, haram, namaz, oruç, zekat ve hac gibi ahkama taalluk
eden ayetler muhkem olan ayetlerdir. Birçok manaya ihtimali olup, bu manalardan
birini tayin edebilmek için harici bir delile ihtiyaç duyulan ayetler ise müteşabihtir.
240
Kuran, Hz. Peygamber’e indirilirken, onun ayetlerinin bir kısmı herkesin
anlayabileceği şekilde basit ve yalın bir anlatıma sahip iken, diğer bir kısmı ise
medlulun tespiti noktasında doğrudan karşılığı bulunmayan ve bu bakımdan herkesin
anlayamayacağı şekildeki ayetlerden oluşmaktaydı. Bu noktada müteşabih ayetlerin
hangi anlamı veya anlamları ifade ettikleri hususu, tefsir ilmi açısından önemli hale
238
Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 220.
239
Salih, Kur’an İlimleri, s. 292.
240
Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 128.
69
gelmekteydi. İşte bu noktada Ali İmran suresinin 7. ayetinde vurgulanan “ilimde
derinleşmiş kimseler” ifadesi ön plana çıkmakta ve müteşabihleri anlamada bu
niteliğe sahip kimseler önemli hale gelmektedir. Bundan dolayı tefsir ilminde
muhkemden ziyade müteşabihin ne olduğu, hangi ayetlerin müteşabih olduğu ve
bunların nasıl anlaşılması gerektiğini konu edinen ayrı bir bilgi alanı var
olagelmiştir.241
Kasımi Mehasinu’t-Te’vil’e bir mukaddime koyarken temel amacının,
Kuran’ın hakikatlerini anlamada ve onun bazı inceliklerini kavramada müfessire
yardımcı olması olduğunu dile getirir. Ancak son derece ilginçtir ki o, söz konusu
mukaddimede muhkem ve müteşabih gibi üzerinde çokça ihtilafın yaşandığı bir
konuya yer vermemiş ve neredeyse hiç değinmemiştir. Vahyin zahiri ve batını
arasındaki ilişkileri tartıştığı bölümlerden birinde Huruf-u Mukattaa ile ilgili
değerlendirmeleri kısmen bunun dışındadır ki buna ayrıca değinilecektir. Ancak
onun mukaddimede muhkem-müteşabih konusuyla ilgilenmediği açıktır.
Bu durum bizi ister istemez muhkem ve müteşabih ile ilgili tartışmaların ve
yorumların çıkış noktası konumundaki ayet olan Ali İmran suresinin 7. ayetine242
götürmekte ve Kasımi’nin konu ile ilgili görüşlerini orada aramaya sevk etmektedir.
Sevindiricidir ki, Kasımi burada oldukça cömerttir ve konunun açıklanması için kırk
beş sayfa ayırır. Ancak ayetin lafzı ile ilgili dilsel açıklamalar bir tarafa bırakılacak
olursa, bu malumatın neredeyse tamamı İbn Teymiyye’den yapılan bir alıntı niteliği
taşımaktadır. Alıntının hangi kitabından yapıldığı yönünde herhangi bir bilgi
vermemekte ve konu ile ilgili olarak çok sayıda alimin görüş serdettiğini ancak
bunlar içerisinde gördüğü en nitelikli değerlendirmenin İbn Teymiyye’ninki
olduğunu ifade ederek sözü ona bırakmaktadır. Bu alıntının İbn Teymiye’nin
241
Al-i İmran Suresi 7. ayet bağlamında Muhkem ve Müteşabih’in analizi konusunda şu iki makaleye
bakılabilir: M. Zeki, Duman, “Müteşabihin Tevili, Bilimname (2005), c. IX, sayı: 3, s. 13-37;
“Kur’an’da Müteşabihat ve Tevili”, Bilimname (2005), c. IX, sayı: 3, s. 39-54.
242
“Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun (Kur’an’ın) bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab’ın
esasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için
ondaki müteşabih ayetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek
payeye erişenler ise: O’na inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim
sahipleri düşünüp anlar.”. Ali İmran Suresi 7. ayet.
70
Mukaddime fi Usuli’t-Tefsir’inden olmadığı açıktır. Bu da bizi onun makale ve
yazılarının yer aldığı Mecmu’u’l-Fetava’ya götürmekte ve Kasımi’nin İbn
Teymiye’den yaptığı bu alıntı burada karşımıza çıkmaktadır.243 Her ne kadar İbn
Teymiye’ye ait olsa da Kasımi’nin de aynı görüşte olduğu anlaşılan bu alıntıdan
hareketle onun muhkem ve müteşabih ile ilgili değerlendirmelerine kısaca yer
vermek yerinde olacaktır. İbn Teymiyye’nin değerlendirmeleri iki ayrı bölüm olarak
karşımıza çıkmaktadır. İlkinde muhkem ve müteşabihin anlamlarını tahlil edilmekte
ve bununla paralel olarak tevil ve tefsire açıklık getirilmek istenmektedir.244 İkinci
kısımda ise inanca taalluk eden konularla müteşabihlik meselesi arasındaki ilişki ele
alınmakta ve selefin bakış açısı doğrultusunda bu husus temellendirilmeye
çalışılmaktadır.245 Ancak, konu dışına çıkılmaması için burada yalnızca ilk kısımda
yer alan temel hususlara dikkat çekilecektir.
İbn Teymiye ilk kısma muhkem ile ilgili değerlendirmelerle başlar. Ona göre
muhkem birkaç bakımdan ele alınabilir: Hac suresinin “Allah, Şeytan’ın katacağı her
şeyi iptal eder. Sonra Allah, kendi ayetlerini sağlam olarak yerleştirir” mealindeki
52. ayeti merkeze alındığında, buradan farklı anlamlar çıkar. İlki, muhkemlik bazen
vahyin inişinde gerçekleşirken, bazen de tevil ve manada vuku bulur. Ali İmran
suresinde ise muhkem ayetlerle müteşabih ayetler birbirlerinin karşısında
konumlandırılmıştır. Fakat burada Allah’ın, müteşabihlerin tefsirini ve manasını
değil, tevilini yalnızca kendisinin bilebileceğini söylemiş olması üzerinde durulması
gereken bir husustur. Allah Kur’an’ın pek çok yerinde insanları Kur’an üzerine
düşünmeye çağırmaktadır ve bu çağrı tüm ayetleri kapsamaktadır. O zaman Ali
İmran 7. ayette müteşabihlerin peşine düşenlerin eleştirilmesinden maksat, bunu bir
fitneye aracı kılmaktır. Yoksa onların anlamını öğrenmek isteyen kimselerin
yerilmesi diye bir husus söz konusu değildir.246
Peki, bu durumda teville kastedilen şey nedir? İbn Teymiyye bu noktada
tarihsel olaylara atıfta bulunmakta ve tevilin anlamını netleştirmeye çalışmaktadır.
Bir rivayete göre Medine’de yaşayan Hay b. Ahtab gibi Yahudiler –tıpkı geç
243
İbn Teymiyye, Mecmuu’l-Fetava, XIII/ 274 vd.
244
Mehasinu’t-Te’vil, IV/ s. 752-768.
245
Mehasinu’t-Te’vil, IV/ s. 768-795.
246
Mehasinu’t-Te’vil, IV/ s. 752-754.
71
dönemlerde Sabii Müneccimlerin yaptıkları gibi- surelerin başındaki hece
harflerinden İslam ümmetinin ne kadar süreceğine dair anlam çıkarmak istediler ve
bunun 693 sene olduğunu ileri sürdüler. Çünkü bu sayı Deve hesabında söz konusu
harflere karşılık gelmekteydi. Buna benzer tevil girişimlerine Kur’an’da sık sık geçen
Kıyamet Günü konusunda da başvurdular. Benzer şekilde Peygamberimizi ziyarete
gelen Necran Hristiyanları da Kur’an’da geçen “inna ve nahnu” şeklindeki ifadedeki
zamirin çokluk bildirdiğini, bunun da teslisi ifade ettiğini ileri sürdüler. Bu ve
benzeri yorumlar ile müteşabih ayetler kendi bağlamlarından çıkartılarak, insanlar
arasında fitne çıkarma amacına matuf kullanılmak istendi.247
Selefin değerlendirmelerine göre tevil iki anlama gelmektedir. İlkine göre
tevil, Kur’an’ın tefsiri ve anlamının açıklanmasıdır. Zahiriyle örtüşüp örtüşmemesi
bu durumu değiştirmez. Bu durumda tevil ve tefsir yakın anlamlı veya eş anlamlı
olmaktadır. Bu belki de Mücahid’in “ulema Kur’an’ın tevilini bilir” sözüyle kast
ettiği şeydir. Yine Taberi’nin “Allah’ın bu sözünün tevili şöyle şöyledir” veya “bu
ayette tevil ehli ihtilaf etmiştir” gibi ifadelerinden kasıt muhtemelen Kur’an’ın
tefsiridir.
Tevilin ikinci anlamı ise onun kelamla kast olunan şeyin kendisi olduğudur.
Buna göre kelam bir talepse onun tevili de talep edilen fiilin kendisidir. Yok, kelam
değil de bir haberse o zaman onun tevili kendisiyle haber verilen şeyin kendisidir. Bu
mana ile önceki arasında fark vardır. Öncesinde tevil ilim bakımından gerçekleşir.248
2.2.4. Huruf-u mukatta’a
Kur’an’da yirmi dokuz surenin başında yer alan ve isimleriyle telaffuz edilen
harflerin ortak adı olan Huruf-u Mukataa, harf kelimesinin çoğulu olan huruf ile
“kesilmiş, ayrılmış” anlamındaki mukataa kelimesinden meydana gelen bir
tamlamadır. Bu harflere huruf-u tehecci adı verildiği gibi, surelerin ilk harflerini
oluşturduklarından evailü’s-süver ve fevatihu’s-süver de denilmiştir.249 İslam
alimleri huruf-u mukattaanın yorumu konusunda iki farklı tavır ortaya koymuşlardır.
247
Mehasinu’t-Te’vil, IV/ s. 754-755.
248
Mehasinu’t-Te’vil, IV/ s. 763.
249
M. Zeki Duman,– Mustafa, Altundağ, “Huruf-u Mukataa”, TDVİA, XVIII/ s. 401.
72
Daha çok selef alimlerinden meydana gelen bir guruba göre huruf-u mukataa tevilini
yalnızca Allah’ın bildiği müteşabih ayetlerden olup, bu harfler üzerinde yorum
yapmak mümkün değildir. İçlerinde kelamcıların da bulunduğu çoğu sonraki
nesillerden olan diğer bir alim grup ise müteşabih ayetlerin ve dolayısıyla huruf-u
mukataanın manalarını araştırmanın gerekli olduğunu söylemişlerdir. Müteşabihattan
sayılan bu harflerin delalet ettiği manalar hakkında çok değişik görüşler ortaya
konmuştur250
Kasımi, Huruf-u Mukatta konusuna mukaddimede “Kur’an’da Müşkil
Tefsirlerin Bulunduğu” şeklindeki başlık altında değinir. Ona göre sure başlarında
geçen bu harfler çeşitli şekillerde tefsir edilmiş olup, bu tefsir örneklerinden bir kısmı
sahih iken, bir kısmı ise sahih olmaktan uzaktır. Örneğin İbn Abbas’tan yapılan bir
nakilde elif-lam-mim terkibindeki elifin Allah, lamın Cebrail, mimin de
Muhammed’e karşılık olarak kullanıldığı ifade edilmiştir. Kasımi’ye göre bu rivayet
sahih bile olsa müşkildir. Zira burada terkibin söz konusu manalara geldiğine delalet
eden herhangi bir delil veya nakil bulunmamaktadır.251
Kasımi, huruf-u mukataanın ne anlama geldiği ile ilgili farklı görüşlere
sahiplerini belirtmeksizin genel olarak atıfta bulunur. Buna göre bazıları bu harflerin
hece harfleri olduğunu ileri sürerken, bazıları ise bunların yorumlarını Allah’tan
başka kimsenin bilmediği bir takım sırlar olduğunu söylemişlerdir. Bazıları ise bu
harflerle sayısal bir takım şifrelere atıfta bulunulduğunu savunmuşlardır. Kasımi bu
yaklaşımların problemli yönlerine dikkat çeker ve sonuçta bu harflerin müşkil bir
nitelik taşıdığını ve ne ifade ettiğinin tam olarak bilinemeyeceğini ifade eder. Ancak
ona göre, bu harfler müşkil oluşlarına bakılmaksızın bazı mutasavvıflar ve alimler
tarafından kullanılmış ve Kur’an’la ilgili bazı iddialarında bu harfleri delil
getirmişlerdir. Hatta bu konuda Ali b. Ebi Talib’e bazı nispetlerde bulunmuşlar ve bu
harfleri ilimlerin temeli, dünya ve ahiret hallerine ait keşiflerin kaynağı sanmışlardır.
Kasımi, tüm bu iddiaları gerçek olmaktan uzak ve hayal ürünü olarak niteler.252
250
İsmail, Cerrahoğlu, “Bazı Surelerin Başlangıç Harfleri”, Diyanet Dergisi (1971), c. X, sayı. 104 –
105, s. 13–18, 76–81; c. X, sayı. 108–109, s. 165–168.
251
Kasımi, Mukaddime, s. 69.
252
Kasımi, Mukaddime, s. 69–70.
73
Başlangıçtan günümüze kadar yazılan Kur’an tefsirlerinde huruf-u mukataa
hakkındaki bilgilere genellikle Mushaf tertibinde ilk geçtiği sure olan Bakara
suresinin başında yer verilmiştir. Mehasinu’t-Te’vil’in ilgili kısmına bakıldığında
huruf-u mukataa ile oldukça kısa ve sınırlı bir bilgi verildiği görülmektedir.253 Bu
sınırlı bilgiye karşın huruf-u mukataa ile başlayan diğer surelerde bazen Bakara
Suresininin başlangıcına referansta bulunulduğu, bazen de hiçbir şekilde temas
edilmediği görülmektedir. Örneğin Ali İmran, Secde, Şuara, Kasas, Araf, Hud,
Yusuf, Hicr, Meryem surelerinin başlarındaki hurufu mukattanın tefsirinde Bakara
suresindeki açıklamaya atıfta bulunulurken254, Ankebut, Rum, Lokman, Neml,
Mümin, Zuhruf, Duhan, Casiye, Ahkaf surelerinde ise ne bir açıklamaya yer verildiği
ne de Bakara suresine atıfta bulunulduğu gözlenmektedir.255
Bunun istisnaları Yunus, Rad, İbrahim, Taha, Yasin, Sad, Fussilet, Şura, Kaf
ve Nun surelerinin başıdır. Kasımi buralarda hurufu mukatta ve kendisinden sonra
gelen kelimeleri gramatik açıdan yani mübteda-haber ilişkisi bağlamında ele alır ve
bazen kısa alıntılarda bulunur. Örneğin Yunus suresinin geçen elif-lam-ra şeklindeki
hurufu mukataaya ilişkin birkaç alternatifli kısa bir değerlendirme yaparken,256 Rad
suresinin başındaki elif-lam-mim-ra şeklindeki hurufu mukataaya ilişkin Ebu’sSuud’dan kısa bir alıntıda bulunur.257 İbrahim suresinde gramatik kısa bir açıklama
sunarken258, Taha suresinin başında ise hem Bakara suresine atıfta bulunur hem de
İbn Kayyım el-Cevziyye’nin el-Kafiyetü’ş-Şafiyye isimli eserinden bir alıntı
253
Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 32.
254
Sırasıyla bakınız. Mehasinu’t-Te’vil, IV/749; XIII/4810; XIII/4605; XIII/4695; V/2609; IX/3409;
IX/3502; X/3746; XI/ s. 4125
255
Sırasıyla bakınız. Mehasinu’t-Te’vil, XIII/ s. 4736; XIII/ s. 4765; XIII/ s. 4793; XIII/ s. 4656; XIV/
s. 5155; XIV/ s. 5258; XIV/ s. 5293; XIV/ s. 5318; XV/ s. 5337;
256
Buna göre sure başındaki bu kelimelerin ya bir meydan okuma tarzında verildiği, yada surenin ismi
olup mahzuf bir mübtedanın haberi olduğu yani bu surenin elif-lam-ra suresi olarak isimlendirildiği
şeklinde birkaç anlamı vardır. Mehasinu’t-Te’vil, IX/ s. 3321
257
Buna göre bu harfler surenin ismidir. Mahzuf bir mübtedanın haberi haberi durumundadırlar. Bu
harflerden sonra gelen tilke kelimesi ise bir görüşe göre birinci, bir başka görüşe göre ise ikinci
mübteda konumundadır. Bkz. Mehasinu’t-Te’vil, IX/ s. 3638
258
Mehasinu’t-Te’vil, X/ s. 3705
74
yapar.259 Yasin suresinde herhangi bir yere referansta bulunmadan konu ile ilgili
olarak birkaç defa açıklama verildiğini söyler ve Ebu’s-Suud Efendi ve Halil ve
Sibeveyh gibi iki nahivciye atıfta bulunarak gramatik kısa bir değerlendirme sunar.260
Sad suresinin başında geçen ve sureye isim olan sad harfinin tefsiri bağlamında bir
alıntıya yer vermekte, ancak bu alıntıyı nereden yaptığını ise belirtmemektedir.261
Fussilet suresinde ise yine Ebu’s-Suud’dan kısa bir gramatik açıklama sunarken262,
Şura suresinde ayrıntısına girmese bile harflerden türlü türlü anlamlar çıkarma
gayretinde olan kesimleri eleştirir.263 Kaf suresininin başında geçen ve Sad suresinde
olduğu gibi gibi sureye ismini veren kaf harfiyle ilgili de İbn Kesir’den bir alıntıda
bulunur.264 Nun suresindeki nun harfi ile ilgili olarak da çok kısa bir gramatik
açıklama dışında bir şey vermemektedir.265
Kasımi, Bakara suresinin başlangıcında hurufu mukattaya ilişkin verdiği
bilgide bu harflerle ilgili olarak iki farklı yaklaşımın mevcut olduğunu belirtir. İlkine
göre bunlar gizli bir ilim ve kapalı bir sırdır. Allah’ın bilgisi dahilindedir ve bundan
dolayı da müteşabihtendir. Kasımi, muhakkik alimlerin çoğunun bu yoruma sıcak
bakmadıklarını ve Allah’ın Kitab’ında insanlar için anlaşılır olmayan şeylerin yer
almasının doğru olmadığını söylediklerini, bunu da akli ve nakli delillerle ortaya
259
Mehasinu’t-Te’vil, XI/ s. 4169
260
Mehasinu’t-Te’vil, XIV/ s. 4991
261
Buna göre Sad harfi ile Allah’ın Hz. Muhammed’in güvenirliğine and içmektedir. Ki bu onun
güvenirliği taraflı tarafsız herkesin itiraf ettiği hatta ehli kitabın bile kabul ettiği bir husustur. Bkz.
Mehasinu’t-Te’vil, XIV/ s. 5076.
262
Mehasinu’t-Te’vil, XIV/ s. 5186
263
Buna göre surenin başında geçen ha-mim ve ayn-sin-kaf şeklindeki harflerin tefsiri konusunda
kimi müfessirler kabulü mümkün olmayan son derece zayıf haberlere yer vermişlerdir ki, bunlar İbn
Kesir’in de dediği gibi reddedilmesi gereken şeylerdir. Kasımi bu harflerin daha önce de ele aldığı
gibi sure isimleri olarak düşünülmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Ona göre burada iki farklı ayet
olarak geçen bu harfler aslında birdir ve bütündür. Ancak Kur’an’ın diğer surelerinde geçen ha-mim
ifadeleriyle uygunluk arz etmesi için arası ayrılmıştır. Bkz. Mehasinu’t-Te’vil, XIV/5220
264
Bu alıntıda İbn Kesir’in Kaf harfinin Kaf Dağı’na işaret ettiği yönündeki israiliyat türü bilgileri
eleştirdiği görülür. İbn Kesir, erken dönemde çok sayıda müfessirin bu şekildeki israiliyata yer
verdiğini, hatta bu yola sonraki müfessirlerin de kısmen tevessül ettiğini, oysa ki Kur’an’ın tefsirinde
bu tarz saçma sapan bilgilere gerek olmadığını belirtmektedir. Bkz. Mehasinu’t-Te’vil, XV/ s. 5482.
265
Mehasinu’t-Te’vil, XVI/ s. 5892.
75
koyduklarını, konunun tüm yönleriyle de Fahreddin Razi tarafından ele alındığını
ifade eder.266
İkinci grup kimseler bu harfleri tefsir eden, bunlardan en doğru kastın ne
olduğu konusunda fikir beyan edenlerdir. Kasımi’ye göre bunlar çoğunluğu
oluşturmaktadır. Ancak bu yaklaşımın da iki yönü vardır. Çoğunluğun yaklaşımını
oluşturan ilki, bu harflerin surelerin isimleri olduğudur. İkincisi ise bu harflerin
Kur’an’a ve onun nazmının eşsizliğine meydan okuyanları uyarmak veya kendilerine
Kur’an okunan kimselerin dikkatlerini çekmek gibi birkaç farklı tarzda
serdedildiğidir. Kasımi, bu yaklaşımı Zemahşeri ile ilişkilendirir.267
2.2.5. Kıraat farklılıklar
Kıraat ilmi Kur’an kelimelerinin nasıl okunacağını ve ravilerine nispet ederek
bu kelimeler üzerindeki farklı okuyuşları konu edinen bir ilimdir.268 Kıraat, Kuran
ilimleri içerisinde sebebi nüzulle birlikte en erken oluşan ilimlerden biridir. Zira
Furkan Suresi 25. ayet ile Müzzemmil Suresi 4. ayet kıraat ilminin Kur’ani temelini
oluşturur. Hz. Peygamber de ayetlerde geçen “Kur’an’ı ağır ağır ve tane tane oku”
buyruğu doğrultusunda Kur’an’ı okumuş ve sahabeye de böyle talim ettirmiştir.269
Ancak onun tevatür derecesinde rivayet edilen ve “Kuran’ın yedi harf üzere indiğini”
belirten ifadesi kıraat konusunun hareket noktasıdır.270
266
Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 32
267
Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 32; Aslında huruf-u mukattaa’nın dikkat çekme işlevine sahip olduğu
görüşü her ne kadar Zemahşeri vb. alimlere nispet edilse de bunu geliştirerek benimseyen Reşid Rıza
olmuştur. O bu harflerle öncelikle Mekke’de müşriklerin dikkatleri çekilerek onların İslam’a davet
edildiğini, kendilerine nübüvvetin kanıtlandığını ileri sürer. Ona göre Huruf-u mukataa ile başlayan
yirmi dokuz surenin yirmi beşinde bu harflerden hemen sonra Kur’an’dan söz edilmesi, geri kalan
dört surenin her birinde de aslında nübüvvet ve kitabın ispatıyla ilgi konuların yer alması, bu harflerin
Kur’an vahyine dikkat çekmek için zikredildiğini gösterir. Bkz. Tefsirü’l-Menar, VIII/ s. 302.
268
İbnü’l-Cezeri, Müncidü’l-Kur’an, Beyrut 1980, s. 3.
269
Abdülhamid, Birışık, “Kıraat”, TDVİA, XXV/ s. 427.
270
Salih, Kuran İlimleri, 106. Ancak, Cerrahoğlu, bazen kıratla yedi harfin birbirine karıştırıldığını ve
ikisinin aynı şey olduğu yönünde bir takım yanlış değerlendirmelerin olduğunu, halbuki yedi harf ve
76
Kıraat ilmi, özellikle Peygamber sonrası gelişmelere bakıldığında üzerinde
çok tartışmanın yaşandığı, bu sebeple de alimlerin titizlikle durduğu bir ilim dalı
olagelmiştir. Zira Hz. Peygamber zamanında Kur’an’ın farklı okunuşları çok fazla
bir problem olmamakta ve bu farklı okuma çeşitleri bizzat onun kontrolü dahilinde
gerçekleşmekteydi. Fakat onun ölümünden sonraki süreçte, özellikle de Hz. Osman
zamanında fetihlerle İslam devletinin sınırlarının genişlemesine paralel olarak
Kuran’ın farklı şekillerde okunması hususunda pek çok ihtilaf yaşanmıştır. Bunda
Arap yazısının gelişmemiş olması, lehçe farklılıkları, farklı dillere sahip yeni
Müslüman olan kimselerin Arap harflerini telaffuzunda çıkan problemler gibi pek
çok hususun etkili olduğu muhakkaktır.271 Hz. Osman döneminde bu tartışmaların
somutlaştığı görülmekte ve Şamlılarla Iraklılar arasında kıraat farklılıkları yüzünden
tartışmalar çıktığı tarih kaynaklarında dile getirilmektedir. Bunun üzerine de
Kur’an’ın çoğaltılarak belli merkezlere gönderildiği ve bu nüshaların kıraat
konusunda yaşanan tartışmaları bertaraf etmede kullanıldığı bilinmektedir. Kur’an’ın
Kureyş lehçesi üzere çoğaltılması yedi harf ruhsatını sınırlamış olmakla birlikte, bu
nüshalarda hareke ve nokta bulunmadığı için söz konusu ruhsat bir ölçüde de olsa
geçerliliğini korumuş ve kıraat ihtilafları günümüze kadar gelebilmiştir.272
Kıraat farklılıkları, Kasımi’nin mukaddimede genişçe yer verdiği tefsirde ise
yeri geldikçe değindiği bir konudur. Mukaddime’de önce yedi harf konusuna
değinilir ve “Kur’an’ın yedi harf üzere indirildiğini” ifade eden hadis çeşitli
tarikleriyle birlikte verilir. Kasımi’nin yedi harf ile kıraat farklılıklarını aynı şey
olarak düşündüğü görülür. Ona göre Kur’an’ın yedi harf üzere indirilmesinde çok
büyük bir hikmet vardır. Şayet vahyin indiği toplumda Kur’an tek bir lehçede
okunması gerekseydi farklı lehçelere sahip olan insanlar için oldukça zor olurdu.
Onlar bunu ancak uzun boylu nefsi bir terbiyeden ve dil eğitiminden geçtikten sonra
başarabilirlerdi. Allah da rahmet ve lütfuyla tıpkı dinlerinde kolaylık sağladığı gibi
onlara dillerinde de genişlik ve harekelerde tasarruf imkanı vermiştir.273
kıratın birbirinden ayrı şeyler olup bir ihtiyaca cevap olarak geldiğini belirtmektedir. Bkz. Kuran
Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Amiller, Ankara 1968, s. 54.
271
Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, 95; Kuran Tefsirinin Doğuşu, s. 54 – 55.
272
Birışık, “Kıraat”, XXV/ s. 427.
273
Kasımi, Mukaddime, s. 246.
77
Kasımi, hadiste geçen yedi harf ifadesinden ne kast edildiğini de tartışır. Ona
göre burada gerçekten bilindiği anlamıyla yedi rakamından ziyade, çokluk
bildirilmek istenmiştir. Çünkü yüzler içinde yedi yüz, onlar içinde yetmiş çokluk için
kullanıldığı gibi, birler içinde de yedi çokluk ifade etmek için kullanılmaktadır.
Dolayısıyla hadiste yedi harften kast edilen anlam, kelimenin kolayca okunduğu
şekillerin çokluğu olarak düşünülmelidir.274
Kasımi’ye göre Kur’an’ın yedi harf üzere okunmasına cevaz verilmesi
Müslümanlar için başlangıçta bir ruhsattı. Ama ilerleyen süreçte bu durumun devam
ettirilebilmesi pek de mümkün değildi. Hz. Osman zamanında Kureyş lehçesi esas
alınarak Kur’an’ın çoğaltılması ile birlikte bu ruhsat kaldırıldı. Peki bu durumda yedi
kıraatın hepsini de nakletmeyi terk edenler üzerlerine düşen nakil görevini ihmal
etmiş olmuyorlar mıydı? Kasımi, tek bir lehçe üzere Kur’an’ın çoğaltılması işinin
Müslümanların yararına yapıldığını söyleyerek bu soruyu cevaplar. Bu noktada onun
dikkat çektiği ilginç bir husus daha vardır. Ona göre yedi kıraat muhafaza edilmiş
olsaydı bu durum, İslam ve Müslümanlar için bir cinayet olacaktı.275
Kasımi, yedi meşhur kıraatın ortaya çıkış sürecine de değinir. Her ne kadar
Hz. Osman zamanında tek bir lehçe esas alınarak Kur’an çoğaltılmış olsa da,
çoğaltılan bu nüshalarda nokta ve hareke yoktu. Dolayısıyla farklı lehçeler üzere
Kur’an okumaya alışmış olan kimseler noktaları ve harekeleri kendi bildikleri şekilde
okumaya başladılar. Bu da Mutezile başta olmak üzere çeşitli fırkalar tarafından
kendi yanlış görüşlerini temellendirmek için kullanılınca, bu kıraatlarda güvenirlik
aranmaya başlandı. Öte yandan İslam coğrafyası genişleyince hafızlar çeşitli
bölgelere dağıldı. Onlar bulundukları yerlerde Kur’an öğreten kimselerdi ki bu
durum nesilden nesile intikal etti. Ancak zamanla çeşitli anlaşmazlıklar ve
problemler gün yüzüne çıktı. Farklı okuyuşlar çoğaldı, birlik bozuldu ve bunun
sonucunda da mütevatir kıratlarla şaz kıratlar birbirine karıştı. Bundan dolayı
imamlar bu konuda bir ölçü ve mihenk taşı tespit etme ihtiyacı hissettiler. Bu ölçü,
senedinin sahih olması, şekli Arapçada doğru olması ve imam kabul edilen mushafın
hattına uygun düşmesiydi. Bu üç şarttan birini taşımayan kıraat şaz olarak kabul
274
Kasımi, Mukaddime, s. 246-247.
275
Kasımi, Mukaddime, s. 247, 251.
78
edilir. İşte yedi kıraatın kabulü bu esasa dayanmaktadır. Kasımi’ye göre bu esas
olmasaydı, yedi bin kıraat olmasını hiç kimse engelleyemezdi.276
Mukaddime’de ayırdığı sayfa sayısına ve yer verdiği tartışmalara bakılacak
olursa Kasımi için kıraat konusu önemlidir; ancak Mehasin’de bu yönde bir titizliğe
sahip olunmadığı görülmektedir. Her ne kadar kimi yerlerde kıraat farklılıklarına
değindiğine ve farklı görüşlere yer verdiğine şahit olunsa da, kendisinin
mukaddimede atıfta bulunduğu ve kaynaklarda kıraat konusuna örnek olarak
gösterilen ayetlerin pek çoğuna Mehasin’de değinmediği görülmektedir.277 Yine de
Mehasin’de yer alan örneklerden dikkat çekici olanlarını zikretmek yerinde olacaktır.
Kıraat farklılıklarına değinilen ilk yer, Fatiha suresinin 4. ayetinde278 geçen
“mâliki” kelimesidir. Kasımi, Asım ve Kisai’nin kelimede elife yer verdiğini
diğerlerinin ise elifi hazfederek okuduklarını söyler. Zemahşeri ise Mekke ve Medine
ehlinin kıraatı olduğu için elifin hazfedilerek okunmasının tercih edilen görüş
olduğunu dile getirmektedir. Kasımi her iki okuyuşun da yedi kıraat açısından
mütevatir ve sahih olduğunu belirtmektedir.279
Tevbe Suresinin 100. ayeti280 harekeler üzerindeki okuyuş farklılıklarına bir
başka örnektir. Ayette “ensar” kelimesi, “muhacirin” kelimesinden sonra gelmekte
ve ona atfen kesreli okunmaktadır. Kasımi, bu kelimenin ayetin başında geçen “esSabikun” kelimesine atfen merfu olarak da okunduğunu söyler. Yine ayetin sonunda
276
277
Kasımi, Mukaddime, s. 251-252.
Mukaddime’de kıraat farklılıklarının yaşandığı ayetlere örnek olarak zikrettiği şu ayetlerin
tefsirinde Kasımi’nin kıraat farklılıklarına dikkat çekmediği gözlenmektedir. Hacc 11; Nisa 164;
Bakara 116; Ali İmran 133, 184; Hadid 24; Kehf, 36, 70; Yunus 14; Zümer 69; Ankebut 20, Yusuf
23, Enam 137
278
“mâliki yevmi’d-dîn” “O din gününün sahibidir”.
279
Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 8-9.
280
Ayetin anlamı şu şekildedir: “(İslam dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile
onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı
olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır.
İşte bu büyük kurtuluştur.”
79
“zemininden ırmaklar akan” ifadesindeki “tahtehâ” kelimesinin, İbn Kesir tarafından
“tahtihâ” şeklinde okunduğunu kaydeder.281
Araf Suresinin 57. ayetinde282 geçen ve müjde anlamına gelen “büşran”
kelimesinin farklı şekillerde okunduğuna dair bilgi vermektedir. Burada noktalar
üzerinde meydana gelen değişmelere dönük bir durum söz konusudur. Kasımi,
Ebu’l-Beka’nın kelimeyi “nüşüran” şeklinde okuduğunu söyler. Bu durumda anlam
değişmekle birlikte, herhangi bir yanlış anlama da yol açmamaktadır. Bunun hangi
kelimenin çoğulu olduğu konusunda farklı görüşler mevcuttur. Sabur kelimesi gibi
“neşûr” kelimesi olabilir. Bu da hem fail hem de meful anlamında alınabilir ve her
ikisi de doğru anlama gelir. “Nüşüran”, “neşren” kelimesinin çoğulu da olabilir. Öte
yandan büşran kelimesi “Beşir” kelimesinin çoğulu olan “büşüran” olarak da
okunabilir.283
Nisa suresi 43. ayette284 geçen “lâmestum” kelimesinde de fıkhi ihtilaf
doğuran bir kıraat farklılığı söz konusudur. Kasımi bu kelimenin “lemestüm”
şeklinde okunmasına ve bu durumun yol açtığı fıkhi görüş farklılıklarına genişçe yer
vermektedir. Zira “lâmestum” şeklindeki okuyuş cinsi münasebeti ifade ederken,
“lemestum” şeklinde okunduğunda ise karşı cinse elle temas ve dokunma anlamına
gelmektedir. İbn Mesud’dan çeşitli tariklerle nakledilen bir rivayette ise bunun cinsi
münasebet olmaksızın karşılıklı temas olduğu zikredilmiştir. Kasımi’nin konuyla
ilgili çok sayıda rivayete yer verdiği görülür. Bilindiği üzere kelimenin birinci
şekildeki okuyuşu Hanefilerin görüşünü, ikinci şekildeki okunuşu ise Şafilerin
görüşünü temsil etmektedir. Kasımi her ne kadar kelimenin birinci şekilde
okunmasının yol açacağı fıkhi hükümlere dikkat çekiyor olsa da, kendisi ikinci
şekildeki okuyuşun doğru olduğu yönündedir.285
281
282
Mehasinu’t-Te’vil, VIII/ s. 3242-3243.
Ayetin anlamı şu şekildedir: “Rüzgarları rahmetinin önünde müjde (büşran) olarak gönderen
odur….”
283
284
Mehasinu’t-Te’vil, VII/ s. 2757-2758.
Ayetin ilgili kısmının anlamı şu şekildedir: “…Eğer hasta olur veya bir yolculuk üzerinde
bulunursanız, yahut sizden biriniz def-i hâcetten gelirse, yahut kadınlara dokunup da (bu durumlarda)
su bulamamışsanız o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin…”
285
Mehasinu’t-Te’vil, V/ s. 1257-1262.
80
Nisa Suresi 12. ayette286 geçen ve genellikle şaz kıraata örnek olarak
gösterilen “ehun ve uhtun” kelimelerinin açıklamasında da Kasımi’nin konu ile ilgili
tartışmalara yer verdiği görülür. Kasımi, alimlerin “ve lehu ehun ve uhtun”
ibaresinden maksadın “ve lehu ehun ve uhtun mine’l-ümm” yani anne babadan olma
erkek ve kız kardeş olduğu konusunda ittifak ettiklerini ifade etmektedir. Nitekim
Sad b. Ebi Vakkas ve Selef’ten bazı kimseler ayeti ikinci şekliyle okumuşlardır. Ebu
Bekir de Katade’nin rivayet ettiği bir hadiste ayeti bu şekilde tefsir etmiştir. Kerhi,
bunun Ahad haber türünden bir şaz kıraat olduğunu söylemiştir. Nitekim Şafi de bu
şekilde temellendirmiştir. Fakat ne olursa olsun bütün alimler ayetin ne ifade ettiği
konusunda ittifak halindedirler.287
2.2.6. Kısasu’l-Kur’an ve İsrailiyat
Kur’an’da geçmiş peygamberlere ve milletlere dair kıssalar mevcuttur.
Kur’an’daki bu kıssaların temel işlevi, tarihi vakıaların kronolojik olarak anlatılması
değil, geçmiş peygamberlerin ve milletlerin başına gelenlerden ibret alınmasını temin
etmektir. Kıssaların, bazen birden fazla tekrar edilmiş olması, bu hususu destekler
mahiyettedir.288 Kıssalar, gerçek bir hadise hakkındaki bir bilgilendirmenin
olgunluğun zirvesine çıktığı, böylece beşeriyet için yararlı olan bir hakikatin tecelli
edip Allah’ın beşeri yasalarından bir yasanın ortaya konduğu bir tarihsel
panaromadır.289
Kıssa ve el-kasas, bir kimsenin izini sürüp ardınca gitme anlamına gelir.
Kelimenin Kur’an bağlamında kullanılışındaki temel espri, geçmiş eserleri ve izleri
açığa çıkarmak, bu suretle insanların unuttukları veya gafil oldukları olaylar üzerinde
286
Ayetin ilgili kısmının anlamı şu şekildedir: “…Eğer bir erkek veya kadının, anababası ve çocukları
bulunmadığı halde (kelale şeklinde) malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek yahut bir kızkardeşi varsa,
her birine altıda bir düşer…
287
Mehasinu’t-Te’vil, V/ s. 1149.
288
Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 171-172.
289
Sadık, Kılıç, “Tarih Felsefesi Açısından Kıssalar, Bilgi Vakfı I. Kur’an Sempozyumu, Ankara 1994,
s. 89.
81
dikkatleri yoğunlaştırmaktır.290 Bir başka ifadeyle Kur’an ıstılahında kasas veya
kıssa denildiğinde tarihin derinliklerinde kaybolmuş, unutulmuş veya bazı izleri
insanlığın hafızasında varlığını koruyabilmiş, her zaman için geçerli mutlak
hakikatleri, yüksek dini değerleri, yönlendirme, teşvik gibi unsurları ihtiva eden
tarihi olayların, Allah tarafından Kur’an’ın muhataplarına adeta olaylara yeniden bir
canlılık verilmek suretiyle anlatılmasıdır.291
Mahiyeti itibariyle Kur’an kıssaları üç başlık altında mütalaa edilmiştir.
Bunlardan birincisi, Adem’in iki oğlu, Nuh, Hud, Salih, Lut, İbrahim, İsmail, İshak,
Yakub, Yusuf, Şuayb, Musa, Davud, Süleyman, Eyyüb, Yunus, Zekeriya, Yahya ve
İsa gibi peygamberlere ilişkin bilgi veren tarihi kıssalardır. Ashab-ı Kehf, Firavun,
Karun, Zülkarneyn gibi belli şahısları merkeze alan kıssalar da bu başlık altında ele
alınır. İkincisi ise Kur’an’ın nüzulü sırasında meydana gelen olaylardır. İsra ve Mirac
hadisesi, Bedir, Uhud, Hendek ve Tebük savaşları ve bunlara ilişkin verilen bilgiler
bu türdendir. Kur’an kıssalarının üçüncü şekli ise, Adem’in yaratılışı, ahiret, cennet
ve cehennem gibi konulardaki bilgileri içeren gaybi kıssalardır.292
Kısasu’l-Kur’an, Kur’an-ı Kerim’de tarihi kişilerle olaylara dair yer alan
haberler ve bunlardan bahseden ilim dalını ifade etmektedir.293 Kur’an’ı ilgilendiren
diğer meselelerde olduğu gibi Kur’an’daki kıssalarla ilgili çalışmalar da islam’ın çok
erken dönemlerinde başlamıştır. Bu konuda müstakil eserler yazıldığı gibi, bu
konudaki bilgilere ve mütalaalara genellikle de Kur’an’da yer alan kıssaların tefsiri
sırasında yer verilmiştir. Ancak, bu kıssaların tefsirinde ve açıklanmasında çoğu kez
israiliyat olarak nitelenen bilgilere başvurulmuştur.
İsrailiyat, Yahudilik ve Hristiyanlık’tan İslam kaynaklarına geçtiği kabul
edilen bilgiler olarak tanımlanmıştır.294 Kimi zaman bu tanımın çerçevesi daha da
geniş tutulmuş ve diğer dinlerden nakledilen şeylerin de bu kelimenin muhtevasına
290
Suat, Yıldırım, “Kur’an-ı Kerimde Kıssalar”, Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi,
sayı: 3, 1-2. Fasikül, s. 37-38.
291
İdris, Şengül, “Kur’an Mesajını Ulaştırmada Kıssaların Önemi”, Bilgi Vakfı I. Kur’an
Sempozyumu, Ankara 1994, s. 134-135.
292
İdris, Şengül, “Kıssa”, TDVİA, XXV/ s. 499.
293
Şengül, “Kıssa”, XXV/ s. 498.
294
İbrahim, Hatiboğlu, “İsrailiyat”, TDVİA, XXIII/ s. 195.
82
girdiği belirtilmiştir.295 Ancak Yahudilikle ilgili bilgilerle kıyaslandığında, diğer
dinler hakkındaki bilgi ve haberlerin son derece az olduğu ve bu sebeple israiliyat
teriminin daha çok Yahudi kültüründen İslam’a geçen bilgileri ifade ettiği de ileri
sürülmüştür.296 Hz. Peygamber’in vefatından sonra israiliyat olarak anılan bu nakiller
genellikle Kur’an’da kısa ve kapalı bir şekilde zikredilen kıssalar etrafında döndü.
Buna göre bu kapalı kıssalarla ilgili boşlukları doldurmak için, diğer mukaddes kitap
mensuplarına müracaat edilmiş, onların bu hususta kitaplarında bulunan tamamlayıcı
bilgiler aktarılmıştır. Ancak Arapların yazı ve ilimde çok ileri düzeyde olmayışları,
bu tür nakillerin doğru-yanlış süzgecine tabi tutulmadan olduğu gibi alınması
sonucunu doğurmuştur.297
Kur’an kıssalarının tefsirinde israiliyata başvurma yöntemi, özellikle
hadislerin tedvin edilmeye başlandığı Tabiun döneminde oldukça çoğaldı. Bunda
Yahudilik ve Hıristiyanlık’tan İslam’a geçen kişilerin sayısının artmasının etkisi
büyüktür. Böylece başta tefsir olmak üzere hadis ve tarih gibi pek çok ilime
israiliyattan çok sayıda bilgi karıştı. Fakat bunlar içerisinde en yaygınlık kazandığı
ilim dalı Tefsir oldu. Özellikle Kur’an kıssalarıyla ilgili haberler, halk tarafından
büyük bir şevk ve dikkatle dinlenmekteydi.298
Tefsir kitaplarında nakledilen israiliyat türü bilgilerin hemen hemen tamamı
kıssalarla ilgili yerlerde verilmiştir.299 İşte bundan dolayı genellikle Kur’an kıssaları
ve israiliyat birlikte ele alınmıştır. Kasımi’nin de Mukaddime’sinde bu şekilde bir
yöntem izlediği ve Kur’an kıssalarıyla israiliyatı aynı başlık altında mütalaa ettiği
görülmektedir. Kasımi, bir mutasavvıf olan Ebu’l-Abbas Ahmed b. Zarzuk’tan
yaptığı bir alıntı ile Kur’an kıssalarının amacına ve işlevine dikkat çeker. Buna göre
Kur’an kıssaları Allah’ın askerleri gibidir ve ariflerin kalbini pekiştirir.300
295
Abdullah, Aydemir, Tefsirde İsrailiyat, İstanbul 1985, s. 29
296
Muhammed b. Muhammed, Ebu Şehbe, el-İsrailiyat ve’l-Mevzuat fi Kütübi’t-Tefsir, Kahire 1408,
s. 13-14.
297
Cerrahoğlu, Kur’an Tefsirinin Doğuşu, s. 63.
298
Muhammed Hüseyn, Zehebi, el-İsrailiyyat fi’t-Tefsir ve’l-Hadis, Mısır 1986, s. 23.
299
Said, Şimşek, Kur’an Kıssalarına Giriş, İstanbul 1993, s. 129.
300
Kasımi, Mukaddime, s. 37.
83
Kasımi, Kur’an kıssaları hakkında sağlam ve doğru bilgi sahibi olmanın
Kur’an tefsirine girişen bir kimse için gerekli olduğuna dikkat çeker ve israiliyatın
Kur’an kıssalarının tefsirindeki rolüne ve değerine değinir. Ona göre özellikle geçmiş
peygamberleri konu alan kıssaların tefsiri konusunda hadislerde çok az bilgi vardır
ve müfessirler ise bu bilgi açığını Ehl-i Kitap’tan yapılan nakillerle doldurmuşlardır.
Kasımi, bu kıssaların tefsiri hususunda doğrudan peygamberden rivayet tarikiyle
gelen bilgiler hususunda eleştirilecek bir noktanın olmadığını belirtir.301
Kasımi, Kur’an kıssalarının tefsiri konusunda doğrudan peygamberden
gelmeyen ve selef alimleri nezdinde yaygınlık kazanmış olan bilgilerin ise iki
kaynaktan beslendiğini, bunlardan birincisinin halk arasında dolaşan ve adeta
anonimleşen bilgiler olduğunu, diğerinin ise Ehl-i Kitap’tan doğrudan yapılan
nakiller olduğunu kaydeder.302 Ancak, bu bilgilerin asıl kaynağı, Ehl-i Kitab’ın lideri
konumundaki insanlardı. Eski kutsal metinlerin yazılı nüshaları oldukça az sayıdaydı
ve bunlar tümüyle bu liderlerin kontrolündeydi. Bu kimseler, kendi nüfuzlarını
devam ettirebilmek için söz konusu metinleri istedikleri şekilde yaymakta ve
herhangi bir eleştiri veya tenkide tabi tutmaksızın doğru – yanlış her şeyi insanlara
aktarmaktaydılar. Kasımi’ye göre bu husus, israiliyat türü bilgilerin yaygınlık
kazanmasının en önemli sebebini oluşturmaktadır.303
Öte yandan Kasımi, israliyat türü bilgileri tefsirlerine alan ve bunların
Müslümanlar arasında yaygınlık ve meşruiyet kazanmasına sebep olan müfessirlerin
bu gerekçeden ötürü acımasızca eleştirilmesine de karşı çıkar. Ona göre ilmi yayma
ve kendilerine geleni ve duyduklarını açıklama hususunda ellerinden gelen gayreti
göstermişlerdir. Kur’an kıssalarının açıklanmasında bu bilgilere yer vermelerinde bir
art niyet aranmamalıdır. Zira onlar tümüyle sahip oldukları iyi niyetler çerçevesinde
bu yola başvurmuşlardır. Kasımi, bu noktada tefsirinde israiliyata belki de en fazla
yer veren müfessir olan Salebi’ye ayrı bir parantez açar ve onun bu sebeple küçük
görülmesi hususunda savunmacı bir yaklaşım izler. Salebi’nin bu bilgileri tümüyle
rivayet mantığı çerçevesinde sahibine isnat ederek tefsirine aldığına dikkat çekerek,
301
Kasımi, Mukaddime, s. 37.
302
Kasımi, Mukaddime, s. 37.
303
Kasımi, Mukaddime, s. 37.
84
bunda ne gibi bir günah ya da suç olabileceğini sorgular.304 Bu noktada bir müfessire
veya muhakkike düşenin, uydurma niteliği taşıyan bu bilgileri reddetmek veya
tefsirlerden ayıklamak olduğunu, bunları rivayet edenleri küçük düşürmenin ise
doğru ve ahlaki bir davranış olmadığını vurgular.305 Sonuç itibariyle Kasımi’nin
Kur’an’in tefsiri hususunda israliyat türü bilgilere pek de sıcak bakmadığı, bu
konuda genellikle peygamberden, sahabeden ve tabiundan belli bir senet ile gelen
rivayetlerle yetinmeyi metot olarak benimsediği ifade edilebilir.
Kasımi, Mehasinu’t-Te’vil’de de Kur’an kıssalarının tefsiri konusunda bu
metodu izlemekte ve israiliyat nakillerine genellikle yer vermemektedir. Ancak
zaman zaman alimlerin bu konudaki yanlış tutumlarına dikkat çekmek için onlar
tarafından nakledilen bilgilere kısaca değindiği ve bunların doğruluk ve bilgi olma
değerlerini tartıştığı görülmektedir. Bu bağlamda klasik tefsir kitaplarında israili
malzemenin bolca verildiği ayetlere göz atmak onun konuya yaklaşımını ortaya
koyması bakımından yerinde olacaktır.
Sad suresinin 21–24. ayetlerinin306 bu noktada iyi bir başlangıç olabileceğini
düşünmekteyiz. Zira bu ayetle ilgili olarak Kasımi, gerek israiliyat yer veren gerekse
bunlara karşı çıkan alimlerin ve müfessirlerin görüşlerine başvurmakta ve ayetin ne
şekilde anlaşılması gerektiğini açıklığa kavuşturmak istemektedir. Kasımi, bu
ayetlerin tefsiri konusunda müfessirlerin birbirinden farklı ve çok sayıda habere atıfta
bulunduğunu fakat iki temel görüşün bunların kaynağını oluşturduğunu belirtir. İlk
görüş, ayetin Davud’un sıkıntısını çektiği ve daha sonra tevbe ettiği bir günaha
dikkat çektiği yönündedir. İkinci görüş ise ayetin iki hasım arasında meydana gelen
304
Kasımi, Mukaddime, s. 38.
305
Kasımi, Mukaddime, s. 39.
306
Ayetlerin anlamı şu şekildedir: “(Ey Muhammed), Sana davacıların haberi ulaştı mı? Mabedin
duvarına tırmanıp, Davud’un yanına girmişlerdi de Davud onlardan korkmuştu. “Korkma! Biz
birbirine hasım iki davacıyız, aramızda adaletle hükmet, haksızlık etme; bize doğru yolu göster”
dediler. (Onlardan biri şöyle dedi: ) Bu kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benimse tek bir
koyunum var. Böyle iken “onu da bana ver” dedi ve tartışmada beni yendi. Davud: Andolsun ki, senin
koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Doğrusu ortakçıların
çoğu, birbirlerinin haklarına tecavüz ederler. Yalnız iman edip de iyi işler yapanlar müstesna. Bunlar
da ne kadar az! Dedi. Davud kendisini denediğimizi sandı ve Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip
secdeye kapandı, tevbe edip Allah’a yöneldi”.
85
bir olayda hakemlik yapıldığı yönündedir. İlk görüşü benimseyenler arasında Taberi
bulunmaktadır. Taberi bu ayetin tefsirinde307 Davud’un doksan dokuz tane hanımının
olduğunu, kendisi için savaşan ve daha sonra ölen bir kimsenin de bir karısı
olduğunu, bu şahıs öldürülünce de Davud’un onun karısını kendine nikahladığını,
sonra iki hasım arasında hükmetmesi sırasında bunun kendisi için bir imtihan niteliği
taşıdığını fark ettiğini, bundan dolayı secdeye kapanıp Allah’a yalvararak ondan
bağışlanma dilediğini içeren bilgiler verir. Taberi bu kıssaya ilişkin uzunca da bir
senet verir. Suyuti’nin de İklil isimli eserinde bu bilgileri naklettiğini ve isnat değeri
açısından tartıştığını kaydeden Kasımi, Taberi’de geçen bilgilerin günümüzdeki
Tevrat’la benzerlikler taşıdığına dikkat çeker. Bu türden rivayetlerin ve bilgilerin
Mürcie’den Kerramiyye’nin ve Eşarilerden Bakıllani ve takipçilerinin sözü olduğunu
ifade eden İbn Hazm’ın sözüne de atıfta bulunur.308
Söz konusu ayetlerle ilgili ikinci görüş, iki hasım arasında Davud’un
hakemlik yaptığı yönündeki görüştür ki, İbn Hazm’ın Fisal adlı eserinde buna dikkat
çekmekte ve bunun dışındaki yaklaşımların tümüyle Yahudilerden türemiş uydurma
ve yalan bilgiler olduğunu ifade etmektedir. Kasımi, bu noktada Bikai’ye de atıfta
bulunur ve onun bu ve benzeri kıssaları Yahudilerin yalanlarından gördüğüne ilişkin
ifadesine yer verir. Bikai, Yahudilerin Davud’la ilgili bu rivayetlere sahip
çıktıklarını, bunu da Davud’un neslinden olan İsa’ya tan etme amacıyla
kullandıklarını Yahudi iken Müslüman olan kimselerin kendisine bildirdiğini
zikretmektedir.309 Kasımi, ikinci yaklaşımı dönük örnekleri sıralamayı sürdürür ve
İbn Kesir, Kadı Iyad ve İbn Kayyım el-Cevziyye’den ayetin tefsiri bağlamında
kullanılan bilgilerin yanlışlığına dikkat çeken alıntılarda bulunur. Kendisi olayı
doğrudan değerlendirmemiş olsa da yaptığı alıntılardan anlaşıldığı kadarıyla onun
ikinci görüşü benimsediği ve israiliyat türü bilgilere karşı olduğu anlaşılmaktadır.310
Öte yandan imtihan amacıyla Hz. Süleyman’ın tahtına bir ceset bırakıldığını
kaydeden Sad suresi 34. ayeti ile ilgili olarak müfessirler ayetin tefsirinde israiliyata
307
İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan, Mısır 1954, XXIII/ s. 143 vd.
308
Mehasinu’t-Te’vil, XIV/ s. 5088-5089.
309
Mehasinu’t-Te’vil, XIV/ s. 5090.
310
Mehasinu’t-Te’vil, XIV/ s. 5091-5092.
86
dayanan çeşitli bilgilere yer verirken,311 Kasımi’nin hiçbir şekilde bunlara temas
etmediği görülmektedir.312
İsrailiyat türü bilgilerin bolca yer aldığı ayetlerin başta gelenleri arasında
Ashab-ı Kehf’in konu edildiği Kehf suresi 9 – 25. ayetleri yer almaktadır. Ashab-ı
Kehf’in kaç kişi olduğu, vasıfları, köpeklerinin cinsi veya rengi, kaldıkları mağaranın
yeri, mağarada ne kadar süre kaldıkları gibi hususlar bu rivayetlerin temelini
oluşturan sorulardır. Kasımi, ilgili ayetlerin tefsirinde klasik tefsirlerde yer alan türde
bilgilere değinmemektedir. Ancak ayette geçen ashabı kehf adı verilen bu gençlerin
Hristiyan tarihini konu alan eserler de yer aldığını ve Hristiyan gelenekte temmuz
ayının 27. gecesinin onları yad etmek üzere senelik bayram olarak kabul edildiğini
kaydetmektedir. Bu gençlerin Allah’ın bir ve tek olduğuna inandıkları ve putlara
tapmayı reddettikleri için putlara tapınmayı din edinen Yunanlıların zulmüne maruz
kaldıklarını belirtir. Kasımi’nin, bu konuda tefsir kitaplarından daha farklı bir
kaynağa müracaat ettiği ve buradan kimi nakillerde bulunduğu görülür. el-Kenzü’sSemin fi Ahbari’l-Kadisin isimli eserde Ashab-ı Kehf’in hayatı hakkında bilgileri
gördüğünü belirten Kasımi, bu eserden onların isimleri, hangi şehirden oldukları, ne
zaman yaşadıkları, kaldıkları mağaranın mevcut durumu gibi konularda kısa kısa
alıntılarda bulunur. Ancak onun burada bu bilgilere yer vermesinin sebebi başkadır.
O Kur’an’da belirtildiği üzere Hristiyanlar arasında yaşanan görüş ayrılıklarına
dikkat çekmek için bu bilgilere müracaat eder.313
Fecr suresinin 6–7. ayetleri314 israili nakillere sıklıkla rastlanan ayetlerdir. İbn
Kesir gibi rivayet tefsirlerinde de yer alan bu bilgilere315 dirayet tefsirlerinin en başta
gelenlerinden olan Fahruddin er-Razi bile yer vermiş ve ayette kast edilen Ad
kavminin açıklamasında söz konusu rivayetlere başvurmuştur.316 Kasımi, ilgili
ayetlerin tefsirinde İbn Haldun’dan, müfessirlerin bu noktada naklettiklerinin tarihsel
311
Bu konuda et-Taberi’ye bakılabilir. Camiu’l-Beyan, XXIII/ s. 157-158.
312
Mehasinu’t-Te’vil, XIV/ s. 5102-5103.
313
Mehasinu’t-Te’vil, XI/ s. 4050-4052.
314
Ayetlerin anlamı şu şekildedir: “Görmedin mi, Rabbin ne yaptı Ad kavmine; direkleri (yüksek
binaları) olan İrem şehrine.”
315
İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, Kahire trz., VIII/ s. 418.
316
Fahruddin, Razi, et-Tefsirü’l-Kebir, Tahran trz., XXXI/ s. 167.
87
gerçeklerle örtüşmediği ve çoğunun asılsız olduğunu belirten uzun bir alıntıda
bulunmaktır.317
Neml suresinin 18. ayetinde318 geçen karınca vadisi, klasik tefsir
kaynaklarında hakkında epeyce israiliyatın verildiği bir konu olmuştur. Kasımi,
ayetin tefsirinde bu türden ne bir nakil ne de açıklamada bulunur.319 Yine tefsir
kitaplarında israiliyat bilgilerinin fazlasıyla yer almasına karşın, Kasımi’nin hiçbir
şekilde bu bilgilere ve olaylara değinmediği ayetlerden biri de Hz. Eyyub’un konu
edildiği Enbiya suresi 83–84. ayetlerdir.320
2.2.7. İ’cazu’l-Kur’an
Sözlükte gücü yetmemek, yapamamak anlamındaki a-c-z kökünden türetilen
icaz kelimesi aciz bırakmak demektir. Terim olarak genellikle Kur’an’ın sahip
bulunduğu edebi üstünlük ve muhteva zenginliği sebebiyle benzerinin getirilememesi
özelliği diye tanımlanır. Bu tanımda yer alan edebi üstünlük birinci derecede Arap
diline vakıf olan edipleri ilgilendirirken, muhteva üstünlüğü bunlarla birlikte bütün
aklıselim ve ilim sahibi insanları ilgilendirmekte ve böylece Kur’an’ı evrensel bir
ilahi mesaj haline getirmektedir.321
Kur’an, Araplardan fesahat sahiplerine meydan okumuş, onları, benzerini
getirmeye davet etmiş ve bu davetinde ısrar etmiştir. Lakin onlar meydan okumanın
karşısında yenilgiye uğramışlar; benzerini getirmekten aciz olduklarını itiraf
etmişlerdir.322 Bu açıdan bakıldığında İcazu’l-Kur’an, Kur’an’ın hem anlamı hem de
şekliyle ilgili olduğu için Kur’an ilimleri arasında önemli bir yer işgal etmekte ve
317
318
Mehasinu’t-Te’vil, XVII/ s. 6147-6149.
Ayetin anlamı şu şekildedir: “ Nihayet Karınca vadisine geldikleri zaman bir karınca: Ey
Karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin! Dedi”
319
320
Mehasinu’t-Te’vil, XIII/ s. 4662.
Ayetlerin anlamı şu şekildedir: “Eyyub’u da (an). Hani Rabbine: “Başıma bu dert geldi Sen,
merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmişti. Bunun üzerine biz, tarafımızdan bir rahmet ve
kulluk edenler için bir hatıra olmak üzere onun duasını kabul ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne
varsa giderdik ve ona aile efradını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik.”
321
Y. Şevki, Yavuz, “İ’cazu’l-Kur’an”, TDVİA, XXI/ s. 403.
322
Salih, Kur’an İlimleri, s. 329.
88
bütün insanlığa bir benzerini getirme hususunda meydan okuyan Kur’an’ın ilahi
menşeli olduğunu ve beşer müdahalesinden uzak bulunduğunu ifade etmektedir.323
Kur’an’da hangi açılardan icaz olduğu ise alimlerin üzerinde tartıştıkları ve
farklı görüşler ileri sürdükleri bir konu olagelmiştir. Bir benzerinin ortaya
konamamasından hareketle icaz, itikadi bir mesele olan mucize kavramıyla
ilintilendirilmiş ve Kur’an’ın Hz. Muhammed’in nübüvvetini ispat amacıyla Allah
tarafından gönderilen bir mucize olduğunu ileri sürülmüştür. Ancak bu bağlamda
Kur’an’ın mucize oluşu da birkaç noktadan ele alınmış ve Kur’an’ın icazının pek
açıdan tecelli ettiği ortaya konmuştur. Buna göre Kur’an icazını sadece dili, üslubu
ve fesahatında aramak hatadır. Onun örgüsü, içerdiği ilimler ve bilgiler, kosmolojik
ilimlere dair bilgileri, ıslah siyaseti, gaybe ilişkin verdiği bilgiler ve haberler gibi
hususlarda Kur’an’ın icazının somut tecellileri olarak kabul edilmelidir.324
Kasımi, mukaddimede icazu’l-Kur’an konusuna da değinmektedir. Ancak
verdiği bilgilerin tümü Şah Veliyullah Dihlevi’nin Fevzu’l-Kebir isimli eserinden
uzunca bir alıntıdır. Burada öncelikle Kur’an’ın ansiklopedik tarzda belirli konuların
belirli başlıklar altında toplanmasıyla oluşan bir kitap olmadığına dikkat çekilmekte
ve Kur’an’ın tarzı kralların tebaasına yazdığı ve aradan bir müddet geçtikten sonra da
birinin topladığı mektuplar koleksiyonuna benzetilmektedir.325 Zira Kur’an toptan
inmiş bir kitap değildir; aksine yirmi üç senelik bir zaman diliminde ve ihtiyaca göre
nazil olmuştur. Bu durum her bir ayet üzerinde o ayetin nazil olduğu bağlamın
etkisinin olduğunu göstermektedir. Ayetlerin ve surelerin dili bu bağlamdan
etkilenmiştir. Bunun içindir ki, Kur’an’da belli bir konu ile ilgili tek bir yerde bilgi
verilmemiş, bilakis konunun önemine göre birçok yerde tekrarlar yapılmış ve
vurgunun tonu artırılmıştır.326
Araplarda belagat ve söz sanatları bir hayli gelişmişti. Kasideler beyitlere
bölünmüş ve bu beyitlerde belli bir kafiye takip edilmişti. Kur’an peki niçin bu
şekilde beyitler halinde inmedi? İşte bu noktada Kasımi çok ilginç bir hususa daha
323
Abdülhamid, Birışık, “Kur’an: Kur’an İlimleri”, TDVİA, XXVI/ s. 404.
324
Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 163; Yavuz, “İ’cazu’l-Kur’an”, XXI/ s. 404-405
325
Kasımi, Mukaddime, s. 237-238
326
Kasımi, Mukaddime, s. 243.
89
dikkat çekildiği görülmektedir. Kur’an’da surelerin ve ayetlerin akış şekli beyitlere
benzemekle birlikte, tümüyle aynı özelliği yansıtmamaktadır. Bu da aslında
Kur’an’ın evrensel oluşunun bir ifadesidir. Zira her millet ya da kabile farklı söz
sanatları ve kafiyeler kullanmaktaydı. Arapların kafiye üslubuyla Farisilerin,
Hintlilerin ve Yunanlıların kafiye uslüpları bir değildi. Allah Kur’an’da öyle bir
üslup kullanmıştır ki, dili Arapça bile olsa tüm milletler Kur’an’da kendilerinden bir
şeyler bulabilmektedir. Bunun için Kur’an’da sadece bir kavimce güzel görülen
kalıplar ve zaman ve zemine göre değişen musiki kuralları değil, her kavim ve
millete hitap edebilecek sade bir üslup kullanılmıştır.327 Bu hem Kur’an’ın bir
mucize olduğunu hem de Hz. Muhammed’in bir peygamber olduğunu ortaya koyan
bir husustu.328
Kasımi Şah Veliyullah Dihlevi’den yaptığı alıntı ile son kısmında icazu’lKur’an’ın çeşitli yönleri ele alınmaktadır. Bu yönlerden biri, Kur’an’ın eşsiz bir
üsluba sahip olmasıdır. Bu gerçekten de Arapların bilmediği ve aşina olmadığı
tümüyle farklı, ama bir o kadar da gerçek ve yalın bir şekilde onlara hitap eden eşsiz
bir üsluptu. Bu o kadar farklı ve değişik bir tarzda cerayan ediyordu ki, aynı olay
surenin genel amacına göre farklı anlamlara gelecek şekilde bir anlam genişlemesine
veya daralmasına uğrayabiliyordu. Örneğin Araf, Hud ve Şuara surelerindeki
peygamber kıssaları, Saffat ve Zariyat surelerinde de anlatılmaktadır. Ancak son
ikisinde bu kıssalara öncekilerden çok farklı bir anlam elbisesi giydirilmektedir.
İcazın bir başka yönü de geçmiş kitapları tasdik ederek, geçmiş kıssalardan,
hükümlerden ve milletlerden haber vermesidir. Bununla paralel sayılabilecek diğer
bir icaz da gaybe ilişkin bilgiler vermesidir. Son olarak dikkat çekilen icaz yönü ise,
şeriat ve din üzerinde kafa yormayan kimselere Kur’an’ın kendisini açmaması ve
onlar tarafından kolayca anlaşılamamasıdır.329
Kasımi, Mehasin’de icaz konusunda yeri geldiğince değinmekte, bu konuda
herhangi bir sistematik tutum sergilememektedir. Kimi ayetlerde icazı ilgilendiren
hususlara dikkat çekerken, genellikle icazın en somut örnekleri olarak kabul edilen
327
Kasımi, Mukaddime, s. 239-241.
328
Kasımi, Mukaddime, s. 244.
329
Kasımi, Mukaddime, s. 244-245.
90
ayetlerin pek çoğunda bu konuya değinmemektedir.330 İcaz konusunda açıklamada
bulunduğu ayetlerde ise icazın neliğinden ziyade ayetlerin muhtevasındaki icaza
dikkat çekmektedir. Örneğin Bakara suresinin “O kitap (Kur’an); onda asla şüphe
yoktur” meailindeki 2. ayetinin başındaki “zalike” zamiriyle ilgili verdiği açıklamada
bunu görmek mümkündür. Kasımi, kimi araştırmacıların zamirin uzaktaki bir şeye
işaret amacıyla kullanılmasının vaz’i değil, örfi bir kullanım olduğunu söylediklerini
belirtmektedir. Zira Araplar iki işaret zamiri arasında bir zıtlık oluştururlar ve
bunlardan birini diğerinin yerine kullanırlar. Bu bilinen bir durumdur ve Kur’an’ın
pek ayetinde de örneklerine rastlanmaktadır. Bu ayette bu şekilde kullanılmış olması
kendisine işaret olunana karşı bir saygı niteliği taşımaktadır.331
Yine Meryem suresi 4. ayette geçen “ve işte’ale er-re’su şeyben” ifadesi de
belagat ve fesahat bakımından konu edilmektedir. Ayette Zekeriya (a.s) dan
bahsedilmekte ve onun kendi ağzından “saçlarının ağardığı” yönünde bu ifade sadır
olmaktadır. Kasımi Zemahşeri’den bu ayetin tefsiri konusunda alıntı yapmaktadır.
Buna göre şeyb kelimesi beyazlık ve parlaklıkta ateşin alevlerine benzetilmiştir.
Buna göre ayet, saçların tümüyle ağardığı anlamına gelmektedir. Ayette yüksek bir
belagat ve açık bir fesahat söz konusudur. Zemahşeri burada İbn Düreyd’in bir şiirine
atıfta bulunarak ayetteki icazı ortaya koymaya çalışmaktadır.332 Mehasin’de bu
şekilde yeri geldikçe i’caz’a, belagat ve fesahat açılarından açıklamalar yapılmıştır.
2.2.8. Mekki – Medeni sureler
Kur’an ayetlerinin veya surelerinin Mekki veya Medeni olup olmaması da
Kur’an ilimleri arasında değerlendirilen ve tefsir içerisinde yer alan bir konu
olagelmiştir. Ancak mekki ve medeni ifadeleriyle neyin kast edildiği noktasında
farklı görüşler ve taksimler ileri sürülmüştür. Bunlar üç grupta toplanmaktadır. İlki,
330
İcaz konusunda örnek olarak verilen Cum’a 5, Yunus, 24, Enbiya 18, Mülk 7-8, Kehf 77 gibi
ayetlerin açıklamasında Kasımi’nin bu konuya değinmediği görülmektedir. Söz konusu ayetlerin icaz
açısından örneklik değerleri konusunda bkz. Salih, Kur’an İlimleri, s. 338-343.
331
Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 32-33. Söz konusu ayetin icaz açısından geniş bir tahlili için bkz.
Abdülkahir el-Cürcani, Delailü’l-İ’caz, Kahire 1331, s. 79-80.
332
Mehasinu’t-Te’vil, XI/ s. 4126.
91
vahyin indiği mekan dikkate alınarak yapılmış bir taksimdir ve Mekke’de nazil olan
ayetler Mekki, Medine’de nazil olanlar ise Medeni olarak nitelendirilmiştir. Ancak
bu taksim, Kur’an’ın Mekke ve Medine dışında inen ayetlerinin hangi kapsama dahil
edileceği hususunda bir çözüm ileri sürmediğinden tartışma konusu olmuştur. İkinci
taksim, muhataplar dikkate alınarak ve daha çok ayetlerin başlangıçlarındaki hitap
ifadeleri göz önünde bulundurularak yapılan bir taksimdir. Buna göre Mekkelilere
hitap eden ayetler Mekki, Medinelilere hitap edenler ise Medeni’dir. Ancak, bu
şekilde olmayan ayetlere bir çözüm getiremediği için çok fazla bir taraftar
bulamamıştır. Üçüncü ve en rağbet gören taksim ise, hicreti merkeze alarak yapılan
taksimdir. Buna göre de hicretten önce inen ayet veya sureler Mekki, hicretten sonra
inenler ise Medeni olarak kabul edilmektedir.333
Mekki ve Medeni’yi bilme ilmi, Kur’an’ın tamamını sure sure ve ayet ayet
ele almayı gerektirir. Zira Kur’an’da her ayetin ve surenin bir kimliği ve hayatı
vardır. Bu da Mekki ve Medeni ilminin, İslam davetinin merhalalerini ve olaylarla
tedrici olarak gelişen hikmet dolu adımlarını tespit etmede, hem Mekke hem de
Medine ve diğer şehirlerde yaşayanların ilişkilerini incelemede ve hem müminlere,
hem müşriklere hem de ehli kitaba dönük Allah’ın tavrını anlayabilmede son derece
gerekli olduğunu ortaya koymaktadır.334
Kasımi, mukaddimede Mekki ve Medeni’ye değinir; ancak hiçbir şekilde bu
iki kavramın ne anlama geldiğini ve nasıl anlaşılması gerektiğini ortaya koymaz.
Zaten bu konuyla ilgili verdiği bilgiler Şatıbi’den yaptığı uzunca bir alıntının parçası
şeklindedir ve Medeni surelerin Mekki sureleri tamamladığını ifade etmektedir. Buna
göre Medeni sureler Mekki sureleri tamamlamaktadır ki, bu Medeni surelerdeki
hitabın Mekki sureler üzerine kurulu olmasından anlaşılmaktadır. Örneğin
Peygamberimiz Medineye hicret ettiği zaman kendisine ilk nazil olan sure Bakara
suresidir. Bu surede Enam suresinin kaideleri üstüne oturan takvanın kaideleri
açıklanır. Nasıl mekki surelerden sonra gelenler Enam suresi üzerine kurulmuşsa,
Medeni surelerden daha sonra gelenler de Bakara suresi üzerine kurulmuştur.335
333
Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, 59-60; Yusuf Ş. Yavuz-Abdurrahman Çetin, “Ayet”, TDVİA, IV/ s. 243.
334
Salih, Kur’an İlimleri, s. 176.
335
Kasımi, Mukaddime, s. 141.
92
Kasımi Mehasin’de ayetlere ilişkin Mekki ve Medeni bilgilerini vermede her
müfessirin izlediği yöntemi izlemekte ve bu bilgileri surelerin başında vermektedir.
Sureye geçmeden önce önce sureye niçin o ismin verildiğini tartışır ve ardından ayet
sayısını ve mekki ve medeni olup olmadığını kaydeder. Eğer mekkilik veya
medenilik surenin tümü için geçerliyse bunu bu şekilde bildirir.336 Sure mekki iken
medeni olan ayetler varsa337 veya medeni iken mekki ayetler varsa338 bunu ayeti
vererek belirtir. Bu şekildeki ayetlere bazen metin içinde tenbih vb. başlıklar altında
da dikkat çektiği görülmektedir.339 Öte yandan surelerin veya ayetlerin mekki veya
mendi oluşlarıyla ilgili olarak tefsir ve hadis kitaplarına yansıyan tartışmalara yeri
geldikçe değinir ve bu konudaki farklı kanaatlere çoğu kez sure başlarında, bazen de
ayetlerin tefsiri sırasında yer verir.
2.3. Tefsir Gelenekleri Bakımından Mehasinü’t-Te’vil
İslam’ın ilk dönemlerinde, ayetlerin tefsiri basit ve tefsir edilen ayetler doğal
olarak sınırlıydı. Hz. Peygamber’in Kur’an ayetlerine ilişkin yorumları ve
açıklamaları önceleri sözlü hadis rivayetlerinin bir parçası olarak varlığını
sürdürmüştür. İnsan tefekkürü gelişip hadiseler çoğaldıkça, bu hadiseler Kur’an
ayetleriyle irtibatlandırılarak tefsirin kapsamı içerisine alınmak istenmiştir. Bu durum
ise tefsirin çerçevesinin genişlemesine yol açmış ve zamanla Kur’ânda hiçbir
müphem hususun bırakılmaması hususunda tefsirciler arasında bir gayretin
doğmasına yol açmıştır.340
336
Örneğin Kasas suresinin başında bütün ayetlerinin mekki olduğunu ifade eder. Bkz. Mehasinu’t-
Te’vil, XIII/ s. 4694.
337
Örneğin Sebe suresinin Mekki olduğunu, ancak 6. ayetin bunun istisnasını oluşturduğunu ve
medeni olduğunu kaydeder. Bkz. Mehasinu’t-Te’vil, XIV/ s. 4936.
338
Örneğin Nur suresinin 58. ayeti dışındaki ayetlerinin medeni olduğunu, bu ayetin ise mekki
olduğunu belirtir. Bkz. Mehasinu’t-Te’vil, XII/ s. 4423.
339
Örneğin Enam suresi 91. ayetinin tefsirinde ayetin mekki ya da medeni olup olmadığı yönündeki
farklı görüşlere yer verilmektedir. Bkz. Mehasinu’t-Te’vil, VI/ s. 2408-2411.
340
Mesela Mücâhit hakkında el-A’meş (Ö.148/765) şöyle demektedir. “O acayip bir şey işittiğinde
muhakkak onu görmeye giderdi, Hadramevt’de bir kuyuyu görmeye, Hârut ve Mârutu araştırmak için
Babil’e kadar gitmişti.” Zehebî, Tezkiretu’l-Huffâz, Haydarabâd 1935, I, s. 92
93
Öte yandan Hz. Peygamber’in Kur’an ayetlerine ilişkin açıklamaları ve
yorumları, hadislerin toplanması ve derlenmesiyle birlikte Kitabu’t-Tefsir başlığı
altında ayrı bir bölüm olarak hadis kitaplarında yerini almıştır. Zamanla tefsir ilmi,
hadisten ayrılarak müstakil bir disiplin haline gelmiş ve Kur’an’ın açıklanmasını
hedefleyen müstakil eserlerin doğuşuna zemin hazırlamıştır.
Asırların geçmesiyle Kur’an’ı anlama metotları yani tefsir metotları da
değişmiştir. Başlangıçtan zamanımıza kadar, lügat, belagat, edebiyat, nahiv, fıkıh,
mezhep, felsefe, tasavvuf ve daha pek çok yönlerden tefsirler meydana getirilmiş, bu
çeşitli yönlerdeki tefsirlerde birbirinden farklı usuller ortaya çıkmıştır. Hedef,
okuyup anlaşılması ve ona göre yaşanması için gönderilen bu ilahi kitabın herkesin
rahatlıkla anlayabileceği duruma getirilmesi olmuştur.341 Kur’an tefsirinde çeşitli
asırlarda ve kültürlerde farklı gelişmeler ve yönelişler olmuştur. İlim ve fikir
çevrelerinin niteliklerine göre Kur’an’ın anlaşılmasında ve yorumlanmasında farklı
eğilimler ortaya çıkmıştır.342
Hadis ilminden koparak bağımsız bir bilgi alanı haline gelen Tefsir ilmi,
zamanla kendi içinde de farklı yöntem ve metotlara kapı aralamış ve bu doğrultuda
rivayet tefsiri, dirayet tefsiri vb. değişik tefsir gelenekleri ortaya çıkmıştır.343 Ancak
bu ayrımların hangi merkezde yapıldığı ve ne derece doğru ve tutarlı olduğu tartışma
konusu olagelmiştir. Dirayet tefsiri rivayet tefsiri göreceli nitelemelerdir. Tam olarak
kesin ayrılmış bir yönü yoktur. Rivayet tefsiri denilen tefsirlerin içinde bol bol
dirayet, dirayet tefsiri denilenlerde de bol bol rivayet vardır.344 Bu ayrımların öze
ilişkin bir ayrım olmadığı, daha çok tasnife ve anlamaya yönelik pratik bir amaç
341
Davut, Aydüz, “Konulu Tefsir Metodu”, İslami İlimlerde Metodoloji (Usul) Meselesi I, İstanbul
2005, s. 545.
342
343
Albayrak, Tefsir Usulü, s. 99.
Bu tefsir türleri veya bunların somut tezahürleri olan tefsirlerini, kendilerini doğuran kültürel
momentum ve toplumsal durumla ilintili düşünsel çalışmalar ve kültürel sonuçlar olarak da görmek
mümkündür. Bkz. Muhammed Arkoun, Tarih, Felsefe, Siyaset Üzerine Konuşmalar, çev. Yasin
Aktay-Cemalettin Erdemci, Vadi Yayınları, Ankara 2000, s. 13.
344
İsmail, Cerrahoğlu, “Müzakere”, İslami İlimlerde Metodoloji (Usul) Meselesi I, İstanbul 2005, s.
595.
94
doğrultusunda yapıldığı ifade edilmelidir.345 Aslında tefsir faaliyeti bütünüyle bir
dirayet işidir. Tefsirin rivayet ve dirayet diye iki temel kategoriye ayrılması, tefsir
faaliyetinden değil, tefsir eseri ortaya koymadaki tercihlerden kaynaklanmaktadır;
dolayısıyla biçimseldir.
346
Aksi takdirde tefsirlerin bir kısmının salt rivayetten, bir
kısmının da yalnızca yorumlardan oluşması gerekirdi. Halbuki rivayet veya dirayet
tefsiri olarak gösterilen tefsirlere bakıldığında böylesine kesin ve net bir ayrımın
yapılabilmesinin imkan dahilinde olmadığı görülmektedir.347
Bu rivayet ve dirayet türlerinin dışındaki tefsir türleri için de büyük ölçüde
geçerlidir. Örneğin bir fırka tefsiri de dirayet ve rivayet tarzında pek çok husus
içerebilmekte, aynı şekilde bir dirayet veya rivayet tefsiri de fırka tefsiri olarak
görülebilecek çok sayıda konuyu içerebilmektedir. Dolayısıyla yapılan taksimler yer
yer metodik bir farklılığa dikkat çekse de bu, tümüyle bir tefsiri diğerinden
ayırabilecek epistemolojik bir farklılık işlevi görmez. Bu sadece geçmişi inceleyen
bizler için anlamayı kolaylaştıracak hazır şablonlara gereksinim duymanın tipik
tezahürleridir. Ve bu noktadan bakıldığında tefsir türü veya gelenekleri şeklinde bir
ayrımının, hatları kesin ve net bir ayrım olmadığının vurgulanması gerekir.
Sözünü ettiğimiz bu durum Cemaleddin el-Kasımi’nin Mehasinu’t-Te’vil adlı
eseri için de büyük ölçüde geçerlidir ve yeri geldikçe de bu bakımlardan analize tabi
tutulacaktır. Bu bölümde genel olarak belli başlı tefsir türlerinin veya geleneklerinin
kısa bir değerlendirmesi yapılacak ve Mehasinu’t-Te’vil bu bağlamda incelenecektir.
Buradan hareketle de söz konusu tefsirin hangi tefsir geleneğinin ya da
geleneklerinin karakteristik özelliklerini yansıttığı ortaya konmaya çalışılacaktır.
345
Rivayet ve dirayet ayrımının bu çerçevede ne anlam ifade ettiği ile ilgili bir değerlendirme için
bakınız. Mustafa Karagöz, “Tefsirde Rivayet-Dirayet Ayrımının Ortaya Çıkışı ve Mahiyeti”,
Bilimname V 2004/2, s. 45-65.
346
H, Albayrak,.- M., Paçacı, “Tarih İçinde Tefsir ve Tefsir Eğilimleri”, Kur’an ve Hadis İlimleri,
Ankara 2006, s. 161.
347
Örneğin rivayet tefsir yönteminin bir tezahürü olarak kabul edilen Kur’an’ın Kur’an’la tefsir
edilmesi bağlamında düşünüldüğünde, dirayet tefsiri olarak kabul edilen Fahrüddin er-Razi’nin
tefsirinin, rivayet tefsirlerinin en büyüğü olarak görülen Taberi’nin tefsirine nazaran daha önde olduğu
gözlemlenmektedir. Bkz. M. Akif Koç, İsnad Verileri Çerçevesinde Erken Dönem Tefsir Faaliyetleri,
Ankara 2003, s. 102.
95
2.3.1. Rivayet tefsiri geleneği bakımından
Rivayet – dirayet ayrımı tefsir usulü içerisinde en köklü ayrımlardan biri
olagelmiş ve tefsir türleri daha çok bu iki başlık altında tasnif edilmiştir. Her ne
kadar bu ayrım rivayet ve dirayet kavramları üzerinden yapılmamış ve bu iki
kavramın kullanımı geç dönemlere özgü bir husus ise de farklı başlıklar altında iki
farklı tefsir türü tarih boyunca kendisini göstermiştir. Bunlar daha çok nakille – rey
ayrımı üzerine kurulu ifadelerdir ve aslında İslam düşüncesinde gerek fıkıh gerekse
kelam disiplinlerinde egemen olan Ehli Hadis – Ehli Rey gibi iki önemli zihniyeti
ifade etmektedir. Tabiatıyla bu düşünme biçimleri, sahiplerinin dini anlama ve
algılama biçimlerine de doğrudan etki etmiş ve tefsir disiplininde de kendisini
fazlasıyla göstermiştir.
Bunlardan ilk ortaya çıkanı kuşkusuz rivayet tefsiridir. Rivayet tefsiri,
Sahabe, Tabiun ve Tebeüttabiuna dayanan ve onları kaynak edinen tefsir türü olarak
tanımlanmıştır.348 Ancak rivayet tefsiri için çağdaş alimlerden Zerkani tarafından
getirilen ve kendisinden sonraki müfessirler üzerinde oldukça etkili olan bir başka
tanım daha bulunmaktadır. Buna göre rivayet tefsiri, Kur’an’ın Kur’an’la, Sünnetle
ve Sahabe sözü ile tefsir edilmesidir.349 Bu konuda Tabiin ve takipçilerinden gelen
yorumlar ve değerlendirmeler, kimi alimlerce rivayet tefsirleri içine sokulmuş
kimilerince de kapsam dışında bırakılmıştır.350
Rivayet tefsirinin gelişimi rivayet devri ve tedvin devri şeklinde iki kategoride
incelenmiştir. Rivayet devrinde Hz. Peygamber ashabına Kur’an’ın manalarından zor
gelen yerleri açıklamış, sahabe de bu rivayetleri kendilerinden sonra gelen tabiilere
aktarmışlardı. Sahabe’nin bu noktadaki rolü sadece nakilden ibaret değildi; yeri
geldikçe kendi rey ve içtihatlarına cevap verebilecek kadar ayetleri tefsir ettiler. Aynı
durum tabiiler için de geçerli oldu. Zamanla ayetlerin yorumuna ilişkin bir takım
güçlükler ve kapalılıklar ortaya çıkınca onlar da Hz. Peygamber’in ve sahabenin
348
Salih, Kur’an İlimleri, s. 302-303.
349
Muhammed Abdülazim, Zerkani, Menahilü’l-İrfan fi Ulumi’l-Kur’an, Beyrut 1988, II/ s. 13.
350
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/ s. 118.
96
tefsirine kendi rey ve içtihatlarını ilave ettiler. Böylelikle rivayet tefsirlerinin temel
malzemesi büyük ölçüde ortaya çıkmış oldu.351
Ancak bu malzeme oldukça dağınık bir haldeydi ve bu haliyle suistimale son
derece açıktı. Bu durum, rivayetlerin tedvin edilmesini beraberinde getirdi ve bundan
sonraki sürece tedvin devri adı verildi.352 Bu süreçte, Hz. Peygamber’in ve sahabenin
Kur’an yorumlarını ihtiva eden ve bizzat sahabe tarafından kaleme alınan herhangi
bir çalışma bulunmuyorsa da onlardan gelen rivayetler derlenerek bazı tefsir
kitaplarının oluşturulduğu bilinmektedir. Bunların en meşhuru İbn Abbas tefsiridir.
Sonraki asırda Mukatil b. Süleyman’a ait Tefsir, müellifinin elinden çıkan ilk tam
Kur’an tefsiridir. Bunu Süfyan es-Sevri ve Yahya b. Sellam’ın tefsirleri takip eder.
İbn Cerir et-Taberi’nin Camiu’l-Beyân adlı tefsiri bu türün sistematik olarak kaleme
alınmış ilk örneğini teşkil eder. Eser gerek metodu gerekse muhtevasının
zenginliğiyle rivayet tefsirlerinin temel kaynağı olmuştur. Ebu’l-Leys esSemerkandi’nin Bahru’l-Ulum’u, Ebu İshak es-Salebi’nin el-Keşf ve’l-Beyan’ı,
Beğavi’nin Mealimü’t-Tenzil’i, İbnü’l-Cevzi’nin Zadu’l-Mesir’i, İbn Atıyye’nin
Muharreru’l-Veciz’i, İbn Kesir’in Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim’i, Seailibi’nin elCevahiru’l-Hısan’ı, Suyuti’nin ed-Dürru’l-Mensur’u ve Sıddık Hasan Han’ın tefsiri
rivayet tefsirlerinin diğer önemli örnekleri arasında sayılmıştır.353 Bu tefsirlerin ortak
özellikleri olarak, Kur’an’ın Kur’an’la, Sünnetle, Sahabe ve Tabiinin sözleriyle tefsir
edilmesi, rivayete önem verildiği için zayıf veya uydurma pek çok naklin tefsirlerde
yerini alması, israiliyat türü bilgilerin sıklıkla kullanılması gibi hususları saymak
mümkündür.
Kasımi, tefsirinin mukaddimesine rivayet tefsiri ile ilgili değerlendirmelere
yer verir ve rivayete dayalı yöntemin tefsir ilmi aşısından taşıdığı değere dikkat
çeker. Ona göre Kur’an’ı tefsir etmek isteyen bir kimse için dört temel kaynak vardır.
351
Cerrahoğlu, a. g. e. , II/ s. 119.
352
Cerrahoğlu, a. g. e. , II/ s. 120.
353
Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, II/ s. 122; Birışık, Abdülhamid, “Kur’an: XIII. Literatür”, TDVİA,
XXVI/417; Hanefi, Hasan, “Konulu Kur’an Tefsiri Medotu”, İslami Araştırmalar (1996), c. IX, s. 14, 159; Abdullah Aydemir, Büyük Türk Bilgini Şeyhülislam Ebussuud Efendi ve Tefsirdeki Metodu,
Ankara 1993, 84-86
97
Bunlar, Hz. Peygamber’den nakiller, Sahabe sözleri, dil yardımıyla tefsir ve ictihadi
bir tefsirdir.354
Dikkat edilecek olursa bunlardan ilk ikisi rivayet tefsirinin temelini
oluştururlar. Ancak Kasımi’ye göre sonraki ikisinin de dayanması gereken temel
dayanak noktası bu ilk iki kaynaktır. Hz. Peygamber’den gelen nakiller, tefsirde göz
önünde bulundurulması gereken kaynak olmasına karşın, zayıf ve uydurma
rivayetlerden sakınmak gerekmektedir. Zira tefsir ilminde zayıf ve uydurma olarak
nitelenebilecek çok sayıda rivayet mevcuttur.355
Kasımi, bu konuda farklı görüşler ileri sürülse de Sahabe tefsirinin Hz.
Peygamber’e
ulaşan
tefsir
hükmünde
değerlendirilmesinin
doğru
olduğu
kanaatindedir. Ancak tabiilerin tefsirleri konusunda ise farklı yaklaşımlar söz
konusudur. Kimileri sahabeye dayandığı için onlardan gelen rivayetlerin kabul
edilmesi gerektiğini ileri sürerken kimileri de alınmasının zorunlu olmadığını
savunmuşlardır. Kasımi’ye göre bunlar eğer mevcut olan daha kesin bir rivayete ters
düşmedikleri sürece alınabilir. Eğer iki tabiinin aynı ayetin tefsirinde farklı görüşleri
mevcut ise bu durumda en sahih olanının alınması daha doğru olacaktır.356
Mehasinu’t-Te’vil’e bakıldığında Kasımi’nin bu noktadaki tavrı daha da
belirginleşmektedir. Her şeyden önce Kasımi, tefsirinin tümünde çok sayıda nakilde
bulunmaktadır. Bu nakillerden bir kısmı rivayet tefsiri olarak ön plana çıkmış
tefsirlerdendir. En fazla alıntıda bulunulan rivayet tefsirlerinin başında Taberi ve İbn
Kesir’in tefsirleri gelir. Ebu’l-Leys Semerkandi357, Salebi358, Sealibi359, Suyuti360, İbn
354
Kasımi, Mukaddime, s. 11-12.
355
Kasımi, burada Ahmed b. Hanbel’in “üç çeşit kitabın aslı yoktur: Meğazi, melahim ve tefsir”
şeklindeki sözüne atıfta bulunmakta ve bununla sahih ve muttasıl senedi olmayan rivayetleri kast
ettiğini ifade etmektedir. Bkz. Mukaddime, s. 11.
356
Kasımi, Mukaddime, s. 12.
357
Kasımi, Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 283, 310.
358
Kasımi, Mehasinu’t-Te’vil, III/ s. 492
359
Kasımi, Mehasinu’t-Te’vil, III/ s. 356
360
Kasımi, Mehasinu’t-Te’vil, III/ s. 718
98
Atıyye361 ve Sıddık Hasan Han362 gibi rivayet tefsiri türünün diğer örneklerine çok az
referansta bulunulduğu görülür.
Öte yandan Hz. Peygamber, Sahabe ve Tabiinin sözlerine hatta selef uleması
olarak kabul edilen ilk üç asır alimlerinin görüşlerine sık sık yer verir. Ancak
Kasımi’nin bu noktada oldukça titiz olduğunu vurgulamak gerekir. Tefsirinde yer
verdiği rivayetler özenle seçilmiş ve doğrusu yanlışından ayıklanmış türdendir.
Kullandığı hadis kaynakları genellikle kütüb-i sitte olarak bilinen sağlam hadis
kaynaklarıdır. Bu bakımdan kendinden önceki rivayet tefsirlerinin yığmacı
yönteminin Kasımi’de olmadığı ve onun bu tarzdan özellikle kaçındığı dikkatten
kaçmamaktadır. Nitekim bu hususun en tipik yansımalarından biri de israiliyat türü
bilgilere Kasımi’nin, diğer tefsirlere kıyasla israiliyata neredeyse hiç yer vermediği
görülür. İsrailiyat türü bilgileri verdiği tek tük yerlerde is bu bilgilerin yanlışlığına
dikkat çekmek istemiş ve bundan dolayı sadece referansta bulunmuştur. Hatta yeri
geldiğinde bu tarz rivayetlerin yanlışlığını ve gereksiz olduğunu dile getirmekten de
çekinmemektedir.363
Kasımi, rivayet tefsirinin bir alt kategorisi olarak kabul edilebilecek olan
Kur’an’ın Kur’an’la tefsirine önem verir ve pek çok ayetin tefsirinde bu yola
başvurur. Bu bağlamda Kasımi’nin bazen hiçbir açıklamaya veya nakle yer
vermeksizin ayetleri tümüyle ayetlerle tefsir ettiğine şahit olmaktayız. Bakara suresi
167. ayetin tefsiri, bunun en somut olarak görülebileceği yerlerden birisidir.364
Kasımi söz konusu ayette geçen ifadelerle ilgili kısa bir değerlendirme yaptıktan
sonra, Kur’an’ın on farklı yerinden ayetleri peş peşe vererek ayeti tefsir etmeye
çalışmaktadır.365
361
Kasımi, Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 163; III– s. 616, 672
362
Kasımi, Mehasinu’t-Te’vil, III/ s. 579.
363
Bu konudaki örnekler için tezin şu sayfalarına bakılabilir: s. 112-115.
364
Mehasinu’t-Te’vil, III/ s. 364-366
365
Ayeti tefsir amacıyla verilen ayetler sırasıyla şunlardır: Furkan 23, İbrahim 18, Nur 39, Sebe 31-
33, Meryem 81-82, Ankebut 25, Kasas 63, Sebe 41, Ahkaf 5-6, İbrahim 22.
99
Netice itibariyle Kasımi’nin Mehasinu’t-Te’vil adlı eserinin rivayet tefsiri
türünün bazı özelliklerini kısmet yansıttığı görülür.366 Ancak onu tümüyle bu kalıba
sokabilmek ve bu sahada yazılan tefsirlerle aynı görmek oldukça güçtür. Çünkü
rivayet tefsir türü bakımından hem bu tefsirlerle ortak yönleri vardır hem de bunların
yönteminin dışına çıkan özellikleri vardır.
2.3.2. Dirayet tefsiri geleneği bakımından
Dirayet tefsiri, sadece rivayetlerle sınırlı kalmayıp, dil, edebiyat, din, mezhep
ve çeşitli bilgilere dayanılarak yapılan tefsir türüdür.367 Bazı alimlerce anlaşılması
Arap dilinin kurallarına bağlı olan tefsir olarak tanımlandığı ve bu sebeple “tevil”
kelimesiyle nitelendirildiği görülmektedir.368
Dirayet tefsirinin bir gerekliliğin sonucu olarak ortaya çıktığı ifade
edilmektedir. Buna göre İslam’ın ilk devirlerinde Müslüman Araplar Arap
Yarımadası sınırları içindeydiler; fakat zamanla fetihlerin bir sonucu olup sınırlar
genişleyince, Araplar yabancı milletler ve kültürler karşılaştı. Bu durum Arapça dili
açısından değişik sonuçlar doğurdu. Arap dilini hem korumak ve hem de arap
olmayan unsurlara öğretebilmek amacıyla kural ve kaidelere yani gramere ihtiyaç
duyuldu. Arap diline gösterilen bu ilgiden Kur’an da büyük ölçüde nasibini aldı. Zira
Kur’an Arap dilinin en seçkin örneğini teşkil etmekteydi. Dahası zamanla İslam
ülkesi gelişti ve çeşitli sahalarda ilerlemeler sağlandı. Felsefi fikirler ve buna paralel
olarak İslam toplumu içerisinde farklı akımlar ve görüşler ortaya çıktı. Tefsirler tüm
bu gelişmelerden bağımsız kalamazdı.369 Hele ki, tefsirin bir ayna olduğu ve
müfessirin ve içinde yetiştiği toplumun durumunu yansıttığı düşünülecek olursa bu
gelişmeler kaçınılmazdı.370
366
Nitekim bazı araştırmacıların onu, rivayet tefsiri olarak değerlendirdiği görülmektedir. Bkz.
Birışık, a.g.m., XXVI/ s. 417.
367
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/ s. 210.
368
Muhammed b. Süleyman, Kafiyeci, et-Teysir fi Kavaidi İlmi’t-Tefsir, Ankara 1974, s. 7.
369
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/ s. 211
370
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/ s. 121
100
Dirayet tefsirinin caiz olup olmaması hususunda klasik kaynaklarda bir ihtilaf
söz konusudur. Kimileri bunu caiz olarak görmezken, kimileri onay vermiş ve bunu
tefsirlerinde uygulamışlardır. Ancak asıl tartışma, kesin bir delil söz konusu olmadığı
takdirde Allah’ın muradının ne olduğu ile ilgili bir görüş ileri sürülüp
sürülemeyeceği noktasında düğümlenmektedir. Bunun için gerekli bir takım şartlar
ortaya konmuş ve bunlar taşındığı sürece, rey ile tefsir yapılabileceği belirtilmiştir.371
Dirayet tefsir türü, tarih itibariyle rivayet tefsirlerinden sonra ortaya çıkmışsa
da yine de hicri III. ve IV. yüzyıldan itibaren kendisini göstermeye başlamıştır. Bu
türün ilk örneklerini Mutezililerce yazılmış olan tefsirler oluşturmaktadır. Hicri II.
yüzyıldan itibaren yazılmaya başlanan lügavi tefsirlerde bu kategori içerisinde
değerlendirilmiştir.
Dirayet
metodunun
kullanıldığı
tefsirlere
örnek
olarak
Maturidi’nin Tevilatu Ehli’s-Sünne’sini, Fahreddin er-Razi’nin Mefatihu’l-Ğayb ‘ını,
Beyzavi’nin Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Tenzil’ini, Ebu’l-Berekat en-Nesefi’nin
Medarikü’t-Tenzil ve Hakaiku’t-Tevil’ini, Hazin’in Elbabu’t-Tevil, fi Meani’tTenzil’ini,
Ebu
Hayyan
el-Endelusi’nin
el-Bahru’l-Muhit’ini,
Bikai’nin
Münasebat’ını, Ebussuud Efendi’nin İrşadu’l-Akli’s-Selim’ini, Hatip eş-Şirbini’nin
es-Siracü’l-Münir’ini ve Alusi’nin Ruhu’l-Meani’ini’nin tefsirlerini zikretmek
mümkündür.372
Dirayet tefsiri, Kasımi’nin belirli şartları taşıdığı takdirde rivayet tefsiri kadar
önem verdiği bir tefsir türüdür. Onun tefsirin dört kaynağı arasında saydığı
hususlardan ilk ikisi, Peygamber ve Sahabe sözü iken, son ikisi ise dil ve reydir.373 O
Kur’an’ın reyle tefsiri hususunda tahlillere girişir ve çeşitli alimlerin görüşlerine
başvurur. Ebu Hayyan el-Endelüsi’den ve Zerkeşi’den yaptığı alıntılar dikkat
çekicidir. Ebu Hayyan, kendi çağdaşlarından bazı kimselerin Kur’an’daki terkiplerin
manalarını anlamada Mücahid, Tavus, İkrime ve benzeri alimlerden nakil zarureti
olduğu ve ayetlerin anlaşılmasının buna bağlı olduğunu söylediklerini, ancak
durumun gerçekte böyle olmadığını ifade etmektedir. Zerkeşi’ye göre ise, Kur’an
371
Salih, Kur’an İlimleri, s. 303-304; Daha geniş bilgi için bkz. Muhammed Hüseyin Zehebi, et-Tefsir
ve’l-Müfessirun, Kahire 1961, I/ s. 255-256.
372
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/ s. 211-212; Birışık, “Kur’an: Literatür”, XXVI/ s. 417; Hanefi,
“Konulu Kur’an Tefsiri Medotu”, s. 160; Aydemir, Ebussuud Efendi ve Tefsirdeki Metodu, s. 87-88.
373
Kasımi, Mukaddime, s. 12.
101
tefsirinde sebeb-i nüzul, nesih gibi nakle bağlı konular yanında nakle bağlı olmayan
hususlar da vardır. Böylece nakle dayalı tefsir, istinbata dayalı tevil ortaya çıkar.374
Öte yandan Kasımi, Kur’an hakkında rey ile konuşma konusuna ayrı bir
başlık tahsis etmekte ve burada büyük ölçüde Şatıbi’nin görüşlerine başvurmaktadır.
Buna göre rey iki çeşittir. Birisi Arap diline ve Kitapla Sünnete uygun olan reydir.
Kitap ve Sünneti bilen biri için bunu ihmal etmek mümkün değildir. Şatibi, bu reyin
niçin gerekli olduğunu birkaç madde halinde izah etmektedir. Reyin diğer çeşidi ise
zemmedilen ve Arap dil kaidelerine veya şeri delillere ters düşen reydir. İşte Kur’an
tefsirinde kaçınılması gereken rey türü bu reydir.375
Kasımi’nin tefsiri dirayet tefsir türünün özelliklerini de yansıtmakta ve bu
türün önde gelen örneklerinden çok sayıda alıntı içermektedir. Bunların başında
Fahrüddin Razi ve Ebussuud Efendi’nin tefsirleri gelmektedir. Öyle ki, Razi’nin
tefsirinden yapılan alıntılar, Kasımi’nin rivayet tefsirleri arasında en çok atıfta
bulunduğu Taberi ve İbn Kesir’den bile fazladır. Bikai’nin tefsiri mukaddimede de
ifade ettiği gibi Kasımi’yi en çok etkileyen ve tefsirinde çok sayıda alıntıda
bulunduğu tefsirlerdendir. Dikkat çekilmesi gereken bir başka tefsir ise
Zemahşeri’nin Keşşaf’ıdır. Bu eser her ne kadar mezhebi tefsir kategorisinde
değerlendirilse de, Kasımi dirayet tefsir metodu bağlamında bu esere oldukça fazla
atıfta bulunur. Bu atıfların çok azı dışında eleştirilmeden alındığı görülür. Çünkü
bunların pek çoğu ayetlerin dil, belagat ve fesahat açısından tahliline ilişkin
yorumlardır.
Kasımi, dirayet tefsirlerinin tipik özelliklerinden olan ve ayetlerin dilsel ve
gramatik açıklamalarını konu edinen yöntemi özellikle kullanmaktadır. Ayetlerin
tefsirinde diğer konulara girmeden öncelikle bu hususu incelemektedir. Bu noktada
Rağıb el-Isfehani’ye ve görüşlerine sıklıkla yer verir. Hatta kullandığı tüm
kaynaklara kıyas edildiğinde, en çok atıfta bulunduğu kimsenin Isfehani olduğu
rahatlıkla söylenebilir.
Kasımi, ayetlerin tefsirinde kendinden öncekilerce söylenenlerden kayda
değer olanları almaktadır. Bunlar bazen rivayet tefsir türünün bazen de dirayet tefsir
374
Kasımi, Mukaddime, s. 13-14.
375
Kasımi, Mukaddime, s. 153-156.
102
türünün örnekleri arasında görülebilecek hususlardır. Kendi görüşlerine çoğu kere bu
alıntıları yaptıktan sonra yer vermektedir.376 “Bence”, “bize göre”, “kanaatimize
göre” vb. ifadelerle kendi yaklaşımını ve görüşlerini ortaya koymaktadır.
Bir ayetin tefsiri sırasında kendinden önceki alimlerin görüşlerine başvurmak
Kasımi’nin tefsiri boyunca takındığı genel tutum olmasına karşın, tek ve kesin bir yol
da değildir. Onun hiç alıntıda veya referansta bulunmaksızın tümüyle kendisinin
tefsir ettiği ayetler hiç azımsanmayacak orandadır.377
Hatta bazı konularda ve bazı ayetlerin tefsirinde son derece orijinal ve aktüel
değeri bulunan değerlendirmelerde bulunduğu görülür. Örneğin Bakara suresi 106 ve
107. ayetler bağlamında nesh konusu ile ilgili sosyolojik ve psikolojik
temellendirmelerde bulunur. Buna göre nesh, Kur’an’ın yirmi üç senelik bir zaman
diliminde ortaya koyduğu tedrici eğitim metodunun farklı bir ifade ediliş biçimidir.
Kâinattaki yaşamda bundan müstağni değildir; aynı durum onların yetişme ve
gelişme tarzları için de geçerlidir. Kasımi bu noktada bitkilerin, hayvanların ve
özellikle insanın doğumundan ölümüne kadar geçirdiği tekâmülü merkeze alır ve
neshin hem maddi hem de manevi işlerde son derece doğal bir şey olduğunu dile
getirir. Tabi bir değişim olarak düşünülmesi gereken nesh, kâinatta olan şeylerin
inkarı anlamına gelmemektedir. Bilakis o halin daha iyiye dönüşmesi, bir süreçten
daha iyi ve anlamlı bir sürece geçilmesidir. Kasımi’nin tabii sosyal değişme
çerçevesindeki bu değerlendirmeleri, sadece nesh konusunu aydınlatmamakta, aynı
zamanda onun dirayet tefsir yöntemini ne derece uyguladığının da somut örneklerini
teşkil etmektedir.378
376
Örneğin Bakara suresi 124 ve 157. ayetlerin tefsirinde bu durumu gözlemlemek mümkündür. Bkz
Kasımi, Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 245; III/ s. 349
377
Sadece Bakara suresinde elliyi aşkın ayetin tefsiri bu şekildedir. Örneğin, Bakara suresinin bu
şekilde tefsir edilen ayetlerinden bazıları şunlardır. 4-6, 8, 13, 14, 15, 18, 19, 23 24, 25, 26, 27, 28,
32, 33, 40, 49, 50, 53, 54, 56, 66, 67, 68, 80
378
Kasımi, Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 220.
103
2.3.3. İlmi tefsir geleneği bakımından
Batı’da gözlenen bilimsel gelişmeler ve bunlara İslam düşünürlerinin
yaklaşımı tefsirde özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısından yeni bir yöntemin ortaya
çıkışını hazırlamıştır.379 Özellikle Astronomi, Tıp, Biyoloji ve diğer bilimlerin elde
ettikleri neticelerle Kur’an’ın bu konularla ilgili ayetlerinin yorumlanması, XX.
Yüzyılda çok ileri boyutlara ulaşmıştır. Bu da karşımıza ilmi tefsir ekolünü
çıkarmıştır.380 İlmi Tefsir, Kur’an’da geçen çeşitli bilim dallarıyla ilgili ayetleri, dini
ilimler dışındaki tecrübi ilimlerle çağın ilmi icat ve gelişmeleri doğrultusunda
yorumlayan tefsir çeşididir.381 Her ne kadar bu ekolün doğuşu emeviler dönemine
kadar uzanıyorsa da müstakil bir tefsir ekolü olarak ortaya çıkışı az önce dikkat
çekildiği gibi XX. Yüzyıla tesadüf etmektedir. İlmi tefsir, ilk olarak dirayet tefsiri
içinde yer almış, daha sonra ondan ayrılarak yeni ve müstakil bir tefsir ekolü ve türü
haline gelmiştir.382
Dirayet tefsirinin, rivayet tefsirlerinin zaman içerisinde karşılaşılan kimi
problemlere cevap verememesinin bir sonucu olarak ortaya çıktığı ifade edilmişti.
İlmi tefsirde dirayet tefsirinde yaşanan tıkanmanın sonucunda ortaya çıkan ve Kur’an
tefsirinde farklı ve yeni bir açılım sunmayı hedefleyen bir yaklaşımdır. Bu tefsir türü,
Kur’an ibarelerindeki ilmi ıstılahları açıklamaya, onlardan çeşitli ilimleri ve felsefi
görüşleri çıkarmaya çalışan bir tefsir tarzıdır. Bir başka ifadeyle ilmi tefsir, Kur’an
ibarelerine ilmi ıstılahları hakim kılmaya, bu ibarelerden çeşitli ilmi ve felsefi
görüşleri çıkarmaya çalışan tefsirdir.383
Bilimsel tefsir, Kur’an’ın bizzat bazı buluşlara, mesela evrim teorisinde
olduğu gibi doğrudan olmasa da imada bulunduğunu, en azından izafiyet teorisinde
olduğu gibi dolaylı olarak daha önceden işaret ettiğini gösterecek modern bilimsel
keşiflerle yakından ilgilenmiştir. Bu yorum, başkalarının bilimsel keşifleriyle, yani
akıl ve deneyle bilinen harici bir bilimsel bilginin devreye sokulmasıyla, ilahi vahiy
379
Birışık, “Kur’an: Literatür”, XXVI/ s. 418.
380
Celal, Kırca, Kur’an-ı Kerim ve Modern İlimler, İstanbul 1981, s. 15-25.
381
Cüneyt, Eren, “Bilimsel Tefsir Metodolojisi”, İslami İlimlerde Metodoloji (Usul) Meselesi I,
İstanbul 2005, s. 562.
382
Celal, Kırca, Kur’an-ı Kerim ve Fen Bilimleri, İstanbul 1994, s. 19.
383
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/ s. 369.
104
beşeri bilgiyi izledi ve onunla kayıtlandı. Çünkü beşeri bilgi kısmi değişken bir bilgi
olduğundan, ilahi vahiy de kısmileşti ve değişken bir duruma geldi. Bu tefsir,
Müslümanlara Kur’an’ın bütün bilimsel keşifleri içerdiği şeklinde sahte bir güven
vermektedir.384
İlmi Tefsir ekolü, Emeviler ve Abbasiler dönemine kadar götürülmekte, bu
işle sistematik anlamda ilk ilgilenen kişinin ise Gazali olduğu, onu da Razi ve
Suyuti’nin takip ettiği dile getirilmektedir.385 Bu türün modern zamanlardaki ilk
örneği ise Muhammed b. Ahmed İskenderani’nin Keşfu’l-Esrari’n-Nuraniyyeti’lKur’aniyye isimli eseridir.386 Ancak bu eserlerin hiç biri Tantavi’nin el-Cevahir fi
Tefsiri’l-Kur’ani’l-Hakim adlı eseri kadar ilmi tefsir nitelemesini hak edemez. Yirmi
beş ciltlik bu hacimli tefsirde Tantavi, Kur’an-ı Kerim ve modern bilimler arasındaki
uygunluğu ortaya koymaya çalışmış ve adeta buna bir ömür harcamıştır.387 Ebu Zeyd
ed-Demenhuri’nin el-Hidaye ve’l-İrfan adlı eseri de ilmi tefsir türünün örnekleri
arasında zikredilmektedir.388
Kasımi, ilmi tefsir hususunda orta yollu bir tavır takındığı görülmektedir.
Gerek Mukaddime gerekse tefsirine bakıldığında ayetlerin tefsiri hususunda ne koyu
bir ilmi tefsir taraftarıdır ne de bunlara tümüyle karşı çıkmaktadır.389 Bilakis o aşırıya
kaçmadan yeri geldikçe ilmi tefsir yönteminin somut örneklerini sunmaktadır.
Mukaddimede Kur’an’ı Kerim’deki ince astronomi meseleleri şeklinde bir başlıkla
konuya temas eden Kasımi, Kur’an’ın astronomi sahasında Hz. Peygamber
zamanında bilinmeyen ince ilmi meseleler getirdiğini ve bunların Kur’an’ın eşsiz
ilmi muzicelerinden sayıldığını dile getirmektedir.390 Bu bağlamda kabul edilebilecek
Kur’an ayetlerini on madde halinde sıralar. Buradaki bilgilere ve takdim şekline
bakıldığında bunların, sanki Kur’an ve Modern Bilimleri konu edinen bir eserden
384
Hanefi, “Konulu Kur’an Tefsiri Medotu”, s. 160.
385
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/ s. 371-372.
386
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/ s. 374.
387
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/ s. 379.
388
Hanefi, “Konulu Kur’an Tefsiri Medotu, s. 160.
389
Ayazi, el-Müfessirun, s. 620.
390
Kasımi, Mukaddime, s. 283.
105
alındığı izlenimi uyanmakla birlikte, bunun hangi eser yada şahıs olabileceği
belirsizdir.
Mehasin’de de bunun yansımalarını görmek mümkündür. Güneş sistemi,
dünya, gezegenler, yıldızlar, gökyüzü, göğün katmanları vb. konulardaki ayetlerin
tefsirinde astronomi ilmiyle meşgul olan kimselerin görüşlerine ve astronomi ilminin
verilerine yer verdiği görülmektedir. Ancak bunların hiç birinde herhangi bir bilim
adamına atıfta bulunmadığı da dikkatlerden kaçmamaktadır.391
Bu noktada dikkat çeken örneklerden biri de Şura suresi 29. ayetin392
tefsiridir. Kasımi, bazı araştırmacıların bu ayetin dünya dışında da yaşam olduğuna,
bunlar arasında da insan gibi akıllı bir canlının olabileceğine, dahası yeryüzündeki
gibi bitkiler, ağaçlar, denizler ve nehirlerin dünya dışında da bulunabileceğine delalet
ettiğini ifade etmektedir. O zamanımızda bile hala cevabı bulunamayan pek çok
astronomi sorusuna 1320 sene öncesinde Kur’an’ın işaret etmiş olmasının büyük bir
mucize olduğunu ileri sürer.393
Kasımi’nin bu alıntıları astronomi bilimiyle sınırlı değildir; aksine tıp ilminin
verilerine de başvurmaktadır. Kardeşi Selahaddin Kasımi’nin iyi bir doktor oluşunun,
onun tıp ilmine aşinalığında etkili olması muhtemeldir. Örneğin domuz etinin ve
içkinin haram olmasının hikmeti bağlamında tıp ilminin değerlendirmelerine yer
verdiği görülmektedir.394 Aynı şekilde Kasımi, içkinin haram kılındığı Bakara 219.
ayetin tefsirinde elli kadar doktor grubunun içki ve zararları konusundaki takririne
yer vermektedir. 16 maddelik bu takrir, içkinin fiziksel olarak bedene ne gibi
tahribatlarda bulunduğuna ilişkin tıbbi bilgiler içermektedir.395
391
Astronomi biliminin görüşlerine başvurulması ile ilgili olarak Bakara 29, Talak 12 ve Enbiya 30 iyi
birer örnektir. Sırasıyla bakınız. Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 91-94; XVI/ s. 5848; XI/ s. 4267
392
Ayetin anlamı şu şekildedir: “Gökleri, yeri ve bunların içine yayıp ürettiği canlıları yaratması da
onun delillerindendir. O dilediği zaman bunları bir araya toplamaya da kadirdir.”
393
Mehasinu’t-Te’vil, XIV/ s. 5246.
394
Bakara suresi 173. ayet bağlamında domuz etinin haram kılınmasının hikmeti tahlil edilmekte ve
bu konuda tıp ilminin değerlendirmelerine başvurulmaktadır. bkz. Mehasinu’t-Te’vil, III/ s. 382.
395
Mehasinu’t-Te’vil, III/ s. 553.
106
2.3.4. Mezhebi tefsir geleneği bakımından
Kur’an-ı Kerim ümmi bir peygambere ve ekseriyeti okuma-yazma bilmeyen
bir topluma inmiştir. Kur’an’ın Allah kelamı ve bu sebeple de muciz bir kitap oluşu,
gerek nüzulü sırasında ve gerekse nüzulünden sonra ince ve derin manalarını
anlamada daima bir açıklamayı ve izahı gerekli kılmıştır. Hatta bu yapısı ve özelliği
dolayısıyla Kur’an, dini, siyasi ve ictimai şartlar altında birbirinden ayrı olarak ortaya
çıkan ve gelişmesini tamamlayan İslam düşünce ekollerinin dayandığı zengin ve
geniş bir kaynak olmuştur. Her gurup, kendi görüş ve fikirlerini desteklemek
amacıyla, öncelikle Kur’an’a sarılmış ve kendisini savunmak için en kuvvetli delilin
Kur’an’da olacağına inandıklarından, onu kendilerini savunacak şekilde tefsir ve
tevil etmişlerdir.396
Mezheplerin doğuşuna yol açan farklılaşmaların başlamasında Kur’an’ın
insan aklına tanıdığı geniş hareket alanının etkili olduğu kuşkusuzdur. Kendisine
yaklaşılması için Kuran’ın hiçbir ön şart getirmemiş olması, her insan veya gurubun
kendi eğilimleri doğrultusunda Kuran’a yaklaşmalarını beraberinde getirmiştir.397
Bunun neticesinde de her farklı düşüncenin temelleri Kuran’la tesis edilmeye
çalışılmıştır. Aslında bu farklılaşmaya bizzat Kuran’ın kendi bünyesinin imkan
tanıdığı ortadadır.398
Kuran sistematik olarak ne bir bilgi bütünlüğü örneği sergilediği gibi, ne de
kendi içeriğine karşı muhtemel farklı yorumları ortadan kaldırabilecek yapısal bir
bütünlük taşımaktadır. Kuran’da surelerin kendi özdeksel yapıları içerisinde kısmen
de olsa bir konu bütünlüğünden söz edilebilir. Ama bütün bir sistem olarak ele
alındığında içeriğin bu minval üzere şekillenmediği dikkatten kaçmamaktadır. Basra
kadısı olan Ubeydullah b. el-Hasan’ın (ö.168) Kuran konusunda söyledikleri bu
açıdan bakıldığında oldukça manidardır: “Kuran’da ihtilafa delalet eden hususlar
vardır. Kaderi reddedenler doğru söylemişlerdir. Bu görüş için Kuran’da bir dayanak
vardır. Cebriye’nin de dedikleri doğrudur. Onların görüşleri için de bir asıl bulmak
396
397
Kırca, “Mezhebi Tefsir Ekolünün Ortaya Çıkışı”, s. 52.
Hasan, Onat, Mezheplerin İnanç Esaslarının Sistemleşmesinde Kuran’ın Rolü, I. Kuran
Sempozyumu Tebliğleri, s. 426, Ankara–1994.
398
Cerrahoğlu, Kuran Tefsirinin Doğuşu, s. 114.
107
mümkündür. Her kim “zina eden mümindir” derse isabet etmiştir. Her kim de
“kafirdir” derse o da isabet etmiştir. Bir başkası da “ ne mümindir ne de kafir, o
yalnızca fasıktır” derse, o da isabet etmiştir. “ne mümin ne fasıktır, o münafıktır”
diyen de doğru söylemiş olur. Bir başkası “o kafirdir, müşrik değil” derse o da isabet
etmiştir. “kafir ve müşrik” diyen de isabet etmiş olur. Çünkü Kuran’da bütün bu
manaların hepsine delalet eden bir şeyler bulmak mümkündür.”399
Kuran’ı esin kaynağı alan bütün farklı yorum biçimlerinin kendilerine işte bu
tikel yapılar içerisinde yer buldukları ortadadır. Mezhebi tefsirler veya başka bir
ifadeyle fırka tefsirleri şeklinde ifade olunan tefsir türleri de böyle bir durumun
sonucunda oluşan ve gelişen tefsir türleridir. Bu sebepten ötürüdür ki, bu tür tefsirler
içerisinde bulundukları geleneğin, dinin en önemli kaynağı olan Kuran’da çok yönlü
olarak temellendirilmesi işlevi görmüşlerdir. Mezhepler kendilerini savunmak için en
kuvvetli delilin Kur’an’da olacağına inandıklarından, onu kendilerini savunacak
şekilde tefsir ve tevil etmişlerdir.400 Netice tahmin edileceği üzere oldukça açıktır.
Bağlamlarından koparılan ayetler, zahiri anlamlarının ötesine taşınan ifadeler, zahiri
anlamlarında anlaşılan mecazlar ve hatta gaib nüshalar... İbn Teymiyye’nin
ifadesiyle yalnızca delil değil, medlulün dahi problemli olduğu, ilginçliklerle dolu bir
kaos.401 Kısacası mezhebi tefsirler, mezheplerin Kuran’a yaklaşımları kendi
eğilimleri ve bu eğilimleri tasdik ettirebilmek doğrultusunda ortaya çıkan tefsir
türleridir.402
Ehli Sünnet dışında yer alan mezhep ve fırkalar içinde tefsir ilmine en fazla
katkıda bulunan ekol mutezile olmuştur.403 Bu mezhebin hareketi uzun soluklu
olmamışsa da ilk dönemde yazılan dirayet tefsirleri içerisinde önemli bir yeri vardır.
Ebu Müslim el-Isfahani’nin Camiu’t-Tevil’i, Kadı Abdülcebbar’ın Tenzihu’l-Kur’an
ani’l-Metain ve Müteşabihu’l-Kur’an’ı, Rummani’nin el-Camiu li İlmi’l-Kuran’ı ve
Zemahşeri’nin
Keşşaf’ı
Mutezi
ekolünün
önemli
tefsirleridir.
Özellikle
399
İbn Kuteybe, Hadis Müdafaası, çev. M. Hayri Kırbaşoğlu, s. 118, İstanbul–1989.
400
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/ s. 332.
401
İbn Teymiyye, Mukaddime fi Usuli’t-Tefsir, s. 82
402
Kırca, “Mezhebi Tefsir Ekolünün Ortaya Çıkışı”, s. 54.
403
Kasımi’nin tefsirinde Mutezile dışındaki mezheplerin tefsirlerine atıfta bulunulmadığı için burada
mezhebi tefsirler olarak yalnızca Mutezileye ait eserler zikredilecektir.
108
Zemahşeri’nin eseri, Sünni müfessirler üzerinde de geniş etkisi olan ve hakkında
çalışmalar yapılan bir eserdir.404
Kasımi, Ehli Sünnet dışındaki bu mezheplerin – özellikle de Mutezile’nin –
bir takım batıl şeylere inandıklarını, inanışlarını pekiştirmek için de Kur’an’a
dayandıklarını ve Onu kendi görüşlerine göre yorumladıklarını ifade etmektedir.405
Kasımi’ye göre Keşşaf vb. bazı Mutezili tefsirlerin ilk bakışta ibareleri ve
ifade üslupları oldukça güzeldir; fakat cümleleri arasına Ehli Sünnet dışı düşünceleri
yerleştirmiştir. Çoğu insan bunun farkında olmaz; aralarında hatırı sayılır alimlerinde
bulunduğu pek çok kişi Keşşaf’a ve diğer tefsirlere rağbet etmiştir. Kasımi, bu
noktada İbn Atıyye’ye de eleştiri de bulunur ve onu kimi Mutezili fikirleri tefsirine
almakla suçlar.406
Kasımi’nin tefsiri elbette mezhebi bir tefsir olarak görülemez. Bununla
birlikte Mehasin’inde pek çok yerde Ehl-i Sünnet dışı fırkaların görüşlerine yer
verilmekte ve bunlar tartışılarak Sünni görüşün doğruluğu ortaya konmaya
çalışılmaktadır. Kasımi’nin en çok görüşlerine başvurduğu mezhep Zeydilerdir.
Ancak Kasımi’nin Zeydilerin görüşlerine diğer mezheplerle mukayese edildiğinde
eleştirel bir tutum takınmadığı görülmektedir.407 Hiç kuşkusuz bu tavırda
kendisinden birçok ilim dalında etkilendiği ve Mehasin’de çok sayıda eserine yer
verdiği Şevkani’nin etkisi büyüktür. Şevkani, zeydi bir alim olmakla birlikte, söz
konusu mezhebin sınırlarını oldukça zorlamış ve bu bakımdan fıkıhta müstakil
müctehit olarak kabul edilmiştir.
Mutezile, Kasımi’nin ayetlerin tefsiri esnasında görüşlerine başvurduğu ve
tartıştığı mezhep olarak dikkati çekmektedir. Örneğin Bakara suresi 56. ayetin408
tefsirinde, bu ayetin Allah’ın ahirette görülebileceğine delil teşkil ettiğini, bu kadar
404
Birışık, “Kur’an: Literatür”, XXVI/ s. 418.
405
Kasımi, Mukaddime, s. 22.
406
Kasımi, Mukaddime, s. 22.
407
Örneğin Nisa Suresi 110. ayetin tefsirinde bazı Zeydi müfessirlerin görüşlerine yer verir ve
herhangi bir eleştiride bulunmaz. Bkz. Mehasinu’t-Te’vil, V/ s. 1546; Nisa suresi 135. ayette de
benzer bir tavır söz konusudur. Bkz. Mehasinu’t-Te’vil, V/ s. 1606.
408
Ayetin anlamı şu şekildedir: “Bir zamanlar: Ey Musa! Biz Allah’ı açıkça görmedikçe asla sana
inanmayız, demiştiniz de bakıp durur olduğunuz halde hemen sizi yıldırım çarpmıştı.”
109
açık bir delil ortadayken Mutezile’nin Allah’ın görülemeyeceğini ileri sürmesinin
anlaşılamaz bir husus olduğunu ve aklı başında bir kimsenin de bu durum karşısında
Mutezili yorumu kabul edemeyeceğini ifade etmektedir.409
Yine Bakara Suresi 48. ayetin410 tefsirinde bu ayetten hareketle Mutezile’nin
büyük günah işleyen kimseler için şefaatın kabul olmayacağını ileri sürdüklerini
belirtmektedir. Kasımi, onların bu yaklaşımının yanlışlığına dikkat çeker ve söz
konusu ayetin bir önceki ayetle birlikte düşünülmesi gerektiğini ve bu durumda da
kendileri için şefaatın söz konusu olmayacağı veya kabul edilmeyeceği kimselerin
Mutezile’nin ileri sürdüğü gibi büyük günah işleyen kimseler değil, aksine kafirler
olduğunu söyler. Kasımi bu noktada Bakıllani’nin görüşlerine de başvurur ve şefaatı
inkar eden bir kimsenin bundan mahrum kalacağını, buna karşın ona inanan ve bunu
tasdik edenlerin ise Ehli Sünnet ve Cemaat olduğunu kaydeder. Ona göre
Mutezile’nin ileri sürdüğü gibi ayette şefaatın inkarına dönük herhangi bir karine
yada delil söz konusu değildir.411
Kasımi’nin çok sıklıkla olmasa bile zaman zaman Mutezile dışındaki mezheplerin
görüşlerine de ilgili ayetlerin tefsiri sırasında temas ettiği görülür. Örneğin Bakara
124. ayetle412 ilgili olarak, bu ayetin Mutezile tarafından zalimin imamete ehil
olmamasına delil getirildiğini, Keşşaf’ın bu konuda en geniş değerlendirmeyi
yapmasına karşın bunların çoğunun temelsiz olduğunu ifade etmektedir. Öte yandan
bu ayet Şia tarafından da imamların gerek zahiren gerekse batın olarak masum
olması gerektiği hususuna bir delil olarak görülmüştür. Kasımi, bu yöndeki Şii
iddiaları Razi’den naklen vermekte ve ayetlerin bütünlüğü çerçevesinde ne onların ne
409
Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 130.
410
Ayetin anlamı şu şekildedir: “Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi
bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da
yapılmaz.”
411
Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 121.
412
Ayetin anlamı şu şekildedir: “Bir zamanlar Rabbi İbrahim’i bir takım kelimelerle sınamış, onları
tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara önder yapacağım, demişti. Soyumdan da (önderler yap)
dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez buyurdu.”
110
de Mutezilenin ileri sürdüğü şekilde bir anlam veya yorumun söz konusu
olamayacağını belirtir.413
Kasımi’nin bazen diğer mezhep ve fırkalara temas etmeksizin, Ehli Sünnet’in
görüşlerine yer verdiği ve Ehli Sünnet itikadı açısından ayetleri yorumladığı
görülmektedir. Örneğin Bakara suresi 81. ayetin tefsirinde, Cehennemde ebedi kalma
konusunda414, yine 210. ayetin tefsirinde ise sıfatlar konusunda415 Ehli Sünnet’in
görüşüne atıfta bulunmakta ve ayetlerin bu noktadaki delaletlerini ortaya
koymaktadır. Bakara 143. ayet çerçevesinde ise Ehli Sünnetin diğer fırkalar
içerisindeki konumunu tartışmaktadır.416
2.3.5. İctimai – edebi (ıslahçı) tefsir geleneği bakımından Mehasinü’tTe’vil
Gerek mezhebi gerekse yöntemsel açıdan çok farklı tefsir türleri ortaya
çıkmış ve çoğu kez bunlar ayrı birer ekol olarak değerlendirilmiştir. Tefsir tarihi söz
konusu olduğunda rivayet ve dirayet olmak üzere temelde iki tefsir türünün
varlığından söz edilebilir. Ancak tarihsel süreçte önce dil ile ilgili ilimler, belli ilim
dalları haline geldikten sonra, tefsiri yönlendirmeye başlamış, arkasından ortaya
çıkan diğer akli ve nakli ilimler tefsiri muhtelif yönlere çekmeye girişmişlerdir. Aynı
şekilde günlük hayattaki siyasi ve diğer bütün maksatlar ve saplantılar da bu
yönlendirmeye iştirak etmişlerdir. İşte bütün bunlar ve başka unsurlar arkalarında
birçok tefsir ekolü ve eseri bırakmış, yaşanan hayatta ve İslam kültürü sahasında
kuvvetli ve canlı etkiler meydana getirmiştir.417
Rivayet ve dirayet tefsir türlerine zamanla fikhi, nahvi, lügavi, felsefi,
tasavvufi, mezhebi gibi isimlerle nitelenebilecek tefsir türleri eşlik etmiştir. Fakat
yakın zamanda bunlara Edebi, İlmi ve Konulu tefsir türleri de eklenmiştir. Islahçı
413
Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 246.
414
Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 177
415
Mehasinu’t-Te’vil, III/ s. 518-520.
416
Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 293.
417
Mevlüt, Güngör, “Tefsir ve Tefsir’de Edebi Tefsir Medotu”, İslami Araştırmalar (1988), c. II, s. 6,
37.
111
tefsirleri, Goldziher Modern İslami Reform Tefsirleri başlığı altında ele alırken418,
Cerrahoğlu buna İctimai-Edebi Tefsirler başlığı altında419, Hasan Hanefi ise SosyoPolitik Tefsirler başlığı altında420 yer vermektedir. Albayrak ve Paçacı da söz konusu
tefsir türünü yenilikçi ve tarihçi-tenkitçi şeklinde iki farklı başlık altında ele
almaktadır.421
Muhammed Abduh’un ıslahçı tefsir türünü başlatan kimse olduğu tüm
araştırmacıların ortak kanaatidir. O tefsiri iki kısma ayırır. Birincisi kuru, Allah ve
kitabından uzaklaştıran tefsirdir. Aslında bu lafızların tahlili, cümlelerin irabı ve bu
ibarelerin fenni nüktelerine yapılan işaretleri açıklamaktan ibarettir ki, bu tefsir
denilmeyi bile hak etmez. İkincisi ise inanç ve amelle ilgili konularda ayetlerin
sebebi hikmetini anlamaya yönelir. Asıl gaye, Kur’anla hidayete ermekten
ibarettir.422 Abduh’un daha sonra da kitaplaşacak olan tefsir dersleri göz önünde
bulundurulduğunda, gerçekten de onun bunu başardığı ve Kur’an’ın hidayetini esas
aldığı görülmektedir.423
Abduh’un bu amaçla 1899 yılında başlattığı tefsir dersleri vefat ettiği 1905
yılına kadar devam etmiş ve Kur’an’ın başlangıcından Nisa suresinin 126. ayetine
418
Goldziher, Modernist tefsir ekollerini Hint ve Mısır modernistleri olarak ikiye ayırmış, bunlar
arasındaki farkları ve yaklaşım biçimlerini ortaya koymaya çalışmıştır. Ona göre hepsi içinde
Muhammed Abduh’un apayrı ve önemli bir yeri vardır. Bakınız. Goldziher, İslam Tefsir Ekolleri, s.
339-391.
419
Cerrahoğlu’na göre günümüzdeki tefsirlerin çoğu bu yaklaşımı benimsemişlerdir. Bu yaklaşım
sayesinde tefsir, kuruluk ve durgunluktan kurtarılmaya çalışılmıştır. Bu yeni yaklaşımı en iyi bir
şekilde Muhammed Abduh ekolüne mensup tefsircilerde görmek mümkündür. Bakınız. İsmail
Cerahhaoğlu, Tefsir Tarihi, Ankara 1996, II/ s. 407.
420
Hanefi’ye göre bu tefsir türü, konulu tefsire en yakın olan modern tefsir olup, günümüz sosyo-
politik şartlarıyla başlar ve metni gerçekle ideal arasındaki farkı anlamak için bir eleştiri aracı olarak
kullanır. Kur’an tefsiri Müslüman toplumların sosyal bir eleştirisidir. Bu yorum ve tefsir türü, İslam
dünyasındaki genel problemleri dikkate alan, teoriyle pratiği birleştiren, klasik yorumları geride
bırakan ve metni çağımızla irtibatlandıran sosyal değişme konusunu merkeze almıştır. Bakınız. Hasan
“Konulu Kur’an Tefsiri Metodu”, s. 160.
421
H, Albayrak-M, Paçacı,. “Tarih İçinde Tefsir ve Tefsir Eğilimleri”, Kur’an ve Hadis İlimleri,
Ankara 2006, s. 172-175.
422
Tefsiru’l-Menar, Mısır 1947, I/ s. 24-25.
423
Kur’an’ı Kerim Tefsiri İstişari Toplantı Notları, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara 1995, s. 62
112
kadar gelebilmiştir.424 Aslında Abduh’a göre bütün bir tefsir yerine günün ihtiyaçları
doğrultusunda kısmi tefsirlere ihtiyaç bulunmaktaydı. Nitekim o, bu doğrultuda
Kur’an’ın bu şekilde parça parça tefsirini denemiştir.425 Abduh’un bu kısa tefsirleri
arasında, Tefsiru Cüz’i Amme426, Tefsiru Sureti’l-Asr427 ve Tefsiru’l-Fatiha’yı428
saymak mümkündür.
Muhammed Reşid Rıza, Abduh’un tefsir derslerini yeniden düzenleyerek
edebi bütünlüğü olan bir metin haline getirmiş, bazı noktalarını da Abduh’un izniyle
genişletmiş, aynı üslubu devam ettirerek Abduh’un kaldığı yerden devam etmiş ve
Yusuf suresinin 52. ayetine kadar tefsiri getirebilmiştir. Sistematik bir tefsir haline
getirilerek 12 cilt halinde 1947 yılında yayınlanan bu kitap İslam dünyasında büyük
ilgi görmüş ve hayli yaygınlaşmıştır.429 Ahmed Mustafa Meraği’nin Tefsiru’lMeraği430 olarak bilinen tefsiri de Menar ekolünden fazlaca etkilenen ve kimi ilmi
tefsir örneklerine rastlanmakla birlikte ıslahçı tefsir olarak nitelenebilecek tefsirler
arasında yer almaktadır.
Islahçı anlayışa göre Kuran dinin esası, hatta bütün boyutlarıyla dinin ta
kendisidir.431 Kur’an dinin en yüce kaynağıdır ve ümmetin tarih boyunca ihtiyaç
duyacağı her şeyi ilke ve model olarak ihtiva etmektedir.432 Bu açıdan bakıldığında
tefsirin asıl maksadı, din duygusunu yeşertecek ve müminin dindarlığına istikamet
424
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/ s. 411.
425
Muhammed, Abduh, el-Amalü’l-Kamile, nşr. M. İmare, Beyrut 1980, IV/ s. 11, 16-17.
426
Tefsiru Cüz’i Amme, Kahire 1322. Eserdeki bazı sureler Sebilürreşad Mecmuası’nın muhtelif
sayılarında Türkçe’ye çevrilmiştir.
427
Tefsiru Sureti’l-Asr, Kahire 1321. Abduh’un Cezayir’de verdiği tefsir dersinden oluşan bu eseri,
M. Akif Ersoy Türkçe’ye tercüme etmiştir. Bkz. Sebilürreşad Mecmuası (1325) III/ s. 73-77.
428
Tefsiru Sureti’l-Fatiha, Kahire 1323. Reşid Rıza tarafından bir mukaddime ve bazı ilavelerde
bulunulan eser, Abdülkadir Şener ve Mustafa Fayda tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Bkz.
AÜİFD (1968), XVI, s. 1-16.
429
Goldziher, İslam Tefsir Ekolleri, s. 352.
430
Ahmed Mustafa, Meraği, Tefsir, Kahire 1974. Eser Türkçe’ye de çevrilmiştir. Tefsiru’l-Meraği ve
Tercümesi, çev. A. Fikri Yavuz ve diğerleri, I-II, İstanbul 1989.
431
Maide Suresinin 3. ayetinde geçen “bugün dininizi tamamladım” din kelimesi, Reşid Rıza’ya göre
itikad, fıkhi hükümler ve ahlak konuları anlamına gelmektedir. Dolayısıyla din Kur’an vahyiyle
tamamlanmıştır. Bkz. Menar, VI/ s. 166.
432
Merad, XIX/ s. 147.
113
verecek olan ahlaki değerleri ve kılavuz hükümleri açıklamaktır. Tefsir akılcılığa
meftun olmuş modern zihniyeti tatmin etmeye, bilimsel ve doğrulanabilir gerçekleri
ortaya koymaya yönelik delillerin peşindeki bir disiplin gibi görülmemelidir. Islahçı
müfessirler bilimsel yorumlara hiç meyletmediler ve birkaç istisna dışında
dönemlerinde yaygın olan uzlaştırmacılık modasına kapılmadılar.433 Reşid Rıza’nın
Fahreddin Razi’nin ünlü tefsirini çağının bilimsel kültürüyle doldurmasını
eleştirmesi bu yüzdendir.434
Islahçı tefsir anlayışında ayetlerin tefsiriyle ilgili olarak takınılan tavır,
Selef’in tavrıyla paraleldir. Buna göre ayetlerin çoğu apaçık anlamlara sahip olup
tefsir edilmeleri herhangi bir problem doğurmaz. Nispeten müphemlik taşıyan
müteşabih ayetlerle ilgili olarak müminin tavrı, zikredileni en zahiri anlamıyla
geçtiği gibi kabul etmek şeklinde olmalıdır. Müteşabih ayetlerin tevilini yalnızca
Allah bilir; bu konuda müslümana düşen idrakini Allah’a teslim etme tevazuu
göstermektir.435
Islahçı tefsir anlayışına göre, tefsir kitaplarında Kur’an’ın ruhuna uymayan
yorum ve yanlış bilgiler yer almakta, vahyin mesajı gramer kuralları ve müfessirlerin
görüşleri arasında kaybolmakta, bu yüzden Kur’an toplum hayatından uzaklaştırılıp
ölülere ve hastalara okunan bir metin haline getirilmektedir. Halbuki Kur’an’ın
birinci önceliği insanların ilmi ve ahlaki seviyelerini yükseltip, ictimai durumlarını
düzeltmektir. Zira Kur’an’da fıkhi meselelere az yer verilmesi bununla ilişkili bir
husustur. Müteşabih ayetlerin varlığı insanların düşünce alanını genişletme gayesine
matuftur. Kainatı ve canlı varlıkları araştırma çağrısı İslam dininde hiçbir şart ve
kayıta bağlı değildir.436
Islahçılar ayetlerin zahiri anlamlarının derinlerinde yatan batini anlamı yahut
görünür imajların ötesinde bulunan sembolizmi ortaya çıkarma iddiasındaki sübjektif
yorumlama (tevil) biçimlerine şiddetle karşı çıkmışlardır.437 Bu çerçevede Cehmiyye,
433
Merad, XIX/ s. 147.
434
Menar, I/ s. 75.
435
Menar, III/ s. 167; Merad, XIX/ s. 147.
436
Abduh, Tevhid Risalesi, s. 74-76.
437
Örneğin Reşid Rıza, Ali İmran suresinin 7. ayetinin tefsirinde bu durumu şu şekilde dile
getirmiştir: “Tevil bidatin tipik bir örneğidir” Bkz. Menar, III/ s. 166.
114
Kaderiye, Haricilik, Batıniye, Babiyye, Bahaiyye gibi bidat ehli sayılan fırkaların
tevilleri ve aşırı tasavvufi teviller vahyin zahiri anlamıyla alakasız biçimde tamamen
keyfi yorumlar olarak görülmüş ve eleştirilmiştir. Bu tür tevil uygulamaları tahriften
başka bir şey değildir. Tahrif teriminin kapsamına israiliyat tarzındaki gerçek dışı
malumatla doldurulmuş sözde alimane tefsirler de girmekte olup bunlar ıslahçı
müelliflerce sık sık eleştirilmiştir.438
Islahçı yorum anlayışı basit tefsir lehine tevili ortadan kaldırma eğilimi içinde
olmuş, özellikle ilahi sıfatlar ve ahiret halleriyle ilgili bazı ayetler dışında Kur’an
vahyinin Selef için olduğu gibi çağdaş Müslümanlar için de anlaşılır olduğu ilkesini
getirmiştir. Böylece tefsirin fonksiyonu ihya edilmiş olmaktadır. Tarihi ve masalsı
kabuğundan, geniş ölçüde gramatik ve retorik nitelikteki mahiyetinden arındırılmış
olan tefsir Kur’an’ı okumak ve tefekkür etmek için bir hazırlık görevi üstlenmiş
olacaktır. Başlıca ilgileri tefsir ilminin didaktik vechesi üzerinde yoğunlaşmış olan
Müfessirler Müslümanlarla kitapları arasında bir perde çekmişlerdir.439
Islahçılar için Kur’an akaid konusunda bir ölçü ve de asıldır. Oysaki çoğu
müfessirler bu ilke uyarınca hareket etmemiş, akidelerine şahit getirmek için
Kur’an’ı kendi bağlamından uzaklaştırarak tevil etmişlerdir. Bunun sonucunda da
mezhepler veya belli kalıplar asıl ölçü olarak kabul edilmiş, Kur’an ise onu tevil
yoluyla teyit eden tali bir unsura dönüştürülmüştür. Muhammed Abduh bundan
dolayı diğer tefsirlere çok fazla müracaat etmeden ve onların etkisinde kalmadan
tefsir etme yoluna gitmiştir.440
Muhammed Abduh’a göre Kur’an’a ve içindeki ameli hükümlere inanan,
fakat diğer bazı gaybi konuları kavramakta güçlük çeken entelektüellerin bunlar
hakkında kendi ilmi kapasitelerini tatmin edecek teviller yapması imanlarına zarar
vermez. Müslümanların da ilmen sabit olmuş konularda uzmanlarla çekişmesi veya
bazı haberi vahid rivayetleri doğrulamak için ilimde delili bulunmayan şeyleri
438
Menar, I/ s. 347, VI/ s. 355-356; Merad, XIX, s. 147. Ayrıca bakınız. Abduh, Tevhid Risalesi, s.
74.
439
Merad, XIX/ s. 147.
440
Reşid Rıza’nın değerlendirmelerine bakılacak olursa, Abduh tefsir dersleri esnasında tefsirlerin en
özet ve kısası olan Celaleyn tefsirinin ibarelerine dayanır ve onu okurdu. Bazen kabul eder, bazen de
tenkit ederdi. Bakınız. Menar, I/ s. 15
115
savunması doğru olmaz. Abduh bu yaklaşımıyla Kur’an ve ilim arasında uzlaştırma
çabalarına büyük önem verir ve bazı ayetleri kendi zamanındaki bilim anlayışına ve
bilimsel verilere göre yorumlamaya çalışır. Nitekim Tefsirul-Menar’da ona atfen
tabiatüstü varlıkların ve mucizelerin izahıyla ilgili farklı tevillere yer verilmiştir.
Bunlar arasında cinlerin mikropların bir cinsi olabileceği, Ebrehe ordusunu taşlarla
helak eden kuşların hastalık taşıyan sinekler şeklinde anlaşılabileceği, insanların
sadece Adem’den değil, ırklarına göre çeşitli insan orijinlerinden geldiklerinin
düşünülebileceği, Hz. Meryem’in İsa’ya babasız hamile kalmasının çocuk sahibi
olacağına dair ilahi habere kuvvetli inanın oluşturduğu psikolojiyle izah edilebileceği
şeklinde yorumlar bulunmaktadır.441
Reşid Rıza’ya göre ihtiva ettiği kıssalara bakarak Kur’an’ı bir tarih kitabı
saymak doğru değildir; çünkü Kur’an yalnızca bir hidayet rehberidir. Islahçı
müfessirin görevi, her şeyden önce Kur’an’ın mesajını Müslümanların zihin ve
kalplerine mümkün olduğu kadar yaklaştırmaktır.442 Abduh’a göre de Kur’an’ın
mesajı evrenseldir ve kıyamete kadar geçerlidir. Kur’an’ın hedefinde belirli şahıslar
veya olaylar yoktur; aksine Kur’an insan ve toplum prototiplerini merkeze
almaktadır. Bundan dolayı ayetlerin ifade ettiği anlamları, nazil olduğu döneme değil
de, günümüzdeki olaylara tatbik edilmelidir; bu sayede Kur’an daha anlaşılır hale
gelmektedir. Örneğin Bakara suresinin baş tarafında anlatılan münafıkların sıfatları,
sadece peygamberimiz dönemindeki münafıklarla ilgili değildir. Bu her şeyden önce
müfessirin içinde yaşadığı asırdaki münafıkları ifade eder.443
Islahçılar, Müslümanların sadece Kur’an ve Sünnet’i takip etmeleri
gerektiğini savunurken öğretilerini Hz. Peygamber’in Kitap ve Sünnet’e sarılma
yolundaki çeşitli talimatına dayandırıyorlardı. Fakat sünnet kavramının oldukça
441
Abduh, Tefsiru Cüz’i Amme, s. 158; Menar, III/ s. 96, 309, IV/ s. 323-326, VII/ s. 319; J.J.G.
Jansen, The Interpretion of the Koran in Modern Egypt, Leiden 1974, s. 34. Özervarlı, XXX/ s. 484.
442
Merad, XIX/ s. 147.
443
Abduh bunu şu şekilde ifade etmektedir: “bu ayetin peygamber asrında yaşayan münafıklar için
nazil olduğunu söyleyen müfessirlerin sözlerinin hiç kimseyi aldatmaması gerekir. Zira eğer bir kimse
bu şekilde düşünürse Kur’an’ın imam ve hidayet rehberi olarak kabul etmemiş, aklını ve şuurunu
kullanmamış, atalarını ve bu görüşteki çağdaşlarını taklit etmiş olur”. Bakınız. Menar, I/ s. 179-180;
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/ s. 415.
116
sınırlı olduğunu daima hatırda tutarak İslam dininin esas itibariyle Kur’an’a
indirgenebileceği düşüncesindeydiler.444 Zira onlara göre sünnetle kast edilen şey,
yalnızca iman esaslarından ve ibadet uygulamalarından bahseden oldukça sınırlı
sayıdaki sahih hadis metinleridir. Bunların dışında kalan ve sıhhatinden emin olunan
edeb ve ahlak dair hadislerin sayısıysa bir düzineyi geçmez.445
Islahçı alimlerin bu tavrı Kur’an tefsirlerine de yansımaktaydı. Sebeb-i Nüzul
bağlamında klasik tefsirlerde sıkça karşılaşılan rivayetlere Islahçıların yer vermediği
görülür. Zira eski müfessirler birbiri ardınca gelen ayetlere gerekçe olarak,
birbirinden farklı birçok nüzul sebebi gösteriyorlardı. Birbiri ardınca gelen ayetleri,
nüzul sebeplerinin tarihini esas alarak birbirinden ayırıyorlardı. Islahçılar buna karşı
çıktı ve birbirinden ne denli uzak olursa olsun, Kur’an konuları arasındaki birliğe ve
bütünlüğe vurgu yaptılar.446 Muhammed Abduh’un şu değerlendirmesi bunu ortaya
koymaktadır: “Nüzul sebeplerini rivayet edenlerin işi şaşırtıcıdır. Çünkü onlar,
Allah’ın birleştirdiği kelamı parçalıyorlar, ayetleri birbirinden çözerek Kur’an’ı
bölük pörçük hale getiriyorlar. Dahası tıpkı bir konu etrafındaki ayetlerden oluşan bir
bölümün her bir ayetine müstakil iniş sebepleri sağladıkları gibi, bir tek ayeti dahi
cümleler halinde parçalayarak, her biri cümleye birbirinden bağımsız iniş sebepleri
üretiyorlar.”447
Islahçı alimlerin gözünde İslam sadece Kuran ve mütevatir habere dayalı
itikad ve ibadet meseleleriyle sınırlı değildi; o aynı zamanda siyasi, ictimai bir
sistem, bir ahlaki ve kültürel değerler manzumesiydi. Adetler ve insan ilişkileri gibi
ilahi buyruğun değil, sosyo-kültüre yapının belirlediği meselelerde sünnet ve selef
uygulaması yardımcı ve yol gösterici olabilirdi.448
Bu konuda farklı mütalaalar olmasına karşın, kimi araştırmacılar Cemaleddin
el-Kasımi’nin tefsirini ıslahçı tefsirler arasında değerlendirmişlerdir. Örneğin Kasımi
ve Menhecuhu fi’t-Tefsir isimli bir çalışma ortaya koymuş olan Muhammed Bekr
444
Merad, XIX/ s. 148.
445
Abduh, Tevhid Risalesi, s. 229-230.
446
Goldziher, İslam Tefsir Ekolleri, s. 370.
447
Menar, I/ s. 91, 201, 238.
448
Merad, XIX/ s. 148.
117
İsmail’e göre Kasımi, ictimai tefsir ekolünün bir temsilcisidir.449 H’mida Ennaifer,
Mehasin’de Muhammed Abduh’un ve tefsirinin etkisi fazla olduğunu, özellikle tefsir
metodunun şekillenmesinde ondan etkilendiğini belirtmektedir. Hatta bu konuda,
Kasımi’nin İbn Teymiye ve Muhammed Abduh’un tefsir metonunu birleştirdiğinin
ve tefsirini buna göre kaleme aldığının söylenebileceğini kaydeder.450 Albayrak ve
Paçacı ise Cemaleddin el-Kasımi’nin eserini Yenilikçi tefsir çalışmaları arasında
sayarak, Onun tefsirinde Abduh’un etkisinin görülebileceğini kaydetmişlerdir.451
Yapılan bu değerlendirmeler bir tarafa Kasımi’nin ıslah taraftarı bir alim olduğu
açıktır ve her ıslahçı alimde olduğu gibi onun temel gayesi, Kur’an’ın anlaşılır hale
getirilmesidir. Ancak bunun ifade şeklinde ve yönteminde Kasımi diğer ıslahçılardan
farklı bir yol izlemektedir.
Muhammed Abduh ve Reşid Rıza’da karşılaşılan çağın problemleri ışığında
Kur’an’a bakmak ve bu problemlere Kur’an ekseninde cevap arama tutumu,
Kasımi’de çok belirgin değildir. Nitekim onun Muhammed Abduh’tan yaptığı
alıntılar sanılanın aksine oldukça sınırlıdır.452
Bunlardan ilk ikisi Fatiha suresinin tefsiri sırasındadır. Kasımi burada iki
yerde Abduh’tan nakilde bulunur. İlki “Rahman ve Rahim” kelimeleri bağlamındadır
ve bu iki kelimeyi aynı anlamı ifade etmediğine dönük bir değerlendirmedir. Abduh,
bu iki kelime ile ilgili yapılmış açıklamaların yanlışlığına dikkat çekmekte ve kendisi
yeni bir teklifte bulunmaktadır. Buna göre rahman kelimesi Allah’ın tüm insanlığa
ihsanı olarak, buna karşın rahim kelimesi ise özel olarak Allah’ın müminlere ihsanı
şeklinde anlaşılmıştır. Rahman kelimesini genel anlamda ihsan olarak yorumlayanlar
görüşlerinde
449
isabet
etmişlerdir.
Buna
karşın
Rahim
kelimesi
ile
ilgili
Ayazi, el-Müfessirun, s. 619. Bekr İsmail’in bu görüşüne yer veren Ayazi Mehasin’de Abduh’un
metodunun etki ve izlerinin sıklıkla görülebildiğini kaydeder. Bkz. a. g. e., s. 617.
450
Les Commentaires Coraniques Contemporains, s. 39-40.
451
H, Albayrak- M., Paçacı, “Tarih İçinde Tefsir ve Tefsir Eğilimleri”, Kur’an ve Hadis İlimleri,
Ankara 2006, s. 170
452
Burada Mehasin’i Yusuf suresine kadar taramamıza karşın, Kasımi’nin Abduh’tan yalnızca beş
defa nakilde bulunduğunu tespit ettiğimizi belirtmek gerekir. Buna rağmen araştırmacılar Mehasin’i
iyice tetkik etmediklerinden olsa gerektir ki, en çok alıntıda bulunduğu kişilerden biri olarak Abduh’u
gösterme yolunu tercih etmişlerdir. Oysaki onun Abduh’tan etkilenmesi nakiller yoluyla değildir, daha
çok yöntemseldir.
118
değerlendirmelerinde yanılmışlardır. Çünkü Rahim kelimesi Rahman kelimesinin
anlamını pekiştirme amacı taşımaktadır. Rahman Allah’ın insanlara fiziki anlamdaki
ihtiyaçlar konusunda ihsanda bulunması iken, Rahim daha çok bilişsel ve duygusal
ihtiyaçlar konusundaki ihsanıdır.453
Kasımi’nin Fatiha suresiyle ilgili olarak Abduh’tan yaptığı ikinci nakil ise
Fatiha suresinin Kur’an’ın bütünlüğü içerisinde ifade ettiği anlama dairdir. Abduh’a
göre Fatiha Kur’an’ın bütününü içermektedir. Fakat o bununla Tefsir kitaplarında
sıklıkla karşılaşılan, “Kur’an’ın esrarı Fatiha’dadır, Fatiha’nın esrarı Besmelededir,
Besmelenin esrarı Be harfindedir, Be harfinin esrarı noktasındadır” şeklindeki Hurufi
veya işari bir takım yorumları kast etmemektedir. Onun kast ettiği, surede Tevhidin,
Ahiret’in, İbadetin, Kurtuluş Yolunun ve Kıssaların özet olarak yer almasıdır ki, bu
beş husus Kur’an’ın içeriğini ifade etmektedir.454
Kasımi Abduh’a Mısır Müftüsü veya Hakimu Mısır adı altında birkaç yerde
daha yer vermektedir. Bunlardan birinde ayetlerin bir konudan bir başka konuya
geçmelerine karşın, bütünlük açısından bakıldığında tek bir konu etrafında
dönmesinin Kur’an’ın bir özelliği olduğunu ifade eder ve buna kaynak olarak
Abduh’un tefsirini gösterir.455
Kasımi tefsirinde yaşadığı asrın problemlerine vakıf olmakla birlikte, söz
konusu asrın diliyle konuşmamaktadır. İçinde bulunduğu asrın fikri donukluğu ve
tıkanıklığıyla sürekli bir mücadele içerisindedir; ancak o bunu geçmişin diliyle
yapmaktadır. Aslında insanlara vaaz ve nasihat vermekten çok, onları bilgiyle baş
başa bırakmak ister gibidir.456 Bundan dolayıdır ki, onun tefsiri daha önceki
tefsirlerin, Kur’an’ın anlaşılması gayesi doğrultusunda güzel bir özetidir. Bu özet,
gereksiz
bilgilerden,
uzun
uzadıya
açıklamalardan
ve
yanlış
birtakım
temellendirmelerden uzak bir görünüm arz etmekte ve bu bakımdan güzel bir
derleme niteliği taşımaktadır. Kasımi Mehasin’de kendisinden çok eski müfessirlerin
ve
alimlerin görüşlerine yer vermekte, gerektiği zaman bunlara ilavede
453
Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 5.
454
Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 25-26.
455
Mehasinu’t-Te’vil, II/ s. 98; Diğer iki alıntı için bkz. II/ s. 179, III/ s. 383.
456
Muhammed Bekr İsmail’e ait bu değerlendirme için bkz. Ayazi, el-Müfessirun, s. 620.
119
bulunmaktadır. Bu ilavelerde bazen ıslahçı bakış açısının izlerini bulabilmek
mümkündür.
Örneğin “Savaşın farz kılındığını” ifade eden Bakara Suresi 216. ayetin
tefsirinde kimi batılıların İslam dininin kılıçla yayıldığı şeklindeki düşüncelerine
değinir ve Müslümanların bunlara karşı uyanık olması gerektiğini ifade eder.
Batılıların bu söylemi İslam dinine özde hiçbir zarar veremeyecektir. Zira onlar
kılıcın daveti güvence altına almak için söz konusu olduğunu, buna karşın dinin
yalnızca kılıçla daveti öngörmediğini aslında çok iyi bilmektedirler.457
Bilindiği gibi Nisa suresinin 3. ayeti üzerinde pek çok yorumun yapıldığı ve
tartışmanın yaşandığı bir ayettir.458 Bunda ayette geçen “….kadınlardan ikişer, üçer,
dörder alın….” ifadesi bağlamında çok eşlilik meselesinin yattığı bilinmektedir.
Kasımi, söz konusu ayetin tefsirinde İslam Felsefesinden Sosyoloji alimi bir kişinin
eserinden ayetin neslin ıslahını ifade ettiği noktasında uzunca bir alıntıda bulunur.
Alıntıda bulunduğu şahsın ismini vermese de eserinin ismini İslam ve Islahu’n-Nesl
olarak zikretmektedir. Burada hayvanların neslinin devamı için onların ıslah
edilmesinin önemi üzerinde durur ve buna gerek bitkilerden gerekse hayvanlardan
çeşitli örnekler verir. Bu insan için de geçerlidir; insan neslinin devamı için insanın
ıslah edilmesi gerekir. Bu konuda isimlerini vermeyerek biri alman diğeri İngiliz iki
felsefecinin görüşlerine başvurur. Buna göre insanlar etraflarındaki dünyayı ve
içindekileri ıslah ederken, kendi ruhlarını ıslah etmeyi ihmal ederler. Söz konusu iki
felsefecinin insanın ıslahı için iki önerisi vardır: bunlardan biri hastalıklarla gerektiği
şekilde mücadele iken, diğeri nesillerinin korunması için asil soya sahip erkeklere
çok eşliliğin serbest bırakılmasıdır. Zira sanayi toplumu devam ettiği sürece, birkaç
asır geçmeden insan neslinin sonu gelecektir. Aslında doğal seleksiyon olarak da
belirtilen bu durum ifadelere bakılacak olursa yalnızca asil soya sahip olanlar için
istenmekte, hastalıklı ve genetik açıdan sorunlu kişiler için evliliğin tek evlilikle
sınırlanmasının
gerektiği
vurgulanmaktadır.
Kasımi’nin
alıntıda
bulunduğu
457
Mehasinu’t-Te’vil, III/ s. 534.
458
Ayetin anlamı şu şekildedir: “Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdirde) yetimlerin haklarına riayet
edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helal olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın.
Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu
adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.”
120
sosyoloğun bu noktadaki ifadeleri dikkat çekicidir. Çok eşlilik Müslümanların asil
soya sahip olanları için geçerlidir. İslam bu iki felsefeciden 1300 sene önce gelmiş ve
asil insan soyunun çoğalması için çok eşliliğe dörde kadar izin vermiştir. Fakat din
asil olmayan kimselere soylarının çoğalmaması için birden fazla nikâhı
yasaklamıştır. Ayetin devamında geçen “haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane
alın” ifadesi bunu desteklemektedir.459
Kasımi’nin modern ıslahçılarında tartıştığı ve üzerinde görüş beyan ettiği çok
eşlilik konusunda böyle bir alıntıya yer vermiş olması dikkat çekicidir. Abduh’un bu
noktadaki değerlendirmelerine bakıldığında Kasımi’nin en az onun kadar farklı ama
ondan ayrı bir görüş ortaya koyduğu dikkatlerden kaçmamaktadır. Abduh’a göre
ilgili ayetlerde temel konu yetimlerin hakkının korunmasıdır. Dört eşlilikle ilgili
pasaj ise tamamen bu konuya bağlı bir şekilde anlaşılmalıdır. O halde dört eşlilikle
ilgili pasajı bağlamından kopararak salt bir hüküm olarak ele alıp değerlendirmek ve
bu şekilde ilahi vahyin dört eşliliğe müsaade ettiği sonucuna ulaşmak, Kur’an’ın
bütünlüğüne aykırı, yanlış bir değerlendirme olacaktır.460 Abduh, modernleşme
bağlamında meseleye yaklaşırken, Kasımi’nin alıntıladığı pasajda çok eşlilik daha
farklı bir bağlamda ele alınmaktadır. Bu farklılaşmanın değişik örneklerine rastlamak
mümkündür. Örneğin Melekler, Adem, Şeytan ve sihir gibi konularda Abduh’un ileri
sürdüğü yeni ve orijinal fikirlere pek itibar etmemiş ve bu konulardaki genel
yaklaşım biçimi neyse tefsirinde ona yer vermiştir.461
Netice itibariyle Kasımi’nin diğer nakilleriyle kıyaslandığında Muhammed
Abduh ve Reşid Rıza’dan çok kayda değer oranda bir alıntıya yer vermediği görülür.
Ne var ki, bu durum onun ıslahçılığına halel getirmez. Zira o tefsirinde yöntemsel
olarak diğer ıslahçı bir tutum sergiler. Mehasinu’t-Te’vil’i yazmadan önce bu konuyu
Muhammed Abduh’a açmış olması ve onun tavsiyelerine kulak vermiş olması
yöntemsel olarak ondan etkilendiğini göstermesi bakımından üzerinde durulması
gereken bir husustur.
459
Mehasinu’t-Te’vil, V/ s. 1118-1122.
460
Demir, Kur’an’ın Yeniden Yorumlanması Düşüncesi, s. 59.
461
Mahmud, Menahicu’l-Müfessirin, s. 300.
121
Bu açıdan bakıldığında diğer ıslahçılarda olduğu gibi, Kur’an’ın doğru bir
şekilde anlaşılmasının Kasımi’nin en temel gayesi olduğu rahatlıkla ifade edilebilir.
Bu yüzden o gereksiz ve bağlamından kopuk değerlendirmelere yer vermez.
Gramatik ve ıstılahi açıdan ayetlerin anlamlarını netleştirmek ve Kur’an’ın bütünlüğü
içerisinde sahip oldukları anlamları tespit etmek Kasımi’nin en belirgin
tutumlarındandır. Kaynak kullanımında son derece titizdir. Kütüb-i Sitte olarak
bilinen güvenilir hadis kitapları dışındaki kaynaklara pek fazla itibar etmez. Klasik
tefsir kaynaklarını fazlasıyla meşgul eden israiliyat türü bilgilere ilgi göstermez ve
söz konusu türden bilgilere yer vermez. Sebeb-i Nüzul rivayetlerine, ayetlerin
Kur’an’ın bütünlüğü içerisinde temas eder ve bu sebeple klasik tefsirlerdekin aksine
her ayetin sebeb-ü nüzulünü verme gibi bir endişeye sahip değildir.
122
SONUÇ
Kur’an, Hz. Muhammed’den günümüze kadar Müslümanların anlama
menzilinin mihverini teşkil etmiş ve yaşamlarının en önemli kurucu ögesi olmuştur.
Müslümanların Kur’an’ı anlama ve yorumlama noktasındaki çabaları, İslam düşünce
tarihinin en önemli metinsel kaynakları durumunda olan tefsirleri ortaya çıkarmıştır.
Ancak Kur’an’ın anlaşılmasını merkeze alan bu çabalar, karşılaşılan toplumsal
ihtiyaçlar doğrultusunda değişik biçimlerde somutlaşmıştır. Asırların geçmesiyle
Kur’an’ı anlama metotları yani tefsir metotları da değişmiştir. Ancak hepsinin de
temel hedefi, okuyup anlaşılması ve ona göre yaşanması için gönderilen bu ilahi
kitabın herkesin rahatlıkla anlayabileceği duruma getirilmesi olmuştur.
Yaşadığımız asrın insanına rahatlıkla anlayacığı bir dil ve üslüpla Kuran
hidayetini sunmak isteyen son dönem İslam alimleri, eski usulleri de göz ardı
etmeksizin, yeni yöntem arayışlarına girmişlerdir. Cemaleddin el-Kasımi bunun en
güzide örneklerinden birini oluşturmaktadır. O modern dönemde Mısır’da ortaya
çıkan ve temel referans noktalarını Muhammed Abduh ve Reşid Rıza’dan alan
ıslahçılığın Suriye’deki temsilcisidir. Ancak onun ıslahçılığı diğerlerinden farklı bir
görünüm arz etmektedir. Bunda Suriye’nin Mısır’a kıyasla Modernleşmeyi daha
sınırlı bir ölçekte tecrübe etmiş olmasının ve aldığı eğitimin etkisi oldukça fazladır.
Suriye ve bu bölgede ıslahçı olarak ismi öne çıkan alimler, modernleşme tecrübesine
Mısır vasıtasıyla dolaylı olarak tanık oldular. Önce mektuplaşma düzeyinde kurulan
ikili ilişkiler, daha sonra seyahatler ve eserlerin tedavülü ile iyice pekiştirildi.
Kasımi açısından meseleye yaklaşıldığında, onun aldığı eğitimin de bu
farklılaşmada belirleyici olduğu söylenebilir. O geleneksel ilimleri çok erken
yaşlardan itibaren tahsil etmiş ve genç yaşlarda pek çok alimin sahip olamadığı bir
ilmi seviyeye erişmiş bir kimsedir. İçinde yaşadığı çağın temel problemlerinin
farkındadır ve bu noktada elinden geldiği ölçüde bir şeyler yapma gayretindedir.
Fakat bu durum ifade tarzına ve üslubuna yansımamaktadır. O bugünün
problemlerini ve bunlara getirilebilecek muhtemel çözüm yollarını geçmişin diliyle
ifade etmekte ve diğer ıslahçıların aksine modern bir söylem kullanmamaktadır. Bu
yüzden onun ıslahçılığı kimilerince tartışılmış ve eleştiri konusu olmuştur. Ancak şu
123
rahatlıkla ifade edilebilir ki, o geçmiş ile modern zaman arasında sağlam bir köprü
olmayı bir vazife olarak görmüştür.
Kasımi, çeşitli branşlarda irili ufaklı yüzden fazla eser bırakmış bir kişidir.
Eserleri halen bile büyük bir ilgiyle takip edilmektedir. Mehasinu’t-Te’vil adlı eseri,
onun tefsir ilmi bağlamında ortaya koyduğu ve Kur’an konusundaki çalışmalarının
derlendiği en seçkin eserlerinden biridir. Kur’an ilimleri açısından bakıldığında
Mehasin, dikkat çeken bir içeriğe sahiptir. Sebeb-i nüzule ilişkin rivayetlere
Kur’an’ın bütünlüğü çerçevesinde yaklaşarak yer verir. Nesh konusu sosyal gelişme
yasaları çerçevesinde ele alır. Müteşabihat ve huruf-u mukataa konusunda ölçülü bir
tavır sergiler ve klasik tefsir kitaplarında karşılaşılan ve ayetlerin bağlamından kopuk
gereksiz bilgilere yer vermez. Kıraat farklılıklarının önemine dikkat çeker; ancak
bunun devam ettirilmesinin beraberinde getireceği kimi olumsuz sonuçlara atıfta
bulunur. Kur’an’ın icazını, hem mucize bir kitap oluşu hem de dilsel edebi üslubu
açısından değerlendirir. Kur’an kıssaları ve israiliyat konusunda son derece
temkinlidir ve tefsir kitaplarının bu noktadaki sınır tanımayan içeriğine karşı oldukça
mesafelidir.
Mehasinu’t-Te’vil, kimi araştırmacıların ileri sürdüklerinin aksine birden
fazla tefsir geleneğinin izlerini üzerinde taşımaktadır. Yöntemsel açıdan bakıldığında
bir rivayet tefsiri görünümündedir. Zira ayetlerin açıklanmasında kendisinden ziyade
yaptığı nakiller ve alıntılar egemendir. Ancak bu alıntıların klasik rivayet
tefsirlerinde olduğu gibi kuru kuruya yapılmış nakiller olduğu Mehasin açısından
söylenemez. O rivayet tefsirlerinden alıntıda bulunduğu gibi, en az onlar kadar hatta
daha fazla dirayet tefsirlerinden son derece seçkin ve dikkat çekici nakillerde
bulunur. Bu bakımdan onun eserinin dirayet tefsir geleneğinin özelliğini de taşıdığı
rahatlıkla ifade edilebilir. Ayrıca kimi ayetlerin tefsirinde verilen modern bilim
kalıpları içerisindeki bilimsel izahlar ilmi tefsir geleneğinin bir uzantısı olarak
görülebilir ve Kasımi’nin ilmi tefsire kapalı olmadığı, aksine yer yer bu yönteme
başvurduğu şeklinde anlaşılabilir. Mehasin bir mezhebi tefsir niteliği taşımamakla
birlikte, çeşitli mezheplerin görüşlerine yeri geldikçe değinilmekte ve kimi zaman
tartışılmaktadır.
124
Mehasin’de diğer tefsir gelenekleri gibi Islahçı tefsir geleneğinin izlerini de
bulmak mümkündür. Ancak bu Abduh ve Rıza’nın tefsirlerinde ortaya koydukları
türden bir ıslahçılıktan uzaktır. Kasımi tefsirinde yaşadığı asrın problemlerine vakıf
olmakla birlikte, söz konusu asrın diliyle konuşmamaktadır. Onun tefsiri daha önceki
tefsirlerin, Kur’an’ın anlaşılması gayesi doğrultusunda güzel bir özetidir. Bu özet,
gereksiz
bilgilerden,
uzun
uzadıya
açıklamalardan
ve
yanlış
birtakım
temellendirmelerden uzak bir görünüm arz etmekte ve bu bakımdan güzel bir
derleme niteliği taşımaktadır. Kasımi Mehasin’de kendisinden çok eski müfessirlerin
ve
alimlerin görüşlerine yer vermekte, gerektiği zaman bunlara ilavede
bulunmaktadır. Bu anlamda onun eserini ıslahçı bir gaye doğrultusunda yazılmış,
metot olarak selefin ve ıslahçı düşünürlerin harmanlandığı bir tefsir olarak görmek
mümkündür.
Çalışmamızın Cemaleddin el-Kasımi’nin ıslahçılığının ve Mehasinu’t-Te’vil
adlı eserinin sistematik bir şekilde incelenmesi açısından tefsir ilmi açısından bir
boşluğu doldurduğu ve Kasımi ve tefsiri üzerinde yapılacak çalışmalar için yol
gösterici bir nitelik taşıdığı ifade edilebilir.
125
KAYNAKÇA
Abaza, Nizar, Cemalüddin el-Kasımi: Ehadu Ulamai’l-Islahi’l-Hadis fi’ş-Şam,
Dımeşk 1997.
Abbas, Abdulkadir, Mu’cemu’l-Müellifin es-Suriyyin fi’l-Karni’l-Işrin, Dımeşk 1985
Abduh, Muhammed, el-Amalü’l-Kamile, nşr. M. İmare, Beyrut 1980
----------------- el-İslam ve’n-Nasraniyye, ma’a’l-İlm ve’l-Medeniye, nşr. R. Rıza,
Kahire 1373
----------------- Tefsiru Cüz’i Amme, Kahire 1322
----------------- Tefsiru Sureti’l-Asr, Kahire 1321
----------------- Tefsiru Sureti’l-Fatiha, Kahire 1323
----------------- Tevhid Risalesi, çev. Sabri Hizmetli, Ankara 1986
Acmi, Muhammed b. Nasır, Âlu’l-Kâsımi ve Nübûğuhum fi’l-Ilm ve’t-Tahsil, Beyrut
1999
Albayrak, Halis, Tefsir Usulü, İstanbul 1998
Albayrak, H.-Paçacı, M., “Tarih İçinde Tefsir ve Tefsir Eğilimleri”, Kur’an ve
Hadis İlimleri, Ankara 2006
Arkoun, Muhammed, Tarih, Felsefe, Siyaset Üzerine Konuşmalar, çev. Yasin
Aktay-Cemalettin Erdemci, Vadi Yayınları, Ankara 2000
Arslantürk, Zeki, Sosyal Bilimciler İçin Araştırma Metod ve Teknikleri, İstanbul
1995.
Assman, Jan, Kültürel Bellek, çev. Ayşe Tekin, İstanbul 2001
Ayazi, Muhammed Ali, el-Mufessirun: Hayatuhum ve Menhecuhum, Tahran 1414.
Aydemir, Abdullah, Tefsirde İsrailiyat, İstanbul 1985.
-----------------, Büyük Türk Bilgini Şeyhülislam Ebussuud Efendi ve Tefsirdeki
Metodu, Ankara 1993.
126
Aydüz, Davut, “Konulu Tefsir Metodu”, İslami İlimlerde Metodoloji (Usul) Meselesi
I, İstanbul 2005
Barbir, Karl L., Ottoman Rule in Damascus, Princeton 1980
Başar, Serpil, Kasımi’nin Mehasinu’t-Te’vil Adlı Tefsirinde Esbab-ı Nüzul Sorunu,
Basılmamış Y. Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
İzmir 2001.
el-Baytar, Abdurrezzak, Hılyetü’l-Beşer fi Tarihi’l-Kuruni’s-Salis Aşar, Beyrut
1991
el-Baytar, Muhammed Behcet, “et-Tarif ve’n-Nakd”, Mecelletu’l-Mecmaa el-Ilmi
el-Arabi (1958), c. XXIII, sayı: 4, 657-660
Behiy, Muhammed, İslami Direniş ve Islahat, çev. İ. Sarmış, İstanbul 1996
Birışık, Abdülhamid, “Kıraat”, TDVİA, XXV/427
----------------- “Kur’an: Kur’an İlimleri”, TDVİA, XXVI/401
Bumi, Muhammed Receb, en-Nahdatu’l-İslamiyye fi Siyeri A’lamiha el-Muasırin,
Beyrut 1999
Carullah, Musa, “el-Muvafakat Neşrine Ait Bir-İki Söz”, el-Muvafakat (İslam
İlimleri Metodolojisi), çev. M. Erdoğan, İstanbul 1990.
Cebeci, Lütfullah, “Kur’an Ahkamı Kıyamete Kadar Geçerlidir”, Bilgi Vakfı I.
Kur’an Sempozyumu, Ankara 1994
Cerrahoğlu, İsmail, Kuran Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Amiller, Ankara
1968.
-----------------, Tefsir Tarihi, Ankara 1996
-----------------, Tefsir Usulü, Ankara 1995.
-----------------, “Bazı Surelerin Başlangıç Harfleri”, Diyanet Dergisi (1971), c. X,
sayı. 104 – 105, s. 13–18, 76–81; c. X, sayı. 108–109, s. 165–168
-----------------, “Müzakere”, İslami İlimlerde Metodoloji (Usul) Meselesi I, İstanbul
2005
127
Commins, David, Osmanlı Suriyesi’nde Islahat Hareketleri, çev. S. Ayaz, İstanbul
1993
----------------- “Religious Reformers and Arabisth in Damascus 1885–1914”,
International Journal of Middle East Studies (1986), XVIII, 405-425.
Crabbs, Jack A., The Writing of History in Nineteenth-Century Egypt, Kahire 1984
Crecelius, Daniel, "Nonideological Responses of the Egyptian Ulama to
Modernization," Scholars, Saints, and Sufis, ed. Nikki R. Keddie, Berkeley 1972
el-Cürcani, Abdülkahir, Delailü’l-İ’caz, Kahire 1331
ed-Debusi, Adnan Sadık, “Cemalüddin el-Kasımi: Allametü’ş-Şam”, Mecelletü’lBuhusi’l-İslamiyye (1414), Riyad, XLIII/285-309.
Demir, Şehmus, Kur’an’ın Yeniden Yorumlanması Düşüncesinin Batıyla Münasebet
Bağlamında Ele Alınışı, Basılmamış Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Erzurum 2002.
Demirci, Muhsin, Tefsir Usulü, İstanbul 2003
Duman, M. Zeki, “Müteşabihin Tevili, Bilimname (2005), c. IX, sayı: 3, s. 13-37
----------------- “Kur’an’da Müteşabihat ve Tevili”, Bilimname (2005), c. IX, sayı: 3,
s. 39-54
----------------- “Huruf-u Mukataa”, TDVİA, XVIII/401.
Dunne, J. H., An Introduction to the History of Education in Modern Egypt, London
1938
Ebu Şehbe, Muhammed b. Muhammed, el-İsrailiyat ve’l-Mevzuat fi Kütübi’t-Tefsir,
Kahire 1408.
Ennaifer, H’mida, Les Commentaires Coraniques Contemporains: Analyse de leur
Methodologie, Roma 1998
Erdoğan, Mehmet, “Mütercimin Önsözü”, el-Muvafakat, çev. M. Erdoğan, İstanbul
1990
Eren, Cüneyt, “Bilimsel Tefsir Metodolojisi”, İslami İlimlerde Metodoloji (Usul)
Meselesi I, İstanbul 2005
128
Farfur, Abdullatif, Alamu Dımeşk fi’l-Karni’r-Rabi Aşer el-Hicri, Dımeşk 1987
Gibb, H. A. R., Islam, London 1975
Goldziher, Ignaz, Tefsir Ekolleri, Çev. M. İslamoğlu, İstanbul 1997
Görgün, Hilal, “Mısır”, TDVİA, XXIX/578
Görgün, Tahsin, Anlam ve Yorum, İstanbul 2003
Günay, Mehmet, Cemalüddin el-Kasımi ve Fıkhi Görüşleri, Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1991
Güngör, Mevlüt, “Tefsir ve Tefsir’de Edebi Tefsir Medotu”, İslami Araştırmalar
(1988), c. II, s. 6
Hafız, Muhammed Muti-Abaza, Nizar, Tarihu Ulemai Dımeşk, Dımeşk 1406
Hakkî, Ahmed Muaz Ulvan, “Şeyhu’ş-Şam Cemalüddin el-Kasımi ve Eseru
Rıhletihi ila el-Hicaz fi Şahsıyyetihi”, en-Nedvetü’l-İslamiyye li’l-Hacci Mekketu’lMükerreme el-İslamiyye II: Buhus ve Dirasat, 1424
Hanefi, Hasan, “Konulu Kur’an Tefsiri Metodu”, çev. Sönmez Kutlu, İslami
Araştırmalar (1996), c. IX, s. 1-4,
----------------- “Esbâb-ı Nüzûlün Anlamı Nedir?”, çev. A. N. Serinsu, AÜİFD,
XXXVIII, 1998.
Hatiboğlu, İbrahim, “İsrailiyat”, TDVİA, XXIII/195
Heyd, Uriel, “The Otoman Ulema and Westernization in the Time of Selim III and
Mahmud II”, Scripta Hierosolymitana, 9 (1961), 53-96
Huzur, Edib, el-Sifahatu’s-Suriye: Neş’etuha, Tasavvuruha ve Vakiuha’r-Rahih,
Şam 1972
İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, Kahire trz
İbn Kuteybe, Hadis Müdafaası, çev. M. Hayri Kırbaşoğlu, İstanbul 1989
İbn Teymiyye, Takiyyüddin Ahmed b. Abdülhalim, Mukaddime fi Usuli’t-Tefsir,
nşr. Adnan Zarzur, Beyrut 1971
İbnü’l-Cezeri, Müncidü’l-Kur’an, Beyrut 1980
129
İstanbuli, Mahmud Mehdi, Şeyhu’ş-Şam Cemalüddin el-Kasımi, Dımeşk 1405
Jansen, J.J.G., The Interpretion of the Koran in Modern Egypt, Leiden 1974
Kafiyeci, Muhammed b. Süleyman, et-Teysir fi Kavaidi İlmi’t-Tefsir, Neşr. İ.
Cerrahoğlu Ankara 1974
Karaman, Hayrettin, “Efgani, Cemaleddin”, TDVİA, X/456-466
Karagöz, Mustafa, “Tefsirde Rivayet-Dirayet Ayrımının Ortaya Çıkışı ve Mahiyeti”,
Bilimname V 2004/2, 45-65
el-Kâdî, Abdulfettah, Esbâb-ı Nüzûl, Çev. Salih Akdemir, Ankara 1986
Kasımi, Cemaleddin, Mehasinu’t-Te’vil, thk. Muhammed Fuad Abdülbaki, Kahire
1376.
-----------------, Cevami’ı’l-Adab fi Ahlakı’l-Encab, Kahire 1921
-----------------, “Te’aruzu’l-‘Akl ve’n-Nakl”, el-Menar XIII (1910), 613-614
-----------------, Delailü’t-Tevhid, thk. Halid Abdurrahman el-Ak, Beyrut 1991.
-----------------, el-Fadlu’l-Mubin, Beyrut 1983
-----------------, el-Fetva fi’l-İslam, Cezayir 1988
-----------------, el-Mesh ala’l-Cevrabeyn ve’n-Na’leyn, Şam 1914
-----------------, İrşadu’l-Halk ile’l-‘Amel bi Haberi’l-Berk, Şam 1911
-----------------, Mev’ızetu’l-Mü’minin min İhyau’l-Ulumi’d-Din, Kahire 1913
-----------------, Mizanü’l-Cerh ve’t-Tadil, Kahire 1912
-----------------, Risalet fi İkameti’l-Hücce, Şam 1924
-----------------, Şezerat mine’s-Sireti’l-Muhammediye, Kahire 1904
-----------------, Tarihu’l-Cehmiyye ve’l-Mutezile, Kahire 1913
-----------------, Kavaidü’t-Tahdis min Fünuni Mustalahati’l-Hadis, Şam 1931
-----------------, Kur’anı Anlamak (Mehasinu’t-Tevil Mukaddimesi), Çev. S. Özel,
İstanbul 1990
Kasımi, Zafir, Cemalüddin el-Kasımi, Dımeşk 1965
130
Kerr, Malcolm H., Islamic Reform: The Political and Legal Theories of Muhammed
Abduh and Rashid Rıda, Berkeley 1966.
Kılıç, Sadık, “Tarih Felsefesi Açısından Kıssalar, Bilgi Vakfı I. Kur’an Sempozyumu,
Ankara 1994.
Kırca, Celal, Kur’an-ı Kerim ve Modern İlimler, İstanbul 1981
-----------------, Kur’an-ı Kerim ve Fen Bilimleri, İstanbul 1994
-----------------, “Mezhebi Tefsir Ekolünün Ortaya Çıkışı”, İslami Araştırmalar
(1987), sayı: 5
Koç, M. Akif, İsnad Verileri Çerçevesinde Erken Dönem Tefsir Faaliyetleri, Ankara
2003
Kur’an’ı Kerim Tefsiri İstişari Toplantı Notları, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara
1995
Köprülü, Fuad, Edebiyat Araştırmaları, Ankara 1999
Lane, Edward, Lexicon, 1408
Mahmud, Müni Abdulhalim, Menahicu’l-Müfessirin, Kahire 1978
Marsot, Afaf Lutfi, "The Ulama of Cairo in the Eighteenth and Nineteenth
Centuries," Scholars, Saints, and Sufis, ed. Nikki R. Keddie, Berkeley 1972
Merad, Ali, “Islah”, TDVİA, XIX/143
Meraği, Ahmed Mustafa, Tefsir, Kahire 1974.
-----------------, Tefsiru’l-Meraği ve Tercümesi, çev. A. Fikri Yavuz ve diğerleri, I-II,
İstanbul 1989
el-Muhtesib, Abdulmecid Abdüsselam, İtticahatu’t-Tefsir fi’l-Asri’r-Rahin, yrz.
1983
Mücahid, Zeki Muhammed, el-A’lamu’ş-Şarkıyye, Mısır 1374
el-Müşeyni, Mustafa İbrahim, Medresetü’t-Tefsir fi’l-Endelüs, Beyrut 1987.
131
Nedvi, Ebu’l-Hasan, es-Sıra’ Beyne’l-Fikreti’l-İslamiyye ve’l-Fikreti’l-Garbiyye fi’lAktari’l-İslamiyye, Kuveyt 1968
-----------------, Ricalü’l-Fikr ve’d-Dave fi’l-İslam, Dımaşk 1960
Okiç, M. Tayyib, Tefsir ve Hadis Usulünün Bazı Meseleleri, İstanbul 1995
Onat, Hasan, “Mezheplerin İnanç Esaslarının Sistemleşmesinde Kuran’ın Rolü”, I.
Kuran Sempozyumu Tebliğleri, 426, Ankara–1994
Öz, Mustafa, “Ahmed Han, Seyyid”, TDVİA, II/74
Özervarlı, M. Sait, “Muhammed Abduh”, TDVİA, XXX/483
Paçacı, Mehmet, “Tefsir’de Semantik ve Hermenötik”, İslami İlimlerde Metodoloji
(Usul) Meselesi I, İstanbul 2005
Polat, F. Ahmet, “Tefsir Ana Bilim Dalı Lisansüstü Seminer ve Tezlerinde Dikkat
Edilmesi Gereken Hususlar ve Yazım İlkeleri Üzerine”, Marife (2005), c. V, sayı. 1,
213-225.
Rahman, Fazlur, İslam, çev. M. Dağ-M. Aydın, Ankara 1996
Razi, Fahruddin, et-Tefsirü’l-Kebir, Tahran trz
Rıza, Reşid, Tarihu’l-Üstaz el-İmam eş-Şeyh Muhammed Abduh, Kahire 1925-1931
-----------------, el-Mecelletü’l-Menar,
Rickman, H. P., Anlama ve İnsan Bilimleri , çev. Mehmet Dağ, Ankara 1992
Saidi, Abdülmüteal, el-Müceddidun fi’l-İslam, Kahire 1963
Salih, Subhi, Kur’an İlimleri, çev. M. Said Şimşek, Konya 1994
Sebilürreşad Mecmuası (1325) III/73-77
Serinsu, A. Nedim, Kur’an’ın Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzul’ün Rolü, İstanbul
1994.
-----------------, “Kur’an-ı Kerim’in Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzul’e Yeni Bir
Yaklaşım”, Bilgi Vakfı I. Kur’an Sempozyumu, Ankara 1994.
Sıddiqui, I. H., “Islah: Hindistan”, TDVİA, XIX/161
Suyuti, Celaleddin Abdurrahman b. Ebîbekr, el-Itkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Mısır 1978
132
Şatti, Muhammed Cemil, Teracimu A’yanu Dımeşk, Dımeşk 1367
Şengül, İdris, “Kur’an Mesajını Ulaştırmada Kıssaların Önemi”, Bilgi Vakfı I.
Kur’an Sempozyumu, Ankara 1994.
-----------------, “Kıssa”, TDVİA, XXV/499.
Şimşek, M. Said, Günümüz Tefsir Problemleri, Konya 1997.
-----------------, Kur’an Kıssalarına Giriş, İstanbul 1993.
et-Taberi, İbn Cerir, Camiu’l-Beyan, Mısır 1954
Taki, Hamid, “Cemalüddin el-Kasımi”, Mecelletü’t-Temeddüni’l-İslami, s. I-IV,
(Dımeşk 1372)
et-Tufi, Süleyman b. Abdilkaviy, el-İksir fi Ilmi’t-Tefsir, Kahire 1977
Turgut, Ali, “Cemaleddin el-Kasımi”, TDVİA, VII/311-312.
Voll, John I., “İslam Tarihinde Tecdid ve Islah”, Güçlenen İslam’ın Yankıları, haz.
John Esposito, çev. E. Çatabaş, İstanbul 1989
-----------------, “The Non-Vahhabi Hanbalis of Eighteenth Century Syria”, Der
Islam, 49 (1972), 277-291
Yavuz, Y. Şevki, “İ’cazu’l-Kur’an”, TDVİA, XXI/403.
-----------------, “Ayet”, TDVİA, IV/243
Yıldırım, Suat, “Kur’an-ı Kerimde Kıssalar”, Atatürk Üniversitesi İslami İlimler
Fakültesi Dergisi, sayı: 3, 1-2. Fasikül.
Zehebi, Muhammed Hüseyn, el-İsrailiyyat fi’t-Tefsir ve’l-Hadis, Mısır 1986
-----------------, et-Tefsir ve’l-Müfessirun, Kahire 1961
Zehebi, Tezkiretu’l-Huffâz, Haydarabâd 1935
Zerkani, Muhammed Abdülazim, Menahilü’l-İrfan fi Ulumi’l-Kur’an, Beyrut 1988
Zerkeşî, Bedrüddin, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Mısır 1957
Zirikli, Hayruddin, el-A’lâm, Beyrut 1989.
133
ÖZGEÇMİŞ
Araştırmacı, 1969’da Erzurum’un Olur ilçesinde doğdu. İlk ve Orta
öğrenimini Erzurum’un Oltu ilçesinde tamamladı. 1990’da Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Giresun, Mersin ve Erzurum’da çeşitli
ortaöğretin kurumlarında öğretmen olarak görev yaptı. 1998’de Atatürk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı’nda Yüksek
Lisans’ını bitirdi. Aynı yıl adı geçen enstitüde doktora çalışmalarına başladı. 1999’da
Erzurum Palandöken Belediyesi’ne Belediye Başkan Yardımcısı olarak atandı. 2006
yılında geçici olarak Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı
(TİKA)’nda
görevlendirildi.
Halen
TİKA
Almatı
(Kazakistan)
Program
Koordinasyon Ofisi’nde görevine devam etmektedir. Araştırmacı Arapça, İngilizce
ve Rusça bilmektedir.
Download