T. C.BOĞAZİ ÇİÜNİ VERSİ TESİ AVRUPAÇALI ŞMALARIMERKEZİ ÖĞRENCİFORUMU T.C. BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ AVRUPA ÇALIŞMALARI MERKEZİ ÖĞRENCİ FORUMU BOĞAZİÇİ BULUŞMALARI DEĞERLENDİRME RAPORLARI 11. BOĞAZİÇİ BULUŞMASI KADIN PERSPEKTİFLERİ: “Beden, Şiddet ve Aktivizm” 12-13 Aralık 2014 İÇİNDEKİLER Takdim ……………………………………………………………………………………… vii Teşekkür……………………………………………………………………………………….ix Kısım 1: TANITIM 1. Avrupa Çalışmaları Merkezi……………………………………………………………...2 2. Avrupa Çalışmaları Merkezi Öğrenci Forumu………………………………………….4 3. 11. Boğaziçi Buluşması…………..………………………………………………………...6 Kısım 2: KONUŞMALAR 11BB Koordinatör’ü Özlem Tunçel’in Açılış Konuşması……………………………...…12 Keynote Speech: “AB Perspektifinden Türkiye’de Kadın Hakları” Doç. Dr. Pınar Uyan Semerci…………………………………………………………………14 1. Panel: “Birey, Toplum ve Devlette Kadın” 1.1. Prof. Dr. Ayşe Durakbaşa…………………………………………………......………... 16 1.2. Meral Akkent……………………………………………….…..…………………...….. 18 2. Panel: “Şiddet ve Kadın” 2.1. Tuğçe Ellialtı…………………….………….……………………………………………20 2.2. Av. Vildan Yirmibeşoğlu……………………..………………………………………….22 3. Panel: “Hukukta Kadının Yeri” 3.1. Av. Hülya Gülbahar………………………….……………………...…………………...24 3.2. Gökçeçiçek Ayata………………………………………..………………………………26 4. Panel: “Kadın ve Aktivizm” 4.1. Ayşe Düzkan..…………………………………………………………….……………...28 AÇMÖF Başkanı Erdem Selvin’in Kapanış Konuşması………………………………….30 Kısım 3: ÇALIŞTAYLAR 1. Salon: İB 102 Çalıştay Raporu…………………………………………………………….34 2. Salon: İB 211 Çalıştay Raporu…………………………………………………………….38 3. Salon: İB 301 Çalıştay Raporu…………………………………………………………….42 4. Salon: İB 312 Çalıştay Raporu………………………………..…………………………...46 Ek 1: ANKET SONUÇLARI 1. Giriş………………………………………………………………………………………..52 2. Grafikler………………………………….…………………………...…………………..54 Ek 3: FOTOĞRAFLAR Etkinlikten Fotoğraflar……………………………………………………………………...68 TAKDİM Boğaziçi Üniversitesi Avrupa Çalışmaları Merkezi Öğrenci Forumu (AÇMÖF) olarak her yıl düzenlediğimiz Boğaziçi Buluşmaları’nın on birincisi 12-13 Aralık 2014 tarihlerinde gerçekleştirilmiştir. Katılımcılarımızın Türkiye’nin 15 farklı şehrindeki 28 farklı üniversiteden geldiği bu etkinlikte temel amacımız, üniversite öğrencilerinin bir yandan konuya dair bilgi birikimlerini geliştirirken diğer yandan da kendi aralarında serbestçe tartışarak görüşlerini paylaşabilmelerini sağlamak olmuştur. Bu bağlamda, etkinliğimizin ardından hazırladığımız bu rapor, son derece verimli geçtiğine inandığımız 11. Boğaziçi Buluşması’nda konuşulanları ve tartışılanları bir araya getirerek sizlere kalıcı bir kaynak sunmayı amaçlamaktadır. “Kadın Perspektifleri: Beden, Şiddet ve Aktivizm” konulu 11. Boğaziçi Buluşması Raporu’nda iki günlük etkinliğimiz boyunca gerçekleştirilmiş olan tüm panellerin yazılı dökümünü, moderasyon ekipleri tarafından hazırlanan çalıştay raporlarını ve çalıştaylarımızda gerçekleştirilen anket araştırmasının sonuçlarını bulacaksınız. Bunların yanısıra, son bölümde, 11. Boğaziçi Buluşması’ndan karelere yer vereceğimiz bu raporun faydalı bir yayın olmasını dileriz. AVRUPA ÇALIŞMALARI MERKEZİ ÖĞRENCİ FORUMU vii viii TEŞEKKÜR Avrupa Çalışmaları Merkezi Öğrenci Forumu (AÇMÖF) bünyesinde gerçekleştirilen “Kadın Perspektifleri: Beden, Şiddet ve Aktivizm” başlıklı 11. Boğaziçi Buluşması’nda katıkıda bulunan; - Saygıdeğer konuşmacılarımız: Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri Prof. Dr. Nükhet Sirman, Prof. Dr. Ferhunde Özbay, Doç. Dr. Zeynep Gambetti, Marmara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ayşe Durakbaşa,İstanbul Kadın Müzesi Küratörü ve Sosyolog Meral Akkent, University of Pennsylvania, ABD Doktora Adayı ve Öğretim Görevlisi Tuğçe Ellialtı, İstanbul Valiliği Kadın Erkek Hak Eşitliği ve Kadının İnsan Hakları İhlallerini Önleme Komisyonu Koordinatörü Av. Vildan Yirmibeşoğlu, Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ayşe Parla, KADER Eski Genel Başkanı Av. Hülya Gülbahar, İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi'nde Uzman Gökçeçiçek Ayata, Gazeteci ve Yazar Ayşe Düzkan’a - Avrupa Çalışmaları Merkezi Müdürü: Prof. Dr. Hakan Yılmaz’a - Çeşitli üniversitelerden gelen değerli katılımcılarımıza - AÇMÖF üyelerine ve - Emeği geçen tüm Boğaziçi Üniversitesi çalışanlarına teşekkürlerimizi sunarız. AVRUPA ÇALIŞMALARI MERKEZİ ÖĞRENCİ FORUMU ix x TANITIM 1 1. AVRUPA ÇALIŞMALARI MERKEZİ Avrupa Çalışmaları Merkezi (AÇM), Prof. Dr. Süheyla Artemel ve Prof. Dr. Nedret KuranBurçoğlu tarafından Boğaziçi Üniversitesi’nin akademik bir birimi olarak 1991’de kuruldu. Çok sesli bir düşünce platformu olan AÇM, akademisyenlere Avrupa çalışmalarında disiplinler arası araştırma yapma olanağı sağlamanın yanı sıra, akademisyenlerin, kamu ve özel sektör çalışanlarının düşüncelerini paylaştıkları bir kurum olarak AB - Türkiye ilişkilerinde tartışmaların yoğunlaştığı bir odak noktası görevini üstlenmektedir. Ulusal ve uluslararası konferanslar, halka açık Jean Monnet seminerleri ve atölye çalışmaları düzenleyen merkez böylece, AB konusunda kamuoyunu şekillendirme gücüne sahip çeşitli kurumların çalışanlarının ve sivil toplum örgütleri üyelerinin Avrupa’daki eş değer kurumlarla etkileşime geçerek iletişim ağı oluşturmaları için büyük fırsatlar sunmaktadır. AÇM, Avrupa Komisyonu tarafından Jean Monnet Center of Excellence unvanı verilen Türkiye’deki ilk akademik kuruluştur. Merkezin şu anki müdürü, Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararasi İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Hakan Yılmaz’dır. Müdür Yardımcılığı’nı ise Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Yard. Doç. Dr. Gül Sosay yapmaktadır. 2 3 2. Avrupa Çalışmaları Merkezi Öğrenci Forumu AÇM projelerine gönüllü olarak öğrencilerin de katılması amacıyla Ekim 2002’de AÇM Öğrenci Forumu (AÇMÖF) kurulmuştur. Bu projelere katılmanın yanı sıra kendi planladığı birçok etkinliği de hayata geçiren AÇMÖF yalnızca AB konusuyla sınırlı kalmayıp sivil toplum bilincini arttırmak ve bunları yaparken resmi kurumlar, akademik birimler ve sivil toplum örgütleri üçlüsünü bir araya getirmek yolunda önemli adımlar atmaktadır. Bugün 25’i aşan aktif üyesiyle Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinden oluşan ve dinamik bir topluluk olan AÇMÖF, her yıl düzenli olarak yürüttüğü organizasyonlarında Türkiye'den ve yurt dışından öğrencileri ağırlamakta, bu öğrencilere konusunda uzman kişilerin deneyim ve bilgilerinden faydalanabilecekleri, fikirlerini serbestçe tartışabilecekleri ve üretken olmaları yönünde teşvik edici bir platform sunmaktadır. Her yıl çok çeşitli Türkiye üniversitelerinden öğrencileri bir araya getiren ve 2014 yılında on birincisi düzenlenmiş olan Boğaziçi Buluşmaları, yine her yıl Avrupa’nın çeşitli üniversitelerinden 300’ün üzerinde katılımcıyı Avrupa Birliği ülkelerinden uzmanlarla buluşturan ve 2015 yılında on ikincisi düzenlenecek olan European Weekend School, düzenlenmeye 2007 yılında başlanan ve Türkiye’de bu türde düzenlenen ilk akademik faaliyet olan Müzakere Bilgilendirme Seminerleri organizasyonların ana çerçevesini oluşturmaktadır. Bunun dışında AÇMÖF, güncel konuları ele alan ve dönem içindeki politikalar ve tartışmalar düşünülerek belirlenen çeşitli konferanslar düzenlemekte, yine bu konular bağlamında akademik bir boyutta yılda iki sayı olarak hazırlanan AÇMÖF Bülteni’ni yayımlamaktadır. 4 5 3. 11. Boğaziçi Buluşması “Kadın Perspektifleri: Beden, Şiddet ve Aktivizm” Türkiye’de üniversite gençliğinin Türkiye’nin iç dinamikleri, Avrupa Birliği ile ilişkileri ve bu ilişkilerin küresel konjonktür içerisinde yeri hakkındaki fikirlerini ortaya koyup seslerini duyurabildikleri tek organizasyon olma özelliğini taşıyan Boğaziçi Buluşmalarının bu sene on birincisi düzenlenmiştir. Türkiye’nin çeşitli bölgelerindeki üniversitelerden öğrencilerin katıldığı çalıştay ağırlıklı 11. Boğaziçi Buluşması’nın konusu “Kadın Perspektifleri: Beden, Şiddet ve Aktivizm” olmuştur. Bundan önceki on toplantıda üniversite gençliğinin Türkiye – Avrupa Birliği ilişkilerine farklı açılardan bakmalarını, Türk dış politikalarına farklı perspektiflerden yaklaşmalarını, olgulara değişik yaklaşımlarda bulunmalarını sağlayan ve Türkiye’nin iç dinamiklerini irdeleyen Boğaziçi Buluşmaları, bu sene kavramsal bir analiz olarak kadınlar üzerine yoğunlaşmıştır. Konu, “AB Perspektifinden Türkiye’de Kadın Hakları”, “Birey, Toplum ve Devlette Kadın”, “Şiddet ve Kadın”, “Hukukta Kadının Yeri” , “Kadın ve Aktivizm” başlıkları altında tartışılmıştır. AÇMÖF, etkinliğin ilk yıllarında katılımcı öğrencilerin sempozyum başlıkları ile ilgili hazırladıkları sunumlar üzerine kurulu olan Boğaziçi Buluşması’nı, katılımcıların konu hakkında söz sahibi uzmanların görüşlerini dinledikten sonra küçük gruplar halinde kendi görüşlerini tartışarak beyin fırtınası yapabildikleri, tartışmalarında öne çıkan soruları konuşmacılara sorabildikleri ve aldıkları yanıtları kendi aralarında tekrar değerlendirebildikleri bir organizasyon olarak gerçekleştirmiştir. 6 Etkinlik Programı 11. BOĞAZİÇİ BULUŞMASI “Kadın Perspektifleri: Beden, Şiddet ve Aktivizm” 12 – 13 Aralık 2014 Avrupa Çalışmaları Merkezi Öğrenci Forumu Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul, Türkiye 1. Gün (12 Aralık 2014, Cuma) Salon: Boğaziçi Üniversitesi, Güney Kampüs, Demir Demirgil Salonu 09.00 – 09.20: Kayıt 09.20 – 09.35: Açılış Özlem Tunçel 11. Boğaziçi Buluşması Koordinatörü 09.35 – 10.00: Keynote Speech “AB Perspektifinden Türkiye’de Kadın Hakları” Doç. Dr. Pınar Uyan Semerci İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi 10.00 – 11.00: 1. Panel “Birey, Toplum ve Devlette Kadın” Oturum Başkanı: Prof. Dr. Nükhet Sirman Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Durakbaşa Marmara Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Meral Akkent İstanbul Kadın Müzesi Küratörü ve Sosyolog 11.00 – 11.15: Soru & Cevap 7 11.15 – 11.30: Kahve Arası 11.30– 12.30: Birinci Çalıştaylar – Genel Çalıştay 12.30 – 14.00: Öğle Yemeği 14.00 – 15.00: 2. Panel “Şiddet ve Kadın” Oturum Başkanı: Prof. Dr. Ferhunde Özbay Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Tuğçe Ellialtı University of Pennsylvania, ABD Doktora Adayı ve Öğretim Görevlisi Av. Vildan Yirmibeşoğlu İstanbul Valiliği Kadın Erkek Hak Eşitliği ve Kadının İnsan Hakları İhlallerini Önleme Komisyonu Eski Koordinatörü ve Avukat 15.00 – 15.15: Soru & Cevap 15.15 – 15.30: Kahve Arası 15.30 – 17.00: Mithat Alam Film Merkezi’nde Film Gösterimi “Gündelikçiler” 17.00 – 18.00: İkinci Çalıştaylar 19.00 – 23.00: Açılış Kokteyli 2. Gün (13 Aralık 2014, Cumartesi) Salon: Boğaziçi Üniversitesi, Güney Kampüs, Demir Demirgil Salonu 10.00 – 11.00: 3. Panel “Hukukta Kadının Yeri” Oturum Başkanı: Doç. Dr. Ayşe Parla Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Av. Hülya Gülbahar KADER Eski Genel Başkanı ve Avukat Gökçeçiçek Ayata 8 İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi'nde Uzman 11.00 – 11.15: Soru & Cevap 11.15 – 11.30: Kahve Arası 11.30 – 12.30: Üçüncü Çalıştaylar 12.30 – 14.00: Öğle Yemeği 14.00 – 15.00: 4. Panel “Kadın ve Aktivizm” Oturum Başkanı: Doç. Dr. Zeynep Gambetti Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi Bölümü Öğretim Üyesi Ayşe Düzkan Gazeteci ve Yazar 15.00– 15.15: Soru & Cevap 15.15 – 15.30: Kahve Arası 15.30 – 16.30: Dördüncü Çalıştaylar 16:30 – 17.00: Kapanış Erdem Selvin Avrupa Çalışmaları Merkezi Öğrenci Forumu Başkanı 17.00 – 17.30: Öğrenci Sunumları 17.30 – 18.00: Sertifika Töreni 9 KONUŞMALAR 11 11BB Koordinatörü Özlem Tunçel’in Açılış Konuşması: Sayın Hocalarım ve Sevgili Arkadaşlar, Boğaziçi Üniversitesi Avrupa Çalışmaları Merkezi Öğrenci Forumu tarafından düzenlenen "Kadın Perspektifleri: Beden, Şiddet ve Aktivizm” konulu 11. Boğaziçi Buluşması’na hepiniz hoş geldiniz. Sözlerime kısaca AÇM'den ve Öğrenci Forumu’muzdan bahsederek başlamak istiyorum. Avrupa Çalışmaları Merkezi, disiplinlerarası bir araştırma ortamı sağlanması amacıyla 1991 yılında kurulmuş, kuruluşundan bu yana Avrupa çalışmaları alanında çeşitli proje ve araştırmalara imza atmıştır. Merkez, 2005 yılında Avrupa Komisyonu tarafından Jean Monnet kürsüsü ünvanını almaya layık görülmüştür. AÇMÖF ise 2002 yılında, öğrencilerin de merkez bünyesindeki çalışmalara aktif olarak katılabilmesi amacıyla oluşturulmuştur. Öğrenci Forumu bugün 25’in üzerinde aktif üyesi ile çalışmalarına devam etmektedir. Sosyal bilimlerin değişik alanlarından gelmiş öğrencilerden oluşan forumumuzun amacını, genel olarak, gerek Avrupa, gerek Avrupa - Türkiye ilişkileri, gerekse de Türkiye’nin kendi politik gündemindeki konuların üniversite çatısı altında konuşulmasına ve tartışılmasına katkıda bulunmak olarak ifade edebilirim. Bu amaçla, bugüne kadar on tane Boğaziçi Buluşması, on bir tane European Weekend School ve çeşitli tek günlük konferanslar düzenledik. Böylece Türkiye’nin değişik şehirlerinden ve Avrupa’nın değişik ülkelerinden gelen 500’den fazla öğrenci arkadaşımızı üniversitemizde ağırladık ve ağırlamaya devam ediyoruz. Düzenli olarak yayınladığımız AÇMÖF Bültenleri’nde ise güncel olaylara dair fikirlerimizi paylaşıyoruz. Bu doğrultuda, “Kadın Perspektifleri: Beden, Şiddet ve Aktivizm” konulu 11. Boğaziçi Buluşması’nda, AB perspektifinden Türkiye’de kadın hakları, birey toplum ve devlette kadın, şiddet ve kadın, hukukta kadının yeri ve kadın ve aktivizm konuları tartışılacaktır. 11. Boğaziçi Buluşması üniversite öğrencilerinin bir yandan bu konulardaki çeşitli panelleri dinlerken, diğer yandan da kendi aralarında tartışarak fikirlerini paylaşabilecekleri ve geliştirebilecekleri bir platform yaratmayı amaçlamaktadır. Son olarak, bugün bu etkinliğin gerçekleşmesinde en büyük katkıyı yapmış olan değerli konuşmacılarımıza ve tüm AÇMÖF üyelerine teşekkür etmek istiyorum. 11. Boğaziçi Buluşması’nın organizasyonu sürecindeki katkılarından dolayı merkez müdürümüz Hakan Yılmaz’a da teşekkürlerimizi sunuyorum. 11. Boğaziçi Buluşması’nın hepiniz için keyifli ve verimli bir etkinlik olmasını dilerim. Teşekkürler… 12 13 Keynote Speech: “AB Perspektifinden Türkiye’de Kadın Hakları” Doç. Dr. Pınar Uyan Semerci: İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi olan Pınar Uyan Semerci konuşmasına Avrupa değerleri, çok kültürlülük, göçmenler, azınlıklar, insan hakları – kadın hakları ve yapabilirlik yaklaşımı çerçevesinde bir giriş yaparak başlamıştır. Avrupa Komisyonu 2014 yılı Türkiye İlerleme Raporu’nda kadın hakları ile ilgili kadın haklarına ilişkin yasal mevzuatın uygulanması konusunda, idari kapasitenin ve kurumlar arası koordinasyonun güçlendirilmesi gerektiği yer almıştır. Örneğin kadınların siyasal hayata katılımın artırılması konusunda idari kapasitenin uygulanmadığına dikkat çeken Semerci, kadınların kamu sektöründe de karar alma makamlarında yetersiz düzeyde temsil edildiklerini vurgulamıştır. Kadınlara Meclis’te kıyafet serbestliğinin getirilmesi ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planını uygulamaya koyması olumlu gelişmelere örnek gösterilmiş, kurumların denetimi, düzenleme ve gerekli atamaların yapılması ve erken yaşta evlilik konusundaki tedbirlerin eksikliği ise olumsuz gelişmelere örnek gösterilmiştir. Kadınların istihdamı hakkında istihdamdaki artış büyümeye paralel olmakla birlikte, işgücündeki artışı tam olarak karşılayamadığı vurgulanmış, kadınların işgücüne katılım oranı artmış olsa da, son derece düşük kalmaya devam ettiği söylenmiştir. Sosyal koruma bağlamında Türkiye'de kapsamlı bir uzun dönemli bakım sisteminin eksikliği önemli bir engel olarak değerlendirilmiştir. Kadın – erkek fırsat eşitliği konusunda Türkiye’nin Avrupa Birliği kriterlerinin çok gerisinde olduğu ve işyerinde zorbalık ve cinsel taciz konusunun, istihdamı ve düzgün çalışma koşullarını engelleyen muhtemel bir etken olarak her iki cinsiyet için de gözden geçirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Kadınların adalete ve adli hizmetlere erişimi konusunda karşılaştığı engellerin tartışılmasından sonra aile içi istismarın ve adli korumanın yetersizliğinin kadın ile hukuk arasındaki gerilimi açık bir biçimde yansıttığı belirtilmiştir. Ayrımcılık konusunda kadın haklarını ve cinsiyet eşitliğini uygulamada güvence altına almak, çocuk haklarını iyileştirmek, ayrımcılığa özellikle cinsel eğilim ve cinsel kimlik temelinde yapılan atıfları içermek suretiyle ayrımcılıkla mücadele mevzuatını ve uygulamasını AB standartlarıyla uyumlu hale getirmek ve kültürel haklar ile azınlık mensuplarının haklarını güvence altına almak için daha fazla sürdürülebilir çalışmaya ihtiyaç duyulduğunun altı çizilmiştir. 14 15 1. Panel: “Birey, Toplum ve Devlette Kadın” 1.1. Prof. Dr. Ayşe Durakbaşa Prof. Dr. Ayşe Durakbaşa lisans ve yüksek lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünde tamamlamıştır. Doktora eğitimini ise University of Essex’te almıştır. Profesör Doktor Ayşe Durakbaşa halen Marmara Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde bölüm başkanı olarak akademik hayatına devam etmektedir. Şu anda Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi, Sosyoloji Teorileri, Toplumsal Tabakalaşma ve Sınıf Analizleri, Feminist Teori, Kadın Tarihi, Sosyal Tarih ve Türkiye'de Modernleşme Tarihi üzerine çalışmaktadır. Sayın Durakbaşa pek çok kitap, makale/derleme yazmış ve birçoğuna da katkıda bulunmuştur. Kürtaj başlığıyla konuya giren Durakbaşa, kadının temel hakkı olan kürtajdan ve bunu çevreleyen yasalardan ve o yasaların uygulanmasındaki değişimden bahsetti. Bu durumu devletin bireyin yaşantısına müdahil olmasının bir örneği olarak gören Durakbaşa, çeşitli kişiler ve kurumlar tarafından yapılan ev ziyaretleri ve benzeri yollarla insanların, özellikle de kadınların tercihlerini etkileme yoluna gidildiğini de ekledi. Son yıllarda partilerdeki kadın kollarının görünürlüğünün ve aktivitelerinin artmasının siyasette etkin bir kadın rolü olarak yansıdığı bir gerçek. Ama bu artan kadın temsilinin bir boyutu da AKP ve KADER benzeri muhafazakâr görüşleri yansıtan politik oluşumlar. Bu oluşumlar ve onların uzantısı siyaset okulları, tartışmaları belirli bir çizgide yönlendiriyor. 2014 yılının sonuna damgasını vuran İslam dini referanslı fıtrat tartışması da bunun bir örneği. Toplumsal cinsiyet konuşulurken kadın ve erkeğin “doğal” ve İslami açıdan uygun özelliklerinden bahsediliyor. Bu duruş, temelini eril yurttaşlık anlayışından alıyor. Eril yurttaşlık, adı üstünde erkek egemen sistemin hak sahibi olan bireyi tanımlarken aklındaki birey modelinin erkek olması durumudur. Bunun bir örneği cinsel uyrukluğun erkekte tanımlanması. İkili ilişkilerde inisiyatif kullanma kapasitesine sahip olan partner erkek olarak görüldüğü için karşı tarafın rızası dışında gelişen cinsel saldırılarda potansiyel saldırgan hep erkek olarak görülüyor. Bu algı erkeklerin cinsel ilişkiden haz aldığı ve kadınların almadığı varsayımına dayanıyor. Bekâret mevzusu ise kadınların bekâreti söz konusu olduğunda önem kazanıyor. Yıllarca kızlık zarının varlığını tespit etmek için uygulanan testler kadınlara zorla uygulandı ve bir psikolojik şiddet aracı olarak kullanıldı. Kadınlarda cinselliğin diğer bir boyutu da anneliktir. Doğurganlık yükü kadınları anne kimliklerine bağlıyor. Bu bakış açısından doğum kontrol hapları ve diğer kadın merkezli doğum kontrol yöntemleri kadınların kurtuluşu olarak görülebilir. Aile planlama sistemlerinin geliştirilmesi bu sebeple çok önemli. Günümüzde kadına karşı şiddetin arttığı ve kadın cinayetlerinin yaygınlaştığı bir gerçektir. Bu durum iki şekilde analiz edilebilir. Ya politik düzende kadınların görünürlüğünün artmasıyla eskiden olsa gizli kalacak olan olaylar 16 açığa çıkıyor ya da erkek egemen söylemin güçlenmesi kadına şiddeti meşrulaştırıp yaygınlaştırıyor. 17 1.2. Meral Akkent Meral Akkent, İstanbul Üniversitesinde sosyoloji, sosyal antropoloji ve etnoloji eğitimi almıştır. 1975 yılından itibaren kültürlerarası kadın günlük yaşam odaklı çalışan serbest araştırmacıdır. Kadın politikası eğitim projeleri danışmanı ve koordinatörüdür. Museum Frauenkultur Regional International (Fürth / Bavyera, Almanya) kurucusu ve İstanbul Kadın Müzesi (İKM) küratörüdür. Kadın çalışmaları ve belleği gibi konularda araştırmalar yapan Akkent, “Başörtüsü: Geçmişte ve Gelecekte Bir Parça Kumaş” adlı kitabın yazarı ve İstanbul Kadın Müzesi’nin kurucularındandır. Sunumunun ana teması kadın müzeleri ve müzecilikte dolayısıyla da tarihte kadının yeri olan Meral Akkent, kadın müzelerinin kadınların istediklerini açıklama alanı olarak görür. Bu aynı zamanda bir çeşit gündem oluşturma imkânı doğurur. Müzeler kentlerde kimlik oluşturma ekseninde değerlendirdiklerinde ilk doğan soru kentte hangi aktörlerin kimlik oluşturduklarıdır. Erkekler toplumsal alanlarda her daim var olmuşlardır ve o alanları kendi kimlik algılarına göre biçimlendirmişlerdir. Bu toplumsal alanı yansıtan müzeler de erkek kimliğini ve erkek eserlerini sergilerler. Kadın sanatçıların eserleri Akkent’in de Guerilla Girls sitesinden istatistikler verdiği gibi erkek sanatçılarla kıyaslayınca %5’e %95 gibi oranlarda kalır. Erkek sanatçılara kıyasla kadın sanatçıların çok daha az bireysel sergileri vardır. Kadın öznesi sanatta ve geleneksel müzelerde yok denecek kadar azdır. Güç sahibi olan, temsil edildiği için erkek öznesidir. Ama bu durumu düzeltmenin yolu devlet feminizminden yani devlet eliyle açılan ve devletin kendi ataerkil kadın idealini kadınlara yansıtmak için yapılan devletin yönettiği kadın müzeleri gibi uygulamalarda aranamaz. Çözüm, kadınların kent tarihini yeniden yazmasında ve “biz” kavramını kadınları da dâhil edecek şekilde tekrar inşa etmesinde yatar. Güç dengeleri bu şekilde düzeltilebilir ve kadınlar kendilerini kentin bir parçası olarak hissedebilirler. Sunumunun ikinci kısmında Meral Akkent dünya çapında çeşitli kadın müzelerini kısaca tanıttı. Listesi şu şekildedir: • Ulusal Cowgirl Müzesi, 1975. Fort Worth, Texas, ABD • Ulusal Sanatta Kadın Müzesi, 1981. Washington, ABD • Kadınlar Müzesi, 1981. Bonn, Almanya • Uluslararası Kadın Müzesi, 1985. San Francisco, California, ABD • Nam Bo Kadın Müzesi, 1990. Ho Chi Minh, Vietnam 18 • Hanoi Kadın Müzesi, 1995. Hanoi, Vietnam • Bremenli Kadınlar Müzesi, 1991. Bremen, Almanya. • Çalışan Kadınların Gelişimi Merkezi, 2000. Tokyo, Japonya • Kadınlar Müzesi, 2000. Hittisau, Avusturya • Museum Frauenkultur Regional - International, 2003. Fürth, Bayern, Almanya • FemArtMuseum, 2006. Amsterdam, Hollanda. 19 2. Panel: “Şiddet ve Kadın” 2.1. Tuğçe Ellialtı Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümü mezunu olan, şu anda doktorasını Pennsylvania Üniversitesinde yapmakta olan Tuğçe Ellialtı, konuşmasına kadın ve şiddet konusunun gündemimize kadın örgütlerinin çabası ve feminist mücadele ile birlikte hızlı ve şekil değiştirerek girdiğini vurgulayarak başlamıştır. Medyada kadına yönelik şiddet haberlerinin veriliş şeklini eleştiren akademisyen, bu haberlerdeki söylemlerin şiddeti bize kanıksattığının altını çizmiştir. Şiddetten ne anladığımız ve onu nasıl konuştuğumuz onu algılayışımızda önemli bir yer teşkil etmektedir. 2000’li yıllar sonrasında hukukta yapılan değişikliklerde çeşitli gruplar hukuku kendileri için kullandı. Feminist hareket ve kadın örgütlerinin yardımıyla kadınlar hakkındaki yasalarda da değişimler oldu. Burada Tuğçe Ellialtı şu soruyu soruyor: ‘Yasaları değiştirmek önemli; fakat hukuksal değişim toplumsal değişimi sağlamakta ne kadar etkili?’ Hukuka gittiğinde ona çarpan kadınlar için devlette ilişkilenmek zor oluyor. 2005’ te Türk Ceza Kanununda tecavüz ve cinsel yasalarla alakalı değişikliklerden bahseden akademisyen, 1990’ a kadar eski ceza kanununda açık olarak iffetli ve iffetsiz kadın ayrımı yapıldığının üzerinde durmuştur. Örneğin, seks işçisi tecavüze uğradığında faile 2/3 oranında ceza indirimi uygulanır gibi bir maddeyi görmek mümkündü. Bir sosyolog olarak hukukla karşılaşmanın kendisi için şaşırtıcı olduğunu belirtirken, kadının namusunun işin içinde olduğunu söylüyor. Mağdurun kendi tecavüzcüsüyle evlenmesi halinde davanın belli bir süre geçtikten sonra düşmesi ya da evli bir kadının kaçırılması ve tecavüz edilmesi halinde faile daha çok ceza verilmesi gibi örnekler ırza ve genel ahlaka yapılan suç dahilinde yine namusun hukuk içindeki göz önünde bulunduruluş şeklini bize gösteriyor. “Bireye ve genel ahlaka yasaları nasıl atfettiğimiz de önemli.” diyerek, “Cinsel suç tanımlarındaki gelişmeler dava süreçlerini nasıl etkiler?” sorusunu soruyor. Uygulama ve teori arasındaki boşluğun bu davalarda daha da belirgin olduğunu belirtiyor. Hukuk üzerinden devlet yansız, tarafsız ve bilimsellik üzerine kurulu bir düzlemde olduğunu kurgular. Sadece bireyler arasındaki sorunları çözüyormuş gibi görünen devlet, erkek şiddetinin aslında bir aktörü. Anayasa metninin kendisinde de açık ayrımcılıklar var. Hukuk hükmünün belli bir gerçeklik tekeli var ve yalnızca uzun zamanda değişecek bir zihniyet yok. Sürecin nasıl işlediği, hangi rolün hangi vasıfla yer aldığı, kadın bedeni ve ahlaka karşı metinde neler söylendiği önemli bir yer teşkil ediyor. Hukuk süreci kadına yapılan ikinci bir saldırı olarak görülüyor. Kadının tekrar yargılandığı, ahlaki tartışmaların yapıldığı, makbul bir mağdur beklentisinin olduğu, failin gerçekten suçlu olduğunun ispatlanmasının beklendiği bir ortam söz konusu. Adli Tıp Kurumu raporları, cezanın derecesini belirlemekte ve ispat konusunda önemli bir yerde bulunuyor. 2005’te “Eğer kadının ruh ve beden sağlığında bir 20 sorun olursa suç ağır olur.” şeklinde bir madde görüyoruz. Hekimler, Adalet Bakanlığına bağlı olanlardan merkezi bir şekilde atanıyor. Tuğçe Ellialtı, bu raporların nasıl bu kadar önemli bir hale geldiği sorusunu soruyor. Şiddetin bilimsel kanıtlara dayanan, ölçülebilen bir şey olması doğru mu? Cinsel şiddet, kadınların çoğu zaman söylemeye bile utandıkları, hukuka gitmediği ve çeşitli zorlama ve baskılarla engellendiği bir durum. Raporların yorumlanış şeklinde de sorunların olduğunu düşünen akademisyen, ruh ve beden sağlığının bozulmuş olduğu kararı verilirse ağırlaştırılmış suç, değilse herhangi bir suç yokmuş kararı alınmasının sağlıksız olduğunu düşünüyor. Hâkimler, Üniversite Adli Tıp Kurumlarından alınan raporların daha duygusal verilebildiğini düşünüp önemsemiyorlar ve güvenmiyorlar. Devlet yine, üst bir bilgi kaynağı gibi görünerek rasyonel ve tarafsız olanın kendisi olduğunu kanıksatıyor. Devlet Denetleme Kurumu, bu raporlarda sorunlar olduğunu söylüyor. Personel sorunu olduğunu, psikolog ve ya pedagog yerine bir üroloğun imza atabildiğini görüyoruz. Kime otorite verip vermediğimiz belirli bir bilgi üretilmesine neden oluyor. Bu durum davaların yazgısını etkiliyor. Yargıtay, herkese ceza vermemek için, kararlarda ‘kalıcı’ kelimesini de ekliyor. Kadının da bu ‘kalıcı hasar’ı kanıtlaması gerekiyor. Normatif beklentinin içinde ahlaki bir beklenti olduğunu belirten Tuğçe Ellialtı, ‘iffetine halel getirecek bir suçu başkasına atamaz’ şeklinde bir bakış açısı olduğunu söylüyor. Mağdurlar arasında da hiyerarşi olduğunu görmek mümkün. Kadının kayıp yaşaması, ciddi bir hasarı ve mağduriyeti olması bekleniyor. Kadının namusu için yaşadığı, kadın mağduriyetinin hukukun içine nasıl nüfus ettiği, hasarın nasıl ölçüldüğü, suçun belirlenmesinde ciddi bir yer tutuyor. Nedensellik aranan bu raporlar bazen kadınların aleyhine de işleyebiliyor. Burada en büyük sıkıntı şurada çıkıyor: Devlet bir yandan kadının mağdur olmasını bir yandan da çok ciddi bir şekilde güçlü olmasını bekliyor. Kadının sürekli o suça karşı hazırlıklı olmasını bekliyor. Devletin parçalı bir yapı olmasının yanında, devletin aktörü nasıl hareket ediyorsa, ‘devlet aslında o’ diyerek hâkim ve savcıların tutumlarının çok önemli bir yerde olduğunun altını çiziyor. Kadınların hukukla yaşadıkları çok zor bir süreç. Son olarak, şiddetle alakalı devlet söyleminin önemini vurgulayan Ellialtı, toplumsallıktan koparılmadan bu sürecin yapılmasını söylüyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde de devletin politik yükümlülükleri olduğunun altını çizerek, “Kayda geçmeyeni kayda almamız gerekiyor.” diyerek konuşmasını bitiriyor. 21 2.2. Av. Vildan Yirmibeşoğlu İstanbul Valiliği Kadın Erkek Hak Eşitliği ve Kadının İnsan Hakları İhlallerini Önleme Komisyonu Eski Koordinatörü Av. Vildan Yirmibeşoğlu konuşmasında kendi hukuk hayatı boyunca yaşadığı kadına karşı uygulanan çeşitli şiddet davalarından örnekler vererek başlamış ve sürdürmüştür. Şanlıurfa’da 1996 yılında boğazı kesilen bir geç kızın davasına gittiği belirten Yirmibeşoğlu, aile meclisi tarafından alınan bu kararın, kızın teyzesinin oğlu tarafından pazar yerinde boğazı kesilerek öldürüldüğünü söylüyor. Bu olay olurken müdahale etmeye çalışan esnafa, bu namus meselesi şeklinde bağıran fail, olayın vahametini ortaya koyuyor. Bu konularda ne değişmiş diye bakarken, taciz davalarında utanan ve sıkılanın hep kadın olduğunu belirtiyor Avukat Yirmibeşoğlu. Örneğin tacizci bir kamu görevlisi ve daha önce hiç şikayet edilmemiş. Mağdur, “Bunu nasıl ispat edeceğim?”, “Etraf ne der?” şeklinde sorularla ve “Çok şey konuşulacak, üzerime gelecekler.” şeklindeki kaygılarla suçu şikâyet etmiyor. Yirmibeşoğlu, cinsel taciz ve saldırı olaylarının görünürden çok daha fazla olduğunu vurguluyor. Yine başka bir örnekte, daha önce tacizine uğradığı bir doktor tarafından tekrar muayene olacak olan mağdur, her ihtimale karşı ses kaydı almak için cep telefonunu kullanır; fakat savcı gizlilik talebini reddeder. Başka bir dava sürecinde, Gaziantep’te tarlaya bırakılmış bir bebek bulunuyor. Doğum yapabilme kapasitesi olan kadınların hepsi toplanıyor ve bir genç kız tutuklanıyor. İşinde yeni, kadın bir hâkim tarafından yargılanan genç kız mahallelilerin kefareti ödemesiyle serbest bırakılıyor. Genç kız serbest bırakıldıktan sonra bir pompalı tüfekle öldürülüyor ve cesedi taşlanıyor. “Eğer hâkim o yörenin durumunu bilen birisi olsaydı, o kızı serbest bırakmaz ve koruma altına almak için her şeyi yapardı.” diyor Yirmibeşoğlu. Bu olay sonunda kaymakamın yorumu ise şok edici oluyor: “Bu konuyu fazla irdelemesek iyi olur, bu kız hak etmiş.”. Yine doğuda gittiği bir kırtasiyede, sahibinin “Siz bize karşısınız.” demesi üzerine nedenini soran Yirmibeşoğlu, “Kadına şiddete hayır diyorsunuz, erkeklere karşısınız.” yanıtını alıyor. Kadınların ne kadar çaresiz bırakıldığı üzerinden örneklerle devam eden Yirmibeşoğlu, kulaklarını ve burnunu kesen kocası için “Şikâyet etmiyorum, belki bir araya geliriz.” diyen Aynur’ u örnek veriyor. Bu konunun gündemde olması için çok mücadele ettiklerini belirtirken, üçüncü sayfa haberlerinden çıkıp ulusal basında yer alması için yaptıkları küçük bir çalışmada , ‘kadınların yeri millet meclisi’ yazan tişörtüyle kadınların olmadığı bir düzenin onların aleyhine kararlar aldığını söylüyor. Bu noktadan sonra, kadına yönelik şiddetin daha çok konuşulduğunu vurguluyor. Avrupa Birliği uyum yasaları ve Adalet Komisyonu çerçevesinde yapılan yasa değişikliklerinden bahsederken, bu suçların artarak devam ettiğinin altını çiziyor. Burada, Avukat Yirmibeşoğlu, istatistiksel olarak kayıtların 22 daha fazla tutulmasının mı ya da basının daha çok yayılmasının mı etkili olduğunu sorgulamamızın yanında, gerçekten bu suçlarda ciddi bir artış olduğunu vurguluyor. Eğitimli kişilerin de bu sorunlarla karşılaştığını açıklamak için verdiği örnekte; ODTÜ mezunu yeni evli bir kadının, tavsiye almak için yanına gittiğinde ‘Öldürülmeden nasıl boşanabilirim?’ sorusunu sorduğunu dile getiriyor. Ailesiyle bunu paylaşıp paylaşmadığını soran Yirmibeşoğlu’na kadının cevabı: “Hiç önemli değil, ben kocamdan çok korkuyorum.” oluyor. En küçük bir şeyde kocasının kendisine dokunmayacağını söylediğini ama şiddet gördüğünü belirten mağdur kadın, “Ben artık şiddet görmüyorum ama…” derken aslında yaşadığının ne kadar büyük bir psikolojik şiddet olduğunun farkında değil. Diğer bir örnekte, trafik kazası sonucunda davanın kapanması için, suçlu olan kişi kızını diğer kaza yapan kişinin oğluna veriyor. Barış yemeği yapılıyor ve kaymakam da katılıyor. Kadın ve erkeğin yöneticiler gözüyle eşit olmadığını belirtirken, bu bakış açısının kadına yönelik şiddetin cezasız kalmasına, bu suçu işleyenlerin neredeyse dokunulmazlık altında olmasına, şiddet mağdurlarının korunması konusunda devletin ve yetkililerin kayıtsız kalmasına, Türkiye’de kadına karşı ayrımcı ve patrik sistemin kadına karşı şiddeti besleyici bir ortam oluşturmasına neden olduğunu vurguluyor. Ardından kadın-erkek eşitliği konusunda çok daha fazla adım atılması gerektiğinin altını çiziyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimleri ve çeşitli uluslararası anlaşmaları örnek olarak gösteriyor. Kadın-erkek eşitliği konusunda çeşitli antlaşmalara imza attığımız halde, ulusal kanalımızda bile çıkıp birisi, “Karım eşim olamaz, o benim zevcemdir.” diyorken, “Hamileler karnı burnunda dışarı çıkmasın.” ve “Kadınlar çalıştığı için evlilikler bitiyor.” şeklindeki söylemler rahatça konuşuluyorken bu işin zor bir süreç olduğunu tekrar dile getiriyor Yirmibeşoğlu. Bu söylemler için RTÜK ‘e suç duyurusunda bulunmasının ardından çıkan sonucun ifade özgürlüğü olduğunu söylüyor. Basın Konseyine de yaptığı şikâyetinin ardından, tarihinde ilk defa TRT’ye kınama cezası verildi. Kadın ve erkeğin haysiyet yönünden eşit olması gerektiğini söylerken, yine yapılan, “Kadınlar eşlerinin altında çalışmayı reddedip başka adamların altında çalışıyorlar.” şeklindeki açıklamaları sertçe eleştiriyor. Son olarak, “Kişinin kendine ve kendi bedenine saygısı hukuksal olarak beşeri varlıkların değerini ve onlara yapılacak muamelenin ölçüsünü göstermektedir.” diyor Yirmibeşoğlu. Avrupa Birliği temel haklar şartı(madde ek 1)’nda insan hasiyetinin yalnızca kendi kendine bir hak değil; fakat temel hakların da bir dayanağını oluşturduğunu belirtiliyor. Kadın haysiyeti erkeğin haysiyetiyle eşit kabul edilmelidir. 23 3. Panel: “Hukukta Kadının Yeri” 3.1. Av. Hülya Gülbahar Hülya Gülbahar, konuşmasına kadın ve hukuk ilişkisini tarihsel süreç ve birtakım temel kavramlar çerçevesinde inceleyerek başladı. Bu kavramların başında hukuk öznesi geliyor. Kısaca, hukuk öznesi yasalar tarafından tanınan ve hukuki sistemin içinde yer alandır. Hukukun inşası ve hukuki öznenin belirlenmesi ise toplumsal ilişkiler aracılığıyla yapılır. Egemen sınıf, din ve etnisiteye mensup erkekler tarafından inşa edilen hukuk, böylece onların çıkarları doğrultusunda belirlenen kurallardan oluşmuştur. Modern hukuk çoğunlukla Avrupa geleneğine dayandığı için, konuşmada da Batı’da hukukun gelişimine değinildi. Kilisenin ana otorite olduğu feodal dönemde, dinin dayattığı normlar toplumsal hayatı belirlemekteydi. Dolayısıyla toplumsal hayattaki değişimler, dinin meşruiyetine ihtiyaç duyuyordu. Bu dönemlerde doğa ve insan çatışması başladı. “Doğa”ya karşı açılan davalar sıklıkla görülmektedir. Her varlığın Tanrı tarafından yaratıldığı öğretisi, insanların kendileri dışındaki varlıklara hükmederken dini otoritenin onayını almalarını gerektirmiştir. Sülüklere, farelere ve bitlere dava açılan bu dönemlerde, kilisenin bu davalarda insan olmayan varlıklara da avukat sunduğu görülmüştür. Seküler ve pragmatik bir güç olarak burjuvazinin ortaya çıkışıyla hukukta da bir eksen kayması yaşanmaya başlanmıştır. Kimi yerlerde bu kilise-devlet çatışmasına dönüştüyse de, güçler işbirliği yaptığı yerler de olmuştur. Bunun en dramatik örneği kadınları hedef alan cadı avları. Önemli bir örneği Amerika’daki Salem davaları olan bu avlarda, kadınlar cadılıkla suçlanmış ve idamla yargılanmak üzere kovuşturulmuşlardır. Bu mahkemelerde yargı din üzerinden işlerken cezayı seküler devlet veriyor, böylece bunların ortaklığı perçinleniyordu. Bu davalarda, kadının baskı altına alınmasının toplumla çokyönlü ilişkisini görmek olası. Burjuvazinin bununla alakası, feodalizmin çözülmesi sonrası köleciliğin karlı bir ekonomik model olmaktan çıkması ve onun yerini alacak ucuz işgücünün ise kadınlar tarafından üretilecek olmasından doğuyor. Ucuz işgücü oluşumunu tehdit edebilecek doğum kontrolü bilgisine sahip kadınlar, bu projeye bir tehlike oluşturuyorlardı. Ayrıca bu süreçte kadınların sahip olduğu çeşitli bilgiler (özellikle tıp,tarım,dokuma vb.), onlardan çalınarak piyasanın malı haline getirilmiştir. Bununla birlikte, bu davalar sonucunda hakim geleneklere uymayan kadınlar, örneğin eşcinsel, çocuksuz, zeki olanlar da bastırılmıştır. Böylece güçsüzleştirilen kadınlar, eve hapsedilip bir işgücü üretim makinesi olmaya mahkum edilmiştir. Hülya Gülbahar, burada kadınların gösterdiği direnişin de üzerinde durarak kadınların bu rolü kolayca benimsemediğini de vurguladı. Bundan sonra Fransız Devrimi’ne değinen Hülya Gülbahar, seküler hatta anti-klerikal bir akımda da eril tahakkümün nasıl iktidarı ele geçirebileceğini anlattı. Her sosyal hareket gibi Fransız Devrimi’nde de ön safhada yer alan kadınlar, devrimin başarıya ulaşmasından sonra 24 göz ardı edilmeye başlamıştı. İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin sadece erkeklere bahşettiği yurttaş kavramına karşı bir bildirge yayınlayan Olympe de Gouges, idama mahkum edilebilen kadınların kürsüde söz alamamasını eleştirmiş ve kendisi de idam edilmiştir. Bundan sonra kadınlar hukuka dahil edilebilmek ve yurttaş haklarını kazanabilmek için mücadele etmişlerdir. Bu ise ancak 20.yyda feminist hareketlerin sayesinde elde edilmiştir. 25 3.2. Gökçeçiçek Ayata Konuşmasına gündemdeki eşitlik-eşdeğerlik tartışmasına değinerek başlayan Gökçeçiçek Ayata, eşitliği anayasada da geçtiği haliyle, biyolojik farklılıklar gözetilerek sonuçlarda eşitlik olarak tanımladı. Bundan bahsederken şekli eşitlik ve maddi eşitlik kavramlarının farkına değindi. Şekli eşitlik bireyleri aynı kabul eder ve eşit durumda olanların eşit muamele görmesini hedefler. Bu nedenle şekli eşitlik ayrımcılığı münferit bir sorun olarak kabul eder ve yapısal eşitsizliklere dikkat etmez. Maddi eşitlik ise farklılıklar gözetilerek sağlanan eşitliktir. Bu anlayışta bireyler aynı görülmemekle birlikte özgürlüklerden yararlanmada eşit hakka sahiptirler. Bu da devleti yapısal eşitsizlikleri gidererek herkese eşit olanak sağlamakla yükümlü kılar. Buna yönelik uygulamalar geçici veya kalıcı olabilir. Örneğin meclislerdeki kadın kotası, kadınların siyasi arenada temsili sağlanınca kaldırabilecek geçici bir önlemdir. Gökçeçicek Ayata, bu konuda anayasanın uluslararası anlaşmaları kanunun üstünde sayan 90. maddesinden hareketle, Türkiye’nin imzaladığı anlaşmaların yargıyı maddi eşitliği sağlamakla görevlendirdiğine değindi. Bu konuda en son imzalanan anlaşma olan İstanbul Sözleşmesi, kadın erkek eşitsizliğini toplumsal kalıplardan kaynaklanan bir sorun olarak tanımlamakta ve devletleri buna karşı mücadele etmekle görevlendirmektedir. Gökçeçicek Ayata, bunların ardından AKP’nin fıtrat ve gelenek temelli kadın politikasının, neoliberalizmle ne derece iç içe geçtiğinden bahsetti. Sosyal devletin parçalanmasının ardından kadınlar tekrardan yaşlı ve çocuklara bakmakla yükümlendiriliyor, böylece tam zamanlı işler edinmeleri zorlaştırılıyor. Böylece kadınlar, esnek, kayıt dışı, sömürünün en yoğun olduğu alanlara yönlendiriliyor. Bu açıdan doğum iznine değinen konuşmacı, araştırmaların sadece kadınlara doğum izni verilmesinin kadınların istihdamını arttırmadığını aksine azalttığını belirtti. Buna çözüm olarak ise doğum izninin kadın ve erkeğe zorunlu olarak verilmesini, böylece erkeklerin de çocuk bakmakla yükümlü kılınmasını önerdi. Ardından çocuğu annenin yetiştirdiği algısını eleştiren Ayata, annenin çoğunlukla bakım işleriyle uğraştığını belirterek çocuğu etkileyen kararların daha çok baba tarafından verildiğini söyledi. Çocuğun benimsediği değerlerin de babanın ve/veya ataerkil toplumun değerleri olması da çocuğu asıl yetiştirenin erkekler olduğunu gösteriyor. Gökçeçicek Ayata, konuşmasının sonunda adalete erişimdeki eşitsizliğin kadınlara daha çok zarar verdiğini söyledi. Eğitimsel ve maddi açıdan dezavantajlı olan kadınların hukuki destek almaları, özellikle de hukuk sisteminin daha da karmaşıklaşması nedeniyle daha zor oluyor. Bunun pek fark edilmeyen bir örneği ise her ilde çeşitli merkezlerde toplanan adalet sarayları. Bu saraylara gitmek, okuma yazma bilmeyen ve yoksul kadınlar için neredeyse imkansız, buna sosyal baskı da eklenince bu kadınlara adalet kapısı kapanmış oluyor. 26 27 4. Panel: “Kadın ve Aktivizm” 4.1. Ayşe Düzkan Aktivizm kavramının hayatımıza 2000’li yıllarda postmodern paradigmayla girdiğini açıklayarak panele başlayan, Ayşe Düzkan, bu yıllardan önce yaptıkları eylemlerin üyelik, sempatizanlık ve militanlık olarak adlandırıldığını söyledi. Türkiye’de 80’li yıllarda yapılan ilk yasal yürüyüşün ‘Dayağa Hayır’ sloganıyla kadınlar tarafından gerçekleştirdiğini belirtti. Beden ve şiddet sıklıkla bir arada alınır. Ancak bedenin bunun dışında pek çok farklı unsurları olan bir parçamızdır. Beden üretir, yaratır, eğlenir, haz alır ve doğurganlık yetisi vardır. Şiddetin sebebi ise belli bir tahakkümü ve iktidarı sürdürmektir. Kadına şiddetin sebebi ise kadın bedeninin faaliyetleri üzerindeki bu iktidarı sürdürmektir. Şiddet bir araçtır. Sebepsiz şiddet yoktur. Haberlerden öğrendiğimiz kadın cinayetlerinin sebepleri evde çalışmayı reddetmek, çocuk doğurmayı istememek ve hatta ‘kurufasulye yapmamak’tır. Bu cinayetler ev içi emeğin sömürülmesidir ve bunun devamı şiddetle sağlanır. Bu sömürüyle uğraşmadan sadece şiddetle mücadele etmek ve şiddeti sınırlamaya çalışmak bu dayanışmanın başarısızlığına yol açar. Feminist hareketin bu sömürüyle de mücadelesi, tıpkı şiddetle olan mücadelesi gibi elzemdir. Kadını erkeğin şiddetinden korumak devletin görevidir. Ancak sosyal devletin zamanla işlevini yitirmesiyle kamu bu görevlerini kaybetmiştir. Bu boşluğu doldurmak içinde STK’ler ortaya çıkmıştır. Bu organizasyonların elbette faydası vardır, çünkü kadınlar kendi bulundukları sosyal çevredeki erkeklere göre çok kötü hayatlar sürdürüyorlar ancak STK’lerin gücünün devletle yarışması mümkün olmadığından bu imkanlar yetersizdir. STK’lerin diğer yanı ise protestoculuktur. Protestoculuk ve sürekli bahsedilen kendimizi ifade etme özgürlüğümüzün amacı fikirlerimizi paylaşarak toplumda bir değişiklik yaratmaktır Varolan probleme karşı kurumun kendini ifade etmesi ve bütün bileşenlerin taleplerinin aktarılması , diğer bir deyişle bu adaletsizlikleri protesto etmek toplumdaki adaletsizliklerin düzelmesi ve bir değişiklik yaratmak için yeterli değildir. Toplumsal olgularla ve çatışmalarla müdahale etmek için üretilen araçların başında politika gelmektedir.. Kadın mücadelesini politik sahaya taşımadan STK ile sınırlamak feminist hareketi durduracak bir engeldir. Kadın hareketinin karşılaştığı bir diğer problemde ‘kadın da bunu istiyor ve o erkek de aslında iyi bir çocuk’ düşüncesidir. Bu problem ‘emek düşmanı sağ partilerin’ oy tabanlarının işçiler ve emekçiler olması sorunuyla aynıdır. Aynı sorun kadınlar içinde geçerlidir. Kapitalizm altında sömürülen işçiler, patriarki altında sömürülen kadınlar. Bu tahakkümün sürmesinin nedeni dünyadaki herkese uygulanan ideolojik hegemonyadır. Gazete, dergi, televizyon ve dini eğitim gibi araçlarla varolan sistem ayakta tutuluyor ve yeniden kuruluyor. Okumak, eğitim almak bilinci değiştiriyor ancak kadın ve erkek arasındaki ilişki ve cinsiyetçilik 28 bilinçdışında hareket ediyor. Prens, prenses masalları, Türk filmleri ve hatta yüksek edebiyat sayılabilecek Tolstoy romanları ve Tarkovsky filmlerinde bile bunlar görülebiliyor. İzlediğimiz filmlerden ve okuduğumuz kitaplardan elde edilen bu bilinç herkesi etkiliyor ve ortak bir romantik kalıp oluşturuluyor. Örneğin, kadınlar kendilerinden uzun, güçlü ve zengin erkeklerden hoşlanır; erkekler de kendilerinden kısa ve az zeki kadınlardan hoşlanır. Başka bir deyişle bu faaliyet ve bu üretim sadece aktivizmle açıklanamaz. Politizasyon, insanları düzenle karşı karşıya getiren ve durumdan rahatsız olmamızı sağlayan bilinç değişikliğidir. Daha önce kadın hareketi muhalefet örneği olarak ilk kez şenlikler düzenledi ve ilk ‘asık suratlı’ olmayan dergiyi çıkardı. Mor İğne Eylemi de bu muhalefete örnek verilebilir çünkü kültürümüze ve geleneklerimize göndermeler yapmaktaydı. Bu hareketin az önceki örnekler gibi toplumun tamamını kapsayan insanların bilinçdışlarını etkileyecek ve insanları politize edecek araçlara ihtiyacı var. Konuşmasını dayakla mücadeleden, cinayetle nasıl mücadele edilmesi konusuna farklı bir bakış yaparak sonuçlandıran Düzkan, bunun bir geriye gidiş olmadığını savundu. Düzkan’a göre bu cinayetler güne başlamadan önceki son karanlıktır. Kadınların bu şiddete ve baskıya itiraz etmesiyle cinayetler artmıştır. Kadınlar artık patriarkal düzenin dışına çıkmak için mücadele veriyor. Bu durum tıpkı Hollanda’daki eşcinsel cinayetlerinin arttığı noktaya benziyor. Hollanda’da da cinayetler bu mücadelenin en çok dile getirildiği ve eylemlerin arttığı zaman başladı. Bu durum Türkiye’de de feminist hareketin müdahalesiyle değişmeye çok açıktır. İktidarın büyük çoğunlukla erkeklerin yanında olan muhafazakar politikaları da bu cinayetlerin artmasında önemli bir dinamik olduğunu belirterek konuşmasını sonlandırmıştır. 29 AÇMÖF Başkanı Erdem Selvin’in Kapanış Konuşması Merhabalar, Konuşmama öncelikle kendimi tanıtarak başlayayım. Ben Erdem Selvin. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü son sınıf öğrencisiyim. Aynı zamanda Avrupa Çalışmaları Merkezi Öğrenci Forumu’nun başkanlığını yürütmekteyim. Öncelikle tüm katılımcılarımıza etkinliğimizde yer aldıkları için teşekkür ederim. Ardından değerli konuşmacılarımız Pınar Uyan Semerci, Nükhet Sirman, Meral Akkent, Ayşe Durakbaşa, Ferhunde Özbay, Tuğçe Ellialtı, Hülya Gülbahar, Ayşe Parla, Vildan Yirmibeşoğlu, Gökçeçiçek Ayata, Zeynep Gambetti, Ayşe Düzkan ve Filiz Karakuş’a tecrübe ve bilgilerini bizlerle paylaştıkları için teşekkür ederim. Bizim bu etkinliğimizi gerçekleştirmemizi mümkün kılan Avrupa Çalışmaları Merkezi’ne, Merkez müdürümüz Hakan Yılmaz’a, Boğaziçi Üniversitesi’ne ve desteklerinden dolayı Gloria Jeans’e, Bit Esprosso’ya, Mithat Alam Film Merkezi’ne ve emeği geçmiş tüm destekçilerimize teşekkür ederim. Ve en önemlisi değerli AÇMÖF üyelerine, 11BB Koordinatörü’müz Özlem Tunçel’e, katılımcı sorumlumuz Sinem Seçil’e, konuşmacı sorumlumuz Serdar Yetkin’e, sosyal program sorumluları Merve Tekgürler ve Salih Tosun’a, inanılmaz derecede yardımları dokunduğu için tüm AÇMÖF üyelerine buradan çok teşekkür etmek istiyorum. Bildiğiniz üzere kadın hareketleri toplumda yer edinmiş, görünmez kılınmış güç eşitsizliklerini görünür kılmak kadar temel bir amaçla başlamıştır. Biz de bu etkinliğimizle siz değerli akademinin yapıtaşları olarak sizlere bu amaçla farkındalık yaratmak ve aslında var olan problemlere ve tartışmalara Boğaziçi Üniversitesi çatısı altında bir katkı sunmayı amaçladık. Umarız da sizler için verimli geçmiş bir toplantı düzenlemişizdir. Hepinizin katılacağı üzere, Türkiye’nin Avrupa Birliği macerası her konuda olduğu gibi kadın konusunda da etkiler yaratacak, toplumsal hafızamızda derin değişikler yaratacaktır. 11BB gibi etkinlikler yapılmaya devam edecek, sizler de var olduğunuz her ortamda burada edindiğiniz bilgileri savunmaya ve bir toplumsal dönüşümün başlangıç nüvelerini atmaya başlayacaksınız. Bu bağlamda katılımınız için tekrar teşekkür eder, saygılarımızı sunarız. Bir sonraki etkinliklerimizde görüşmek üzere, Sağlıcakla kalın. 30 31 ÇALIŞTAYLAR 33 1. Salon: İB 102 Çalıştay Raporu Birinci Oturum Çalıştaylar katılımcıların kendilerini tanıtmalarıyla başlamış, “Gündelikçiler” adlı belgesel hakkındaki tartışmalarla devam etmiştir. Başlıca konuşulan konular toplumsal cinsiyetçilikle mücadele yolları; dilin, devletin ve eğitimin bu mücadeledeki yeridir. “Gündelikçiler” adlı belgeselin cinsiyetçilik yanında kentsel dönüşüm, işçi hakları başka konularda da eleştirel yönler taşıdığı bütün katılımcılar tarafından kabul edilmiştir. Diğer yandan belgeselin sadece belli bir kesimden biraz politikleşmiş kadınları konu aldığı belirtilmiştir. Gündelikçilere sigorta yapma zorunluluğu getiren yasaya dikkat çekilmiştir. Ama gündelikçilerin daha az para almamak için sigortayı istemedikleri ve aslında bu kadınların kendi konumlarını benimsediklerini, tek umutlarının ise kendi çocuklarının sınıf atlaması olduğu savunulmuştur. Başka bir katılımcı ise iş verenin sigorta konusunda yüzleştiği bürokratik zorluklara dikkat çekmiştir. Gündelikçi olarak çalışmaya başlayan kadınların daha da güçlendiği hatta örgütleşme yoluna gittiği öne sürülmüştür. Bunun yanında geçim derdine düşmüş bu insanların sistem eleştirisi yapmasının ne kadar zor olduğu herkesçe kabul görmüştür. Toplumsal cinsiyetçiliğin toplumun her kesiminde olduğu ve kadınların yüzyıllardır her alanda görünmez olduğunun altı çizilmiştir. Cinsiyetçilikle mücadelede kullandığımız dil bile erildir. Başka bir katılımcı tarafından ise dili değiştirmenin de bizim görevimiz olduğu dile getirilmiştir. Grup olarak politik bir söylem üretmemiz gerekmektedir. ‘Gender mainstream hareketi’ cinsiyet rollerinin benimsenmesiyle olan mücadeleye örnek gösterilmiştir. Bu hareket, klasik cinsiyetçi toplumsal kadın-erkek rollerini değiştirmeye ve doğuştan çocukları geleneksel rollerinin dışında yetiştirmeye çalışmıştır. ‘Gender naturalization hareketi’ de başka bir katılımcı tarafından örnek gösterilmiştir. Sovyet Birliği’nde kadın mühendislerin sayısının fazla olduğu dile getirilmiştir. Norveç’te kurulan cinsiyetsiz yuvadan bahsedilmiştir. Rojava Devrimi’nin kadınlar için ne kadar etkili olduğu ve yeterince takdir edilip edilmediği tartışılmıştır. Katılımcılardan biri gittiği bir duruşmada cinsel tacizde bulunan kişinin tutuksuz yargılanmasına karar verildiğini belirtmiştir. Devletin de eril bir kurum olduğu öne sürülmüştür. Devletin varlık nedenlerini neden sorgulamadığımız tartışma konusu olmuştur. Diğer yandan devlet için yaşayan bir toplum olduğumuz savunulmuş bu yüzden de devlet politikalarını değiştirme yönüne gitmemiz gerektiğinin altı çizilmiştir. Katılımcılardan biri kadının eğitim almasıyla pek çok şeyin değişebileceğini savunurken, diğer bir katılımcı da eğitimin geleneksel eril toplum düzenini yeniden yarattığını öne sürmüştür. Devletin toplum mühendisliği yaptığının altı çizilmiştir. Ailenin bu denklemdeki yeri konuşulmuş ve yeni bir bilinç oluşturulup oluşturulamayacağı tartışma konusu olmuştur. Yeni bir sıçrayış yapmanın bizim görevimiz olduğu dile getirilmiştir. Diğer yandan ise 1980 sonrası gençliği passifize oluşu tartışılmıştır. 34 Kadın ve beden konusu tartışılan son konu olmuştur. Aktif cinsel hayatı olan kadınların farklı farklı yöntemlere başvurmak zorunda kaldığı hatta hasta-doktor ilişkilerinin de saptırıldığı dile getirilmiştir. Kürtaj konusu ise dinsel bir mesele olarak algılanmaya başlanmıştır. Bilim yerine dinin temel alınmasının post modernizmin getirilerinden biri olduğu öne sürülmüştür. Belli muhafazakar bir kesmin intikam açlığı içinde olduğu iddia edilmiştir. Konuşmak yerine örgütlenmenin daha önemli olduğu tartışma konusu olmuştur. Hayatımızdaki en sıradan küçük detayları bile değiştirmenin bir çeşit farklılık ve evrim yaratacağı belirtilmiştir. Özellikle erkeklerin de bu konuda duyarlı olup; kendi annelerine, kız kardeşlerine davranışlarını değiştirmeleri de son derece önem arz etmektedir. İkinci Oturum Çalıştayın başlıca konuları kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık, AKP kadın haraketi ve erkeklerin kadın hareketindeki yeridir. Pozitif ayrımcılığın yeteri kadar işlevsel olup olmadığı tartışma konusu olmuştur. Doğu Anadolu’daki eş başkanlık sisteminin sembolikleşmesi örnek olarak gösterilmiştir. Başka bir katılımcı ise bu örneğin, kadının siyasate ve iş yaşamına katılımını arttırabilecek en iyi seçenek olduğunu belirtmiştir. Pozitif ayrımcılık sebebiyle çeşitli pozisyonlara gelen kadınların o pozisyonları hak edip etmediklerinin sorgulanabileceği savunulmuştur. Diğer yandan ise özellikle siyasi partilerin kadın kotalarını doldurmakta başarısız olduğu öne sürülmüştür. Başarıyla uygulanabilseydi kadınların katılımını arttıracağı dile getirilmiştir. Bunun yanında tam tersi durumda, erkeklerin mağdur olduğu bir toplumda da erkeklere yönelik pozitif ayrımcılığın yine savunulacağı belirtilmiştir çünkü pozitif ayrımcılığın işlevi süregelen bir eşitsizliği azaltmak ve eşit duruma getirmektir. Yine de pozitif ayrımcılığın temelinde eril bir temel olduğu iddia edilmiştir ve erkeklerin lütfu gibi de görülebileceği söylenmiştir. Eril ama gerekli olan uygulamalara örnek ise nafaka gösterilmiştir. Pozitif ayrımcılığın aynı zamanda fikir alıştırması olarak da görülebileceği dile getirilmiştir. Ak Parti Kadın Hareketi’nin ataerkil sistemi yeniden üreten ikiyüzlü bir politika olduğu savunulmuştur. Kadınları istihdam etmek yerine bakım politikalarıyla onları eve hapsetmektedir. Kemalizmin de kadınların özgürleşmesi konusunda pek istekli davranmadığı belirtilmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki kadın hareketi görmezden gelinmiş ve kadınların şimdiki hakları için verdikleri çabalar unutulmuş, unutturulmuştur. Abdullah Öcalan da kadın hareketinde meşaleyi yakan erkeklerden biri olarak görülmektedir ama aslında kadınlar kendi özgürlükleri için savaşmaktadırlar. Kürt hareketi kadınları politikada daha aktif hale getirmiştir ancak belli amaçlara ulaşınca kadınları dışlayıp dışlamayacağı tartışma konusu olmaktadır. Kadınların belediye başkanlığı, toplumsal cinsiyetçiliği aşma yolunda fayda sağlayıp sağlamadığı tartışma konusu olmuştur. Doğu Anadolu’daki bir belediyenin eşlerini döven kocaları işten atma prensibi örnek olarak gösterilmiştir. Diğer yandan, kadın belediye başkanlarının seçilmelerinin sebebi olarak kadın olmaları, belli bir kesime yada partiye ait 35 olmaları konusu tartışılmıştır. Bu durumda kimin özne olduğunu belirlemenin önemi belirtilmiştir. Kadınların aktivizmini görmezden gelerek aslında meşaleyi yakanın onlar olduğunu kabul etmemek büyük bir gaf olduğu dile getirilmiştir. Hz. Fatma güçlü bir kadın olarak örnek gösterilmiştir ve farklı bir mezhebin oluşmasının sebebidir. Son olarak Kadın hareketlerinin yürüyüşlerde erkekleri neden istemedikleri tartışılmıştır. Katılımcılardan biri erkeklerin yürüyüşlerde olay çıkarttığını öne sürmüştür. Katılmak isteyen aynı derecede mağdur trans erkeklerin de yürüyüşlere alınmadığına dikkat çekilmiştir. Sorunun erkeklerin bu yürüyüşlerde baskın olarak ayrı bir politika yürütmek istemesi ve ataerkil düşünce tipinde diretmesi olarak belirtilmiştir. Yine de yürüyüşlere katılıp katılmamanın cinsiyet unsuruna göre karar verilmesinin doğru olmadığı ve erkeklere de kendi samimi desteklerini göstermeleri için fırsat verilmesi gerektiği dile getirilmiştir. Üçüncü Oturum Çalıştayın başlıca konuları erkeklerin kadın hareketindeki yeri, kadın ve beden olmuştur. Feminizmin içinde erkeklerin de yeri olabileceği savunulmuştur. İşçiler haklarını ararken iş veren de işçilere destek verebilmektedir. Diğer yandan iş verenin destek verebilmesi için kendi patronluk avantajlarından vazgeçmesi gerekmektedir. Günlük hayatta toplumsal cinsiyetçiliği yeniden üreten erkeklerin korteje alınmaması gerektiği dile getirilmiştir. Erkeklerin önce düşünce şekillerini değiştirmeleri gerektiğinin altı çizilmiştir. Bunun yanında kadınların da aslında geleneksel rollerini benimsediği gerçeği belirtilmiştir. Kadın ve beden konusundaki tartışmalardan biri de başörtüsü hakkında olmuştur. Başörtüsünün özgürlük olduğu herkesçe kabul edilmiştir. Küçük çocukların okula giderken başörtüsü takması kabul edilemez bulunmuştur. Eğitimin baskıcı, özgürlüklere yer vermeyen halinden ötürü tartışma bu konuda ne yapmalıyız yönünde ilerlemiştir. Ailenin çocuğun eğitimindeki söz hakkının haklılığı tartışılmış, devletle karşılaştırılmıştır. Türbanlı türbansız ayrımı yapmanın da bir çeşit sembolik saldırı olduğu öne sürülmüştür. Kadının giyinişi ve görünüşüyle ilgili tüm algıların da temelinde eril bir şey olduğunun altı çizilmiştir. Kadının bedenin bir savaş alanı olduğu dile getirilmiştir. 36 37 2. Salon: İB 211 Çalıştay Raporu Birinci Oturum Katılımcıların kısaca kendilerini tanıtmaları ve etkinliklerden beklentilerini belirtmeleri ile çalıştay başlamıştır. Program ve panel hakkında eleştirilere yer verildi. İktidar ve kadın konusunun can alıcı nokta olduğu belirtildi. Bu bağlamda devletin bireyler üzerindeki etkisinin sorgulanması gerektiği vurgulandı. Aile içindeki ebeveynlerin çocuklarını yetiştirdikleri zaman çocuklarının yine ilerde aynı bireyler olması daha çok irdelenmesinin çok önemli olduğu söylendi. Buradan da aile içi iletişimin daha çok dikkate alınması gerektiği sonucuna varıldı. Aile içinde ebeveynlerin bekâret üzerinden masumiyet vurgusunun yapılması da aslında şiddetin bir örneği olduğu söylendi. Toplumda psikolojik bir şiddet söz konusu ve bu mentalitenin değişmesi için bu oluşturulan psikolojik baskının eleştirilmesi gerektiği belirtildi. Kapitalist sistemin beyin yıkamasından bahsedildi. Çalışmanın özgürlük olarak düşünülmesi acaba kapitalist sistemin insanlara benimsetmesi mi, yoksa gerçekten biz mi düşünüyoruz? Bu ikilem üzerine tartışma yapıldı. Kapitalizmin cinsiyetleri unisexleştirdiği vurgulandı. Kadın bu noktada bir ticari araca dönüşüyor. Hem işçiyi doğurarak hem de çalışarak bu sisteme katkı yaptığı belirtildi. Öte yandan kapitalizmin aslında seksizmi savunan bir sistem olduğu belirtildi. Bunu öne sürerken toplumun sınıflara bölünmesi ve bu şekilde bazı sınıflara daha az para vermenin geçerli bir sebebinin olması vurgulandı. Her ideolojinin kendi vatandaş tipini yaratmak istemesi ve bunu da kadının yaratacağı söylendi. Kürt kadın hareketi örnek olarak verildi. Buna göre iki tane karşı durulan nokta var. Bunlardan biri devletin ulusalcı söylemi, diğeri de erkeklerin tutumu. Kontrol altına alınma konusuna itina ile yaklaşıyorlar. Farklı alt yapılardan gelen kadınların baskı sistemlerinin aynı olmadığı belirtildi. Devlet kendi kadınını yaratmaya çalışıyor. Doğuda çok eşlilik doğalken, bu yasal bir durum değil. Burada bir paradoks söz konusu. Meşruluk var ama yasallık yok. Kadınların iş hayatına aktif gelmesi ve onlara teşvik verilmesi aslında onları daha entegre etmek için değil, savaştan çıkılmış olduğu için çalışan insan ve kalifiye insan azlığından dolayı iki seçenek arasında kalınmasından kaynaklandığı belirtildi. Bunlardan biri köylü tabakanın alınıp birlikte ilerlenmesi, diğeri de elit kesimin eğitim almış kadınlarından yararlanılması. Ekonomik farkın gözetilmesi yerine kadınlara hak verilmesi o dönemde daha uygun görülüyor. Cumhuriyet kadınlarının kapitalist sistemin erleri gibi çalıştığı ve bu yüzden feminizm hareketiyle bağdaştırılmaması gerektiği söylendi. 38 Kadın siyasetinde eksik olanların ne olduğu üzerine konuşuldu. Çift cinsiyetli sisteme itiraz edilmesi gerektiği söylendi. Fakat bu şekilde itiraz edildiği zaman da bu sistemi kabul etmeyen insanların da dışlandığından bahsedildi. Heteroseksüelleri de kapsamak gerekiyor. İkinci Oturum Yerel bilgiyi kadınların gerçek hayattan üretmesi, bunun belki önemsenmeyen bir şey olması, fakat bunu pazarlayanın erkeğin olması konusuna değinildi. Kadının eve hapsedilmesi söyleminin aslında durup dururken olmadığı bunun bir süreç içinde geliştiği söylendi. Bu söylemlerin de kadınları öldürdüğünden bahsedildi. Erkeklerin hâkimiyet kurmasının kadınlara değil doğaya hükmetmesiyle başladığından söz edildi. Suriyelilerdeki çok eşlilik, çocuk yaşlarda evlenme, kadın mültecilerin kendi topraklarından buraya getirdikleri sorunların burada nasıl boyut alınacağı merak ediliyor. MAZLUMDER’in yayınladığı raporda kötü koşullarda yaşayanlar, çalışma sıkıntısı çekenler bir yana, bir adım sonrası olan kadın perspektifi açısından eksik olduğu söylendi. Teorideki eksikliğin pratikteki eksiklikten kaynaklandığı belirtildi. Bu noktada gözleme ve yerinde incelemelere yer verilmesi gerektiği öne sürüldü. Şu anda Suriyeli kadınlarla evlenmenin trend durumda olmasından söz edildi. Çünkü başlık paraları daha düşük ve kaçırılanlar parayla satılıp seks işçisi olarak çalıştırılıyorlar. Bunların etkisinin 5-10 sene içerisinde daha etkili bir biçimde görüleceğinden bahsedildi. Mülkiyet kavramı ortaya çıktıktan sonra erkek avladığı için onun mülkü gibi olması ve iktidar kavramı buradan çıkması hakkında konuşuldu. Bu algıyı yıkmak gerektiği söylendi. Kadının özel alanda bulunmasının sebepleri olarak, beslemesi, büyütmesi ve çocuklara bakması gerektiğinden kaynaklandığı öne sürüldü. Gündelikçi filmi hakkında yorumlar yapıldı. Evi çekip çevirenin kadın olduğu algısını değiştirmenin çok zor olduğundan bahsedildi. Erkeğin sorumluluğunun kadın üzerinde olmasından söz edildi. Aynı sektörde çalışsalar bile erkekler her zaman bir üst hiyerarşiye sahip oluyorlar ve bir ailenin mahremiyetine “gündelikçi” adı altında hep bir kadın giriyor. Bunun yanı sıra işveren ve temizliğe gelen kadınlar arasında da bir hiyerarşinin olmasından bahsedildi. Kadınların da kadınlar üzerinde kurmaya çalıştığı baskı ifade edildi. Feministlerin aslında bir bakıma bu yapının ortaya çıkmasına olanak sağladığını ve bunun da bir çelişki olduğu üzerine konuşuldu. Gündelik işçilerin daha çok eğitim almasından, bu tarz işlerde kısıtlı kalmamalarından, örgütlenmeleri gerektiğinden, mesleklerinin tanınmasının zorunlu olduğundan ve bir araya gelmelerinin gerekliliğinden bahsedildi. 39 “Transnational mothering”, “Nanny chain” isimli işlerden bahsedildi. Filipinli kadınların kendi çocuklarını bakıcılara bırakıp tekrar çocuk bakmaya gitmeleri örnek olarak gösterildi. Feminizm ve veganlık arasındaki ilişkiden söz edildi. Et yemenin ataerkil bir sistemle gelmesinden ve et eve girdiği zaman önce erkeklere verilmesinden bahsedildi. Kadınların et yeme oranı erkeklere göre çok daha düşük. Erkeğin ‘kaslı olmam, güçlü olmam lazım’ düşünüşünden söz edildi. Hayvanın makineye koyulup sütünün sağılmasının, yumurtasının alınmasının da aslında bir tecavüz olduğundan bahsedildi. Fakat bu durumun mantık açısından doğru ama pratikte sıkıntılı olacağı vurgulandı. Homeschooling tartışması oldu. Ebeveyne büyük bir yük verdiğinden bahsedildi. Üçüncü Oturum Toplumun yarısının kadın olmasından fakat aynı zamanda diğer yarısını meydana getirenin yine kadın olmasından konu açıldı. Ancak kadınların tek rolü bu değil. Diğer yandan bu kadınlara ait tek şey ve sahiplenmesi gereken biricik bir şey olduğundan söz edildi. Sadece anne olup eğitim göremeyen bunun üzerinden kendini tanımlayan bir kesimin olmasından ve evlenmenin onlar için bir kurtuluş olarak görülmesinden bahsedildi. Bununla beraber kadınlar kendilerini anne üzerinden tanımladıkları zaman politikalar açısından da bir avantaj olduğu öne sürüldü. Ev içi emeğin işmiş gibi görülmemesinden, vasıfsız iş olarak sayılmasından bahsedildi. Tek tanrılı dinler karşısında kadının konumundan söz edildi ve kadınların özgürlüğünü daha çok kısıtlayan bir faktör olduğu söylendi. Kadınların türban taktıkları zaman dışarı daha rahat çıkabilmeleri düşüncesinin de aslında bir teslimiyet mevzusu olduğu vurgulandı. Aslında bunun da bir bedel olduğu sonucuna varıldı. İslamcı feministlerin argümanı olarak kadınların aslında kapanarak özgürleştiği söylendi. Genel olarak dinlerin kadınların özgürleşmesi yolunda bir engel olduğundan bahsedildi. Peygamberlerin sadece erkek olarak seçilmesi, kararların sadece kadınlara erkekler yoluyla verilmesi örnekler olarak gösterildi. Erkekler açısından bakıldığında “yeterince erkek olmak”, erkeklerin erkek olduğunu kanıtlaması sorunsalından bahsedildi. Erkeklerden iktidar olmalarının beklendiği tartışıldı. Erkeklerin birbirlerine olan etkilerinden söz edildi. İktidarını törpülemek zorunda olduğu bir alana girmenin soğuk duş etkisi yarattığından bahsedildi. Erkek denildiğinde sembolleşen şeylerin güçlü olması tartışıldı. Sadece kadınların erkekler tarafından değil, erkeklerin de erkekler tarafından ezildiğinden söz edildi. 40 41 3. Salon: İB 301 Çalıştaylar Raporu Birinci Oturum Birinci çalıştay katılımcıların kendilerini tanıtmasıyla başlamış ve etkinlikten beklentilerin konuşulmasıyla devam etmiştir. Öncelikle panellerde dikkat çeken veya eksik kalan konulara değinilmiştir. Tartışma Avrupa Birliği değerlerinin gerçekten var olup olmaması, eğer yoksa, bu değerlerin yalnızca evrensel normların içselleştirilmesi sonucu ortaya çıkması konusuyla başlamıştır. Avrupa Birliği birtakım ortak değerlerle ortaya çıksa da, birliğe sonradan eklenen veya birlik dışı ülkelerde bu değerlerin yayılmasında sıkıntı olduğu görüşüne varılmıştır. Aynı zamanda, Avrupa'ya ve özellikle Baltık ülkelerine karşı gelişmişlik algısı olsa da bu ülkelerde de kadına şiddet oranının fazla olmasına ve İsveç'te doktorların erkek hastalara daha çok güvenmesi örneğine değinilmiştir. Liberal teori ve bunun getirdiği kendi kendine yeterlilik bağlamında kapitalist toplumda kadına atfedilen roller konuşulmuştur. Burada çocukların bakıcı problemini çözemeyen ve yaşlılık politikaları uygulamayan devletin erkeklerin çıkarına göre yönlendirilen kadın rollerini pekiştirdiği söylenmiştir. İnsanın doğası gereği kendi kendine yetebilen bir varlık olmadığı ve toplumda yaşamaya ihtiyacı olduğu vurgulanarak bakım politikaları konusunda kadına destek çıkılması gerektiği kararına varılmıştır. Bir katılımcının kapitalist toplum düzeninin Sanayi Devrimi ile başladığına ve o zaman da kadın ve erkeğin eşit koşullarda çalışmadığına değinmesiyle belli hareketlerin o dönemde başlamış olması gerektiğini savunmuştur. Başka bir katılımcı ise aynı dönemde bir şirketin çocuk işçilere eğitim verme politikası olduğunu ve sistemi tamamen değiştirmese de bir şeylerin denendiğini vurgulamıştır. Günümüzde de kalifiye olmayan kadınların Çin'de hala çok düşük ücretlerle çalıştırıldığına değinilmiştir. Moderatörün yönlendirmesiyle konu kadın ve kürtaj, eril yurttaşlık, doğum kontrolü gibi meselelere gelmiş ve panelde söylenen "Kadınların kurtuluşu karınlarından başlayacak." sözü yinelenmiştir. Kadın cinayetlerinin gerçekten arttığı mı yoksa medyada daha fazla mı yer aldığı konusu açılmıştır ve katılımcılardan tek tek görüş alınmıştır. AKP iktidarı döneminde kadına karşı şiddetin arttığı, iktidarın kürtaj ve doğum kontrol yöntemlerine bunların kadınları özgürleştirdiği ve sömürü sistemine engel çıkaracağı için karşı çıktığı vurgulanmıştır. Kürtaj yasağının psikolojik baskı olduğu ve toplum genelinde yer alan kadına eninde sonunda evlilik ve çocuk bakımı görevlerini atfeden geleneksel bakış açısına değinilmiştir. Bir katılımcı kürtaj hakkının toplumun genelinde kabul görmesinin zor olduğuna ve daha çok diyalog kurularak egemen söylemlerin değiştirilmesi gerektiğine vurgu yapmıştır. Bir başka katılımcı da bu fikre destek olarak zihniyetin değiştirilmesi gerektiğini söylemiş ve kızını okutmayıp bayan doktor isteyen erkekleri örnek vermiştir. Çalıştaydaki tek erkek katılımcı aktivizme vurgu yapmış kadınların kendini ifade edecek farklı kanallar ve hak arayacak ortam bulması 42 gerektiğini, erkeklerin destek olacağını fakat asıl mücadeleyi kadınların yapması gerektiğini belirtmiştir. Son olarak, doğum kontrol ve kürtajın kadının kendi bedeni üzerinde söz sahibi olduğu iki alan olduğu ve bu hakların verilmiş değil kazanılmış olduğunu vurgulanmış; bu yüzden kadınların umutlu olması ve örgütlü biçimde hareket etmesi önerilmiştir. Moderatör kadın hâkim ve savcıların azlığına, hukuksal boyutta kadının temsil edilemeyişi konusuna giriş yapmıştır. Bu sınavlarda genelde kadına hâkimlik erkeğe savcılık verildiği söylenmiş ve pozitif ayrımcılığın çözüm olabileceği önerilmiştir. Bir katılımcı bireysel olarak davalara ve protestolara katılmanın, sesimizi yükseltmenin gerekliliğini belirtmiştir. Burada Türkiye'de feminist hareketlere değinilmiştir. Bu hareketlerin muhafazakâr kesimden çıkmasına ve başörtüsünün kadınları giysi konusunda özgürleştirmesine vurgu yapılmıştır. Türkiye'de modernleşme sürecinin de kadın bedeni üzerinden gittiği ve kadınların fikri alınmadığı görüşü ortaya atılmış ve Kemalist Cumhuriyet kadını örneği verilmiştir. Moderatör dinin dinamik veya dogmatik olması konusunu ortaya atmıştır. Bir katılımcı dinin dogmatik olmasını sağlayan temel taşlarının olduğunu fakat çağdan çağa atlarken çağın dinamizmine sığdırıldığını savunmuş ve hak arama meselesinin türban üzerinden gitmemesi gerektiğine vurgu yapmıştır. Başka bir katılımcı ise muhafazakâr feminist hareketlerin dikkate alınması gerektiğini söylemiş ve kadınların kişisel deneyimlerinin çok farklı ve önemli olduğuna değinerek İngiltere ve İran'daki kadınların sorunları farklıysa ülkemizin batısı ve doğusundaki kadınların da farklı sorunlar yaşadığını belirtmiştir. Son olarak izlenilen "Gündelikçiler" filminde değinilen kadının içselleştirme durumundan söz açılmıştır. İçselleştirmenin devlet eliyle desteklendiği ve zihniyetin birden bire değişmeyeceği savunulmuştur. Kadınların kanun yapma sürecine dâhil olması gerektiği vurgulanmıştır. İkinci Oturum Moderatör ikinci çalıştayı, panelde konuşulan hukuk sisteminin kapsamı, kadının dâhil olup olamaması ve kadının hukukun öznesi olma konusu ile başlatmıştır. Çok eski yıllarda yapılmış olan cadı avı ve günümüze daha yakın olan geyşalık ve harem kavramları üzerinde durulmuştur. Bir katılımcı geyşalık eğitimini hareme benzetmiş ve hareme girmenin o dönemde kurtuluş gibi görüldüğünü söylemiştir. Bir katılımcı da cadı avının din kurallarının hâkim olduğu 1500'lü yıllar değil de daha öncesinde de olabileceğine dikkat çekmiş; cevap olarak bir başka katılımcı 1500'lü yıllarla birlikte şehirleşme ve sanayileşmenin başlamasıyla kadınların daha çok göze batması ve tehdit olarak görülmeye başlanması noktasına değinmiştir. Ortaya atılan başka bir fikir de globalleşmeyle birlikte erkeklerin de kendilerine bir sosyal ortam bulması ve bu sosyalleşmenin yardımıyla kadının bildiği birçok şeyi ürün haline getirebilmeleri olmuştur. Bir katılımcı kilisenin cadı avı adı altında kadınlara kıymasını garip bulduğunu söyleyince başka bir katılımcı İncil'de kadının zaten günahkâr, baştan çıkarıcı olarak görüldüğünü vurgulamıştır. Buradan konu kadının cinselliğine gelmiş ve kadının tek görevinin erkeği memnun etmek gibi görülmesi eleştirilmiştir. Kadın seks işçileri sorununa da gönderme yapılmış ve medeni kanunda seks işçilerinin yalnızca "kadın" olması eleştirilmiştir. 43 Sonrasında moderatör Kemalist rejim, Fransız Devrimi ve Kobane'yi örnek vererek sosyal hareketlerde kadın ve erkeğin rolü konusuna girmiştir. Panelde söylenen kadın konusunun "gerici ve solcu ideolojinin birleştiği yer" olması ve ideolojivb ne olursa olsun zihindeki ataerkil yapının değişmemesi tekrar vurgulanmıştır. Bir katılımcı kadın liderlerin azlığına ve Tansu Çiller ve Angela Merkel gibi örnekler üzerinden lider olanların da fazla dişi gözükmemesine dikkat çekmiştir. Başka bir katılımcı da erkek liderlerin bile erkek gibi erkek olmasının istendiğine vurgu yapmış ve Recep Tayyip Erdoğan'a atfedilen "uzun adam" sözünü örnek göstererek bunun ataerkil kültürün talebi olduğunu söylemiştir. Konu pozitif ayrımcılığa gelince fikir ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Bir katılımcı Amerika'da kadınlara ve siyahîlere uygulanan pozitif ayrımcılığı örnek vermiş, uygulamada başarılmış şeyler olsa da fikrin rahatsız edici olduğunu savunmuştur. Başka bir katılımcı da kadınların istihdamının arttırılması için pozitif ayrımcılığın bir aşamada kullanılması gerektiğini vurgulamıştır. Nihayetinde tüm istihdamın erkeklere verilmemesi ve devletin zihniyetinin değişmesi gerektiğinde karar kılınmıştır. Buradan kadının sürekli vurgulanan anne rolüne değinilmiş ve kadına bu rolün doğuştan verildiği ve kadına sormaya bile gerek duymadan beklentinin bu olduğu vurgulanmıştır. Burada moderatör evrimsel psikolojiye değinmiş ve erkeğin kadından üretkenliğinin yüksek olmasını beklerken, kadının da erkekten koruma beklediğinin altını çizmiştir. Bir katılımcı erkekler için de doğuştan roller oluşturulduğunu ve bu algının çocukluktan inşa edildiğini söylemiştir. Kadının önce iffetli-iffetsiz, namuslunamussuz olarak sınıflandırılıp, anne olunca da yalnızca çocuklarıyla var edilen ve birden "kutsal" olarak görülen bireyler olduğu vurgulanmıştır. Toplumda yaratılan kadın ve erkek kimliklerine değinilmiş ve "Kadın narindir, zayıftır; erkek güçlüdür." algısının sosyolojik olarak yaratıldığı vurgulanmıştır. Son olarak moderatörün katılımcılara "Size atfedilen sosyal kimliklerle bir sorununuz oldu mu?" sorusunu sormasıyla katılımcılar bazı deneyimlerini paylaşmıştır. Erkek katılımcılar "Erkek adam korkmaz." algısıyla problem yaşadıklarını söylemiştir. Kadın katılımcılardan biri toplumsal rollere değinmiş, "Ben elektronik eşya tamir edebiliyorsam erkekler de illa ki evi toparlayabilir." demiştir. Bir başka kadın katılımcı baskıyı toplumdan hissettiğini belirtmiş, kadının birden çok biriyle birlikte olması hoş karşılanmazken erkekler için bunun olağan bir şey olmasına vurgu yapılmıştır. Sonuçta aile yaşamında oluşacak bilinçlenmeyle kadın işi-erkek işi ayrımının yıkılması gerektiğinde karar kılınmıştır. Üçüncü Oturum Üçüncü çalıştay panelde üzerinde durulan cinsel taciz kavramı ve buna karşı eski yıllarda başlatılan mor iğne kampanyası konusuyla başlamıştır. Eskiden gündemde dayak varken, şimdi dayağın yerini cinayetlerin alması kötü olsa da bunun bir patlama noktası ve iyiye geçişte bir aşama olabileceği söylenmiştir. Moderatör katılımcılara sosyal devlet, sivil toplum kuruluşlarının varlığı ve fonlanması hakkında ne düşündüklerini sorunca görüş ayrılıkları çıkmıştır. Katılımcılardan biri sivil toplum kuruluşlarının toplum ve devlet arasında tampon bölge olduğunu, devlete bağlı 44 olurlarsa bağımsızlık ve tarafsızlıklarının zedeleneceğini bu yüzden devletten fon almamaları gerektiğini savunurken; başka bir katılımcı da bu düzende kuruluşların pragmatik olması gerektiğini ve devletle iletişim kurmak zorunda olduğunu vurgulamıştır. Bu kuruluşların maddi destekte bulunabilecek başka kurumlardan yardım alabileceği ve kamuya mal olmuş kişilerin desteğini alabileceği görüşü de ortaya atılmıştır. Moderatör basın, masallar, dizi ve filmler yoluyla kadın-erkek rollerinin çok küçük yaşlardan beri bireylere dayatılması konusuna giriş yapmıştır. Kadının süs figürü ve çekici bir nesne olarak gösterilmesiyle özne değil nesne haline geldiği söylenmiştir. Medyanın oluşturduğu tek tip ideal kadın ve güzellik algısına gönderme yapılıp kadının her dönemde ona benzemeye çalıştığı ve bunun kadınların kendileriyle barışıp kendilerini keşfetmelerini sekteye uğrattığı üzerinde durulmuştur. Geleneksel masallarda korumacı figürün erkek olması örneği üzerinden de erkeklere atfedilen roller ortaya konmuştur. Bir kadın katılımcı erkeklerin en azından bir kaçış noktası olduğunu çünkü sistemi ellerinde tuttuklarını öne sürse de erkek katılımcılar ona katılmamıştır. Toplumun erkeğe yüklediği para kazanıp aileye bakma yükümlülüğünden kaçamadıklarını söylemişlerdir. Sonrasında kadın forumları, kadınlar kulübü gibi oluşumlar aracılığıyla kadınların birbirlerine nasıl daha iyi kadın olunacağı konusunda öğütler vermesi konusuna değinilerek, Osmanlı'da “Nasıl daha iyi kadın olunur?” konusuyla çıkan kadın dergileri örnek verilmiştir. "Erkekleri yetiştiren kadınlardır." söylemiyle de aslında toplumun dayattığı bu rolün bile kadın üzerine yıkıldığı vurgulanmıştır. "Yeterince kadınlık" kavramı olduğu gibi "yeterince erkeklik" kavramı olduğu ve erkeklerin de çoğu yerde erkekliklerini ispat etmek zorunda bırakıldıkları konuşulmuştur. Sonuç olarak hem kadınların hem de erkeklerin toplum tarafından dayatılan rollerden ve oluşturulan kadın-erkek algısından rahatsız oldukları görülmüştür. 45 4. Salon: İB 312 Çalıştay Raporu Birinci Oturum Katılımcıların kendilerini tanıtmaları ve çalıştaydan beklentilerini belirtmeleriyle başlayan birinci çalıştayda, toplum ve birey ekseninde kadının yeri ve kadına bakış açısı konularına değinilmiş ve ilgili konula, görsel sunumlarla desteklenmiştir. Birinci çalıştay, konu hakkında fikir vermek ve çalıştay verimini artırmak amacıyla, “Opressed Majority” isimli kısa bir film gösterisi ile başlamıştır. Film boyunca, toplumun kadınlara bakış açısı ve kadınların maruz kaldıkları cinsel ayrımcılıklar/şiddet, bir erkeğin üzerinden anlatılmaktadır. Film, yalnızca konunun önemini ve ciddiyetini özetlemekle kalmamış, aynı zamanda katılımcılara tartışmak üzere pek çok fikir vermiştir. Yaklaşık 10 dakikalık bu kısa filmden sonra, toplumsal şiddette kadının yeri tartışılmıştır. Türkiye’deki resmi verilerin, kadına şiddet konusunda Batı’da, Doğu’ya oranla daha doğru bir şekilde yansıtılması konusuna değinilmiştir. Bunun nedeninin de şiddeti uygulayan kişi/kişilere duyulan korkunun yanı sıra, Doğu’da kadınların, şiddeti içselleştirdiği ve şiddeti “olağan” olarak gördükleri sonucuna varılmış ve izlediğimiz “Gündelikçiler” adlı filmden alıntılar yapılmıştır. Kadınların şiddeti içselleştirmelerinin ve resmi otoritelere bildirmemelerinin sebebi olarak da, kadınların, geleneksel yaklaşımlardan dolayı bilgiye ve eğitime erişimine sıcak gözle bakılmaması, öne sürülmüştür. Daha sonra, katılımcılar, “kürtaj” konusu hakkındaki görüşlerini bildirmişlerdir. Katılımcılar, bu konu hakkında genel olarak ikiye ayrılmışlardır. Katılımcıların bir kısmı kürtajın, kadın hakkı olduğunu savunurken, diğerleri, kadının tek başına karar veremeyeceğini çünkü çocukların sadece kadına ait olmadıklarını savunmuşlardır. Bu noktada, devlet ve devletin toplumsal algı üzerindeki etkisi konusu ortaya atılmıştır. Katılımcılar arasında, devletin insanların korunma ihtiyaçlarının bir sonucu olarak ortaya çıktığı ve devletin, toplumun güvenliğini sağlaması gerektiği görüşü hakim olmuştur. Devletin, kadınların toplumsal hayata verimli bir şekilde katılmaları için kadınlara destek vermesi gerekliliği, toplumu yönlendirme ve toplumsal algı oluşturma konusundaki etkisi göz önüne alındığında, medyanın da kadına şiddet konusunda farkındalığı artırması hakkındaki sorumlulukları gündeme gelmiştir. Birinci çalıştayda son olarak, pozitif ayrımcılık konusuna vurgu yapılmıştır. Kadın ve erkeğin hukuken eşit oldukları ve pozitif ayrımcılığın bu durumda işlevini yitirdiğinden bahsedilmiştir. Bu konuda bir örnek verilerek, kızları okula gönderme kampanyasına aslında hiç ihtiyaç duyulmaması gerektiği ve kadınlara “pozitif ayrımcılık” haklarının bir lütuf gibi verilmemesi, onun yerine kadınlara ve erkeklere eşit haklar verilmesi konusunun altı çizilmiştir. Devlet ve hukukun eril kavramlar olması ve İnsan Hakları Bildirgesi’nde de, tüm insanlığa hitap ederken eril kavramların kullanılması tartışılmıştır. Çalıştayda, son olarak kadınlara hitap ederken “kadın”, “bayan”, “kız” gibi farklı sözcüklerin kullanılması ve bu hitap şekillerinin kadına uygulanan ayrımcılığı arttırması tartışılmıştır. 46 İkinci Oturum İkinci çalıştay, oturum başkanının “Bianet” kaynaklı Türkiye’de 2013 yılında kadınlara uygulanan şiddet verilerinin sunumu ile birlikte başlamıştır. Bu veriler, Türkiye’de kadına şiddetin yaygınlığını göstermesi açısından önemli bulgular içermektedir. Bu verilere göre, şiddete uğrayan kadınlardan yalnızca biri, uğradığı şiddeti otoritelere bildirmektedir. Bu bulgu üzerinden, katılımcılar, kadına uygulanan fiziksel şiddetin yanı sıra onlara uygulanan psikolojik şiddetin etkilerinden bahsetmişlerdir. Bu tartışmalara göre kadınlar, şiddeti otoritelere bildirmenin, onlara daha fazla baskı ve şiddet getireceği korkusuyla beraber, toplumda yaygın olan “Erkektir, yapar.” zihniyetinin bir sonucu olarak, şiddeti içselleştirmektedir. Bu noktada, bir katılımcı “Kadınlar toplumsal farkındalığı artırmak için evlerinin önüne ‘Eşim beni dövmüyor, seni hala dövüyor mu?’ pankartı assın.” teklifinde bulunmuştur, fakat bu öneri; bu uygulamanın, erkeğin şiddet uygulamasını meşrulaştırıp, kadını suçlayacağı gerekçesiyle diğer katılımcılar tarafından olumsuz karşılanmıştır. Fakat kadınların, izlediğimiz “Gündelikçiler” filminde olduğu gibi uygulanan fiziksel ve psikolojik şiddet konusunda farkındalığı artırabilecek ve şiddete uğrayan kadınların birbirlerine destek olabilecekleri bir topluluk oluşturmalarının gerekliliği, katılımcılarca ortak bir görüş olarak benimsenmiştir. Bu görüşün ardından, kadınların toplumsal hayattaki rolünün öneminden ve kadınların toplumsal farkındalığı artırmak ve seslerini duyurmak amacıyla oluşturdukları ve yer aldıkları kuruluşlardan, örgüt veya protestolardan bahsedilmiştir. Bir katılımcı, Gerze’de yakın zamana kadar yapılması planlanan termik santral projesinin iptal edilmesinin, doğaya ve kadınların istihdamına zarar vereceği düşüncesiyle ilçedeki kadınların santral projesini protesto etmelerinin başarısı olduğunu söyleyerek, kadınların birlik olmalarının önemini ve gerekliliğini vurgulamıştır. Çalıştayda tartışılan önemli konulardan bir başkası ise, tarih boyunca kadınların sürekli bir obje olarak kullanılması olmuştur. Gerek bireysel, gerek toplumların kaderini değiştiren, Fransız Devrimi gibi, olaylarda kadınların kullanılması/ öne sürülmesi ve kadınların söz hakkına sahip olmadan, kendi istekleri dışında kullanılmaları katılımcılar tarafından eleştirilmiştir. Kadınların, yıllarca fiziksel şiddetin ve psikolojik baskının yanı sıra siyasi ve hukuksal alanda da arka plana itilmesi, birçok ülkede kadınların siyasal haklara ancak modern zamanlarda sahip olabilmesi tartışılmış ve kadınların tarihsel süreç boyunca siyasi ve hukuksal alanda bastırıldıkları vurgulanmıştır. Bu konunun tartışılmasında ise, panellerdeki konuşmalardan yararlanılmış, Orta Çağ’da görülen cadı avlarının ve kadınların bilgiye ulaşımının, bilinçlenmelerinin engellenmesinin üzerinde durulmuştur. Son olarak, bir katılımcı, “Cinderella/Külkedisi” masalını örnek göstererek, Külkedisi’nin saat 12’den önce evde olmak zorunda olması gibi kadınlara yüklenen rol ve sorumlulukların küçük yaşlardan itibaren çocuklara empoze edildiğini savunmuştur. Bu örnek, katılımcılar arasında görüş ayrılıklarına yol açsa da kadınlardan bilginin çalınmasının ve kadınların bilinçlenmelerinin engellenmesinin günümüzde de devam etmekte olduğu ve dünyanın birçok ülkesinde hala cinsiyetçi bir eğitim politikası benimsenerek, toplum algısının değiştirilmeye çalışılması, katılımcıların ortak görüşü olmuştur. 47 Üçüncü Oturum Üçüncü çalıştay, başta 4. panel olmak üzere, katıldığımız tüm panellerin üstünden geçilmesiyle başlamıştır. 4. panel ağırlıklı olarak kadın ve aktivizm konularını içerdiğinden katılımcılar, kadınların aktif olarak toplumsal hayata, siyasete ve toplumsal çatışmalara katılımları üzerine görüş bildirmişler, kadınların toplumsal çatışma ve direnişlerde üstlendikleri rolleri tartışmışlardır. Bir katılımcı, bu doğrultuda güncel olarak Rojava’da yaşanan Kürt direnişi örneğini vermiş ve kadınların bu direnişte çok büyük rol oynadıklarını belirtmiştir. Bu örnek üzerine katılımcılar tarafından feminist örgütlenmeler ile sosyalist örgütlenmelerin amaç ve doğrultuları karşılaştırılmış ve bir katılımcı, bahsi geçen örgütlenmelerin birlikte hareket etmelerinin gerekliliğini vurgulamıştır. Çalıştayda, kadınların örgütlenmesi, feminist topluluklarının kurulması gibi konuların da altı çizilmiştir. Katılımcılar arasında yaygın olan görüş; feminist toplulukların kendilerini ifade etmek amaçlı eylemlerde bulunmaları, toplumsal farkındalığı önemli ölçüde artırması olmuştur. Katılımcılar, özellikle modern zamanlarda feminist toplulukların sayısında artış görülmesini, eğitim politikalarının değişmesiyle kadınların bilinçlenmeleri ve birçok modern toplumda ataerkil zihniyetin yerini toplumsal eşitliğe bırakmasıyla bağdaştırmışlardır. Kadınların bilinçlendirilmesi ve kadın haklarının korunmasıyla ilgili sivil toplum kuruluşları da bu doğrultuda yürüyüşler düzenlemekte ve şiddete uğrayan kadınların sesi olmaya çalışmaktadırlar. Katılımcılara göre, bahsi geçen sivil toplum kuruluşları, devletin toplumsal eşitlik alanında yetersiz kaldığı durumlarda önemli bir role sahip olsa da, aslen devletin sosyal eşitliği politika haline getirmesi gerekmektedir. Katılımcılar, bu noktada devletlerin eşitliği baz almayan, cinsiyetçi politikalarının bu toplumlarda yaygın olan ataerkil zihniyetin bir sonucu olduğunu vurgulasalar da çoğu katılımcı, toplumun benimsediği fikirlerin durağan olmadığı, sürekli bir değişim ve gelişim içerisinde olduğu ve modern zamanlarda pek çok toplumun, toplumsal ve cinsi eşitliği özümsediği sonucuna varmışlardır. Çalıştayda, son olarak dünyada hızla yayılan ve özellikle genç nüfusu etki altına alan popkültürün ve bu kültürün ögelerinin kadınlara ve feminizme bakış açısı tartışılmıştır. Bazı katılımcılar, dünya çapında bilinen ve pek çok hayranı olan Beyonce’ın feminist olduğunu açıklaması, fakat başta Amerikan medyası olmak üzere dünya medyasının Beyonce’u bir teşhir malzemesi olarak kullanması arasındaki çelişkilerin altını çizmişlerdir. Fakat katılımcıların çoğu, Beyonce’u ve kadınların sesi olmaya çalışan diğer ünlü sanatçıları, toplumsal farkındalığı artırdıkları gerekçesiyle takdir ettiklerini belirtmişlerdir. Katılımcılar, en son kadın ünlüler (modeller, oyuncular vs.) bakış açısıyla erkek ünlülere bakış açısının aynı olmamasının altını çizmişlerdir. Katılımcılara göre, kadın ünlüler çoğunlukla bir teşhir malzemesi olarak görülüp toplum tarafından eleştirilirken, erkek ünlüler için benzer eleştirilere çok daha nadir rastlanmaktadır. 48 49 ANKET SONUÇLARI 51 1. Giriş 11. Boğaziçi Buluşması kapsamında katılımcılara uygulanan, aynı soruların yöneltildiği anketten elde edilen veriler “Kadın Perspektifleri: Beden, Şiddet ve Aktivizm” konusunda katılımcıların genel görüşleri hakkında bilgi vermekte, aynı zamanda aralarında gözlenen çeşitliliğin boyutlarını inceleme fırsatı sunmaktadır. Şunu belirtmek gerekir ki, bu noktada yapılan gözlem ve çıkarımların temsil niteliği yoktur. Ayrıca, anket sonuçlarının değerlendirilmesinin, çalıştaylar boyunca üretilen bilgilerin ve ortaya konan görüşlerin niceliksel bir tasviriyle sınırlı kalma olasılığı vardır. Bu nedenlerle, sonuçları değerlendirirken, konuşmaların ve çalıştay gruplarından elde edilen bilgilerin kapsamı ve zenginliği göz önünde bulundurulmalıdır. 11. Boğaziçi Buluşması‟nın somutlaştırıldığı bu çalışmada anket sonuçlarının ilan edilmesi gerekliliğinden hareketle, bazı anket sonuçları yorumsuz olarak çalışma içerisine dahil edilmiştir. Kanımızca çarpıcı sonuçların yer aldığı anket çalışması hem Türkiye‟nin geleceğini yönlendirmeyi hedef edinen katılımcılarımızın profili hakkında geniş bilgiler vermekte hem de 11. Boğaziçi Buluşması panel ve çalıştaylarının gerekliliği hakkında fikirler sunmaktadır. 52 53 2. Grafikler 1) Kadın çalışmaları ve sosyolojisi, feminist söylem ve patriyarşi hakkında kendinizi ne kadar bilgili hissediyorsunuz? 45% 40% 35% 30% 25% Konferans Başında 20% Konferans Sonunda 15% 10% 5% 0% Çok Bilgiliyim Orta Derec Az Bilgiliyim Bilgim Yok Bilgiliyim 2) Aşağıda kadınlar hakkında gündelik görüşler bulunmaktadır. Bu görüşlere ne ölçüde katıldığınızı belirtir misiniz? A- Kadınlar hayatın her alanında şiddete maruz kalmaktadır. 100% 90% 80% 70% 60% 50% 40% 30% 20% 10% 0% Konferans Başında Konferans Sonunda 54 B- Kadınların en önemli rolü anne olmaktır. 70% 60% 50% 40% 30% 20% Konferans Başında 10% Konferans Sonunda 0% C- Kadınların korunmaya ihtiyacı yoktur. 45% 40% 35% 30% 25% 20% 15% 10% 5% 0% Konferans Başında Konferans Sonunda 55 D- Kadın olmak, diğer kimlik değerlerinden (etnisite, din, dil vb.) daha üstün gelmektedir. 40% 35% 30% 25% 20% 15% 10% 5% 0% Konferans Başında Konferans Sonunda E- Kadınlara pragmatik nedenlerle devletler ve toplumlar tarafından önem verilmektedir. 45% 40% 35% 30% 25% 20% 15% 10% 5% 0% Konferans Başında Konferans Sonunda 56 F- Türkiye’de kadınlar, erkeklerle eşit haklara sahip değildir. 100% 90% 80% 70% 60% 50% 40% 30% 20% 10% 0% Konferans Başında Konferans Sonunda G- Sorunların temelinde yatan sebep kadınların ekonomik özgürlüklerine kavuşamamış olmalarıdır. 70% 60% 50% 40% 30% 20% Konferans Başında 10% Konferans Sonunda 0% 57 H- Erkekler kadınlardan daha rahat bir hayata sahiptir. 70% 60% 50% 40% 30% 20% Konferans Başında 10% Konferans Sonunda 0% I- İnsanlarla ilişkilerimde karşımdakinin cinsel kimliği, dini ve etnik kimliğinden daha önce gelir. 70% 60% 50% 40% 30% 20% Konferans Başında 10% Konferans Sonunda 0% 58 J- Kendimi feminist olarak tanımlayabilirim. 60% 50% 40% 30% 20% Konferans Başında 10% Konferans Sonunda 0% K- Kadınlık ver erkeklik doğası farklıdır. 40% 35% 30% 25% 20% 15% 10% 5% 0% Konferans Başında Konferans Sonunda 59 L- Türkiye’de kadınlara diğer ülkelere kıyasla daha yüksek değer verildiğini düşünüyorum. 90% 80% 70% 60% 50% 40% 30% 20% 10% 0% Konferans Başında Konferans Sonunda M- Kadınlar modernleşirse toplumun tamamı modernleşir. 50% 45% 40% 35% 30% 25% 20% 15% 10% 5% 0% Konferans Başında Konferans Sonunda 60 N- Kadınlar geleneksel değerlerimizin korunması açısından çok önemlidir. 45% 40% 35% 30% 25% 20% 15% 10% 5% 0% Konferans Başında Konferans Sonunda O- Patriarşinin yıkılması an meselesidir. 60% 50% 40% 30% 20% Konferans Başında 10% Konferans Sonunda 0% 61 P- Kadınlar toplumda mücadele ettikçe var olurlar. 100% 90% 80% 70% 60% 50% 40% 30% 20% 10% 0% Konferans Başında Konferans Sonunda Q- Erkekler, kadınlar üzerinde baskı kurmayı annelerinden öğrenmişlerdir. 45% 40% 35% 30% 25% 20% 15% 10% 5% 0% Konferans Başında Konferans Sonunda 62 R- Birçok sorun gibi kadına şiddet sorunu da eğitimle çözülmelidir. 50% 45% 40% 35% 30% 25% 20% 15% 10% 5% 0% Konferans Başında Konferans Sonunda S- Kadınların ılımlı mücadeleleri işe yaramamaktadır. 45% 40% 35% 30% 25% 20% 15% 10% 5% 0% Konferans Başında Konferans Sonunda 63 T- Türkiye’de kadınlar öğrenilmiş çaresizlik içerisindedir. 60% 50% 40% 30% 20% Konferans Başında 10% Konferans Sonunda 0% U- Kadınlık ver erkeklik aile değerleri üzerinden tartışılmalıdır. 45% 40% 35% 30% 25% 20% 15% 10% 5% 0% Konferans Başında Konferans Sonunda 64 V- Türkiye’de kadına yönelik şiddetin şu an yürütülen politiklarla durdurulabileceğini düşünmüyorum. 90% 80% 70% 60% 50% 40% 30% 20% 10% 0% Konferans Başında Konferans Sonunda 3) Kadın çalışmaları ve sosyolojisi, feminist söylem ve patriyarşi hakkında bilgi ve görüşlerinizi en çok hangi kaynak etkiliyor? 60% 50% 40% 30% Katılımcı Yüzdesi 20% 10% 0% Çevre Okul Sanat Medya Yapıtları Aile 65 Akademi FOTOĞRAFLAR 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 Bu raporun hazırlanmasında emeği geçen: Özlem Tunçel, Erdem Selvin, Gizem Gönay, Ali İhsan Akbaş, Merve Tekgürler, Melike Bilgin, Özgür Togay, Batuhan Kava, Cansu Yardımcı, Selin Günbal, İdil Erdoğan, Ve Ezgi Türker’e Teşekkür ederiz. 78