hala aramaya devam edilen evren maddesi: esir

advertisement
Sorularlarisale.com
HALA ARAMAYA DEVAM EDİLEN EVREN MADDESİ: ESİR
İnsanoğlu varolduğundan bu yana içinde yaşadığı evrenin kusursuz işleyişi ve harika
düzeni karşısında meraklı gözlerle etrafını seyreder ve çevresinde olup bitenleri
anlamaya çalışır. Hele başını şöyle bir kaldırdığında, gündüzleri gökyüzünün o
büyüleyici maviliği, geceleri karanlığı aydınlatan gökteki esrarengiz cisimlerin o
güzelim duruşları karşısında kendinden geçer.. İlk insanlar gökyüzünü hayretle
seyrederken düşünmeye başlamıştı. Gündüzleri gökyüzündeki maviliği, karanlık
maviliğe hakim geldiğinde etrafı aydınlatan o şeyler de neyin nesiydi? Peki ya onlar
nasıl oluyor da boşlukta tepemize düşmeden kalabiliyorlar? Yoksa yukarılarda
boşluğu dolduran onları tutan bir şeyler mi vardı?
Tarih boyunca insanoğlu bilgisini sürekli artırdı ve arttırmaktır. Özellikle bilimsel
yöntemin oluşturulmasında, ortaçağda İslam bilimcilerinin çalışmalarının büyük
katkısı oldu. Oradaki gelişmelerin batıya aktarılmasıyla özellikle Galileo ve
Newton'un tabiattaki harika ahengin belirli kanunlara formüllere dayandığının
belirlenmesi ve bunlar üzerine yapılan yorumlar bilim tarihinin dönüm noktalarından
birisi oldu. Bu arada bilimsel bilgiye giden yolun temel taşları belirlenmiş oldu. Bilim
adamları deney ve gözlemler ışığında akıl yürütüyor ve evrenin sırlarını çözmeye
başlıyordu..
Madde ve Esir
Evren sırları bir bir çözülüyor, ama kainatta madde ile boşluk arasında bulunması
gereken bir özün eksikliği kendini belli ediyordu. Gerçekten de maddeler dünyası
olarak bildiğimiz kainat içinde uzay boşluğunun tam bir boşluktan ibaret olabileceği
pek akla yatkın bir düşünce değildi.
“Genel çekim”, “elektrik” ve “manyetizma” gibi kuvvetlerin bulunmasından sonra
uzayın iki farklı noktasında bulunan iki cisim arasında cereyan eden etkileşimlerin
nasıl taşındığı veya iletildiği sorusu gündemi sürekli meşgul etti. Genel çekim
kanununu keşfeden Newton, arada hiçbir bağlantı olmadan boşluktaki iki uzak
cismin birbirlerine kuvvet uygulayabileceği düşüncesinin aklî melekeleri sağlam hiç
kimse tarafından kabul edilemeyeceğini söylüyordu. İki kütle arasındaki çekim
muammasını çözümü hayatı boyunca uğraştığı temel problemlerden birisiydi
Nevton’un. Bu maksatla tüm uzayı dolduran esir parçacıklarının rol oynadığı
mekanik bir model kurmaya çalıştı. Ancak bu parçacıkların maddeyle nasıl etkileştiği
ve nasıl bir yapıya sahip olduğunu anlamak mümkün olmuyordu. Boş uzay boş
olmayıp çekim kuvvetinin iletilebildiği, elektrik kuvvetleri taşınabildiği bir şey vardı.
Bu şeyin ne olduğuna gelince, onun durgun, saydam, gaz halinde bir madde, yani
her yere nufuz edebilen esir maddesiydi.
“Mutlak referans çerçevesi “dediği bir problem üzerinde kafa yormuştu Nevton.
Eğer evrende tek hareketsiz madde olarak düşünülen esirin varlığı ispatlanabilseydi,
page 1 / 7
bilimciler sonunda Newtonun aramış olduğu sabit referans çerçevesine
kavuşacaklardı. Nasıl bir deneyle ispatlanabilirdi esir?
Michelson – Morley Deneyi
Esirin varlığını belirlemek için deney macerasını Abraham Michelson üstlenmişti..
Michelson, deniz subaylığından ayrılmış genç bir fizikçiydi, fen dalında Nobel alan ilk
Amerikalıydı o. 1880 yıllarında araştırmaya tek başına koyuldu. 1887’de
çalışmalarına bir kimya profesörü olan Edward Williams Morley de iştirak etti.
Görünmez hava içinde planörde bulunan bir pilot açık bir kabin içinde olsaydı,
şüphesiz havayı yüzünde hissedecekti. Veya uçağa bir flama takılabilir, hava akımı
dolayısıyla onun çırpınışı gözlenebilirdi. 19. uncu yüzyıl fizikçileri durgun esir içinde
hareket eden dünyanın içinde hareket ettiği düşünülen esir akımını veya rüzgarını
harekete geçirerek benzer bir etki oluşturduğuna inanıyorlardı.
İki bilim adamına göre uzayı dolduran esir hareketsizdi. Dünyamız evreni kaplayan
esir içinde sanki su dolu bir kavanozdaki bir bilyeye benziyordu. Nasıl bilyemizi
hareket ettirdiğimizde suda bir dalgalanma vuku buluyorsa, gök cisimlerinin
hareketlerinden dolayı esirde dalgalanmalar vaki olacaktı. Bu dalgalanmalar
yüzünden ışığın hızında değişmeler meydana gelecekti. Denizde giden bir su
motorunda iken elimizi denize daldırdığımızda bir akıntı ve direnç hissederiz. Öyle
de Güneş etrafındaki yörüngesinde ilerleyen dünyamız da hareketsiz esirde bir
akıma sebep olacaktır. Bu akım ise dünyanın hareket yönünde gönderilen ışığı
geciktirme şeklinde olacaktır.. Bu gecikmeyi belirleyebilirsek esirin varlığını da
tecrübi olarak ispatlamış olacaktık.
Madem ki ışık dalgalarla hareket ediyordu, yapışık tek bir ışın bitiş çizgisine farklı
fazlarda varacaklardı. Michelson, her ışık dalgasının frekansları arasındaki farkı
ölçebilen ve kendi icadı olan bir aygıtı kullanarak ışık ışınlarının gidiş –geliş
zamanları arasındaki herhangi bir değişmeyi saptayabileceğini ummuştu.
Deney yapıldı. Interferometre adlı bir aygıtla gerçekleştirilen deneyde ışık
kaynağından çıkan ışınlar, 45 derecelik açıyla duran yarı gümüşlenmiş ayna
tarafından ikiye ayrıldı Bu iki ışından biri dünyanın hareketi yönünde, diğeri bu
doğrultuya dik bir yönde ilerledi. Dünyamız güneş etrafında ortalama 30 km/s hızla
yol aldığı için dünyanın hareket yönünde gönderilen ışığın hızı 299.970 km/s olarak
ölçülmesi gerekiyordu. Sonuçta iki ışık ışınlarının hızları arasında çok az bile olsa bir
fark görülmedi. Yani deney sonunda beklenenler gözlenmedi. Deney tekrarlanıyor,
günün değişik saatlerinde, yılın farklı mevsimlerinde tekrarlanıyordu. Sonuç
değişmiyor, ışık hızında en ufak bir sapma gözlenemiyordu.
Deneyin sonucuna göre, eğer esir vardıysa, ya dünya hareket etmiyordu ya da esir
dünya ile birlikte aynı hareketi yapıyordu. Dünyanın hareketinden şüphe
edilemeyeceğine göre, esirin, belirli bir gezegenin hareketini izlediğine inanmak da
pek tatminkar görülmüyordu. Michelson –Morley deneyi, bu sonuçlar yüzünden
page 2 / 7
başarısızlığa uğrayan en meşhur deney olarak bilinir oldu. Michelson başarısızlığı
kabul etmiyor, sadece bir yerde, her nasılsa , bir şeyin eksik kaldığını düşünüyordu.
1931’de ölümüne değin iki yıl daha aynı konuda çalışmaya devam etti.
Michelson -Morley deneyinin beklenmeyen sonucu bilim adamlarını harekete geçirdi.
Lorentz ve Fitzgerald, hareketli cisimlerin hızlarıyla doğru orantılı bir şekilde
boylarının kısaldığını matematiksel olarak gösterdiler. Buna göre interferometre
aygıtında dünyanın hareket yönünde ilerleyen ışığın aldığı yolun da kısalması
gerekir. Bu kısalma hesaba katıldığında ise hızların birbirine eşit çıktığı görüldü.
Böylece esir varolmamaktan kurtuluyordu bir bakıma. Ancak bunu deneysel olarak
ortaya konma zorluğu vardı. Çünkü büzülme, bir sigorta görevi yapar gibi ışık hızının
değişmesine izin vermiyor, sanki evren esirin belirlenmesini istemiyordu.
Bu son gelişmeler karşısında fizikçiler ihtilafa düştüler. Kimileri esirin varlığını
savunurken kimileri de bu esir düşüncesinin terk edilmesi gerektiğini söylüyorlardı.
Ama fiziğin o günkü aldığı seviye ile esir hakkında doğruyu bulmak pek mümkün
gözükmüyordu.
Gözden kaçan noktalar
H. C. Dudley, Science Digest de yayınlanan “Esir: yeniden keşfedilen beşinci
element” başlıklı makalesinde Michelson-Micheal deneyinde göz ardı edilen
noktaları şöyle dile getiriyor: “Michelson, güneşin çevresindeki esir içinde hareket
ederken dünyanın hızını ölçmekle ilgileniyordu. Dünyanın hareketinin karmaşıklığı
düşünülerek, onun deney teşebbüsünün biraz safça olduğu görünüyor. Fakat o
zamanlar sadece bir yönde hareket eden dünyanın, başka bir yönde hareket eden
bir güneş sisteminin sadece bir parçası olduğunu ve güneş sisteminin de bir çok
hareketli galaksinin parçası olduğunu kimse bilmiyordu. Dahası, interferometre
deneyinde, esir rüzgarının kendi aygıtıyla aynı düzlem içinde hareket etmiyor
olabileceği ihtimalini hesaba katmamışı. Esir, pekala devreden aygıta hemen hemen
dik bir bir açısıyla hareket ediyor olabilirdi. Michelson –Morley deneyi, 1900
öncesinin sınırlı klasik mekaniği esas alınarak gerçekleştirilmişti. Michelson
önsezisinde haklıydı: çalışmalarında gözden kaçan bir çok nokta vardı”. Örneğin
bunlardan birisi dünyanın bir değil birkaç tane hareketi aynı anda yapıyor olmasıydı.
Michelson’dan bu yana esir konusunun bazı kesimlerde tekrar rağbet gördüğü
dikkatimizi çekiyor. Florida State Üniversitesi fizik profesörü lan (Nobel ödülü) Dirac
yeni bir esir kavramı önerdi. Dirac, esirin her yanı kaplayan ve gelişigüzel hareket
eden bir elektron denizi olduğunu ifade eder. 1959’ da bir Fransız fizikçisi olan
Victor de Broglie esirin “lepton”lardan (bir sınıf küçük kütleli, atomdan küçük
parçacık) ve olası ki nötrinolardan (hemen hemen kütlesiz ve yüksüz leptonlar)
oluştuğunu söylüyordu.
Karanlık Madde – Kara Enerji
page 3 / 7
1965 lerden önceki astronomi anlayışı büyük ölçüde değişti ve ders kitapları
yeniden yazıldı. 1925’lerde evrenin sadece Samanyolu galaksisinden ibaret olduğu
sanılıyordu. Michelson Morley deneyi dünyanın sadece Güneş etrafındaki hızı esas
alınarak tek hareket yaptığı esas alınarak yapılmıştı. Halbuki teleskopların
büyümesiyle anlaşıldı ki dünya bir değil birkaç hareketi aynı anda yapmaktadır.
Yapılan incelemelere göre dünyanın hızının galaksimiz merkezine göre saatte 220
km dir. Bir önemli bir diğer keşif ise yıldızlar arası boşluğun yıldızların ve
gezegenlerin içerdiği kütleden daha büyük kütleye sahip olduğunun belirlenmesidir.
Kısaca, boş uzay gerçekte, birbirine bağlı manyetik ve elektriksel alanlarla doluydu.
Yıldızların nükleer reaksiyonları ve özellikle süpernova patlamaları açığa çıkan
yüksüz ve çok küçük olan nötrino fışkırmaları ile devamlı besleniyordu.
Evren, gerçekte evrende olmasi gereken maddenin yüzde onudur. Bu evren, yüzde
doksan, ne olduğunu bilmediğimiz, hakkında hiçbir fikrimizin bulunmadığı,
"Karanlik Madde"den oluşmaktadır Bu demektir ki uzay “boş” olmayıp, gözlenen
maddenin 9 katı kadar ağırlıkta görünmeyen kütle ile dolu bulunmaktadır.
Görünmediğinden ve doğrudan belirlenemediğinden karanlık ünvanı verilen “kayıp
kütle” yada “Karanlik Madde" nin ve “kara enerji” nin varlığını gerektiren bir çok
gözlem bulunuyor. Evreni ivmeli olarak genişleten etkinin bu “kara enerji” olduğu
bildiriliyor.
Açığa çıkarılan sırlar evrende hakim olan muazzam gücün varlığını daha belirgin
hale getiriyor. Elbette sayısız gök cisimlerini düzen içerisinde ayakta tutan bir güç
var. Elbette tanımlanabilen belli bir amaca yönelik böyle büyük bir gücün sahipsiz
olduğunu iddia edecek kimse bulunmuyor. Tüm evrene hakim olan bu kuvvet
beraberinde yıldızları ve galaksileri de bir düzen içinde tutuyor, dengeyi sağlamada
“aracı” ve “vasıta” bir madde ve enerji olmalıdır. Adına ister “kara enerji” diyelim
isterse “esir enerjisi” diyelim açık olan şu ki böyle olağanüstü bir kuvvetin kontrolü,
herşeye hakim, sınırsız güce sahip Yüce bir Varlık sayesinde mümkün olabilir.
Elbette ki, bu gücün sahibi dünyayı ve tüm evreni yaratan, gücü sonsuz ve her şeye
içine alan Allah’tan başkası olmayacaktır.
Gözardı Edilen Noktalar
Michelson -Morley deneyinde göz ardı edilen ve hatta aşıra kaçılan noktalar vardır ki
onları da belirtmeden geçemeyeceğim. Bunu itiraf edenlerden birisi de Einstein’dır.
1905 yılında yayınladığı Özel İzafiyet Teorisi ile ilgili makalesinden sonra, esire göre
hareketin ölçülememesinin esirin var olmadığı üzerindeki yorumlarda aşırıya
kaçıldığını belirtir Einstein. Hattâ 1920 yılında Leyden'de yaptığı bir konuşmasında,
esiri kabul etmeden uzay - zamanın yapısının kavramanın mümkün olmayacağını,
ışığın yayılması ve genel çekimin de esir olmadan düşünülemeyeceğine dikkat
çekmişti. Einstein, Michelson Morley deneyinin ve Özel İzafiyet Teorisinin aslında
esirin olmadığını değil, bize esirin hareketinin uzay zamanda izlenemeyeceğini,
dolayısıyla esire göre hareketin tanımlanamayacağını ve esirin, referans
sistemlerinin üstünde bir gerçekliğe sahip olduğunu belirtiyordu. Çünkü eğer uzay
mutlak boşluksa o zaman uzay zaman nasıl ”eğilip bükülebilir” “genişleyip
büzülebilirdi?” Demek uzayın bu özelliklerini ortaya koyan “Genel İzafiyet Teorisi”,
page 4 / 7
boş uzayın (vakum) yokluk olmayıp bir tür nesne olduğunun ispatıydı.
Esir konusundaki kafa karışıklığına dikkat çeken Nobel ödüllü 2004 Frank Wilzcek,
Einstein'ın esiri fizikten silmek şöyle dursun bilakis esiri yüceltip fizikçilerin
araştırma ve çalışmalarında çok mühim bir konuma yükselttiğinden söz eder.
Bugünkü teorik fiziğin büyük bir kısmının, bilhassa Süpersicim Teorisi'nin, adı
konmamış bir şekilde esirin mahiyetinin ve özelliklerinin incelenmesi olduğu
söylenebilir. Eğer öyleyse kadim anlayışa göre beşinci element olan esir maddesi,
diğer elementlerin de anası ve atası ve varlığın asli unsuru olarak yakın gelecekte
kendinden en çok bahsedilen kozmoz maddesi ve gerçeği konumuna çıkabilir.
Esiri Maddesel Dünyada Arayanları Yanılgısı
Esir maddesinin bir sır olarak kalmasının nedeni neydi? Neden esir konusu temizlik
yaparken halının altına atılan toz gibi bir kenarda bırakılmak istendi?
Amerikalı kuantum fizikçisi Arthur Zajonc"Işık ve Şuurun Ortak Tarihi" adlı kitabında
yer alan ifadeleri bir kısım çevrelerce esire karşı sürdürülen mücadelenin iç yüzünü
ortaya koymaktadır aslında: "Maddesel bir esir yoktur. Bu kavram materyalist
düşüncenin sonucu olarak ortaya çıkmıştır." Zojonc’un şu ifadeleri de ilginç: "Eğer
ışığın bir dalga olduğunu söylersek, bir soru akla geliyor : Bu salınımı sağlayan etken
nedir ? Örneğin su dalgalar ve ses dalgaları salınımlar sonucu oluşur. Ses ve su
dalgaları hava ile iletilir. Peki ışık dalgalarının taşınmasını sağlayan ortam şey nedir
? Bana göre bu sorunun cevabı olan ortam, maddesel bir tabiatın içinde değildir.
Neden bazı ortamlarda ışık-dalgası, ışık-parçacıkları gibi davranıyor. Bu soru hâlen
çözümlenememiştir. Işık dalgaları çift yarık deneyinde, birer ışık- dalgaları olarak
davranacaklarını nasıl biliyorlar? Fötonların birbirleri ile nasıl iletişim kurdukları ayrı
bir muamma olmaya devam ediyor. Birbirine zıt doğrultuda iki ışık kaynağını ele
alalım. Bunların birisinden çıkan bir fotonun hareketi, öteki ışık kaynağından çıkan
fotonun hareketini etkiler. Fotonlar ışık ile hareket ettiklerine göre birbirleri
arasındaki iletişimin hızı, ışık hızından büyük olması zorunludur. Ama nasıl
anlaşıyorlar? Bu “telepati” de aracı nedir? Daha ilginç bir olay ise, son çalışmalarda
bazı özel ortamlarda elektromanyetik dalgaların, ışık hızından daha da hızlı
gidebileceğinin anlaşılmasıdır. Eğer bu teorik düşünce, pratiğe uygulanabilirse
fiziğin temel direği olan "İzafiyet Kanunu" büyük bir sarsıntı içinde demektir. Tabi
tüm bunların ortamı esir maddesi ise, esirin ışık hızının da ötesinde bir gerçekliğe
sahip olduğunu gösteren işaretler olmaktadır..
Esir Maddesi ve Bediüzzaman
Bilimin özellikle yeni fiziğin gittikçe madde ötesi unsurları gündemine sokmasıyla ve
türlü türlü ince teknolojiyle bilinmeyenlerin sırları üzerinde yoğun çaba
göstermesiyle, yakın gelecekte esirle ilgili daha açık bir anlayışa ulaşacağımızı
söyleyebiliriz.
Bediüzzaman’ın dikkat çektiği gibi, ruha yakın bir yapıda ve vücudun en zayıf
mertebesi olan “esir”i anlaşılır kılmak kolay bir mesele olmasa gerek. Esir; ışınlarla,
manyetik ve nükleer kuvvetlerle bildiğimiz anlamda fizikî ve kimyevî herhangi bir
etkileşime girmiyorsa, spektroskopik cihazların ölçüm alanının dışında kalıyorsa,
müşahhas ve ayrıntılı neticelere ulaşılamayacaktır. Önümüzde evrenin hâlâ
bilmediğimiz nice kanunları ve çözülmesi gereken sayısız sırrı, keşif bekliyor.
Âlemin sırlarını Kur’ân'ın ışığında keşfeden Bediüzzaman, esir ortamının sadece
varlığın beliriş ortamı ve faaliyet alanı ile sınırlı kalmadığını, onun "nakillik ve infial
page 5 / 7
hassasıyla ve vazifesiyle techiz" edildiğini, ilâhî arşlardan biri olduğu anlatır. Arş ile
alan kavramı arasındaki vazife itibarıyla parelelliğe dikkat edelim lütfen. Su ve
toprak da birer arş olarak yaratılmışlardır. Yani varlığın faaliyet alanı ve ortamı..
Elbetteki esir ortamındaki faaliyetler, su ve topraktakinden farklı olacaktır. Çünkü
esir, Cenab-ı Hakk'ın en nazenin bir hulle-i icraatıdır. Bu yüzden, tartıya ve ölçüye
girmeyenlerin, ruhanî ve manevî varlıkların yaşama ortamı ve faaliyet alanı
olmalıdır. Bediüzzaman’ın dikkat çektiği gibi hava unsurunun manevî cephesi olan
esir, bir hüve olarak âlem-i misâl ve âlem-i mânâya bir anahtar olmaktadır. Bu
sebeple, mevcudata nazaran akıcı bir su gibi, mevcudatın aralarına nüfuz etmiş bir
madde olarak esir, madde âlemini mânâ âlemlerine bağlayan, hem bu âleme hem
de öbür âlemlere benzeyen, ikisinin arasında bir yapıya sahip olacaktır
Hala esir konusunda bilimsel ve açık sonuçlara ulaşılmadığı halde, “esir maddesi” ile
ilgili yaygın ve kadim inancın kaynağı ne olabilir? Kanaatıme göre bu inancın
temelinde esirin vahiy kaynaklı bir gerçekliğe sahip olmasıdır. Bediüzzaman, Esir
Maddesinin yaratılış silsilesinin ilk adımı teşkil ettiği üzerinde durur. Daha sonra
esirden atom altı taneciklerin (cevahir-i fert) yaratıldığını Kuran’ın ilgili ayetinin
yorumu olarak ele alır: 'Arşı su üzerindeyken...' (Hud Suresi, 7) âyeti şu madde-i
esiriyeye işarettir ki, Cenabı Hakk'ın arşı, su hükmünde olan şu esir maddesi
üzerinde imiş. Esir maddesi yaratıldıktan sonra, Sani'in ilk icadlarının tecellîsine
merkez olmuştur. Yani esiri halk ettikten sonra cevahiri ferde kalb etmiştir. "(İşaratül İ’caz). Gerçekten de esir için en güzel benzetme akıcılığı, her yere nufuz
kabiliyeti, canlılığın oluşum ve idamesindeki hayati görevleri ile esir maddesi olsa
gerek. Öyleyse bizler ruh ve enerji bedenimizle “hayat enerjisini” oradan aldığımız
esir deryası içinde yüzen ama deryadan haberi olmayan balık misâlindeyiz.
Hepsi bir felekte (yörüngede) yüzüp gitmektedir.” (Yâsin, 36/40) ayet-i kerimesi
Güneş, Ay, Küre-yi arz ve milyarlarca gök cismi uzay boşluğunda, belli yörüngelerde
yüzüp gittiklerini ifade ediyor. Yüzme boşlukta değil, bir madde içinde olur. Ayet-i
kerimede boşluk denize benzetilerek evrenin boş olmadığı, dolayısıyla bu boşluğu
dolduran maddeye işaret edilir. Elmalılı M. Hamdi Yazır "Hak Dini Kur’ân Dili" adlı
tefsirinde, Hud suresindeki "Arşı da su üstündeydi..." âyetiyle ilgili olarak çeşitli
izahları karşılaştırırken, "Bir de bunlar Arşın herşeyi kaplayan bir cisim olması
anlamıyla ilgilidir" diyerek dolaylı yoldan esire ve esirin özelliklerine dikkat
çekmektedir..
Esirin anlaşılması ile ilgili bilim tarihi içindeki geçirdiği evreleri dikkate alırsak, onun
zamanla değişen teorilerden bağımsız bir gerçekliği ifade ettiğini fark edebiliriz. Bu
yüzden İlahî vahyin doğru anlaşılması ve yorumlanması şüphesiz ki daha büyük
önem taşımaktadır. Zira esir, dua hamd tesbih gibi ibadetlerden hasıl olan
neticelerin yayılma ortamı, kulu Yaratanı ile buluşturan bir alan görevi ifa
etmektedir. En uzağın en yakın hale geldiği, bir şeyin herşeyle münasebet kazandığı
esir ortamı Yaratanın birliği ile beraber her şeyin her işi ile bizzat ilgilenmesinde bir
aracı ve ortam (arş) görevi ile teçhiz edilmiş olmaktadır. Tüm evren katlarının ondan
yapılandığı ve ondan hayat ve enerji aldığı esir ortamı kainata adeta “ruh”
hükmündeki işlevi ile de C. Hakkın Kayyumiyetinin medarı olmaktadır. Esire
yüklenen böylesine hayati roller ve görevler Bediüzzaman gibi Kuran yorumcularının
neden esirden ziyadesiyle söz ettiğinin bir sırrına ve hakikatına ışık tutar
page 6 / 7
zannederim.
Alemde sergilenen ilâhî lütûf, güzellik ve hayırlara karşı dua, tesbih, hamd ve
ibadetle mukabele eden varlıkların her biri aynı zamanda İlâhî isimlerin
güzelliklerini, kozmik sırları de sergileyen ve haykıran birer ilanname ve dellaldırlar.
“ O dellalların güzel ve tatlı hamdlerini ve senalarını ve mabuduna medihlerini ve
onların kelimelerini her tarafa neşir ve arş-ı azamın canibine sevketmek için esir
unsuru, emirber neferler küçücük diller ve kulaklar gibi o güzel kelimeleri dergah-ı
uluhiyete takdim etmek için o pek harika acib vaziyeti hava ve esire verilmiştir ki
hava âleminin maddi cephesi atmosfere tekabül ederken manevi cephesi (ışınları
elektromanyeik dalgaları ve hattâ duaları nakleden) esire karşılık geldiği
kanaatındayız.
Tabi ki bu harika faaliyetlerde gerek esiri oluşturan tanecik(ler) ve gerekse hava
tanecikleri basit bir sebepten öteye gidemezler. Bu icraatların sahibi kâinatı esir
vasıtasıyla bir bütün haline yapıp en uzağı en yakın hale getiren, bununla evren
çapında birliğini açıkca gösteren boyutların ve uzayların gerçek sahibi olan
âlemlerin Rabbidir. Aksi takdirde esirin “zerreden çok derecede daha küçük olan
zerrelerine; herşeyi görecek, bilecek, idare edecek bir ihtiyar ve bir iktidar ile vücud
bulan fiilleri, eserleri isnad etmek” demek olacağından, böyle bir fikir “esirin
zerreleri adedince yanlıştır”
page 7 / 7
Powered by TCPDF (www.tcpdf.org)
Download