Ayşenur Feyza Dilsiz 21402280 EN BÜYÜK DİRENİŞTİR YAŞAMAK Havada uçuşan coplar, fütursuzca havalanan yumruklar, tekmeler ve daha niceleri… Hepsine aşina olduğumuz bir dönemdeyiz ne yazık ki. Her akşam televizyonlarda izlediğimiz, duyduğumuz haberler, gördüğümüz görüntüler “şiddetsiz yüzyıl” kavramından çok uzaklar. Evet, en çok da fikirlere en çok da masumlara ve en çok da kadınlara yapılan tutarsız şiddetin varoluşundan bahsediyorum. Algı ve düşünce yapılarının geçmişten günümüze değiştiğine inanılıyorken gördüğüm görüntüler şahit olmadığımın geçmişten çokta farklı değil gibi hissettiriyor bana. Todd May’ın Şiddetsiz Direniş kitabını elime aldıktan sonra televizyonda gördüğüm ya da canlı canlı şahit olduğum içinde şiddet bulunan her şeye daha bilinçli bakmaya başladım. May, felsefi açıdan şiddetle bağıntılı konuları ele alırken ben de zihnimdeki terazimin her iki kefesine gördüklerimi, duyduklarımı, hatta şiddeti geçerli kılma ihtimali olan tüm düşünceleri koydum. Sonuç, terazimi tepetaklak edecek kadar bariz. Hiçbir sebep, ister politik olsun, ister etik ya da isterse ekonomik olsun; kabul edilemez. May, geçmişe gittikçe ben bugünümde kaldım. Belki de olabilecek tek büyük fark tankların renkleridir. Geçmişte yeşil tanklara şahit olmuş sokaklar şimdi siyahlarına şahit oluyor. Sorunun temeline inildiğinde saygı esasından yoksun bir yönetilişin yattığını düşünüyorum. Fiziksel şiddeti bir kenara bırakıp işin psikolojide yatan kısmına bakıldığında yine şahit olunan tablo bir diğerinden farksız. Ağzınızdan fikirlerinizle dolu olan bir cümle döküldüğünde parmaklıklar ardına geçtiğiniz bir yerde psikolojik şiddetin varlığından nasıl söz edilmeden durulur? Yaşamayı bir direniş olarak görmek gerek. İçinde ekonomik politik kişisel her konuyu içeren bir direniş. Ve biz bu direnişte yerimizi belli ederken toplum denen olguda şiddetsizliği de savunmamız gerek. Neden dediğinizi duyar gibiyim; mesela kadına atılan tek bir tokadın toplumda ekonomik dilde başka bir getirisi var. Aslında atılan tokadın altında yatan bilinçsiz ve kabalığın yine bazı noktalarda politikaya bağlamakta mümkün. Masum o kadar insan neden bu direnişte şiddete maruz kalıyor. Direndiğimiz şey, diğer insanlar değil yaşamdır demek isterken neden diğer insanlar bu yaşam direnişinde omuzlarımızda bir el olmak yerine ayaklarımızda bir çelme oluyor? Üstelik ne Ayşenur Feyza Dilsiz 21402280 çelme. Şiddetin en gösterişli haliyle süslenmiş bir çelme. Anlatılanların size uzak gelmesini çok isterim ama öyle bir durumun olabilmesi için kulaklarınız ve gözleriniz kapalı bir hayat sürmeniz gerek. Şiddet gösteren her şeyin temelinde eğitimsizliğin yattığını düşünmeye başladığım aklımda oluşan bir başka soru şuydu; peki ya devletin gösterdiği şiddetin arkasında ne var? Güç, kontrolsüz güce sahip olma ve otorite insanlığın baş edemediği üç kavram. Aslında bir araya gelince harikalar yaratabilen bu üçlü vasıfsız insanların elinde hunharca harcandığında ortaya yine şiddetin merkezinde bulunduğu bir problem yığınıyla karşılaşıyoruz. Aynı bir hastalık gibi belirtilerini fark ettiğimizde yayılmadan bitirilmesi gereken bir problemdi fakat insanlığın geç kaldığı apaçık ortada. Geç kaldık masum insanlar için, geç kaldık fikirlerimizin özgürlüğünü savunmak için ve yine geç kaldık dün duyduğunuz haberde şiddette hayatını kaybeden minik canı kurtarmak için. Bazı yaklaşımlar şiddetsiz direniş adı altında çok hayalî denecek kadar gerçeklikten uzak gelse de umudumu kaybetmek istemiyorum. Umut, yaşamak bir direniştir cümlesine olan inancımın altındaki mutlak olması gereken ve direnişteki ufak parçaları birleştirip bütün haline getiren en büyük şey. Bizim televizyonlarda gördüğümüz o görüntülere inat umuda ihtiyacımız var, bizim coplar altında moraran et parçaları için, korkusundan susup ağzından tek kelime çıkmaz hale gelen kadınlarımız için umuda ihtiyacımız var. Yaşamak şiddetsiz bir direniş ise bizim kol kola dimdik durmamıza ihtiyacımız var.