nihayet kuyuya atıp yok etmekle yetinmişlerdir. (Bkz. Yûsuf suresi

advertisement
nihayet kuyuya atıp yok etmekle yetinmişlerdir. (Bkz. Yûsuf suresi, ayet: 5, 8-10,
15);
Hazret-i Ali ve temiz evlatları da, keza bir kısım müslümanlar ve İslam
ümmetinin önemli bir kesimi tarafından, (bazen, sözde hak-hukuk ve adalet adına) büyük
haksızlıklara-hakaretlere, daha ötesi eşsiz zulümlere, eza ve cinayetlere ma'ruz bırakılmış,
İslam adına(!) İslam'ın özü ve temel sütunları yıkılmıştır!...
Burada; "Resul-ü Ekrem, 'velayet-hilafet' hususunda saraheten benden sonra
mutlaka Ali 'halife' olacak! Onun dışında kimse bu işe soyunmasın!" Ve; "Kevserdeki
kasıt Fatıma ve Ehl-i Beyt'tir, başka türlü tefsir batıldır!" deseydi, daha iyi olmaz
mıydı?... tarzında vaki olacak muhtemel bir sual için şöyle denilebilir: "O zaman
hasetlikler ve ihanet komploları 'sistematik' bir duruma gelmiş olur, Hazret-i Ali'nin ve
Hazret-i Fatıma'nın can güvenlikleri tehlikeye düşmüş olurdu!.." Zira; bu derece azgın
ve yoğun olan düşmanlara açıkça hedef verilmiş olur, gizli-açık tüm düşmanlar, hâinler ve
hâsidler ortak cephe kurmuş olurlardı. Az-çok ilmî ve aklî seviyesi olanların anlayabileceği
bir sarahet bile, ne gibi sonuçlara sebep olduğu, tarihî bir gerçek olarak ortada durmaktadır.
Bundan dolayıdır ki; Hazret-i Ya'kub, müjdeli rüyasını anlatması üzerine, oğlu Yûsuf a
(as): "Oğlum, rüyanı kardeşlerine anlatma! Sonra (hasetliklerinden dolayı) sana bir
tuzak kurarlar! Çünkü şeytan, insana apaçık bir düşmandır, dedi." [Yûsuf(12):
5];...
İnsan, en yakınları da olsa, başkalarının içinde bulunanları asla bilemez, ihanet
boyutlarını kestiremez! Fakat; "Muhakkak ki Allah, gözlerin hain bakışını ve
kalblerin gizlediğini çok iyi bilir." [Mü'min/Ğafir(40): 19]; Bundan dolayı da,
Peygamber Efendimiz (sav), Hazret-i Ali ile Hazret-i Fatıma'nın durumlarını, dostdüşman herkese ve açık ilan şeklinde ifade etmemiş, sadece kendi çevresine
duyurmakla yetinmiştir... (Allah (cc) en iyisini ve en doğrusunu bilendir...)...
Buraya kadar serdedilen hakikatler, bu mübarek surede vârid olan kevser
kelimesinin, nesil ve zürriyet ile alâkalı olduğunu göstermektedir. Esbab-ı nüzul ile,
surede geçen ebter kelimesi, karineden de öte saraheten bunu isbat etmektedir. Fakat, daha
evvel de (yeri gelmişken) işaret ettiğimiz vechiyle; 'Sebebin hususî olması, hükmün umumî
olmasına mani değildir!' hükmü, usul-ü tefsirde, kesin bir kaide olarak bilinmektedir.
Surenin ve ilgili kelime ve lafzın asıl anlamı ve esası kabul edilmek kaydıyla,
konuyla uzaktan-yakından münâsebettar olan bütün anlamlar da, tabiatıyla, surenin ve
ayetin şümulü içerisine alınacaktır. Ki, Kur'an'ın umumî ve şümullü olması, ancak bu yol
ile mümkün olacağı açıktır; tek mana ile yetinmek ve o anlama hasretmek, elbette tecviz
edilemez!...
Ancak; diğer tali anlamlar, tüm tefsirleri doldururken, asıl anlamın (Kevser'in
nesil ve zürriyet anlamında olmasının) göz ardı edilmiş olması, yahut da çok basit duruma
(olmazsa da olura) indirilmesi.. gibi vâkıâlar muvâcehesinde, temel ve eksen olan nesil
üzerinde durulup, onun vüzûha kavuşturulması hususunda gayret edilmesi, İslamî ve
Kur'anî bir vecibe olarak kabul edilmeli, ehil olan zevatın bu konu üzerine eğilmeleri
gerçekleştirilmelidir. (Tabiatıyla, diğer benzeri konular dahi bu cümledendir...)..
Ve's-selam...
Muhtelif tefsir-yorum ve rivayetler için bakınız; El-Mizan: 20/370-373; Ibn-i
Kesir(terc): 15/8693-8719; Mefatih'ul-Ğayb (F. Razî): 32/117-128; Mecmâ'ut-Tefasir
Related documents
Download