Sorularlarisale.com "Kâinatta tasarrufları görünen ef’al-i Rabbaniyenin ıtlak ve ihata ve nihayetsiz bir surette zuhurlarıdır. Ve o fiilleri takyid ve tahdid eden, yalnız hikmet ve iradedir ve mazharların kabiliyetleridir." izah eder misiniz? Itlak; kayıt altına almamak demektir. Bir fiilin mutlak bir şekilde faaliyet göstermesinin mânâsı şudur: O fiil faaliyet gösterirken, bir başka zat, bir başka fiil, bir başka irade, bir başka kudret o icraatın önüne geçemez; ona engel olamaz. İhata; kaplama, içine alma demektir. Bulunduğumuz şehirde gündüz vakti güneşin ışığı şehrin tamamını ihata eder. Artık o şehrin neresini aydınlık bulsak, bunun güneşten olduğunu çok iyi biliriz. Ve aydınlatma fiilinde güneşin bir ortağı olamayacağını tasdik ederiz. Nihayetsizlik ise, bir fiilin icraatındaki sürekliliği ifade eder. Yani, o fiil sahibi kendi iradesiyle o işe son vermedikçe, işin son bulması düşünülemez. Şimdi bu üç hakikati, “göz” örneği üzerinde açıklamaya çalışalım: “Allah bir yağ parçasını terbiye ederek görür hale getiriyor.” Göz yapmak Allah’a mahsus, ruha görme sıfatı koymak Allah’a mahsus ve ruhtaki bu sıfat ile bedendeki göz arasındaki ilgiyi kurmak da yine Allah’a mahsustur. Bu hakikate ‘ıtlak’ açsından baktığımızda şunu anlarız: Allah bizim ruhumuza görme sıfatı verip yüzümüze göz taktığı gibi, başka canlılara da ruh vermiş, görme vermiş, göz vermiştir. Allah, bu İlahi ikramda bulunurken bir başka irade karşısına çıkıp da onu faaliyetten men edememiştir, edemez de. Yani bütün gözleri ve görmeleri yaratan ancak Allah’tır. Bazı gözleri bir başka ilahın yarattığı vehmedildiğinde, o mutlak iradeye kayıt konulmuş, sınır biçilmiş olunur. Bir gözü yapan kim ise, bütün gözleri de yapan ancak o olabilir. İhata noktasında baktığımızda şunu görürüz:Güneş ışığının bir şehirdeki bütün menzilleri ihata etmesi gibi, Allah’ın “göz ikram etme fiili” de bütün canlıları kaplamıştır. Nerede bir ruh varsa, ona görme sıfatını veren ve o bedene göz yerleştiren ancak Allah’tır. Nihayetsizliğe gelince, en inançsız bir kimse bile kabul eder ki, bu dünyanın sonu gelmese, yani kıyamet kopmasa ve canlılar sonsuza kadar çoğalsalar, hiçbir canlı gözsüz kalacak değildir. O halde Allah’ın “göz yapma ve gösterme” fiilli nihayetsizdir. İşte, göz üzerinde yaptığımız bu açıklamalar, bütün varlıklar ve onlarda icra edilen bütün İlâhî fiiller için de düşünülebilir. Bir karıncayı rızıklandıran kim ise bütün hayvanlar âlemini de ancak o rızıklandırabilir. Burada ‘terzik’ yani rızık verme fiilinin page 1 / 3 “ıtlakı, ihatası ve nihayetsizliği” söz konusudur. Bir çiçeğe şekil veren kim ise, bütün dağlara, ovalara, denizlere, ırmaklara, insanlara, hayvanlara, ağaçlara şekil veren, suret giydiren de ancak o olabilir. Burada da ‘tasvir’, yani suret verme fiilinin “ıtlakı, ihatası ve nihayetsizliği” söz konusu olmuştur. Itlak, ihata ve nihayetsizliği, “hikmetin ve mahzarların kabiliyetinin sınırlaması” konusunu da yine göz örneğiyle açıklamaya çalışalım. Allah dileseydi sonsuz göz yaratırdı ve her mahlukuna göz verirdi. Ama sadece canlılara ve ikişer tane göz vermesi hikmetin gereğidir, burada sonsuzu “hikmet” kayıtlamış ve göz sayısı iki olarak takdir edilmiştir. Ayrıca, her canlıya takılan gözler de onun ruhuna en uygun şekildedir. Burada da mazharın kabiliyeti söz konusudur. Arıyla kedinin gözlerindeki farklı özellikler onların ruhlarındaki başkalıktan ileri gelmiştir. Itlakın bir diğer kullanımına da bir örnekle kısaca değinelim: Bir okul müdürü, “Falan sınıftan bir kişi gelsin.” dediğinde ıtlak söz konusudur, yani sözü mutlak olarak söylemiş, herhangi bir kayıt koymamıştır. Fakat, “Sınıfın en çalışkan öğrencisi gelsin.” dediğinde bu söz mutlak değildir, kayıtlıdır. *** Mesela bir zengin zat köylülere sınırsız ihsanda bulunmak için ilan veriyor; herkes kabını getirsin onlara buğday verilecek. Şu boyutta kap getirin demiyor her ne boyutta kap getirirseniz getirin, kabınız doldurulacak diyor. Köylülerden birisi bir tonluk birisi on tonluk birisi beş tonluk diğeri yüz kiloluk kaplarla geldiler ve hepsinin kapları doldurulup gönderildi. Yüz kiloluk kap getiren köylü şayet bin tonluk kap getirse yine ona ihsanda bulunulacaktı. Bu misaldeki gibi her insanın mizaç ve fıtratı bir kaptır, kapasitesine göre kabil ve mazhar olabilir. Yani Allah’ın sonsuz sıfatları feyiz ve tecelli noktasından sonsuz ikram ve ihsan kabiliyetinde iken, insanların bu ihsan ve ikramları alıp kabul etmesi sınırlı ve kayıtlıdır. Bu sebeple Allah herkesin kabına göre tecelli ve ikramda bulunuyor. Bu kapların sınırlı ve kayıtlı olmasının sebebi, yine Allah’ın hikmet ve tecelli politikasıdır. Yani her bir isim ve sıfat kainatı istila ve kuşatma kabiliyetinde iken Allah’ın sonsuz hikmet ve iradesi bu kabiliyeti diğer isimlere yer açmak, onlarında kendini izhar etmesini temin etmek için kayıtlıyor ve sınırlandırıyor. Mesela Alim ismi büyün kainatı ve mahlukatı istila edip ilim ve alim yapma istidadında iken, hikmet ve irade devreye girip o ilmin tecellisine bir had ve sınır koyuyor ki diğer isim ve sıfatlarda kendilerini ilan ve izhar etmek için sahnede bir yer edinsin. Mesela bir orkestra da hükmü ve melodisi birbirinden farklı yüz tane enstrüman var; bunlar topluca ve beraberce bir sanat icraa edecekler. Bu enstrümanlardan birisi diğerlerini bastırıp sadece kendi sesini icra edip duyursa, hem o sanat icra page 2 / 3 edilmemiş olur hem de diğer enstrümanlara haksızlık olur; hem de izleyiciler diğer enstrümanlardan mahrum kalır. Bu sebeple orkestra şefi devreye girerek her enstrümanın nerde ne çalacığını ayarlar ve hepsine izhar ve ilan hakkı verir. Bu tarzla hem sanat icra edilir hem her enstrüman mana ve sesini duyurur hem de izleyicilere güzel ve keyifli bir konser vermiş olur. Bu misaldeki gibi Allah’ın her bir ismi mana ve hüküm bakımından bir enstrüman gibidir ve hepsi mana ve hükmünü icra ve ilan etmek istiyor. Şayet bu isimler mutlak manada tecelli ve istila etmiş olsa idi diğer isim ve sıfatlara yer açılmaz ve onlar manalarını gösteremezdiler. Bu sebeple Allah’ın sonsuz irade sıfatı bir orkestra şefi gibi devreye girip her ismin tecelli sahalarını kayıt ve sınır altına alıyor ki, hem o isimler tecelli etsin hem sanat ilan edilsin hem de seyircileri olan şuur sahibi varlıklar, bütün isim ve sıfatları keyifle tanıyıp izlesinler. Mesela, Rahim ismi mutlak ve istila tarzında tecelli etse idi, hastalık ve musibetler yol bulup bize bulaşamaz, Şafi ismi de kendini izhar ve ilan edemezdi. *** "İkinci Hakikat: Kâinatta tasarrufları görünen ef'âl-i Rabbâniyenin ıtlak ve ihata ve nihayetsiz bir surette zuhurlarıdır. Ve o fiilleri takyid ve tahdit eden, yalnız hikmet ve iradedir ve mazharların kabiliyetleridir. Ve serseri tesadüf ve şuursuz tabiat ve kör kuvvet ve câmid esbab ve kayıtsız ve her yere dağılan ve karıştıran unsurlar, o gayet mizanlı ve hikmetli ve basîrâne ve hayattarâne ve muntazam ve muhkem olan fiillere karışamazlar. Belki, Fâil-i Zülcelâlin emriyle ve iradesiyle ve kuvvetiyle zâhirî bir perde-i kudret olarak istimâl olunuyorlar." (1) Cenab-ı Hakk'ın bazı isimleri diğerlerini kayıtlamaktadır. Her bir isim kâinatı ihata etmek istemekte ama hikmetin gereği bu isimler kayıtlanabilmektedir. Mesela, süt göndermek şefkat ve merhametin gereği, ama tüm hayvanlardan değilde belli bazı hayvanlardan o sütü temin etmek hikmetin gereğidir. Yoksa sütü kediden, ya da bir arslandan almamız gerekseydi, herhalde insanlar çok güç durumda kalacaklardı. (1) bk. Şualar, Yedinci Şua. page 3 / 3 Powered by TCPDF (www.tcpdf.org)