avrupa komisyonu tarafından hazırlanan türkiye 2011 ilerleme

advertisement
AVRUPA KOMİSYONU TARAFINDAN HAZIRLANAN
TÜRKİYE 2011 İLERLEME RAPORU’NUN SİYASİ VE EKONOMİK
KRİTERLER BÖLÜMLERİNİN KAPSAMLI ÖZETİ
SİYASİ KRİTERLER
Demokrasi ve hukukun üstünlüğü
2010 yılı İlerleme Raporu’nda, anayasal reform paketi, Kürt meselesi, hükümetin
demokratik açılım hamleleri ve darbe planları iddialarına karşı genişletilen
soruşturmaların iç siyasi gündeme olan hâkimiyetine geniş yer verilirken, 2011 yılı
İlerleme Raporu’nda başta basın özgürlüğü olmak üzere, düşünce ve ifade özgürlüğü,
darbe planları iddialarına yönelik hukuki süreç ve KCK Davasına değinilmektedir.
12 Haziran 2011 tarihinde gerçekleştirilen genel seçimlerin özgür ve adil bir ortamda
yapıldığının belirtildiği İlerleme Raporu’nda, seçimlere katılım oranının yüksek
olduğuna dikkat çekilmekte, seçim sürecinin genel olarak çoğulcu, demokratik ve
hareketli geçtiği ifade edilmektedir.
2011 İlerleme Raporu’nda, darbe planları iddialarına karşı genişletilen soruşturmalara
ilişkin hukuki sürece de geniş ölçüde yer verilmiştir. Raporda, başta Ergenekon ve
Balyoz Davaları olmak üzere söz konusu yargılama süreçlerinin, Türkiye’de demokratik
kurumların işleyişini ve hukukun üstünlüğünü güçlendirmek için fırsat olarak
kullanılmasının altı çizilmektedir. Ancak, aralarında eski kuvvet komutanlarının da
bulunduğu 163 yüksek rütbeli subay için tutuklama kararının çıkarıldığı Balyoz
Davası’na ilişkin olarak, aşırı tutukluluk sürelerine dikkat çekilmekte, bunun savunma
ve adil yargılanma haklarına zarar verdiği ifade edilmektedir. Ergenekon Davası ile ilgili
olarak ise, gazeteciler Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklu olmalarının, yargılamalarda
güven kaybına yol açabileceğine vurgu yapılmakta, soruşturmanın gizliliğini ihlal ve adil
yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçlamalarıyla gazeteciler aleyhine açılan davalardan
endişe duyulduğu kaydedilmektedir.
Raporda, yargılama süreçlerine ilişkin eleştirilerin yer aldığı bir diğer başlık ise KCK
Davası’na ilişkindir. Nisan 2008 tarihinden bu yana 2000’in üzerinde politikacı, yerel
yönetici ve insan hakları savunucusunun tutuklu bulunduğunun ifade edildiği raporda,
soruşturmanın her geçen gün genişletildiğine ancak 104 kişinin tutuklu olduğu birinci
KCK Davası’nda adli sürecin, mahkemenin sanıkların ifadelerini Kürtçe olarak
veremeyeceği yönündeki kararının ardından durma noktasına geldiğine dikkat
çekilmektedir. Söz konusu davaya ilişkin olarak Raporda, adli gözaltı yerine sıklıkla
tutuklamaya başvurulması, dosyalara sınırlı erişim, aşırı tutukluluk süreleri ve haklı
tutukluluk gerekçelerinin öne sürülememesi konularının Türk yargı sistemini sekteye
uğrattığı ifade edilmekte, Türk ceza hukuk sisteminin bir an önce uluslararası
standartlara uyumlu hale getirilmesi tavsiyesinde bulunulmaktadır. Ayrıca raporda, Kürt
siyasetçi ve yerel yöneticilerinin tutuklu olmasının, Kürt meselesi ve bu çerçevede
başlatılan diyaloğu olumsuz yönde etkilediğine de dikkat çekilmektedir.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
1
Raporda ayrıca, Mart 2011 tarihinde Ergenekon Davası’na bakan 3 özel yetkili savcının,
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından görev yerlerinin değiştirilmesi
ile Ergenekon soruşturması başta olmak üzere önemli operasyonlara imza atan
istihbarattan sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı’nın görev yerinin
değiştirilmesine yer verilmekte; söz konusu görev yeri değişikliklerinin adli kurumlar ve
hükümetin, soruşturmaların yürütülmesinde duydukları kaygı ve endişenin birer
göstergesi olduğuna dikkat çekilmektedir.
Anayasa
2011 İlerleme Raporu’nda Hükümet tarafından hazırlanarak parlamento tarafından
benimsenen ve Eylül 2010 tarihinde yapılan referandumda %58 oy ile onaylanan
Anayasa değişiklik paketi ile ilgili çalışmalara devam edildiği belirtilmekte ve anayasa
değişikliği, "doğru yönde atılmış bir adım" olarak görülmektedir. Anılan dönemde
Anayasa ile ilgili çalışmaların Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu’nun yapısına ilişkin konulara ağırlık verildiğinin ifade edildiği raporda, söz
konusu mahkemelerin yapılarının Aralık 2010 ve Mart 2011 tarihlerinde değiştirildiğine
dikkat çekilmiş; bu değişikliklerin halihazırda Türkiye’nin Katılım Ortaklığı Belgesi ve
mevcut eleştirileri karşılamaya yönelik olduğu ifade edilmiştir. Süreçte Avrupa Konseyi
Venedik Komisyonu’na da danışıldığı vurgulanmıştır.
Raporda, Eylül 2010 Referandumu ve Haziran 2011 seçimleri sonrasında, 1982
Anayasası’nın değiştirilmesine yönelik Hükümet tarafından atılan adımların
memnuniyetle karşılandığı ifade edilmekte, ancak bu adımların geniş, kapsayıcı ve etkin
bir istişare süreci ile desteklenemediği eleştirisinde bulunulmaktadır. Bu çerçevede
Hükümetin taahhüt ettiği üzere, demokratik ve katılımcı bir danışma süreci başlatmaya
çalıştığına dikkat çekilmekte, Parlamento’da konunun uzmanı akademisyen ve
hukukçular ile görüşmelerin gerçekleştirildiği, sivil toplum örgütlerinden yeni Anayasa
ile ilgili görüşlerinin alındığı belirtilmektedir. Avrupa Komisyonu raporunda, söz konusu
istişare sürecinin, tüm siyasi partiler ve diğer sivil toplum örgütlerini de kapsayacak
şekilde genişletilmesi konusunda daha somut adımlar atılmasına ihtiyaç duyulduğu
uyarısında bulunmaktadır.
Parlamento
2011 İlerleme Raporu’nun bu bölümünde 12 Haziran 2011 seçimleri sonrasında
Parlamento’da yaşanan gelişmeler ve Parlamento’nun yeni yapısına yer verilmiştir. Bu
çerçevede, seçimler sonrasında iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin oyların yüzde
49.1’ini; Cumhuriyet Halk Partisi’nin oyların yüzde 25,9’unu; Milliyetçi Hareket
Partisi’nin oyların yüzde 13’ünü Barış ve Demokrasi Partisi’nin desteklediği adayların
ise oyların yüzde 6.7’sini alarak, TBMM’nin 24. Dönem aritmetiğini oluşturdukları ifade
edilmiştir. Seçimler sonrasında 349 yeni ismin Parlamento’ya girdiği vurgulanırken,
Parlamento’daki kadın sayısının 48’den 78’e yükseldiği, 45 kadın milletvekili ile Adalet
ve Kalkınma Partisi’nin Parlamento’ya en fazla kadını taşıyan parti olduğu ifade
edilmiştir. Raporda ayrıca, Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in Temmuz 2011 tarihinde
gerçekleştirilen seçimlerin 3. turunda, 322 oy alarak TBMM’nin 25. Başkanı olduğuna da
yer verilmiştir.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
2
12 Haziran 2011 seçimleri ile ilgili, seçim sürecinin genel olarak barışçı ve sakin bir
ortamda geçtiği ifade edilmektedir. Raporda ilk kez bu seçimlerde, siyasi partiler ile
milletvekili adaylarının, siyasi reklam yayını satın alabildiklerine yer verilirken, Mart
2011 tarihinde Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) siyasi parti ve adayların
propagandalarında Türkçe dışındaki dilleri kullanımına izin vermesine de vurgu
yapılmaktadır. Ancak Kürt kökenli seçmenlere hitap etmek isteyen bazı partilerin TRT
6’ya Kürtçe reklam taleplerinin yine YSK tarafından reddedildiği de ifade edilmektedir.
Raporda ayrıca, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Demokratik Kurumlar ve
İnsan Hakları Ofisi’nin Türkiye’deki genel seçim ortamını bir yandan “demokratik,
çoğulcu ve hareketli” olarak nitelendirirken, diğer taraftan başta ifade özgürlüğü olmak
üzere, temel haklara ilişkin kaygı verici gelişmelerin yaşandığı bir ortam olarak
nitelendirdiği görüşüne de yer verilmiştir.
Söz konusu bölümde her yıl olduğu gibi yüzde 10’luk seçim barajı eleştirilmektedir.
Seçim sistemine yönelik herhangi bir değişikliğin yapılmadığının vurgulandığı raporda,
yüzde 10’luk seçim barajının, Avrupa Konseyi üye ülkeleri arasındaki en yüksek baraj
olmayı sürdüğünün altı çizilmektedir. Bu konunun seçim propagandası sürecinde de
siyasi partiler tarafından sıklıkla dile getirildiği ifade edilmektedir.
Parlamento’nun işleyişine ilişkin olarak, TBMM’nin seçimlerin hemen öncesinde birçok
yasayı kabul ettiğine dikkat çekilmekte, söz konusu yasal değişikliklerin Kopenhag Siyasi
Kriterleri’nin karşılanmasına yönelik olduğuna vurgu yapılmaktadır. Bu çerçevede
Aralık 2010 tarihinde pek çok değişikliği öngören Sayıştay Kanunu’nun kabul edildiği,
Yeni Sayıştay Kanunu ile, Sayıştay’ın Türk Silahlı Kuvvetleri de dahil tüm kamu kurum
ve kuruluşlarında hukuki denetimin yanı sıra mali ve performans denetimi yapmasına
izin verildiği ifade edilmektedir.
2011 İlerleme Raporunda, 2009 ve 2010 yılları İlerleme Raporları’nda da değinildiği
üzere parlamento usul kurallarının iyileştirilmesine ilişkin çalışmalarda herhangi bir
ilerleme kaydedilmediği belirtilmektedir. Raporda, Parlamento’nun performans takibi
ve dış denetim mekanizmalarını yeterince yerine getirmediği eleştirisinde
bulunulmakta, Parlamento ve Sayıştay arasında daha fazla işbirliği ve etkileşimli
diyaloğa ihtiyaç duyulduğu ifade edilmektedir. Parlamento’nun usul kurallarının
geliştirilmesine ilişkin taslağın 2009 yılından bu yana askıda olduğuna dikkat
çekilmekte; Parlamento’nun idari kapasitesine ilişkin endişelerin sürdüğü
belirtilmektedir.
Milletvekili dokunulmazlıkları ve bu dokunulmazlıkların kapsamı, Raporda detaylı bir
şekilde ele alınmaktadır. Bu çerçevede, Eylül 2011 seçimleri sırasında muhalefetteki
siyasi partilerin Ergenekon, Balyoz ve KCK Davaları tutuklularını seçim sürecinde
milletvekili adayı olarak göstererek, bu adayları milletvekili olarak Meclis’e girmelerini
sağlaması, Anayasa’nın 14. Maddesi’ne bağlı olarak bu konuda hararetli tartışmaların
yaşanmasına neden olduğu ifade edilmektedir. Mahkemelerin milletvekili seçilen
tutukluları serbest bırakmaması üzerine, Cumhuriyet Halk Partisi ile Barış ve Demokrasi
Partisi milletvekillerinin Meclis’i boykot ederek, yemin etmediklerinin hatırlatıldığı
Raporda, bu konunun endişe verici olduğuna dikkat çekilmektedir.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
3
Cumhurbaşkanı
2009 ve 2010 yılları İlerleme Raporları’nda olduğu üzere, 2011 İlerleme Raporu’nda da
Cumhurbaşkanının siyasi partiler arasında diyaloğun geliştirilmesini ve devlet
kurumlarının iyi işleyişini teşvik etmeye yönelik uzlaşmacı bir rol oynadığı
belirtilmektedir. Raporda Cumhurbaşkanı’nın Kürt sorununun çözümüne yönelik
bağlılığını ifade ettiği ve başta Hrant Dink cinayeti, olmak üzere bazı iç meselelerin
çözümüne yönelik önemli adımlar attığı ifade edilmekte; dış politikadaki etkin rolünü
sürdürdüğü vurgulanmaktadır.
Hükümet
2011 Yılı İlerleme Raporu’nda, Haziran ayında gerçekleştirilen seçimlerden 3 ay önce
Başbakan’ın öncelikle bakanlık seviyesini hedefleyen temel bir yeniden yapılanmayı ilan
ettiği belirtilmektedir. Bu bağlamda hükümetin bir AB Bakanlığı kurduğu ve ilk defa
olarak bir AB Bakanı atadığı raporda vurgulanmaktadır. Yeni yapılanmanın, katılım
müzakerelerinin sorumluluğunu Başmüzakereci ve Müzakere Heyeti Başkanı olarak AB
Bakanı’na verdiğinin altı çizilmektedir.
Raporda, hükümetin ve yerel yönetimin işleyişine ilişkin olarak da, 2010 yılında yapılan
Anayasa değişikliklerinin uygulanmasına yönelik eylem planına start verildiğine dikkat
çekilmektedir.
AB sürecine ilişkin olarak raporda, hükümetin, birçok kez –özellikle de Haziran
seçimlerinden sonra AB Bakanlığı’nın kurulması üzerinden – AB’ye katılım sürecine
bağlılığını ifade ettiği vurgulanmaktadır. AB Bakanı’nın hükümetler arası çalışmalar ve
sivil toplumun sürecin içine dâhil edilmesi bağlamında çabalarını sürdürdüğüne, Reform
İzleme Grubu’nun toplantılarına devam ettiğine dikkat çekilmektedir. Raporda ayrıca,
her bölgede AB işlerinden sorumlu bir vali yardımcısının atanmasına da
değinilmektedir.
Bununla birlikte Müktesebatın Kabulü için 2008 Ulusal Programı’nın ve 2010-2011
Eylem Planı’nın daha iyi takip edilmesinin gerektiği belirtilmektedir. 2010 yılı İlerleme
Raporu’nda katılım müzakerelerinin hızlandırılması, kamuoyunda farkındalık ve destek
yaratılmasına yönelik yeni bir stratejinin hazırlandığı ve müzakere fasıllarında yapılacak
çalışmalara yönelik 2010-2011 Eylem Planı’nın onaylandığı belirtilmekte idi. Bu seneki
raporda ilerleme olmadığı belirtilen bir başka alan da özellikle finansal kaynakların
transferine ilişkin olarak güçlerin yerel yönetimlere devridir. Belediyelerin hâlâ büyük
oranda merkezden sağlanan gelire bağlı olması raporda eleştiri konusu olmuştur.
Güneydoğu bölgesindeki KCK davasına ilişkin tutuklamaların devam ettiğine de dikkat
çekilmektedir.
Genel olarak raporun bu bölümünde, hükümetin 2010 değişikliklerini uygulamaya
öncelik verdiği, özellikle yargı alanında seçimler öncesinde ilerleme kaydedildiği
vurgulanmaktadır. Geçen seneki raporda son yıllarda reform gündeminde gözlemlenen
belirgin yavaşlamanın ardından, hükümetin sınırlı da olsa, temel Anayasal reformları
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
4
hayata geçirdiği belirtilmekte, devlet kurumları arasındaki gergin ilişkilerin, siyasi
kurumların düzgün işleyişi üzerinde olumsuz bir etki yaratmayı sürdürdüğü ifade
edilmekte idi. 2011 yılı İlerleme Raporu’nda yerel yönetimlere yetki devrini de içerecek
yeni Anayasa çalışmalarının reform gündemini daha ileri bir noktaya taşıyabileceği
belirtilmektedir. Bununla birlikte AB sürecine olan bağlılığın ulusal programların
uygulanmasında yeterince yansıtılmadığı da eleştirilmektedir.
Kamu Yönetimi
2010 yılında yapılan Anayasa değişiklikleri ile bilgiye ulaşımın bir Anayasal hak haline
geldiği raporda belirtilmektedir. Değişikliklere paralel olarak ombudsman kurumuna
ilişkin bir yasa taslağının 2011 Ocak ayında Parlamento’ya sunulduğuna dikkat
çekilmektedir. Bununla birlikte ombudsmanlık kurumunu oluşturacak yasanın henüz
kabul edilmediğine de vurgu yapılmaktadır. Raporda yasa taslağının içeriği hakkında da
bilgi verilmekte, ombudsmanın seçimine ilişkin olarak AB ülkelerindeki pratiğin uzlaşı
ve meclisteki yüksek bir çoğunluk yönünde olduğu, askeri niteliği olan işlemlerin
denetlenmesine ilişkin olarak da AB ülkelerindeki pratiğin genelde-Türkiye’deki mevcut
taslaktakinin aksine- denetlenmeye yönelik olduğu vurgulanmaktadır.
Raporda ayrıca, revize edilen Sayıştay Kanunu’nun, bu kuruma pek çok kamu harcaması
üzerinde dış denetim yetkisi verilmesi suretiyle, kamu mali yönetimi ve denetimi
kanununun uygulanmasında gelişmeye işaret ettiğine dikkat çekilmektedir. Bununla
birlikte kanunun uygulanmasına yönelik kapasitenin geliştirilmesi için ilave çabaya
gerek duyulduğunun da altı çizilmektedir.
2011 Şubat’ında Sivil Hizmet Kanunu’na getirilen değişikliklerle özürlü, hamile ya da
yeni doğum yapmış kamu görevlilerinin yararına düzenlemeler getirildiğinin altı
çizilmektedir.
Geçen seneki raporda olduğu gibi bu sene de, ilerleme raporunda, şeffaflığın ve hesap
verebilirliğin geliştirilmesi amacıyla temel kamu hizmetlerinin online olarak görülmesi
(e-Devlet) çalışmalarının da devam ettiğine vurgu yapılmaktadır. Bununla birlikte
raporda, kapsamlı bir sivil hizmet reformunun gerekliliği üzerinde de durulmaktadır.
2011 yılı Türkiye İlerleme Raporu’nda, 2011 yılı Ağustos ayında kabul edilen ve ilgili
bakanlara bağımsız düzenleyici otoritelerin tüm faaliyetlerini denetleme izni veren
kararnameden de bahsedilmektedir. Bunun, rekabet, enerji ve bilgi teknolojileri gibi
alanlarda görevlerin yerine getirilmesine ilişkin olarak endişe verici bir gelişme olduğu
da belirtilmektedir.
Raporda, yeni bakanlıkların kurulması, birleştirilmesi ya da kapatılması yöntemiyle,
merkezi yönetimin yeniden yapılandırılmasına ilişkin düzenlemeden de bahsedilmekte,
bu düzenlemenin Nisan 2011’de muhalefet tarafından güçlü bir şekilde eleştirildiğine
vurgu yapılmaktadır.
2011 İlerleme Raporu’nda bu bölümde genel olarak kamu yönetimine ve sivil hizmete
ilişkin yasal reformlarda bazı ilerlemeler olduğu belirtilmektedir. Geçen seneki raporda
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
5
ombudsmanlık kurumu, kişisel verilerin korunması ve bilgiye erişim alanlarında sınırlı
ilerleme kaydedildiği, devlet memurluğunun reformu ile kamu mali yönetimi ve
denetimi kanununun uygulanmasında daha fazla çaba gösterilmesi gerektiği
vurgulanmakta idi. 2011 yılı İlerleme Raporu’nda ombudsman kurumunun
oluşturulmasında dikkat gösterilmesi gerektiğinin altı çizilirken, kamu yönetimi reformu
ve adem-i merkeziyetçilik için daha büyük bir siyasi desteğin gerekli olduğu
vurgulanmaktadır.
Güvenlik Güçlerinin Sivil Denetimi
2011 İlerleme Raporu’nda, Ekim 2010’da Milli Güvenlik Kurulu’nun gözden geçirilmiş
bir Ulusal Güvenlik Politikasını kabul ettiği belirtilmektedir. İddia edilen “Balyoz” darbe
planı soruşturmasının, çoğu Hava Kuvvetleri’nden olmak üzere ek tutuklamalarla devam
ettiği vurgulanmaktadır. 2010 Anayasa değişiklikleri sonrasında askeri personelin
meslekten çıkarılmasıyla ilgili Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) kararlarının sivil mahkemeler
tarafından gözden geçirilmesine açılmasına da dikkat çekilmektedir.
Askeri harcamaların sivil denetimiyle ilgili olarak da, Sayıştay Kanunu’nun Aralık
2010’da kabul edilmesinin harcamaların dış denetimini sağladığı belirtilmektedir; bu
önemli bir ilerleme olarak kaydedilmektedir.
İlerleme raporunda 2011 Ağustos ayındaki YAŞ toplantıları üzerinde de durulmaktadır.
YAŞ toplantılarından önce Genelkurmay Başkanı’nın, Kuvvet Komutanları ile birlikte
istifasını istediği belirtilmektedir. Kuvvet komutanlarının YAŞ toplantısında
gecikmeksizin atamasının yapılmasının üst düzey komutanların atanmasında hükümetin
kontrolü olduğunu doğruladığına dikkat çekildi. Bununla birlikte terfilerin sınırlı sivil
denetimle Genelkurmay tarafından belirlendiği de raporda vurgulanmaktadır. Raporda
ayrıca, Cumhurbaşkanı Gül’ün, ilk defa olarak Meclis başkanını ve ana muhalefet partisi
başkanını Milli Güvenlik Kurulu’nun içeriğiyle ilgili bilgilendirdiğine de değinilmektedir.
Askeri mahkemelerin görevleri ve yetkilerini de tanımlayan mevcut düzenlemelerin
Anayasal
değişikliklerin
hayata
geçirilmesi
için
değiştirilmesinin
halen
gerçekleştirilmemiş olması da raporda eleştirilen noktalar arasında yer almaktadır.
İç Hizmet Kanunu’yla ilgili bir değişiklik olmaması da ilerleme raporunda yer verilen
unsurlardan biridir. Bu hususa geçtiğimiz sene yayımlanan ilerleme raporunda da aynı
şekilde yer verilmekte idi. Milli Güvenlik Kurulu’na ilişkin kanunun da değiştirilmemiş
olmasına ve Genelkurmay Başkanı’nın Savunma Bakanı’na değil de Başbakan’a rapor
vermesine de değinilmektedir.
2010 yılı Türkiye İlerleme Raporu’nda güvenlik güçlerinin sivil denetimi konusunda
ilerleme sağlandığı, bu çerçevede askeri mahkemelerin yetki alanının kısıtlandığı, YAŞ
kararlarının yargı denetimine açılması ve yüksek rütbeli askerlerin sivil mahkemelerde
yargılanmasının önünün açıldığı vurgulanmakta idi. 2011 yılı İlerleme Raporu’nda ise,
güvenlik güçlerinin sivil denetimi sisteminin güçlendirilmesiyle ilgili olarak, genelde iyi
bir ilerleme kaydedildiği belirtilmektedir. 2011 yılı Ağustos ayındaki YAŞ’ın, denetimin
sağlanması yönünde önemli bir adım teşkil ettiğine dikkat çekilmektedir. Askeri
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
6
harcamaların denetiminin sıkılaştırıldığının ve gözden geçirilmiş Ulusal Güvenlik
Planı’nın kabul edildiğinin altı çizilmektedir. Buna ek olarak YAŞ kararlarının sivil
yargıya açılması da önemli bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Bununla birlikte,
YAŞ’ın kompozisyonu, askeri yargı sistemi ve Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu
alanlarında ilave reformların gerektiği de vurgulanmaktadır.
Yargı sistemi
Yargı sistemindeki reformlarda, başta 2010 yılı Anayasa değişikliklerinin uygulanması
olmak üzere ilerleme kaydedilmiştir.
Yargının bağımsızlığına ilişkin olarak Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)
Kanunu’nun Aralık 2010’da kabul edildiği ve hükümetin Avrupa Konseyi Venedik
Komisyonu’na danıştığına değinilirken, söz konusu Kanun ve Anayasa değişiklikleri
neticesinde Yüksek Kurulun daha çoğulcu ve yargı sistemini temsil eden bir yapıya
kavuştuğu vurgulanmıştır. 22 üyeden 16‘sının ve 12 yedek üyenin hâlihazırda yargı
makamları tarafından doğrudan seçildiği belirtilmiştir.
Adalet Bakanlığı’nın etkisinin azaltıldığı belirtilmiştir. Adalet Bakanı Kurul başkanı
olmayı ve Müsteşar resen üye olmayı sürdürse de, Kurulun genişlemesi ile Bakanlığın,
toplam üyeliğin %10’undan daha azına sahip olduğu vurgulanmıştır. Adalet Bakanı’nın
çalışmalara ya da disiplin ile ilgili genel kurul toplantılarına katılmadığı belirtilmiş; daha
önceleri sahip oldukları bloke etme gücünün aksine, Bakanın ve Müsteşarın, Yüksek
Kurulun karar alma sürecini engelleme imkânının bulunmadığı kaydedilmiştir.
Önceleri Adalet Bakanlığı’na bağlı olan Teftiş Kurulu Yüksek Kurula bağlanmıştır.
Kararların isim verilmeden resmi internet sitesinde yayımlanabildiği ve bunun yargının
etkili işleyişine dair yasal kesinlik ve güven kazandırdığı belirtilmiştir. Hâkimlerin
meslekten atılmalarına yönelik olarak Kurul tarafından alınan kararlara karşı yargı
yoluna gidilebilmesinin önünün açıldığının belirtildiği Raporda, yeni seçilen Yüksek
Kurulun reform önerilerini değerlendirmek üzere illerde hâkim ve savcılarla toplantılar
düzenlendiğine dikkat çekilmektedir.
Yüksek Kurul üyelerinin seçimine ilişkin usuller detaylı bir şekilde yer alırken, Anayasa
Mahkemesi tarafından dayatılan sistem gereği, çoğunluğun oyunu alan üyelerin tüm
sandalyeleri alabileceği ve azınlığın desteklediği adayları dışlayabileceği belirtilmiştir.
Yüksek Kurulun yargı dışı 4 üyesinin atamasının Cumhurbaşkanı’nın takdirine
bırakıldığı; TBMM’nin bu sürece dahil edilmediğine değinilmiştir. Ayrıca, mevcut
hükümlerin Baro üyelerinin Yüksek Kuruldaki daimi temsilini güvence altına almadığı
kaydedilmiştir.
Adalet Bakanının, Yüksek Kurul tarafından hâkim ve savcılara karşı disiplin
soruşturmalarının başlatılmasını veto edebileceği, Kurulun ilk derece kararlarının yargı
denetimine tabi olmadığı, hâkim ve savcıların meslekten atılmalarına yönelik kuralların
netlikten uzak olduğu; mesleki performans değerlendirmelerinin fazlasıyla merkezi
yapıya bağımlı olduğu eleştirileri yer almıştır.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
7
Anayasa değişiklikleri ve ilgili mevzuatın parlamento tarafından kabul edilmesinin
ardından kutuplaşan ortamda, yüksek mahkeme başkanları ve üyelerinin, bağımsız
hâkim ve savcı derneklerinin ve bazı baroların yargı reformlarına ilişkin endişelerini
dile getirdiklerine dikkat çekilmiştir.
Raporda, Şemdinli davasının devam ettiği kaydedilerek; 2006 yılında daha önce davadan
sorumlu olan sivil savcının görevden alınmasının, yargının bağımsızlığı konusunda
şüpheler uyandırdığı hatırlatılmış ve Nisan ayında mevcut Yüksek Kurulun sivil savcıyı
göreve iade ettiğine dikkat çekilmiştir.
Yargının tarafsızlığı konusunda Raporda, Anayasa Mahkemesi Kanunu’nun Mart
2011’de kabul edildiği ve Anayasa değişiklikleri ile birlikte Mahkemenin üyeliğini
genişlettiği vurgulanmıştır. Bunun, yüksek mahkeme temsilcilerinin görece ağırlığını
azaltarak, Anayasa Mahkemesi’nin hem hukuk camiasını hem de toplumu daha fazla
temsil eder hale geldiğine dikkat çekilmiştir. Eski sistemden farklı olarak hâlihazırda üç
üyenin TBMM tarafından seçildiğinin altı çizilmiştir.
Bireysel başvuru sisteminin uygulanmasıyla Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerinin
genişletildiği vurgulanırken, üyelik konusunda katı temsil oranı nedeniyle Mahkeme’nin
halen yüksek mahkemelerin etkisi altında olmayı sürdürdüğü yer almıştır. Kuruldaki
seçim sürecinin Mahkemenin siyasi tarafsızlığını bütünüyle güvence altına almadığına
dikkat çekilmiştir. Cumhurbaşkanı’nın atama sürecindeki baskın rolüne dikkat
çekilmiştir.
Hâkim ve savcıların Anayasa Mahkemesi üyeliği için aday gösterirken aday sayısı kadar
oy kullanabilmelerine ilişkin sisteme ve Baro üyelerinin seçim sürecinin Baroları tam
olarak temsil etmediğine dair endişeler dile getirilmiştir. Mahkemede iki askeri üyenin
yer almasının demokratik sistemde sivil bir mesele olması gereken anayasa hukuku
açısından düşündürücü olduğu vurgulanmıştır.
Raporda, ayrıca, mahkemelerde, hâkim, savcı ve savunmayı ilgilendiren pratik
düzenlemelerin silahların eşitliği ilkesini güvence altına almadığı ve hâkimlerin
tarafsızlığına gölge düşürdüğü belirtilmiştir. 2010 yılı raporunda olduğu gibi, bazı
davalarda yüksek yargı mensuplarının ve askerlerin yargının bağımsızlığını tehlikeye
atacak şekilde açıklama yapmaları konusu üzerinde durulmuştur.
Yargının etkililiği bağlamında ise, Yargıtay ve Danıştay Kanunlarının tadil edildiği,
hâkim ve savcı atandığı, daha fazla dairenin kurulduğu ve çalışma yöntemlerinin
değiştirildiği, Yüksek Kurul tarafından yürütülen atama sürecinin şeffaf olduğu; ilk
derece mahkemelerinin iş yükünü azaltmak üzere Mart 2011’de mevzuatın kabul
edildiği ve 2011 bütçesindeki artışa karşın, bazı mahkemelerin ve yargı sisteminin
performansını değerlendirmek üzere, Adalet Bakanlığı ve Yüksek Kurul tarafından
stratejik bir çerçevenin ya da kıyas kriterlerinin belirlenmemiş olmasına dikkat
çekilmiştir. Mahkemelerin parçalı yapısının kaynakların verimli kullanımını engellemesi
ve 2010 İlerleme Raporu’nda vurgulandığı gibi, Haziran 2007’den beri kurulmuş olması
gereken bölge istinaf mahkemelerinin henüz kurulmamış olmamalarına da dikkat
çekilmiştir.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
8
Başta ceza davaları olmak üzere, yığılma nedeniyle bekleyen davaların sayısına dikkat
çekilmiş; duruşma öncesi gözaltıların, sanık haklarının gözetilmesi ve yargı sürecinin
kalitesi açısından asgari düzeyde tutulması gerekliliğinin altı çizilmiştir.
Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun tutuklamalarla ilgili hükümlerine gereğinden fazla
başvurulduğu, gözaltı ve tutuklamalar için alternatif yöntemlerin işletilmediği yer
almıştır.
Yargı denetimi yerine tutuklamalara başvurulması, bilgi sızdırılması, dosyalara sınırlı
erişim, gözaltı kararları için yeterli gerekçe sunulmaması ve kamu yararını ilgilendiren
davalarda yetkili makamların açıklamama yapmaması gibi eksikliklere değinilmiştir.
2010 yılı İlerleme Raporu’nda vurgulandığı gibi, yüksek profilli davaların soruşturma
kalitesiyle ilgili endişelerin artmaya devam ettiği belirtilmiştir. Bu bağlamda, polisle
jandarma ve polisle yargı makamları arasındaki ilişki ve işbirliğinin geliştirilmesi
gerektiği hususu bu raporda da tekrarlanmıştır.
Rapora göre, uzlaştırma sistemi etkili uygulanmamıştır. Adli Tıp Kurumu’ndaki yığılma
gecikmelere neden olmaktadır. Çapraz sorgu sistemi bütünüyle uygulanmamaktadır.
Yargı reformu stratejisi çerçevesinde hükümet tarafından kabul edilen tedbirlerin
uygulandığı ancak mevcut stratejinin sahiplenilmesini artırmak üzere gözden
geçirilmesinin gerekliliği üzerinde durulmuştur.
Genel olarak, 2011 İlerleme Raporu’nda yargı sisteminde ilerleme kaydedildiği ifade
edilmiştir. HSYK Kanunu ve Anayasa değişikleri ile ilerleme kaydedilse de ceza hukuku
sisteminin ve bekleyen ceza davaları dâhil olmak üzere yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı
ve etkililiği hakkında ek adımlar atılması gerektiğine dikkat çekilmiştir.
Adalet
Bakanı’nın, hâkim ve savcılara yönelik disiplin soruşturmaları açılmasını veto etme
hakkının sürmesi, yargı işlemlerinin şeffaf olması, yargı reform stratejisinin tüm
paydaşların katılımıyla gözden geçirilmesi öne çıkan hususlar olmuştur.
Rapora göre, 2010–2014 Strateji ve Hareket Planı’na istinaden yolsuzlukla ilgili 28
konuda öneriler hazırlanmış ve söz konusu önerilerin hepsinin Bakanlar Kurulu
tarafından onaylanmış olmasına rağmen yolsuzlukla mücadele eden kurumların
bağımsızlığı konusunda bir ilerleme sağlanmamıştır. Türkiye’nin, Yolsuzluğa Karşı
Devletler Grubu’nun 21 tavsiyesinden ‘Suçlama’ ve ‘Parti Fonlarında Şeffaflık’ başlıklı
tavsiyeleri hariç olmak üzere 19’unu uygulamaya geçirdiği vurgulanmıştır.
İlerleme Raporunun bulgularına göre, siyasi partilere yönelik bağış ve maddi katkılarla
ilgili bazı kısıtlamalara gidilmişse de siyasi partilerin mali kaynakları konusunda
şeffaflaşma sağlanamamış, siyasi partilerin genel harcamaları ve seçim kampanyası
harcamalarını sınırlandıran veya denetleyen bir yasa hala çıkarılmamıştır. Raporda,
Anayasa Mahkemesi’nin yalnızca siyasi partilerin mali raporlarını sunup sunmadıklarını
denetlediği, ancak verilen rakamların ve belgelerin kaynağını doğrulamadığı
belirtilmiştir.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
9
Rapor, 2010 yılı Aralık ayında yürürlüğe giren Sayıştay Kanunu’nun kamu idaresindeki
şeffaflık ve denetlenebilirliği iyileştireceğini, ancak Türk Silahlı Kuvvetlerini
Güçlendirme Vakfı’nın Sayıştay Kanunu’nun yetki alanı dışında bırakılmasının önemli
bir eksiklik olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca şüpheli mal varlıklarının dondurulmasına
ilişkin idari bir uygulama bulunmadığına dikkat çekilerek böyle bir içtihadın henüz
oluşturulmamış olması İlerleme Raporu tarafından endişe verici olarak
nitelendirilmektedir.
Raporda ayrıca 2009 yılında Almanya’da başlayan Deniz Feneri davasında eski Radyo
Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) başkanı da dâhil olmak üzere tutuklamalar yapıldığına
değinilmiş, ancak iddianamenin henüz hazırlanmamış olduğu da vurgulanmıştır.
İlerleme Raporu’nda, davayı soruşturan savcı ekibinin değiştirilmesi de yargıya yapılan
endişe verici bir siyasi müdahale olarak yorumlamıştır.
Sonuç olarak siyasi partilerin mali kaynaklarına ilişkin şeffaflık eksikliği ve siyasi
dokunulmazlıkların genişliği, İlerleme Raporu’na göre en çok göze batan eksiklerdir.
Türkiye’nin şeffaflık ve yolsuzluk konusundaki inceleme, yargılama, ve
cezalandırmalarıyla bir içtihat oluşturmasının zamanının geldiğini vurgulayan rapor, söz
konusu içtihadın oluşturulamaması halinde mevcut sorunların çözülemeyeceğinin altını
çizmektedir.
İnsan Hakları ve Azınlıkların Korunması
Raporda Türkiye’nin, Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve Tacize Karşı
Koruması Sözleşmesi’ni Kasım 2010’da, Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı
Konvansiyonu’nun İhtiyari Protokol’ünü de Eylül 2011’de parlamentosunda onayladığı
belirtilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin üç ek Protokol’ü de onaylanmayı
beklemektedir.
İlerleme Raporu’nun verilerine göre Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM)
yapılan başvurular üst üste beşinci yılda da artış göstermiş, 2010 yılı Ekim ayından
itibaren de Türkiye’den 7,764 yeni başvuru yapılmıştır. Türkiye, AİHM karalarının
çoğuna uymuş, 2010 yılında toplam 24.5 milyon Avro tazminat ödemiştir.
Rapor, Türkiye’nin, Kıbrıslı Rumların AİHM nezdinde açıp kazandığı davalarda ödemesi
gereken tazminatları henüz ödememiş olduğunu belirterek, Güney Kıbrıs Rum
Yönetimi’nin Türkiye’ye karşı açtığı davanın da hala sonuçlanmadığının altını çizmiştir.
AİHM’nin 5 Mart 2010 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde kurulan Taşınmaz
Mal Komisyonu’nu tanıdığı vurgulanarak bu tarihten bu yana Kıbrıslı Rumlarca yapılan
başvuruların 200’ünün dostane çözümle sonuçlandırıldığı belirtilmiştir.
Adalet Bakanlığı nezdinde bir İnsan Hakları Bölümü’nün kurulduğu, hâkim, savcı, polis
ve kamu görevlilerinin insan hakları eğitimi aldıklarına da vurgu yapılmıştır. Ancak
Türkiye’deki insan hakları kurumlarının Birleşmiş Milletler Paris İlkeleri ile hala uyumlu
olmadığı belirtilmiş, kurulması planlanan Ulusal İnsan Hakları Kurumu’nun da söz
konusu ilkelere tümüyle riayet etmediği vurgulanmıştır.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
10
İlerleme Raporu’nda birçok insan hakları savunucusunun Terörle Mücadele Yasası
kapsamında yargılandığına dikkat çekilerek söz konusu yasanın büyük bir endişe
kaynağı olmaya devam ettiği saptanmıştır. Sonuç itibariyle uluslararası insan hakları
hukuku konusunda belirli bir ilerleme kaydedildiği, ancak insan hakları kurumlarının
Birleşmiş Milletler ilkelerine uyumlu hale getirilmediği belirtilmiştir.
Sivil ve Siyasi Haklar
2011 İlerleme Raporu’nda Avrupa Konseyi İşkence ve Kötü Muameleyi Önleme
Komitesi’nin Türkiye’ye yaptığı beşinci düzenli ziyaret sonrasında kolluk kuvvetlerinin
uyguladığı kötü muamelede daha önceki yıllara göre belirli bir azalma kaydedildiği
vurgulanmıştır. Ancak, söz konusu komitenin ziyaretinde özellikle gözaltına alınma
esnasında kötü muamele ve şiddet iddialarının hala mevcut olduğu, göçmen barınma
kamplarında da olumsuz koşulların sürdüğü vurgulanmıştır. Yine aynı bağlamda hâkim,
savcı ve sağlık personeline işkence ve kötü muamele iddialarını inceleme ve belgeleme
konularında eğitim verildiğinin de altı çizilmiştir.
Ancak, kolluk kuvvetlerinin bazı vakalarda aşırı güç kullanmaya devam ettiği ve ateş
etme yetkisini aşması sonucu ölüm vakalarının devam ettiği de belirtilmiştir. Ayrıca,
kolluk kuvvetlerinin işkence gördüğünü iddia edenlere karşı davalar açtığı ve kolluk
kuvvetlerinin açtığı bu davalara mahkemelerce öncelik tanındığı da raporda
vurgulanmıştır.
2011 Yılı İlerleme Raporu’na göre Türkiye insan hakları ihlalleri konusunda da
dokunulmazlıkla mücadelede yetersiz kalmaya devam etmektedir. Raporda 24 Eylül
1996 tarihinde Diyarbakır Cezaevi’nde gerçekleştirilen ve 10 mahkûmun ölümüyle
sonuçlanan operasyona katılan jandarma ve polis memurlarının yargılanmasına hala
devam edildiği vurgulanmıştır. Bu ve benzer olaylara karışan güvenlik güçlerinin Türk
yargısı tarafından hoş görülmeye devam edildiği, bu nedenle güvenlik güçlerinin
kanunsuz güç kullanmaları sonucu gerçekleşen ölümlerin bağımsız bir şekilde
soruşturulamadığı ifade edilmiştir. 2010 yılı İlerleme Raporuna da konu olan ve
Nijeryalı bir mülteciyi aşırı güç kullanarak öldürmek suçuyla yargılanan polis
memurunun davasında hala bir gelişme olmadığı da tekrar vurgulanmıştır.
Genel anlamda sivil ve siyasi haklar alanında bir yıl öncesine göre çok sınırlı bir ilerleme
sağlandığı belirtilmiş, buna karşın hapishanelerde yaşanan işkence ve kötü muamele
şikâyetlerinde ise geçen yıla oranla belirli bir artış olduğunun altı çizilmiştir.
Cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısının önceki yıllara göre artmaya devam ettiği
vurgulanmış, bu durumun da mahkûmların içinde bulunduğu şartların iyileştirilmesini
engellediği belirtilmiştir. Hapishanelerde yaşanan bu kalabalığın ana nedeninin Türk
yargısının yavaşlığı olduğunu belirten rapor, cezaevlerinde bulunan mahkûmların yüzde
47’sinin hakkında kesinlenmiş bir mahkeme kararı bulunmadığına da dikkat çekmiştir.
Özellikle kız çocukların bazı hapishanelerde yetişkinlerle aynı yerde tutulduğuna dikkat
çeken 2011 yılı İlerleme Raporu, çocuk ve gençlere yönelik mahkeme ve tutukevi
sayısının yetersiz olduğunu da dile getirmiştir.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
11
Rapora göre tutukluların gözlem standartları halen Birleşmiş Milletler (BM) seviyesine
çekilememiştir. Hapishane kontrol mekanizmaları da etkin değildir. Tutukluların daha
önceden bildirilmemiş görüşme hakları bulunmamaktadır.
Adli Tıp Kurumu’nun çalışmasındaki gecikmelerin hasta tutuklularda kalıcı hasarlara yol
açabildiği belirtilmiş, tutukluların tedavi için hastanelere sevkinde ciddi problemler
olduğuna dikkat çekilmiştir. Raporda, hapishaneler tarafından düzenli olarak kullanılan
hastanelerin genellikle güvenli odaları bulunmadığı ve tutukluların güvenlik görevlileri
önünde kelepçeli olarak muayene edildiğine dair şikâyetlere de değinilmiştir.
Avrupa Komisyonu’na göre Türk yetkililer halen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin
ilkelerini temel alan genel kurallar koyma aşamasındadır. Hapishanelerde hala gazete,
dergi ve kitaplar yasaklanmaktadır. Açık ve kapalı görüş uygulamaları kaygı
uyandırmaktadır. Ziyaretlerde ve mektuplarda Kürtçenin kullanılmasına yönelik
kısıtlamalar devam etmektedir. İşkenceye karşı Birleşmiş Milletler İhtiyari
Protokolünün (OPCAT -Optional Protocol to the UN Convention against torture)
çerçevesinde kapsamlı bir düzenleme yapılmalıdır.
Rapor, 2000 yılında “Hayata Dönüş Operasyonu”nda meydana gelen Bayrampaşa
olaylarına ilişkin davanın (F-Tipi cezaevine nakilleri protesto etmek için yapılan açlık
eylemlerini polis zor kurtararak bastırmış, 12 kişi ölmüştü) beklemekte olduğunu dile
getirmekte, bu süreçte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de bir dava kabul ettiğini
belirtmektedir.
Rapora göre genel olarak, artan mahkum ve tutuklu sayısı ciddi bir kalabalık yaratmakta
ve tutukluluk koşullarının iyileştirilmesine engel olmaktadır. OPCAT’in yürürlüğe
girmesi bu sorunların çözümünde rol oynayabilir. Sağlık hizmetlerinde yapılacak olan
yeni düzenlemelerin hapishane ortamına uygun olup olmadığı sıkı bir şekilde
incelenmelidir. Çocuk ve genç tutuklularla ilgili sistem acil olarak gözden geçirilmeli,
hapishanelerdeki kişi sayısı ve orada geçirilen zaman azaltılmalı, tutukluluk koşullarının
çocukların ihtiyaçlarını karşıladığından emin olunmalıdır.
Avrupa Komisyonu bu sene de bir kez daha adalete erişim bağlamında sınırlı gelişme
kaydedildiğini vurgulamaktadır. Baroların çabalarının vatandaşların adalete erişim
hakları konusundaki bilinç seviyelerini artırdığına dikkat çeken rapor, kırsal
kesimlerdeki ve dezavantajlı gruplardaki problemlerin devam ettiğinin altını
çizmektedir.
2010 yılında olduğu gibi bu sene de adli yardım konusuna detaylıca yer veren rapor,
hapishanelerde bulunanların büyük çoğunluğunun, kadın ve çocuklar dâhil olmak üzere,
adli yardıma kısıtlı erişimi olduğuna dikkat çekmiştir. Ek olarak, aile içi şiddet
davalarında adli yardım için istenen belgelerin kurbanların korunmasını geciktirdiği
belirtilmektedir. Adli yardım için ayrılan kaynakların yetersiz ve avukat ücretlerinin
düşük olduğu da vurgulanmaktadır.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
12
Raporun ifade özgürlüğü bölümünde, medya ve kamuoyunda hassas olarak algılanan,
Kürt sorunu, azınlık hakları, Ermeni sorunu ve ordunun rolü gibi konuların açıklıkla
tartışıldığına yer verilmektedir. Aynı zamanda Adalet Bakanlığı tarafından yapılan
inceleme sonucu Türk Ceza Kanunu’nda yer alan bazı maddelerin değişmesi için önerge
verildiği ve 301. Madde kapsamında az sayıda davanın başlatıldığına dikkat
çekilmektedir.
Tüm bunlara ek olarak ifade özgürlüğü ihlallerinin endişe ile izlendiği vurgulanmakta,
basın özgürlüğünün kısıtlandığına, gazetecilerin tutuklandığına dikkat çekilmektedir.
Ergenekon Davası çerçevesinde yayımlanmamış bir metne el koyulmasının tüm bu
endişeleri daha da artırdığı belirtilmektedir. Kürt meselesi kapsamında birçok gazeteci
ve yazara dava açıldığının, bu konuda ya da Kürtçe yayın yapan gazetelere baskının
sürdüğünün altı çizilirken terörizm propagandası yapma suçundan birçok solcu ve Kürt
gazetecinin suçlandığı belirtilmiştir.
Rapora göre Türkiye’nin ifade özgürlüğü ilkesini ihlal ettiği iddiası ile birçok konu
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşınmıştır. Ayrıca Türkiye’nin ceza hukukunda
problemler bulunduğu, basın kanunu ve Atatürk’ü koruma kanununun ifade
özgürlüğünü kısıtlamak için kullanıldığı da vurgulanmaktadır. Buna ek olarak rapor,
yaşanan sorunların Türkiye’deki medyada bir oto-sansür mekanizması yarattığını da
belirtmiştir.
Avrupa Komisyonu, 2010 İlerleme Raporunda olduğu gibi, 2011 yılında da Doğan Medya
Grubuna yönelik vergi cezası davasına değinmiştir. Ayrıca Orhan Pamuk’un Mart
2011’de aldığı ceza da ayrıntılarıyla aktarılmıştır.
Raporda, nefret söylemi ile ilgili düzenlemeleri içeren, Türkiye’yi ve medyayı dini
azınlıklara karşı söylemlerinde hassas olmaya davet eden Avrupa Konseyi tavsiye
kararının uygulanmadığına değinilmiş, yeni düzenlemelere olan gereksinimin altı
çizilmiştir.
Rapor’da, radyo ve televizyonların yaptığı yayınlara getirilen yasaklar hakkındaki Kanun
ile kısmi ilerleme kaydedildiği belirtilirken, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun verdiği
kararlara ilişkin detaylı örnekler verilmiştir. Buna ek olarak web sitelerine uygulanan
sansür ve yasakların da altı hassasiyetle çizilmiştir.
Özet olarak Rapor, hassas görülen konularda dahi kamuoyundaki tartışmaların devam
ettiğine vurgu yapmış, ancak ifade özgürlüğünün çok sayıda dava ile sekteye uğradığına,
gazeteci ve yazarların maruz kaldığı baskının kaygı uyandırmaya devam ettiğine de
değinmiştir.
Raporda ayrıca toplanma özgürlüğü ile ilgili pozitif gelişmeler kaydedildiğine dikkat
çekilmiş, Nevroz ile 1 Mayıs kutlamalarının olaysız geçtiğinin altı çizilmiştir. Buna ek
olarak “Ermeni Soykırımını Anma Günü”nün de olaysız geçtiği raporda örneklenmiştir.
Sonrasında ise doğu ve güneydoğuda yapılan eylemler, Kürt meselesi ile ilgili gösteriler
ve YÖK protestolarında yaşananlara vurgu yapılmıştır. Komisyon, Türkiye’nin gösteri
hakkı konusunda anayasal değişikliklere gitmesi gerektiğini ısrarla vurgulamıştır.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
13
Örgütlenme özgürlüğü ile ilgili olarak, Türkiye’nin genel olarak AB standartlarında
olduğu belirtilirken gerekli yasal düzenlemelerin yapılması için adım atılmadığının da
altı çizilmiştir. Sivil Toplum Kuruluşlarının politika yapım sürecine katılması konusunda
mesafe kat edildiği ancak halen yasal ve bürokratik engeller bulunduğu vurgulanmıştır.
Düşünce, inanç ve din özgürlüğüne ilişkin 2010 ve 2011 İlerleme Raporları,
Türkiye’de ibadet özgürlüğüne saygının genel olarak sürdüğünü belirtmektedir. 2010
İlerleme Raporu’nda ilk olarak düzenlenmelerinin olumlu bir gelişme olarak belirtildiği
Trabzon’daki Sümela Manastırı’ndaki Ortodoks Ayini ile Van’daki Akdamar
Kilisesi’ndeki Ermeni Ayini’nin ikinci kere düzenlenmesi 2011 İlerleme Raporu’nda da
olumlu olarak belirtilmektedir. Bunun yanında, bu seneki ilerleme raporunda Van’da
resmi olarak bir Protestan kilisesinin hizmete açıldığı belirtilmektedir.
Bir önceki ilerleme raporunda da belirtildiği üzere, çeşitli devlet yetkililerinin
gayrimüslim toplulukların dini liderleri ile zaman zaman buluştuğuna, özellikle
Başbakan Yardımcısı’nın Patrik’i 1950’lerden beri ilk defa ziyaret etmesine olumlu bir
gelişme olarak yer verilmektedir.
2010 İlerleme Raporu’nda da bahsi geçen Alevi topluluğuna yönelik düzenlenen yedi
çalıştayın son raporunun Mart 2011’de açıklandığını belirten bu seneki rapor, Milli
Eğitim Bakanlığı’nın Alevi dinini de içinde barındıran yeni ders kitapları oluşturduğu
belirtilmektedir. 2011 İlerleme Raporu’nda ayrıca, Sivas’taki Madımak Oteli’nin
kamulaştırıldığı, Alevi topluluğunun burasının müze yapılmasına ilişkin talebi olduğu
belirtilmektedir.
2011 ilerleme raporunda Ankara’da Kurtuluş Protestan Kilisesi Vakfı’nın kurulmasına
ilişkin 2010 tarihli Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının uygulandığı
belirtilmektedir.
Yine 2011 ilerleme raporunda, Şubat 2008’de tadil edilen Vakıflar Yasası’nın Ağustos
2011’de onaylandığı ve bugünkü yasal çerçevenin gayrimüslimlerin 1936 yılında
deklare ettikleri mal varlıklarını yeniden edinebilme haklarının olduğu açıklanmaktadır.
Ancak, tıpkı 2010 İlerleme Raporu’nda da belirtildiği gibi, yine din kültürü ve ahlak
bilgisi dersinin ilk ve orta öğretimde hala zorunlu ders olarak bulunması olumsuz
olarak değerlendirilmektedir. Bu derslere katılmayan öğrencilere alternatif bir seçenek
sunulmaması ve bu öğrencilere daha düşük notların verildiğinin rapor edilmesi
eleştirilmektedir.
Yine bir önceki ilerleme raporunda da olduğu gibi gayrimüslim toplulukların tüzel kişilik
olarak kabul edilmedikleri için mal edinme hakkı, adalete erişim ve kaynak geliştirme
gibi konularda birçok sorunla karşılaştıkları ifade edilmektedir. Bunun yanında raporda,
din adamlarının eğitimi konusundaki kısıtlamaların devam ettiğine dikkat
çekilmektedir. Heybeliada Rum Ortodoks Ruhban Okulu’nun hala açılmadığı
vurgulanmaktadır. Bu seneki raporda da Ermeni Patrikhanesi’nin Ermeni diline ve
ruhban sınıfına yönelik bir üniversite bölümü açılması teklifinin dört seneden beri
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
14
beklemede olduğu ve Süryanilerin resmi okullar dışında, gayri resmi bir şekilde eğitim
aldıkları belirtilmektedir.
Yine bu seneki raporda da “Ekümenik” olarak ifade edilen Fener Rum Patrik’inin
“ekümeniklik” dini sıfatını her zaman kullanamadığı belirtilmektedir. Bu seneki raporda
da Mart 2010’da Venedik Komisyonu’nun, bu durumun Ortodoks Kilisesi’nin özerkliğine
aykırı olduğuna ilişkin verdiği karara değinilmektedir.
Bu seneki raporda, çeşitli belgelerde ve özellikle kimlik kartlarında, dine ilişkin bilginin
bulunmasının ayrımcılığa yol açtığı ifade edilmektedir.
Tıpkı bir önceki raporda belirtildiği gibi bu raporda da Aleviler’in ibadethanelerinin
tanınmamasına ve ibadethane açmakta zorluklarla karşılaştıklarına vurgu
yapılmaktadır. Aynı şekilde, gayrimüslim cemaatlerin ibadethanelerine yönelik
ayrımcılığın ve idari belirsizliklerin devam etmesinin, yetkililerin çeşitli ibadethane
açma başvurularının reddedilmesinin ve şu anda var olan Protestan kiliselerine ve
Yehova Şahitleri dua salonlarına karşı açılan davaların olumsuz gelişmeler olarak kaldığı
belirtilmektedir. Mersin’de bir Yehova Şehitleri dua salonunun kapatılmasına ilişkin
mahkeme kararı alındığı belirtilmektedir. Ayrıca, bu seneki raporda İstanbul ve
Ankara’daki Yehova Şahitleri’nin vergiden muaf olma taleplerinin reddedildiğine yer
verilmektedir. Vergi konusunda birçok bekleyen davanın bulunduğunun altı
çizilmektedir.
Raporda yine misyonerlerin hala ülkenin bütünlüğüne karşı bir tehdit olarak algılandığı,
2007 yılında Malatya’da öldürülen üç Protestan’a ilişkin davanın hala sürdüğü, 2006’da
Trabzon’da öldürülen Rahip Santoro davasından net bir sonuç çıkmadığı ve 2010’da
İsekenderun’da öldürülen Rahip Pavodese’ye ilişkin davanın sürdüğü belirtilmektedir.
2010 İlerleme Raporu’nda da belirtildiği gibi bu seneki raporda da vicdani retçilere
yönelik adli uygulamaların devam ettiği vurgulanmakta ve konuya ilişkin AHİM
kararlarının uygulanmasının beklenildiği belirtilmektedir.
Sonuç olarak, düşünce, inanç ve din özgürlüğüne ilişkin sınırlı bir ilerleme kaydedildiği
belirtilmekte, azınlık dinlerine mensup kişilerin radikallerin tehdidi altında olduğu ifade
edilmektedir.
Ekonomik ve Sosyal Haklar
2011 İlerleme Raporu’nda, kadın haklarına ve cinsiyet eşitliğine ilişkin sınırlı
ilerleme kaydedildiği belirtilmektedir. Bu raporda, TBMM’deki Kadın Erkek Fırsat
Eşitliği Komisyonu’nun kadın konularına ilişkin birçok rapor yayımladığı ve kurumsal
kapasiteyi artırmak için çalıştığı ifade edilmektedir. Kadının işgücüne katılım oranının
2009’da yüzde 26 olduğu ve 2010’da yüzde 27,6’ya yükseldiği belirtilmektedir.
İlköğretimde cinsiyetler arası dengesizliğin gittikçe azaldığı hatta ulusal düzeyde
neredeyse kapandığı belirtilmektedir. 2011 genel seçimlerinin kadının parlamentodaki
temsil oranını yüzde 9’dan yüzde 14’e çıkardığı ifade edilmektedir.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
15
Bu raporda ayrıca, yeni atanan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanının kadın STK’ları ile
diyaloğu geliştirdiği belirtilmektedir. Ancak, yine de cinsiyet eşitliğinin, namus
cinayetlerinin ve erken ve zorla evlilikler dahil kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin
Türkiye için en büyük zorlu alanlar olduğu ifade edilmektedir.
Bu raporda, özellikle kadının siyasette, kamu yönetiminde yönetici pozisyonunda, eğitim
alanında yönetici pozisyonunda, vali olarak, siyasi partilerde ve sendikalarda temsilinin
genel olarak sınırlı kaldığının altı çizilmektedir.
Yine kadının kötü çalışma şartları altında, kayıt dışı ve ücretsiz olarak aile işlerinde
çalıştığı belirtilmektedir. İşe alımda ayrımcılıkların olduğunun rapor edildiği
belirtilirken beyaz yakalı kadınlar arasında işsizliğin arttığına dikkat çekilmiştir.
2011 İlerleme Raporu, orta öğrenimdeki cinsiyet ayrımının arttığına da dikkat çekmekte
ve medya tarafından cinsiyete dayalı ayrımcılığın sürdürüldüğünü belirtmektedir.
2011 İlerleme Raporu’nda kadına yönelik şiddetin ve namus cinayetlerinin artmakta
olduğuna vurgu yapılmaktadır. Özellikle, yargı, emniyet ve sağlık mensupları ile yasa
uygulayıcılarına yönelik eğitim ve bilinçlendirme çalışmalarına ihtiyaç olduğu
belirtilmekte olup aile mahkemelerinin kapasitelerinin yetersiz oluşu eleştirilmektedir.
2011 İlerleme Raporu, nüfusu 50 bin ve üzeri olan tüm yerleşim yerlerinin belediyeleri
tarafından kurulması öngörülen kadın sığınma evlerine de geniş yer vermektedir.
Konuya ilişkin gerekliliklerin yerine getirilmediği, yeterli sayıda kadın sığınma evi
açılmadığı, gerekli mekanizmaların oluşturulmadığı ve bu düzenlemeleri yapmayan
belediyelerin de hiçbir şekilde cezalandırılmadığı eleştirilmektedir. Sığınma evlerinden
veya benzer kurumlardan ayrılan kadınların durumunu takip eden bir sistemin
bulunmadığı belirtilmektedir.
Raporda, cinsiyet eşitliğine ve kadına yönelik şiddete ilişkin ulusal eylem planının
uygulanmasının yeterli insan ve finansal kaynağı olmadığı için gerçekleşemediği ifade
edilirken cinsiyet meselelerine yasa yapıcıların ve kamu yönetimlerinin ortak bir şekilde
bakması gerektiği belirtilmiştir.
Yine raporda, kamuya mal olmuş birçok kişinin ve çeşitli mahkeme kararlarının “kadının
kendi davranışları ve kıyafetleri nedeniyle tacize, tecavüze ve şiddete maruz kaldığını”
belirttiği yer almaktadır. Bağımsız kadın STK’larının raporlarında, kamu kurumlarının
muhafazakar değerleri yücelten kadın STK’larına daha fazla iltimas göstererek
ayrımcılıkta bulunduklarının belirtildiği ifade edilmektedir.
Sonuç olarak, kadın haklarının korunması, cinsiyet eşitliğinin savunulması ve kadına
yönelik şiddetle mücadelenin büyük zorluklar olarak durduğu, namus cinayetlerinin,
erken ve zorla evliliklerin, aile içi şiddetin ciddi sorunlar olarak kaldığı belirtilmektedir.
Konuya ilişkin daha fazla eğitimin ve bilinçlendirme çalışmalarının, özellikle polise
yönelik olarak gerektiğinin altı çizilmektedir.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
16
Çocuk haklarına ilişkin, İlerleme Raporu’nda, 2010- 2011 döneminde çocukların okul
öncesi eğitime katılım oranının ve öğretmen sayısının arttığına dikkat çekilmiştir.
İlköğretime kayıt oranının artmasıyla birlikte toplumsal cinsiyet ayrımının ilköğretimde
azaldığının gözlenildiği de ifade edilmiştir. Ancak Orta öğretime katılım oranının
kızlardan daha çok erkeklerde artması üzerine orta öğretimde toplumsal cinsiyet
ayrımının biraz fazlalaşmış olduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca Avrupa Konseyi
Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi’nin Türkiye
tarafından imzalandığı hususu da vurgulanmıştır.
Ancak, özellikle çalışanlardaki mevsimlik göçlerin ve Roman çocuklarının okuldan
ayrılma oranının endişe kaynağı teşkil ettiği ifade edilmiştir. Bu bağlamda, çocukların
okuldan ayrılmalarını engellemek amacıyla risk altındaki çocuklar için geliştirilen erken
uyarı sisteminin daha etkin bir şekilde kullanılması gerektiği konusu dile getirilmiştir.
Raporda değinilen bir diğer husus da, ilköğretim ve orta öğretime katılım oranında çok
önemli bölgesel farklılıkların bulunması keyfiyetidir. Raporda, çocuklar arasında
yoksulluk oranının yüksek olduğuna yönelik uyarıda bulunulmuştur.
2011 Yılı İlerleme Raporu’nda özel ihtiyacı olan çocukların eğitimlerine ilişkin bir
yasanın kabul edildiği ancak, bu yasanın uygulanması için gerekli kaynakların
sağlanması ve uygulamayı denetleyecek bir sistemin geliştirilmesinin gerektiği
vurgulanmıştır. Çocuklara yönelik şiddet ile mücadele etmek için etkin bir
mekanizmanın geliştirilmediğine dikkat çekilmiştir. 2010 Yılı İlerleme Raporu’nda
olduğu gibi, bu yılki raporda da çocuk işçiliğinin engellenmesi konusunda yeterli adım
atılmadığı eleştiri konusu olmuştur.
Çocuk adaleti konusunda, 2011 Yılı İlerleme Raporu’nda, Haziran 2010 tarihli Terörle
Mücadele Kanunu, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ve diğer kanun hükümlerine
getirilen değişikler ele alınmıştır. Bu kapsamda, gösterilere katılarak terör örgütü
propagandası yapmaktan veya güvenlik kuvvetlerine direnç gösteren çocukların terör
örgütü üyesi olmak suçundan yargılanamayacağı hususu hatırlatılmıştır. Yeni
düzenlemelere göre, Terörle Mücadele Kanunu’nda yer alan bazı “ağırlaştırıcı
durumlar”ın çocuklara uygulanamayacağının ve onların çocuk mahkemeleri ya da çocuk
ağrı ceza mahkemelerinde yargılanmalarının öngörüldüğü, ancak yasanın
uygulanmasının tamamlanmadığına dikkat çekilmiştir.
Çocuk Koruma Kanunu’nca, 81 ilde çocuk mahkemelerinin kurulması gerekmektedir.
Mayıs 2011’e kadar, toplam kurulan çocuk mahkemeleri 75’e ulaşmıştır, ancak bunların
sadece 60’ı faaliyet göstermektedir. Bununla birlikte, yasal olarak toplam 20 çocuk ağır
ceza mahkemesi kurulmuştur ve bu mahkemelerinin sadece 11’i faaliyettedir. Bu
bağlamda, İlerleme Raporu’nda, çocuk mahkemeleri olmayan illerde ise, çocukların
yetişkinler için oluşturulan mahkemelerde yargılanmaya devam edildiklerine dikkat
çekilmiştir. Buna ilaveten, çocukların duruşma öncesi tutuklulukları için çoğu illerde
uygun şartların sağlanmadığı ve çocuk mahkemelerinde duruşmaların uzun sürmesi
eleştirilmiştir.
Genel olarak, tüm alanlarda, özellikle eğitim, çocuk işçiliği ile mücadele, sağlık, idari
kapasite ve koordinasyon alanlarında daha fazla girişimlerde bulunması gerektiği
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
17
vurgulanmıştır. İlerleme Raporu’nda ayrıca daha fazla çocuk mahkemelerinin
kurulmasının yanı sıra çocukların tutuklanmasının asgariye indirilmesi ve daha uygun
şartların sağlanması için çağrıda bulunulmaktadır.
Sosyal olarak savunmasız ve/veya engelli kişilere ilişkin, ulaşılabilirlik stratejisi ve
buna ilişkin eylem planının kabul edildiği belirtilmiştir. Ancak 2011 Yılı İlerleme
Raporu’nda engelli kişilere yönelik pozitif ayrımcılık için yapılan anayasa
değişikliklerine rağmen buna yönelik önlemlerin alınmadığına dikkat çekilmiştir. Ayrıca,
2010 Yılı İlerleme Raporu’nda da olduğu gibi, engelli kişilerin hakları hakkında Birleşmiş
Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi ve İhtiyari Protokolü’nün uygulanmasını izlemek
için gerekli ulusal mekanizmasının bu sene de oluşturulmadığı belirtilmiştir.
Bununla beraber, bu alanda, olumlu gelişme olarak engellilerin kamu sektöründe
istihdam edilmesinde önemli girişimlerde bulunulmasına işaret edilmiştir. Ancak engelli
kişilerin hala eğitim, sağlık, sosyal ve kamu hizmetlerine erişmekte sıkıntı yaşadıkları da
belirtilmiştir.
Ayrımcılığın önlenmesi ilkesi Anayasa’da ve birçok yasal düzenlemelerde güvence
altına alınmış olsa da, esasında ayrımcılığın önlenmesine ilişkin kapsamlı bir yasal
düzenlemenin bulunmadığı ve mevcut yasal çerçevenin halen AB ile uyumlu olmadığı
hususları eleştirilmiştir. Türkiye, eşcinselliği bir suç olmaktan çıkarmayı, eşcinsellere
yönelik yasa dışı infazlar ve diğer kanunsuz öldürülmeleri önlemeyi amaçlayan BM
kararında değişiklik öngören AB teklifini desteklememiştir.
Raporda, lezbiyen, eşcinsel, biseksüel ve transeksüellerin (LGBTT) bireysel haklarına
yönelik eleştirilere bu sene de geniş yer verilmiştir. LGBITT toplumu, halen ayrımcılık,
tehdit ve şiddet suçlarına maruz kalmaya devam etmektedir. Cinsel tercihleri nedeniyle
işten çıkarılma şeklindeki ayrımcılık vakaları halen görülmektedir. 2011 Yılı İlerleme
Raporu’nda, polislerin LGBTT bireylere yönelik uyguladığı şiddet ve mahkemelerin
LGBTT cinayetlerinde “haksız tahrik” yapıldığı gerekçesiyle zanlı ve suçluların lehine
uygulamalarda bulunması ağır bir şekilde eleştirilmeye devam edilmektedir. Ayrıca
geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi, bu yıl da Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde eşcinselliğin
“psikoseksüel” bir hastalık olduğu ve eşcinsellerin askerlik hizmeti için elverişsiz olduğu
yönündeki kararları eleştirilmiştir. Bu alanda dikkat çeken bir diğer olumsuz gelişme
olarak da, Kasım 2010’ta Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın düzenlediği uluslararası bir
konferansta,”homoseksüelliğin” toplumu tehdit eden bir hastalık olarak tanımlanması
gösterilmektedir.
Genel olarak, sosyal açıdan savunmasız ve/veya engelli kişilerin durumunu iyileştirmek
için çabalara devam edildiği, ancak sosyal ve ekonomik hayata katılımların daha çok
teşvik edilmesi gerektiği Raporda belirtilen önemli bir husus olmuştur. İlerleme
Raporu’nda ayrıca işçi hakları, sendikalar ve ayrımcılıkla mücadele gibi alanlarda birçok
sorunların bulunduğuna dikkat çekilmiştir.
İşçi hakları ve sendikalara ilişkin mevcut yasal çerçevenin halen AB ve ILO
Sözleşmeleri ile uyumlu olmadığı hususu eleştirilmiştir. Raporda, özel sektördeki
işçilerin ve kamu çalışanlarının örgütlenme, toplu sözleşme görüşmelerinde bulunma ve
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
18
grev yapma haklarına ilişkin önemli engellerin halen bulunduğuna dikkat çekilmiştir.
Bununla birlikte, Ekonomik ve Sosyal Konseyin anayasal bir temel kazanmasına rağmen
henüz toplanmadığı da belirtilmiştir. Raporda, sosyal tarafların istihdam ve sosyal
alanlarda belirlenen politikalara ve yasalara katılımlarının güçlendirilmesi gereği
üzerinde durulmuştur. Raporda değinilen ve eleştirilen bir diğer husus da, öğrenciler,
emekliler, çiftçiler ve adliye memurlarına örgütlenme hakkının halen tanınmamış
olmasıdır.
Mülkiyet hakları konusunda, 2008 tarihli Vakıflar Kanunu’na getirilen değişikliklerin
Ağustos 2011’te kabul edilmesiyle birlikte, Gayrımüslim cemaatlere ait vakıfların Tapu
dairesine kendi adlarına kayıt olmalarına imkân tanınarak bu konuda önemli bir
ilerleme kaydedildiği belirtilmiştir. Raporda, söz konusu Vakıflar Kanunu sayesinde, 181
gayrimenkulün Gayrımüslim cemaat vakıfları adına kaydı yapılmıştır.
Raporda, Bozcaada’daki bir Rum Ortodoks kilisesinin mülkiyet haklarının ihlal edildiği
yönündeki Mart 2009 tarihli AİHM kararının Türkiye’nin Mart 2011’te uyguladığı
belirtilmiştir. Raporda bahsi geçen bir diğer dava sonucu kapsamında, Haziran 2010’da
AİHM kararına göre, Türkiye’nin haksız bulunması üzerine, Büyükada Rum Yetimhanesi
arazisinin tapularının Patrikhane’ye verilmesine ilişkin gelişme de yer almıştır.
Süryanilerin mülkiyet konusunda yaşadığı sorunlar, 2010 yılındaki Rapor’da olduğu gibi,
bu yılki Rapor’da da yer almıştır. Bu kapsamda, örneğin, Mor Gabriel Ortodoks Manastırı
arazisinin mülkiyeti ile ilgili davanın sürdüğü Rapor’da belirtilmiştir. 2010 Yılı İlerleme
Raporu’nda olduğu gibi, Yunan vatandaşlarının mülkiyet tescili işlemlerinde, Türk
makamlarının bazı uygulanmaları nedeniyle sorunlarla karşılaşılmaya devam edildiği
vurgulanmıştır. Raporda ayrıca devlet tarafından ülke çapında el koyulan Katolik
kilisesinin mülklerine de değinilmiştir.
Ayrıca, 2008 tarihli Vakıflar Kanunu’nun uygulanmasında bazı gecikmeler ve usule
ilişkin sorunlarla karşılaşıldığı belirtilmiştir. Birleşen vakıfların mülklerinin, Kanunda
yapılan değişikliklerin kapsamı dışında bırakıldığı ifade edilmiştir. Avrupa Konseyi’nin
Venedik Komisyonu’nun mülkiyet haklarına ilişkin Mart 2010 tarihli tavsiyelerinin
uygulanmasının halen askıda olduğu hususu da eleştirilmiştir.
Azınlık hakları, kültürel haklar ve azınlıkların korunması
2011 Türkiye İlerleme Raporu’nda, 2010’dakinde olduğu gibi, Türkiye’nin azınlıklara
yaklaşımının kısıtlı olduğu vurgulanmakta ve Türkiye’nin Birleşmiş Milletler ile Avrupa
Konseyi’nin ilgili uluslararası anlaşmalarına katılmadığı hatırlatılmaktadır. Ayrıca,
Türkiye’de ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti-semitizm ile mücadele konularında
çalışan kurum veya mekanizmaların bulunmadığının da altı çizilmektedir.
Rum azınlığın durumunun değişmediği, Gökçeada ve Bozcaada adaları dâhil olmak
üzere, eğitim ve mülkiyet haklarıyla ilgili sorunlarla karşılaşmaya devam edildiği yine
raporda vurgulanmaktadır.
2011 yılı İlerleme Raporu’nda, öte yandan, matematik ve fen bilimleri kitaplarının
2010–2011 eğitim-öğretim yılı öncesinde Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Ermeniceye
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
19
çevrilerek ücretsiz dağıtıldığı belirtilmektedir. Aynı zamanda, Ermeni öğrencilerin
2011–2012 eğitim-öğretim yılından itibaren Ermeni azınlık okullarına misafir öğrenci
olarak gidebilecekleri vurgulanmaktadır.
2010 yılı İlerleme Raporu’nda da ifade edildiği gibi, misyonerlere ve Hıristiyanlara karşı
anti-semitizmin, medyadaki nefret söylemiyle bağlantılı olarak bir sorun olmaya devam
ettiği belirtilmektedir.
Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin dava hakkında ise, İnsan Hakları Avrupa
Mahkemesi’nin 14 Eylül 2010’da aldığı karara ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Ocak
2011’de Devlet Denetleme Kurulu’na inceleme talimatı verdiğine atıfta bulunulmaktadır.
Ayrıca, çocuk suçlulara ilişkin yapılan değişiklikler sonucu Ogün Samast’ın dosyasının
Çocuk Mahkemeleri’ne gönderildiği belirtilmektedir.
Genel olarak, Türkiye’nin azınlık haklarına yaklaşımının kısıtlı olduğu raporda
vurgulanmaktadır. Öte yandan, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti-semitizm ile
mücadelede mevzuatın gözden geçirilmesi gerektiğinin ve bu konulardan sorumlu bir
kurumun oluşturulmasının önemli olduğunun altı çizilmektedir.
Kültürel haklar konusunda, 2011 yılı içerisinde yaşanan gelişmeler ön plana
çıkarılmaktadır.
3 Mart 2011’de yürürlüğe giren “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Kanun” çerçevesinde, Türkçe dışındaki dillerde ulusal düzeyde radyo ve
televizyon yayını yapılabildiği belirtilmektedir. Ancak, Başbakanlık veya Bakanlık
kararları doğrultusunda geçici olarak yayınların durdurulabileceği vurgulanmaktadır.
Öte yandan, yapılan yasal değişikliklere rağmen, Türkçe dışındaki dillerin
kullanılmasının önünde Anayasa’dan ve Siyasi Partiler Kanunu’ndan kaynaklanan
engeller olduğu hatırlatılmaktadır. Bu bağlamda, sivil toplum kuruluşlarının bir milyon
imza toplayarak Meclis’e dilekçe sundukları ve tüm kısıtlamaların kaldırılmasını talep
ettiklerinden bahsedilmektedir.
Muş Alparslan Üniversitesi’nde Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü kurulmasına YÖK
tarafından izin verildiği, ancak yeterli kadro olmayışı nedeniyle yalnızca lisans
düzeyinde seçmeli dersler açıldığı ifade edilmektedir.
Türkçe dışındaki dilleri konuşanların, savunma veya ifadelerinin alınması safhasında,
soruşturma aşamasında ve mahkemede ücretsiz tercümeden faydalanmalarının kanunla
öngörüldüğü ancak bunun tam olarak uygulanmadığı belirtilmektedir. Bu kapsamda,
Doğubayazıt Ceza Mahkemesi’nin Mayıs 2011’de, Doğubayazıt Belediye eski Başkanı’nı
2007 yılında parklara Kürtçe isim vererek Türkçe harflerin kullanılmasına ilişkin yasayı
ihlal ettiği gerekçesiyle cezalandırdığına yer verilmektedir.
2010 yılı İlerleme Raporu’nda olduğu gibi, Kürt dilinin hapishanelerdeki kullanımına
ilişkin güvenlik gerekçeli kısıtlamaların devam ettiğinin altı çizilmektedir. Öte yandan,
Mehmet Aksoy tarafından Kars’ta inşa edilen insanlık anıtının Başbakan’ın eleştirileri
neticesinde yıkıldığına yer verilmektedir.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
20
Raporda Romanlarla ilgili olarak, hükümet tarafından bazı adımlar atıldığı
vurgulanmaktadır. Bir önceki raporda Romanlara karşı ayrımcılığı teşvik eden
“Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun”daki ayrımcı
maddelerin değiştirilmesini içeren bir teklif sunulduğu belirtilerken, 2011 yılında bu
adımın atıldığı ifade edilmektedir.
2010 yılı İlerleme Raporu’nda yer verilen “Roman Açılımı”nın sorunlara kapsamlı çözüm
getirmekten uzak kaldığı ifade edilmektedir. Roman öğrencilerin okuldan ayrılma
oranlarının diğer öğrencilerden yüksek olduğuna dikkat çekilirken, bu öğrencilerin okul
öncesi eğitimlere erişimlerinin geliştirilmesi gerektiğine vurgu yapılmaktadır. Ayrıca,
İstanbul’da gerçekleştirilen “Kentsel Dönüşüm” projelerinden kaynaklanan sorunlara da
değinilmektedir.
Genel olarak kültürel haklar konusunda Türkiye’nin ilerleme kaydettiği ancak Türkçe
dışındaki diğer dillerin siyasi yaşamda kullanılmasında kısıtlamaların sürdüğü
belirtilmektedir. Romanların durumunun iyileştirilmesine ilişkin bazı ilerlemelerin
olduğu ancak kapsamlı bir politikanın bulunmadığı ifade edilmektedir.
Doğu ve Güneydoğu’daki Durum
2011 yılı İlerleme Raporu’nda, GAP’ın devam ettiği vurgulanarak, ulaştırma, sağlık ve
eğitim alanlarında adımlar atıldığı belirtilmektedir. Büyük baraj projelerinin ise, yaşam
koşullarını, tarihi mirası ve doğal hayatı tehdit ettiği gerekçeleriyle eleştirildiğine yer
verilmektedir.
Kayıp kişiler Tolga Baykal Ceylan ile Cemal Kırbayır’ın durumlarının araştırılması
amacıyla Şubat 2011’de Meclis tarafından bir alt-komite kurulduğu belirtilmekte ve
JİTEM ile Temizöz davalarının devam ettiği ifade edilmektedir.
AB’nin terörist örgütler listesinde yer alan PKK’nın terörist saldırılarının, iki defa 15
Haziran’a kadar ateşkes ilan edilmesine rağmen Nisan 2011’den sonra yoğunlaştığına
dikkat çekilmektedir. 13 askerin şehit olduğu ve 7 askerin yaralandığı Silvan saldırısının
siyasi atmosferi olumsuz etkilediği belirtilmektedir ve 8 asker ile 1 köy korucusunun
Hakkâri’de şehit edilmesinin tansiyonu daha da artırdığına vurgu yapılmaktadır. Bu
durum karşısında Türk Hava Kuvvetleri’nin PKK kamplarına yönelik sınır ötesi
operasyonlara başladığı ifade edilmektedir.
2010 yılı İlerleme Raporu’nda belirtildiği gibi, demokratik açılım çerçevesinde beyan
edilen somut önlemlerin umulan seviyede olmadığı ve takip edilip uygulanmadığı
raporda vurgulanmaktadır. İçlerinde seçilmiş belediye başkanlarının da bulunduğu pek
çok yönetici ve politikacının KCK-PKK karşıtı operasyonlarda tutuklandığına da raporda
yer verilmektedir.
Geçen yıllarda olduğu gibi, kara mayınlarının endişe kaynağı olmaya devam ettiği bu
raporda da tekrarlanmaktadır. Türkiye’nin Ottawa Sözleşmesi uyarınca, mayınlı
alanlardaki anti personel mayınlarını, 1 Mart 2014 tarihini geçmemek kaydıyla, en kısa
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
21
sürede temizlemeyi taahhüt ettiği ancak bu çalışmalara henüz başlamadığıyla ilgili
paragraf bu seneki raporda da korunmaktadır.
2010 yılında olduğu gibi, köy korucuları sorununun ele alınmasında adım atılmadığı da
raporda vurgulanmaktadır.
Bu konuda genel olarak, verilen taahhütlere rağmen, Ağustos 2009’da hükümet
tarafından açıklanan demokratik açılımın kısmen takip edildiği vurgulanmaktadır.
Terörist saldırıların arttığı ve bu saldırıların AB tarafından sürekli kınanmakta olduğu
da belirtilmiştir.
Mülteciler ve yerlerinden edilmiş kişiler
2011 yılı İlerleme Raporu’nda, terör ve terörle mücadele nedeniyle ortaya çıkan
kayıpların tazmin edilmesi sürecinde bazı aksaklıkların yaşandığına değinilmektedir.
Zarar Tespit Komisyonlarının ağır iş yüküne ve kaynak eksikliğine bağlı olarak sürecin
yavaş ilerlediği tespiti bu raporda da tekrarlanmakta ve ödemelerde gecikmelerin
yaşandığına işaret edilmektedir.
Yerlerinden edilmiş kişilerin şehirlerdeki durumunun kaygı yaratmaya devam ettiği de
raporda belirtilmektedir. Söz konusu durumu yaratan gerekçeler olarak da, koruculuk
sistemi, mayınlı araziler ve iş imkânlarının kısıtlı olması gösterilmektedir.
Mültecilere ilişkin olarak da, yasal çerçevenin yetersizliğine bağlı olarak, ilerlemenin
sağlanamadığı belirtilmektedir.
Genel olarak yerlerinden edilmiş kişilerin tazmininin devam ettiği, bununla birlikte
uygulamanın etkin olmadığı vurgulanmaktadır. Geçen seneki raporda belirtildiği gibi
hükümetin bu sorunu ele almak için ulusal bir strateji belirlemediğinin ve adımlarını
hızlandırması gerektiğinin altı çizilmektedir.
Bölgesel Konular ve Uluslararası Yükümlülükler
Kıbrıs
Bu bölümde geçen seneye göre genel olarak aynı ifadeler kullanılmaktadır. 2010 yılı
İlerleme Raporu’nda olduğu gibi, Türkiye’nin, Birleşmiş Milletler iyi niyet misyonu
çerçevesinde iki topluluğun liderleri arasındaki kapsamlı müzakerelere destek verdiği
belirtilmektedir. Konsey açıklamalarında ve müzakere çerçeve belgesinde belirtildiği
gibi Türkiye’den, devam eden müzakereleri BM çerçevesi içinde, ilgili BM Güvenlik
Konseyi kararları uyarınca ve Birliğin üzerine kurulduğu ilkeler doğrultusunda adil,
kapsamlı ve yaşayabilir çözümü için aktif olarak desteklemesinin beklendiği
vurgulanmaktadır. Aynı zamanda, Türkiye’nin taahhüdünün ve kapsamlı çözüme somut
katkısının çok önemli bulunduğu belirtilmektedir.
Türkiye’nin, Komisyon ve Konsey tarafından yapılan çağrılara rağmen Eylül 2005
Deklarasyonunda ve Aralık 2006 ile Aralık 2010 Sonuç Bildirgelerinde belirtilen
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
22
yükümlülükleri yerine getirmediği yine vurgulanmaktadır. Ayrıca, Türkiye’nin Katma
Protokol’den doğan yükümlülüklerini tam ve eksiksiz olarak yerine getirmediği ve GKRY
ile doğrudan ulaştırma yollarının açılması dâhil, malların serbest dolaşımının önündeki
engelleri kaldırmadığı hatırlatılmaktadır.
Bu yılki Raporda, GKRY’nin, karasularının ve hava sahasının Türkiye tarafından ihlal
edildiğini bildirdiği not edilmektedir. Öte yandan, Türkiye hükümetinin üst düzey
yetkililerinin, Kıbrıs sorununun çözülmemesi halinde GKRY Dönem Başkanlığı boyunca
Türkiye’nin AB ile ilişkileri donduracağı yönündeki açıklamalarına da yer verilmektedir.
GKRY ile ikili ilişkilerin normalleştirilmesi hususunda ise yine, bir ilerleme
kaydedilmediği, Türkiye’nin, GKRY’nin muhtelif uluslararası örgüte ve Silah İhracatı
Davranış İlkeleri ve Çift Kullanımlı Malzeme konusundaki Wassenaar Düzenlemesi gibi
düzenlemelere üyeliğini veto etmeye devam ettiği vurgulanmaktadır. Aynı zamanda
Rapor’da, “GKRY, Türkiye tarafından karasuları ve hava sahası ihlali yapıldığını
bildirmiştir” ifadesine yer verilmektedir.
Sınır Uyuşmazlıklarının Barışçı Yollardan Çözümü
Bu bölümde yine, Türkiye ve Yunanistan’ın ikili ilişkilerin geliştirilmesine yönelik
gayretlerine devam ettikleri belirtildikten sonra Yunanistan Başbakanı’nın Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanı’nın daveti üzerine 7–9 Ocak 2011 tarihleri arasında Erzurum’u
ziyaret ettiği belirtilmektedir.
Ekim 2009’dan bu yana yoğunlaşan İstikşafi görüşmeler kapsamında Türkiye
Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı’nın 8–10 Mart 2011 tarihleri arasında Yunanistan’ı ziyaret
ederek önemli temaslarda bulunduğu vurgulanmaktadır. Bununla birlikte, geçen sene de
raporda ifade edildiği şekliyle “Yunan karasularının genişletilmesi ihtimali karşısında
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 1995 yılında alınan “casus belli” kararıyla ilgili
tehdit(in) geçerliliğini korumakta” olduğu yine vurgulanmaktadır.
Birliğin, iyi komşuluk ilişkileri ve sorunların barışçıl şekilde çözümünü olumsuz
etkileyebilecek tehdit veya eylemlerden kaçınılması çağrısında bulunduğu 2009 yılı
raporunda olduğu gibi ifade edilmektedir. Yunan adaları üzerindeki uçuşlar dâhil,
Türkiye’nin devam eden hava sahası ihlalleri konusunda Yunanistan tarafından önemli
sayıda resmi şikâyette bulunulduğu da geçen sene olduğu gibi raporda aynen yer
almaktadır.
Bölgesel İşbirliği
2010 yılı İlerleme Raporu’nda olduğu gibi, Türkiye’nin, Güney Doğu Avrupa İşbirliği
Süreci (GDAÜ) ve Bölgesel İşbirliği Konseyi de dâhil olmak üzere, bölgesel girişimlere
aktif olarak katılmaya devam ettiği ve yürüttüğü belirtilmektedir.
Aynı zamanda, genişleme ülkeleriyle ve komşu AB ülkeleriyle olumlu ilişkilerin
yürütüldüğü raporda vurgulanmaktadır. Geçen yıl olduğu gibi, söz konusu ülkelerle
yürütülen
ilişkilere
daha
detaylı
değinilmektedir.
Türkiye
Cumhuriyeti
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
23
Cumhurbaşkanı’nın 26 Nisan 2011’de, Sırbistan, Bosna – Hersek ve Hırvatistan ile üç
taraflı ilişkilerde yer aldığı vurgulanmaktadır.
2011 İlerleme Raporu’nda, Türkiye’nin ortak güvenlik ve savunma politikası
çerçevesinde AB tarafından Bosna-Hersek ve Kosova’da yürütülen askeri operasyonlara
katkı sağlamayı sürdürdüğü ifade edilmektedir.
EKONOMİK KRİTERLER
İşleyen bir piyasa ekonomisinin varlığı
Ekonomi politikasının temel unsurları
Türkiye’nin ekonomi politikasının, ihtiyatlı kamu maliyesi idaresi ve iyi düzenlenmiş
finansal sektörü ile açık, büyük oranda piyasa odaklı bir ekonominin sürdürülmesi için
oluşturulduğunu belirten raporda; daha fazla reform yapılması ihtiyacını ve taahhüdünü
içeren Katılım Öncesi Ekonomik Program’ın Nisan 2011’de Komisyon’a sunulduğu ifade
edilmektedir. Haziran 2011’de göreve başlayan yeni Hükümetten, ekonomi yönetiminde,
beklenenden daha güçlü olan ekonomik toparlanmadan kaynaklanan dengesizlikler ile
başta vergilendirme ve istihdam alanlarındaki yapısal reformlara odaklanması
beklenmektedir. Önceki ilerleme raporlarında da ifade edilen, Hükümet kurumları
arasında ekonomi alanında sorumlulukların paylaşımı açısından bölünmüşlüğün devam
etmesi; bu durumun bütçe planlamasının koordinasyonun ve orta vadeli politikaların
oluşturulmasını zorlaştırması sürmektedir. Sonuç olarak, ekonomi politikasının temel
hedefler konusundaki uzlaşının sağlam olduğu tespit edilmektedir.
Makroekonomik istikrar
Bu bölümde geçen yıldan bu yana yaşanan makroekonomik büyüklüklerdeki gelişmelere
yer verilerek, büyüme, cari işlemler açığı, kamu borç stoku, işsizlik ve enflasyon gibi
verilerdeki değişimler ele alınmaktadır.
2010 yılında hızlı bir toparlanma yaşayan Türkiye ekonomisi yüzde 9 oranında
büyürken bu büyüme 2011 yılının ilk yarısında da devam etmiş ve yüzde 10,2 olarak
gerçekleşmiştir. Raporda düşük reel faizle ivme kazanan güçlü iç talep, güçlü sermaye
girişleri ve banka kredilerinde hızla artan büyüme gibi etkenlerin ekonomik faaliyetleri
tekrar artırdığı belirtilmektedir. Ekonomik toparlanmanın itici gücünün özel sektör
olmayı sürdürdüğü tespiti, 2011 yılının ilk yarısında yüzde 10,8 artan özel tüketim,
GSYİH’nin yüzde 15’ini oluşturan ve yıllık olarak yüzde 31,3 oranında artan özel
yatırımlar örnekleriyle desteklenmektedir. Haziran ayıdaki genel seçimlere rağmen
kamu harcamalarının kontrol altında kaldığına dikkat çekilen raporda iç tüketim
talebindeki hızlı artışın ticari açık ve cari açığın artmasına sebep olduğu dile
getirilmektedir. Raporda ayrıca 2010 yılında satın alma gücü paritesi ile ölçülen kişi başı
GSYİH’nin AB ortalamasının yüzde 48’ine tekabül ettiği yer almaktadır. Sonuç olarak,
büyük ölçüde güçlü iç taleple ivme kazanan ekonomi 2010 yılında ve 2011 yılının ilk
yarısında büyümüştür.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
24
2010 yılında üç kat artarak GSYİH’ye oranı yüzde 6,6’ya erişen cari açığın 2011 yılında
da artmaya devam ettiğine dikkat çekilerek, bu durum mal ticaretindeki açığın
artmasıyla ilişkilendirilmektedir. Bunun yanında, Merkez Bankası’nın kredi artışını
kısıtlama çabalarına ve TL’nin göreceli olarak zayıflığına rağmen güçlü iç talep ve yüksek
küresel emtia fiyatları ithalat kalemini artırmıştır. Siyasi krizde olan ülkelere yapılan
ihracatın düştüğünü belirten rapor, diğer bölgelere yapılan satışların artışını
vurgulamaktadır. Merkez Bankası kayıtlarına göre 2011’de resmi döviz rezervlerinin
yüksek kalmış, bunun sebebi olarak portfolyo girişlerinin sürmesi, bankaların ve
şirketlerin yeterli finansmana erişimi olarak gösterilmiştir. Sonuç olarak, güçlü iç talep
nedeniyle ithalat artmaktadır bu da ticari açığı ve cari açığı artırmaktadır.
2009 yılında yüzde 14 olan işsizlik oranın 2010 yılında yüzde 11,9, Mayıs 2011’de ise
yüzde 9,4’e düşmesine dikkat çeken raporda tarım alanındaki istihdamın aynı kalmasına
rağmen genç istihdamının arttığı belirtilmektedir. Ancak kadınların işgücüne katılımının
düşük seyretmesi sorunu sürmektedir. Genel olarak sıkı istihdam yasalarının işverenleri
yeni eleman alımından caydırması ve kayıt dışı çalışmanın sürmesi raporda getirilen
eleştiriler arasındadır. Sonuç olarak, güçlü ekonomik kalkınma güçlü istihdam artışına
ve işsizlik oranında önemli bir düşüşe sebep olmuştur.
2009 yılında yüzde 6,5 olarak açıklanan enflasyon oranı 2010 yılında yüzde 6,4 olarak
gerçekleşmiş, bunun yanında 2009 yılında yüzde 5,9 olan üretici fiyatları 2010 yılında
yüzde 8,9’a yükselmiştir. 2011 yılında enflasyonun inişli çıkışlı seyrine dikkat çeken
rapor güçlü iç talep, artan dünya yakıt ve gıda fiyatları ile zayıf para birimi
kombinasyonunun enflasyonu artırabileceği uyarısında bulunmaktadır.
Güçlü enflasyonist baskılar ve artan cari açık nedeniyle para politikasının
ayarlanmasının giderek zorlu hale geldiğine işaret eden raporda Merkez Bankası’nın
düşük faiz oranları, geniş faiz koridoru ve yüksek ticari banka zorunlu rezerv karşılığı
oranlarını kombine ederek para politikasındaki duruşunu değiştirdiği belirtilmektedir.
Merkez Bankası’nın yaptığı müdahalelerin kısmen başarılı olduğunu dile getiren
raporda döviz kurunun zayıfladığı ancak zorunlu karşılık oranının artırılmasının kredi
artışını yavaşlatmakta başarılı olamadığı, bu durumun yüksek emtia fiyatlarıyla birlikte
Türkiye’nin artan cari açığını beslemeye devam ettiği tespit edilmektedir.
Rapor 2010 yılında ve 2011 yılının ilk yarısında bütçe performansının başarılı olduğuna
dikkat çekmekte, bu başarıda güçlü iç talebin dolaylı vergi gelirlerini artırmasının payını
vurgulamaktadır. 2010 yılında reel vergi gelirleri yüzde 35 oranında artarken faiz dışı
fazla üç katına çıkmıştır. Hükümetin orta vadeli programında bütçe açığının GSYİH’ye
oranının 2011 yılında yüzde 2,8 olarak öngörüldüğünü dile getiren rapor, vergi affı
programıyla toplanacak vergilerle bu oranın daha düşük gerçekleşebileceğini iddia
etmektedir. Rapora göre bu gelişmeler ışığında maliye politikası, yüksek cari açığı
düşürmeyi hedefleyen para politikasını destekleyebilecektir. Maliye politikasının doğru
yolda olduğu tespitinde bulunan raporda 2010 yılında kamu borcu stokunda azalma
olduğu dile getirilmektedir.
Yeni bir Sayıştay Kanunu ve yeni Devlet Yardımları Kanunu’nun kabul edilmesi dâhil
şeffaf ve daha etkin kamu hizmetleri ve bütçelendirmesi için yeni girişimlerde
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
25
bulunulduğunu belirten raporda bir önceki rapor döneminde Kamu Mali Yönetimi
Kanunu’na ilişkin sıralanan eleştirilerin tekrar edildiği görülmektedir. Buna göre
bütçelendirme sürecinde hesap verebilirlik, verimlilik ve şeffaflığı artıracak kısımlar
eksiktir. Daha önceki rapor döneminden bu yana devam eden bir başka sorun tüm vergi
idaresi fonksiyonlarının Gelir İdaresi Başkanlığı altında birleştirilememesidir. Söz
konusu birleştirmenin amacı, denetleme kapasitesini güçlendirmek ve standart risk
temelli denetleme tekniklerinin artan ölçüde kullanımını kolaylaştırarak şeffaflığı
artırmak ve kayıt dışılığın azaltılmasıdır.
Kriz sırasında Türkiye’nin para ve maliye politikası programlarının başarılı olduğunu
belirten raporda, krizin Türkiye’yi ciddi ölçüde etkilemesine rağmen daha önce yapılan
reformların sonuç verdiği, böylece hızla güçlü ekonomik büyümeye geri dönüldüğü ifade
edilmektedir. Ancak yeterli olmayan ayarlamalar nedeniyle ekonomik toparlanmadan
tamamıyla yararlanamadığı eleştirisi getirilmektedir. Raporda getirilen öneriler ise mali
şeffaflık konusunda daha fazla ilerleme sağlanması, mali ve parasal politikanın
ayarlanması, enflasyon hedeflemesi hususunda daha fazla çaba gösterilmesi ve mali
disiplinin korunması olarak sıralanmaktadır.
Piyasa Güçlerinin Etkileşimi
Düzenleyici ve denetleyici kurumların başlıca sektörlerde halen faaliyet gösterdiği
belirtilen raporda otomatik fiyat mekanizmalarının nihai kullanıcı fiyatlarının maliyet
temelli metoda bağlı olduğunun varsayıldığı doğalgaz ve elektrik sektörlerinde
uygulandığı ifade edilmektedir. Güdümlü fiyatların Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE)
sepetinde toplam ağırlığının halen yüzde 4,5’ini oluşturduğu, buna karşın, Haziran
2011’deki Parlamento seçimlerinden önce hükümetin global fiyat değişliklerinin
elektrik tüketimi ve doğal gaz fiyatlarını bir yıl boyunca etkilemesine izin vermediğini ve
bu şekilde otomatik fiyat mekanizmasını etkin bir şekilde askıya aldığını
kaydetmektedir. Düzenleyici çerçeveye rağmen, hükümet kurumlarının ulaştırma
sektöründe, özellikle de sivil havacılıkta fiyatları belirleme eğiliminde olduklarına işaret
edilmektedir. Başta enerji olmak üzere, temel rol oynayan hizmetlerin,
serbestleştirilmesinin bu sektörde, birçok başarılı özelleştirme faaliyetlerine zemin
hazırlayarak finansal krizden sonra birçok özelleştirme faaliyetinin gerçekleşmesine
imkan verdiği belirtilmektedir.
2010 yılında gerçekleştirilen özelleştirme faaliyetlerinden bahsedilerek, 2009’da 1,6
milyar Avro (GSYİH’nın % 0,4’ü) olan özelleştirme işlemlerinin 2010 yılında 2,3 milyar
Avro’ya yükseldiği (GSYİH’nın %0,7’si) belirtilmektedir. 2010’da başta, iki limanın, bir
tuz madeni ve altı elektrik dağıtım şirketinin özelleştirmesi olmak üzere, birçok
özelleştirme anlaşmasının tamamlandığı kaydedilmektedir. Türk Hava Yolları, Türk
Telekom, Pektim ve yarı kamu olan Halkbank ve Vakıfbank’ın kalan hisselerinin satışının
planlandığı, diğer yandan, Ziraat Bankası ve Milli Piyango’nun satışı için henüz bir plan
yapılmadığı ifade edilmektedir. Genel olarak, piyasa güçlerinin serbestçe hareket etmesi
ve faaliyet göstermesi gerçekleşmektedir. Toparlanma ile özelleştirmenin de hız
kazandığı ifade edilmektedir.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
26
Piyasaya Giriş Çıkış
2010 yılında, işyerinin tescil sürecinin daha da etkin hale getirildiği belirtilmektedir.
Bunun sonucunda işyeri açma işlemi, ortalama 6 gün sürmektedir. Bununla birlikte,
Türkiye’de işyeri açmanın maliyetli ve kişi başı gelirin yüzde 17,2’sine karşılık geldiğine
işaret edilerek bir şirketin kalemleri ve hesaplarının remi kaydı gibi bazı ücretlerin
şeffaf olmadığı belirtilmektedir. Ticaret sicili kaydının yüksek olduğuna değinilirken
işyeri kapama harcının da pahalı ve zaman alıcı olduğu ifade edilmektedir. Tasfiye
işlemlerinin yaklaşık 3,3 yıl sürdüğü, kurtarma oranlarının ortalama yüzde 20 olduğuna
işaret edilerek bunun çok düşük olduğu kaydedilmektedir. Piyasadan çıkışa ilişkin
engellerin kaldırılmasında kaydedilen ilerlemenin zayıf olduğu belirilmektedir. Yabancı
yatırımcıların, başta deniz taşımacılığı, sivil havacılık, hava taşımacığında bakım işleri,
karayolu taşımacılığı, radyo ve televizyon yayıncılığı, enerji, muhasebe ve eğitim olmak
üzere birçok alanda sınırlamalarla karşılaştıkları ifade edilmektedir. Lisans işlemlerinin
de görece olarak uzun olduğu belirtilerek, bir deponun inşası için gerekli güvenlik
lisansının ve gerekli bildirim ve izinlerin tamamlanması için alınması gereken izinler ve
kullanım bağlantıları için 25 farklı işlemin gerekli olduğuna örnek verilmektedir. Genel
olarak, piyasadan çıkışın pahalı ve uzun olduğu ve iflas işlemlerinin halen göreceli olarak
çok zahmetli olduğu belirtilmektedir.
Hukuki Sistem
Mülkiyet hakları alanı dahil olmak üzere, iyi işleyen bir hukuk sisteminin uzun
zamandır ülkede var olduğu saptamasında bulunulmaktadır. Türkiye’de bir mülkün
tescil edilmesinin altı ayrı işlem gerektirdiği ve altı gün sürdüğüne dikkat çekilmektedir.
Ticari sözleşmelerin uygulanmasının uzun bir süreç olduğuna da işaret edilerek, 35
işlem gerektiği ve ortalama 420 gün sürdüğü belirtilmektedir. Ticari Mahkeme
hakimlerinin ileri düzeyde uzmanlıklarının olmadığı ve bunun uzun yargılama
süreçlerine yol açtığına değinilmektedir. Bilirkişi sisteminin halen paralel hukuki sistem
olarak çalıştığı ancak genel kaliteyi artırmadığı ifade edilmektedir. Mahkeme dışı
uzlaşma mekanizmasının nadiren kullanılmakta olduğu da eklenmektedir. Hukuki
sistem ve idari kapasitenin daha fazla iyileştirilebileceği yorumunda bulunulmakta ve
genel anlamda hukuk sisteminin iş çevresine etkin destek vermeye devam ettiği
gözlenmektedir.
Finansal Sektördeki Gelişmeler
2001 yılında yaşanan krizden sonra, büyük ölçüde düzenleyici ve denetleyici çerçevede
gerçekleştirilen iyileşme sonucu, bankacılık sektörünün küresel finansal krize karşı
dayanıklılık gösterdiği belirtilmekte, risk oranlarının sağlamlığını sürdürdüğü de
eklenmektedir. Bankaların yapısına da değinilen raporda, bankaların sektörde
egemenliğini sürdürdüğü, paylarının 2009’da %79,6’dan 2010’da %80,4’e çıktığı, buna
karşılık, sigortacılık sektörünün payının %3,6’dan %2,7’ye indiği (payı % 1,5 düzeyinde
kalan özel emeklilik planlarının payı dahil olmak üzere) belirtilmektedir. Diğer yandan,
toplam piyasanın % 3,6’sını oluşturan hisse senedi piyasası aracılarının (yatırım
şirketleri, karşılıklı fonlar, yatırım ortaklıkları, gayrimenkul yatırım ortaklıkları, risk
sermayesi fonları) payının sınırlı kaldığına dikkat çekilmektedir. Hisse senedi
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
27
piyasasının sermayelendirmesinin 2009’da GSYİH’ının % 36,2’sinden 2010’da %41,1’e
yükseldiği de tespit edilmektedir.
Bankacılık sektörü varlıklarının GSYİH’ya göre 2009’da %87,6’dan 2010’da %91,2’ye
(Merkez Bankası hariç tutularak) yükseldiği belirtilmektedir. Toplam bankacılık sektörü
içinde kamunun sahip olduğu bankaların payının 2009’da %30,1’den 2010’da % 29,6’ya
indiği, ülke içindeki özel bankaların payının %49,4, yabancı bankaların payının % 13,5
olduğuna değinilmektedir. Kamu bankalarının planlanan özelleştirmesinde ilerleme
sağlanamadığına dikkat çekilmektedir. Ekonomik toparlanmayla bağlantılı olarak, hızlı
kredi genişlemesi sayesinde finansal aracılık faaliyetlerinin hız kazandığı
belirtilmektedir. Bankacılık sektörü kredilerinin 2009’da GSYİH’nın % 41,2’sinden
2010’da GSYİH’nın %47,6’sına yükseldiği ifade edilmektedir. Raporda, bankacılık
sektöründe kredi türlerindeki genişleme sıralanarak artış hacmi ortaya koyulmakta,
kurumsal kredilerin (GSYİH’nın 20,7’si), KOBİ kredilerinin (GSYİH’nın yüzde 11,3’ü) ve
tüketici kredilerinin (GSYİH’nın % 15,6’sı) ekonomik faaliyette göreceli ağırlıklarını
artırdıklarına işaret edilmektedir. Diğer yandan, 2009’da %54’ten 2010’da %55,8’e
yükselen mevduat artışının daha sınırlı düzeyde kaldığı belirtilmektedir. Hisse senedi
piyasalarında işlem gören başlıca borç araçlarının değerinin 2009’da % 38,2’den
2010’da %34,9’a hafifçe indiği de tespit edilmektedir. 2010 ve 2011’de daha fazla özel
kredi ihracı olmakla birlikte 31 Mart 2011 itibariyle bu araçların toplam hisse senedi
piyasasının %1,3’üne karşılık geldiği belirtilmektedir.
Finansal aracılık hizmetlerinin etkinliğinin iyileştirildiği belirtilen raporda, toplam
bankacılık sektörü kredilerinde ödenmemiş kredilerin payının 2009’da %5,3 iken,
2010’da %3,2’ye inerek kriz öncesi düzeylerine geri döndüğüne işaret edilmektedir.
Hafif bir azalmaya karşın, bankacılık sektöründe sermaye yeterliliği, 2009’da %20,5,
2010’da %18,9 olmak üzere kanuni seviye olan %12’nin oldukça üstünde iyi bir
durumda kaldığı belirtilmektedir. Diğer yandan, raporda bankacılık sektöründe
yoğunlaşma düzeyi “orta” olarak nitelenmektedir (Bankacılık toplam varlıklarının
%60’ının en büyük beş bankaya ait olduğu kaydedilmektedir). 2011’un ilk çeyreğinde
bankacılık sektörü kârları ciddi şekilde erirken, sektörün uygun maliyetli ve kârlı
kaldığına işaret edilmektedir. Raporda, genel olarak, sektörün finans sektörünün
geçmişte yapılan reformlar sayesinde önemli ölçüde güçlü bir yapı sergilediği sonucuna
varılmaktadır.
Birlik içinde rekabetçi baskı ve piyasa güçleriyle mücadele edebilme kapasitesi
İşleyen bir piyasa ekonomisinin varlığı
Raporda, iç taleple ilgili gözlemde bulunularak, iç talebin gücünün durgunluktan hızlı bir
toparlanmaya geçişi desteklediği ve ekonominin şoklara dayanıklılığını teyit ettiği
belirtilmektedir. Ancak aynı zamanda cari açığın da hızla artmasına yol açtığı ve Türkiye
ekonomisinde birtakım dengesizliklerin geri gelmekte olduğunun habercisi olduğu ifade
edilmektedir. Ekonomik toparlanmayla birlikte yapısal reformların gerçekleştirilmesi
için bir fırsat ortaya çıktığına da işaret edilmektedir. Daha fazla büyümenin ise faaliyet
ve üretim artışı eksikliği nedeniyle geri kaldığı kaydedilmektedir. Genel olarak,
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
28
ekonomide güçlü toparlanmanın piyasa mekanizmalarını bozmadığı yorumunda
bulunulmaktadır.
Beşeri ve fiziki sermaye
Bu bölümde, öncelikle eğitim reformu üzerinde durularak, Ulusal Kalkınma Planı’nın
(2007-2013) ana parçası olan eğitim reformuna ilişkin programın uygulanmakta olduğu
belirtilmektedir. Eğitim için, eğitimin talebe cevap vermesi ve eğitim sisteminin
geliştirilmesi amacıyla modernizasyon ve reform olmak üzere iki temel önceliğin ortaya
koyulduğu ifade edilmektedir. Raporda, eğitim sistemindeki eksiklere de yer verilmekte,
bazı ilerlemeler olmasına ve başarılı öğrencilerin iyi performans göstermesine karşın
Türk öğrencilerin büyük bölümünün temel yetenekler ve problem çözmede yeterlilik
düzeyinin çok düşük olduğu ifade edilmektedir. Yüksek öğrenime katılımın uluslararası
standartlara göre düşük olduğu da eklenmektedir. 20-24 yaş arası gençlerin % 45’inin
üniversiteye gittiği, bu oranın da beş yıl öncesine göre 8 puan yüksek olduğu
saptanmaktadır. Reformların ve eğitim harcamalarındaki artışın eğitim hedeflerine
ulaşılması ve okullaşma oranı üzerinde olumlu etkisinin olmasına karşın eğitimin
kalitesine ilişkin önemli problemlerin mevcut olduğu ifade edilmektedir.
Raporda işgücüne ilişkin de değerlendirmelerde bulunulmakta, istihdam piyasasına
giren genç nüfusa iş imkânları sağlanması için yüksek düzeyde istihdam yaratılması
gerektiği belirtilmektedir. Genel olarak Türk işgücünün, eğitim ve mesleki eğitim
sistemindeki süregelen sorunlar ve parçalı piyasa yapısı nedeniyle büyük ölçüde düşük
vasıflı olduğu ifade edilmektedir. Gençler ve kadınlar için istihdam imkânları artarken
bunların alan ve etkilerinin halen çok düşük olduğu belirtilmektedir.
Raporda fiziki sermaye oluşumunu destekleyen yatırımlara ilişkin sayısal verilere de yer
verilmektedir. Sabit sermaye oluşumu oranının 2009’da %16,9’dan 2010’da %18,7’ye
yükseldiği belirtilmektedir. Kamu yatırımlarındaki artışın göreceli olarak küçük olduğu
(GSYİH’nın %3,7’sinden % 3,9’a), bunun yanında özel sektör yatımlarının GSYİH’nın
%13,2’sinden %14,9’una yükseldiği kaydedilmektedir. Türkiye’ye doğrudan yabancı
yatırım girişinin (brüt) (DYY) 5861 milyon Avro’dan 6738 milyon Avro’ya yükseldiği
belirtilmektedir. Yabancılar tarafından gayrimenkul alımlarının 2010’da toplam DYY’nin
%28’ine yükseldiğine işaret edilmektedir. Hükümetin resmi hedefinin araştırma
geliştirme harcamalarının 2010 yılına kadar GSYİH’nın %2’sine artırılması olmakla
birlikte, 2009’da GSYİH’nın %0,85’ine yükseldiği göz önüne alındığında mevcut
verilerin, bu hedefin oldukça altında kaldığı belirtilmektedir. Elektrik tüketiminde
artışın son beş yılda her yıl ortalama %6 olduğu ve ilave enerji yaratıcı kapasitenin tesis
edilmediğine dikkat çekilmektedir. Altyapı yatırımlarındaki artışın mütevazi olduğu
belirtilirken genel olarak ülkenin beşeri ve fiziki sermayesinin ileri düzeye
yükseltilmesinde bir ilerleme kaydedilmediği ifade edilmektedir.
Sektör ve işletme yapıları
Raporda başlıca sektörlerdeki istihdama ilişkin gelişmelere yer verilmekte, 2009’daki
önemli artışı takiben tarımdaki istihdamın 2010’da %25’te sabitlendiği belirtilmektedir.
Sanayi sektöründe (inşaat da dahil olmak üzere) istihdam yaratıldığı ve toplam işgücü
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
29
içinde tarımsal işgücünün %26,3’e çıkarak kriz öncesi döneme geldiği belirtilmektedir.
Hizmetler sektöründe işgücünün 2009’da %50’den, 2010’da %48,6’ya yükseldiği de
kaydedilmektedir. İşgücü piyasalarının ekonomik toparlanmaya çabuk ayak uydurduğu
ve 2010’da toplam istihdamın %6 arttığı da belirtilmektedir. Aynı zamanda, tarımsal
üretimin 2010’da GSYİH’nın %8,4’ünde göreceli olarak sabit kaldığı gözlenmektedir.
Sanayinin GSYİH’ye (inşaat dahil olmak üzere) katkısının diğer sektörlere göre daha
hızlı artarak GSYİH’nın % 26’sına ulaştığı, hizmetlerin GSYİH’ye katkısının ise hafif bir
azalışla %64’e indiği belirtilmektedir.
Enerji sektöründeki özelleştirmeler de raporda değinilen başka bir alandır. Elektrik ve
doğal gaz sektörlerindeki serbestleştirmede kaydedilen ilerlemenin düzensiz olduğu
ifade edilmektedir. Elektrik dağıtımına ilişkin özelleştirme programının 2010’da
tamamlandığı not edilmektedir. Yenilenebilir enerji yatırımının desteklenmesi amacıyla
uzun zamandır beklenen ve bir önceki kanununda değişiklik getiren, yenilenebilir
enerjiye ilişkin kanunun 2011 yılı Ocak ayında çıkarıldığı belirtilmiştir. Gaz sektöründe
ise bir gelişme yoktur. Zorunlu gaz monopolünü elinde bulunduran BOTAŞ’ın yeniden
yapılandırılması Doğalgaz Piyasası Kanununda öngörülen sürede tamamlanmamıştır.
Telekomünikasyon piyasasındaki rekabet düzeyi sınırlı kalmıştır. Genişbantta ve sabit
telefon pazarında diğer operatörlerin oranı değişmemiştir.
Genel olarak, Türkiye’nin ekonomik toparlanmasında sanayi sektörünün itici güç olduğu
ifade edilmektedir.
Devletin rekabet edebilirlik üzerine etkisi
Devlet yardımları alanında uzun zamandır beklenen ilerlemenin kaydedildiği ifade
edilmektedir. Devlet yardımlarının izlenmesi ve denetlenmesi hakkında kanunun kabul
edildiği belirtilmektedir. Devlet Yardımları Kurumu’nun işlevsel hale geldiği, kapsamlı
bir devlet yardımları envanterinin ve bütün yardım planlarını müktesebatla uyumlu hale
getirecek bir eylem planının oluşturmasının beklendiği ifade edilen raporda, şirketlerin
rekabet edebilirliğine ilişkin kuralların, Temmuz 2012’de yürürlüğe girecek Ticaret
Kanunu’nun kabulü ile esnetileceğinin beklendiği ifade edilmektedir. Kamu alımları
politikalarının düzenleyici çerçevede getirilen istisnalar ile zayıflatıldığına dikkat
çekilmektedir. Genel olarak, devlet yardımlarının izlenmesi ve denetlenmesine ilişkin
yeni kanunun ve Devlet Yardımları Kurumunun faaliyete geçmesinin şeffaflığı artırması
ve devlet yardımlarının azalmasını sağlaması beklenmektedir.
AB ile ekonomik bütünleşme
Malların ve hizmetlerin ihracat ve ithalat değerleriyle ölçülen, ekonominin açık olmasına
ilişkin düzeyin 2009 ve 2010 yıllarında %47,7 ile değişmediği belirtilmektedir.
Türkiye’nin toplam ticaretinde AB’nin payının 2009’da %42,6’dan 2010’da %41,7’ye
indiği saptanırken Türkiye’nin toplam ihracatında AB’ye ihracatın payının 2009’da
%46’dan 2010’da %46,2’ye hafifçe yükseldiği saptanmaktadır. Buna karşın, Türkiye’nin
ithalatı içinde AB’nin payının %42,6’dan %41,7’ye düştüğü kaydedilmektedir. Doğrudan
yabancı yatırımlarda ise AB’nin 2009’da %79 ve 2010’da %76 ile Türkiye’ye başlıca
kaynak olmaya devam ettiği ifade edilmektedir. Türkiye’ye AB’den gelen gayrimenkul
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
30
yatırımları ve diğer yatırımlar hariç olmak üzere yabancı sermaye yatırımlarının arttığı
belirtilmektedir. Türkiye’nin ihracatında Kuzey Afrika’nın payının %9,9’dan %8,2’ye
indiği, Yakın ve Orta Doğu ülkelerinin payının ise %18,8’den 2010’da %20,5’e
yükseldiği kaydedilmektedir. Genel olarak, AB ile ticaret ve ekonomik bütünleşmenin
geçen yıllarda olduğu gibi yüksek seviyelerde seyretmeye devam ettiği ifade
edilmektedir.
Reel ücretlerdeki gelişmelere dayanılarak, birim işgücü maliyetlerinde arştın işgücü
verimliliğine benzer hızda artış gösterdiği saptanmaktadır. Aynı zamanda, 2010’da
nominal döviz kurunun değer kazanmasına yol açan baskıların olduğu
gözlemlenmektedir. Mayıs 2011’de Liranın, %50 ABD Doları ile %50 Avro’dan oluşan bir
sepete karşı nominal olarak %3 değer kazandığı kaydedilmektedir. Reel anlamda da,
üretici ve tüketici fiyatlarındaki gelişmelerle düzeltilen liranın %5 oranında güçlendiği
ifade edilmektedir. Genel olarak, standart verilerin, Türkiye’nin ihracatta rekabet
gücünün bir parça gerilediğini ortaya koyduğu belirtilmektedir.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
31
Download