tc sağlık bakanlığı okmeydanı eğđtđm ve araştırma hastanesđ

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
OKMEYDANI EĞĐTĐM VE ARAŞTIRMA HASTANESĐ
AĐLE HEKĐMLĐĞĐ KOORDĐNATÖRÜ: Doç. Dr. Necati YENĐCE
TEZ DANIŞMANI: Uz. Dr. M. Orhan BERKER
ROMATOĐD ARTRĐTLĐ HASTALARDA ĐNSÜLĐN DĐRENCĐ VE
LĐPĐD METABOLĐZMA BOZUKLUKLARI
(Uzmanlık Tezi)
Dr. Serkan TURŞAK
ĐSTANBUL, 2007
ÖNSÖZ
Sağlık Bakanlığı Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği asistanlık süresi boyunca
bilgi ve deneyimlerinden faydalandığım değerli hocalarım; Aile Hekimliği Koordinatörü ve 3. Dahiliye
Klinik Şefi Doç. Dr. Necati YENĐCE’ye, 5. Dahiliye Servisi Şef Yrd. Uz. Dr. M. Orhan BERKER’e,
klinik eski şefim Prof. Dr. M. Ziya MOCAN’a, her türlü sorunumuzla bir abla şefkatiyle yakından
ilgilenen ve büyük desteğini gördüğüm Uz. Dr. Hasret ERDEM’e, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Klinik
Şef
Yrd. Uz. Dr. Fügen PEKÜN’e, 1.Kadın Hastalıkları ve Doğum Klinik Şefi Op. Dr. Yücel
ŞENGÜN’e, Sağlık Bakanlığı Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Klinik Şefi Doç. Dr.
Oğuz M. KARAMUSTAFALIOĞLU ’na, Genel Cerrahi Klinikleri Koordinatörü Op.Dr. Kazım SARI
ve 4. Cerrahi Klinik Şefi Op.Dr. Orhan YALÇIN’a, tez çalışmalarımda büyük katkısı ve emeği olan Uz.
Dr. Nergis YANMAZ ve Uz. Dr. Semih KALYON’a, çalıştığım servislerdeki tüm uzman, asistan,
hemşire ve personel arkadaşlarıma, bugünlere gelmemde büyük katkı ve emekleri olan sevgili aileme;
Teşekkürlerimi ve saygılarımı sunarım....
Dr.Serkan TURŞAK
2
ĐÇĐNDEKĐLER
SAYFA NO
1. GĐRĐŞ VE AMAÇ.................................................................................................5
2. GENEL BĐLGĐLER..............................................................................................6
3. MATERYAL VE METOD.................................................................................32
4. BULGULAR........................................................................................................33
5. TARTIŞMA.........................................................................................................41
6. ÖZET....................................................................................................................43
7. KAYNAKLAR.....................................................................................................45
3
KISALTMALAR
AKŞ: Açlık kan şekeri
BMI: Body mass index (vücut kitle indeksi)
CRP: C reaktif protein
DAS 28: Disease Activity Score (hastalık aktivite skoru) assessed using 28-joint counts for
swelling and tenderness
DĐF: Distal interfalangial
DKB: Diyastolik kan basıncı
DM: Diyabetes mellitus
ESR: Eritrosit sedimantasyon hızı
HDL: High-density lipoprotein (yüksek dansiteli lipoprotein)
HOMA: Homeostasis model assesment
KST: Kortikosteroid
KVH: Kardiyovasküler hastalık
LDL: Low-density lipoprotein (düşük dansiteli lipoprotein)
MKF: Metakarpofalangial
MTF: Metatarsofalangial
NSAĐ: Non-steroid antiinflamatuar
PĐF: Proksimal interfalangial
RA: Romatoid Artrit
RF: Romatoid Faktör
SKB: Sistolik kan basıncı
VLDL: Very low-density lipoprotein (çok düşük dansiteli lipoprotein)
4
I. GĐRĐŞ VE AMAÇ
Romatoid artrit (RA); etyolojisi belli olmayan, sistemik bulgular gösteren, özellikle de
kronik olarak eklemleri tutan, progresif eklem hasarı ve deformitelerle seyreden
sistemik,
otoimmün, inflamatuar bir hastalıktır. Toplumda görülme sıklığı %1 oranındadır. Çeşitli sistemik
bulguları olmasına rağmen, RA’nın en belirgin özelliği genellikle periferik eklemleri simetrik
şekilde tutan, sürekli inflamatuar sinovittir. Dolayısıyla primer sinovite yol açan bir hastalıktır.
Hastalık zamanla sinovyada pannüs formasyonu oluşturarak kıkırdak, kemik doku ve komşu diğer
dokularda yıkıma ve sonuçta da eklem deformasyonlarına yol açar. RA’nın seyri, yıkıcı
potansiyeline rağmen oldukça değişken olabilmektedir.
Bazı hastalarda yalnızca çok az eklem hasarı ile beraber kısa süreli hafif oligoartiküler
hastalık görülebilirken, diğerlerinde belirgin fonksiyonel yetersizlik ile birlikte şiddetli ilerleyici
poliartrit olmaktadır. Đnflamasyon eklem dışına yayılıp diğer organları da tutabilir. Nitekim
kardiyovasküler
sistem, hematolojik sistem, karaciğer, solunum sistemi, göz, kas, böbrek ve
nörolojik sistem tutulumları olabilmektedir. Kronik inflamatuar bir hastalık olan RA’da
kardiyovasküler sistem tutulumu vaskülit, patolojik olarak romatoid nodüllere benzeyen lezyonlar,
amiloidozis, serozit, valvülit ve fibrozis gibi mekanizmalarla gelişir. RA’da perikardit, miyokard
disfonksiyonu, koroner arterit, iletim sistemi tutulumu, kalp kapak tutulumu, aortit ve pulmoner
hipertansiyon gibi çok çeşitli şekillerde kardiyovasküler sistem tutulumu olabilmektedir. RA’da
mortalite artmıştır ve bu mortalite artışının en önemli nedenini kardiyovasküler nedenler oluşturur.
Son yıllarda yapılan çalışmalar RA'da KVH oluşumunda RA varlığıyla ilişkili olan ve altta
yatan faktörlerin önemini vurgulamaktadır. RA ile ateroskleroz
arasında benzer inflamatuar
patogenetik mekanizmalar olduğu ve RA'da iskemik kalp hastalıklarının
prevalansının artmış
olduğu ileri sürülmektedir. Romatoid artritli hastalarda lipid ve lipoprotein metabolizması
değişliklikleri üzerine yapılan çalışmalarda ortak bir görüşe varılamamıştır. Yapılan bazı
çalışmalarda romatoid artritli hastalarda total lipid düzeylerinin normal sınırlar içinde, bazılarında
kontrol grubuna göre yüksek, bazılarında ise düşük olduğu bildirilmiştir. RA tedavisinde sıkça
kullanılan glukokortikoidler insülin antagonisti gibi davranırlar ve insülin direncini artırırlar, insülin
sekresyonunu suprese eder, böylece periferik glukoz alımını inhibe eder, bu da karaciğerde glukoz
sentezini ve karaciğer glikojen içeriğini artırır, sonuç olarak kan şekeri düzeyi artar. Bu değişiklikler
diyabetik hastada glisemik kontrolün kötüleşmesine yol açar ve nondiyabetik bireylerde diyabet
ortaya çıkışını presipite eder (steroide bağlı diyabet?). Glukokortikoidlerin glukoz homeostazisine
etkisi doza bağımlıdır, genellikle geriye dönüşümlüdür ve postprandiyal dönemde daha belirgindir.
5
Bir vaka kontrol çalışması olarak gerçekleştirilen bu araştırmanın amacı; RA’lı hastalarda
insülin direnci ve lipid metabolizmasındaki değişikliklerin araştırılması ve bunun hastalık süresi,
hastalık aktivitesi ve kullanılan steroid dozu ile ilişkisinin gösterilmesidir .
II. GENEL BĐLGĐLER
ROMATOĐD ARTRĐT
Epidemiyoloji
RA tüm dünyada görülen ve tüm ırkları tutabilen bir hastalıktır. Prevalansı yaklaşık % 0.8’dir
(% 0.3-2.1). Kadınlarda erkeklerden yaklaşık üç kat daha sık görülmektedir. Prevalans yaş ile
birlikte artmakta ve ileri yaşta cinsiyet farklılığı ortadan kalkmaktadır. Hastalığın başlangıcı, en sık
dördüncü ve beşinci dekatlardadır ve % 80’inde hastalık 35-50 yaşları arasında ortaya çıkmaktadır.
Etiyoloji
RA’nın nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Etiyolojide rol oynadığı tahmin edilen
faktörler; infeksiyonlar, genetik faktörler, immün sistem bozukluğu, stres, cinsiyet, travma, endokrin
ve çevre faktörleridir. RA’nın etiyolojisinde infeksiyöz ajanların rol oynadığına dair kesin kanıtlar
yoktur. RA’nın genetik olarak yatkın bir konakçıda enfeksiyöz bir ajana yanıt olarak oluşabileceği
öne sürülmüştür. RA’nın dünya çapındaki yayılımı nedeniyle, eğer bir enfeksiyöz ajan etken ise, bu
organizmanın
heryerde
bulunması
gerekmektedir.
Epstein-Barr
virüsü,
sitomegalovirüs,
mikoplazma, parvovirüs ve rubella virüs gibi bir dizi ajan neden olarak suçlanmış ancak bunlar ya
da diğer enfeksiyöz ajanların RA’ya neden olduğu yolunda ikna edici kanıtlar ortaya
konulamamıştır. Đlk yıllarda hastalığın piyojenik enfeksiyonlar ile ilgili olabileceği düşünülmüşse de
bugün bu görüşten uzaklaşılmıştır. Enfeksiyon ajanının, karakteristik bir tutulumda kronik
inflamatuar bir artrit oluşturabilme süreci de tartışma konusu olmuştur. Eklem yapılarının sürekli
enfeksiyonu ya da mikroba ait yapıların sinoviyal dokularda birikerek kronik inflamatuar yanıt
oluşturması bir olasılıktır. Mikroorganizmanın yada mikroorganizmaya yanıtın, eklem bütünlüğünü
bozarak ve antijenik peptidleri ortaya çıkararak bir immün yanıt oluşturması da diğer bir alternatiftir.
Bu bağlamda, tip II kollagen ve ısı şok proteinlerine reaktivite gösterilmiştir. Bir diğer olasılık ise
enfekte eden mikroorganizmanın eklem içinde moleküler taklit sonucu olarak eksprese edilen ve
çapraz reaksiyon veren belirleyicilere konakçıyı hazırlayabilmesidir. Belirli gram (-) bakteriler ve
EBV ile HLA-DR4 molekülünün kendisi arasındaki benzerlik hakkındaki son kanıtlar, bu olasılığı
6
desteklemiştir.
Sonuç
olarak,
enfekte
eden
mikroorganizmaların
ürünleri
hastalığı
tetikleyebilmektedir.
Son çalışmalar stafilokoklar, streptokoklar ve M. Arthritidis gibi bir dizi mikroorganizma
tarafından üretilen süperantijenlerin olası rolü üzerinde odaklanmıştır. Süperantijenler, HLA-DR
moleküllerine ve belirli heterodimerik T hücre reseptörünün Vb kısımlarına bağlanabilme
kapasitesine sahip olan ve ayrıca Vb gen ürünlerini eksprese eden spesifik T hücrelerini stimüle
eden proteinlerdir. RA etyolojisinde süperantijenlerin rolü spekülatif olmaya devam etmektedir.
Aile çalışmaları, genetik bir yatkınlık olduğuna işaret etmektedir. Örneğin; şiddetli RA,
otoantikor ve RF ile ilişkili hastalığı olan bireylerin birinci derece akrabalarında beklenen oranın
yaklaşık dört katı daha fazla görülmektedir. Buna ek olarak, monozigotik ikizlerde RA olma
olasılığı ikiz olmayan kardeşlere benzer hastalık geliştirme riski olan dizigotik ikizlere göre en az
dört kat fazla muhtemeldir. Bu genetik faktörlerin 6. kromozomda bulunan HLA sistemi genlerine
bağlı olduğu ve bir tek genetik bozukluktan çok birkaç genin RA’yı etkilediği düşünülmektedir.
Tüm potansiyel çevresel tetikleyiciler arasında RA gelişimi ile net bir şekilde ilişkili olan tek
faktör sigara içilmesidir.
Patoloji ve Patogenez
RA’da primer inflamasyon eklem içinde sinovyumda olur. Mikrovasküler hasar ve
sinovyumu çevreleyen hücrelerin sayısında artış, romatoid sinovitteki en erken lezyon gibi
görünmektedir. Bu yanıtı oluşturan tehditin özellikleri bilinmemektedir. Anatomik olarak, normal
sinovya iki kısımdan oluşur. Bunlar eklem aralığına bakan bir-iki hücreden oluşan bazal
membransız ince intimal tabaka ve az sayıda hücre ve daha çok damarsal yapılar içeren subintimal
tabakadır. Subintimal tabakada daha çok kollajen, glikozaminoglikan ve fibronektin bulunur.
Đntimal tabakadaki sinovyal hücreler makrofajlara özgü davranışlara sahiptirler ve T hücrelerinin
mediatörleri olarak görev yaparlar. Normal sinovya romatoid sinovyaya döndüğünde bu hücreler
allojenik T hücre aktivasyonunda son derece etkili olurlar.
Romatoid sinovyumda ilk olarak sinovyal mikrodolaşımda tıkanma, hücre şişmesi ve hücreler
arası mesafede artış görülür. Önce T hücrelerinin ağırlıkta olduğu bir hücre artışı olur. Sonraları
makrofaj ve dendritik hücre akını ve bunların salgıladığı sitokinlerde artış olur. Neticede
inflamasyon artar, sinovyum hipertrofik bir hale gelir ve yavaş yavaş kıkırdağı aşındırmaya başlar.
Sinovyal hücrelerde artmış inflamasyon ve bunlara bağlı olarak prolifere olmuş sinovyal oluşumlara
pannus denir. Eklem anatomisinin bozulmasında ve hastalığın yol açtığı deformitelerin oluşmasında
pannuslar önemli rol oynar. Romatoid sinovyum ve pannusun önemli bir diğer özelliği de yeni
damar oluşumudur. Burada bulunan makrofaj, fibroblast ve lenfosit gibi çeşitli hücreler
7
anjiogenezde rol oynarlar. Tedavide kullanılan nonsteroid antiinflamatuar ilaçların, steroidlerin ve
ikinci basamak ilaçların anjiogenezi inhibe ettikleri anlaşılmıştır.
Tanı Kriterleri
RA tanısı esas olarak klinik bulgularla konur. 1987’de Amerikan Romatizma Birliği RA’nın
sınıflandırması için yeniden gözden geçirilmiş kriterleri yayınladı (Tablo 1).
Kriter
Sabah sertliği
Üç veya daha fazla eklem bölgesinde artrit
El eklemlerinde artrit
Tanım
Maksimum düzelme öncesinde en az
bir saat süren, eklemde veya eklem
çevresindeki sabah sertliği
En az üç eklem bölgesinde eş
zamanlı olarak hekim tarafından
gözlenen , sadece kemik aşırı
büyümesi değil yumuşak doku şişliği
veya eklem efüzyonu bulunması.
Muhtemel 14 eklem ; sağ veya sol
proksimal interfalangial(PĐF),
metakarpofalangial(MKF), el bileği,
dirsek, diz, ayak bileği ve
metatarsofalangial(MTF) eklemlerde
aynı anda yumuşak doku şişmesi
veya sıvı olması
El bileği, MKF veya PĐF eklemlerde
artrit
Simetrik artrit
Vücudun her iki tarafındaki aynı
eklem bölgelerinin eş zamanlı
tutulumu (MKF, MTF veya PĐF
eklemlerde bilateral tutulum varsa
tam simetri şart değildir)
Romatoid nodüller
Kemik çıkıntılar, ekstensör yüzeyler
üzerinde ya da jukstaartiküler
bölgede subkütan nodüller olması
Radyografik degişiklikler
Posteroanterior el veya el bileği
radyografilerinde tutulan ekleme
yakın bölgede erozyonlar veya
belirgin kemik dekalsifikasyonları
(tek başına olan osteoartritik
degişiklikler kabul edilmez)
Serum RF pozitifliği
Anormal düzeylerde pozitif olması
(Çalışılan metod ne olursa olsun,
sağlıklı bireylerin %5’ünden daha
azında pozitif olmalı )
Bu kritrelerden en az dört tanesi (a-d kriterleri en az altı haftadır mevcut olmalı, b-e kriterleri
mutlaka hekim tarafından gözlenmelidir) bulunuyorsa romatoid artrit var demektir. “Arnett FC;
Edworthy Sm, Bloch DA et al. The American Rheumatism Association 1987 revised criteria for the
classification of rheumatoid arthritis.Arthritis Rheum 1988; 31:315-324” ten adapte edilmiştir.
Tablo 1: Amerikan Romatizma Birliği’nin Romatoid Artrit sınıflaması için önerdiği
gözden geçirilmiş kriterleri
8
Klinik Bulgular
Başlangıç RA tipik bir kronik poliartrittir. Hastaların %70’inde birkaç hafta ve hatta aya
yayılan sinsi bir başlangıç söz konusudur. Bu süre içerisinde hafif bir ateşin de eşlik ettiği halsizlik,
yorgunluk, iştahsızlık ve kilo kaybı gibi spesifik olmayan semptomlar görülebilir. Spesifik belirtiler,
genellikle tedricen ve özellikle eller, el bilekleri, dizler ve ayaklar olmak üzere birkaç eklem
simetrik olarak tutulduğunda ortaya çıkar. Bireylerin yaklaşık % 10’unda sıklıkla ateş, lenfadenopati,
ve splenomegaliyi içeren yapısal belirtilerin eşlik ettiği hızlı poliartrit gelişimi ile akut başlangıç
oluşur.
RA’da eklem belirtileri en sık rastlanan belirtilerdir. Sabah tutukluğu, hareket kısıtlılığı, ağrı
ve şişlik görülür. Tutulan eklem sayısı da giderek artar. Hastalar, giderek günlük işlerini yapmada
aşırı zorlandıklarını ve eklem fonksiyonlarının azaldığını farkederler.
En çok tutulan eklemlerin başında metakarpofalangial, proksimal interfalangial ve el bilekleri
eklemleri gelir (% 70-90 arasında). Dizler, dirsekler ve metatarsofalangial eklemler de % 60’ların
üzerinde bir oranla olaya katılırlar. Kalça ve omuzlar, ayak bilekleri ve servikal bölgede de özellikle
C1 ve C2 daha az tutulan eklemlerdir. Temporamandibuler eklem tutuluşu nisbeten az oranda
görülmesine karşın, başlangıçta hastanın yanlış başvurularına sebep olabilir. Dorsal ve lomber
vertebraların, sakroiliak eklemlerin ve distal interfalangial (DĐF) eklemlerin tutulması olağan
değildir. Kalça eklemleri de seyrek olarak tutulur.
Romatoid Artrit’in Eklem Bulguları
1-Sabah tutukluğu
Eklemlerde tutukluk RA’nın en temel semptomlarından biridir. Günün erken saatlerinde
belirir ve iş gücünü etkiler. 1-2 saatten önce düzelmez. Sabah tutukluğuna sinovyumdaki
inflamasyon ve ödemin neden olduğu düşünülmektedir. Süresi ise inflamasyonun derecesi ile
ilgilidir. Hastalığın remisyon döneminde gerileyip kaybolmaktadır.
2-Sinoviyal inflamasyon
Sinovitin klinik bulguları silik veya subjektif olabilir. Ağrılı, şiş ve kızarık, sıcak eklemler
genellikle inflamatuvar sinovitin en aktif fazında görülür. Ağrı RA’lı hastaların en önemli
problemidir.xAğrı sıklıkla bol miktarda ağrı lifleri bulunan ve gerilmeye yada şişmeye belirgin
şekilde duyarlı eklem kapsülünden köken alır. Eklem hassasiyeti direk palpasyonla tespit edilir.
Boyun, omuz, kalça gibi direk palpasyonu zor olan eklemlerde hareketle olan ağrı eklem
hassasiyetine işaret eder. Şişlik en kolay MKF, PĐF, dirsek, ayak bileği, MTF ve diz eklemlerinde
9
farkedilir. RA’da hastalığın geç döneminde inflamasyon bulguları silik olabilir. Bunun nedeni
kronik inflamasyona bağlı olarak sinovyumun damarlanmasının azalması ve yerini granülasyon
dokusu ve fibrozisin almasından kaynaklanır. Buna karşılık sabah tutukluğu, halsizlik, yorgunluk,
anemi, yüksek sedimentasyon, radyolojik eklem harabiyetinin progresyonu dikkat çekicidir.
Kıkırdak kaybı ve periartiküler kemikte
erozyon yapısal hasarın karakteristik bulgularıdır.
3-Eklem deformitesi
RA’da eklem deformitesi çeşitli mekanizmalar ile oluşur. Hepsinde ortak olan sinovitle olan
ilişki ve hastanın eklemini, ağrıyı en az hissettiği pozisyonda tutmaya çalışmasıdır. Diğerleri ise
kıkırdak ve kemik harabiyeti ile tendon, bağ ve kaslarda değişikliklerdir. Eklemdeki inflamasyon
tendon kılıflarının iltihabına da neden olur. Bu da kılıfta kalınlaşmaya, tendon nodüllerinin
oluşmasına ve tendon rüptürlerine neden olur.
Spesifik eklemlerdeki bulgular
1-Boyun omurları:Aksiyel tutulum sıklıkla üst servikal omurga ile sınırlıdır. En sık
atlantoaksiyel (C1-C2) eklem tutulumu görülür. Lumbar omurganın tutulumu görülmez ve alt
bölgelerdeki ağrı, romatoid inflamasyona bağlı değildir. Seyrek olarak üst servikal omurganın
sinovyum ve bursalarındaki inflamasyon atlantoaksiyal subluksasyona yol açar. Bu sıklıkla
oksiputta ağrı olarak ortaya çıkar ama nadir durumlarda omurganın kompresyonuna yol açar.
2-Omuz: En sık tutulan eklemlerdendir. Eklem hareketinin kaybı aktif artrit gelişiminin bir
bulgusudur. Hastalar ağrıları nedeniyle eklem hareketlerini azalttığından kolayca donuk omuz
(frozen shoulder) sendromu gelişebilir.
3-Dirsek: Sık tutulan bu eklemde ağrı ve şişlik dışında ekstansiyon kusuru ilk belirtilerden
biridir. Ancak fleksiyon kusuru eşlik etmedikçe günlük aktivitelerde bir azalma görülmez.
Olekranon bursasının tutulumu sıktır. Romatoid nodüller en sık bu bölgede görülür.
4-El bileği ve eller: RA en zengin ve karakteristik değişikliklerini el ve el bileklerini
simetrik tutması sonucu yapar. Erken dönemde, ekstansör ve fleksör tendonlarda ağrılı şişmeler
(tenosinovit), metakapofalangial eklemlerin şişmesi sonucu yumruk yapıldığında bu bölgedeki
girintilerin kaybolması, proksimal interfalangial eklemlerin iğ şeklinde şişmeleri, ulnar stiloid
çevresinin şişmesi ile bu bölgenin düzleşmesi görülür. Bir diğer erken dönem bulgusu, el
bileğindeki sinovite bağlı olarak medyan sinirin sıkışması sonucu gelişen karpal tünel sendromudur.
Distal interfalangial eklemlerin tutulması seyrektir ve bu özellik, osteoartroz ve psoriatik artritten
10
ayırmada yardımcı olur. Hastalığın ilerlemesi sonucu klasik geç dönem deformiteleri gelişir. Bunlar,
el sırtının kas atrofisi sonucu iç bükey bir görünüm kazanması, metakarpofalangial eklemlerde
subluksasyon, parmakların metakarpofalangial eklemlerden itibaren ulnar tarafa doğru çarpılmaları
(ulnar deviasyon;x%x45); proksimal interfalangial eklemlerde hiperekstansiyon ve distal
interfalangial eklemlerde fleksiyon ile kendini belli eden kuğu boynu deformitesi (% 20), veya
bunun tam tersi olan düğme iliği deformitesi (% 10) ve baş parmakta Z deformitesi (% 40) olarak
tanımlanan şekil bozukluklarıdır. Ayrıca ekstansör tendonlarda gevşeme ve/veya kopma sonucu
düşük parmaklar görülebilir.
5-Kalça: Hareket ve yük binmesi ile ağrı oluşması ve hareket kısıtlılığı kalça ekleminin
tutulumunu gösterir. Kıkırdak harabiyeti diğer eklemlerden daha hızlı ilerler.
6-Diz: Sık tutuldukları gibi hastaların % 15 kadarında ilk tutulan eklemlerdir ve bu
hastaların büyük kısmı da tanıdan önce bir menisküs operasyonu geçirmiş olurlar. RA, dizlerin her
iki kompartmanını tutması ile sadece medial bölümü tutan osteoartrozdan ayrılır. Diz tutulmasında
karşılaşabilecek bir durum, sinoyal sıvının popliteal fossaya doğru uzanması sonucu gelişen Baker
kistidir. Diz arkasında sert bir şişlikle kendini belli eden bu kist, diz içi basıncının artışı sonucu
rüptüre olabilir. Sinovyal sıvının bu şekilde açığa çıkarak bacağın aşağılarına doğru ilerlemesi ile
tromboflebiti andıran bir durum gelişebilir.
7-Ayaklar: Ayaklar, hastaların % 20’sinde ilk tutulan eklemlerdir. Yük taşımaları nedeni
ile bu eklemlerin tutulması üst taraf eklemlerine göre daha fazla ağrı ve hareket kısıtlılığına yol açar.
Ayaklarda en sık metatarsofalangial, daha sonra subtalar ve en az da tibiotalar eklemler tutulur.
Medial malleolun hemen arkasında bulunan ve posterior tibial sinirin geçtiği tarsal tünelin sinovit
sonucu sıkışması ile ayak tabanında yanma ve uyuşmalar görülebilir. Metatarsal eklemlerin
tutulması sonucu
ayak ön kısmında genişleme, halluks valgus ve çekiç parmak şeklinde
deformiteler geç dönem belirtileridir. Ayak statiğinin bozulması sonucu gelişen kallus, bunyon ve
kronik fistüller yürümeyi oldukça zorlaştırır.
Romatoid Artrit’in Eklem Dışı Tutulumları
1-Subkutan Nodüller
Subkutan nodüller seropozitif hastaların % 20-30’unda görülürken, seronegatif olanlarda daha
nadirdir. Bu nodüller hastalığın aktivitesini gösterir ve ağır olgularda daha sıktır. Nodüller daha çok
olekranon bursa, dirsek ekstensör yüzü, parmak eklemleri, oksipital bölge, sakrum ve aşil tendonu
gibi basınç alanları üzerinde yer alır. Nodüller ağrısız, sert ve sıklıkla alttaki periosta yapışık
11
şişliklerdir. Hastalığın seyrini değiştiren ilaçlar ile tedavi sırasında hastalık aktivitesinde gerilemeye
paralel olarak ufalır hatta kaybolabilirler. Fakat, metotreksat ile tedavi sırasında hastalık aktivitesi
gerilese bile nodüllerde büyüme olabilmektedir.
2-Karaciğer ve Dalak Tutulumu
Aktif RA’da karaciğer enzimlerinde özellikle serum glutamik oxaloasetik transaminaz ve
alkalen fosfatazda yükselmeler görülebilir. Romatoid inflamasyonun kontrol altına alınmasıyla
karaciğer enzimlerindeki yükseklik normale döner. Felty sendromu; kronik RA, splenomegali ve
nötropeni, nadir durumlarda anemi ve trombositopeniden ibaretir. Felty sendromu olan
hastaların % 65’inde karaciğer tutulumu vardır. Bu sendromda karaciğer enzimleri normal olsa bile
histolojik bozukluklar olabilir.
3-Hematolojik Anormallikler
RA’da eklem tutulumunun şiddeti ile ilişki gösteren çok nedenli bir anemi görülür. Anemi
genellikle normokrom normositerdir. Demir kullanımının bozulması, inefektif eritropoez,
eritropoietin seviyesinde ve kemik iliğinin eritropoietine duyarlılığında azalma, eritrosit yaşam
süresinin kısalması, lenf düğümlerinde eritrosit fagositozunun artması anemiye katkıda bulunan
sebeplerdir. Trombositoz aktif RA’da sık görülür. Trombositozun derecesi aktif sinoviti olan eklem
sayısıyla ilişkilidir. Mekanizması tam olarak anlaşılamamıştır. Ancak trombositoz trombotik
olaylarda artışa yol açmadığı gibi neoplaziye de işaret etmez. Trombositopeni RA’da nadir görülür
ve genellikle ilaçlara ya da Felty sendromuna bağlıdır. RA’da koagülasyon inhibitörlerinde artma ve
nadir olarak da hiperviskozite görülebilir. Hiperviskozite sendromu daha çok RF yüksekliğinde
ortaya çıkar ve damarlarda tıkanmayla birlikte nörolojik komplikasyonlara yol açabilir. RA’da
görülen eozinofilinin patogenezi tam olarak anlaşılamamıştır. Đmmün komplekslerin eozinofiller
için kemotaktik olduğu ve sitokinlerin eozinofil yapımını uyardığı bilinmektedir. Eozinofili
genellikle yüksek RF titresi, artmış serum gama globülinleri ve azalmış serum komplemanları ile
birliktelik gösterir. Altın tuzları başta olmak üzere tedavide kullanılan bazı ilaçlar da eozinofiliye
yol açabilir. RA’da görülen pulmoner komplikasyonlar eozinofili ile ilişkilendirilmiştir. Aktif RA
hastalarında lenfadenopati sıktır ve genellikle aksiller, inguinal ve epitroklear bölgelerde görülür. Bu
lenfadenopatiler genellikle mobildir ve hassas değildirler. Hastalık aktivitesi kontrol altına alındıkça
lenfadenopati de geriler.
12
4-Akciğer Tutulumu
RA’da akciğer tutulumu sıktır buna rağmen klinik bulgular siliktir. Erkekler kadınlardan
daha fazla etkilenir. Plevral tutulum sık görülen tutulumlardan biridir ve genellikle asemptomatiktir.
Otopsi çalışmalarında hastaların % 50’sinde plevral tutulum olduğu rapor edilmiştir. Plevra sıvısı
hücre sayısı düşük transüda şeklinde olabileceği gibi, genellikle lenfosit hakimiyetinde hücre
artışıyla seyreden eksüda şeklindedir. Plevral sıvıdaki glukoz sıklıkla düşüktür. Plörezi ve plevral
efüzyon hastaların % 25’inde bilateraldir. Spontan olarak gerileyebilir. Parankimal pulmoner
nodüller, yaygın sinoviti ve nodülleri olan seropozitif hastalarda görülür ve genellikle
asemptomatiktir. Periferal yerleşimlidirler, kaviteleşebilir, plevral efüzyona ve bronkoplevral fistüle
neden olabilirler. Parankimal pulmoner nodüllerde ayırıcı tanı için eksizyonel biyopsi yapılması
gerekebilir. Hastalığın kontrol altına alınmasıyla nodüller sıklıkla geriler. RA’da parankimal
tutulum için en klasik örnek diffüz interstisyel fibrozistir. Erkek, seropozitif ve nodülü bulunan
hastalar ile sigara içen hastalarda daha sık görülür. RA’da akciğer tutulumunun seyrek görülen diğer
şekilleri arasında; hızlı ilerleyen ve kötü seyirli obliteratif bronşiolit, kömür tozları ile çalışan
işçilerde görülen pulmoner nodül ve pnömokonyoz ile karakterize Kaplan sendromu, romatoid
vaskülit sonucu gelişen, nadir görülen ve ağır prognozla seyreden izole pulmoner arterit sayılabilir.
Ayrıca RA tedavisinde kullanılan metotreksat, D-penisilamin ve parenteral altın gibi ilaçlar da
akciğer komplikasyonlarına yol açabilirler.
5-Göz Tutulumu
Romatoid süreç, hastaların % 1’inden azında gözü tutar. % 15-20 hastada eşlik eden Sjögren
sendromuna bağlı olarak keratokonjunktivitis sikka gözlenir. Hastalık şiddeti ile ilişki göstermez ve
tedavisi semptomatiktir. Bir diğer tutulum episklerittir ve hastalık şiddeti ile ilişkilidir, selim
seyirlidir ve tedavisiz iyileşir. Daha nadir görülen sklerit nodüler, diffüz ve nekrotizan şekilde
karşımıza çıkar, kötü seyirlidir ve görmeyi etkiler. Romatoid vaskülit, subkutan nodül, perikardit,
ilerlemiş ve aktif hastalıkla ilişkili bulunmuştur. RA kontrol altına alınsa bile ilerleyebilir. Zaman
içerisinde skleromalazi ile sonuçlanabilir. RA’da görülen diğer göz tutulumları arasında üveit,
episkleral nodülozis, ülseratif keratit sayılabilir.
6-Nörolojik Tutulum
Vaskülit periferik nöropatiye neden olabilse de RA doğrudan santral sinir sistemini tutmaz.
Proliferatif sinovite ya da eklem deformitelerine ikincil gelişen sinir sıkışması median, ulnar
(interosseöz dal) veya anterior tibial sinirde nöropatilere neden olabilir. Tanı klinik semptomlar ve
nörolojik bulgularla konur. Karpal tünel veya tarsal tünel üzerinde yapılacak olan perküsyonla
13
semptomlar ortaya çıkar (Tinel işareti). Sinirlerin tutulumuna bağlı olan ağrı ve paresteziler
noktürnal şiddetlenme ve çevreye yayılım gösterebilir.
7-Kas Tutulumu
RA’da görülen kas zayıflığı, genellikle eklem inflamasyonuna sekonder gelişen kas atrofisine
bağlıdır. Nadiren inflamatuar miyopati de görülür ve serum kreatin fosfokinaz (CK) düzeyinde
yükselme olabilir. RA’da görülen kas tutulumları daha çok sekonder olup ilaçlara bağlıdır.
D-penisilamine bağlı yaygın polimiyozit, kronik steroid kullanımına bağlı kas atrofisi veya
hidroksiklorokine bağlı nöromiyopati gelişimi buna örnek olarak gösterilebilir.
8-Romatoid Vaskülit
Şiddetli RA’sı ve yüksek dolaşan romatoid faktör titreleri olan hastalarda görülür ve hemen
hemen tüm organ sistemlerini etkileyebilir. RA’da görülen birçok klinik bulgunun temelinde küçük
damar vasküliti rol oynar. Subklinik vaskülit daha çok seropozitif hastalarda yaygındır ve bu
hastalardan yapılan cilt biyopsisinde immün depozitler saptanmıştır. Subklinik vaskülitin uzun
dönem etkileri bilinmemektedir. Ekstremiteler ve periferik sinirlerdeki damarlarda belirgin olmak
üzere küçük ve orta çaplı arterlerin inflamasyonu sık görülür. Romatoid vaskülit, en agresif
formunda polinöropati ve mononöritis multiplekse, deri ülserasyonu ve nekrozuna, parmak
uçlarında gangrene ve visserada infarkta neden olur.
Sistemik vaskülit ise daha nadir olup genellikle 10 yıldan uzun sürmüş olan RA hastalarında
görülür. Nadiren hastalığın başlangıcında mevcuttur. Erkekler kadınlardan daha sık etkilenir. Bu
hastalar destrüktif eklem hastalığı, romatoid nodüller ve yüksek titrede RF pozitifliği ile daha ağır
hastalık kliniğine sahiptirler. Küçük damar vasküliti daha çok cildi tutar ve tırnak yatağında infarkt,
parmak uçlarında gangren ve bacak ülserlerine neden olur. Venlerin tutulması sonucu palpabl deri
purpuraları, daha büyük damarların tutulması sonucu mezenter veya serebral arterit gelişebilir.
Romatoid vaskülit görülen hastalar yüksek serum RF titreleri, düşük serum komplemanı,
kriyoglobulinler ve dolaşan immün komplekslere sahiptirler. Ayrıca eritrosit sedimentasyon hızında
artma, anemi, trombositoz ve düşük serum albümini tespit edilir.
9-Kalp Tutulumu
RA’daki belirgin kalp hastalığı klinik olarak nadirdir ama olguların % 50’sinde otopside
asemptomatik perikardit kanıtları bulunmuştur. Perikard sıvısında düşük glukoz düzeyi vardır ve
sıklıkla plevral effüzyon ile ilişkilidir. Perikardit genellikle asemptomatik olsa da, nadir durumlarda
tamponattan ölüm meydana gelebilmektedir. Ayrıca, kronik konstriktif perikardit de meydana
gelebilmektedir.
14
RA vaskülit yoluyla koroner arterleri tutabilmektedir. Postmortem serilerde % 20’ye varan
oranlarda koroner arterit tespit edilmiştir. Koroner arterit, belirgin vasküliti, hızlı ilerleyen hastalığı,
romatoid nodülleri ve yüksek RF titreleri olan hastalarda daha sık görülür. Nadiren morbidite ve
mortaliteye neden olur ancak romatoid vaskülite sekonder myokard infarktüsü vakaları da mevcuttur.
Tedavisi konusunda tam bir uzlaşma olmamakla birlikte koroner vaskülit tanısı konan hastalarda
kortikosteroid veya immünsupresif ilaçlarla agresif bir tedavi yapılması önerilmektedir. RA’daki
koroner arter hastalığında en yaygın etiyoloji ise koroner aterosklerozdur. Koroner hastalığı bulunan
çoğu hasta semptomsuz olabilir ya da artiritik semptomlar angina pektorisi gölgeler. Semptomatik
hastalık stabil, stabil olmayan angina ya da miyokard enfarktüsü şeklinde karşımıza çıkabilir.
Laboratuvar Bulguları
Laboratuvar bulguları, RA’ya özgü değildir ve esas olarak klinik belirti ve bulgulara göre
konulan tanıyı desteklemede veya hastalığın gidişini değerlendirmede kullanılırlar. RA’lı hastalarda
immünglobülin G (IgG)’nin Fc parçasına karşı oluşmuş çoğunlukla Ig M yapısında olan ve romatoid
faktör (RF) olarak adlandırılan otoantikor bulunur. RF, hastaların % 60-80’inde pozitiftir. Hastalığa
özgü değildir ve ilerleyen yaş ile birlikte artan sıklıkta olmak üzere, normal kişilerde de görülebilir.
Ayrıca; sistemik lupus eritematozus, sjögren sendromu, kronik karaciğer hastalığı, sarkoidoz,
interstisyel pulmoner fibrozis, infeksiyoz mononükleoz, hepatit B, tüberküloz, lepra, sifiliz, subakut
bakteriyel endokardit, viseral leismanyazis, sistozomiazis ve malarya hastalıklarıyla beraber
görülebildiği gibi aşılama ve kan transfüzyonu sonrası normal bireylerde de görülebilir.
Epidemiyolojik çalışmalar, RF’nin yüksek titrede pozitif bulunduğu kişilerde, hastalığın daha ağır
seyrettiğini, romatoid nodül ve vaskülit gibi eklem dışı belirtilerin daha sık görüldüğünü ve daha
hızlı progresyon izlediğini göstermiştir. Aktif RA’lı hastalarda genellikle normokrom normositik
anemi görülür. Anemi ve trombositozun derecesi hastalık aktivitesi ile ilişkilidir. Lökosit sayısı
genellikle normaldir fakat hafif bir lökositoz da görülebilir. Felty sendromuna bağlı olarak lökopeni
olabilir. Eozinofili genelde, ağır bir hastalık tablosunun göstergesidir. Eritrosit sedimentasyon hızı,
CRP ve seruloplazmin seviyeleri aktif hastalıkta artmıştır ve bu artış hastalık aktivitesi ve progresif
eklem hasarı ile ilişkilidir. Sinoviyal sıvı analizi inflamatuar artrit özelliği gösterse de spesifik
değildir. Sıvının viskozitesi azalmış, protein içeriği artmış, glukoz içeriği ise hafif azalmış veya
normaldir. Beyaz küre sayısı 5-50.000 hücre/mikrolitre arasında değişir ve polimorfonükleer
lökositler baskındır. Total hemolitik komplemanlar ve C3, C4 seviyeleri azalmıştır.
15
RADYOLOJĐK BULGULAR
Hastalığın erken dönemlerinde, tutulan eklem grafileri tanı koymada genellikle yardımcı
olmaz. Aslında grafiler, yumuşak doku şişliği ve eklem efüzyonu olmak üzere yalnızca fizik
muayenede belirgin olan bulguları gösterirler. Hastalık ilerledikçe, anormallikler daha belirgin hale
gelir ama radyografik bulgulardan hiçbirisi RA için tanı koydurucu değildir. Ancak tanı, simetrik
tutulumu da içeren tipik bozukluk bulguları ile desteklenir. Ellerde en erken radyolojik değişiklikler,
tutulan eklem çevresinde simetrik yumuşak doku şişliği, juxta- artiküler osteoporoz ve erozyonlardır.
Yumuşak doku şişliği ve osteoporoz non-spesifik değişikliklerdir, ancak inflamatuvar bir sorun
olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Erozyonlar eklem aralığı kaybından önce gelişir. En
belirgin olarak metakarp başlarının radial yüzünde görülür. Geç dönemde, yumuşak doku şişliği
azalırken, eklem aralığı kaybı gelişir. Juxta artiküler osteoporoz, diffüz osteoporoza ilerler.
Subluksasyonlar gelişir ve falankslarda düğme iliği veya kuğu boynu deformiteleri ortaya çıkabilir.
Parmaklarda fibröz ankiloz gelişebilir. El bileğinin geç değişiklikleri eklem aralığının tam kaybıdır.
Erozyonlar genişleyerek büyük subkondral erozyonlara ilerler. Radioulnar eklemde erozyon
gelişebilir. Ayrıca el bileğinde kemik ankilozda gelişebilir. Ayaklardaki erken radyolojik
değişiklikler, juxta artiküler osteoporoz ve metatars başlarının erozyonudur. Proksimal interfalangial
eklemlerde dorsi fleksiyon deformitesi gelişir. Servikal vertebralar % 60-70 oranında tutulur.
Oksipito-atlanto-aksiel eklemlerde subluksasyon ve/veya erozyonlar gelişebilir.
Radyolojinin esas önemi, özellikle temel ilaç tedavisi veya cerrahi girişimin etkilerini takip
sırasında, hastalığın oluşturduğu kıkırdak yıkımı ve kemik erozyonu düzeyini saptamasıdır.
99mTc
bifosfonat kemik sintigrafisi ve MR (manyetik rezonans) görüntüleme gibi diğer kemik ve eklem
görüntüleme teknikleri, standart radyoloji ile belirgin olmayan erken inflamatvuar değişiklikleri
belirleyebilir ama RA’lı hastaların rutin değerlendirilmesinde nadiren gereklidir.
TANI
Hastalığın erken döneminde RA tanısı koymak zordur. Hastalığın başlangıcından tanıya
kadar olan gecikme ortalama 9 aydır. Gecikmenin nedenleri; az sayıda eklem tutulumu, asimetrik
tutulum, artralji şikayetleri gibi atipik başlangıç şekilleri ve RF negatifliğidir. RA’nın
sınıflandırılması için geliştirilmiş Amerikan Romatizma Cemiyetinin kriterleri 1987 yılında yeniden
düzenlenmiştir.
16
Romatoid Artrit Sınıflama Kriterleri
1- Sabah tutukluğu
2- En az üç eklemde artrit
3- El eklemlerinde artrit
4- Simetrik artrit
5- Romatoid nodüller
6- Romatoid faktör
7- Radyolojik değişiklikler
Đlk dört kriterin var olarak kabul edilebilmesi için, en az 6 hafta sürmeli ve artrit hekim
tarafindan görülmelidir. RA tanisi için 7 kriterden en az 4’ü gereklidir.
Ayırıcı Tanı
Poliartrit semptomlarıyla gelen hastada RA tanısı konmadan önce diğer hastalıklar ekarte
edilmelidir. Đyi bir anamnez ve fizik muayene hastaların değerlendirilmesinde oldukça önemlidir.
Ayırıcı tanıda düşünülmesi gereken hastalıklar şunlardır;
1- Osteoartrit
2- Seronegatif spondiloartropatiler
3- Polimyaljia romatika
4-SLE
5-Behçet hastalığı
6-Kondrokalsinozis
7- Kronik gut artriti
8- Sjögren sendromu
9- Viral infeksiyonlar: Hepatit B ve C, parvovirüs B19, HIV, kızamıkçık
10- Romatizmal ateş
11-Paraneoplastik sendromlar
TEDAVĐ
RA tedavisinin hedefleri ağrının ve inflamasyonun azaltılması, eklem yapılarının ve
fonksiyonlarının korunması ve sistemik tutulumun kontrol edilmesidir. RA prognozu ve klinik seyri
açısından hastadan hastaya farklılıklar gösteren bir hastalık olduğu için tedavi programının
bireyselleştirilmesi gerekir. RA’nın etyolojisi bilinmediği için patogenezi tam olarak açığa
çıkarılamamıştır ve tedavide kullanılan ilaçların pek çoğunun etki mekanızması kesin değildir ve
tedavi büyük oranda ampirik kalmaktadır. Tedavi edici girişimlerin hiç birisi iyileştirici değildir; bu
nedenle hepsi, hastalığın belirti ve bulgularını rahatlatmaya yönelik palyatif tedaviler olarak
görülmelidir. Ancak, sinovit yerleşik hale geldikten sonra, eklem hasarı ve geri dönüşü olmayan
fonksiyon kaybına yol açar. Bu nedenle tedavideki esas amaç, inflamasyonun mümkün olduğu
17
kadar erken baskılanması ve fonksiyon kaybının en aza indirilmesidir. Tedavi sakatlığı önleyici ve
düzeltici olmalıdır.
Tedavide ilk adım, hastaya ve hasta yakınlarına gerekli bilginin güven verici bir şekilde
anlatılması olmalıdır. Tedavi ile hastalığın kaderinin değişebileceği ve bunun da uzun zaman alacağı
sabırla açıklanmalıdır. Hasta-hekim ilişkisi hastalığın seyrinde çok önemli rol oynar.
RA’lı olgunun tedavisi genel olarak multidisipliner bir çalışmayı gerektirir. Başlangıçtan
itibaren fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı devreye sokulmalıdır. Hastalığın multisistemik oluşu,
zaman zaman ortopedi konsültasyonlarına ve çeşitli disiplinlere başvurmayı gerektirir. Olgunun
meslek ve sosyal durumu da mutlaka dikkate alınarak tedavi ona göre programlanmalıdır. Hastalığın
kronik bir seyir göstermesi sıklıkla psikolojik sorunlara yol açar. Anksiyeteden depresyona kadar
çeşitli klinik tablolar görülebilir.
Đlaç Tedavisi
1) NSAĐ ilaçlar
Genellikle tedavinin ilk adımını oluştururlar. Bu ilaçların analjezik ve antiinflamatuar
etkilerinden faydalanılır. NSAĐ ilaçların temel etki mekanizması siklooksijenaz yolunu inhibe
ederek araşidonik asitin endoperoksitlere, prostaglandinlere ve tromboksan A2’ye dönüşümünü
engellemektir. Böylece inflamasyonu önleyip ağrıya karşı etkili olurlar. Analjezik etkileri
periferaldir. Kimyasal olarak uyarılmış siniri baskılarlar, bloke etmezler. Ayrıca antipiretik etkileri
vardır. Aspirin siklooksijenazı irreversibıl olarak asetilleyerek inhibe ederken diğer NSAĐ ilaçlar
doza bağımlı olarak reversibıl inhibe ederler. Siklooksijenaz enzimi değişik dokulardan farklı
miktarda elde edilebildiğinden her dokunun NSAĐ ilaçlara duyarlılığı farklıdır. Dolayısıyla her
hastanın, farklı ilaca yanıtı farklı olacağından, istenen etki alınıncaya kadar birkaç farklı NSAĐ ilaç
denenebilir. NSAĐ ilaçlar her RA hastasında uzun süreli kullanılmasına karşın, hastalığın seyrini
değiştirmezler, etkileri sadece alındıkları süre ile kısıtlıdır ve sedimentasyon, CRP gibi akut faz
yanıtını baskılamazlar. NSAĐ ilaçlar karaciğerde metabolize edilir ve metobolitleri renal yolla atılır.
En sık gastrointestinal sistem yan etkileri ve nefrotoksik etkileri vardır. Bu grup içinde en çok şu
ilaçlar kullanılır;
Aspirin: Anti-inflamatuar etki için kan konsantrasyonu 15-25 mg/dl olmalıdır. Bu doz günde 3-6
grama karşılık gelir. Đlaç bölünmüş olarak 4-6 saatte bir verilir.
Đndometazin: Ortalama günlük doz 75 mg’dır. Haftalık 25 mg arttırılarak maksimal 200 mg’a
çıkılabilir.
Đbuprofen: Günlük doz 1200-2400 mg arasında değişir. Günde 3 veya 4 bölünmüş dozda verilir.
Naproksen: Günlük ortalama doz 1000 mg’dır.
Tolmetin: Günlük ortalama doz 1200 mg’dır. Genellikle bölünmüş olarak 8 saatte bir verilir.
18
Diklofenak: Günlük doz 75-100 mg’dır. Maksimal günlük doz 150 mg’dır.
2) Metotreksat
Folik
asit
antagonistidir.
Đmmünomodülatör
ve
anti-inflamatuar
etkisi
vardır.
Sinoviyumdaki proliferatif hücreler üzerinde direkt inhibitör etki yaptığı ileri sürülmüştür.
Metotreksat tedavisine cevap veren hastaların biyopsi örneklerinde, TNF-α ve IL-1β expresyonunda
azalma olduğu saptanmıştır. Metotreksat, haftada tek gün ve tercihen tek doz olarak alınır.
Baslangıç dozu haftada 7,5-10 mg’dır ve bu doz yeterli klinik yanıt alınıncaya kadar, her ay 2,5- 5
mg düzeyinde artırılır. Đdame dozu olarak genellikle haftada 15-20 mg kullanılır. Haftalık 25-50
mg’lık doz birçok romatolog tarafından, maximum doz olarak kabul edilir. Doz arttıkça ilacın
absorbsiyon oranı, biyoyararlanımı azalır. Bu sebeple 20 mg üzerindeki dozlar parenteral yolla
verilmelidir. Genellikle 3-6 haftada etkisinin görüldüğü bildirilmiştir. Metotreksat alan hastalarda
bulantı, kusma, iştahsızlık, diyare, stomatit, kilo kaybı, baş dönmesi, baş ağrısı ve davranış
değişiklikleri görülebilir. Düşük dozla tedavi alanlarda hematolojik toksisite görülme sıklığı % 5’ten
azdır. Özellikle tedavinin başında karaciğer enzimlerinde hafif yükseklik görülür, ancak bir iki
haftada normale döner. Tedavi süresince ilk 6 ayda aylık, daha sonra 2 aylık intervaller ile kan
sayımı, transaminazlar ve kreatin kontrolü yapılmalıdır. Düzenli alkol alanlar, karaciğer hastaları ve
böbrek işlev bozukluğu olanlarda metotreksat kullanılmamalıdır. Metotreksat kullanırken ek olarak
folik asit kullanılmasının etkide bir azalma yapmadığı ve yan etkileri azalttığı bilinmektedir.
3) Sulfasalazin
5-aminosalisilik (5-ASA) ile bir sülfomid olan sülfopiridin konjugesidir. RA’daki etkisinin
sülfopiridin ile olduğu kabul edilmektedir. RA’da erozyon gelişimini yavaşlattığına dair kanıtlar
vardır. Başlangıç dozu 0,5 gr/gün olup, haftada 0,5 gr artırılarak 4 haftada 2 gr’a çıkarılması
önerilir. Genellikle terapötik etkisi 4-8 haftada başlar. Yan etkileri genellikle tedavinin ilk 3 ayında
ortaya çıkar. Bulantı, karın ağrısı, başağrısı, deri döküntüsü nispeten sık görülen, buna karşılık
hemoliz, lökopeni, trombositopeni ve oligospermi daha seyrek görülen yan etkileridir. Tedavinin ilk
6 ayında aylık, daha sonra 3 ayda bir kan sayımı ve transaminaz seviyeleri kontrol edilmelidir.
4) Antimalaryal ilaçlar
Hidroksiklorokin ve klorokin bu grupta kullanılan ilaçlardır. Non-eroziv, hafif seyirli
hastalığı olanlarda veya kombine tedavide kullanılmaktadır. Etkileri tam olarak bilinmemekle
birlikte; fosfolipaz A2’yi baskılaması, nötrofil kemotaksisini ve fagositozunu engellemesi, immün
kompleks oluşumunu engellemesi gibi etkileri olduğu düşünülmektedir. RA’da klinik ve labarotuvar
olarak etkili oldukları gösterilmiş, ancak radyolojik olarak erozyonları önleyemedikleri anlaşılmıştır.
19
Başlangıç dozu hidroksiklorokin için 400 mg/gündür. 200 mg/gün idame dozu ile 3-6 ay içinde iyi
bir klinik cevap görülür. En önemli yan etkisi kalıcı toksik retinopatidir. Bu yüzden, 6-8 ayda bir
ayrıntılı oftalmolojik muayene yapılması önerilir.
5) Kortikosteroidler
Aktif RA’lı hastalarda, düşük doz kortikosteroid tedavisi (7,5 mg/gün prednisolon) ile,
inflamasyona bağlı semptomlar baskılanarak, dramatik olarak cevap alınır. Klinik pratikte düşük
doz steroid tedavisi, metotreksat veya hastalığın seyrini değiştiren diğer ilaçların etkileri ortaya
çıkana kadar, hastaların semptomlarının rahatlatılması için kullanılır. Ayrıca düşük doz steroidin,
eklem hasarını önleyici etkileri de mevcuttur.
RA’da düşük doz steroid tedavisi önerilen hasta grupları şöyledir:
a) 2 yıldan az süreli aktif hastalığı olanlarda eklemlerde erozyon gelişmiş olsun veya olmasın eklem
hasarının hızını azaltmak amacıyla tedaviye eklenmelidir.
b) 3-5 yıldır aktif hastalığı olanlarda eklemlerde erozyon varsa düşük doz steroid ile daha fazla
erozyon gelişmesi önlenir, fakat eklem erozyonu yoksa tedaviye steroid eklenmemelidir.
c) 5 yıldan daha uzun süreli aktif hastalığı olanlarda eklem erozyonu olsun veya olmasın tedaviye
steroid eklenmesi önerilmez. Yüksek doz steroid ise vaskülit, mononöritis multipleks, akut
perikardit ve plörezi varlığında kullanılır. Son yıllarda uygulanmaya başlanan yüksek doz
intravenöz metilprednizolon tedavisi 1000 mg/gün dozunda olmak üzere, 3 gün üst üste veya
günaşırı 3 defada uygulanır. Đntraartiküler kullanımda tercih edilen steroid, triamsinolon
heksaasetoniddir. Genellikle oligoartiküler seyreden ve daha çok 1-2 eklemde aktif sinovit bulguları
gösteren olgularda intraartiküler olarak uygulanır.
6) D-Penisilamin
Günümüzde diğer ilaçlara oranla daha az kullanılmaktadır. Bazı araştırmacılar, vaskülit ya
da Felty sendromu gibi bazı ekstraartiküler bulguların olduğu vakalarda kullanımını önermektedir.
7) Siklosporin
Đmmünsüpresif ve immünomodülatör etkili bir ilaçtır. Erken evredeki hastalar ile ağırlaşma
eğilimi olanlarda önemli rol oynar. Başlangıç dozu 2,5-3,5 mg/kg/gündür. 4-8 hafta sonra doz 1-2
aylık intervaller ile 0,5-1 mg/kg/gün artırılabilir. Maximum doz ise 5 mg/kg/gündür. Klinik cevap
genellikle 3 ayda görülür. Eğer 6 ay içinde cevap alınamazsa ilaç kesilmelidir. Nefrotoksisite,
hipertansiyon, gastrointestinal toksisite, lökopeni ve trombositopeni gibi ciddi yan etkileri vardır.
Tedavi süresince ilk 3 ay boyunca her 2 haftada bir, daha sonra ise aylık intervaller ile serum kreatin
20
seviyesi ve kan basıncı ölçülmelidir. Eğer serum kreatin seviyesi bazalin % 30 üzerine çıkmış ise,
ilaç dozu 0,5-1 mg/kg/gün azaltılmalıdır.
8) Altın preperatları
Ülkemizde bulunmayan bu ilaçların antimikrobiyal, iltihabi supresyon ve enzim
inhibisyonu gibi etkileri vardır. Klinik ve laboratuvar iyileşmeye ek olarak radyolojik iyileşmeyi de
sağlarlar. Gastrointestinal, dermotolojik, kemik iliği ve nefrotoksik yan etkileri vardır.
9) Leflunomid
RA tedavisi için geliştirilmiş olan yeni bir immünomodülatör ilaçtır. De nova primidin
sentezinde rol oynayan dihidroorotat enzimini baskılayarak, aktive lenfositler üzerinde etki
göstermektedir. Leflunomid tedavisi ile, sinoviyal doku makrofajlarının sayısının, intercellüler
adezyon molekülleri (ICAM 1) ve vasküler hücre adezyon moleküllerinin (VCAM) ekspresyonunun
azaldığı saptanmıştır. RA tedavisinde metotreksattan daha etkili olduğu bildirilmiştir. Genellikle 3
gün süre ile verilen günlük 100 mg’lık yükleme dozundan sonra günde 10-20 mg idame dozunda
kullanılır. Karaciğer, gastrointestinal ve cilt toksisitesine yol açabilir.
10) Đnfliksimab
Monoklonal TNF-α antikorudur. Metotreksat tedavisine cevap vermeyen ağır ve aktif
hastalığı olanlarda, semptomları kontrol altına almak amacıyla kombinasyon halinde kullanılır. 3
mg/kg dozunda 8 saatte bir 3 kez infüzyon şeklinde verildikten sonra, aynı doz 2-4 haftalık
intervaller ile tekrarlanır. Tedavi ile otoantikor oluştuğu bildirilmiştir.
11) Etanercept
TNF-α’ya bağlanarak onların reseptörlerine bağlanmasını bloke eden, bir TNF reseptör
füzyon proteinidir. Önerilen doz haftada iki kez 25 mg’dır. Subkütan uygulanır. Orta veya şiddetli
derecede aktif RA’da kullanılır. Fırsatçı enfeksiyon ve otoantikor oluşması gibi yan etkileri vardır.
12) Anakinra
IL-1 reseptör antagonistidir. Hastalığın seyrini değiştiren ilaçlara cevap vermeyen ağır
olgularda, metotreksat ile kombine veya tek başına kullanımı önerilmiştir. Hastalığın semptomlarını
azaltması yanında, progresif eklem hasarının hızını da azalttığına dair çalışmalar vardır. Önerilen
kullanım şekli 100 mg/gün dozunda subkütan uygulamadır. Şu ana kadar yapılan çalışmalarda,
anakinranın fırsatçı enfeksiyonlara neden olduğuna dair bir kanıt yoktur.
21
13) Biyolojik ajanlar
RA’nın immünopatogenezi aydınlandıkça, hastalığın aktivitesini ya da kötüye gidişini
yavaşlatan veya durduran yeni immünofarmokolojik ajanlar geliştirilmektedir. Bunlardan bazıları ile
iyi sonuçlar alınmasına rağmen, daha büyük ve kontrollü çalışmalara gereksinim vardır. RA’da
kullanılabilecek biyolojik ajanlar; hücresel işlevlerin baskılanması, sitokin/reseptör işlevlerinin
baskılanması,
immün
cevabın
TH1’den
TH2’ye
çevrilmesi,
üç
moleküllü
kompleksin
(TCR/peptid/MHC) inhibisyonu, apopitoz/büyüme faktörü ile ilgili tedaviler olarak kısaca
bahsedilebilir.
RA’de Kombine Tedavi
RA tedavisinde, tek bir ilaçla sürekli ve başarılı bir etki nadiren sağlanır. Bu ilaçlar bir
zaman sonra, başlandıkları andaki etkilerini yitirmektedirler. Buna bağlı olarak hastalık reaktive
olmakta veya ilerlemesine devam etmektedir. Yapılan çalışmalar kombine tedavinin tekli veya ikili
tedaviden daha üstün olduğunu göstermiştir. Yeni çıkan biyolojik ajanlarda bu kombinasyon içinde
yer almaya başlamışlardır. RA’lı her hastada aynı ilaç aynı doz diye bir tedavi şekli yoktur. Bu
tamamen hastaya göre, hastalığın aktivitesine göre karar verilecek bir durumdur. Ancak tanı alan bir
hastada tedavinin amacını düşünürsek; ağrının giderilmesi, hastalığın kontrol altına alınması, eklem
erozyonlarının ve sistemik komplikasyonların gelişmesinin engellenmesi gibi, o zaman tedavide ağrı
kesici, hastalığı modifiye edici, uzun etkili ve hatta biyolojik bir ajan olması gerekmektedir. Uzun
etkili ilaçların tek başına kullanımı, hem klinik bulguların baskılanmasında, hem de radyolojik
ilerlemenin durdurulmasında genellikle yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle bugün için etkili tedavi,
erken dönemde yoğun bir ilaç kombinasyonu ve remisyon sağlandıktan sonra ilaçların azaltılmasıdır
(step-down yaklaşımı). Metotreksat-Sulfosalazin-Hidroksiklorokin etkinliği kanıtlanmış ve sık
kullanılan bir kombinasyondur. Ayrıca Metotreksat-Etanercept ve Metotreksat-Leflunomid
kombinasyonlarının da tek başına MTX’dan daha etkili olduğu gösterilmiştir.
Đnsülin Direnci
Đnsülin direnci, eksojen ya da endojen insüline karşı bozulmuş biyolojik yanıt olarak
tanımlanır. Bunun sonucunda insülinin etkili olabilmesi için kanda normalden daha yüksek
düzeylerde bulunması gerekmektedir. Bu tanımlama insüline karşı biyolojik yanıt olarak, insülinin
metabolik etkileri yanında (karbonhidrat, lipid ve protein metabolizması) mitojenik etkilerini
(büyüme, farklılaşma, DNA sentezi, gen transkripsiyonunun düzenlenmesi) de kapsar. Đnsüline karşı
22
in vivo biyolojik yanıtlar, insülin konsantrasyonuna, insülin salınım hızına ve dolaşımda kalış
süresine bağlı olarak değişkenlik gösterir.
Glukoz intoleransı olan hastalar ya da DM tip 2’li hastalar ve sağlıklı insanların % 25’inde
insülin direnci vardır. Đnsülin direnci DM tip 2, kardiyovasküler hastalıklar, esansiyel hipertansiyon,
alkole bağlı olmayan yağlı karaciğer hastalığı, polikistik over ve uyku apnesi gelişme olasılığını
arttırır. Fiziksel aktivite, doğru diyet, ACE inhibitörlerinin insülin direnci yönünden koruyucu
olduğu düşünülmektedir. Hiperinsülinemi yüksek trigliserid düzeyi, düşük HDL, yüksek kan basıncı
ve obesite gibi kardiyovasküler risk faktörleriyle ilgilidir. Bu durum sendrom X ya da metabolik
sendrom olarak bilinmektedir.
ATP III kriterlerine göre metabolik sendrom tanısı aşağıdakilerden üçünün saptanmasıyla
konulmaktadır:
Bel çevresi erkekler için >102 cm , kadınlar için >88cm
Trigliserid düzeyi ≥150 mg/dl
HDL düzeyi erkekler için <40 mg/dl, kadınlar için <50 mg/dl
Kan basıncı ≥ 130/85 mmHg
Açlık kan şekeri ≥100 mg/dl
Bu sendromun temelinde insülin direnci vardır ve insülin direnci de aşağıdakilerle ilişkilidir;
1. Obezite
2. Đleri yaş
3. Sedanter yaşam biçimi
4. Genetik kalıtım
5. Hiperglisemi
6. Bozulmuş glukoz toleransı
7. Hiperinsülinemi
8. Bozulmuş fibrinoliz
9. Hipertansiyon
10. Azalmış HDL
11. Artmış trigliseridler
12. Küçük , yoğun düşük dansiteli lipoproteinlerde (LDL) artış
Đnsülin direnci varlığında insülin normal kişilerde etkili olan serum düzeylerinde olağan
biyolojik etkisini yapamaz. Đnsülinin glukoz homeostazındaki işlevi azalmıştır. Đnsülin direnci
sonucu karaciğerden glukoz salınımı artar, glukozun periferde kullanımı azalır, yağ dokusunda
trigliserid yıkımı ve esterleşmemiş yağ asidi oluşumu artar. Bu beta hücre disfonksiyonu gelişinceye
kadar sürdürülen kompensatuar hiperinsülinemiye neden olur. Beta hücre disfonksiyonu geliştiğinde
artan insülin direncine kompensatuar yanıt yetersiz hale gelir ve Tip 2 diyabet tanısını koyduran
hiperglisemi düzeylerine ulaşılır. Tip 2 diyabetli hastalarda en önemli mortalite nedeni
23
kardiyovasküler hastalıklardır. Bu çoğunlukla ateroskleroz gelişiminin sonucudur. Kardiyovasküler
riskin prediyabetik dönemde arttığı gösterilmiştir. Đnsülin direncinin diyabetik olgularda gözlenen
kardiyovasküler komplikasyon gelişimindeki artışta merkezi rol oynadığı düşünülmektedir.
Đnsülinin Endokrin Etkileri
Đnsülin besin alımından sonra pankreastaki Langerhans adacıklarında bulunan beta hücreleri
tarafından salgılanır, glikojenozis ve glukoneogenezisi engelleyerek karaciğerden glukoz çıkışını
azaltarak ve özellikle çizgili kas hücrelerine ve adipoz dokuya glukoz alınımını arttırarak glukoz
homeostazını sağlar. Karaciğer ve yağ hücrelerinde yağ sentezini arttırır, kas ve yağ dokusunda
bulunan trigliseridlerden sirkulasyona serbest yağ asiti salınımını azaltır. Aynı zamanda güçlü bir
anabolik hormondur.
Karbonhidratlar
Lipidler
Proteinler
Pürinler
Normal Đnsülin
Aktivitesi
↓Hepatic glukoz üretimi
↑ Glukoz kullanımı
↑ Glikojenez
Đnsülin Direnci
↓Lipoliz
↓ FFA ve Gliserol
↑ Lipojenez
↑ HDL
↓Trigliseridler
↑ Lipoliz
↑ FFA ve Gliserol
↑Hepatik trigliserid ve
↓Glukoneogenez
↓Aminoasitler
↑Protein sentezi
↑Ürik Asit Klerensi
↓Ürik Asit Oluşumu
Hiperglisemi
Hiperinsülinemi
apoB sentezi
↓ HDL
↑ Trigliseridler
↑ Küçük yoğun LDL
↑Glukoneogenez
↑Protein katabolizması
↓Protein sentezi
Hiperürisemi
Tablo 2: Đnsülinin normal aktivitesi ve insülin direncinin metabolik etkileri
Đnsülinin hücre düzeyinde etkileri: Đnsüline duyarlı periferik hücrelerde insülinin etkileri
hedef hücrelerin hücre zarlarında bulunan yüksek affiniteli reseptörlere insülinin bağlanmasıyla
başlar. Đnsülin reseptörü alfa ve beta alt birimleri olan büyük bir transmembran proteinidir. Đnsülin
molekülü hücresel etkilerini reseptörün alfa alt birimine bağlanarak başlatır. Bu bağlanma beta alt
birimi üzerinde bulunan spesifik tirozin kalıntılarının otofosforilasyonu ile sonuçlanır. Beta alt
birimi tirozin kinaz aktivitesine sahiptir. Đnsülin kinaz aktivitesi ile insülin reseptör substratlarının
(IRS-1, IRS-2, IRS-3, IRS-4, Gab-1, SHC…) tirozin fosforilasyonları sağlanarak reseptör distaline
sinyal iletimi sağlanır. Đnsülin reseptör substratları çoklu tirozin fosforilasyon bölgeleri içeren
sitoplazmik proteinlerdir. Đnsülin stimulasyonu sonrası spesifik tanıma zincirlerine sahip sitozolik
substratlar insülin reseptör substratlarına bağlanır. ĐRS proteinleri üzerinde bulunan yapısal zincirler
24
çeşitli fosforilasyon motifleri yolu ile distal sinyal proteinleri ile geniş etkileşim potansiyeli sağlar.
Đnsülin sinyal yollarının çeşitli yönlere ayrılması sinyal proteinlerinin ĐRS proteinlerine bağlanma
aşamasında mümkün olur. Bu nedenle ĐRS proteinleri hücrenin metabolik anahtarları olarak
düşünülebilir. Đnsülinin glukoz alımı üzerine etkileri fosfotidilinositid-3 kinaz enziminin rol
oynadığı süreç ile gerçekleşir. Đnsülin stimülasyonu ĐRS ile ilişkili PI-3 kinaz miktarını arttırır. ĐRS
proteininin PI-3 kinaz molekülünün Src homoloji 2 zincirine bağlanması ile PI-3 kinaz aktivasyonu
sağlanır. Bu işlem insülinin glukoz transportu, glikojen sentezi, protein sentezi, antilipoliz ve gen
ekspresyonu üzerine olan etkileri için gereklidir. Bunlara ek olarak PI-3 kinaz aktivasyonu
intrasellüler vesiküllerden hücre membranına GLUT-4 translokasyonu için de gereklidir. PI-3 kinaz
aktivasyonunun inhibisyonu, insülinin glukoz transportunu uyarmasını engellemektedir. Buna karşın
diğer bazı büyüme faktörü reseptörlerinin PI-3 kinaz reseptörünü insülin reseptörüne yakın derecede
aktive ettiği gösterilmiştir. Ancak bu reseptörlerin glukoz transportu üzerine etkileri olmamaktadır.
Dolayısıyla PI-3 kinaz aktivasyonu glukoz transportu için gerekli olmakla birlikte tek başına yeterli
değildir. Đnsülinin etkilerinin gerçekleşmesi için ikincil haberci moleküllerin üretiminden sonra
hücre içine glukoz transportu aktive edilir. Bu etki intrasellüler bölgeden hücre membranına glukoz
transportu moleküllerinin translokasyonu ile gerçekleştirilir. Bu güne kadar glukoz transportörü
olarak iki farklı molekül ailesi klonlanmıştır. Bu moleküller değişik genler tarafından kodlanan en
az beş homolog transmembran proteinlerinden (GLUT-1, 2, 3, 4, 5) oluşmaktadır. Bu GLUT
proteinleri klinik işlevlerini belirleyen değişik spesifitelere, kinetik özelliklere ve doku dağılımına
sahiptirler. Đskelet kası hücrelerinde başlıca 2 Glut proteini bulunur. GLUT-1 primer olarak bazal
glukoz alımında görev alırken , GLUT-4 majör insülin bağımlı glukoz transportörü olarak görev
yapmaktadır. GLUT-4 primer olarak iskelet ve kas hücreleri ve adipoz doku gibi insülinin hedef
hücrelerinde eksprese edilmektedir. Normal kas hücrelerinde GLUT-4 plazma membranı ve
intrasellüler depolar arasında sürekli olarak yer değiştirmektedir ve insülin yokluğunda %90 hücre
içinde tutulmaktadır. Đnsülin stimülasyonu ile denge translokasyon lehine değişmekte ve glukoz
transportunun hızında ani bir artış görülmektedir. Đnsülin direnci durumlarında gözlenen azalmış
glikojen sentezine glukoz transportunda izlenen yavaşlama neden olmaktadır. Glikojen sentezinde
hız kısıtlayıcı basamak glikojen sentaz enzimi ile UDP-glukozun glikojene dönüştürülmesidir.
Glikojensentaz enzimi hem allosterik hem de fosforilasyon defosforilasyon mekanizmaları ile
kontrol edilmektedir. Glikojen sentaz enzimi üzerinde fosforile edilmiş pek çok serin kalıntısı
bulunmaktadır. Đnsülin stimulasyonu ile bu bölgeler defosforilize edilmekte ve enzim aktive olarak
glikojen sentezi sağlanmaktadır. Đnsülinin kas glikojen sentezini uyarıcı etkisi iki tamamlayıcı yol
üzerinden gerçekleşmektedir. Birinci yol PI-3 kinaz ve protein B kinaz yolu ile glikojen sentaz-3
enziminin inhibasyonun sağlandığı yoldur. Diğer yol ise protein fosfataz-1 aktivasyonu ile glikojen
sentazın defosforilasyon ile aktive edilmesidir.
25
Đnsülin Direncinin Patofizyolojisi
Teorik olarak insülin direncine yol açan hücresel anormallik; insülin üretimi, insülinin
reseptöre bağlanması veya intrasellüler sinyal iletimini kapsayan insülin sinyal kaskadı
basamaklarından herhangi birisinde olabilir. Đnsülin molekülünü kodlayan gende meydana gelen
mutasyon azalmış biyolojik etkinliği olan anormal bir beta hücre ürünü sentezlenmesine neden
olacaktır. Đnsülin reseptörüne bağlanan bölgede meydana gelen tekli aminoasit değişimleri
molekülün reseptöre azalmış affinite ile bağlanmasına neden olarak biyolojik etkinliği azaltacaktır.
Đnsülin direnci ile ilgili kazanılmış defektlere bir örnek insülin antikorlarıdır. Bu durumda antikorlar
insülin ile kompleks oluşturarak hedef reseptörlere bağlanan insülin miktarını azaltırlar. Đnsülin
direnci ile karşıt hormonların aşırı miktarda üretildiği durumlarda da sıkça karşılaşılır. Akromegali,
Cushing sendromu veya feokromasitoma insülin etkisinde azalma ile karakterizedir ve karbonhidrat
metabolizması bozulmuştur. Bunlar prereseptör defektler olup klinikte en sık rastlanan postreseptör
defektlere bağlı insülin direncidir. Bu durumda insülin bağlandıktan sonraki sinyal yollarında yada
efektif glukoz transportunda bozukluk vardır. Đnsülin direncinin hücresel düzeydeki nedenleri
arasında üzerinde en fazla çalışılanı defektif insülin bağımlı glukoz transportu ve kullanımıdır. Bu
defektler kas ve karaciğerde glikojen sentezinde azalma ile kendini gösterir. Hücresel glukoz
metabolizmasında hız kısıtlayıcı basamağın plazma membranından glukoz transportu olduğu göz
önüne alındığında GLUT-4 ön plana çıkmaktadır. Gen ekspresyonunda azalma, azalmış fonksiyonel
kapasite veya plazma membranına azalmış translokasyon, azalmış hücreiçi glukoz alınımına neden
olabilir. Đnsülin direnci gelişimde intrasellüler sinyal yolaklarında anormallikler olabileceği
düşünülmüşse de, insülin direncine neden olabilecek spesifik bir defekt henüz gösterilememiştir.
Buna karşın insülin direncinin moleküler defekti büyük olasılıkla poligenik olup herhangi bir sinyal
yolu defektinin rölatif etkisi kişiler arasında fark göstermektedir. Sinyal transdüksiyonu yolaklarında
izlenen pek çok hafif değişikliğin aditif etki ile insülin direncine neden olması da olasıdır. Doku
düzeyinde yapılan in vitro çalışmalarda insülinin hücre türüne göre değişen vasküler korunma yada
zedelenmeye katkıda bulunan doğrudan etkileri olduğu anlaşılmıştır.
Đnsülin Direnci ve Lipidlerin Endotele Etkisi
Endotel disfonksiyonunun temelinde insülin direnci ve sistolik kan basıncı olduğu ve bel
çevresi
uzunluğunun
endotel
disfonksiyonuna
etkisinin
insülin
direncine
bağlı
olduğu
düşünülmektedir. Đnsülin, hiperinsülinemi, obesite, yüksek trigliserid ve düşük HDL düzeyleri,
okside LDL kolesterol, hipertansiyon ve artmış reaktif oksijen radikalleri üretimini kapsayan
metabolik sendrom komponentleri
endotel disfonksiyonu ile yakından ilişkilidir. Bu ilişkiye
aracılık eden faktörler şunlardır; dislipidemi, serbest yağ asitleri, inflamasyon ve sitokinler,
26
endotelin, renin-anjiotensin sistemi, oksidatif stres insülinin hücre içine glukoz alımını sağlayan
metabolik etkileri insülinin damarsal yapılarda nitrik oksit üretimini arttırmasıyla artar. Đn vivo ve in
vitro çalışmalarda NO’nun glukoz transportu ve insülin etkisinde önemli rol oynadığı saptanmıştır.
Đnsülin stimulasyonu ile olan NOS aktivitesinin bazal insülin düzeyi ile ters orantılı olduğu, NOS
aktivitesindeki defektin insülin direnciyle paralellik gösterdiği görülmüştür. Eldeki kanıtlar PI-3
kinaz yolunun glukoz transportu yanında, insülinin endotel tarafından NO sentezini stimule edici
etkisinde de rol oynadığını göstermektedir NO’ya bağlı vazodilatasyonla artan kan akımı dokulara
glukoz alımını hızlandırır. NO endotel hücre zedelenmesini izleyen ateroskleroz ile ilişkili pek çok
süreci inhibe eder. In vitro olarak NO’nun vasküler düz kas hücre gelişimini ve intimal hiperplaziyi
inhibe ettiği gösterilmiştir. Nitrik oksit ayrıca platelet adhezyonunu ve trombositlerin damar duvarı
ile ilişkilerini inhibe eder ve prostosiklinin platelet agregasyonu üzerindeki inhibitör etkisini arttırır.
Đnsülinin yararlı etkileri olan NO üretimini uyarıcı etkisi yanında, ateroskleroz ve restenoz
gelişimine katkıda bulunan düz kas hücresini potansiyalize eden etkileri de vardır. Đnsülin, vasküler
düz kas hücrelerine etki eden ‘platelet derived growth factor (PDGF)’ ve diğer büyüme faktörlerinin
etkisini arttırır. Vasküler düz kas proliferasyonu üzerine etki eden farklı yolların bulunması
olasılığına karşın en önemli aday yolak ‘mitojen activated protein kinase (MAPK)’ yolağıdır.
Vasküler düz kas hücresi büyümesi ve proliferasyonu yanında insülin bu hücrelerce PAI-1
üretilmesine de neden olmaktadır. Vasküler düz kas hücresi ile ilişkili mezenkimal hücre
kültürlerinde MAPK aktivitesi induksiyonunda insülin ve anjiotensin II’nin additif olduğu
saptanmıştır. Đnsülin vasküler düz kas hücrelerinde ekstasellüler matriks üretimini de stimule
etmektedir. Đnsülin MAPK aracılığı ile endotelin salgısını kontrol etmektedir. Endotelin-1
endotelden insülin ve diğer agonistlere yanıt olarak salgılanan potent bir vazokonstriktör peptittir.
Kültüre edilmiş adipositlerde endotelinin glukoz alınımını inhibe ettiği görülmüştür. Đnsan ve
hayvan çalışmalarında eksojen olarak verilen endotelinin insülin direnci gelişimini uyardığı
bulunmuştur. Moleküler seviyede ET-1 molekülünün PI-3 kinaz yolunu inhibe ettiği gösterilmiştir.
Hiperinsülinemi endotel hücresinden ET-1 sentezini arttırmakta, artan ET-1 düzeyi ile insülin
direnci ağırlaşmakta ve endotel fonksiyonları bozulmaktadır. Đnsülin direncinde NO ve endotelin
salınımında dengesizlik vardır.
Đnsülin direnci,
hiperinsülinemi
ve metabolik sendrom
komponentleri vasküler yatakta ateroskleroz ile sonuçlanan pek çok değişikliğe sebep olur.
Hiperlipidemi, hiperglisemi, hipertansiyon, sigara ve homosistin endotel tabakasına zarar vererek,
endotel tarafından vazokonstriktörler ile vazodilatatörlerin üretimini vazokonstriktörler lehine bozar.
Dolaşımdaki trombositler zarar görmüş endotel alanlarında agrege olarak inflamatuar reaksiyonları
başlatan sitokin ve büyüme faktörleri salgılar. Özellikle okside formu olmak üzere LDL kolesterol,
damar duvarına doğrudan ya da köpük hücreleri (lipid dolu makrofajlar) şeklinde inkorpore olur.
Sonuçta yağlı çizgilenmeler oluşur. Süreç devam ettikçe, vasküler düz kas hücreleri medya
tabakasından intimaya göç eder ve ekstrasellüler matriks proteinlerinin üretimini arttırır. Vasküler
27
düz kas hücrelerindeki bu değişiklikler aterosklerotik plak oluşumu ile sonuçlanır. Bazı plaklar
büyüyerek damar lümenini tıkayabilse de akut kardiak olayların çoğu % 70’den daha az oranda
daralmaya neden olan plaklardan kaynaklanmaktadır. Bu kararsız plakların rüptürü damar
tıkanıklığına, iskemiye ve tıkanıklık devam ederse miyokardiyal nekroza neden olmaktadır.
Dolaşımdaki LDL, plak oluşumunun ana belirleyicisidir. Buna karşın, insülin direnci ve
hiperinsülinemiyi de kapsayan metabolik sendrom komponentleri vasküler biyolojideki ateroskleroz
ile sonuçlanan değişiklikleri kolaylaştırarak ateroskleroz gelişimine katkıda bulunur. Đnsülin
direncinin tip 2 diyabete ilerlemesi ile endotel disfonksiyonunun ateroskleroza ilerlemesi
süreçlerinin parelel seyrettiği düşünülmektedir. Tip 2 diyabetli hastaların birinci derece yakınlarında
da endotel disfonksiyonu saptanmıştır. Endotel disfonksiyonu ve insülin direnci arasındaki ilişkinin
hipertansiyon ve hiperlipidemi gibi diğer risk faktörlerinden bağımsız olduğu saptanmıştır. Buna
karşın bu risk faktörlerinin endotel disfonksiyonunun gelişimine katkıları inkar edilemez. Đnsülin
direnci durumunda insülinin nitrik oksit aracılığı ile olan vasküler koruyucu etkileri ile vasküler düz
kas hücresi proliferasyonu, migrasyonu ve PAI-1 üretimi aracılığı ile olan aterojenik etkileri
arasındaki denge bozulmaktadır. Bu yoldaki defektler hem glukoz transportunda hem de NO
aktivitesinde defektlere yol açmaktadır. Hiperinsülinemik insülin direnci durumlarında vasküler düz
kas hücresi fonksiyonları uyarılmakta ve NO üretiminin azalması ile endotel hücresinde denge
proaterojenik yöne kaymaktadır. Leptin, adiponectin, high-density lipoprotein (HDL), estrogen,
glucocorticoids, ve dehidroepiandrosterone (DHEA) NO salınımı üzerinden vazodilatasyon yapan
diğer hormon ve proteinlerdir.
Serbest Yağ Asitleri
Yüksek plazma yağ asidi seviyeleri obezite ve DM Tip 2’yi de içeren insülin direnci
durumlarıyla ilişkili olup, insülin direnci gelişiminde rol oynamaktadırlar. Yüksek yağ asidi
seviyesinin periferik glukoz alımını azalttığı bilinmektedir. Serbest yağ asitlerinin IRS ile ilişkili PI3 kinaz aktivitesini inhibe ettiği düşünülmektedir. Aynı zamanda NO biyoyararlanımının azalmasına
sebep oldukları ve NADPH oksidaz ile serbest oksijen radikallerinin üretimini arttırdıkları
düşünülmektedir.
Đnsülin Direnci ve Enflamasyon
Đnsülin direnci visseral obesite ile yakından ilişkili bulunmuş olup, düzeyleri artan serbest
yağ asitlerinin, PI-3 aktivitesini inhibe ederek, glukoz oksidasyonu ve GLUT-4 mobilizasyonunu
azaltarak, insülin aracılığı ile olan periferik glukoz alımını inhibe ettiği görülmüştür. Adipoz
dokudan salınan TNF-α ve resistin gibi maddelerin insülin direncine neden oldukları bildirilmiştir.
Đnsülin aracılığı ile olan glukoz alınımını arttıran adiponektinin ekspresyonu ve sekresyonunun yağ
28
doku kitlesi ile ters orantılı olduğu saptanmıştır. Sağlıklı bireylerde düşük şiddette enflamasyonun
göstergesi olan C reaktif protein koroner arter hastalığını öngördürdüğü ve endotel disfonksiyonu ve
insülin direnci ile korele olduğu gösterilmiştir. Đnsanlarda TNF-α infüzyonunun insülin direncini
indüklediği gösterilmiştir. Endotel hücre kültürlerinde NO biyoyararlanımını ve hem insan hem de
hayvan çalışmalarında endotel bağımlı dilatasyonu azalttığı gözlemlenmiştir. Bu gözlemlerden
sorumlu olası mekanizmalar arasında TNF-α aracılığı ile olan eNOS mRNA yarı ömründe azalma
ve vasküler NADPH oksidaz aracılığı ile gerçekleşen süperoksit üretiminde artış sayılabilir. TNF- α
ayrıca endotel hücrelerinde Akt defosforilasyonu yolu ile apoptoza neden olmakta ve endotel
zedelenmesine katkıda bulunmaktadır. Đnsülin TNF-α aracılığı ile olan Akt defosforilasyonunu
engeller. Bu etki insülin direnci durumunda kaybolmaktadır.
Đnsülin Direnci ve PPAR
PPAR’lar (peroksizom proliferatör aktivated receptors) ligandla aktive olan ve nuklear
reseptör gen ailesi oluşturan transkripsiyon faktörleridir. PPAR’ların hem metabolik risk
faktörlerine hem de vasküler enflamasyona etkisi vardır. PPAR-α fibratları bağlarken PPAR-γ’nın
antidiabetik glitazonlara affinitesi vardır. PPAR-γ yaygın bir şekilde adipoz dokuda bulunur ve
adipoz dokunun diferansiasyonu ve fonksiyonuna etkisi vardır. PPAR-α’nın enflamatuar genlerin
ekspresyonu üzerinde inhibitör etkisi vardır. Makrofaj ve foam hücrelerinde PPAR-γ aktivasyonu
NO sentetaz, metalloproteinaz ve scavenger reseptör genlerinin aktivasyonunu engeller. MAP kinaz
PPAR-γ’nın fosforilasyonuna neden olarak aktivitesini düşürür. PPAR-γ’nın obesite ve DM tip
2 patofizyolojisinde önemli rol oynadığı bilinmektedir. PPAR-γ mutasyonu olan ailelerde ciddi
insülin direnci ve obesite görülmektedir.
Lipid Metabolizması ve Ateroskleroz
Romatoid artritli hastalarda lipid ve lipoprotein metabolizması değişliklikleri
üzerine
yapılan çalışmalarda ortak bir görüşe varılamamıştır. Yapılan bazı çalışmalarda romatoid artritli
hastalarda total lipid düzeylerinin normal sınırlar içinde, bazılarında kontrol grubuna göre yüksek,
bazılarında ise düşük olduğu bildirilmiştir.
RA’daki
akselere
ateroskleroz
ve
artmış
kardiyovasküler
olayların
gelişimi
multifaktöryeldir. Sigara ve obezite gibi birçok geleneksel risk faktörleri RA gelişimi için de risk
faktörleri olarak tanımlanmıştır. Yaş, sigara, hipertansiyon ve lipid düzeyleri RA’daki subklinik
ateroskleroz gelişimiyle ilişkili bulunmuştur. Aterosklerozun bir inflamatuar durum olduğu kabul
edilmektedir. RA hastalarında CRP yüksekliği endotel disfonksiyonu ile ilişkilidir ve bu durum
ateroskleroza yol açabilir. Romatolojik hastalıklardaki aterogenez birçok mekanizma tarafından
29
artırılabilir. Bu mekanizmalar ise romatolojik hastalığa bağlı inflamasyon, immün aktivasyon,
sitokin üretimi, hastalık ilişkili komorbidite ve tedavilerin yan etkileridir.
Kortikosteroidlerin RA’da ateroskleroz gelişimiyle ilişkisi çelişkilidir. Bu ilaçların genel
populasyonda kan basıncı artışı ve hiperkolesterolemiye neden olduğu bilinmektedir. Ancak RA
hastalarında düşük dozlarda kullanıldığında aterojenik lipid profilini tersine çevirdiği gözlenmiştir.
Yani
kortikosteroidler
uygun
dozlarda
kullanıldığında
RA’da
inflamasyonu
azaltarak
kardiyovasküler sonucu iyileştirebilirler. Son veriler bu iyileşmenin kortikosteroidlerin geleneksel
risk faktörleri ve klinik RA bulgularından bağımsız olarak arteryel duvardaki hasarı azaltmasıyla
ilişkili bulunmuştur. HMG-CoA redüktaz inhibitörleri (statinler), lipid düşürücü özelliklerinin
yanında non-RA hastalarda inflamasyonu ve endotel disfonksiyonunu azaltmaktadır. Statinlerin RA
hastalarında kullanımı ile lipid düzeylerinde etkili azalmanın yanında hastalık aktivitesinde ve
arteryel sertlikte olumlu düzelmeler saptanmıştır.
Đnsülin Direnci Ölçüm Yöntemleri
Hiperinsülinemik Öglisemik Đnsülin Klemp Tekniği: De Fronzo tarafından geliştirilmiş
olan bu teknik altın standart kabul edilmektedir. Bu metodla değişik hızlarda glukoz infüzyonu
yapılarak plazma glukoz düzeyi bazal seviyede sabit tutulur. Aynı zamanda eksojen insülin
infüzyonu yapılarak açlığın üzerindeki bir düzeyde sabit plazma insülin düzeyi sağlanmaya çalışılır.
Bu işlem sırasında her beş dakikada bir plazma glukoz ölçümü yapılarak glukoz infüzyon hızı
ayarlanır. Öglisemiyi sağlamak için ne kadar fazla glukoz gerekirse hasta insüline o derece
duyarlıdır.
Berkman’ın Minimal Modeli: Bu yöntem, intravenöz glukoz tolerans testi esnasında sık
kan örnekleri alarak sonuçların bilgisayar programına işlenmesi ile elde edilen insülin duyarlılık
indeksi esasına dayanır. Bu ölçüm yöntemi diyabetik olmayan hastalarda öglisemik insülin klemp
tekniği ile uyumlu sonuçlar gösterse de diyabetik hastalarda iyi bir korelasyon görülemeyebilir.
Açlık Đnsülin Düzeyi: Đnsülin konsantasyonunun en güvenilir ölçümü tüm gece açlıktan
sonra bakılan düzeydir. Açlık insülin düzeyi ile klemp tekniği ile ölçülen insülin etkisi arasında
anlamlı bir ilişki bulunmaktadır. Genel olarak normal glukoz düzeyleri varlığında, yüksek plazma
insülini insülin direncini yansıtır. Yüksek insülin düzeyleri diyabet gelişimi için göstergedir.
Bireyde diyabet gelişirken glukoz düzeyleri yükselirken, insülin düzeyleri azalır. Sonuç olarak
plazma insülin düzeyi insülin direncini gösteremez. Bu test ile rutin tarama yapılmasını sınırlandıran
faktörler açlık insülin düzeyinin insülin direncini kesin göstermemesi ve normal anormal ayrımını
yaptıracak kesin bir sınır bulunmamasıdır.
30
Đnsülin Direnci Hesaplama Modelleri
HOMA (Homeostasis model assesment): Bazal insülin ve bazal glukoz seviyelerinin
kullanıldığı HOMA yönteminde insülin düzeyi X plazma glukoz düzeyi(mg/dl)/405 denklemi
kullanılarak insülin direnci hesaplanmaktadır. DM tip2 ve diabetik olmayan hasta gruplarında
yapılan çalışmalarda HOMA’nın klemp tekniği ile ölçülenlerle uyumlu sonuçlar verdiği
gösterilmiştir. Đnsülin direnci olan vakalarda artış gösterir. Ancak ilerleyen DM Tip 2 olgularında
beta hücre disfonksiyonunun ilerlemesiyle güvenilirliğini yitirir.
QUICKY (Quantative insülin Sensitivity Check Index): Bazal insülin ve bazal glukoz
düzeyleri kullanılarak hesaplanan ve klemp tekniği ile korelasyon gösteren diğer bir yöntem de
QUICKY’dir. Đnsülin duyarlılığını göstermektedir. QUICKY = 1/(log(insülin) +log(plazma
glukozu(mg/dl))). Düşük değerler insülin duyarlılığında azalmayı gösterir. Ancak açlık glukozu ve
açlık insülin düzeyi kullanıldığından QUICKY daha çok hepatik insülin sensitivitesini
göstermektedir. Hepatik ve periferal insülin sensitivitesinin uyumlu olmadığı durumlarda klemp
tekniğinden farklı sonuçlar verir. QUICKY geniş bir insülin sensitivite aralığında doğru sonuçlar
vermekle birlikte klemp tekniği ile en çok insüline duyarlı obez olmayan hasta grubunda varyasyon
göstermektedir. Bu da bu grupta insülin düzeyinin düşük olması ve normalde gün içinde insülin
seviyesinde görülen ossilasyonlarla açıklanmaktadır. Açlık plazma serbest yağ asidi düzeyinin dahil
edildiğixyöntemlexQUICKY’ninxdahaxtatminxedicixsonuçlarxverebileceğixdüşünülmüştür.xxxxxx
r-QUICKY=1/(log(insülin)+log(glukoz)+log(ffa))
31
III. MATERYAL VE METOD
Çalışmamıza SB. Đstanbul Okmeydanı EAH Romatoloji Polikliniğine başvuran yaşları 19 ile
78 arasında değişen çeşitli hastalık aktivitelerine sahip 91 hasta alındı. Hastalık tanısı Amerikan
Romatizma Birliği’nin 1987’deki gözden geçirilmiş tanı kriterlerine göre kondu (Tablo 1). Buna
göre en az 4 pozitif kriteri olan hastalar RA olarak kabul edildi. Diyabetes Mellitus, lipid düşürücü
ilaç kullanan, hipertiroidi ve tiroid hormon preperatları kullanan, TNF α blokeri kullanan hastalar
çalışmaya alınmadı. Hastaların fizik muayenesi yapıldı. Kan basıncı ölçümleri kişiler sırtı destekli,
dik şekilde otururken, sağ koldan, civalı tansiyon aleti ile yapıldı. Ölçüm öncesi, kişi en az 5 dakika
istirahat etti. Bel çevresi, kişi ayakta dururken, alt kaburga sınırından sonraki belin en ince yerinden,
sabit gerilimli, destekli mezura ile ve hastanın bu bölgesi çıplakken ölçüldü. Hastaların boy ve
kiloları ölçülerek vücut kitle endeksleri hesaplandı. 12 saatlik açlık sonrası sabah açlık plazma
glukoz ve insülin, kolesterol, trigliserid,VLDL, sedimentasyon ve CRP düzeyleri ölçüldü. Ölçümler
S.B. Đstanbul Okmeydanı EAH Biyokimya Laboratuvarında yapıldı.
Çalışmada kullanılan biyokimyasal parametrelerin ölçüm metodları:
Glukoz (mg/dL): Serum
iyonları
ve
dehidrogenaz
glukoz düzeyi
heksokinaz
varlığında
hekzokinaz yöntemiyle çalışıldı. ATP,
glukoz
magnezyum
glukoz-6-fosfata dönüşür. Glukoz-6-fosfat
G-6-P’ı 6-fosfoglukonata dönüştürür.Bu reaksiyonda aynı
zamanda
NADPH
oluşur. Sonuçta glukoz miktarı kadar ortaya NADPH çıkar ve spektrometrik olarak ışığı 340
nm’de emmesiyle ölçülür.
CRP(mg/dL): Çalışma kemiluminesan yöntem ile BĐODPC MARKA ĐMMULITE 2000 cihazında
yapılmıştır.
Đnsülin (IU/mL): Đnsülin tek basamaklı kemiluminisant yöntemle ölçüldü.
Total Kolesterol (mg/dL): Beckman Coulter Syncron LX cihazında Beckman Coulter kitleri ile
çalışıldı. 200 mg/dL üstü değerler hiper kolesterolemi olarak kabul edildi.
Trigliserid (mg/dL): Beckman Coulter Syncron Lx cihazında Beckman Coulter kitleri ile çalışıldı.
150 mg/dL üstü değerler hipertrigliseridemi kabul edildi.
VLDL (mg/dL): Trigliserid / 5 formülü kullanılarak hesaplandı.
HOMA = insülin düzeyi(IU/mL) X plazma glukoz düzeyi(mg/dL)/405
Đstatistiksel analizde pek çok nicel değişken tek yönlü Anova ile kıyaslandı, fark çıkan
değişken için Tukey testi ile farkın hangi gruptan geldiği bakıldı. Bazı değişkenler (süre, CRP,
kümülatif steroid dozu, insülin) nonparametrik Kruskal-Wallis testi ile kıyaslandı. Farkın hangi
gruptan geldiğini göstermek için Mann-Whitney testi kullanıldı. Fakat bu testte anlamlılık seviyesi
0,016 (Bonferani düzeltmesi) kabul edildi. Kategorik değişkenler ki-kare ile kıyaslandı. Nicel
32
değişkenlerin iki grup arasındaki kıyaslamalarında da yine normal dağılıma uyanlara t- testi,
uymayanlara Mann-Whitney testi uygulandı.
IV. BULGULAR
Çalışmamıza S.B. Đstanbul Okmeydanı EAH Romatoloji Polikliniğine başvuran yaşları 19
ile 78 arasında değişen, çeşitli hastalık aktivitelerine sahip 91 hasta alındı. Hastalar arasında
istatistiksel çalışma yapabilmek için hastalar Hastalık Aktivite Skoruna (DAS 28) göre üç gruba
ayrıldı (Tablo 3). Grupların dağılımı şekil 1’de gösterilmiştir.
Remisyon ve düşük
Orta hastalık
Đndex
hastalık aktivitesi
aktivitesi
(Grup 1)
(Grup 2)
DAS 28
≤ 3,6
≤ 5,5
Tablo 3: DAS 28 skoruna göre hastalık aktiviteleri
Yüksek hastalık
aktivitesi
(Grup 3)
> 5,5
Şekil 1: Hastalık aktivitesine göre dağılım
24%
23%
53%
düşük hastalık
aktivitesi
orta hastalık
aktivitesi
yüksek hastalık
aktivitesi
Şekil 1’de görüldüğü gibi hastaların yarıdan fazlası orta derecede hastalık aktivitesine
sahiptir. Düşük ve yüksek aktivite grubundakilerin ise oranları yaklaşık eşittir.
33
Şekil 2: Hastaların cinsiyetlerine göre
dağılım ı
12%
erkek
kadın
88%
Çalışmaya alınan hastaların cinsiyetlerine bakacak olursak önemli bir çoğunluğu (% 88)
kadın hastalardan, geri kalan % 12’si ise erkek hastalardan oluşmaktadır (şekil 2), gruplara göre
hastaların cinsiyetlerine bakacak olursak tüm gruplarda kadın hastaların oranı fazla olmakla beraber
düşük hastalık aktivitesine sahip grup 1’de erkek hastaların oranı diğer gruplardan daha yüksektir.
Çalışmaya alınan 11 erkek hastanın 8’i düşük hastalık aktivitesi olan grupta yer almaktadır. Bu
bulgu da bize hastalığın erkeklerde daha hafif seyirli olduğunu gösterebilir (şekil 3).
Şekil 3:Grupların cinsiyet dağılımı
50
45
40
35
30
25
20
15
10
5
0
kadın
erkek
grup 1
grup 2
grup 3
34
Đstatistiksel analizde kullanılacak değişkenlerin gruplara göre ortalama ve standart sapmaları
tablo 4’de gösterilmiştir.
Grup 1 (N=22)
Düşük hastalık
aktivitesi
Ortala Standart
ma
sapma
Grup 2 (N=48)
Orta hastalık
aktivitesi
Ortalama Standart
sapma
Grup 3 (N=21)
Yüksek hastalık
aktivitesi
Ortalama Standart
sapma
Yaş (yıl)
46,9
12,11
45,87
10,42
50,28
11,64
Süre (yıl)
4,26
4,59
4,6
5,78
7,09
6,32
BMI
25,59
4,59
27,68
5,04
28,76
4,57
130,45
25,16
125,83
18,31
142,85
27,95
85,9
14,36
85,2
8,5
89,52
12,03
90,5
12,35
93,02
11,99
96,57
12,13
Das 28
2,91
0,51
4,58
0,57
6,04
0,32
HOMA
AKŞ
(mg/dL)
Total
kolesterol
(mg/dL)
Trigliserid
(mg/dL)
VLDL
(mg/dL)
2,11
1,87
2,1
1,46
2,02
1,16
85,13
10,84
85,93
10,77
87,04
11,68
178,95
36,42
176,95
30,06
195,61
45,94
115,63
56,96
116
62,8
125,76
68,96
23
11,35
24,12
13,35
24,95
13,8
ESR (mm/h)
CRP
(mg/dL)
Đnsulin
düzeyi
(IU/mL)
Kümülatif
Steroid
dozu (mg)
18,72
12,73
29,81
16,052
50,66
22,47
5,25
4,64
9,53
10,72
20,19
24,69
9,94
8,24
9,71
6,37
9,09
4,23
2546,04
3311,11
3475,77
5227,3
5727,95
6846,74
Sistolik kan
basıncı
(mmHg)
Diyastolik
kan basıncı
(mmHg)
Bel çevresi
(cm)
Tablo 4: Hastalık aktivitesine göre grupların istatistiksel verileri
35
p
Yaş
0,320
BMI
0,092
Sistolik kan
0,019
basıncı
Diyastolik
0,321
kan basıncı
Bel çevresi
0,261
HOMA
0,977
AKŞ
0,849
Total
0,131
kolesterol
Trigliserid
0,820
VLDL
0,885
ESR
< 0,001
Tablo 5:Anova ile
karşılaştırılan grupların p
değerleri
Xxxx Gruplar tek yönlü Anova ile karşılaştırılmış ve yaş, BMI,
diyastolik kan basıncı, bel çevresi, HOMA, AKŞ, total kolesterol,
trigliserid, VLDL açısındanxgruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı
farklılıkxbulunmamıştırx(p>0,05).-(Tablo5)
Sistolik kan basıncı ve ESR açısından ise istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıştır
(p<0,05). Farkın hangi gruplar arasından geldiğini saptamak için Tukey testi yapıldı (Tablo 6).
Sistolik kan basıncı grup 2 ve grup 3 arsında anlamlı farklılık göstermekte iken ESR değeri tüm
gruplar arasında anlamlı olarak farklılık göstermektedir.
p
Sistolik kan basıncı
ESR
Düşük
Hastalık Aktivitesi
(Grup 1)
Grup 2
0,706
Grup 3
0,174
Orta
Hastalık Aktivitesi
(Grup 2)
Grup 1
0,706
Yüksek
Hastalık Aktivitesi
(Grup 3)
Grup 1
Grup2
(*)
0,013
Düşük
Hastalık Aktivitesi
(Grup 1)
Grup 2
(*)
0,035
Grup 3
(*)
<0,001
Orta
Hastalık Aktivitesi
(Grup 2)
Grup1
(*)
0,035
Grup 3
(*)
<0,001
Yüksek
Hastalık Aktivitesi
(Grup 3)
Grup1
(*)
<0,001
Grup 2
(*)
<0,001
Grup 3
(*)
0,013
0,174
Tablo 6: SKB ve ESR değerlerinin Tukey testi ile karşılaştırılması (p<0,05)
36
Bazı değişkenler (süre, CRP, kümülatif steroid dozu, insülin) nonparametrik Kruskal-Wallis
testi ile kıyaslandı (Tablo 7). Farkın hangi gruptan geldiğini göstermek için Mann-Whitney testi
kullanıldı. Fakat bu testte anlamlılık seviyesi 0,016 (Bonferani düzeltmesi) kabul edildi (Tablo 8).
Süre
p
CRP
0,097
Đnsulin
0,011
0,957
Kümülatif steroid
dozu
0,252
Tablo 7: Kruskal-Wallis Test (p<0,05)
Süre, kümülatif steroid dozu ve insülin düzeyleri açısından gruplar arasında anlamlı farklılık
bulunamadı (p>0,05). CRP düzeyi ise gruplar arasında anlamlı farklılık göstermekteydi (p<0,05).
Farkın hangi gruplar arasında olduğunu göstermek için Mann-Whitney testi kullanıldı (Tablo 8).
Buna göre grup 1 ve grup 3 arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı (p<0,016), grup 1 ve grup 2
arasındaki fark ise anlamlılığa yakın olarak saptandı (p=0,020).
p
CRP
Düşük
Hastalık
Aktivitesi
(Grup 1)
Grup 2
Orta
Hastalık
Aktivitesi
(Grup 2)
Grup 1
0,020
Grup 3
0,161
Yüksek
Hastalık
Aktivitesi
(Grup 3)
Grup 1
Grup 3
0,020
(*)
(*)
Grup2
0,007
0,007
0,161
Tablo 8: CRP değerlerinin Mann-Whitney testi ile
karşılaştırılması (p<0,016)
37
Hastalık aktivitesine göre ayrılan hasta grupları arasında yapılan istatistiksel
çalışmada anlamlı farklılık çıkan sistolik kan basıncı, CRP ve ESR değerlerinin gruplara
göre dağılımı şekil 4’de gösterilmiştir. Şekilde görüldüğü gibi yüksek hastalık aktivitesine
sahip grupta her üç değişkende daha yüksek ve bu yükseklik istatistiksel olarak da anlamlı
bulunmuştur.
Şekil 4:Gruplara göre SKB,ESR ve CRP değerleri
160
140
120
100
grup 1
80
grup 2
60
grup 3
40
20
0
sistolik kan
basıncı
ESR
CRP
38
Kortikosteroid kullanımına göre de hastalar iki gruba ayrıldı. KST kullanan ve kullanmayan
hastalara ait bazı değişkenlerin ortalama ve standart sapmaları tablo 9’da gösterilmiştir. Hastaların
KST kullanmına göre dağılımı ise şekil 5’de gösterilmiştir. Đstatistiksel analizde pek çok değişken
Tukey testi ile kıyaslandı. Bazı değişkenlerin (süre, CRP ve insülin) kıyaslanmasında ise MannWhitney testi kullanıldı. Fakat bu testte anlamlılık seviyesi 0,016 (Bonferani düzeltmesi) kabul
edildi.
Şekil 5 :Kortikosteroid kullanımına göre hastaların
dağılımı
35%
65%
steroid kullanan
steroid kullanmayan
Şekilde görüldüğü gibi hastaların büyük bir çoğunluğu (%65) steroid kullanmakta, %35’lik
kısmı ise kullanmamakta.
Kortikosteroid
kullananlar(N=59)
Kortikosteroid
kullanmayanlar(N=32)
Ortalama
Ortalama
Standart
sapma
47,64
12,58
46,21
Yaş (yıl)
6,23
6,09
2,99
Süre (yıl)
27,46
5,36
27,36
BMI
25,23
126,25
Sistolik kan basıncı (mmHg) 133,38
Diyastolik kan
87,45
11,53
84,37
basıncı(mmHg)
93,4
13,21
92,9
Bel çevresi (cm)
4,6
1,21
4,36
Das 28
1,77
1,11
2,67
HOMA
83,47
9,75
90,65
AKŞ (mg/dL)
184,16
39,89
177,28
Total kolesterol (mg/dL)
115,76
58,91
122,59
Trigliserid (mg/dL)
23,35
11,6
25,31
VLDL (mg/dL)
33,91
22,52
28,31
ESR (mm/h)
12,74
17,57
7,65
CRP (mg/dL)
8,46
4,9
11,76
Đnsulin (IU/mL)
5674,96
0
Kümülatif steroid dozu (mg) 5815,88
Tablo 9:Kortikosteroid kullanımına göre hastaların istatistiksel verileri
Standard
sapma
7,95
4,25
4,02
18,79
9,81
10,11
1,15
1,91
11,5
28,16
69,07
15,08
14,98
8,41
8,2
0
39
p
yaş
BMI
Sistolik kan
basıncı
Diyastolik
kan basıncı
Bel çevresi
HOMA
AKŞ
Total
kolesterol
Trigliserid
VLDL
ESR
0,563
0,928
0,164
Tablo 10’da görüldüğü gibi KST kullanan ve
0,204
0,853
0,006
0,002
0,389
0,621
0,492
0,210
Tablo 10: Tukey testine göre
gruplar arası istatistiksel analiz
sonuçları
kullanmayan grup arasında yaş, BMI, SKB, DKB, bel çevresi,
total
kolesterol, trigliserid, VLDL ve ESR açısından
istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır (p>0,05).
AKŞ ve HOMA ise kortikosteroid kullanmayan grupta
istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek saptanmıştır
(p<0,05).
P
CRP
Đnsülin
Süre
0,074
0,025
<0,001
Tablo 11: Mann-Whitney testine
göre gruplar arası istatistiksel
analiz sonuçları (p<0,016)
Tablo 11’de görüldüğü gibi KST kullanan ve kullanmayan gruplar
arasında CRP
ve insülin düzeyleri açısından anlamlı fark bulunmamaktadır (p>0,016).
Hastalık süreleri açısından bakıldığında ise KST kullanan grubun hastalık sürelerinin
ortalaması KST kullanmayan gruba göre anlamlı olarak daha yüksektir (p<0,016).
40
V. TARTIŞMA
Romatoid artrit, bir çok eklemi aynı anda tutabilen, kronik seyirli, etyolojisi bilinmeyen,
sistemik iltihabi bir otoimmün hastalıktır. Eklem tutulumu, şekil bozukluğu yaparak zaman içinde
önemli sakatlıklara yol açabilmektedir. Vücuttaki diğer organları da etkileyebilmesi nedeni ile bu
hastalığı saf bir eklem rahatsızlığı olarak görmek doğru değildir. Bazı araştırmacılar tarafından
romatoid artritli hastalarda rastlanan mortalite oranlarının genel toplum oranlarına göre farklılık
göstermediği öne sürülmesine karşılık, romatoid artritte yüksek mortalite oranı olduğunu ileri süren
çeşitli çalışmalar da mevcuttur. Romatoid artritli hastalarda ölüm nedenleri arasında kardiyovasküler
hastalıklar, respiratuvar sistem hastalıkları, renal hastalıklar ve infeksiyonlar önemli bir yer
tutmaktadır (93, 94). Bu ölüm sebepleri arasında romatoid artritli hastalarda genel populasyona göre
koroner kalp hastalığına bağlı meydana gelen ölümlerin daha sık görüldüğü yönünde çok sayıda
çalışma yapılmıştır ve kardiyovasküler hastalıkların (KVH) RA’daki mortalitenin % 35-50’sinden
sorumlu olduğu bulunmuştur (88,89). RA’da koroner kalp hastalığı ve ateroskleroz riski ile serum
lipid ve lipoprotein düzeyleri arasındaki ilişki kabul edilen bir gerçektir ve birçok çalışmada
gösterilmiştir. RA’lı hastalarda yüksek kardiovasküler mortalite bulunmasından yola çıkılarak
yapılan çalışmaların bazılarında total lipid düzeyleri normal saptanırken (58), bazılarında kontrol
grubuna göre yüksek (60), bazılarında ise düşük olduğu bildirilmiştir (59). Đnsülin, hiperinsülinemi,
obesite, yüksek trigliserid ve düşük HDL düzeyleri, okside LDL kolesterol, hipertansiyon ve artmış
reaktif oksijen radikalleri üretimini kapsayan metabolik sendrom komponentleri de
endotel
disfonksiyonu ile yakından ilişkilidir. Đnsülin direnci ve hiperinsülinemiyi de kapsayan metabolik
sendrom
komponentleri
vasküler
biyolojideki
ateroskleroz
ile
sonuçlanan
değişiklikleri
kolaylaştırarak ateroskleroz gelişimine katkıda bulunur.
Bu çalışmamızda özellikle hastalık aktivitesi ile lipid profili ve insülin direnci arasında ilişki
olup olmadığını araştırmayı hedefledik. Çalışmaya aldığımız RA’lı hastaları hastalık aktivite
skoruna (DAS 28) göre üç gruba ayırdık ve gruplar arasında total kolestrol, trigliserid, VLDL,
insülin ve insülin direnci (HOMA) düzeyleri açısından kıyaslama yaptık. Ayrıca aynı hastaları
kortikosteroid kullanımına göre de iki gruba ayırıp kortikosteroid kullanımının glukoz ve lipid
metabolizması üzerine etkilerini de araştırmayı amaçladık.
Hastalık aktivitesine göre ayırdığımız hastalar arasında yapılan istatistiksel analizde gruplar
arasında lipid profili açısından anlamlı farklılık saptayamadık. Kadın hastalarımızın genellikle
perimenapozal dönemde olması ve hastalarımızın büyük bir kısmının kadın olması, kadınlarda
östrojenin menopozdan önce lipid metabolizması üzerindeki olumlu etkileri bu sonuçlarda rol
oynamış olabilir. Daha önce RA’lı hastalarda lipid düzeylerinin araştırıldığı çalışmalarda da farklı
41
sonuçlar saptanmış olup bizim çalışmamızla benzer şekilde sonuçların saptandığı çalışmalar da
mevcuttur (58). Gruplar arasında yaş, BMI ve bel çevresi açısından da anlamlı fark yoktu.
Yine aynı şekilde açlık kan şekeri, insülin düzeyi ve insülin direnci (HOMA) açısından da
gruplar arasında fark bulunamamıştır. Daha önce bu konuda Patrick H. Dessein and Barry I. Joffe
tarafından yapılan çalışmada hastalık aktivitesi yüksek olan grupta, düşük olan gruba göre insülin
direncini istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulmuşlardır. Ancak çalıştıkları hastalardan
hastalık aktivitesi yüksek olan grupta bel çevresi ve BMI’i, düşük hastalık aktivitesi olan gruptan
anlamlı olarak daha yüksek bulmuşlardır. Bunlardan özellikle bel çevresindeki (abdominal obezite)
artışın insülin direnci oluşumundaki etkisinin bu farkta rol oynayabileceğini belirtmişlerdir. Ayrıca
çalışmaya aldıkları hastalarda hipertansiyon oranı % 50 civarındadır ve bunların içinde
antihipertansif olarak insülin duyarlılığını bozarak insülin direncine katkıda bulundukları bilinen
diüretik ve/veya β bloker kullanan hastaların oranı da yaklaşık % 40’dır. Bizim çalışmamızda ise
gruplar arasında bel çevresi ve BMI açısından fark yoktu, hipertansiyonu olan ve antihipertansif
tedavi alanlar ise sadece 8 kişiydi ve bunlardan da yalnızca bir tanesi β bloker+diüretik
kombinasyonu kullanıyordu.
Çalışmaya aldığımız gruplar arasında ESR, CRP ve sistolik kan basıncı açısından anlamlı
farklılık saptanmıştır. ESR ve CRP değerleri pek çok çalışmada RA’da hastalık aktivitesini doğru
olarak yansıtan iki laboratuvar ölçüm yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bizim çalışmamızda da
bununla benzer sonuçlar bulunmuştur. Sistolik kan basıncı; yüksek derecede hastalığı olan grupta
orta derecede hastalık aktivitesine sahip grupa göre anlamlı olarak daha yüksek bulunmuş olup bu
da kullanılan steroid dozunun bu grupta yüksek olması ve steroidlerin hipertansif etkisinin bir
sonucu olabilir.
Kortikosteroid kullanan ve kullanmayan grup arasında yapılan istatistiksel çalışmada ise
hastalık süresi, açlık kan şekeri ve insülin direnci (HOMA) açısından anlamlı farklılık saptanmıştır.
Hastalık süresi KST kullanan grupta daha yüksektir. Açlık kan şekeri ve HOMA ise KST
kullanmayan grupta daha yüksek saptanmıştır. Beklenmedik bir biçimde KST kullanan grupta açlık
kan şekeri ve insülin direncinin daha düşük olmasının, KST kullananlarda hastalık aktivitesinin
baskılanmış olmasından dolayı olduğunu düşünüyoruz. Bunun sonucunda; özellikle düşük doz KST
kullanımının HOMA üzerine olan olumsuz etkisinin, hastalığın aktivitesini azaltma yoluyla
sağladığı olumlu etkisinden daha az olduğunu söyleyebiliriz.
Bunların dışındaki yaş, BMI, SKB, DKB, bel çevresi, DAS 28, total kolestrol, trigliserid,
VLDL, ESR, CRP ve
insülin düzeyi açısından
her iki grup arasında anlamlı farklılık
saptanmamıştır.
42
VI. SONUÇ VE ÖZET
Romatoid artrit, bir çok eklemi aynı anda tutabilen, kronik seyirli, etyolojisi bilinmeyen,
sistemik iltihabi bir otoimmün hastalıktır. Eklem tutulumu, şekil bozukluğu yaparak zaman içinde
önemli sakatlıklara yol açabilmektedir. Vücuttaki diğer organları da etkileyebilmesi nedeni ile bu
hastalığı saf bir eklem rahatsızlığı olarak görmek doğru değildir. Romatoid artritli hastalarda ölüm
nedenleri arasında kardiyovasküler hastalıklar, respiratuvar sistem hastalıkları, renal hastalıklar ve
infeksiyonlar önemli bir yer tutmaktadır. Bu ölüm sebepleri arasında romatoid artritli hastalarda
genel populasyona göre koroner kalp hastalığına bağlı meydana gelen ölümlerin daha sık görüldüğü
yönünde çok sayıda çalışma yapılmıştır ve kardiyovasküler hastalıkların (KVH) RA’daki
mortalitenin % 35-50’sinden sorumlu olduğu bulunmuştur. RA’lı hastalarda yüksek kardiovasküler
mortalite bulunmasından yola çıkılarak yapılan çalışmaların bazılarında total lipid düzeyleri normal
saptanırken, bazılarında kontrol grubuna göre yüksek, bazılarında ise düşük olduğu bildirilmiştir.
Bu çalışmamızda özellikle hastalık aktivitesi ile lipid profili ve insülin direnci arasında ilişki
olup olmadığını araştırmayı hedefledik. Hastalık aktivitesine göre ayırdığımız hastalar arasında
yapılan istatistiksel analizde gruplar arasında lipid profili açısından anlamlı farklılık saptayamadık.
Yine aynı şekilde açlık kan şekeri, insülin düzeyi ve insülin direnci (HOMA) açısından da
gruplar arasında fark bulunamamıştır. Çalışmaya aldığımız gruplar arasında ESR, CRP ve sistolik
kan basıncı açısından anlamlı farklılık saptanmıştır. ESR ve CRP değerleri pek çok çalışmada
RA’da hastalık aktivitesini doğru olarak yansıtan iki laboratuvar ölçüm yöntemi olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bizim çalışmamızda da bununla benzer sonuçlar bulunmuştur.
Kortikosteroid kullanan ve kullanmayan grup arasında yapılan istatistiksel çalışmada ise
hastalık süresi, açlık kan şekeri ve insülin direnci (HOMA) açısından anlamlı farklılık saptanmıştır.
Beklenmedik bir biçimde KST kullanan grupta açlık kan şekeri ve insülin direncinin daha düşük
olmasının KST kullananlarda hastalık aktivitesinin baskılanmış olmasından dolayı
olduğunu
düşünüyoruz. Bunun sonucunda; özellikle düşük doz KST kullanımının HOMA üzerine olan
olumsuz etkisinin, hastalığın aktivitesini azaltma yoluyla sağladığı olumlu etkisinden daha az
olduğunu söyleyebiliriz.
Sonuç olarak; çalışmamızda RA’lı hastaların lipid profili, AKŞ ve HOMA düzeyleri
hastalık aktivitesine göre ayırdığımız gruplarda benzer özellikler göstermiştir. Çalışmaya aldığımız
gruplar arasında ESR ve CRP açısından anlamlı farklılık saptanmıştır. ESR ve CRP değerleri pek
43
çok çalışmada RA’da hastalık aktivitesini doğru olarak yansıtan iki laboratuvar ölçüm yöntemi
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bizim çalışmamızda da bununla benzer sonuçlar bulunmuştur.
Dolayısıyla RA'lı hastalarda bildirilen yüksek KVH mortalite oranlarının
aterosklerotik kalp
hastalığından ziyade, hastalıktaki yüksek inflamasyonun etkisine bağlı olabileceği düşünüldü.
Bunun haricinde KVH mortalitesinde lipid ve lipoprotein metabolizmasından bağımsız olarak
hastalığın direkt etkisin gösterildiği büyük populasyonlu longitudinal çalışmaların yapılması uygun
olacaktır.
44
VII. KAYNAKLAR
1. Gümüşdiş G: Bağ Dokusu Hastalıkları:Romatoid artrit: Gümüşdiş G, Doğanavşargil E (eds).
Klinik Romatoloji, Deniz Matbaası 1999, istanbul, sf: 269-279
2. Bely M, Apathy A, Beke-Martos E.Cardiac changes in RA. Acta Morphol Hun 1992; 40:149-186
3. Bonfiglio T, Atwater EC. Heart disease in patients with seropositive rheumatoid arthritis:a
controlled autopsy study and review.Arch Intern Med.1969;124:714-719
4. Silman AJ, Hochberg MC.Epidemiology of the rheumatic diseases, 2nd edn.Oxford: Oxford
University Press;2001
5.Fleming A, Crown JM, Corbett M.Early rheumatoid disease.I.Onset II.Patterns of joint
involvement.AnnRheumDis1976;35:357-363
6. Garrod AB.The nature and treatment of gout and rheumatoid gout: London.Walton and
Maberley ;1859
7. Gümüşdiş G:Bağ Dokusu Hastalıkları:Romatoid Artrit.Gümüşdiş G, Doğanavşargil E(eds).Klinik
Romatoloji El Kitabı,Güven Matbaası .2003;sf:29,09-227
8. Direskeneli H:Romatoid Artrit Etyopatogenezi.Hamuryudan 5th edition. Romatoid artrit, MD
yayıncılık , 2002; sf:8-15
9. Prof. Dr. G. Đliçin, Prof. Dr. K.Biberoğlu, Prof. Dr. G. Süleymanlar; Temel Đç Hastalıkları,
Romatoid Artrit. Ertem Matbaası 2003; sf:2702-2713
10. Wisnieski JJ,Askari AD,Rheumatoid nodulosis:a relatively benign rheumatoid variant. Arch
intern Med 1981;14:615-619
11. Segal R, Caspi D ,Tisher M etal.Accelerated nodulosis and vasculitis during metotrexate terapy
for RA.Arthritis Rheum 1988;31:1182-1185
12. Combe B, Didry C, Gutierrez M et al.Accelerated nodulosis and systemic manifestations during
metotrexate therapy for RA .Eur J Med.1993;2:153-156
13. Fernandes L,Sullivan S,McFarlane JG et al.Studies on the frequency and pathogenesis of liver
involvement in RA.Ann Rheum Dis 1979;38:501-506
14.Thorne C, Urowitz MB, Wanless I et al. Liver disease in Felty’s syndrome. Am J Med. 1982;
73:35-40
15. M.C.Hochberg, A.J.Sılman, J.S. Smolen. Rheumatology. Rheumatoid Arthritis: Extraarticular
manifestations of rheumatoid arthritis and systemic involvement. Eric L Matteson.Third edition
2003. Volume 1, sf:781-792
16. Crisp AJ,Armstrong RD,Grahame R at al.Rheumatoid lung disease, pneumothorax and
eosinophilia.Ann Rheum Dis 1982;41:137-140
17. Shadick NA,Fanta CH, Weinblatt ME at al.Bronchiectasis: alte fitore of RA.Medicine
1994;73:161-170
45
18.Harrison Đç Hastalıkları Prensipleri 2004,Romatoid Artrit,sf:1928-1937
19. Scott DGI, Bacon PA, Allen C et al.Ig G rheumatoid factor, complement andimmüne complexes
in the rheımatoid synovitisand vasculitis:comparative and serial studies during cytotoxic
therapy.Clin Exp _mmunol 1981;43:54-63
20. Leibowitz WB, .The heart in rheumatoid arthritis.A clinical and pathological study of 62
cases.Ann _ntern Med 1963;58:102-123
21. M.C. Crawford, J.P. Dimarco.Crawford Kardiyoloji. Romatolojik hastalıklar ve kalp.Carlos A
Roldan.1. baskı, 3. cilt ;2004
22. Jacoby RK,Jayson MIV,Cosh JA.Onset, early stages and prognosis of rheumatoid arthritis:a
clinical study of 100 patientswith 11 year follow-up. BMJ.1973;2:96-100
23. Gümüşdiş G: Bağ Dokusu Hastalıkları: Romatoid Artrit.Gümüsdis G, Doğanavşargil E(eds).
Klinik Romatoloji El Kitabı, Güven Matbaası. 2003; sf: 29, 09-227
24. Yavuz K S. Romatoid artritin eklem bulguları. Hamuryudan V (ed)romatoid artrit MD
yayıncılık2002; sf :16-19
25. Ragan C, Farrington E: The clinical features of rheumatoid arthritis. Prognostic indices.JAMA
1999;2:16
26. Walker WC, Wright V. Pulmonary lesions and RA. Medicine 1968; 47: 501-520
27. Tonoue LT.Pulmonary manifestations of RA.Clinic Chest Med.1998;19: 667-685
28.Anthony S, Eugene Braunwald, Kurt J. Harrison’s Principles of internal Medicine.Rheumatoid
Arthritis. 14th edn.volume:2 sf:1880-1888
29.Conaghan PG, Green Mj, Emery P. Established romatoid arthritis. Baillieres Best Pract Res Clin
Rheumatol 1999; 13: 561-575
30. Scott DL. Prognostic factors in early rheumatoid arthritis. Rheumatolgy 2000;39:124-129
31. Hazes JMV, Cats A.Management:End stage and complications. Rheumatology. second edition.
Klippel HJ, Dieppe PA. Mosby, London 1998. S: 15.1-9
32. Brooks PM: Nonsteroidal antiinflammatory drugs: Differences and similarities. N Engl J Med
1991;324:1716-1725
33. Vane JR. Mechanisms of action of NSAIDs. Br J rheumatol 35 suppl 1: 1-3;1996
34. Dolhain RJEM; Takk P, Dijkmans BAC et al. Metotrexate treatment reduced inflammatory cell
numbers expressions monokines and of adhesion molecules in synovial tissue of patients with
RA.Br J Rheumatol 1998; 37:502-508
35. M.C. Hochberg, A.J. Sılman, J.S. Smolen. Rheumatology. Management of rheumatoid arthritis;
Brasnihan B.Third edition 2003. Volume 1, sf:907-913
36. Van Der Heijde DM, Van Riel Plet al. Effects of hydroxychloroquine and sulfasalazine on
progression of joint damagein RA. Lancet 1989; 1:1036-1038
46
37. Roins CP, NobleS, FauldsD. Sulfasalazine. A review of its pharmacological properties and
therapeutic efficacy in the treatment of rheumatoid arthritis.Drug 1995; 50:137-156
38. Kimberley RP, Plotz PH. Clinical pharmacology in rheumatic disease. Salicylates inducing
aspirin and sulfasalazine. Kelley WN,Harris ED, Ruddy S. Textbook of Rheumatology WB
Saunders Company,Philadelphia 1989:749
39. Rynes RI: Antimalarial drugs in the treatment of rheumatological disease. Br J Rheumatol
1997;36:799
40. Conagan PG, Brooks P: Disease modifiying antirheumatic drugs, including methotrexate, gold,
antimalaials and D-penicilamine.Curr Opin Rheumatol 1995;7: 167-173
41. Kirvan J.The effect of glucocorticoid on joint destruction in rheumatoid arthritis.N Engl J Med
1995;333:142-146
42. Lakhanpal S, Luthra HS. D-penicilamine in Felty’s syndrome. J Rheumatol 1985;12:703-706
43. Spisani S, Fabbri E, Muccinelli M et al.inhibition of nutrophil responses by cyclosporin A. An
insight into molecular mechanisms.Rheumatology (Oxford) 2001;40:794-800
44.Yurdakul S:Uzun etkili ilaçlar.Hamuryudan 5.(ed).Romatoid Artrit, Md yayıncılık,2002;sf:80-87
45. Kraan MC, Reece RJ, Barg EC et al. Modulation of inflammation and metalloproteinase
expression in synovial tissue by leflunomide and methotrexate in patients with active rheumatoid
arthritis. Arthritis Rheum 200;43:1820-1830
46. Cohen S, Cannon GW, Schiff M et al.Two-year, blinderandomized, controlled trial of treatment
of active rheumatoid arthritis with leflunomide compared with methotrexate. Utilization of
Leflunomide in the Treatment of of Rheumatoid Arthritis Trial Investigator Group. Arthritis Rheum
2001;44:1984-1992
47. Lipsky P, Clair EW et al.Infliximab and methotrexate in the treatment of rheumatoid arthritis. N
Engl J Med 2000;343:1594-1602
48. Cohen S, Hurd E,Cush J et al.Treatment of rheumatoid arthritis with anakinra, a rekombinant
human interleukin-1 receptör antagonist.Arthritis Rheum 2002, 46:614-624
49. Bresnihan B,Alvaro-Garcia Jm,Cobby M.Treatment of rheumatoid arthritis with recombinant
human interleukin-1 receptor antagonist.Arthritis Rheum 1999; 41:2196-2204
50. Jiang Y,Genant HK,Watt I et al.A multicenter, double-blind, doseranging, randomized and
placebo kontrolled study of recombinant human interleukin-1 receptor antagonistin patients with
rheumatoid arthritis: Radiologic progression andcorrelation of Genant and Larsen scoring methods.
Arthritis Rheum 2000;43:1001-1009
51. Yücel E A: RA tedavisinde biyolojik ajanlar. Hamuryudan V(ed) Romatoid artrit, Md yayıncılık
2002; sf-102
52. O’Dell JR,Haire C,Erikson N et al.Efficacy of triple DMARD therapy in patients with RA with
suboptimal response to metotrxate.J Rheumatol Suppl 1996;44:72-74
47
53. Bathoon JM, Martin RW, Fleischmann RM et al. A comparision of etanercept and methotrxate
ain patients early rheumatoid arthritis. N Engl J Med 2000;342:763-769
54. Weinblatt ME, Kremer JM, Coblyn JS et al. Pharmacokinetics, safety, and efficacy of
combination treatment with methotrexate and leflunomide in patients With active rheumatoid
arthritis. Arthritis Rheum .1999;42:1322-1328
55. Allebeck P, Ahlbom A, Allander E. Increased mortality among persons with rheumatoid arthritis.
Scand J Rheumatol 1981; 10: 301-6
56. Dahlqvist SR, Jonsson SW, Dahlen G. Lipoprotein (a) lipids and lipoproteins in patients with
rheumatoid arthiritis. Ann Rheum Dis. 1991; 50: 366-8
57. 4. Robert WC. Factors linking cholesterol to atherosclerotic plaques. Am J Cardiol 1988; 10; 62;
495-9
58. Blakburn WD, Chatham WW. Laboratory findings in rheumatoid arthritis. In: Koopman WJ (ed).
Arthritis and Allied conditions. Philadelphia: William & Wilkins, 1997:1089-109
59. Lorber M, Aviram M, Linn S, Scharf Y,Brook JG. Hipocholesterolaemia and abrnormal high
density lipoprotein in rheumatoid arthritis. Br J Rheum 1985; 24: 250-5
60. Lakatos J, Harsagyi A. Serum total, HDL, LDL-cholesterol and triglyceride levels in patients
with rheumatoid arthritis. Clin Biochem 1988; 21: 93-6
61. Federici M , Laura R .Review article : diabetes and atherosclerosis – running on a common road.
Aliment Pharmacol. 2005- Nov ;22 Suppl 2 , 11-15. 5. R. Klauser , R Ptager , G. Schernhaner and
J.M. Gleisky .Contribution of postprandial insulin and glucose to glucose disposal in normal and
insulin resistant obese subjects. Journal of Clinical Endocrinology and metabolism Vol 73 : 758-764
62. Catherine W. Yeckel, Sara E. Toksoll, James Dziure, Rom Weiss,Tenios Burgent, Robert S.
Sherwin, William V. Temberlane and Sonia Caprio. The normal glucose tolerans continium in obese
youth: Evidence for impairment in B cell function independent of insulin resistance .The Journal of
Endocrinlology and Metabolism Vol 90 , No 2 ,747- 754
63. E. Bonore, G Targher,M Alberiche, RC Bonodenmo, F Saygiani, MB Zenee, T Manouni, M
Muggeo. Homeostasis Model Assesment closely mirrors the glucose clamp technique in the
assesment of insulin sensitivity studies in subjects with various degrees of glucose tolerance and
insulin sensitivity. Diabetes Care , Vol 23 issue 1,57-63
64. Mathews DR, Hesken YP, J Rudenski AS, Naylor BA, Treocher DF,Turner RC. Homeostasis
Model Assesment: Insulin resistance and beta cell function from fasting plasma glucose and insulin
concentration in man. Diabetologic 1985 Jul ; 28 (7) , 412 – 419
65. A Natali , E Toschi , S Badeweg , D Ciocioro , S Feville , L Sacca and E Ferannini. Clustering
of insulin resistance with vascular dysfunction and low grade inflammation in type 2 diabetes.
Diabetes , April 1, 2006 ; 55 ( 4) : 1133- 1140.
48
66. Francesco S Feochini ,Nancy Huo , Fehim Abbasi and Garald M Reaven . Insulin Resistance as
a Predictor of Related Diseases . The Journal of Clinical Endocrinology and Metabolism , Vol 86 ,
No 8 , 3574 -3578
67. Sanseate R. Kashyas , Linda J. Roman , Jennifer Lomont, Bathie Sue S Mosters, Mondego
Bojaj , Swangilt Saramonkul , Renato Belfert Beniria, Dean L. Kellejg, Yenjuan Liu and Ralph A.
Ze Trenza . Insulin Resistance is associated with impaired Nitric Oxide Synthase Activity in
Skeletal Muscle of Type 2 Diabetic Subjects.The Journal of Clinical Endocrinology and Metabolism
Vol 90 , No 2 , 1100- 1105
68. G M Reaven. Banting Lecture 1988. Role of insulin resistance in human disease. Diabetes , Vol
37 , Issue 12 , 1555- 1607
69. Reavon G. The metabolic syndrome or insulin resistance syndrome? Different names , different
concepts and different goals. Endocrinol Metab Clin. North Am.2004 June 33 (2) : 283 -303
70. Gerald M Reaven. The Metabolic Syndrome : Reqiescet in Pace . Clinical Chemistry 2005 , 51 :
931 -938
71. Gerald M Reaven. Insulin Resistance , Cardiovascular Disease and the Metabolic Syndrome.
Diabetes Care 2004 , 27 : 1011- 1022
72. Youlian Lioo, PHD , Soanho Kwan , MD , Sara Shaughnessy MS , RD, Penny
Wallace ,MS ,RN , Amy Hutto ,RN , Aliada J , Jenkins MD , Richard L. Klein ,PHD and W.
Timothy Garvey , MD. Critical evaluation of Adult Treatment Panel III Criteria in Identifying
Insulin Resistance with Dyslipidemia .Diabetes Care , 2004 , 27: 978-983
73. Expert panel on detection , Evaluation and Treatment of High Blood Cholesterol in Adults ,
Executive Summary of the Third Report of the National Cholesterol Education Programme . JAMA
May 16, 2001, Vol. 285 , No 19
74. M Chan , RN Bergman , G Pacini and D Parle Jr . Pathogenesis of age related glucose
intolerance in man : insulin resistance and decreased beta cell function.Journal of Clinical
Endocrinology and Metabolism Vol 60 : 13-20
75. Derek Le Roith, MD , PHD and Yehiel Zick, PHD. Recent Advances in Our Understanding of
Insulin Actions and Insulin Resistance. Diabetes Care, 2001, 24: 588- 597
76. Peter R Shepherd, PHD, and Barbara B Kahn MD. Glucose Transporters and Insulin action –
Implications for Insulin Resistance and Diabetes Mellitus. NEJM, July 1999 , Vol 341 : 248- 257
77. Pessin JE , Saltiel AR . Signalling pathway in insulin action : molecular targets of insulin
resistance. J.Clin. Investigation, 2000, 106 : 165-169
78. Roden M , Price TB , Perseghin G ,. Mechanism of free fatty acid induced insulin resistance in
humans. J . Clin. Investigation, 2859- 2865
79. ADA, 1998 Consensus Development Conference on Insulin Resistance. Diabetes Care 21,
310- 314
49
80. Terry A. Lennia , PHD , RN . Metabolic Syndrome . Circulation 2006 ; 114: e 528-529
81. Dr Alper Kepez, Dr Ali Oto Đnsülin Direncinin Patofizyolojik Temelleri ve Kardiovasküler
Hastalıklarla ilişkisi(Đnsülin Direnci, Hiperinsülinemi ve Aterogenez) Türk Kardiyoloji Seminerleri
Cilt 5 Nisan 2005 Sayı2 192-208
82. Dr Cihan Top Diyabet(Đnsülin Direnci) ve Hipertansiyon Türk Kardiyoloji Seminerleri Cilt 5
Nisan 2005 Sayı 2 209-223
83. Derek Le Roith MD,Ph D and Yehiel Zick Ph D Recent Advences in Our Understanding of
Insulin Action and Insulin Resistance Diabetes Care 24:588-597, 2001
84. Bernadette P. Neue, Jean Charles Fruchart and Bart Stads Role of the Peroxisome Proliferator
Activated Receptors(PPAR’s) in Atherosclerosis Biochemical Pharmacology,Vol 60, issue 8, 2000,
1245-1250
85. Paresh Dandone MD, Ph D; Ahmad Aljad, Ph D; Ajay Chaudry, MD; Priya
Monanthy,MD;Rajesh Georg MD Metabolik Syndrome A Comprehensive Perspective Based on
interaction between Obesity and Diabetes and inflammation Circulation; 2005; 111; 1448-1454
86. McCarey DW, Mclnnes IB, Madhok R, Hampson R, Scherbakov O, Ford I, Capell HA, Sattar N,
Trial of atorvastatin in rheumatoid arthritis (TARA): double-blind, randomised placebo-controlled
trial. Lancet 2004; 363(9426): 2015-21
87.Chung CP, Oeser A, Raggi P, Gebretsadik T, Shintani AK, Sokka T, Pincus T, Avalos I, Stein
CM, Increased coronary-artery atherosclerosis in rheumatoid arthritis: relationship to disease
duration and cardiovaskuler risk factors. Arthritis Rheum. 2005; 52(10): 3045-53
88. Bacon AP, Moots JR. Extra-articular rheumatoid arthritis. In: Koopman JW (ed). Arthritis and
Allied Conditions. A Textbook of Rheumatology . Baltimore: Williams and Wilkins, 1997: 1071-88
89. Minaur NJ, Jacoby RK, Cosh JA, Taylor G. Rasker JJ. Outcome after 40 years with rheumatoid
arthritis: a prospective study of function, disease activity and mortality. J Rheumatol 2004;69: 3-8
90. Abruzzo JL: Rheumatoid arthritis and mortality. Arth and Rheum 1992; 25(8): 1020-3
91. Magaro M, Altomonte L, Zoli A, et al: Serum lipid pattern and-apolipoproteins (a1 and B100) in
active rheumatoid arthritis. Z Rheumatologie 1991; 50: 168-170.
92. Sevenson LKG, Lithell H, Hallgren R, et al: Serum lipoprotein in active rheumatoid arthritis and
other chronic inflammatory arthritides, relativity to inflammatory activity. Arch Intern Med 1987;
147: 1912-16
93. Rantapaae-Dahlqvist S, Solveig DJ, et al: Lipoprotein(a), lipids and lipoproteins in patients with
rheumatoid arthritis. Ann Rheum Dis 1991; 50: 366-8
94. Mutlu O, Laakso M, et al: Ten year mortality and causes of death in patients with rheumatoid
arthritis. Br Med J Rheumatol 1985; 290(15): 1197-9
50
Download