TEKBÝR sisat ayrýldýðýna dair birçok kayýt mevcuttur. Fakat bu durum emeklilikten farklý bir özellik taþýr. Kesin bir rakam verilmemekle birlikte XV. yüzyýl sonlarý ile XVI. yüzyýl baþlarýnda mâzuliyet ücretinin günlük 75-100 akçe arasýnda olduðu, II. Bayezid devrinde Bedreddin Mahmud’un Anadolu kazaskerliðinden günde 100 akçe ile emekliye ayrýldýðý tesbit edilir. Ýstisnaî örnekler arasýnda Yavuz Sultan Selim tarafýndan 1513’te 150 akçe yevmiye ile tekaüt edilen, ancak bunu kabul etmeyerek “meccânen tekaüd”ü tercih eden, daha sonra Rumeli kazaskeri olup 1514’te ayrýldýðýnda kendisine 200 akçe emekli maaþý baðlanan Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi (Mecdî, s. 310), 1518’de Rumeli kazaskerliðinden yevmiye 100 akçe tahsis edildiði halde daha sonra maaþý 130 akçeye çýkarýlan, ardýndan Edirne'de oturmasý ve maaþýnýn Edirne Murâdiye evkafýndan verilmesini rica etmesi üzerine isteði kabul edilerek Kýrkkilise kendisine arpalýk þeklinde verilen Rükneddin Efendi sayýlabilir. Selânikî, XVI. yüzyýl sonlarýnda kazaskerlikten emekli olanlarýn maaþlarýnýn 180 akçeye çýkarýldýðýný, fakat Sun‘ullah Efendi’nin 150 akçede kaldýðýný bildirir. Diðer taraftan Rumeli kazaskerliðinden emekli Damad Efendi'ye 1006’da (1597) “zevâid-i evkaf-ý selâtîn”den günde 200 akçe tekaüt ve bir çift has ekmek ferman olunmuþtur. Kazaskerlerin miktarlarý belirtilen emekli maaþlarýný çok defa büyük vakýflarýn gelir fazlalarýndan aldýklarý dikkati çeker. Emeklilik, hazineden maaþ alan diðer kalem erbabý yanýnda bilhassa yeniçeriler için önemli bir meseleydi. Ulûfe defterlerinde mütekait, bazý belgelerde “oturak” kelimesiyle ifade edilenler fiilî hizmetlerden çekilerek askerlikle alâkasý kalmayan yeniçerilerdi. Neferlikten tekaüt olan bir yeniçerinin maaþý ilk zamanlarda Acemi Ocaðý’na kayýt maaþý olan miktardan fazla olamazdý. XVI. yüzyýlýn ikinci yarýsý içinde bunlarýn emeklilik maaþlarý günde 3’er akçe idi. Daha sonra bu miktar en az 4, en fazla 8 akçeye kadar yükseldi. Ocaðýn büyük zâbitlerinden olup tekaüt edilenlerin isimleri ulûfe defterlerinin en sonuna yazýlýr, bunlar 150 ile 200 akçe arasýnda emeklilik alýrlardý. Yaþlýlýk sebebiyle emekliye ayrýlan yeniçeriler için genelde “amelmande” tabiri kullanýlmýþtýr. Bunlar, emeklilik maaþlarýný II. Selim zamanýna kadar þehremininden veya selâtin camilerinin evkafý fazlasýndan alýrlardý. Ancak yetersizlik sebebiyle II. Selim zamanýnda cülûs bahþiþiyle birlikte yeniçeri tekaüt maaþlarý üç ayda bir ulûfe ile beraber hazineden ödenmeye baþlandý. Ulûfe defterlerinde her ortanýn ve bölüðün son kýsýmlarýna emekli olanlarýn isimleri ve yevmiyeleri ekleniyordu. Emekli yeniçerilere ayrýca fiilen görev yapanlar gibi elbise (çuha) verilmesi de âdet olmuþtu. Ýstanbul dýþýnda bir yerde oturmak istedikleri zaman maaþlarýný gittikleri yerin mukataasýndan alýrlardý. Bununla ilgili bir örnekte yaralanarak emekli olan bir yeniçerinin esâmesinin hazinede kaldýðý ve kendisine Diyarbekir vergi gelirlerinden günde 20 akçe tekaüdiye verildiði dikkati çeker. Fiilen hizmet gören yeniçerilerin ve emekli olanlarýn sayýsýnýn artmasý üzerine 1728’de Vezîriâzam Damad Ýbrâhim Paþa emekliliði yeniden bir düzen altýna almaya çalýþtý. Daha önce 1716’da tekaüt ulûfesinin baþlamasý durumunda sadece yarýsýnýn yeni emekli olanlara ayrýlacaðý prensibi getirilmiþti. Fakat bu uygulama sahte esâmi kayýtlarý dolayýsýyla iþlemedi. Ýbrâhim Paþa emekliliðe sýký bir denetim getirdiyse de problem sürdü. Fazlalýklarýn önü bir türlü alýnamadý. 1739’da Mora’da Anabolu Kalesi fethindeki hizmetlerinden dolayý yaþlý yeniçerilerin emekliye ayrýlmasýna izin verildi. Bu þekilde emekli olanlar ellerindeki tekaüt esâmelerini asker olmayan kimselere sattýlar, bu durum giderek yaygýnlýk kazandý. Böylece kayýtlý yeniçerilerle fiilen sefere gidenler arasýnda büyük bir açýk ortaya çýktý; bunu kapatmak için yeniden asker kaydedilmesi hazineye büyük külfet getirdi. Halil Hamîd Paþa iyice bozulan Yeniçeri Ocaðý’na nizam vermek için gayret gösterdi. Þubat 1782 tarihli bir hükümde Yeniçeri Ocaðý’nda 40.000 emeklinin bulunduðu, buna karþýlýk fiilen savaþa gidecek yeniçeri sayýsýnýn 5-10.000 kadar olduðu bildiriliyordu. Bu problem Yeniçeri Ocaðý’nýn kapatýlmasýna kadar sürdü. Tanzimat döneminde emeklilik belirli bir maaþla karþýlanan bir sisteme dönüþtü. Ordu ve mülkiye mensuplarýnýn emeklilerine, bunlarýn dul ve yetimlerine baðlanacak maaþlar yeni bir nizam altýna alýndý. Ancak bunun belirli bir düzenlemesi tam olarak yapýlmadý. 1860’lardan sonra askerî ve mülkî kurumlarda yeni düzenlemelere gidildiðinde emeklilik konusu da ele alýndý. 1864’te ordu için bir nizamnâme yayýmlandý. 16 Ocak 1865’te emeklilik kanunu ile, mensuplarýnýn emekliliðini düzenleyen ilk kurumlar ortaya çýktý. Orduda ve sivil bürokraside emeklilikle ilgili kanun lâyihalarý hazýrlandý. En önemli geliþme emekli sandýklarýnýn kurulmasýdýr; 1880’de memurlar için umum tekaüt sandýðý teþkil edildi. Yeni düzenlemeler, ordu mensuplarýnýn ve sivil memurlarýn dul ve yetimlerini de kapsayacak biçimde geniþ düzenlemeleri beraberinde getirdi. 8 Mart 1886 tarihli iki nizamnâme bu konuda dikkat çekicidir (Martal, Eskiçaðdan Modern Çaða Ordular, s. 426-428). Tekaütlük sistemi, Osmanlý döneminde türlü problemlere raðmen geçirdiði tarihî süreç bakýmýndan modern anlamdaki emekliliðin en eski uygulamalarýndan biri olarak kabul edilebilir. BÝBLÝYOGRAFYA : Lisânü’l-£Arab, “k.ad” md.; Ýbrâhim Mustafa v.dðr., el-Mu£cemü’l-vasî¹, “k.ad” md.; Fatih Sultan Mehmed, Kånûnnâme-i Âl-i Osman (nþr. Abdülkadir Özcan), Ýstanbul 2003, s. 20; Lutfi Paþa, Âsafnâme (nþr. Mübahat S. Kütükoðlu, Prof. Dr. Bekir Kütükoðlu’na Armaðan içinde), Ýstanbul 1991, s. 37-39, 95; Mecdî, Þekåik Tercümesi, s. 310; Selânikî, Târih (Ýpþirli), bk. Ýndeks; Cevdet, Târih, XII, 225; Uzunçarþýlý, Kapukulu Ocaklarý, I, 436-437, 491-493; a.mlf., Merkez-Bahriye, s. 165166, 204; Abdullah Martal, “XIX. Yüzyýlda Osmanlý Ordusunda Tekaüdlük”, Eskiçaðdan Modern Çaða Ordular: Oluþum, Teþkilât ve Ýþlev (ed. Feridun M. Emecen), Ýstanbul 2008, s. 423-429; a.mlf., “Osmanlý Ýmparatorluðu'nda Emeklilik ve Buna Ýliþkin Ýlk Düzenlemeler”, Kebikeç, sy. 9, Ankara 2000, s. 35-42. ÿMehmet Ýpþirli – ˜ — TEKBÝR ( )4 ) א Allah’ýn en yüce varlýk olduðunu belirten “Allahüekber” cümlesini söyleme anlamýnda terim. ™ Sözlükte “yüceltmek, büyük olduðunu kabul etmek” anlamýndaki tekbîr dinî terim olarak “Allah’ýn zâtý, sýfatlarý ve fiilleri itibariyle her þeyden yüce ve üstün olduðu” mânasýna gelen “Allahüekber” cümlesini yahut bunu söylemeyi ifade eder. Tekbir baþta namaz olmak üzere birçok ibadetin rüknü veya tamamlayýcý öðesidir. Allah’ýn adýný yüceltme emri peygamberliðin ilk günlerinde nâzil olan, “Ey örtünüp bürünen, kalk ve uyar! Sadece rabbinin büyüklüðünü dile getir” meâlindeki âyet yanýnda (el-Müddessir 74/1-3) tevhid inancýnýn bir parçasý olarak diðer birçok âyette de geçer (meselâ bk. el-Bakara 2/185; elÝsrâ 17/111; el-Hac 22/37). Tarih boyunca insanlarýn Allah’tan baþka varlýklarý yüceltme, putlara tâzimde bulunma, onlara kurbanlar sunma gibi tevhid inancýyla baðdaþmayan tutumlar ortaya koyduðu gerçeði karþýsýnda Ýslâmiyet’te namaz, hac, kurban gibi ibadetlerde tekbire yer verildiði gibi Allah’ýn azametinin temaþa edildiði her yerde ve gündelik hayatta çeþitli 341 TEKBÝR vesilelerle tekbir getirilmesi tavsiye edilmiþtir. Her gün beþ vakit namazdan önce okunan ezan ve farz namazlara durulurken okunan kamet tekbir lafýzlarýný içerir. Ayrýca namaza baþlama ve bir rükünden diðerine geçiþ tekbirle olur. Ýlkine “iftitah tekbiri”, diðerlerine “intikal tekbirleri” denir. Baþlangýç tekbiri iftitah (açýlýþ) kelimesiyle nitelendiði gibi, kendisiyle namaz dýþýnda yapýlmasý helâl olan eylemler haram hale geldiði ve dýþ âlemle baðlantýyý kestiði için “tahrîme (ihrâm) tekbiri” diye de anýlýr. Ýkinci adlandýrma Hz. Peygamber’in, “Namazýn anahtarý temizlik, haram kýlaný tekbir, helâl kýlaný selâmdýr” hadisinden (Ebû Dâvûd, “Tahâret”, 31, “Salât”, 73; Tirmizî, “Tahâret”, 3, “Salât”, 63) hareketle yapýlmýþtýr. Resûl-i Ekrem, iftitah tekbirine yetiþmek þartýyla kýrk gün cemaate gelen kiþiye Allah’ýn biri cehennemden, ikincisi münafýklýktan kurtuluþ olmak üzere iki berat vereceðini bildirmiþ (Tirmizî, “Salât”, 64) ve namazýn özünün iftitah tekbiri olduðunu söylemiþtir (Heysemî, II, 273). Ýftitah tekbiri Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf’a göre namazýn þartlarýndan, Ýmam Muhammed’e, üç mezhebe ve Ca‘ferîler’e göre rükünlerindendir. Bu ayýrým bazý hükümlere tesir eder. Meselâ iftitah tekbirinden sonra örtülmesi farz kýlýnan bir yerin örtülmesi veya kýbleye yöneliþin tamamlanmasý gibi hususlar yerine getirilirse ilk görüþ sahiplerine göre namaz sahih, bu tekbiri rükün sayanlara göre ise bâtýl olur. Erken dönemde Zührî, Ebû Bekir el-Esam, Süfyân b. Uyeyne ve Ýbn Uleyye gibi, namaza baþlarken niyetin yeterli olacaðý ve tekbire gerek bulunmadýðý görüþünü savunanlar varsa da bu görüþ taraftar bulmamýþtýr. Niyetle iftitah tekbirinin ardarda yapýlmasýnýn gerekliliði hususunda da görüþ ayrýlýðý mevcuttur. Hanefîler, Hanbelîler ve Ca‘ferîler’e göre niyet iftitah tekbirinin hemen öncesinde yapýlýr ve arada namazla ilgisi olmayan söz ve davranýþlara yer vermeden tekbir alýnarak namaza baþlanýr. Niyetle iftitah tekbiri arasýnda birkaç âyet okuyacak kadar bir süre geçmesi, zikir ve dua yapýlmasý niyetin sýhhatine mani deðildir, ancak araya uzun bir zaman dilimi girmemelidir. Mâlikîler ve Þâfiîler’e göre ise iftitah tekbiri niyeti hemen takip etmeli, kýsa da olsa herhangi bir fâsýla verilmemelidir, aksi takdirde namaz bâtýl olur. Cemaatle kýlýnan namazlarda imamdan önce tekbir almanýn câiz görülmediði ve bu durumda tekbirin yenilenmesi gerektiði hususunda görüþ birliði vardýr. Ýmama uymayý emreden hadi342 si (Buhârî, “Salât”, 18, “Ecân”, 51, 74, 82, 128; Müslim, “Salât”, 77, 87, 89) yorumlayan Þâfiîler ve Hanbelîler’e göre cemaat mutlaka imamýn peþinden tekbir almalýdýr; onunla beraber tekbir alanýn namazý geçerli deðildir. Ýmam Mâlik, Ebû Yûsuf ve Muhammed b. Hasan eþ-Þeybânî tekbirin imamla ayný anda alýnmasýnýn kerâhetle câiz olduðunu söyler. Hanbelîler’deki bir görüþe göre bu sehven yapýlmýþsa câizdir. Ebû Hanîfe’ye göre ise en faziletlisi muktedinin imamla beraber tekbir almasýdýr. Ebû Hanîfe ve Ýmam Muhammed’e göre namaza “Allahükebîr, er-rahmânü a‘zam, lâ ilâhe illallah, sübhânallah” gibi tâzim ifade eden lafýzlarla da baþlanabilir. Ebû Yûsuf, “Allahüekber, Allahü’l-ekber, Allahü’lkebîr” dýþýndaki lafýzlarla baþlanmasýný câiz görmez. Diðer mezheplere göre ise namaza baþlarken mutlaka “Allahüekber” lafzýný söylemek gerekir, zira bunun yerine geçecek baþka bir lafýz yoktur. Allah lafzýnýn ilk harfini uzatmak kelimeye soru anlamý kattýðý, “ekber”i “ekbâr” veya “ikbâr” þeklinde okumak anlamý bozduðu için fakihler bu lafzý söylerken çok dikkat edilmesi gerektiðini belirtirler. Dört Sünnî mezheple Ca‘ferîler’in ortak görüþüne göre iftitah tekbiri sýrasýnda elleri kaldýrmak sünnet olup bunun sürekli terki günah kabul edilmiþtir. Kadýnlarýn ellerini göðüs hizasýna kadar kaldýracaklarý hususunda görüþ birliði varsa da erkekler hakkýnda farklý görüþler ileri sürülmüþtür. Hanefîler’e göre baþparmaklar iki kulak yumuþaðýna deðecek þekilde ve avuçlar açýk, parmak aralarý kapalý vaziyette kýbleye dönük olmalý, bu esnada baþ eðik durumda bulunmamalýdýr. Ca‘ferîler’de de ellerin kulak yumuþaðý hizasýna kaldýrýlmasý görüþü tercih edilmiþtir. Mâlikîler ile Þâfiîler’e göre eller omuz hizasýna kadar kaldýrýlýr. Hanbelîler’e göre ise mükellef bu ikisinden dilediðini uygulayabilir. Hanefîler’e göre önce eller kaldýrýlýr, arkasýndan tekbir alýnýr, diðerlerine göre eller kaldýrýlýrken tekbire baþlanýr ve indirilirken bitirilir. Cemaatle kýlýnan namaza imam rükûda iken yetiþen kimse iftitah tekbirini ayakta dik vaziyette almalýdýr. Bu durumda imama uyan kiþi Hanefî, Mâlikî ve Hanbelîler’e göre iftitah tekbiriyle birlikte intikal tekbirine de niyet edip doðrudan rükûa gidebilir. Þâfiîler’e göre sadece iftitah tekbirine niyet etmelidir, her ikisine niyet etmesi namaza manidir. Ca‘ferîler’e göre ise iki tekbir aldýðýnda rükûu kaçýracaðýný anlayan kimse iftitah tekbirine niyet etmek þartýyla tek tekbirle yetinebilir. Ýntikal tekbirleri rükûa ve secdeye giderken, secdeden ve ikinci rek‘atta tahiyyattan sonra kýyama kalkarken okunan tekbirlerdir. Ýki rek‘atlýk bir namazda on, dört rek‘atlýk bir namazda yirmi bir intikal tekbiri bulunur. Ayrýca Hanefîler’e göre vitir namazýnýn son rek‘atýnda Kunut dualarýndan önce tekbir alýnýr. Sehiv secdesi yapýlýrken namaz içindeki diðer secdelerde olduðu gibi tekbir alýnýr. Ýntikal tekbirlerinin hükmü konusunda fakihler arasýnda üç görüþ ortaya çýkmýþtýr. Hanefî, Mâlikî ve Þâfiî mezhepleriyle Ahmed b. Hanbel’den nakledilen bir görüþe göre intikal tekbirleri sünnettir; Ahmed b. Hanbel’in diðer görüþüne göre ise vâcip hükmündedir ve kasten terkedilmesi namazýn sýhhatine engel teþkil eder; sehven veya bilgisizlik sebebiyle terki namaza zarar vermez. Fazla taraftar bulmayan ve Saîd b. Cübeyr, Ömer b. Abdülazîz, Hasan-ý Basrî, Kasým b. Muhammed gibi erken dönem âlimlerinden nakledilen üçüncü görüþe göre namazda iftitah tekbiri dýþýnda herhangi bir tekbir yoktur. Ýntikal tekbirleri cemaatle kýlýnan namazlarda imam tarafýndan cehren okunur. Ýmamýn sesi cemaatin tamamýna ulaþmýyorsa cemaat içinden birinin tekbirleri yüksek sesle tekrarlamasý müstehaptýr (bk. TEBLÝÐ) Ýntikal tekbirleri sýrasýnda Hanefîler ve Mâlikîler’e göre ellerin kaldýrýlmasý gerekmez. Þâfiîler, Hanbelîler ve Ca‘ferîler’e göre rükûa giderken ve rükûdan kalkarken ellerin kaldýrýlmasý sünnettir. Tekbir ayrýca farz namazlardan sonra okunan zikirler arasýnda yer alýr. Gerek namazlarýn ardýndan gerekse geceleyin uyumadan önce otuz üç defa okunmasý tavsiye edilen ve aralarýnda tekbirin de bulunduðu zikir lafýzlarýnýn fazileti hakkýnda çok sayýda hadis nakledilmiþtir (meselâ bk. Buhârî, “Ecân”, 155, “Da.avât”, 17; Müslim, “Mesâcid”, 142, 146, “Cikir”, 80; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 100). Secde âyetleri dolayýsýyla yapýlan tilâvet secdelerinde tekbir alýnýp alýnmayacaðý hususu namaz içinde veya dýþýnda olmasýna göre farklýlýk taþýr. Secde âyetinin namazda iken okunmasý halinde secdeye giderken ve kalkarken tekbir alýnacaðý konusunda dört mezhep fakihleri görüþ birliðine varmýþ, bazý Þâfiî âlimlerinin tekbir gerekmediði görüþü taraftar bulmamýþtýr. Secde âyetinin namaz dýþýnda okunmasý halinde Hanefîler ve Hanbelîler ile diðer iki mezhepteki bazý âlimlerin görüþüne göre secdeye giderken ve kalkarken, Þâfiî ve Hanbelî fakihlerinden bir kýsmýna göre yalnýz secdeye giderken tekbir alýnýr. TEKBÝR Cenaze namazýnda tekbirin rükün sayýldýðý ve tekbirsiz cenaze namazýnýn sahih olmayacaðý hususunda fakihler arasýnda görüþ birliði vardýr. Bu namazda iftitah tekbiriyle birlikte dört tekbir alýnýr; çoðunluðun görüþüne göre bundan fazla okunmasý sünnete aykýrýdýr; daha az okunmasý ise câiz deðildir. Bu konuda Resûl-i Ekrem’in Habeþistan Kralý Necâþî Ashame’nin vefatý üzerine gýyabýnda kýldýrdýðý cenaze namazý ile (Buhârî, “Cenâ,iz”, 4, 64; Müslim, “Cenâ,iz”, 63-65) mescidin temizliðini yapan bir kadýnýn cenaze namazýný (Müslim, “Cenâ,iz”, 68-69; el-Muva¹¹aß, “Cenâ,iz”, 15; Nesâî, “Cenâ,iz”, 43) dört tekbirle kýldýrmasý delil kabul edilmiþtir. Zeyd b. Erkam’ýn rivayet ve uygulamasýný (Müslim, “Cenâ,iz”, 72) esas alan bazý sahâbî ve tâbiîn fakihleriyle Ýmam Ebû Yûsuf’un bir görüþüne ve diðer bazý fakihlere göre ise tekbirler dörtten az veya çok olabilir; tercih edilen üç-yedi arasýnda olmasýdýr. Hanefî ve Mâlikîler’e göre cenaze namazýnda iftitah tekbiri dýþýndaki tekbirlerde eller kaldýrýlmazken Þâfiîler ile Hanbelîler’e göre her tekbirde eller kaldýrýlýr. Tekbirin bayramlarda özel bir yeri vardýr. Bayram namazlarýna giderken tekbir getirmek menduptur. Kurban bayramý namazýna giderken sesli olarak tekbir getirmenin cevazý hususunda görüþ birliði vardýr. Ramazan bayramý namazý için de fakihlerin çoðunluðuna göre ayný þekilde hareket edilir; Ebû Hanîfe ise bu durumda tekbirin gizli söylenmesinin daha uygun olduðu kanaatindedir. Bayram namazý kýlýnýrken diðer namazlara göre daha fazla tekbir getirilir (zevâid tekbirleri). Bu tekbirlerin yeri ve sayýsý mezheplere göre deðiþmektedir (bk. BAYRAM). Bayram namazýndan sonra okunan hutbeye de tekbirlerle baþlanýr; bazý fakihlere göre ilk hutbede dokuz, ikinci hutbede yedi tekbir getirilmesi menduptur. Vakit sayýsý ve hükümleri mezheplere göre farklýlýk taþýmakla birlikte kurban bayramýnda farz namazlardan sonra cehrî olarak teþrîk tekbiri getirilir (bk. TEÞRÎK). Yaðmur duasýndan önce kýlýnan namazda (salâtü’l-istiska) Hanefîler’e ve Mâlikîler’e göre diðer nâfile namazlardaki gibi tekbir alýnýr. Ancak Þâfiîler ile Hanbelîler’e göre bayram namazýnda olduðu üzere ziyade tekbirler söz konusu olup birinci rek‘atta yedi, ikinci rek‘atta beþ tekbir alýnýr. Hac ve umre ibadetlerinin belli aþamalarýnda tekbir getirilir. Bu ibadetleri yapanlarýn Allah’ýn misafirleri sayýldýðý için O’nun huzurunda tekbirle O’nu yüceltmeleri ayrý bir deðer taþýr. Hz. Peygam- ber’in ve sahâbenin uygulamalarýný (Buhârî, “Hac”, 60; Müslim, “Hac”, 249-250; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 46) dikkate alan fakihler, tavaf sýrasýnda Hacerülesved’i sünnete uygun þekilde ziyaret etmenin (istilâm) ona elle dokunup öpmekle gerçekleþtiði ve istilâm sýrasýnda tekbir getirilmesinin (Buhârî, “Hac”, 62) müstehap olduðu kanaatindedir. Fakihlerin çoðunluðuna göre tavafýn her þavtýnda yapýlan istilâm esnasýnda tekbir getirilirken eller havaya kaldýrýlýr, Mâlikî mezhebine göre ise bu gerekli deðildir. Tekbir getirmek ayrýca sa‘yin sünnetlerindendir. Safâ ve Merve tepelerine çýkýlýp Kâbe görüldüðünde üçer defa tekbir ve tehlîl getirerek arkasýndan “Allahüekber alâ mâ hedânâ” denilmesinin mendup olduðu hususunda fakihler görüþ birliðine varmýþtýr. Arafat’ta vakfe sýrasýnda eller açýk biçimde tekbir getirilmesi Hanefîler’e göre sünnet, Mâlikî, Þâfiî ve Hanbelîler’e göre menduptur. Þeytan taþlama esnasýnda her atýþla birlikte “bismillâhi vallahü ekber” cümlesini söylemenin sünnet olduðu hususunda da görüþ birliði vardýr. Kur’an’dan bazý sûrelerin tilâvetinden sonra tekbir getirilmesi sünnettir. Bu konuyla ilgili olarak, vahyin bir süre kesintiye uðramasýndan sonra Duhâ sûresinin inmesi üzerine Hz. Peygamber’in “Allahüekber” deyip sevincini gösterdiði, Duhâ ve ardýndan gelen sûrelerin peþinden tekbir getirilmesini istediði, Abdullah b. Abbas gibi ashabýn ileri gelenlerinin de Kur’an okuttuklarý kiþilerden bu sûrelerden sonra tekbir getirmelerini istedikleri rivayet edilir (Hâkim, III, 344; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhaký, III, 425-428; Ýbnü’l-Cezerî, II, 406). Bu rivayetler yanýnda özellikle Mekke halkýnýn uygulamasýný esas alan kýraat âlimlerinin çoðunluðu Duhâ ve Nâs sûreleri arasýndaki bütün sûrelerin arkasýndan tekbirin sünnet olduðu görüþündedir. Zamanla bu yönde bir uygulamanýn oluþtuðu ve günümüze kadar geldiði bilinmektedir. Tekbirin bu sûrelerin baþýnda alýnmasýnýn sünnete daha uygun olacaðýný düþünen âlimler varsa da genel kabul sonunda getirilmesi yönündedir. Tekbir bir müslümanýn hayatýnda yaygýn biçimde yer tutmasý gereken faziletli bir zikirdir. Yukarýda açýklananlar dýþýnda kurban amaçlý olsun veya olmasýn hayvan keserken (Buhârî, “Edâhî”, 14), avlanma esnasýnda ava ateþ ederken yahut avcý hayvaný ava salarken besmeleden sonra tekbir getirmenin müstehap olduðu hususunda âlimler arasýnda görüþ birliði vardýr. Bunun yaný sýra gece namazý için uya- nan kiþinin namaza tekbir, hamd, tesbih, tehlîl, istiðfar ve dua ile baþlamasý; savaþta, bineðe binerken, hilâl ilk görüldüðünde, dað ve tepe gibi yüksek bir yere çýkarken, sevindirici bir olayla karþýlaþýldýðýnda tekbir getirilmesi müstehap sayýlmýþtýr (ayrýca bk. D ârimî, “Ýsti,cân”, 43; Buhârî, “Cihâd”, 132-133; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 158). BÝBLÝYOGRAFYA : Þâfiî, el-Üm (nþr. M. Zührî en-Neccâr), Beyrut 1393, I, tür.yer.; VII, 140, 141, 164, 169, 187, 188, 250, 253, 288; Tahâvî, A¼kâmü’l-Æurßân (nþr. Sadettin Ünal), Ýstanbul 1416/1995, I, 141; Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), III, 344; Dânî, Câmi£u’l-beyân (nþr. Abdürrahîm et-Tarhûnî – Yahyâ Murâd), Kahire 1427/2006, III, 303-310; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhaký, Þu£abü’l-îmân (nþr. Abdülalî Abdülhamîd Hâmid), Bombay 1423/2003, III, 425-428; Ebû Ca‘fer et-Tûsî, el-Mebsû¹ fî fýšhi’l-Ýmâmiyye (nþr. M. Taký el-Keþfî), Tahran 1387, I, 102-105, 110-111; Serahsî, el-Mebsû¹, I, tür.yer.; II, 4245, 97-98, 125; III, 98; IV, 6, 9, 20, 34, 70; IX, 31; XII, 4; XIII, 77; Ebü’l-Alâ el-Hemedânî, øåyetü’l-iÅti½âr (nþr. Eþref M. Fuâd Tal‘at), Cidde 1414/ 1994, II, 718-721; Kâsânî, Bedâßi £, I, tür.yer.; II, 145, 154, 157, 161; III, 48; V, 48-49; Muvaffakuddin Ýbn Kudâme, el-Mu³nî, Beyrut 1405/1985, I, tür.yer.; II, 20, 72, 110-115, 118-128, 185-186; III, 132, 236; VII, 61; IX, 293; Nevevî, el-E×kâr, Ýstanbul 1986, s. 36-37, 155, 187; Þehâbeddin elKarâfî, e×-¬aÅîre (nþr. Muhammed Haccî), Beyrut 1994, I, 64; II, tür.yer.; III, 236, 251, 275; IV, 129; Ebü’l-Fidâ Ýbn Kesîr, Tefsîrü’l-Æurßâni’l-£a¾îm (nþr. Sâmî b. Muhammed es-Selâme), Riyad 1420/ 1999, I, 560-562; Heysemî, Mecma£u’z-zevâßid (Dervîþ), II, 273; Ýbnü’l-Cezerî, en-Neþr, II, 405440; Ali b. Süleyman el-Merdâvî, el-Ýn½âf fî ma£rifeti’r-râci¼ mine’l-Åilâf (nþr. M. Hâmid el-Fýký), Beyrut 1406/1986, I, 389, 413; II, 41-44, 59, 222, 230, 295-296, 423-441, 530; Sirâceddin enNeþþâr, el-Bedrü’l-münîr fî šýrâßâti Nâfi £ ve Ebî £Amr ve Ýbn Ke¦îr (nþr. Muhtâr Ahmed Deyre), Trablus 2003, s. 579-884; Buhûtî, Keþþâfü’l-šýnâ£, I, tür.yer.; II, 53-55, 113, 120, 406; V, 39, 167; VI, 208; Ebû Saîd el-Hâdimî, Risâle fî ¼aššý’ttesbî¼ ve’t-ta¼mîd ve’t-tekbîr £alâ ¦elâ¦în ve ¦elâ¦îne ve’t-tev¼îd (el-Mecmû£atü’þ-þerîfe içinde), Ýstanbul 1302, s. 210; Þevkânî, Neylü’l-ev¹âr, Beyrut 1973, II, tür.yer.; III, 126, 129, 171, 183-185, 354-355; IV, 31-32, 98-101; Ýbn Âbidîn, Reddü’lmu¼târ, Beyrut 1421/2000, I, tür.yer.; II, tür.yer.; Ebû Bekir b. Muhammed ed-Dimyâtî, Ý £ânetü’¹¹âlibîn, Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), I, 130-135, 175176, 260-264; II, 17-18; Mehmet Cemal Öðüt, Tekbir: Tekbiri Teþrik, Ýstanbul 1947; Ahmed eþÞerebâsî, Yesßelûneke fi’d-dîn ve’l-¼ayât, Beyrut 1977, IV, 253-259; Sâlih b. Muhammed b. Ýbrâhim el-Hasan, A¼kâmü’t-tekbîr, Mekke 1415; Muhammed Muhammed eþ-Þerkavî, “et-Tekbîr fî evâpiri’s-süver: Hel lehû esâsün sahîh”, ME, XXX (1961), s. 80-83; Necmettin Kýzýlkaya, “Fýkhî Bir Kavram Olarak Tekbîr”, Ýslam Hukuku Araþtýrmalarý Dergisi, sy. 11, Konya 2008, s. 347-364; A. J. Wensinck, “Takbir”, EI 2 (Ýng.), X, 119; “Eyyâmü’t-teþrîk”, Mv.F, VII, 325; “Tekbîr”, a.e., XIII, 206-216; “Tekbîrâtü’l-ihrâm”, a.e., XIII, 217-224; “Rükû.”, a.e., XXIII, 130-131; “Salât”, a.e., XXVII, 84-87; M. Rýzâ Ensârî, “Tekbîr”, DMT, V, 43-44; Sâlihî Kirmânî, “Tekbîrâtü’l-ihrâm”, a.e., V, 44. ÿSaffet Köse 343