1.Uluslararası Balkanlarda Tarih ve Kültür Kongresi BÖLGESEL BÜTÜNLEŞME OLANAKLARI VE ULUSLARARASI YABANCI YATIRIMLARIN İŞLEVSEL ROLÜ Cemal ZEHİR 1 Selman DURAN 2 ÖZET İki Büyük Dünya Savaşından sonra, Bütünleşme alanındaki ilk çalışmalar Federalizm ve Uluslararası Örgütlenme bağlamında gelişim göstermiştir. Hemen akabindeki süreçte ise, bu alandaki teorik çalışmalar daha derinlik kazanmış; alanda, Uluslararası İlişkilerdeki idealizm-realizm tartışmasının bir uzantısı olarak değerlendirilen "Yeni-işlevselciliğe karşı Hükümetlerarasıcılık" tartışması ağırlık kazanmıştır. 1980'li yıllardan bu güne değin de Uluslararası İlişkilerde de gündemde olan “Rasyonalizme karşı Konstrüktivizm” tartışması, bütünleşme teorilerini kuramsal temelde araştıran bilim adamlarını etkisi altına almıştır. Tüm bu çalışmaların ortak noktası ulusal yapıların uluslararası sorunları çözmede yetersiz kaldığı ve ulusların karşılıklı bağımlılığı temeline dayandırılmasıdır. Ancak tüm bu çalışmalar yabancı yatırımların bölgesel bütünleşme üzerine etkileri konusuna yeterli bir açıklama getirmemiştir. Bu çalışmanın en temel amacı yaşanan küresel sistem içerisinde uluslararası yabancı yatırımların bölgesel bütünleşme imkanlarına sağlamış olduğu katkıyı ortaya koymaktır. Yöntem olarak bölgesel bütünleşme anlamında oluşturulan kuramsal çalışmalar analiz edilerek değerlendirmeler yapılmaktadır. Çalışmada uluslararası yabancı yatırımların bölgesel bütünleşmenin derinliği ve istikrarı açısından önemli etkileri olduğu kanaatine varılmaktadır. Aynı zamanda uluslararası ekonomik ve politik sistemin, tüm bu bütünleşme çabaları sonucunda ciddi bir yapısal değişim içerisine girdiği ve yeni Uluslarüstü oluşumlara imkan hazırladığı ortaya konmaktadır. Anahtar kelimeler: Bölgesel Bütünleşme, Karşılıklı Bağımlılık, İşlevselcilik, Yabancı Yatırımlar. 1 Doç.Dr.,Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü 2 Öğr.Gör.,Beykent Üniversitesi 447 Cemal Zehir – Selman Duran GİRİŞ 1980lerin sonundan itibaren soğuk savaşında sona ermesi ile birlikte dünya, tek bir dominant gücün, Birleşik Devletlerin, etkisinde yeniden şekillenmeye başlamıştır. Ne var ki bu dominant gücün de ne ölçüde sisteme hâkim olabildiği şüphelidir. Küreselleşmenin de etkisi ile özellikle ekonomik güç anlamında, aslında dünyada egemenlik sağlamış veya sistemi tek başına domine edebilecek bir güç olarak Birleşik Devletlerin yetersizliği 1997, 2001 ve 2007 finansal krizleri ile tartışma konusu olmaktan çıkmış genel kabul görür hale gelmiştir. Uluslararası siyasal sorunların bu sistemle, çözümden ziyade daha derin çözümsüzlüklere sebep olacağı; iki Körfez Savaşı, Bosna Savaşı ve Afganistan’da yaşanmakta olan fiili durum gibi birçok mesele dolayısıyla anlaşılmıştır. Yaşanan dönem aslında ne tek kutuplu ne de iki kutuplu dünya terminolojisi ile açıklanabilecek durumda değildir. Tüm bu gelişmeler göstermektedir ki hiçbir ulusal güç tek başına uluslararası sistemi yönetebilecek ya da yönlendirebilecek durumda değildir. Bu anlamda sistemi açıklayabilecek uygun bir yaklaşım olarak karşılıklı bağımlılık teorisi uluslararası ilişkiler terminolojisinde önemli bir yer edinmektedir. Buna göre tarihi ve kültürel yakınlık, karşılıklı sosyal ve kültürel faaliyetler, dış ticaret ve yabancı yatırımların sebep olduğu karşılıklı ilişkiler yeni bölgesel güçleri daha belirgin ve işlevsel hale getirmektedir. 2007 yılının sonlarından itibaren kendini gösteren küresel finansal krizin de etkisiyle, özellikle yabancı sermaye ulusları birlikte hareket etmeye adeta mecbur kılmaktadır. Krizin kaynağı her ne olursa olsun ülkelerin birer birer kendilerine dair çözümler ve paketler geliştirerek aşılması mümkün gözükmemektedir. ABD Merkez Bankası Başkanı Ben Bernarke’nin basına verdiği bir demecinde “Sistemdeki baskıyı azaltmak için küresel düzeyde Merkez Bankalarının, çok sıra dışı bir şekilde birlikte hareket ederek mali piyasalar üzerindeki gerginlikleri azaltmaya, ekonomiyi desteklemeye çalıştıklarını, bunu yapmaya devam edeceklerini” açıklaması durumu açıkça ortaya koymaktadır (BBC haberler 2008). Diğer taraftan ABD’nin Irak ve Afganistan askeri müdahalelerinde de tek başına değil Birleşmiş Milletleri ya da oluşturduğu koalisyon güçlerini kullanması hatta söz konusu bölgelerdeki yerel unsurlarla da işbirliği yapması uluslararası sistemin tek bir ulusal güç tarafından yönlendirilemediğinin açık göstergesidir. Tüm bunlara karşılık küresel anlamda etkili olabilecek yeni bölgesel güçler ortaya çıkmaktadır. Bunlar henüz askeri ve siyasal bağlamda açık bir güç oluşturmasalar da ekonomik bir güç olarak sisteme alternatif olacakları aşikârdır. Tek başına küresel bir güçle sistemin yönlendirilemeyeceğini anlayan Rusya, Çin, Japonya ve 448 Bölgesel Bütünleşme Olanakları ve Uluslar arası Yabancı Yatırımların İşlevsel Rolü hatta Türkiye gibi ülkelerin bulunmuş oldukları bölgelerde yeni bölgesel oluşumlara yönelmeleri ve bu anlamda inisiyatif kullanmaları uluslararası bilim dünyası tarafından merakla gözlemlenmektedir. Yeni bölgesel güç odaklarının etkililik ve nüfuz alanını ortaya koyan ve bölgesel bütünleşme imkanlarını sağlayan bir çok unsur ele alınmaktadır. Bölgesel bütünleşme içerisinde yer alan ulusların, sosyal ve kültürel yakınlığı, ortak bir dilin mevcudiyeti, ortak tarihi geçmiş ve ekonomik ilişkilerin derinliği bu anlamda önemle değerlendirilmektedir. Bu çalışma özellikle küresel finansal sistemin en önemli unsurlarından olan yabancı yatırımların bölgesel bütünleşme imkanlarına ne derece katkı sağladığını araştırmak amacıyla kaleme alınmaktadır. İki bölümden oluşan bu çalışmada öncelikli olarak yabancı sermaye konusu ele alınacak ikinci bölümde ise bölgesel bütünleşme olgusu irdelenecektir. ULUSLAR ARASI YABANCI YATIRIMLAR Yabancı Sermaye Kavramı Bir ülkenin karşılığını sonradan ödemek üzere dış kaynaklardan elde edip ekonomik gücüne ekleyebileceği mali veya teknolojik kaynaklara yabancı sermaye adı verilir(Yılmaz, 1988:45). Mali ve teknolojik kaynak, bir ülkeden diğerine ya borçlanma şeklinde gider ve karşılığında hem anapara hem de faiz ödenmesi söz konusu olur, ya da yatırım ve üretime katılma şeklinde gider ki, bu da bir ülkenin diğer ülkede mülkiyet hakkını sağlar (Uras, 1979:27-28). Bir başka tanıma göre yabancı yatırım özetle, yatırılabilir kaynakların kişi ve kurumlar tarafından bir başka ülkeye taşınması şeklinde tanımlanır ve doğrudan yatırımlar ile portföy yatırımı şeklinde iki ana gruba ayrılır. Doğrudan yabancı sermaye, sabit sermaye yatırımı adı altında, sermayenin kaynak ülkeden yatırıma ev sahipliği yapacak ülkedeki şirket hisselerinin uluslararası yatırımcılar tarafından en az %10’unun alınması şeklinde kendini gösterir. Sabit sermaye yatırımlarına ek olarak doğrudan yatırımın ülkelere girişi, şirket birleşmesi ya da devri, özelleştirme uygulamaları, ortak girişim, stratejik ortaklık ya da devam eden faaliyetlerin genişletilmesi ile de mümkündür. Tahvil ya da hisse senedine doğrudan yatırım şeklinde gerçekleşmeyen yatırımlar ise portföy yatırımı içine girer ve örgütlenmiş sermaye piyasalarda işlem görürler. Uluslararası Para Fonu opsiyonlar gibi türev ürünleri de dolaylı yatırımlar grubuna dahil etmektedir. Dolaylı yatırım olarak da adlandırılan portföy yatırımlarının ülkeye giriş ve çıkışı (özellikle elektronik ortamda gerçekleştirilen işlemler sayesinde) oldukça kısa süreli olabilmekte ve yatırımcılar risk gördükleri anda kolaylıkla portföylerini boşaltabilmektedirler. 449 Cemal Zehir – Selman Duran İsviçreli bazı iktisatçılar tarafından belirlendiği üzere, bir ülkede yabancı sermayenin cezbedilmesi için gerekli iki temel koşul vardır. Bunlardan ilki, ülkede ekonomi ile ilgili karar ve yasaların sıklıkla değiştirilmemesi, ikincisi de siyasi iktidarların söz konusu yasaların etrafından dolanmamalarıdır. Buradan da sadece ekonomik ve siyasi istikrarın yabancı sermaye çekmede yeterli olmadığı anlaşılmaktadır(Alkin, 2001: 15). Bir başka görüşe göre ise, gelişmekte olan piyasalara giren yabancı sermaye üç temel faktörden etkilenmektedir. Bunlar, global ekonominin durumu, ülkelerin büyüme performansı ve cari işlemler dengesi olarak belirtilmektedir (Varol, 2005: 2). Doğrudan Yatırım ve Dolaylı Yatırımlar Hem yabancı doğrudan yatırımlar hem de yabancı portföy yatırımlarının yatırımın yapıldığı ülke ekonomisi için pek çok katkıları bulunmakla birlikte her iki yatırım türünün birbirinden ayrıldığı noktalar bulunmaktadır. Doğrudan yatırımlar belirli sektör ya da şirketlere özeldir bir başka deyimle ev sahibi ülkenin yatırımlarının yönü hakkında belirleyiciliği yoktur. Portföy yatırımları ise belirli bir sektöre ya da şirkete bağlı değildir, hem yerel, hem de yabancı şirketlere yatırım mümkündür. Bu türdeki yatırımlar çok daha değişken karakterli ve daha kısa vadelidir. Yabancı portföy yatırımlarının durağan olmayan ve sık sık değişebilen yatırımlar olması nedeniyle iyi düzenlenmiş finansal piyasalara gereksinim duyulur. Bu türdeki yatırımlar tamamen finansal yatırımlar oldukları için finansal faktörlerdeki değişimlere çok daha duyarlıdırlar. Örneğin ev sahibi ülkedeki devalüasyon beklentisi dolaylı yatırımcıların portföylerini boşaltarak ülkeden çıkmalarına neden olabilir. Bu anlamda yabancı portföy yatırımlarının doğrudan yatırımlarla karşılaştırıldığında makroekonomik açıdan daha büyük bir etkisi vardır. Dolayısıyla yabancı portföy yatırımları sağlıklı finansal sistemlere ihtiyaç duyar. Finansal aracıların güvenilir olması, sistemin ekonomik şoklara dayanıklı olması gereklidir. Doğrudan yatırımlar ise geldikleri ülkeye teknoloji transferi sağlama, sektörel teknik bilgi getirme, insana yatırım yapma gibi faydalar sağlarken, dolaylı yatırımlar yerel sermaye piyasalarının gelişimine katkıda bulunurlar. Bu katkı gelecekte o ülkeye doğrudan yabancı yatırımın gelmesine de yardım eder. Doğrudan yatırımlar gerek maddi, gerekse maddi olmayan duran varlıklara yapılan yatırımla, yurtiçi satışlar veya ihracatta artışı, üretim maliyetlerinde düşüşü ya da üretimde verimlilik artışını hedeflerler. Faaliyet riski yabancı yatırımcının üzerindedir. Portföy yatırımlarında ise, yatırıma ev sahipliği yapan ülkedeki şirketler ya da hükümet tarafından ihraç edilen hisse senedi veya tahvillerin yabancılar tarafından borsada satın alınması söz 450 Bölgesel Bütünleşme Olanakları ve Uluslar arası Yabancı Yatırımların İşlevsel Rolü konusudur ki, bu da hem yerel hem de uluslararası düzeyde likit sermaye piyasalarının varlığını gerektirir. Portföy yatırımcılarının temel amacı çeşitlendirme yoluyla getiri ve risk dengelerini optimal düzeye taşımaktır. Bir başka deyişle belirli bir risk düzeyinde maksimum getiri aranır. 1990-97 döneminde gelişmekte olan otuz ülke verileri kullanılarak yapılan bir araştırmada doğrudan yabancı yatırımların portföy yatırımlarından iki misli fazla olduğu bulunmuştur(Unıted Nations, 1999: 8). Uluslararası Finans Enstitüsü tarafından 2005 yılında yayınlanan “Gelişmekte Olan Ülkelere Sermaye Akışı Raporu’nda ise, 2004 yılında gelişmekte olan ülkelere giren özel sermayenin 130 milyar dolarının doğrudan yabancı yatırımlar, 35 milyar dolarının da portföy yatırımı olarak girdiği belirtilmektedir. Bir ülkede yabancı portföy yatırımlarının artması, yerel sermaye piyasalarının likiditesini arttırarak piyasaların etkinliğini arttırır. Piyasaların likiditesinin artması ise beraberinde piyasa derinliğini getirerek yatırımların çeşitlenmesini sağlar. Bu tür yatırımlar aynı zamanda piyasalara belli bir disiplin getirir ve bilgiye ulaşmayı kolaylaştırarak, şeffaflığı arttırırlar. Tüm bunlara ek olarak yerel piyasalara yabancı portföy yatırımcıları tarafından sunulan yeni portföy yönetim teknikleri ve daha karmaşık ürünlerle risk yönetimi ile tanışılması sağlanır. Yabancı portföy yatırımları sayesinde ev sahibi ülkede sermaye ve kaynakların daha iyi dağılımı ile ekonominin daha sağlıklı hale gelmesi kolaylaşır(Evans, 2002: 2-4). Tablo 1: Doğrudan Sermaye Yatırımlarını Çekmekte Etkili Politikalar Teşvik tedbirleri Etkin idari prosedürler ve kurallar, minimum bürokratik işlemler. Uygun iş gücü ve ücret politikası, emek seyyaliyetinin ve çalışma barışının tesisi Özelleştirme Politikası İstikrar (ekonomik ve siyasi) Vergileme Politikası Ekonomik Entegrasyonlara Üyelik Dünya Ticaret Sistemine üyelik Rekabet Politikası Ülkelerin uluslararası finans kesimi ile olan ilişkileri finansal krizlerden etkilenme derecelerini de belirlemektedir. Örneğin 1997’de yaşanan Asya krizi sırasında gerek Hindistan gerekse Çin, oldukça fazla miktarda yabancı doğrudan yatırım alan ülkeler 451 Cemal Zehir – Selman Duran olmalarına karşın yabancı portföy yatırımlarına kontrollü yaklaştıkları için, kriz esnasında bu ülke piyasaları pek etkilenmemiştir. Benzer durum Latin Amerika için Şili örneğinde verilebilir. Bu ülkenin de 1999 yılındaki Brezilya krizinden fazla etkilenmemesinin nedeni, gelen sermayenin belli bir süre ülkede kalmasını şart koşmak gibi önlemler almasıdır. Buna karşılık halen devam etmekte olan küresel kriz yabancı yatırımların çok yakın geçmişe oranla bile artık küresel düzeyde bir yaygınlık kazandığını ve piyasaların derinliğine paralel olarak tüm dünya piyasalarını ciddi şekilde etkilediği gözlemlenmektedir. Dolayısıyla yabancı portföy yatırımlarının ev sahibi ülke ekonomisine fayda sağlayabilmesi için öncelikle o ülkenin sağlıklı bir finansal yapısı olması gerekmektedir(Uygur, 2001: 17-21). İster dolaylı yabancı yatırım isterse doğrudan yabancı yatırım ele alınsın her ikisi de sermayenin geldiği ve yatırım yapıldığı ülke arasıda ciddi bir ilişkiye sebep olmaktadır. Yabancı yatırımcılar, yatırımlarına yön verirken temel olarak bir ülkedeki istikrar ve güven ortamını dikkate almakla birlikte öncelikli olarak ekonomik, sosyal ve siyasi ilişkide oldukları ülkeleri tercih etmektedirler. Dr. Hasan Sabır’ın Tablo 2’de ortaya koyduğu yabancı sermaye çeken unsurlardan da anlaşılacağı üzere Ekonomik Bütünleşme yabancı yatırımlar için önemli bir faktör olarak dikkat çekmektedir. Hatta bu yatırımlar derinleştikçe bölge içerisindeki ulusların karşılıklı olara birbirlerine bağımlılığı oluşmaktadır. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını çekmekte etkili olan faktörler arasında AB, NAFTA, MERCOSUR gibi ekonomik entegrasyonların ticaret engellerini aşmak için yapılan yatırımlar da gösterilebilir. Bu argüman, ekonomik entegrasyon bölgelerine yönelik doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının artışını açıklamaktadır. Bölgesel ekonomik entegrasyonların yapılma sebeplerinden birisi yabancı sermaye yatırımlarında artış sağlamaktır. Örneğin NAFTA görüşmelerinde anlaşmanın ABD ile Meksika arasındaki karşılıklı ticaretten çok yatırımla ilgili olduğu ortaya konulmuştur. KARŞILIKLI BAĞIMLILIK VE BÖLGESEL BÜTÜNLEŞME Uluslararası Karşılıklı Bağımlılık (Interdependence) ve Bütünleşme İlişkisi 1940lı yıllarda ve ondan sonraki hatırı sayılır bir zaman süreci zarfında uluslararası ilişkilerle ilgilenen bilim adamları, dünya politikasını çatışma kökenli örneklemelere kilitlenmiş ulus-devlet kavramıyla tanımlamaya yönelik eğilim göstermişlerdir. Morgenthau ve Niebuhr gibi bazı realistler uluslararası çatışmayı ekseriyetle insan doğasının karakteristiğine ait sebeplere atfetmişlerdir. Morgenthau’nun açıklamasıyla insanın bencilliği sınırlı, güce sahip olma ve iktidar isteği ise 452 Bölgesel Bütünleşme Olanakları ve Uluslar arası Yabancı Yatırımların İşlevsel Rolü sınırsızdır(Morgenthau, 1946: 193). Diğer bazıları ise Waltz’un uluslararası anarşi diye tanımladığı durumda olduğu gibi insan karakteristiğinden daha ziyade uluslar arası sistemin doğasına vurgu yaparlar.(Waltz, 1959: 11-32). Güçlü ve birbirine düşman devletlerin varlığı devlet adamları için bir güvenlik ikilemi oluşturur. Çünkü devlet adamları bir taraftan daha fazla güvenlik bulabilmek için devamlı güç mücadelesi yapmak zorunda kalırken diğer yandan tam anlamıyla yüzde yüz bir güvenlik sağlamak mümkün olmadığı için en sonunda kendi kendilerine zarar verirler(Herz, 1959: 43). Açıklamadaki farklılıklara rağmen uluslararası arenadaki çatışma ve savaş hakkında öncü analistlerin çoğu arasında güçlü bir mutabakat vardır. Sadece bu konuyu ele alan, Uluslararası İlişkilerde çok iyi bilinen bir eserin bir bölümünün konusu, Uluslararası İlişkiler: savaş veya barış, bu konuyu özetler(Rosecrance 1973: 33-45). Dünya siyasetinin bu yaklaşımının hiçbir versiyonunda tam bir mutabakat olmamıştır. Robert W. Tucker Arnold Wolfers ve I. L. Claude gibi Uluslararası İlişkiler düşünürleri Morgenthau’nun analizine çok şiddetli eleştiri getirmişlerdir. Hobbesyan kanı da olduğu gibi Uluslararası İlişkiler esasen savaş durumu olarak görülüyordu. “Sadece sıcak savaş değil aynı zamanda savaş etme arzusu duyulan herhangi bir zaman dilimi de savaş kavramını kapsamına girer. Bu nedenle bu zamanın kanısı havanın doğasında olduğu gibi savaşın doğasında da dikkate alınır. Nasıl ki fırtınalı hava sadece sağanak ya da yağmurlu günleri değil de onu işaret eden birçok günü kapsıyor ise savaşın doğası da sadece sıcak savaşı değil düşmanın tehdidinin var olduğu tüm zamanları içerir. Diğer zamanlar barış zamanıdır”(Hobbes, 1651: 82). Avrupa’da bütünleşme üzerine yaşanan gelişmeler, modern dünya politikası açısından olduğu kadar Uluslararası İlişkiler teorileri açısından da birçok bilim adamını meydana gelen gelişmeleri açıklamaya itti. 1950lerin ortalarında Karl W. Deutsch (Deutsch, 1957) ve arkadaşlarının öncü çalışmaları diğer yandan Ernst B. Haas’ın (Haas, 1958) dikkate değer çabaları işleyen bu süreci izah etmek için uygun bir konsept olarak bölgesel bütünleşme kavramını öne çıkarttı. Zamanla gelişen bölgesel bütünleşme hakkında yaygınlaşan düşünceler bilim adamlarını, realistlerin insan ve devletler ile ilgili genel kabullerinden oldukça uzaklaştırdı. Öyle ki güç dengesi fırsatlara bir yanıt ve umudun baskısı kadar tehditlere yanıt ve korkuyu da temsil eder ya da içerisinde barındırır. Avrupa’daki gelişmeler üzerine çalışanlara bu olanlar, uluslararası koşulları ya da insan doğasını anlamak için anahtar bir kavram olarak savaş tehditli çatışma ortamı zıddına hiç da açıklayıcı ve kolay izah edilebilir gelmiyordu. Tam tersine faktörlerin çokluğu dolayısıyla daha işbirlikçi kurumsallaşmaya doğru ya da şiddetli bir çatışmaya ve ayrılığa doğru bir 453 Cemal Zehir – Selman Duran ilerleyişten hangisinin gerçekleşeceği belirsizdi. Latin Amerika ve Afrika’da örneklerde olduğu gibi dünyanın diğer bölgelerinde meydana gelen bölgesel bütünleşmeleri anlamak için bilim adamlarının sarf ettikleri çabalar, bu iddia ve savunuları daha fazla detaylandırdı( Lindberg ve Scheingold, 1971). Elverişli teorilerin deliştirilmesinde yaşanan zorluklara ve problemlere rağmen bölgesel bütünleşme üzerine yapılan yazım denemeleri dünya politikası çalışmalarının canlandırması ve yeni bir açılım sağlanması yönünden önemli fikirler serdetmektedir. Bütünleşme teorisyenleri, bölgesel bağlamda iç karşılıklı bağımlılık kadar dış karşılıklı bağımlılık kavramının anlaşılması konuları ile son derece ilgili birçok meselenin gün yüzüne çıkmasını sağlamışlardır. Karşılıklı bağımlılık kavramı çerçevesinde siyasi bütünleşmenin analiz edilmesi, bütünleşme teorisini kendi uygun konteksti içerisine oturtmaya da yardımcı olacaktır. Böylece bütünleşme teorileri sadece, yalnız Avrupa’ya ve diğer birkaç alana uygulanabilecek ayrıştırılmış fikirler demeti olarak değil de tüm dünya siyaseti çalışmalarının önemli bir parçası olarak yaygın bir değerlendirme ortamına sahip olacaktır(Keohane ve Nye,1975: 368). Karşılıklı Bağımlılık (Interdependence) Deutsch bütünleşmeyi dönemeç bağlamında, tutarlı bir sistemin bileşimi içerisindeki birimlerin önceden ayrıştırılması diye izah eder(Deutsch, 1957:11). Haas’a göre ise bütünleşme kurumsal ve davranışsal bazda siyasi toplulukların oluşturulması sürecidir. Fakat “aynı zamanda bölgesel bütünleşme çalışması, devletlerin hangi ölçüde olursa olsun tümüyle egemenliklerini neden ve nasıl durdurmasının açıklanması ile ilgilidir. Devletlerarasındaki çatışmaların çözümlenmesine dair yeni teknikler elde edilebilmiş olmasına rağmen nasıl oluyor da egemenliğin gerçeklere dayanan niteliklerini kaybetmesi ile devlet komşularıyla karışıyor, bütünleşiyor ve uyumlulaşıyor. Bölgesel işbirliği, organizasyon, sistemler ve alt sistemler bu durumu açıklamaya yardım edebilir ancak bunlar son durum ile karıştırılmamalıdır.” (Haas,1971: 6). Bazı yazarlar da bütünleşme kavramını farklı bir yol kullanarak izah etmeyi tercih etmiştirler. Bunlar bir yandan ekonomik, sosyal ve siyasi bütünleşme tipleri üzerinde dururken diğer taraftan çeşitli bütünleşme düzeylerinden yola çıkarak açıklamalarda bulunmayı tercih etmişlerdir. (Nye, 1968: 855). Bu tanımlama bütünleşmeyi süreç esaslı teorilerle çok da ilişkili olmayan bir terim olan karşılıklı bağımlılık ile aynı analiz düzeyine oturtur. Normalde karşılıklı bağımlılık basitçe bir durum olarak tanımlanmıştır. Oran Young karşılıklı bağımlılık 454 Bölgesel Bütünleşme Olanakları ve Uluslar arası Yabancı Yatırımların İşlevsel Rolü terimini şu kasıtla kullanmaktadır: “Bir dünya sisteminin herhangi bir bileşen birimi ya da herhangi bir parçası içerisinde meydana gelen olayların diğer tüm bileşen birimlerinin ya da parçalarının içerisinde oluşan olayları hem fiziki hem de kavrayış olarak etkilediği bir alandır(Young, 1969,726). Ele alınan sistemin yapısına bağlı olarak çeşitli türlerde ve değişik düzeylerde karşılıklı bağımlılık türleri olabilir. Bütünleşme ile birlikte değerlendirildiğinde ilişkiler mesele alanlarının çeşitliliği içerisinde gelişebilir ve bu ilişkiler kimi zaman çok sıkı ve güçlü olabileceği gibi kimi zaman da daha düşük tonaj ile seyredebilir. Bütünleşme ve karşılıklı bağımlılık kavramlarının her ikisi de değerlendirmeci yaklaşımları ortaya atar. Bütünleşme üzerine çalışma yapan bilim adamları ağırlıklı olarak barışçıl değişim yönünde çalışmalarını temellendirirler. Karşılıklı bağımlılığın eşitlik açısından nasıl değerlendirilmesi gerektiğinin anlaşılması bu kavramın tam anlamıyla kavranması için önemlidir. Karşılıklı bağımlılık ilişkileri, ilişki içerisindeki devletlerin güç seviyelerinin toplamına bağlı olduğu kadar elitlerin çıkarlarının, durumların ve baskı alanlarının karakteristiğine bağlı olarak az ya da çok asimetrik bir niteliğe sahiptir. Dolayısıyla karşılıklı bağımlılıktan bahsedildiğinde ortak ve karşılıklı bir etki düzeyinin kesinlikle bulunası gerektiği kabul edilmelidir. Bu da araştırmacının belirlenen bir ilişkinin yoğunluğunu ve asimetrik düzeyini nasıl tanımladığına bağlıdır. Keohane ve Nye karşılıklı bağımlılık ve bütünleşme kavramlarının genelde üstü kapalı bir şekilde ya da yanlış anlaşılabilecek şekilde tanımlandıklarını iddia ederler. Öncelikli olarak mümkün olabildiğince karşılaştırılabilir olan karşılıklı bağımlılık ve bütünleşme tiplerinin birbirinden ayrıştırılması gerektiğini savunurlar. Ekonomik bütünleşme ve karşılıklı bağımlılık, sosyal bütünleşme ve karşılıklı bağımlılık, politik bütünleşme ve karşılıklı bağılılık olmak üzere üç tip bütünleşme düzeyini irdeler ve siyasi bütünleşmeyi bu analiz düzeyleri ile bağlantılı bir açıklama ile izah ederler(Keohane ve Nye,1971: 18-21). Ekonomik Bütünleşme Ve Karşılıklı Bağımlılık Baştan belirtmek gerekir ki ne ekonomik bütünleşme ne de karşılıklı bağımlılık analistin ilgilendiği birimler arasındaki ekonomik işlemlerin miktarı ile tam anlamıyla değerlendirilebilir veya eşdeğerdir. Büyüyen dünya ticareti ve üretimi bağlamında işlemlerin tam miktarları önemsiz gibi görülebilir ya da göreceli miktarlar çarpıtılmış yorumlara da yönlendirebilir(Chadwick, 1972: 681-685). Daha da önemlisi işlemlerin miktarları, karşılıklı bağımlılık dolayısıyla dışarıda meydana gelen olaylar tarafından birimlerin hangi ölçüde etkilendiklerini ya da bütünleşme bağlamında 455 Cemal Zehir – Selman Duran hangi ölçüde doğru bir ulusaşırı ekonomi var olabileceğini ille de göstermek zorunda değildir. Ekonomik karşılıklı bağımlılığın diğer bir yönü de iki ya da daha fazla devlet arasındaki ekonomik işlemlerin bu devletlerin ekonomik gelişimlerine duyarlılığı konusunda açıklayıcı bir yaklaşıma sahip olmasıdır. Richard Cooper bu durumu şöyle izah etmektedir: “Bu yaklaşım ortak ticari ilişkide bulunan iki devletin, ticaretin değeri eğer bu devletler içerisindeki gelir ve fiyat gelişimlerine duyarlı değil ise halen düşük düzeyli karşılıklı bağımlılık ilişkisi içerisinde olduklarını gösterir. Başka bir deyişle eğer bu iki devletin karşılıklı ticari işlemleri ekonomik gelişmelere karşı yüksek düzeyde hassas ise aralarındaki ticaret başlangıçta düşük bir seviyede olsa bile bu iki devlet yüksek derecede karşılıklı bağımlı olarak değerlendirilir(Cooper 1972: 159). Bu tanımlama işlemlerin miktarına bağımlı bir açıklamadan ziyade karşılıklı bağımlılığın sezgisel bir açıklamasına daha yakın olarak değerlendirilmektedir. Ayrıca benzer bir şekilde bazı ekonomistler tarafından karşılıklı bağımlılık ekonomik bütünleşmenin bir tanımı olarak da kullanılabilmektedir(Tollison ve Willett, 1973: 255). Dolayısıyla bu seviyede bütünleşme ve karşılıklı bağımlılık kavramsal olarak birbirinin yerine geçebilen terimler olarak gösterilebilmektedir. Hassasiyet karşılıklı bağımlılığın tek boyutu değildir. Karşılıklı bağımlılığın bu formu genellikle katılımcılar tarafından onaylanması için ele alınan ve meydana getirilen bir iskelet yapı içerisindeki karşılıklı münasebet tarafından oluşturulmuştur. Böylece 1960lı yılların sonlarındaki sabit oranlı parasal değişim sistemi altında Avrupalı devletler Amerikan para politikalarına bağımlı dolayısıyla hassas hale gelmişti. Diğer taraftan benzer şekilde Birleşik Devletler de Avrupalı devletlerin gayret göstermeksizin altınla değiştirilebile doları ellerinde tutma kararlarına bağlı hareket etmek durumunda idi. Birleşik Devletlerin Avrupalı Devletlerin doları ellerinde tutmaya devam etmelerine dair kararlarına bağımlılığı, uzun bir zamana kadar dolarların altın karşılığında bedelleri ödenerek alınmasının reddedilmesi gibi kuralların tek taraflı olarak değiştirilmesi ile basit bir inisiyatif kullanılması şeklinde azaltılabilirdi. Bundan sonra artık başka bir sorunun sorulması gerekir: sistemdeki hangi aktörler para sisteminde olduğu gibi kurallarda meydana gelebilecek değişikliklere karşı ya da sistemdeki karşılıklı münasebet seviyelerinin etkili şekilde azalmasına karşı çok dayanıklı ve güçlü, hangileri de daha az dayanıklı ve güçlüdür? Bu savunmasızlık bağlamında az bağımlı aktör, oluşturulan bir yapı içerisinde meydana gelen karşılıklı münasebetlere karşı ille de daha az duyarlı olmak durumunda değildir. Ancak 456 Bölgesel Bütünleşme Olanakları ve Uluslar arası Yabancı Yatırımların İşlevsel Rolü göreceli olarak sonuçtan daha az maliyetlere ya da ilişkini etkili değişimine maruz kalabilir. Savunmasızlığa dayalı karşılıklı bağımlılık ekonomik bütünleşmenin değişen tanımları ile doğrudan bir paralellik arz etmeyebilir. Bununla birlikte bölgesel bir grup içerisindeki birçok aktör arasındaki güç ilişkileri veya ekonomik münasebetlerin diğer vaziyetleri muhtemelen bu ilişkilerin bozulmaları karşılığında oluşabilecek maliyetler dolayısıyla çok güçlü bir şekilde etkilenirler(Lindberg, 1966: 19). Bu sebepten dolayı savunmasızlık bağlamındaki karşılıklı bağımlılık bir ortak pazarda ya da bir yayılma alanındaki ilişkilerin yapısının analizi konusu ile özellikle bağlantılıdır. Burada önemli sorun şudur: hangi aktör karşılaşılan olgu ya da problemlerin tanımlayıcısıdır veya oyun teorisi bağlamında hangi aktör maliyetleri ödeme düzeyini tekrar yapılandırabilir(Lanyi, 1971: 32)? Mademki politikada olduğu gibi bir bütünleşme süreci içerisinde de önem arz etmesi dolayısıyla aktörlerin göreceli güçleri savunmasızlığa dayalı karşılıklı bağımlılık modellerinin ve bu modeller içerisindeki asimetrilerin sıkı bir tahlilidir o halde bölgesel veya diğer ekonomik işlemlerdeki davranışsal açıklamaların karmaşıklığı kaçınılmaz bir unsur olacaktır. Politik Bütünleşme Ve Karşılıklı Bağımlılık Siyaset bilimcilere göre ekonomik ve sosyal bütünleşme ile karşılıklı bağımlılık kavramları hükümetler tarafından algılanıp onlar üzerine faaliyetler yapıldığı hatta teşvik edildiği zaman çok daha anlamlı ve ilgi çekici konuma gelirler. Siyasi bütünleşme üzerine çalışma yapan bilim adamları dikkatlerinin önemli bölümünü uluslar arasındaki ortak karar alma sisteminin zaman içerisindeki dönüşümü üzerine yoğunlaştırmışlardır. Siyasi karşılıklı bağımlılık bir sistemin herhangi bir bölümü içerisindeki aktörler tarafından alınan kararların kasıtlı ya da kasıtsız sistem içerisindeki diğer aktörlerin kararlarını etkileyebilme ölçüsüne işaret eder. Siyasi bütünleşme bilinçli olarak ortak bir anlayışla ve böylece ille de düzeyinin azaltılmasına gerek kalmaksızın siyasi karşılıklı bağılılığın doğasının değişmesi ile siyasi karşılıklı bağımlılığın karşıt maliyetlerini azaltma girişimi olarak ele alınabilir. Bu çatışmanın ortadan kalktığı anlamına gelmez. Aslında çatışma ya da çatışmanın ciddi tehdidi siyasi bütünleşme konusunda teşvik edici girişimlerin dikkate değer unsurları olarak ele alınabilir. Keohane ve Nye’ye göre politik karşılıklı bağımlılık direkt de olabilir. Hükümetler doğrudan diğer devletleri etkileyen faaliyetlere girişebilirler. Örneğin ABD ve Rusya stratejik olarak doğrudan birbirlerine karşılıklı bağımlıdırlar. Her ikisi de karşılıklı olarak birbirlerinin politikalarıyla ilgili yakın takip içerisindedir. Birisinin uygulamış olduğu her hangi bir politika (ister ekonomik, ister sosyal isterse uluslararası alanı 457 Cemal Zehir – Selman Duran ilgilendirsin) diğerinde doğrudan etkilere sebep olur. Aynı durum AB, Japonya ve ABD arasındaki ilişkiler içinde geçerlidir. Özellikle büyük sermaye sahiplerinin bitmek tükenmek bilmeyen ve sınır tanımayan aşırı derecede hızlılık gerektiren hareketlilikleri bu bağımlılık derecesini gün geçtikçe artırmaktadır. Dolayısıyla bağımlılık ölçüsüne göre devletleri birlikte hareket etmeye ve uyum ve ahenk içerisinde faaliyet göstermeye zorlamaktadır(Keohane ve Nye,1993: 384). Dönüşüm Yaşayan Uluslararası Sistem, Egemenlik Kavramı ve Siyasi Bütünleşme: Egemenlik; üstün ya da üstünlük anlamında kullanılan Latince kökenli bir kavramdır. Klasik teori, egemenliği devlet olmanın statik unsuru olarak algılamaktadır. Bu kapsamda egemenlik “Muayyen bir ülkede devlet kişiliğine bağlı olan, ondan ayrılmayan asli ve en yüksek hukuki iktidar veya kudret olarak tanımlanmaktadır (Kubalı, 1971: 44). Bu tanımlama iki unsuru içermektedir. Birincisi olumsuz, hiçbir şeye bağımlı olmama, ikincisi ise olumlu, her şeyi zorlayabilme unsurudur. Egemenlik tanımların hepsinde var olan ortak özellik, egemenlik kavramının eş düzeyde ya da daha üst düzeyde herhangi bir başka güç tanımadığıdır. Eismein egemenliği; “yönettiği ya da yönlendirdiği ilişkilerde aynı düzeyde veya üstün bir güce bağımlı olmayan otorite” olarak tanımlamaktadır. Yine Eismein’e göre egemen yetki, “karar verme, istediği gibi hukuk normu belirleme ve bu normları uygulama yetkisi”dir (Eismein, 1989: 274). Bir devlet bünyesinde egemenlik, kuvvetler ayrılığı ilkesi çerçevesinde; yasama, yürütme ve yargı yetkisi seklinde üç ayrı organ tarafından kullanılmaktadır. Bu yetkilerin kullanılma yöntemleri her devletin anayasasında açıkça belirlenmiştir. Küreselleşen dünya koşulları teknolojik, ekonomik, ticari iletişim vb. konularda büyük değişikler meydana getirmiştir. Bu kapsamda değişik ülkelerdeki bankalar, şirketler, holdingler birleşme stratejisi uygulayarak varlıklarını devam ettirmeye, verimlilik ve etkinliklerini artırmaya çalışmaktadırlar. Hızla değişen küreselleşme koşulları devletleri de etkilemektedir. En çok etkilenen husus, devletlerin mutlak egemenlik anlayışıdır. Klasik egemenlik anlayışı önemli bir dönüşüm sürecine girmiştir. Sayıları hızla artan uluslararası antlaşmalar devletlerin egemenlik yetkilerini sınırlamaktadır. Uluslararası antlaşmaların ve evrensel değerlerin dışında kalan devletler uluslararası camiada dışlanmaktadır. Siyasi Bütünleşmede; kurucu antlaşmalar ile üye devletler, bir kısım egemenlik 458 Bölgesel Bütünleşme Olanakları ve Uluslar arası Yabancı Yatırımların İşlevsel Rolü yetkilerini sınırlarlar ve bir kısım egemenlik yetkilerini de birliğin organlarına devrederler. Sınırlanan ve devredilen egemenlik yetkileri Siyasi Bütünleşme sonucu kurulan Uluslarüstü Örgüt’ün kuruluş amaçlarına uygun olarak belirlenmelidir. Bu husus doğrudan son sekli verilen hukuk düzeni olarak belirlenebileceği gibi, gelişimi belirli safhalara bölen bir dönüşüm sürecini de kapsayabilir. Sonuç Avrupa Birliğinin Uluslararası sistemde daha önce tecrübe edilmemiş bir yapıya dönüşmesi, uluslararası örgütlenmelerin gittikçe uluslarüstü yetkilere ve faaliyetlere sahip olması ve devletlerin uluslararası arenada birbirlerine karşı artan karşılıklı bağımlılıkları üye ülkeler açısından egemen ulus-devlet modelinin sonu olacak gibi gözükmektedir. Bugünkü haliyle bile, bir ulusüstü yönetim olarak Birlik organları, ekonomiden sosyal politikaya ve çevre konularına kadar geniş bir alanda ulus devletin yetkisini aşındırmış, egemenlik alanını daraltmıştır. Ulus devletin egemenlik alanının daralması yalnızca Avrupa’ya özgü değildir. Genel olarak uluslararası alanda ulus devleti gitgide aşındırmakta olan üç boyutlu bir sürecin yaşandığı görülmektedir: Birinci boyut yukarıdan aşağıya doğru işlemekte ve ulus devleti ulusüstü siyasal yapılar içinde eritmektedir. Avrupa Birliği bunun en gelişmiş örneğidir. Ayrıca, ulus devletler tarafından kontrol edilemeyen uluslararası şirketlerin ve piyasaların aşındırıcı etkisini de bu boyutun içinde değerlendirmek gerekir. İkinci boyut, ulus devletin kendi içinde yaşadığı süreçtir. Devletin küçültülmesi, özelleştirme, kamu sektörüne güvensizlik, merkeziyetçiliğin azaltılması, sosyal haklarda gerileme gibi yeni liberal ideolojiye dayanan reformlar ulus devletin klasik fonksiyonlarında önemli bir azalmaya yol açmıştır. Üçüncü boyut, aşağıdan yukarıya doğru işlemekte ve bazı ülkeler bakımından ulus devleti eriten en etkili süreç olarak kendini göstermektedir. Bu süreç bölgeselleşme olarak adlandırılabilir. Birçok ülkede, ulus devletin içinde yer alan tarihsel, siyasal, etnik, kültürel ya da ekonomik özellikleriyle farklılaşan bölgeler 20. yüzyılın ikinci yarısında devletin işleyişinde söz sahibi olmuştur. Belçika, katı bir üniter devlet yapısından bölge ve topluluk esasına dayanan bir federasyona dönüşmesi bakımından bu konuda uç örnektir. 20. Yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan küreselleşme dalgası, toplumsal yaşamın her alanında köklü değişimlere kapıyı aralamıştır. Küreselleşmenin siyasal boyutu bakımından yakın vadede gerçekleşmesi beklenen ve kısmen günümüzde de gerçekleşmiş olan sonuç, ulus devletin egemenlik alanının büyük ölçüde daralmasıdır. Egemenlik alanındaki daralmanın, Avrupa’da, ulus devletlerin ulusüstü 459 Cemal Zehir – Selman Duran bir siyasal birlik içinde erimesine yol açtığını görmek için çok uzun bir süre beklemek gerekmeyecektir. Ulus devletin boş bıraktığı alan, ulusaltı ve ulusüstü iktidar merkezleri tarafından doldurulmaktadır. Böylece, ilk bakışta çelişki gibi görünen bir durumla, küreselleşme ile bölgeselleşme ve yerelleşmenin eş zamanlı olarak yaşandığı bir süreçle karşılaşıyoruz. Sonuç olarak yaklaşık çeyrek asırdır dönüşüm çerisinde olan bu uluslararası yapıda ulusların birbirleri ile olan stratejik işbirliği, ortak ticari anlaşmaları ve sermayenin karşılıklı geçişkenliği sistem için dikkatle ele alınması gereken bir durumdur. Dünyanın bir çok bölgesinde meydana gelen bölgesel ekonomik bütünleşme hareketleri, içlerinde barındırdıkları yabancı yatırımlar ölçüsünde derinlik kazanabilmekte ve bölgesel istikrarı sağlayabilmektedir. Kuşkusuz söz konusu yatırımlar, aynı zamanda bölgenin bir bütün olarak kaynaklarının verimli kullanılmasını ve ekonomik refah daha geniş alanlara yayılmasını sağlayacaktır. Kaynakça ALKİN E., (2001), Büyüme-İstikrar- Yabancı Sermaye İlişkisi, TCMB Eğitim Müdürlüğü, Ankara. CHADWİCK R. W., (1972), A Breif Critique of Transaction Data and Analysis, International Organization, c.26. COOPEr R. N., (1972), Economic Interdependence and Foreign Policies in the Seventies”, World Politics, c.24. EİSMEİN C. B., (1989), Souverainete en Crise, RDP, No.l. Paris. EVANS K., (2002), Foreign Portfolio and Direct Investment, Global Forum On International Investment, Sayı: Aralık. HERZ J., (1959), International Politics in the Atomic Age, Colombia University Press, New York. ROSECRANCE R., (1973), International Relations, Hobbes T., Leviathan, (1651), McGraw-Hill, New York. Basil Blackwell, Oxford. Deutsch K. W. ve diğerleri, (1957), Political Community and the North Atlantic Area, Princeton University Press, Princeton. HAAS E., The Uniting of Europe, (1958), Standford University Press, Standford. Lindberg L. N. ve Scheingold S. A., (1971), Regional Integration: Theory and Reaserch, Harvard University Pres, Cambridge. 460 Bölgesel Bütünleşme Olanakları ve Uluslar arası Yabancı Yatırımların İşlevsel Rolü KEOHANE R. O. ve Nye J. S., (1975), International Interdependence and Integration, Der: Fred I. Greenstein ve Nelson W. Polsby, Handbook of Political Science, Addison, Wesley. Haas E., (1971), The Study of Reginal Integration: Reflections on the Joy and anguish of Pretheorizing, Der: Leon N. Lndberg, Stuart A. Scheingold, Regional Integration: Theory and Reaserch, Harvard University Pres, Cambridge. NYE J. S., (1968), Comperative Regional Integration, International Organization, c.22. KEOHANE R. O. ve Nye J. S., (1971), Peace in Parts, Little Brown, Boston. KEOHANE R. O. ve Nye J. S., (1993), International Interdependence and Integration, Der: Paul R. Viotti ve Mark V. Kauppi, International Relations Theory, Needham Heights, Massachusetts. KUBALI H. N., (1971), Anayasa Hukuku Dersleri (Genel Esaslar ve Siyasi Rejimler), İ.Ü.H.F. Yay., İstanbul. LANYİ A., (1971), Political Aspects of Exchance Rate Systems, Der: Richard Merritt, Communications in International Politics, University of Illinois Press, Urbana. LİNDBERG L. N., (1966), Decision Making and Integration in the European Community, International Political Communities’in içerisinde, Anchor Books, Garden City. MORGENTHAU H. J., (1946), Scientific Man Versus Power Politics, University of Chicago Press, Chicago. TOLLİSON R. D. ve Willett T. D., (1973), International Integration and Interdependence of Economic Variables, International Organization, c.27. UNİTED Nations Report, (1999), “Foreign Portfolio Investment & Foreign Direct Investment:Characteristics, Similarities, Complementarities and Differences, Policy Implications And Development Impact”, Haziran. URAS G., (1979), Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları, İstanbul. UYGUR E., (2001), Türkiye’nin Yürürlüğe Koyduğu İstikrar Programlarının Başarısında Yabancı Sermaye Girişlerinin Yeri ve Önemi, TCMB Eğitim Müdürlüğü, Ankara. VAROL K., (2005), Doğrudan Yatırım Yerine Kredi, Activeline Gazetesi, Sayı: 60. 461 Cemal Zehir – Selman Duran WALTZ K. N., (1959), Man, the State and War, Colombia University Press, New York. YILMAZ İ., (1988) Dünyada ve Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları ve Beklentiler, Yased, yayın No: 33, Istanbul. YOUNG O. R., (1969), Interdependencies in World Politics, International Journal, c.24. 462