T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM ANABİLİM DALI ALEVİ MEDYASI ÜZERİNE BETİMLEYİCİ BİR ANALİZ Yüksek Lisans Tezi Gülistan ELMACIOĞLU ANKARA-2016 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM ANABİLİM DALI ALEVİ MEDYASI ÜZERİNE BETİMLEYİCİ BİR ANALİZ Yüksek Lisans Tezi Gülistan ELMACIOĞLU Tez Danışmanı Yrd. Doç.Dr. Halise Karaaslan Şanlı ANKARA-2016 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM ANABİLİM DALI ALEVİ MEDYASI ÜZERİNE BETİMLEYİCİ BİR ANALİZ Yüksek Lisans Tezi Tez Danışmanı Yrd. Doç.Dr. Halise Karaaslan Şanlı Tez Jürisi Üyeleri Adı ve Soyadı İmzası …………………………………….. .. ……………………………………. ………………………………………… Tez Sınavı Tarihi………………………….. …………………. ………………... ……………….. TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim. ( ……/……/2016) Tezi Hazırlayan Öğrencinin Adı ve Soyadı İmzası ………………… İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER .................................................................................................... i GİRİŞ .......................................................................................................................... 1 I.BÖLÜM : TEORİDE VE PRATİKTE ALTERNATİF MEDYA ................... 11 1. Alternatif Medyaya Doğru Medyanın Genel Bir Görünümü ...................... 11 2. Alternatif Medyayı Tanımlamak: Çeşitli Tanımlar ve Farklı Yaklaşımlar 18 3. Alternatif Medya Tarihine Bakmak ............................................................... 27 3.1. Alternatif Basın .......................................................................................... 28 3.2. Alternatif Radyolar.................................................................................... 31 3.3. Alternatif Film, Video ve Televizyon ....................................................... 34 3.4. İnternetin Alternatif Kullanımı ................................................................ 37 4. Radikal Demokrasi, Yeni Toplumsal Hareketler ve Alternatif Medya ...... 39 II. BÖLÜM: TÜRKİYE’DE ALTERNATİF MEDYA ........................................ 46 1.Siyasal İktidarların Gölgesinde: Dünden Bugüne Türkiye Medyası’nın Oluşumu ve Denetimi ......................................................................................... 46 2.Türkiye’nin Muhalif Medyaları: Örnekler Üzerinden Bir Değerlendirme54 3.Alevi Medyası ..................................................................................................... 66 3.1.Alevi Medyası’nın Doğuşu ......................................................................... 66 3.2.Alevi Televizyon Kanalları ............................................................................ 77 3.2.1. TV 10 Süreci ............................................................................................ 78 3.2.2. Cem TV Süreci ........................................................................................ 82 3.2.3. Barış TV Süreci ....................................................................................... 84 3.2.4. Yol TV Süreci .......................................................................................... 86 3.3.Alevi Radyoları ............................................................................................... 87 3.4.Alevi Basını ..................................................................................................... 90 3.4.1. Almanya’da Çıkarılan Dergiler ............................................................. 90 3.4.2.Türkiye’de Çıkarılan Dergiler ................................................................ 92 III.BÖLÜM: ALTERNATİF BİR MEDYA FORMU OLARAK ALEVİ MEDYASI ................................................................................................................. 96 1. Alevilerin Sesi Dergisi’nin Analizi ............................................................... 96 1.1.Alevilik Tarihi’ne Farklı Pencereden Bakmak : Katliam ve Sürgünler 98 1.2.Aleviliğin İnançsal ve Kültürel Boyutlarını Yaşatmak : Folklorik Öğeler .......................................................................................................................... 102 i 1.3. Alevilerin Talep ve Sorunlarını Gündeme Taşımak : Çözül(e)meyen Hususlar ........................................................................................................... 104 1.4. Eleştirel İçerik Üretimi : Muhalif Sesler ............................................... 106 1.5. Alevilerin Sesi Olabilmek : Röportajlar ve Yorum Yazıları ............... 110 2. Cem Dergisi’nin Analizi ................................................................................. 114 2.1. Alevi Taleplerinin “Takipçisi” : İzzettin Doğan’ın Başyazıları.......... 115 2.2. Aleviliğin Temel Taşları : Düşünce ve İnanç Yazıları .......................... 116 2.3. Alevileri Yerinde Gözlemlemek : Aleviliğe ve Alevilere Dair İnceleme ve Saha Araştırmaları .................................................................................... 118 2.4. Alevi Ozanları ve İnanç Önderlerini Anmak ve Tanıtmak : “Canlar Köşesi” ............................................................................................................. 120 3. Alevi Dergileri’nde “Kadın ve Kadınlar Günü”ne Bakış : Alevilerin Sesi ve Cem Dergisi Özelinde Kadın Teması ................................................................ 121 4. Cem TV ve TV 10 Televizyon Kanallarının Karşılaştırmalı Analizi ........ 126 SONUÇ .................................................................................................................... 132 KAYNAKÇA .......................................................................................................... 135 ÖZET....................................................................................................................... 144 ABSTRACT ............................................................................................................ 145 EKLER .................................................................................................................... 146 ii GİRİŞ “Alevi Medyası Üzerine Betimleyici Bir Analiz” başlığını taşıyan bu tez çalışmasında, Alevi medyasının (dergi, gazete, radyo ve televizyon) alternatif medyalar arasındaki yeri ve alternatif bir medya kamusal alanı yaratma biçimi sorunlaştırılmıştır. Alternatif bir medya formu olarak, Alevi medyasının Alevi toplumuna ne sunuyor olduğu, hangi temalar ve konular etrafında yayınlar yaptığı, merkezi medyadan dışlanan ve görülmeyen bir toplum olan “Alevilerin sesi” olabilmek için yayınlarında nelerin öne çıkarıldığı, kısacası, yayın politikaları ve içerikleri irdelenmeye çalışılmıştır. Tezin amacı, bugünü kadar akademik alanda hak ettiği ilgiyi bulamayan Alevi medyasının tarihsel gelişim sürecini de sergileyerek, alternatif medyalar arasındaki yerini ve niteliklerini tanımlayabilmektir. Bu hedefle tezde, Türkiye’de karşıt-kamusal bir alan yaratarak seslerini duyurmaya çalışan etnik ve dini azınlıkların ya da kadın, işçi, gay-lezbiyen vb. grupların yarattıkları alternatif medyalar içinde, Alevi medyasını betimleyen/tasvir eden bir analiz yürütülmüş ve şu sorulara yanıt aranmıştır: 1. Alevi medyası nasıl doğmuştur, bu medyaların doğuşuna zemin hazırlayan toplumsal, kültürel ve siyasal etkenler nelerdir? 2. Alevi medyası Alevi toplumuna ne sunmaktadır ve nasıl bir yayın politikası ve yayın içeriği takip etmektedirler? 3. Alevi medyası arasında farklılıklar var mıdır; var ise bunlar ve bu farklılıklara neden olan unsurlar nelerdir? 4. Alevi medyası kendilerini nasıl tanımlamaktadırlar? 5. Alevi medyası ne tür sıkıntılar ve zorluklar yaşamaktadır? 1 6. Alevilik kültürü ve inancı hakkında ne tür programlar yapılmaktadır? 7. Alevilerin talep, istek ve sorunlarını gündeme getiren yayınlar üretilmekte midir? Bu araştırma sorularıyla birlikte Alevi medyasının ortaya çıkış koşulları, yayın içerikleri ve politikaları, Alevi toplumuna ne şekilde hizmet ettikleri, Alevilik kültürü ve inancını yaşatma biçimleri ve Alevi toplumunun sorunlarını görünür kılabilme becerileri, alternatif medya tanımlamaları ve yaklaşımları çerçevesinde ele alınarak, Alevi medyasının alternatif medya olabilme potansiyelini açığa çıkarmak amaçlanmıştır. Yukarıda verilen sorulara Alevi medyasının alternatif medya içindeki yerinin araştırılması ve saptanması niyetiyle yanıt aranmıştır. Ana sorunsal, Alevi medyası içinden seçilen iki dergi ve iki televizyon kanalının alternatif medya yaklaşımları açısından sınanması ve alternatif medya niteliğinin ortaya koyulabilmesi çabasıdır. Bu nedenle çalışmada Alevi medyasına yaklaşırken nitel analiz yöntemleri1 içinde yer alan ve Alevi medyasının mevcut durumunu incelemek açısından elverişli olan “betimsel analiz yöntemi”2 ile çalışılmıştır. Alevi medyasının yayın içeriğinin, politikasının ve alternatif yönlerinin saptanmasında betimsel analiz yöntemi ile Alevilerin Sesi ve Cem Dergisi’nin dörder sayısından elde edilen veriler temalara göre özetlenip yorumlanmıştır. Temaların sunumunda dergilerden doğrudan 1 Nitel veri toplama yöntemleri, iki genel başlık altında ele alınabilir. Bunlar sırasıyla, “temel veri toplama yöntemleri” ve “destekleyici veri toplama yöntemleri”dir. Temel veri toplama yöntemleri arasında katılımcı gözlem, doğal gözlem, belge incelemesi ve derinlemesine görüşme gibi yöntemler bulunmaktadır. Bu tez çalışmasında veriler, derinlemesine görüşme ve dergi incelemesi sonucunda elde edilmiştir (Özdemir, 2010:327). 2 Betimsel analiz, elde edilen verilerin çeşitli temalar çerçevesinde yorumlanması ve özetlenmesini içeren nitel veri analiz türlerinden biridir. Bu analiz türünde, araştırmacı, elde etiiği verileri doğrudan alıntılara da yer vererek, ortaya çıkan ortak temalar etrafında yorumlamaktadır. 4 aşamada gerçekleşen betimsel analizin ilk aşamasında, araştırmacı araştıma sorularına paralel olarak görüşme ve gözlemler de bulunur ve kavramsal bir çerçeve çizer. Bu kavramsal çerçeve ile verilerin hangi temalar altında düzenleneceği ve sunulacağı belirlenir. Daha sonrasında veriler anlamlı ve mantıklı bir biçimde bir araya getirilir. Doğrudan alıntılara da başvurularak veriler tanımlanır. “Bu sürecin sonucunda araştırmacı tanımlamış olduğu bulguları açıklar, ilişkilendirir ve anlamlandırır” (Özdemir, 2010:323343). 2 alıntılara başvurularak; Alevilik kültürü ve inancının yaşatılması, Alevilerin talep ve sorunlarının gündeme taşınması, Alevilerin medyaya katılım süreci, Alevilerin asimilasyon politikalarına karşı bir medya kamusal alanının yaratılması ve Alevilerin sesi olmak konusunda Alevi medyasının ne gibi yollara başvurduğu vb. konular çerçevesinde ortak temalar kategorilendirilerek aktarılmıştır. Diğer bir ifadeyle, dergilerin alternatif medya niteliklerinin irdelenmesi, dergilerden toplanan verilerin belirli temalar etrafında gruplandırılarak ve ilişkilendirilerek analizinin yapılması ile saptanmaya çalışılmıştır. Analiz sonucunda Alevilerin Sesi Dergisi’nin alternatif medya olma niteliğini, Alevilere Alevilik kültürü ve inancı konusunda yol gösterici/bilgilendirici yayınlar üretmesi, Alevilerin talep, istek ve sorunlarını dile getirmesi, Alevilerin doğrudan sesi olma gayreti içinde olması, azınlıklarla kurduğu dayanışma ağı ve iktidara karşı eleştirel içerik üretebilmesi açısından kazanmış olduğudur. Derginin alternatif bir medya kamusal alanı yaratmış olduğu bulgusuna, dergiden alınan verilerin betimsel analize tabi tutulması ile açığa çıkarılan temaların yorumlanması sonucunda ulaşılmıştır. Cem Dergisi’nden alınan veriler de aynı şekilde belirli temalar çerçevesinde kategorilendirilerek yorumlanmış ve Alevilerin Sesi Dergisi’ne paralel olarak Alevi toplumuna hizmet etme, Alevilerin sesi olabilme, Alevilerin talep ve sorunlarını gündeme taşıma konusunda alternatif medya niteliklerini taşıdığı fakat azınlıklarla dayanışma noktasında Alevilerin Sesi Dergisi’nden geride kaldığı görülmüştür. TV 10 ve Cem TV televizyon kanallarının karşılaştırmalı analizi sonucunda ise, Cem TV’nin Cem Dergisi’ne paralel şekilde aynı biçimlerde bir alternatiflik yarattığı, TV 10 kanalının da Alevilerin Sesi Dergisi’ne benzer şekilde alternatif bir medya formu yarattığı açığa çıkarılmıştır. 3 Bu tez çalışması kapsamında, Alevi medyası üzerine yürütülen araştırma sahasında iki ayrı yol takip edilmiştir. İlk olarak çalışmada, Alevi medyasının mevcut durumunu ortaya koymayı hedefleyen bir betimleme yapılmaya çalışılmıştır. Alevi medyasının doğuşu toplumsal, siyasal ve kültürel boyutlarıyla anlaşılmaya çalışılmış ve yayını sonlanan ya da devam eden Alevi medyası üzerine bir araştırma yürütülmüştür. Fakat araştımanın bu kısmı, Alevi yayınlarına dair yazılı kaynak ve arşiv çalışması eksikliği nedeniyle genel olarak Alevi medyasını kuran kişiler ya da Alevi örgütlerinde yer alan üyeler ile yapılan görüşmeler neticesinde oluşturulmuştur. Bu nedenle elde edilen verilerin sözlü aktarımlar yoluyla derlenmiş olması dolayısı ile çalışmanın bu ayağı, belli sınırlılıkları ve eksiklikleri de beraberinde getirmiştir. Bunlara ek olarak, Cem Dergisi’nin arşivine ulaşmadaki sıkıntı ve Cem Vakfı’nın derginin vakıf dışına çıkarılmasına izin vermemesi derginin analiz edilme sürecinde zorluklara neden olmuştur. Benzer şekilde Alevilerin Sesi Dergisi’nin Almanya’da çıkarılması ve Türkiye’de satılmaması dergiyi edinebilme sürecinde zaman kaybına neden olmuş ve derginin analiz döneminde daha verimli bir bir çalışmayı olanaksız kılmıştır. Tez çalışması kapsamında takip edilen ikinci yol, Alevi medyasının alternatif bir medya formu olarak kabul edilmesi temeli üzerine kurulmuştur. Buradan hareketle, biri yurt dışı diğeri yurt içinde yayınlanmış olan iki dergi çalışma örneklemine alınarak, alternatif medya formları olarak incelenmiştir. Yurt dışında çıkan ve yayını devam eden Alevilerin Sesi Dergisi ve yayını 2003’te son bulmuş olsa da Türkiye’de çıkan en uzun soluklu Alevi yayını olan Cem Dergisi tematik bir analize tabi tutulmuş ve alternatif bir medya türü olarak nitelikleri irdelenmeye çalışılmıştır. Bunlara ek olarak Cem TV ve TV 10 televizyon kanallarının yayın politikaları ve 4 içerikleri genel bir çerçevede ele alınmış ve alternatif televizyonlar içindeki yerleri saptanmaya çalışılmıştır. Bu dergi ve televizyon kanallarının araştıma örneklemine alınmasındaki faktörlerden birisi Alevi medyası içinde öne çıkmaları ise, bir diğer faktör, Alevi medyası arasındaki söylem farklılıklarının ortaya koyulması niyetidir. Türkiye’de alternatif medya konusundaki tez çalışmalarının onbiri iletişim alanında3 olup; biri siyasal bilimler4, diğeri eğitim-öğretim5 alanında çalışılmış iki tez çalışması ile birlikte toplam on üç çalışma mevcuttur. İletişim alanındaki tezlerin ikisi doktora çalışması6 iken, geriye kalan dokuz çalışma yüksek lisans tezidir. İletişim alanında hazırlanan bu çalışmalar içinde Alevi medyası üzerine eğilen tek çalışma Işıl Tombul (2011)’un Alevi Topluluk Kültürünün Biçimlendirilmesinde Televizyonun Rolü başlıklı doktora tezi çalışmasıdır. Bu çalışmada Tombul TRT, Cem TV ve Yol TV’de Aleviliğin temsili sorununa eğilmiş, özel olarak bu medyaların alternatif bir medya formu olarak nitelikleri üzerinde durmamıştır. İletişim alanı dışında Alevi yayınlarının çalışma kapsamına alındığı üç çalışma mevcuttur ve bunlar da din alanında hazırlanmışlardır. Hacer Tuna (2011)’nın Pir Sultan Abdal Kültür Sanat Dergisi’nde Sunulan Alevilik adlı yüksek lisans tezi, Ayşe Demirel (2011)’in Yazılı ve Görsel Medya ile İnternette Alevilik meselesinin Din Eğitimi açısından İncelenmesi başlıklı yüksek lisans tezi ve son olarak Yaşar Şanlı 3 Gökhan Derelioğlu (2002) Dış Haber Yayın Sürecinde Anaakım Medyalar Karşısında Bir alternatif Medya Modeli olarak İnternetin Konumu ve Önemi; Serdar Horuz (2005) Alternatif Medya ve İnternet Gazeteciliği; Çağdaş Ceyhan (2008) Anaakım Medyaya Karşı Alternatif Medya: Alternatif Gazeteler Olarak Ahali ve Mülksüzler; Yücel Mete (2008) Alternatif Medya Biçimi Olarak İnternet: Bağımsız İletişim Ağı (Bianet) Üzerine Bir Araştırma; İlkay Kara (2008) Türkiye’de 1970’li Yıllarda Radikal Medya; Nilay Kepekçi (2011) Kentte Gruplar ve Alternatif Medya Arayışları; Aysel Ay (2012) Alevilik Olgusu Bağlamında Sivas Olayı’nın Türk Yazılı Basına Yansımaları; Oya Acet (2013) Alternative Media and Democracy: Political Participation and Expression Through Social Media In Turkey; Işıl Demir (2015) Yeni Toplumsal Hareketlerin Alternatif Medya İle İlişkisi Rizomatik Bir Medya Örneği: Sendika.org başlıklarını taşıyan yüksek lisans tezleridir. 4 Neslihan Yüksel (2015) İnsan Hakları Odaklı Sivil Toplum Kuruluşlarının Bilinirliğinin ve Kamuoyu Araştırmasının Alternatif Medya Kapsamında İncelenmesi adlı yüksek lisans tezidir. 5 Eren Ağın (2008) Alternatif Medya ve Halk Eğitimi başlıklı yüksek lisan tezidir. 6 Ahmet Taylan (2012)’ın Alternatif Medya ve Bianet Örneği:Türkiye’de Alternatif Medyaya Dair Etnografik Çalışma ve Işıl Tombul (2011)’un Alevi Topluluk Kültürünün Biçimlendirilmesinde Televizyonun Rolü başlığını taşıyan doktora tezi çalışmalarıdır. 5 (2005)’nın Cem Dergisi’nde Sunulan Alevilik başlıklı yüksek lisans tez çalışmasıdır. Bu çalışmalar dışında, Aleviler ve Aleviliğe dair Türkiye’de yapılan lisansüstü çalışmalar şu şekildedir: Antropoloji’de altı yüksek lisans, üç doktora tezi; Tarih’te üç yüksek lisans, iki doktora tezi; Din alanında otuz yedi yüksek lisans, yedi doktora tezi; Siyasal Bilimler ve Kamu Yönetimi alanlarında dört yüksek lisans, dört doktora tezi; Sosyolojide on yedi yüksek lisans, üç doktora tezi; Müzik alanında iki yüksek lisans, iki doktora tezi, Halk Bilimi alanında beş yüksek lisans altı doktora tezi, Edebiyat alanında üç yüksek lisans tezi ve son olarak Hukuk alanında bir yüksek lisans tez çalışması mevcuttur. Diğer disiplinlerde Aleviliğe dair bu kadar tez çalışması mevcut iken, Alevi medyası konusunda iletişim alanı dışında üç, iletişim alanında ise sadece iki çalışmanın mevcut olması, Alevi medyaları konusundaki çalışmaların kısırlığını ve bu tez çalışmasının sınırlılıkları ve eksiklikleri yanında, iletişim alanına ufak bir katkı sunması gerçeği ile birlikte önemini ortaya koymaktadır. Alevi medyası üzerine yukarıda gösterilen spesifik çalışmalara kıyasla bu tez çalışmasında Alevi medyasının kurucuları, yöneticileri ve önde gelen isimleriyle7 yapılan “derinlemesine görüşme”lerle bu medyaların kuruluş niyetleri, işlevleri ve alternatif medya olarak nitelikleri sorgulanmıştır. Alevilerin bu medyalara olan katılım süreçleri, Alevilere ve Aleviliğe dair yapılan üretimler bu görüşmeler neticesinde anlamaya çalışılmıştır. Bu nedenle bu tez çalışması Alevi medyasını 7 Deniz Kifayet -PSAKD Maltepe Şube Başkanı; Şükrü Yıldız - TV 10 televizyon kanalının sahibi ve kurucusu; Erol Güngören Barış TV eski reklam ve program koordinatörü; Murat Ongun Cem Tv eski Genel Yayın Yönetmeni; Dursun Taşdelen Cem Radyo kurucu üyesi; Doğan Bermek -ABF eski Başkanı ve Cem Vakfı ve Cem TV kurucu üyesi; Hamit Hasbay – Barış TV Genel Yayın Yönetmeni; Mustafa Çim- Cem TV Genel Yayın Yönetmeni; Ayhan Aydın- Cem Tv ve Barış Tv eski program yapımcısı, Cem Dergisi eski Genel Yayın Yönetmeni ve aynı zamanda araştırmacı- yazar, Doğan Bermek- Alevi Vakıfları Federasyonu eski Başkanı ve Cem Tv kurucu üyesi. 6 genel bir çerçeve içinde tanıtması ve seslerine bilimsel bir çalışma ile ses katması açısından önemlidir. Alevi medyasının alternatif bir medya türü olarak öne çıkan nitelikleri, alternatif medya teorileri ve pratikleri baz alınarak çalışılmıştır. Alternatif medyalar konusunda pek çok farklı tanımlama ve yaklaşım mevcuttur. Mitzi Waltz (2005), alternatif medyaları anaakımda yer bulamayan gruplar için yapılan yayıncılık ya da farklı bir bakış açısıyla değişimi destekleyen bir gazetecilik örneği olarak tanımlar. Clemencia Rodriguez ise alternatif medyaları anaakıma karşı konumlandırmak yerine, bu tür medyaları hali hazırdaki medyayı aktif bir şekilde dönüştürmeye çalışan ve yurttaşlığı ön plana çıkaran bir mücadele alanında toplumsal kodları değiştirmek için çaba harcayan bireylerin yarattığı medya olarak tanımlar ve bu tür medyaları “yurttaş medyası” olarak adlandırır. Chris Atton (2002), alternatif medyayı ancak içerik, form, kullandığı teknikler, dağıtım anlayışı ve kanalları, toplumsal ilişkileri dönüştürmedeki sorumluluğu ve iletişim sürecinin dikey niteliğini değiştirmek anlamındaki yapılanmasıyla diğer medyalardan ayırdetmektedir. John Downing (2001), alternatif medyanın toplumsal hareketlerle dayanışma içinde olmasını ve toplumsal dönüşüm için uğraş vermesi gerektiğini vurgular ve bu nedenle de alternatif medyayı “radikal medya” olarak tarif eder. Bailey vd. (2008), alternatif medyalar için 4 yaklaşım geliştirmişlerdir. Bunlar sivil toplum medyası olarak alternatif medya, anaakıma karşıt olarak alternatif medya, topluluğa hizmet medyası olarak alternatif medya ve rizom olarak alternatif medyadır. Rizom olarak alternatif medya, toplumsal hareket üyelerinin (kadın, gay-lezbiyen, işçi, çevrecivb.) birbirlerini destekleyebilecekleri ve mücadele pratiklerini ortak bir dayanışma zemininde geliştirebilecekleri bir medya türünü tanımlamakta ve aynı zamanda 7 devlet ve pazarın kesiştiği bir kavşak noktasında yer alarak her ikisinin de pratiklerinden faydalanan bir medya olarak tarif edilmiştir. Marisol Sandoval (2009) da alternatif medyayı öznel ve nesnel yaklaşımlar açısından ele almıştır. Buna göre alternatif medyalar öznel yaklaşım açısından katılımcılığa işaret eder ve bireylerin ya da grupların medyalardaki yatay iletişim ağları içinde üretim sürecine katılmalarını ifade eder. Nesnel yaklaşımlar ise, alternatif medyaların eleştirel içerik üretimlerine odaklanır ve bu medyaları bu açıdan ele alır. Bu yaklaşım ve tanımlar ışığında Alevi medyasının alternatif yönleri ve nitelikleri analize tabi tutulmuştur. Aleviler merkezi medyadan ya dışlanmakta ya da hatalı bir anlayışla tarif edilmekte ve gösterilmektedir. Alevilik inancı ya da kültürü hakkında gerçeği yansıtmayan söylemler karşısında incitilen ve ikinci sınıf vatandaş konumuna sürüklenen Aleviler için ve Aleviler adına yaratılan medyaların alternatif medya olarak nitelendirilebilmeleri bu nedenle iki unsura bağlıdır. İlki, Alevilik kültürü ve inancı hakkında Alevilerin asimile edilmelerine engel olabilecek yayınların yapılması; ikincisi ise Aleviliğin farklı bir kültür ve inanç biçimi olarak kabul edilip Alevilerin taleplerinin, sorunlarının ve isteklerinin görünür kılınmasına aracı olabilmek ve bunu gündem haline getirebilmektir. Bu iki temel hedefi yerine getirebilen Alevi medyasının bir diğer işlevi, alternatif olabilmenin ek bir koşulu olan “Alevilerin kendi medyalarının üreticisi” olabilmelerine ön ayak olabilmesidir. Bu tez çalışmasında Alevi medyaları bu hedefler doğrultusunda katılım süreçleri, yayın içeriği ve ele alınan konular açısından tematik bir analizle incelenmiş ve niteliği ortaya çıkarılmıştır. “Teoride ve Pratikte Alternatif Medya” başlığını taşıyan çalışmanın ilk bölümünde, tarihten güncele, alternatif medyaların oluşumuna zemin hazırlayan 8 unsurlar, medyanın tarihsel gelişim evreleri, dönüşümü, ekonomi politiği ve medyanın kamu hizmeti yayıncılığı içinde ve özel teşebbüsler elindeki mevcut durumu incelenmiş; alternatif medya tanımlamaları ile alternatif medyalar için geliştirilen farklı kuramsal yaklaşımlar açıklanmış; alternatif medyaların dünyadaki başlıca örnekleri de verildikten sonra alternatif medyaların radikal demokrasi ve yeni toplumsal hareketlerle ilişkisi üzerinde durulmuştur. Bu bölümde amaç, alternatif medyanın tarihsel arka planını ve kuramsal gelişimini anlayarak, Alevi medyasının alternatif bir medya türü olarak yerini saptamaya çalışmaktır. Ayrıca bu bölümde alternatif medyaların radikal demokrasi ile yeni toplumsal hareketlerle bağlantısını ortaya koyabilmek de hedeflenmiştir. Çalışmanın ikinci kısmını oluşturan “Türkiye’de Alternatif Medya” başlıklı bölümde, Türkiye’de medyanın nasıl oluştuğu, ne tür siyasi baskılar gördüğü ve Türkiye’de basın özgürlüğünün durumu ve Türkiye’deki alternatif medyaların oluşum koşulları irdelenmiştir. Örnekler üzerinden Türkiye’deki muhalif medyaların özlüce bir değerlendirilmesi yapıldıktan sonra bu medyalar içinde yerini almış olan “Alevi Medyası”nın doğuşu, oluşumu, mevcut durumu ve ayrı ayrı dergi, gazete, radyo ve televizyonları üzerinden betimlenmiştir. “Alternatif Bir Medya Formu Olarak Alevi Medyası” başlıklı son bölümde ise, yayını devam eden ve Almanya’da basılan bir dergi olan Alevilerin Sesi Dergisi ve yayını 2003’te son bulan fakat Türkiye’de uzun yıllar çıkmış bir Alevi dergisi olması dolayısı ile önem taşıyan Cem Dergisi alternatif medya niteliklerinin ortaya çıkarılması amacıyla, yazıların içeriği ve konu başlıkları ayrı ayrı ele alınarak tematik bir analiz yapılmıştır. Her iki derginin son üç sayısı ve son yıla ait mart sayıları bu şekilde incelenmiş ve Alevilik inancı ve kültürü konusunda ve Alevilerin 9 talep, istek ve sorunlarına dair ne tür bir alternatif söylem oluşturdukları ve özlüce “Alevilerin sesi” olabilmeyi ne oranda başardıkları üzerinde durulmuştur. Ayrıca her iki dergide özel bir temaya yaklaşımın da incelenmesi niyetiyle “Kadın ve Kadınlar Günü” mart sayılarında ele alınmıştır. Dergiler yanında TV 10 ve Cem TV de karşılaştırmalı bir analizle yayın içerikleri ve program türleri açısından niteliksel bir incelemeye tabi tutulmuştur. Analizler sonucunda bu dergi ve kanalların özelde Aleviler, genelde toplumun ezilen diğer grupları (etnik ya da dini azınlıklar, kadınlar, işçiler vb.) için nasıl bir alternatif iletişim kanalı/mecrası yarattıkları anlamaya çalışılmıştır. 10 I.BÖLÜM: TEORİDE VE PRATİKTE ALTERNATİF MEDYA 1. Alternatif Medyaya Doğru Medyanın Genel Bir Görünümü İletişim sözcüğü, 14. yüzyılda Fransızca’da, 15. yüzyılda İngilizce’de ortaya çıkmış ve sözcüğün anlambilimsel gelişimi iki anlayış çerçevesinde gelişmiştir. Latince “communicaire”den gelen sözcük, bir yanıyla, ‘katılmak’ (fiziki olarak katılmak kastedilir) düşüncesiyle bağdaşırken; diğer yanıyla taşıma tekniklerinin ve bireylerarası ya da toplu ilişkiler tekniklerinin (telefon, basın gibi) gelişimiyle paylaşım düşüncesinden ‘aktarım’ düşüncesine evrilmiş ve ikili bir manaya erişmiştir. Böylelikle iletişim kavramının kapsamı genişlemiş, kitle iletişimini ve buna aracılık eden bir dizi kitle iletişim aracını içeren yeni bir dönem aralanmıştır. Medya sözcüğü ise bireyler arası iletişimden farklı olarak, uzaktan iletişime geçilen kitlelere bilgi ve haber akışını sağlamak için kullanılan pek çok yazılı ve görsel aracı ifade etmektedir (Maigret, 2013:40-41). Bir medya sisteminden bahsedildiğinde, belirli bir yerde ve zamanda farklı iletişim araçları arasındaki bağları düşünmek gerekmektedir. Medya sistemindeki değişimlerin, aynı zamanda ulaşım sistemiyle ilişkilendirilmesi; iletilerin ve mesajların aktarımının maddi iletişim sistemlerinin bir parçası olmasından ileri gelir (Briggs ve Burke, 2011:33). Medya, bir kitleye ya da topluluğa mesaj ve bilgilerin uzaktan iletilmesi, saklanması ve kültürel-siyasi pratiklerin güncelliğinin sağlanması yönünde üç temel işlevi yerine getirir (Barbier ve Lavenir, 2001:7). 11 1850-1950 yılları arasında iletişim artık ulusal uzamları aşan boyutlarda teknik gelişmelere sahne olmuştur.8 20. yüzyılda yazılı basının ve görsel yayıncılığın küresel boyutlarda büyümesi ve medya şirketlerinin çok uluslu yapılara dönüşerek tekelleşmeleri devletlerin yayıncılık alanındaki kontrolünün gerilemesine ve pazar güdümlü bir alanın genişlemesine sahne olmuştur. Basın özgürlüğü savunusunu sadece devletin tekelinin kalkması ve serbet piyasa koşullarında medyanın endüstriyel bir alan haline gelmesini isteyen iş adamları bu nedenle deregülasyon politikalarına sarılmışlardır. Batı’da özellikle İngiltere ve Almanya’da devlet denetimindeki kamu hizmeti yayıncılığı, Amerika Birleşik Devletlerin’de özel teşebbüslerin elinde yürütülmüştür. Kamu yayıncılığının ise zamanla ticari medyalar karşısında toplumun ihtiyaçlarına karşılık veren yelpazede program yapamamaları nedeniyle izlenme oranları düşmüş; yerini büyük oranda özel alanın hâkimiyetine bırakmıştır (Keane, 2010). Alternatif medyanın hem kamusal yayıncılık anlayışından hem de özel yayıncılık alanından uzaklaşan bir medya olarak tanımlanmasının arka planında; günümüzde bu iki yayıncılık anlayışlarından ilkinin iktidarların denetimine bırakılması, ikincisinin de hem iktidar yanlısı hem de tüketimi özendiren bir anlayışla sahiplerinin kazanç yapıları olarak görülmesi yatmaktadır. Türkiye’de kamu yayıncılığı ve özel yayıncılık yasalarla devlet kontrolü altına alınmıştır. Türkiye’de 1961 Anayasası’nda, 359 sayılı Radyo Televizyon Kurumu Kuruluş Yasası çıkartılarak; 1 Mayıs 1964 tarihinde radyo ve televizyon yayıncılığı görevi Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu’na (TRT) verilmiştir. 1964’te ‘özerk’ bir kamu kuruluşu olarak faaliyete başlayan TRT’nin, 12 Mart 1970’te özerkliği kaldırılmış ve hükümetin politikalarına uygun yayınlar yapılmaya 8 1837 telgrafın icadı, 1876 telefonun ortaya çıkışı, 1899 radyo iletişim araçlarının düzenlenmesi ve 1920’lerden itibaren de televizyonun toplumların hayatına girmesi, yeni bir iletişim çağının habercileri olmuştur (Barbier ve Lavenir, 2001). 12 başlanmıştır (Demir, 2007:171). Kamunun sesi olmaktan çok, devlet bürokrasinin sesi olan TRT, hala bu çizgide yayın hayatına devam etmektedir. Türkiye’de ve dünyada medya pazarında egemen olan belli başlı şirketler vardır. Dünya genelinde hakimiyetini kurmuş ve medya piyasasını tekelinde bulunduran sadece beş büyük şirket sayılabilmektedir: Time Warner, Disney, Murdoch’s New Corporation, Bertelsmann of Germany ve Viacom’dur (Uzun, 2006: 639). Ülkemizde de 1990’lı yıllardan itibaren medya sektöründe yoğunlaşma9 hız kazanmış ve medya dışı sektörlerdeki sermayedarların medya sahipliğine soyunarak, medyayı kazanç sağlayan bir endüstriyel alan olarak görmelerine neden olmuştur (Adaklı, 2001:145). Alternatif medya tanımlamaları ve farklı yaklaşımlara geçmeden önce, kamu hizmet yayıncılığının ve ticari yayıncılığın durumuna bakmak ve alternatif medyaya neden gereksinim duyulduğunun belirtilmesi gerekmektedir. John Keane, Medya ve Demokrasi (2010) kitabında, kamu hizmeti yayıncılığının, liberal ve çoğulcu medya sahasında, tüm yurttaşların ve kamunun ihtiyaçlarına cevap verebilecek ve onun taleplerini gözetebilecek bir yapıda olmadığından bahsederek; sivil toplumun demokratik gelişimine katkıda bulunamayacağını belirtir. Bunun yanında Keane, kamu hizmeti yayıncılığının, pazara dayalı yayıncılık anlayışından üstün yanlarını da göz ardı etmemiştir. Keane’in tanımladığı şekliyle, kamu hizmeti yayıncılığı; karışık ve birbirini tamamlayan programlar sunan, azınlık ve farklı türde programları kapsayan bir yapıda olmalıdır. Bunları başarılı bir şekilde yapamayan kamu hizmeti 9 Medyada yoğunlaşma kavramı en basit tanımıyla medya sahipliğinin bir veya birkaç şirket elinde toplanması demektir. Üç türde karşımıza çıkmaktadır: Dikey yoğunlaşma, yatay yoğunlaşma ve çapraz yoğunlaşmadır. Dikey yoğunlaşma, “bir şirketin medya alanında üretimden tüketime kadar her aşamada kontrol ve sahipliğinin olması ve farklı medya alanlarında yayılmasıdır. Yatay medya yoğunlaşması, bir şirketin sahip olduğu birbirinden bağımsız birden fazla yayın organına işaret eder. Çapraz medya yoğunlaşması ise, aynı sermayedarın hem farklı medya kollarına hem de medya dışı sektörlerde de iş kollarına sahip olmasıdır (Avşar, 2004:89-90). 13 yayıncılığına üç eleştiri yöneltir. İlki, bu medya modelinin, izleyicileri tek bir ölçüde ele alması ve farklılıklarını yok saymasıyla meşruiyet sorunu yaşamasıdır. İkincisi, medya piyasasında kamu yayıncılığının kaliteyi artırmak için gelir kaynaklarını artırması gerektiğinden; ya ticari yayınlarla ortak programlar yapmak, ya da programların bir kısmını özel sektör medyalarına açmak zorunda kalmasına neden olan mali sıkıntılarıdır. Üçüncü olarak da, hızla gelişen teknolojiyle birlikte, kamu hizmeti medyasının, ulusal uzamın ötesine geçen uluslararası medyayla yaşadığı rekabette geride kalmış olması ve kısmen yerini onlara devretmek durumunda kalmış olmasıdır (Keane, 2010: 115-124). Keane, aynı zamanda, özgür olmayan bir basının da kamunun sesi olmakta başarısız olacağını söyler. Basın özgürlüğünün dayandığı, dört temel görüş ortaya koymuştur. İlk olarak, devlet sansürünün Tanrı’nın insanlara verdiği akıl adına eleştirildiği teolojik yaklaşımdan bahsetmiştir. Bu yaklaşım en büyük savunusunu John Milton’ın “Areopagitica”sında bulmuştur. Milton, kitaplara uygulanan sansürü, Tanrı aşkı ile gelişecek olan özgür ve bilgili ruhun önündeki engel olarak görmüştür. Basına konan sansürün, bireylerin düşünme özgürlüğünü ve Hristiyan bir hayat tarzını sürdümeyi sınırlandırdığını söylemiştir. John Milton, basına konan sansürü, bu nedenlerden ötürü eleştirir fakat devlet düzenlemesinin tümüyle dışında, eksiksiz bir basın özgürlüğünden de yana değildir (akt. Keane, 2010:35). İkincisi, basının davranışlarının bireyin haklarına uygun olarak geliştirilmesi gerektiğidir. Basın özgürlüğünü, dinsel alandan siyasal alana kaydıran bu yaklaşımda, basının, bürokrasi altında ezilmekten kurtulabilmesinin önü açılmıştır. Bir diğer görüş olan faydacılık yaklaşımında, basın özgürlüğü, baskıcı hükümetlere karşı bir denge öğesidir. Yönetimin iyi olabilmesi için hükümeti açıkça eleştirebilme, karşı çıkabilme ve 14 görevden alabilme gücünün kamunun elinde bulunması gerektiği üzerinde durulur. Son görüş de, ‘hakikat’e yurttaşlar arasındaki kısıtlamasız tartışma yoluyla ulaşilabileceği düşüncesine dayanmaktadır. Keane, bu görüşün en etkili görünümünü John Stuart Mill’in, ‘On Liberty’ (1859) adlı yapıtında ortaya konduğunu belirtmiştir. Mill, bireylerin düşünce özgürlüğünün ve bu düşüncelerini ifade özgürlüğünün insanların zihinsel gelişimi için zorunlu olduğunu vurgulamıştır. Kanaat ve düşüncelerini basın aracılığı ile serbestçe dolaşımının güvence altına alınması gerektiğini de eklemiştir (Keane, 2010:36-42). Kamu hizmeti yayıncılığı konusunda demokratik bir model geliştiren bir diğer isim James Curran’dır. Curran’ın modeli, çekirdek kamu hizmeti modelidir. Bu modelde, çekirdek medyanın çevresinde, özel girişim, sosyal pazar, profesyonel ve kamusal medya sektörleri yer alır. Bu sektörler, kamu hizmeti yayıncılığının açık bir diyaloğa dayalı işlev görmesini sağlar ve sivil toplumun gelişimine destek olur. Çekirdek medyayı besleyen ilk sektör olan kamusal modelde; üç basamaklı bir yapı vardır. Birinci basamakta, genel izleyici kitlesini hedef alan medya –partilerin denetlediği gazeteler gibi- yer alır. Muhalif bir bakış açısına sahip bu medyada, bir grubun amaçları ve öncelikleri yansıtılır. İkinci basamakta, alt kültür medyasından oluşan, eşcinsel ve lezbiyen dergileri gibi medya türleri vardır. Son basamakta da grup üyeleri arasında bir iletişim kanalı olabilecek, örgütün kendi kullandığı medya yer alır. Bu medya, üyeler arasında, bir bağ kurulmasına ve yeni fikirlerin oluşumu için bir forum işlevi görmesine yardımcı olabilir (Curran, 2014:179-80). Profesyonel medya sektöründe, kamuya farklı bir biçimde seslenen bir medya kurmanın yolları aranır. Özel girişim sektöründe, izleyici taleplerine dayalı medya sistemleri arasında bir denge unsuru olmak amaçlanır. Çünkü rekabete dayalı medyalar arasında 15 izleyicinin beklentilerine yanıt verilirken, hem hükümet tarafından hem de diğer medya parçaları arasında bir denetim söz konusu olur. Bu nedenle de bir denge oluşturulması gerekir. Son olarak çekirdek medyanın son parçası, sosyal pazar sektöründe, pazarda yeterince temsil edilmeyen toplumsal güçlerin sisteme dahil edilmesine dayalı yeni yollar bulunmaya çalışılır ( Curran, 2014:183). Kamu hizmeti yayıncılığının özerk, bağımsız, çok sesli, çok kültürlü ve küresel erişim imkânı sağlayan ilkeli bir yayıncılık olması gerekmektedir. Özünden değiştirilmiş bir kamu hizmeti modeli, farklı yaşam biçimleri, beğeniler ve görüşler arasında uyumlu bir birlik oluşmasına, despotik devletlerin ve pazar güçlerinin egemenliği altında olmayan tarafından yönetilen yurttaş çoğunluğunun siyasal güç kazanmasına yardımcı olmalıdır. Onlara çok farklı görüşler ulaştırabilmelidir. Bağımsız, kendi kendisini örgütlemiş, devlet kurumlarının da sınırlarını aşan sivil toplumlarda çalışan ve tüketen, yaşayan ve seven, tartışarak uzlaşan yurttaşlarına karşı sorumlu tutulabilen devletler olmalıdır. Burada önerilen kamu hizmeti modelinin kökleri İngiliz ve Amerikan devrimlerine kadar götürülebilir. İletişim medyası, siyasal yöneticilerin ya da iş adamlarının kişisel kazancı ya da karına değil, kamu kullanımına ya da tüm yurttaşların zevk almasına yaramalıdır (Keane, 2010:124). Hem dünyada hem de ülkemizde kamu hizmeti yayıncılığına baktığımızda, kamu medyasının bu özelliklerini yitirdiğini ve tek sesli ve homojen bir yapıda, hükümetin ve siyasilerin daha görünür olduğu, farklılıklardan arınmış bir kamusal alan olarak yayınlar yaptığı kolayca anlaşılmaktadır. TRT, iktidarın politikalarına bağlı bir yapıda olup, 2000’lerden itibaren de uluslararası medya standartlarına ulaşmak adına ticarileşme yönünde adımlar atmıştır. Bu da kamu hizmeti yayıncılığıyla arasındaki mesafenin açılmasına neden olmuştur (Yalçın, 2015: 153). Kamu hizmeti yayıncılığı dahi kamuya hizmetin dışına çıkmışken; özel yayın kuruluşlarının kamunun çıkarını gözetmesi beklenemez. Büyük medya holdinglerinin elinde olan gazeteler, televizyon kanalları, dergiler vs. izleyicileri/okuyucuları pasif- 16 edilgen bir tüketiciye indirgeyip, onları reklamcılara satmanın yollarını arayan yayınlar yaparlar. Yurttaşlara hakikati aktarmak yerine, reyting yapan dizi, program ve haber yapımlarıyla reklamların dolayımında bir yayıncılık anlayışıyla, sermayelerini artırmaya çalışırlar. Toplumun dışlanan ve ötekileştirilen kimlikleri yerine, toplumu bunlardan arındırılmış bir bütünlüklü yapı olarak görüp; her şeyi daha çok izlenmek, daha çok tüketici yaratmak adına yapmayı sürdürürler. Böylesi bir medya piyasasında, sesini duyuramayan kesimlerin başka alternatiflere yönelmesi ve ana akım medyada sadece sansasyonel bir vakaya kurban edildiğinde kendisine yer verilen topluluk üyelerinin kendi medyalarını yaratmaları da kaçınılmaz olmuştur. Mitzi Waltz, yaygın medyanın, cinsiyet, ırk, politika veya dini inançları nedeniyle dışarıda bıraktığı insanların, alternatif medyada kendilerini bulacaklarını ve ifade edeceklerini söyler. Alternatif medya bu kitlelere birbirleriyle iletişim kurmaları ve enformasyon paylaşımı ya da kendi ihtiyaçlarına cevaben bir medya yaratmalarına imkân tanır. Bu projeler ise aktivist bir niteliğe bürünür ise, marjinalize edilmiş grupların fikirlerini daha geniş yığınlara ulaştırması mümkün hale gelir. Bu da, toplumsal bir dönüşüm için bu grup üyelerinin farklı medyalar yaratmalarına ve kullanmalarına aracılık eder (Waltz, 2005:124). Bunlara ek olarak ayrıca basın özgürlüğü konusunda da sıkı denetim ve sansürün10 uygulanıyor olması 10 John Keane, modern devletin başlangıcından günümüze kadar artarak devam eden beş tür siyasal sansür çeşidinin olduğunu belirtir. Birbirleriyle bağlantılı bu sansür türleri; olağanüstü hal erkleri, silahlı gizlilik, yalan söylemek, devlet reklamcılığı ve korporatizmdir. Olağanüstü hal erkleri; hükümetlerin, medyanın bazı bölümlerini zorbalıkla sindirerek yola getirme girişimleri, talimatlar, tehditler, yasaklamalar ve tutuklamalar anlamına gelir. Silahlı gizlilik, modern devlet içinde olduğu kadar, ulus üstü askeri ve sivil kuruluşlar içinde enformasyonun gizli tutulmasının tescil edilmesiyle, asker ve polis organlarına dayanarak, kitle iletişim araçlarının denetlenmesidir. Yalan söylemek, kimi gazetecilere va yayın kurumlarına, hükümetin söylemleri hakkında eleştirel görüş bildirmeleri durumunda uygulanan sansürdür. Gazeteciler ve muhabirler, hikümet sözcülerinin istediği doğrultuda sorular sorup, haber yaparlar. Devlet reklamcılığı ise, bağımsız yayın kuruluşlarının gelir kaynağı olarak en çok kazanç sağlayan reklamların devlet ilanları olması nedeniyle, devlete bağımlı hale gelmektedirler. Son olarak korporatizm, çıkar grupları ve örgütlerine pazarlıkla resmi statü veren bir devlet müdahalesi sürecidir; bu statüyü kazanan grup ve örgütler, kamu siyasetlerinin oluşturulması veya yürütülmesi görevini az ya da çok ölçülerde yüklenmiş olurlar. Korporatizm stratejik olarak önem taşıyan işlevsel grupları devletin içine taşırken ve böylece sivil toplumun bazı bölümlerini politize ederken, devletin etki 17 da, yayınların egemenlerin söylemlerinin dışına çıkılamamasına neden olmuştur. Bunun sonucu olarak da, gerçeği yansıtmayan haberler yapılmakta ve sunulmakta olup, iktidarın gücünü sarsacak bir yayın yapılamamaktadır. Bu nedenle alternatif medyaların varlığına duyulan ihitiyaç artmış ve alternatif gazete, dergi, broşür, televizyon kanalı, radyolar ortaya çıkmış ve internetin de mevcudiyeti sayesinde online ağlar hayata geçirilmiş ve uluslararası bağlamda çok sayıdaki bireye ulaşım imkanı sağlanmıştır. 2. Alternatif Medyayı Tanımlamak: Çeşitli Tanımlar ve Farklı Yaklaşımlar 21. yüzyılın ilk yıllarında alternatif medyanın daha fazla gelişimiyle birlikte, bu medyayı tanımlama ve onunla ilgili yazılar yazma ve kuramsallaştırma çalışmaları da artış göstermiştir (Coyer vd. 2007:3). En yaygın tanımıyla alternatif medya denilen bu medya türüne bazıları “radikal”, kimisi “bağımsız”; kimileri “yurttaş”, kimileri “aktivist” ya da “özerk” demeyi tercih etmişlerdir. ‘Topluluk’11 ve ‘katılımcı’ medya tanımlamaları ise, daha birleştirici kavram ve pratikleri içeren tanımlamalar olmuştur. Alternatif medya tanımlamalarına baktığımızda, hem birbirinden uzaklaşan hem de ortak noktaların varlığı sayesinde birbirine yaklaşan tanımlar olduğu görülür. Mitzi Waltz, alternatif medya tanımını yaparken, bunun zor bir tanımlama olduğunu belirtir. Bunu söylerken bir örnek vererek açıklamaya çalışır. Herşeyin yasaklı olduğu bir toplum olan Kuzey Kore’de CNN’in bile gösterilmesinin bir alternatif sayılabileceğinden bahsederek; alternatif medyalar ve alanını, sivil toplumun içine uzatarak da bazı devlet işlevlerini toplumsallaştırmıştır (Keane, 2010:98110). 11 Alevi medyalarının neredeyse tamamı dini bir azınlık/topluluk olarak kendileri adına ve ek olarak farklı toplulukların sesi olmak adına kurulmuşlardır. Topluluk medyası, sesi olduğu topluluğa karşı sorumluluk alan ve bu topluluğun yetkinliğini amaçlayan bir medya olarak tanımlanır. Bu medyalar, topluluğun tartışma ve konuşmaları için alan açarlar. Siyasilerin eylem ve kararları hakkında sorgulamalar yapmalarına olanak sağlayarak, siyasilerin hesap vermelerini sağlayacak şeffaflık ve sorumluluk ortamı yaratırlar (Dean, 2007). 18 yaygın medya arasındaki sınırların hem keskinliğini hem de inceliğini anlatmak istemiştir. Fakat bu tür yasakların olmadığı bir toplumda “alternatif” aradığımızda, burada anaakım medyada yer bulamayan gruplar için yapılan bir yayıncılıktan ya da farklı bir bakış açısıyla özsel bir değişimi destekleyen bir gazetecilikten bahsedilebileceğini ifade eder (Waltz, 2005). Alternatif medyanın ilk örneklerine bakıldığında, 1960’larda hippie kültürünün ortaya koyduğu yer altı gazetelerini veya düşük bütçeli edebi dergileri, dijital radyo istasyonlarını ve radikal politik partilerin çıkardığı gazeteleri saymak mümkündür. Alışılmışın dışında gazetelerin, dergilerin ve yaygın medyanın yer vermediği ‘punk’ fanzinlerin ya da çevreci aktivistlerin web siteleri, feminist radyoların yayın yaptığı bir topluluğa ait istasyonlar da alternatif olarak görülebilir. Michael Albert ise, ‘alternatif’ olabilmek için yalnızca ‘içerik’ olarak yaygın medyadan farklılaşmanın yetmeyeceğini, ayrıca tipik/benzer içeriklerin de bir azınlığa sunulmasının alternatif olmaya yetmeyeceğini söyler (akt.Waltz, 2005: 2). Hem içerik olarak farklı olması hem de hitap edilen kitlenin farklı topluluk üyeleri olması alternatif medyayı anlamlandırmamızda daha makul bir yaklaşım olacaktır. Michael Albert, kendisinin kurmuş olduğu, “Z Magazine” adlı dergide, “Bir kurum olarak alternatif olmak, doğrudan kurumun nasıl organize olacağı ve çalışacağı ile doğru orantılıdır.” demiştir. Albert’in görüşlerine ters düşecek bir şekilde, Birleşik Krallık’ta sol bir alternatif basın için çalışmalar yürüten “Comedia” grup ise, alternatif ve aktivist medyanın, kapitalist ticari modele ya da büyük kitleleri hedefleyen medyaya direnmeleri nedeniyle marjinalleştirildiklerini belirtmiştir. Bu nedenle bu yaftalamadan kurtulmak için, kendi medyalarının amacına ulaşması adına, büyük kitlelere seslenmek niyetiyle ticari pratikler kullanabileceğini ifade ederek, alternatif kurumların nasıl çalışacağı konusundaki 19 Albert’in düşüncelerinin dışına çıkılabileceği ve bu şekilde de alternatif alan yaratılabileceğini söylemiştir (2005:3). Alain Fountain’e göre, ‘alternatif’, ‘radikal’ ya da ‘karşıt’ medya tanımlamaları, farklı pratiklere göndermelerde bulunan bağlamlarda varsayımlar önerir. Fakat genel olarak bu medyaların şu özellikleri saptanır: 1) Bu medya formları, ana akım medya eleştirisi yapar ve ona meydan okur, 2) Kamu hizmeti televizyonculuğu ve devlet kaynakları ile ilişkili medya kamusal alanlarını tartışmaya açar/onlarla rekabet eder, 3) Yurttaşların medyayla olan ilişkisini katılım ve demokratikleştirme pratikleriyle dönüştürür/değiştirir, 4) Kaynakların göreceli olarak özerkliğini ister, 5) Muhalif hareketlerle bağ kurmak ve toplumsal dönüşüme katkıda bulunmak amacını güder ( Fountain, 2007:30). Clemencia Rodriguez, alternatif medya konusunda yeni bir tanım ileri sürmüştür. Rodriguez, yaygın medyayla olan ilişkileri açısından alternatif medyayı tanımlamak yerine; sadece niyetleri, etkileri ve yöntemleriyle tanımlanabilecek belli türdeki medyaları “alternatif medya” terimi çevresinde biraraya getirebilecek bir yol çizmiştir. Rodriguez, “yurttaş medyası” olarak adlandırdığı bu medyayı, herkese kapısı açık olan, gönüllülüğe dayanan ve ayrıca toplumsal değişimi öngören ve ticari kazanç gütmeyen bir yapılanma içinde olan medya olarak tanımlamıştır. Böylelikle Rodriguez, hem alternatif hem de aktivist medya tanımlamasında daha kapsayıcı bir çerçeve çizmiştir (akt. Waltz, 2005:3). Clemencia Rodriguez “yurttaş medyası” terimini, ayrıca, hali hazırdaki medyayı aktif bir şekilde dönüştürmeye çalışan 20 yurttaşlığı ve toplumsal kodlarla, yasallaştırılmış kimliklerle ve kurumsallaşmış siyasal ilişkilerle mücadele etmeyi ve son olarak da bu dönüşüm ve değişimlerin mümkün olduğu alana bu mücadele pratiklerini hayata geçiren yurttaşların katılımını sağlayarak, bu alanın güçlenmesini sağlamak için kullanmıştır ( Coyer vd., 2007:8). Aktivist medya, okuyucuları toplumsal değişimin içinde görmek için cesaretlendirmeye teşvik eder. Burada ‘aktivist medya’ kavramı, seçilen bir politikacı için oy kullanmak ya da bir hayır kurumu için gönüllü olmaya kadar pek çok radikal sağ ya da sol politik anlayışa göndermede bulunabilir. Bazı kuramcılar ise, bu genişlikte bir tanımlama yapıldığında, yaygın medyadan çok uzaklaşılmadığını belirterek “alternatif medya” nın radikal sosyal dönüşümü gerçekleştirecek medya olması gerektiğinden hareketle, aktivist medya ve alternatif medya arasında bir ayrım ortaya koyarlar. Buna rağmen, hepsi olmasa da pek çok aktivist medyanın da alternatif sayılabileceğini dile getiren Waltz, aktivist medyanın sol kanat ya da anarşist politikacıları desteklediğinde, bunun bir kazanç amacı gütmediği ve yüksek eğitimli elitlerden ziyade, orta seviyedeki okuyucuların katılımına imkan verdiği için alternatif olabileceğini ifade eder (Waltz, 2005:7-8). Özerk medya ve alternatif medya arasında çizilen ayrımda ise öne sürülen düşünce şu şekildedir: Alternatif medya aktivistleri, anaakım medyayı reforme etmek için çabalarlar fakat özerk medya aktivistleri, yeni katılımcı ve demokratik iletişim formları geliştirerek, ana akım medyayı bertaraf etmenin yollarını ararlar (akt. Coyer vd. 2007:9). Chris Atton, ‘alternatif medya’ terimini, karşıt görüş oluşturabilecek bir dizi medya tasarısını ve müdahalesini kastetmek için ya da anaakım medyaya karşı 21 baskın olabilecek farklı türdeki medya formlarını geliştirmek için kullanmıştır. Atton’a göre alternatif medya; Radikal politik ya da kültürel bir içeriğe sahip, Güçlü estetik formu olan, Üretici yeniliklere açık ve mevcut teknolojinin bütün avantajlarından yararlanmayı bilen, Alternatif dağıtım araçları olan ve telif hakkı olmayan, Toplumsal rollerin dönüşümünü ve kolektif örgütlenmeyi savunan ve profesyonelleşme karşıtı olan, Yatay iletişim ağları kurarak, iletişim yöntemlerinde dönüşümü sağlayan medyadır. Kısacası, Atton’ın sınıflandırmasına göre, alternatif medya ancak, içerik, form, kullandığı ve teknikler, dağıtım anlayışı kanalları, toplumsal ilişkileri dönüştürmedeki sorumluluğu ve iletişim sürecinin dikey niteliğini değiştirmek anlamındaki yapılanmasıyla diğer medyalardan ayırt edilebilir (Atton, 2002:27; Coyer vd. 2007:5). Alternatif medyanın toplumsal dönüşümü sağlaması ve toplumsal hareketlerle yakından ilişkili olması gerektiğini savunan John Downing ise, alternatif medya tanımlamasında, “radikal” kavramını alternatif medyaya eklemleyerek, alternatif medyayı, “radikal alternatif medya olarak” adlandırmıştır. Downing’e göre radikal kavramı, toplumsal dönüşümü sağlayacak medyayı tanımlamak için kullanılmalıdır. Downing, politik ve sosyal hareketlerden ortaya çıkan ve dans ve grafiti gibi içerikleri de barındıran radikal alternatif medyanın, anaakımı bozguna uğratabilecek 22 bir yapısının olması gerektiğini dile getirir (akt.Coyer vd., 2007:4). Alternatif medya, toplumsal, kültürel ya da politik olarak dışlanmış olanın ürettiği medyadır (2007:5). Sevda Alankuş, Downing’in radikal medya/alternatif medya ayrımındaki tanımlamalarını şu şekilde özetlemiştir: “Çoğunlukla küçük ölçekli ve çok farklı formlarla karşımıza çıkan; sosyal hareketlerle yakından ilişkili, karşı-hegemonik alternatif kamulara dayanan dolayısıyla da dünyayı (o ya da bu yönde) değiştirmek üzere bir projesi olan medyadır” (Alankuş, 2008:206). Olga Guedes Bailey, Bart Cammaerts ve Nico Carpentier Understanding Alternative Media (2008) adlı kitaplarında, alternatif medya tanımının iletişimi demokratikleştirmek için çalışan bütün medya türlerini kapsaması gerektiğini söylemişlerdir. Bailey vd., alternatif medyayı tanımlamak için 4 yaklaşım sunmuşlardır: Topluluğa hizmet medyası olarak alternatif medya, anaakım medyaya alternatif olarak alternatif medya, sivil toplum medyası olarak alternatif medya ve son olarak da rizom/köksap olarak alternatif medyadır. İlk yaklaşım olan topluluğa hizmet olarak alternatif medya yaklaşımı, diğer yaklaşımlardan farklı olarak, topluluğun öneminden hareketle, daha özcü bir teorik çerçeve kullanır. Diğer yaklaşımlar daha ilişkisel (relationist) yaklaşımlardır. Alternatif medya ve anaakım medya arasında bu yaklaşımların temeli Chantal Mouffe’un “politik kimlik teorileri”nden beslenir. Özcülük üzerinden temellendirdikleri eleştirileri, alternatif medyaya teorik yaklaşımların yapısını oluşturmak için kullanılır. Özcülüğe dair eleştirileri ise, tek bir temel prensibin olmadığı ve farklılıklardan örülü alanların varlığının kabulü üzerine kurulur. Özcü yaklaşımlar kimliği sabit, bağımsız ve doğru bir varlık olarak görürler. Daha ilişkisel 23 yaklaşımlar ise değişken ve olası kavramları birleştirir ve kimlikleri karşılıklı olarak birbirine bağlı olarak görür ve doğru tek bir “öz” ün varlığını reddeder. Topluluğa hizmet olarak alternatif medya yaklaşımında, topluluk denildiğinde sadece coğrafi olarak aynı yerde bulunan insanların bulunduğu gruplar değil, fakat aynı zamanda coğrafi uzamı aşan ve bir pratik, ilgi ve amaç için biraraya gelmiş insanların oluşturduğu yakın temas kurdukları gruplar anlaşılır. Bir topluluk üyeleri tarafından inşa edilen ve bu üyelerin bu inşadan meydana getireceği bir kimlik alanıdır. Sadece etnik olarak değil, fakat belirli amaçlar taşıyan bireyler, gerçek ya da online mekanlarda ortak pratikler adına topluluklar oluşturabilirler (Bailey vd. 2008:9-10). Bu nedenle de topluluklar değişken ve beklenmedik şekilde oluşabilir. Anaakım medyaya karşı alternatif medya ise, anaakım medyanın hegemonik ve homojen kamusal alanına karşılık, karşı-hegemonik eleştiri geliştirir. Anaakımın farklı olanı dışarıda bırakan yaklaşımına karşılık, alternatif medyada bu kesimler kendi medyalarını yaratırlar. Üçüncü yaklaşım olan sivil toplum medyası olarak alternatif medya yaklaşımında sivil toplum kavramı iki perspektiften ele alınmıştır. İlki ‘generalist model’ olan Friederich Hegel ve Karl Marks’ın bıraktığı mirastır. İkinci model ise Antonio Gramsci ve Jurgen Habermas’ın yaklaşımlarından beslenen ‘minimalist model’dir. Generalist modelde Hegel, sivil toplum alanını, pazarı ve devleti de içine alan ve özel ve kamusal ilgiler arasında yasal bir çatı kuran sistemi yapıcı ve kurucu unsur olarak ele almıştır. Marks ise devleti ve yasal sistemi burjuvazinin kontrolü altındaki temel araçlar olarak görür. Gramsci ise, sivil toplumu12 rızaya ya da hegemonyaya dayalı, egemenliğin tekrar tekrar üretildiği bir 12 John Keane de sivil toplumun genel özelliklerini şu şekilde sıralar: Sivil toplum bireyin günlük eylemlerinde ona şiddetten uzakta bir özgürlük alanı açar. Sivil toplum, birey ve grupların çeşitli toplumsal kimliklerini yasal zeminde tanımlayacakları ve ifade edebilecekleri bir alandır. Devlet ve pazar alanı dışında, çoğulcu, çeşitliliğe 24 alan olarak değerlendirir ve bu alanın aynı zamanda pazar ve devletten ayrı, hegemonyaya meydan okunabilecek ve mücadele edilebilecek bir alan olduğunu da ekler (Bailey vd., 2008:21). Alternatif medyayı, sivil toplumun bir parçası/ bileşeni olarak görmek, kamu medyası ve ticari medya arasında üçüncü bir ses olarak düşünülebilir. Alternatif medya, sivil toplumun diğer pekçok aktif organı gibi sıradan bir bileşen gibi görünebilir. Fakat alternatif medya, medyanın demokratize edilmesi, günlük yaşama bağlı, küçük mikro alanlarda yurttaşların aktif olmasına imkân tanıması ve iletişim haklarını kullanmalarını sağlaması nedeniyle de önemlidir. Çünkü bu mikro katılımlar bireylerin sivil tavırlarını geliştirir ve zamanla makro katılımın da güçlenmesine yardımcı olur. Son olarak rizom/köksap olarak alternatif medya yaklaşımını ele alan Bailey vd., “rizom” terimini, Gilles Deleuze ve Felix Guattari’nin geliştirdikleri ‘rizomatik’ ve ‘arbolik’ düşünmenin yanyanalığı üzerine temellendirmişlerdir. Arbolik, doğrusal, hiyerarşik ve yerleşik bir yapıyı anlatır ve bir ağacın küçük dallarından büyük dallarına sarmaş dolaş olmuş bir yapıya benzer. Bu yapı, Deleuze ve Guattari’ye göre devletin felsefesidir. Rizomatik ise, doğrusal olmayan ve melez olanı niteler. Ağaç ve kökenlerinden farklı olarak, bir noktadan diğerine bağlantıyı kurandır. Rizomun bağ, heterojenlik, çokluk, kopuş ve haritaya benzer özellikleri vardır. Bağ kavramı, bileşenlerin faklı karakteristiklerine rağmen, ağdaki bir noktanın diğerine bağlantısını ima eder. Heterojenlik ise, belli kalıplara bağlı unsurların temeline değil; yeni elementlerin her zaman eklemlendiği ve hareket halindeki bir birliği inşa eder. Kopuşla anlatılmak istenen, rizomun verili bir noktadan kırılabilir, dağılabilir özelliğine atıf eder ve eski ya da yeni çizgiden/hattan yeniden bir başlangıç sahip bir sivil toplum alanından bahsederek, bu alanın demokrasinin gelişimi ve entelektüel/politik ihtiyaçlara cevap vermesi açısından önemini ortaya koyar (Bailey vd., 2008:22). 25 oluşturulabileceğini ifade eder. Rizomun harita özelliği ise, bağlantılara açık ve değişikliğe duyarlı bir kavramı tanımlar. Rizomun en önemli özelliği ise, her zaman farklı giriş yollarının olmasıdır (s.26-27). Bailey, Cammaerts ve Carpentier’in rizom olarak alternatif medya yaklaşımları üç görüşte odaklanır: Sivil toplumla, pazarla ve devletle karşılıklı ilişki içinde, bu yapıların her biriyle bağları olan bir yaklaşımdır. Alternatif medya burada, sivil toplumla bağlantılı organizasyonun ve toplumsal hareketlerin kavşağında yer alır. Alternatif medyayı, yerel ve küresel olana bağlayıp, bunları güçlendiren yaklaşım rizomatik yaklaşımdır. Rizomatik yaklaşımda, alternatif medya sadece sivil toplum medyasında olduğu gibi duyulmayan toplulukların sesini duyurmakla yetinmez. Ek olarak rizomatik yaklaşım, farklı hareket ve mücadelelerden gelen kadın, köylü, öğrenci, ırkçılık karşıtı bireyleri biraraya getiren, onları birbirleriyle tanıştıran ve mücadelede dayanışma yapmalarını sağlayan bir özelliğe sahiptir. Chantal Mouffe’un radikal demokratik kuramında13 olduğu gibi, farklı mücadelelerin birbirleriyle ittifak yapmalarına ek olarak, bu faklı mücadeleler arasında bir eşitlik kurmak ihtiyacına da vurgu yapmıştır ( akt.Bailey vd. s.29). Alfonso Gumucio Dagron, medya çalışmalarının dünyayı açıklamaktan ziyade; ona meydan okuması gerektiğini söyler. Buradan hareketle Dagron’un alternatif medya tanımlamasında toplumsal direniş ve mücadelerden beslenen ve aynı zamanda onu besleyen bir medya türü olarak bahsettiği anlaşılacaktır. Dagron ticari medyanın hayatiliği ticarete ve devlet ya da hükümet medyasının da hayatiliği güç 13 Radikal demokrasi kavramı, bireyi ve farklılığı yok sayan sosyalist devletçi yaklaşımın bir baskı ilişkisi kurduğunu, Marksizmin toplumun çoğulcu yapısını ve farklı grupların özerkliğini kavramada başarılı olamadığını ifade eder. Tekçi bir yapıya bürünen bu sistemin sorgulanması ve yeni öznelerin toplumda yer bulmasına dayalı, homojenleştirmeye karşı çıkan ve farklılıkları ön plana koyan özgürlükçü ve radikal bir demokrasi projesi ortaya çıkmıştır. Bu proje, iktidarın tek bir noktada yoğunlaşmadığı, dağıldığı ve mücadelenin geniş bir alana yayılmasının amaçlandığı bir projedir. Chantal Mouffe ve Ernesto Laclau ise bu projenin önde gelen savunucularıdır (Yılmaz, 2001:279) 26 odaklarına bağlıysa eğer, alternatif medyanın da varlığı toplumsal mücadele ve hareketlere bağlıdır demektedir. Toplumsal mücadeleler ve bunları açıklamaya duyulan ihtiyacın alternatif medyayı doğurduğunu söylemiştir (Dagron, 2004:44) 3. Alternatif Medya Tarihine Bakmak Yaygın medyanın kamusal alanına, bu alanın dışında bırakılmış grupların ve bireylerin girip giremeyecekleri ve eleştirel bir iletişim yöntemiyle gündemi değiştirebilme olasılıkları üzerinde durmak, alternatif medya oluşumunun itici soruları olmuştur. Farklı grup üyeleri ve bireyler, anaakım medyanın alanına girdiklerinde onların sesi sadece statükoyu devam ettirmeye yarar, çünkü söylemleri bir potada eritilir ve farklılıkları törpülenir. Bu nedenle de alternatif medyanın çoğunun yaygın kamusal alan dışında konumlandığını ve mücadelelerini burada sürdüklerini söylemek yanlış olmayacaktır. Alternatif gazete, radyo, televizyon, web siteleri ve fanzinler, zinler, bloglar ve daha pek çok medya türleri kendilerine karşıt kamusal alanlar yaratarak seslerini duyurmanın yollarını bulmuşlardır. Dünyanın her yerinde örneklerine rastlayabileceğimiz alternatif medya türlerinin tarihi, Chris Atton’a göre iki yüzyıl öncesine kadar götürüleblir. 18. yüzyılın ikinci yarısında İngiliz işçi sınıfının çıkarmaya başladığı radikal gazeteler alternatif sayılabilecek ilk örneklerdir (Atton, 2002). Amerika Birleşik Devletleri’nde yayınlanan yüz yıllık bir tarihe sahip “Sierra Club Bulletin” ( bugün çevrecilerin sesidir ve yeni adı Sierra’dır), toplumsal hareket gazeteciliğinin ilk örneklerindendir. 19. yüzyılın başından itibaren ise, yaşanan siyasal-ekonomik gelişmeler beraberinde medyanın da endüstrileşme sürecini 27 getirmiş ve medya kendisini egemenlerin yanında konumlandırmıştır. Bu nedenle de, toplumsal muhalif hareketler de bu gelişmelere paralel olarak farklı şekillerde örgütlenerek kitlesel bir karşı duruş sergilemeye çalışmışlardır. 1960-70’lerin yükselen sol- politik, çevreci, silahsızlanma karşıtı, feminist, gay-lezbiyen vb. kimlik hareketleri seslerini duyurabilecek pek çok muhalif medya türü yaratmışlardır. 1970’lerin sonlarında yeşermeye başlayan fanzinler ve uzantısı zinler, alt kültür gruplarının kendi aralarındaki iletişim için fotokopi gibi çok ucuz tekniklerle yayınladıkları, elden ele dağıttıkları ve hem yazarı hem de okuyucusu oldukları basılı materyaller olmuştur. Batı Avrupa’dan farklı olarak, Doğu Avrupa’da muhalif kamuların örgütlenerek harekete geçmesinde ve buradaki siyasal rejimin 1980’lerin sonunda çöküşüne yol açan unsurlardan birisi de, bu dönemde önemli bir rolü olan “Samizdat” denilen muhalif basının varlığıdır (Alankuş, 2008:177-229). Bu örnekler alternatif medyanın, yaratıldığı dönemin teknolojik özelliklerinden ve siyasal gelişmelerinden bağımsız olarak ortaya çıkmadığını göstermektedir. Bu nedenle de alternatif medya, 1990’lar ve 2000’lerden sonra internetin de mevcudiyetiyle beraber daha çok kitleselleşme olanağı yakalamış ve pek çok yerel, ulusal ve küresel boyutlarda muhalif web sayfaları açılmıştır. 3.1. Alternatif Basın James Dean, alternatif medyanın endüstriyel olarak gelişmiş ülkelerde ortaya çıkışını üç nedene bağlar. Birincisi, medyanın sahipliğinde yoğunlaşmaların artması ve bunun farklılık ve çeşitliği törpüleyen bir kavrayışla sürdürülmüş olmasıdır. İkincisi, küresel sivil toplumun gelişmeye başlaması 1990’ların kitle toplumu ve protesto hareketlerinin oluşumudur. Son olarak da, medya üretiminin internet, basım, bilgisayar ve diğer birtakım yöntemlerle ucuz maliyetli bir hale gelmesidir. Bu 28 ülkelerde alternatif medyanın gelişimi hızlı olmuşken, Sovyet Doğu Bloğu ülkelerinin çoğunda, Afrika’nın büyük kısmında ve Çin’de yaygın medya hükümet tarafından kontrol altında olduğu için, bu ülkelerde alternatif medyanın gelişimi daha geride kalmıştır. Latin Amerika’da ise çoğu medya kurumu, ya büyük özel şirketlerin elindedir ya da hükümete yakındır ve içerikleri devlet müdahalesine açıktır (Dean, 2007:207). Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki bütün bu durumlara rağmen, alternatif medya dünyanın her yerinde, kurulduğu coğrafyanın imkânlarının el verdiği kadar hayata geçirilebilmiştir. Alternatif basın üreten insanlar, kendileri gibi düşünen bireylerle dayanışma içinde bu ideallerini hayata geçirebilmişlerdir. Bu insanların blog yazan ya da ticari yayın yapanlardan farkı, aralarındaki dayanışma duygusu ve yazar ile okuyucular arasındaki sıkı bağlardır (Phillips, 2007:57). Yeni teknolojiler sayesinde, okuyucular ve yazarlar arasındaki farkın ortadan kalkmış olması; alternatif üretimde bulunmayı kolaylaştırmıştır. Yayıncılık için gerekli olan teknik uzmanlık azalmıştır. Renkli ofset baskının kullanımı, bilgisayarlara geçiş ve internet, sesini duyurmak isteyenler için kapalı kapıları açmıştır. Diğer bir yandan ise alternatif yayınların yaşadığı sıkıntılar ise düzenli gelir kaynaklarının olmayışı ve gelirlerinin çoğunu kendi çalışanlarından ve okuyucularının bağışlarıyla sürdürüyor olmalarıdır. Kurucuları ve okuyucuları dışında destekleyeni olmayan alternatif yayının ayakta kalma şansı da bu nedenden ötürü azalmaktadır. Yine de alternatif medyanın odak noktası, ne daha iyi bir teknolojiye ne de daha iyi dağıtım ağlarına sahip olmaktır. Alternatif basını ayakta tutan, onun konuşma ve duyulmaya olan ihtiyaçlardan doğması ve her nerede ve nasıl olursa olsun bu yolu seçenlerin mesajlarını iletmenin bir yolunu bulacak olmalarıdır ( Phillips, 2007:58). 29 19. yüzyılın ikinci yarısında, gazete, broşür ve el ilanlarının artması, statükoya meydan okumanın araçları haline gelmişlerdir. Poor Man’s Guardian, The Free Inquirer, ve People’s Paper gibi yayınlar, İngiltere’de kısa zamanda popüler olmuşlardır. Bu yayınlar sosyal reform konularına da yer vermiştir. Örneğin Poor Man’s Guardian işçi haklarını ilgilendiren konularda yazılar yayınlamıştır. Britanya Hükümeti, bunlara tepki olarak vergilendirmeye gitmiş ve yayın lisansı alma koşulu getirerek, yayıncıları köşeye sıkıştırma taktikleri uygulamıştır. Yayın evleri yağmalanmış, malzemelere zarar verilmiş, yayıncılar hapse atılmıştır. The Free İnquirer’den Peter Annet, ateizm hakkında yazdığı için yargılanmıştır. Ama radikal basını susturmak için yapılan bu baskılar, basınların çıkmasına engel olamamıştır. (Waltz, 2005:20-21) 1968 Mayısında Fransa’da öğrenci ve işçilerin ayaklanması sonrasında Fransa sol kanatta “Liberation” adlı alternatif bir gazete çıkmıştır. Bu gazetede, cinsiyet, ırkçılık, kadın hakları ve çevre konusunda ve daha birçok politik konuda yazılar yayınlanmıştır. Ayrıca gazete açıkça demokratik bir proje önermiştir. Politik otoriteyi reddederek güç kavramının ötesine geçebilmeyi başarmıştır. Bu gazete aynı zamanda toplumsal bir değişim/dönüşüm için gerek duyulan bütün düşüncelere açık bir fikir hareketinden bahsetmiştir. “Liberation”, alternatif medyanın piyasa ekonomisi içinde hayatta kalabilmenin iyi bir örneğini bizlere göstermiştir (Bailey vd. 2008:3-4). Brezilya’da “cordel” adı verilen broşüre benzeyen basın türü, 8-16 sayfalık, hikâye anlatıcılar tarafından festivalden festivale anlattıkları özetlenmiş olaylardan oluşmuştur. 1890’lardan 1960’lara kadar devam eden bu broşürlerin o dönemlerde başka haber kaynağı olmayan insanlar için gazete, radyo ya da tiyatro niteliği taşımıştır (Dagron, 2004:44). 1960’daki askeri darbeyle cordellerin basımı 30 durdurulmuştur. 1968’te Paris’te “Liberation”a ek olarak, düşük bütçeli ve öğrenci ayaklanmalarına öncülük eden posterler, günümüzün basit, yaratıcı ve direk alternatif iletişimin örnekleri olmuşlardır. (2004:45) 3.2. Alternatif Radyolar Radikal içerik ve toplumsal hareket bakımından dar tanımlara sığmayacak denli kapsamlı korsan radyolar, alternatif medyanın bir türüdür. Korsan radyo yayınları, radyo dalgalarına ulaşmada yasal mercinin zayıfladığı yerlerde ortaya çıkmıştır. Soğuk savaş yıllarında, korsan radyolar hükümetlerin radyolarına karşıt bir şekilde haber ve bilgi sağlamada önemli bir rol üstlenmişlerdir. Alternatif radyolar, ucuz maliyetli, kurulumu kolay ve dinleyicilerin kolaylıkla ulaşabildiği bir araç olduğu için kısa zamanda yaygınlaşmıştır. Amatör radyocular radyo ile ilgili devlet düzenlemelerinin olmadığı bir dönemde, 1922’de Guglielmo Marconi İngiliz Hükümeti’nden yayın izni alana kadar, yayınlarına devam etmişlerdir. 1920’lerde Britanya’da yaklaşık olarak 250 bin kişinin amatör radyosunun olduğu ve bu kişilerin de radyo tekelini devletin almasına ve aynı şekilde ticari bir sisteme de karşı oldukları bilinmektedir. Kısacası, yayına hevesli ve bir vericisi olan herkes o dönemlerde radyo yayını yapmaya muktedirdir (Coyer, 2007:15-16). ABD’de, Federal Communications Commission (FCC),14 ruhsatına sahip olmadan kurulan radyolar arasında ilk kez 1987’de İllinois’da yayına başlayan ve Afrikalıların Kurtuluşu, Siyahların Kurtuluşu gibi bir kaç kez isim değiştiren Mbanna Kantalonu’nun İnsan Hakları Radyosu (Human Rights Radio) ve Berkeley’deki Özgür Radyo (Free Radio Berkeley) sayılabilir. İnsan Hakları Radyosu, ABD’de, siyahların özgürlük mücadelesinde önemli bir rol oynamıştır. Özgür Radyo ise, 14 Amerika’da telekomünikasyonla ilgili düzenlemeler yapan bağımsız hükümet organıdır (Kejanlıoğlu, 2003). 31 FCC’ye karşı 1995 ve 97’de mahkemeler kazanmış ve radyolar arası teknik ve içerik yardımı ve deneyim paylaşımı konusunda bir ağ kurmaya çalışmıştır (Kejanlıoğlu, 2003:75-93). Fransa’da fikir radyolarının ilki sayılabilecek Radio Campus, 1969 yılında yayın hayatına başlamış, çoğu üniveriste öğrencisi olan bir kitleye seslenmiştir. Radio Campus, günümüzdeki özgür radyoculuğun ilk örneklerinden sayılmaktadır. 1999’da kurulan fakat 2000’de kaldırılan “Özgür Medyalar Daimi Kordinasyonu” adlı kuruluş da, siyasetten ve ekomiden bağımsız ve özgür medyalar yaratmak için var olan sivil insiyatifleri bir araya getirmeyi başarmış ve toplumsal eşitsizlikçi ve ırkçı çevrelere karşı bir dayanışma yaratmıştır (Köse, 2007). BBC (British Broadcasting Corporation), John Reith’in, 1920’de, bir lisans ücreti karşılığında, ulusun birliğine dayalı; ulusu eğitmek, bilgilendirmek ve kamu söylemini canladırmak için hayata geçirdiği bir yayın kuruluşudur. Fakat BBC, halkın ihtiyaçlarına cevap verirken, halkın ne istediğini göz ardı etmiş ve bu eksikliği Avrupa kaynaklı istasyonlar alternatif olarak radyo yayınlarına başlayarak tamamlamışlardır.. Radio Normandie, Radio Luxembourg, bu radyoların ilk akla gelenleri olmuştur. 1954’te Independent Television Service (ITV)’in kurulmasına rağmen; 1960’ların ortalarına kadar Britanya’da BBC lisanslı radyo yayını yapan tek kurum olmaya devam etmiştir. Yerel yayın servisleri çok olmayan BBC, popüler müziklere sınırlamalar getirdiği ve yeni müzik türlerine karşı dinleyiciyi tatmin eden bir anlayış sergilemediği için, korsan deniz radyoları ortaya çıkar. Radio Caroline, Radio Invicta, Radio 390, Radio Scotland, Radio Essex ve Radio London bu korsan deniz radyolarının birkaç örneğidir. Bu radyolar İngiliz kanalı ve Kuzey Atlantik arasında yayın yapmaya başlamışlardır. 1967’de öğrenci radyoları oluşmaya 32 başlamış ve 1972’yle birlikte Ulusal Öğrenci Yayıncıları Birliği kurularak, bu birlik, örgütlü ağların kolektif bir şekilde oluşmasına ve sonrasında kampüs radyolarının kurulmasına katkıda bulunmuştur. (Coyer, 2007:17-28) Farklı kıtalardaki geniş bir dizi radyo pratiğini kapsayan bir organizasyon olan “World Association of Community Radio Broadcasters”in (AMARC), topluluk radyoları için değişen bölgelerde farklı tanımlamalar sunmaktadır. Latin Amerika’da AMARC, popüler radyo, eğitici radyo, madenci radyosu ve köylü radyosu gibi bileşenlerden oluşmuştur. Afrika’da yerel kırsal radyo tanımı kullanılıyor iken, Avrupa’da birlik radyosu, özgür radyo, popüler özgür radyo, çevresel radyolar, alternatif radyo ve topluluk radyosu gibi terimler tercih edilmiştir. Asyalılar ise radyoyu gelişim ve topluluk radyosu olarak tanımlarken; Okyanusya’da aborijin radyo, halk radyosu ve topluluk radyosu olarak çeşitlilik kazanmıştır. AMARC’ın topluluk radyo tanımı, farklı kimlik ve tanımlamaları göstermektedir. Bütün bu kimlik ve pratikleri kapsama girişiminde bulunur ve bazılarını kapsayıp diğerlerini dışlayan yerleşik tanımlamalardan kaçınır. AMARC-Europe, “topluluk radyo istastonu” nu, kar amacı gütmeyen, yerleşik bir topluluktan ya da yayın yaptığı özel alandan topluluğa hizmet eden olarak tanımlar. Bu hizmeti yaparken de, seslendiği topluluğun katılımını da radyoda teşvik eder (Servaes 1999’dan akt. Bailey vd. 2008:7). Bolivya’da Madenci Radyosu, askeri yöneyimin sansürlediği medya ortamında çok önemli bir fonksiyona sahip olmuştur. Komşu ülkelerdeki insanlar bu radyoyu dinleyerek, Bolivya’da ne olup bittiği hakkında bilgilenebilmişlerdir (Dagron, 2007:199). Topluluk radyoları içinde, anti-demokratik rejime, muhalif duruşuyla öne çıkmış bir diğer örnek, B92 radyosudur. Sırbistan’da Miloseviç 33 döneminin rejime karşı duruş sergilemiş bu radyo, 1990’larda ülkede tek alternatif haber alma kaynağıdır (Kuruoğlu, 2006:177). 3.3. Alternatif Film, Video ve Televizyon 1970’lerin sonuna gelindiğinde, bu dönemin toplumsal, politik, kültürel ve politik olarak kurulu sisteme ve otoritelere karşı bir başkaldırı dönemi olduğu söylenebilir. II. Dünya Savaşı sonrasında, 1968 Paris’te öğrenci hareketleriyle birleşen ayaklanmalar, feminist hareket, politik aktivizmin doğuşu, gay-lezbiyen hakları savunusu, Prag Baharı olarak bilinen Doğu Avrupa’da Stalinizm karşıtlığı, sol politikanın yükselişi ve daha pek çok gelişmenin yaşandığı yıllar 1970 ve 1980’lere damgasını vurmuştur. Yine bu dönemde akademide Marksist teori ve pratiğinin yeni bir okumasının yapılması, akademide radikal özdüşünümler olarak nitelenebilecek bir evre yaşanmasını sağlamıştır. Alternatif film ve video yapımı 1960’ların sonu ve 1970’lerle başlamış; bu dönemde “The London Film Makers Co-Up” (Londra Film Yapımcıları Kooperatifi), New Castle’da işçi sınıfı ve kültürünü inceleyen, “The Amber Film Collective”, sol kolektif bir yapıda olan, “Cinema Action”, “The Berwick Street Collective” ve Vietnam Savaşı karşıtı hareketleri ve kadın özgürlüğü hareketini destekleyen bir üretim ve dağıtım grubu olan “Liberation Films” gibi kolektif örgütler kurulmuştur. 1974’te alternatif film yapımcıları, İngiltere’de biraraya gelerek, Independent Film Makers’ Association’u kurmuşlardır. Bu birlik yalnızca film yapımı değil, fakat aynı zamanda dağıtımcıları, gösterim yapanları, eleştirmenleri ve eğitmenleri de kapsamıştır. Dinamik bir sol yapı ve deneyimsel bir film birliği olmuştur. Video, 34 filme nazaran medyanın daha katılımcı ve demokratik işlevini yerine getirebildiği için ve hem üretim hem de dağıtımı ilk politik hedef olarak öncelediğinden ayrı bir önem taşımıştır (Fountain, 2007). 1980’lerin ortalarıyla beraber Fransa’da İngiltere’deki BBC 4 ve More 4 kanallarına benzer bir şekilde “ La Sept” adlı kültürel bir kanal açılmış ve sonrasında bu kanal, Alman- Fransız ortak kanalı “ARTE” olarak değiştirilmiştir. Bu kanalların ortak noktaları, deneyimlere ve radikal politik, toplumsal ve kültürel görüşlere yer vermiş olmalarıdır. ARTE, Avrupa’da ve diğer ülkeler içinde anaakım dışı kurgu ve belgesel yapımcılar için yol gösterici bir kanal olmuştur. 1980’ler ve 90’lar yaygın medyaya müdahalelerin ve özerk medyaların yaratılması için verilen uğraşların sonuç verdiği zamanlardır. Bu uğraşları veren medya aktivistlerinin bu dönemlerde yaşadıkları belli başlı sıkıntı, yarattıklarını dağıtım konusunda, videotape kütüphanelerinin ve küçük ölçekli dağıtım gruplarının ötesine geçememiş olmalarıdır (Fountain, 2007:44). Yerel halkların kendi medyalarını meydana getirmek için dünyanın birçok yerinde son elli senedir göstermiş oldukları çabalar göze çarpmaktadır. Asıl meseleleri dil ve kimlik olan bu halklar, Avustralya, Kanada, Meksika, Brezilya, Amerika, Yeni Zelanda ve Şili’de bütün zorluklara rağmen kendi televizyon formlarını oluşturmayı başarmışlardır. Alternatif televizyona verilebilecek örneklerden birtanesi Latin Amerika’daki Telesur’dur. Telesur, kuruluş gerekçesi ve yayın ilkesi olarak; Latin Amerika halklarının kendi gerçeklikleri hakkındaki bilincini kaybettiğini ve Kuzey Amerika’daki baskın medyanın savaşı ve şiddeti zihinlere empoze ettiğini ifade ederek; ABD kültürel sömürgeciliğine karşı Latin Amerika ülkeleri için kültürel bir savunma hattı oluşturmak olduğunu belirtmiştir 35 Venezuela’daki Katya televizyonu, Malili işçi ve köylülerin haklarını savunmada halk mahkemesi gibi işlev gören Kayira Radyosu, Arjantin’de işçilerin kurduğu Petitera Televizyonu, alternatif medya türlerinin başarılı örnekleridir (akt. Köse, 2007:264-268). Amerika’da uzaklara kadar götürülebilen ulusal kamu anten sistemiyle, yüzlerce yerel kablo istasyonunun tek bir merkezde toplanabilmesini sağlayan bir proje tasarlanmıştır. Dee Dee Halleck, bu tasarının alternatif radikal çalışmalar için yeterli olmadığını fakat en azından, radikal seslerin ve görüşlerin duyurulabileceği bir kamusal alan yarattığını ifade etmiştir (akt. Fountain, 2007:45). New York merkezli Deep Dish TV15, bu projelerin örneklerinden sayılabilir. Bu kanal, özerk ulusal uydu dağıtımını ülke genelinde sağlayarak; yereldeki yüzlerce kablolu televizyonun bağlantısını bu uydu merkezinde toplamayı başarmıştır. Ticari ağlar homojen ve toplumun merkezi tek bir boyutunu sunarken; Deep Dish TV, farklılıkların sesi olmuştur. Anaakım tv kanalları izleyiciyi pasifleştirirken, bu kanal izleyiciyi eğiten ve aktif hale getiren yaratıcı programcılık örneği sunmuştur (2007). Şili’deki “Tele Analysis Video” deneyimleri, Pinochet diktatörlüğü döneminin önemli bir çıktısıdır. 1970’lerin ortalarında, Şili’de medyanın yoğun sansüre uğradığı bir zamanda, genç kameramanların sokaklara inerek direnişi, insan hakları ihlallerini, baskıyı ve sosyal hoşnutsuzluğu kaydetmeleri ve bunu yaymaları birlikler, kiliseler ve direniş grupları arasında bilgilendirici bir kaynak olmuştur (Dagron, 2007:200). 15 Deep Dish TV gibi, “Democracy Now!”, “Our Media”, “One World”, “Indymedia”, “Witness” ve “Undercurrents” gibi örgütler alternatif televizyonun örneğini oluştururlar ve sonraki teknolojik gelişmelerle bu ve benzeri aktiviteler, kullanıcı ve izleyicilere dünya çapında bir dağıtım sistemi sunacaklardır. Yakın bir geçmişte bu sistemler, pek çok benzeri gruplar üzerinde olası yeniliklere kapı aralamıştır (Fountain, 2007). 36 Tv Viva Kuzey Brezilya’da ve Tv Maxambomba Rio de Janeiro’da alternatif ekranlara verilebilecek örneklerdir. Küba’daki Tv Serrana insanlara farklı bir ses ve farklı programlar sunmuştur. Bu üç kanal, “televizyon” kelimesini tercih etmişlerdir; çünkü ticari ya da devlet güdümündeki tv istasyonlarına alternatif olduklarını açıkça göstermek istemişlerdir. Tv Maxambomba ve Tv Viva, toplumsal konular üzerine eğilmişlerdir: Ötekileştirmek, seks işçiliği, çocuk işçiler, sokak şiddeti ya da cinsel cinayetler gibi. Küba deneyimi ise medyaya ulaşamayan kırsal kesime hizmet sunabilmiştir (Dagron, 2007). 3.4. İnternetin Alternatif Kullanımı İnterneti kullanan ilk iki medya projesi “PeaceNet” (US) ve “GreenNet” (UK) adlı projelerdir. Bu iki proje 1985 yılında, toplumsal değişime inanan diğer örgütlere davetiye çıkaran “Association For Progressive Communications”i kurmuşlardır. 1990’ların ilk yıllarında ise aktivist mail listeleri ve grupları ortaya çıkmıştır. ACTIV-L (genel aktistivist bir oluşumdur), PROG-PUBS ( progressive campus publications-ilerici kampüs yayınları) , SAPPHO ( lezbiyen ve biseksüel kadınlar), SEACnet (çevreci öğrenciler eylem birliği), ve 1989’da World Wide Web (WWW) gibi internet kaynaklı kolektif örgütler kurulmuştur. WWW’nin kuruluşu, hem bilgiye erişimi hem de bu bilginin indirilmesini sağlayabilen bir oluşumdur. Amerikan dergisi “Practical Anarcy Online” elektronik formatta internette yer alan anarşist çizgideki ilk dergidir. Bu dergi editörleri, üyelerine, onları yeni konular ve gündem hakkında bilgilendiren e-mailler atarlar. 1990’larda alternatif medya sitelerinden en önde geleni “Spunk Press” (Spunk Library), pek çok anarşist dergiyi kayıt altına alan ve çeşitli anarşist haber servislerinin dağıtımını yapan bir site olarak yapılandırılmıştır. Bu sitenin anarşist topluluklar için önemi bununla sınırlı 37 kalmamıştır. 1992’de Hollanda’da uluslararası bir editör grubuyla, amaçlarının elektronik formata dönüştürülebilen ya da bu şekilde üretilen çalışmaların internette olabildiğince yayılmasını sağlayacak bir dağıtım rolü üstleneceklerini açıklamışlardır. Spunk Library kataloglarında Mihail Bakunin, Emma Goldman ya da Noam Chomsky gibi düşünürlerin makale ve konuşmalarına yer verilmiştir. Bu sitenin en önemli özelliği ise, bir teknolojinin anarşist bir projeyle birleştirilmiş olmasıdır En bilinen radikal internet sitesi ise Meksika’da Zapatistaların Chiapas Bölgesi için verdikleri mücadele için kurdukları web sitesidir. Chiapas Hareketi’nin önemli noktası, internet kullanımını, küresel boyutta radikal bir birlik alanı oluşturacak şekilde yapılandırabilmiş olmasıdır. Yaygın medyada dahi ses getiren bu hareket, yerel bir direniş projesi için uluslararası iletişim kanalları kullanımının yolunu açmıştır. Zapatistaların mücadeleleri, insan hakları, iş edinme ve sosyal haklar için mücadele veren hareket ve gruplarla büyüyen antikapitalist hareketleri temsil etmiştir (Atton, 2007:59-61). BIA (Bağımsız İletişim Ağı) ise, medya bağımsızlığı ve iletişim özgürlüğü için verilen mücadelede Türkiye’de oluşturulan mercilerden birisidir. Bianet ise BIA kapsamındaki etkinliklerden sadece birisidir. 1990’larda Türkiye’de yaygın medyanın yaşadığı çöküntü ile gerçek haberlere duyulan ihtiyaç doğrultusunda, Bianet, BIA vakfı ve TMMOB’nin yöneticilerinin 1996’da birlikte kurdukları bir projedir (Kürkçü, 2009). 1999 yılında Seattle’daki Dünya Ticaret Örgütü (WTO) toplantısı sırasında yapılan gösterilerde birçok radikal medya etkin bir rol oynamışlardır. Bunların en önde geleni ise, Seattle’ın bağımsız medya merkezidir. Bu olaydan sonraki yedi yıl içerisinde bağımsız medya merkezleri yaygınlaşmış ve dünyanın pek çok yerinde 38 açılmaya başlamıştır. Eylül 2006’dan itibaren, tüm dünyada 150 kadar bağımsız medya merkezi sayılabilmektedir. Büyük çoğunluğu Batı’da olmakla beraber, ABD’de 62, Kanada’da 12, Avrupa’da 48, Avustralya ve Yeni Zelanda’da 7, Latin Amerika’da 17, Asya’da 12 ve Afrikada’da 3 tane bağımsız medya merkezi vardır. Bu merkezler Seattle’da olduğu gibi protestocuların bir ajans veya forumla beraber, uluslararası şirketlere karşı büyük yerel gösteriler düzenleme aşamasında kurulmuşlardır. Bağımsız medya merkezleri aynı zamanda işçilik, insan hakları, küresel stratejiler ve çevre konularında faaliyet gösteren yerel hareketlerin iletişim kurdukları bir merkez haline gelmiştir (Downing, 2008:55-64). 4. Radikal Demokrasi, Yeni Toplumsal Hareketler ve Alternatif Medya Demokratik yönetimlerde yurttaşlar adına hareket eden/etmesi gereken medyanın iktidarı gözetlemesi ve iktidarın siyasiler tarafından kötüye kullanımına karşı önlem alması gerekir. Medya karşıt görüşlerin buluşabileceği, etkileşimde bulunabileceği herkese açık bir arena yaratabilmelidir. Aynı zamanda medya kamunun bilgilenme hakkına hizmet etmeli, yurttaşlıkla ilgili konulara etkin katılımını sağlayabilmeli ve siyasal tercihleri için seçenekler sunmalıdır. Fakat günümüz medyasının birkaç dev medya şirketinin tekelinde olması, bu medyaların topluma uzak, özel girişim çevrelerine yakın ve kültürel açıdan da tüketim toplumunun değerleriyle oluşturulduğu görülür. Bu nedenle de medya aslında demokratik işlevlerini yerine getirmemekte, demokrasi kültürüyle arasına mesafe koymaktadır (Gurevitch ve Blumler, 2014:193). 39 İletişimin temel bir insan hakkı olduğu ilk olarak 1969’da Fransız sivil bir memur tarafından –Jean d-Arcy- ortaya atılmıştır. 1989’da ise “International Commission for The Study of Communication Rights” (ICSCR), MacBride Raporu’nu sunarak, iletişim haklarını uluslararası seviyede ilk kez ele almış ve tanıtma girişimini gerçekleştirmiştir (Bailey vd., 2008:13). Bu hak böylelikle genişletilmiş ve iletişimin çift yönlü, demokratik ve dengeli bir diyalog şeklinde yürütülmesi yeni bir açıyla yeniden tanımlanmıştır. Pratikte bunun anlamı, bireyin iletişimde aktif bir partner olarak görülmesi ve verilen mesajların değiş-tokuş edilerek, toplumsal temsil ve iletişime katılımın artırılmış olamasıdır. Alternatif medyanın topluluklara kazandırdığı fayda onların kendilerini ifade edebilmelerine olanak tanıması ve toplumsal değişim ve gelişime katkıda bulunmasıdır. Temsili değil katılımcı anlayışla alternatif medya iletişimin demokratize edilmesinin önemli bir aracı olmuştur. Liberal demokrasinin gelişimi için işleyen radikal demokrasi kuramları üç başlık altında toplanmıştır. Birinci grupta Jurgen Habermas, Seyla Benhabib ve John Rawls tarafından geliştirilen “müzakereci demokrasi”, ikinci grupta Ernesto Laclau, Chantal Mouffe ve William Connolly’nin geliştirdiği “agonistik demokrasi” ve son grupta da Paul Hirst, Joshua Cohen ve Joel Rogers tarafından geliştirilen “örgütsel demokrasi” kuramları yer alır. Müzakereci demokraside, herkesin özgür ve eşit olarak katıldığı ve bütün farklılıklarını dışarıda bıraktığı bir kamusal alanda müzakere yoluyla konsensüse varabilecekleri varsayılır (Coşkun, 2007). Fakat Jurgen Habermas’ın 17. yüzyılda ortaya çıktığını söylediği “burjuva kamusal 40 alanı”16, 19. yüzyılın ikinci yarısıyla çökmeye başlamıştır. Habermas’a göre bu çöküşün nedeni genişleyen devlet müdahalesi ve ekonomik çıkar gruplarının kamusal alanı tahakkümleri altına almasıdır. Kamuyu giderek dışlayan bu devlet ve çıkar gruplarının sözcüsü konumundaki medya ise demokratik ve rasyonel rolünü yitirmiştir. Rasyonel-eleştirel bir tartışmanın yürütüleceği kamusal alan artık kamunun sesi olmaktan çıkmıştır (Curran, 2014:136-7). Medyanın öncülük ettiği kamusal diyalog, anlayış çoğulculuğuna dayanmalı ve bireylerin kendi toplumsal deneyimlerini ifade etmelerine olanak sağlamalıdır. Bunu sağlayamayan bir medyanın demokratik olduğunu söylemek anlamsız olacaktır. Medya, ortak anlayış etrafında toplanan Marksist ve feminist vb. gruplara, siyasal partiler şeklinde örgütlü gruplara ve etnik azınlık gibi farklı alt kültür gruplarına yer vermelidir. Bu grup üyelerini medya kamusal alanına almadığı sürece demokratik bir temsiliyetten de bahsedemeyecek hale gelir (2014-171-2). Kısacası müzakereci demokraside müzakereyi yapacak olan toplumun farklı kesimlerinden yurttaşların17 farklılıklarıyla birlikte katılamadığı bir kamusal alan söz konusudur. Yurttaşlık ile tüketicilik arasındaki çizgiyi bulanıklaştıran neo-liberalizmin panzehiri, sivil toplumun besleyeceği bir kamusal alandır. Habermas, kamusal alandan, “sivil toplumun içinden ortaya çıkan özgül bir alan” olarak bahseder. Keane göre ise kamusal alan, “genellikle belirli bir iletişim aracıyla ( tv, radyo, faks, uydu, telefon vb.) bağlantı kuran iki ya da daha fazla insan arasında, kısa ya da biraz uzun bir süre için verili bir 16 XVII. yüzyılın sonundan itibaren kurulmuş olan ve (ekonomi ve aileden oluşan) özel alanla (devlet ve yargı tarafından oluşturulan) kamu otoriteleri alanı arasında konumlanan bir tür foruma atıf yapmaktadır. Antik Yunan’a benzer bir biçimde, birey yurttaşlar devlet meselelerini tartışmak için bu kamusal forumda buluşmaktadırlar. XVIII. ve XIX. yüzyıl medyası burada önemli bir rol oynamıştır. Kısmen kitle medyasının yükselişi nedeniyle basının bu siyasal işlevi geri plana itilmiş ve yerini tümüyle ticari işleve terk etmiştir. Dolayısıyla Habermas’a göre XIX. yüzyıl sonuyla XX. yüzyıl başından itibaren kamusal alanın çöküşü başlamıştır. Habermas ısrarlı bir biçimde on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıl kamusal alanının sınıf ilintisi nedeniyle sadece burjuvaziye açık olduğunu belirtmiştir (Verstraeten, 2014:245). 17 “Habermas ve Nicholas Garnham’a göre yurttaş, kamusal müzakere hakları aracılığıyla kolektif olarak tartışılabildiği bir siyasal alanın sakinidir” ( akt. Stevenson, 2008:113) 41 etkileşim ortamında ve/veya tartışmacıların konumlandığı daha geniş bir toplumsal ve siyasal yapılar içinde işleyen iktidar ilişkileriyle ilgili olarak, şiddet içermeyen çekişmelerin yaşandığı özgül tipte bir uzamsal ilişkidir” (akt. Kejanlıoğlu, 2004:699). İkinci kuram olan agonistik demokrasi modeli, kamusal alandaki ilişkileri kimlik ve fark temelinde inşa eder ve ortak bir konsensüs yerine, “kimlik siyaseti”ni geliştirecek noktaları ön plana çıkarır.18 Bunun nedeni ise II. Dünya Savaşı sonrasında gelişen yeni hegemonik oluşumların, toplumsal ilişkileri metalaştırması, bürokratikleştirmesi ve homojenleştirmesidir. Bu çerçeveden düşünüldüğünde “yeni toplumsal hareketler”, Laclau ve Mouffe tarafından bu üç etkene karşı gelişmiş hareketler olarak değerlendirilmiştir. Bu hareketler kimlik ve fark temeline dayalı agonistik bir demokrasinin gelişimi için bir ortam yaratmışlardır (akt. Coşkun, 2007:19). Yeni toplumsal hareketler terimi, bir dizi farklı mücadeleyi bir araya getiren bir kavramdır. Kentsel, ekolojik, otoriter sistem karşıtı, feminist, ırkçılık karşıtı, etnik, bölgesel ve cinsel azınlıkların mücadelerini de kapsayan yeni toplumsal hareketleri, bir kısım teorisyenlere göre eski toplumsal hareketlerden ayıran nokta, sınıf temelli işçi hareketlerinden ayrı bir temel üzerinde gelişmesidir.19 İşçi mücadelesi kavramının sorunlu doğasında ısrar etmek artık anlamını yitirmiştir (Laclau ve Mouffe, 2008:245-46). Laclau ve Mouffe’a göre, “devletin müdahale 18 “Laclau ve Mouffe tarafından betimlenen çeşitli tarihsel dönüşümler, sosyalist sistemlerin çöküşünü ve yaşamın sanayi sonrası biçimlerine yol açan üretim tarzındaki değişimleri, sadece işçi sınıfının değil; yeni postliberal, postmodern toplumsal ve siyasal hareketleri ve protesto biçimlerini içerir. Bu değişimler ve dönüşümlerle işçi sınıfı mücadelesi dışında ekoloji, cinsellik, din, azınlık grupları ve barış alanlarına doğru yaygınlaşan mücadele alanları doğurmuştur. Böylelikle de devlet ve sınıf temelli olmayan bir biçimde, “farklılık ve kimlik” kategorisi içinde anlaşılması gereken; radikal demokrasi projesi ortaya çıkmıştır. Bu projede Laclau ve Mouffe, Foucault ve Derrida’dan aldıkları “söylem” ve “farklılık” kavramlarını ve Gramsci’nin sınıf temelli olmayan “hegemonya” tanımını kullanırlar (Keyman, 1999:75-76).” 19 Robin Cohen’e göre, Yeni Toplumsal Hareketleri eski toplumsal hareketlerden ayıran noktalar şunlardır: “1Yeni toplumsal hareketler, kültürel ve kişisel kimliklere yönelmiştir. 2- Teknolojik devlete karşı kültür ve sivil toplumu savunmuştur. 3- Yaşama ilişkin ihtiyaçlara odaklanmıştır. 4- Karar verme süreçlerini demokratize etmişlerdir. 5- Gündelik hayatta alternatif anlamlar üretirler. 6- Demokratik ve katılımcı bir şekilde yapılanırlar (akt. Coşkun: 2007:136). 42 ettiği bütün alanlarda, toplumsal ilişkilerin politikleşmesi sayısız yeni antagonizmaya temel oluşturmaktadır” (2008:249). Farklı söylemlerin ve mücadelerin birlik yaratmak pahasına törpülenmesi yerine, agonist demokrasi bu farkların (cinsiyet, kimlik, sınıf vs.) birarada çatışarak var olabileceğinin altını çizmiştir. Kısacası, agonistik demokrasi modeli, oydaşma adına farklılıkların silinmesi yerine çatışmalı çoğulcu bir anlayışla bir arada yaşatılabileceğini ortaya koymuştur. İçinde birçok farklı kimliklerden örülü yeni toplumsal hareketler, verdikleri mücadelerde kitleselleşebilmek için, medyayı etkin bir biçimde kullanma becerisi göstermişlerdir. (Çoban, 2004:55) Alternatif medyalar üreterek karşıt-kamusal alanlar yaratılabileceğini gösteren yeni toplumsal hareket üyeleri, agonistik demokrasinin hem itici gücü hem de onun üzerinde temellendiği antagonizmaların çatışmalı biraradalığından beslenir. Son olarak örgütsel demokrasi ise, devlet, sivil toplum ve piyasa ayrımında bu üç alanın birbirlerine müdahale etmesinin yanlış değil doğru olacağından hareketle, toplumsal sorunları çözme konusunda işbirliği yapmaları önermesinde bulunmuştur. 1960’lı yıllarda kapitalist sistemin ve Marksizmin içinde düştüğü bunalım ortamında kendisini temellendiren radikal demokrasi kuramları, günümüzde de demokratik hak ve özgürlüklerin çoğalması adına siyasal bir çerçeve sunmuştur. Klasik liberalizm ve Marksizme alternatif olanaklar sunan radikal demokrasi teorileri solun gündemine de yeni tartışmalar açmıştır ( Coşkun, 2007:21). Habermas’a göre modern toplum, araçsal akıl (tek taraflı) tarafından yönetilmektedir. Onun önerisi ise, iletişimsel ussalıktır. Araçsal ussallık kamusal alanı sömürgeleştirirken, iletişimsel akıl demokratikleştirir. Dolayısıyla, yurttaşlar, gruplar, hareketler ve örgütler arasında görüş oluşturma, tartışma ve müzakere için 43 alternatif bir kamusal alanın varlığı gereklidir (akt. Coşkun, 2007:44). Fakat Habermas’ın müzakereci demokrasi anlayışında ortaya çıkan “geniş halk katılımı, kamusal tartışma ve sorunlardan haberdar olma, bir yargıya ulaşmak için müzakereler yapma, müzakere edilen konuda konsensüse ulaşma, her birey için eşit koşullar” şeklindeki önermelerin hepsi, müzakere sürecine katılanlardan farklılıklarını dışarıda bırakacak şekilde alana kabul etmektedir (2007:48). Bu da müzakereci demokrasi anlayışının müzakere anlayışının eksik ve dar olduğunu göstermektedir. Alternatif medya toplumun dışlanan farklılıklarının yarattığı medyaysa eğer, bu alternatif kamusal alanda onlar farklılıklarıyla beraber var olmalı ve çatışmanın çoğulculuğuyla biraradalığı sağlayabilmelidirler. Örgütsel demokrasi anlayışındaki sivil toplum, devlet ve piyasanın iş birliği ise günümüz koşullarında gerçeğe pek yakın gözükmemektedir. James Curran’ın demokratik medya modelindeki gibi devlet ve piyasayı bir arada düşünen modeller örgütsel demokrasi anlayışına yaklaşırken; agonistik demokrasinin20 farklılıklar ve kimlikler üzerine kurulu demokrasi anlayışı, bizlere yeni toplumsal hareketlerin bileşenlerini ve bu bileşenlerin yarattıkları alternatif medyayı hatırlatır. Modernitenin bir iktidar kurma süreci olduğu, buna tezat olarak ise postmodern dönem olarak adlandırılan yeni bir siyasal ve toplumsal sürecin ise, bu iktidarı kaldırmak ve bireyi özgürleştirmek adına tasarlandığı bilinmektedir. Ulus devletlerin yaşadığı sarsıntının temelinde, kimlik, beden ve özne konusunda karşılaşılan yeni yorumlar ve sivil alanın21 genişletilmesini sağlamaya çalışan fikirler 20 William Connolly’e göre, agonistik yani çatışmacı ve tartışmacı bir demokrasi; “kimliğin hayat açısından gerekliliğini olumlayan, onun dogma haline getirilmesine karşı çıkan ve insan yaşamının çok biçimli çeşitliliğini koruma kaygısını kimlik ve farklılık arasındaki karşılıklı bağımlılık ve mücadeleyle birleştiren siyasi hayaldir (akt. Coşkun, 2007:79). 21 Sivil alan, 5 büyük boyut içermektedir. Ulusal, bölgesel ve yerel toplulukların olduğu “mekansal-bölgesel”, “dinsel-etnik-ırksal”, feminist ve kadın hakları gruplarının oluşturduğu “cinsiyete dayalı”, sendikaların ve meslek 44 vardır. Postmodern dönem, iki düğüm arasında tanımlanır: demokrasi ve kimlik kavramları. Çoğulcu, çok kültürlü bir evrenin yaşandığı bu dönemde, kimlik, fark ve tanıma politikalarının ortaya çıktığı ve bunların anlam kazandığı bir zamanda da modernitenin oluşturduğu anlamlar ortadan kalkmıştır. Bu anlamda da, kadın araştırmaları, eşcinsellik kurumu, cinsiyet araştırmaları, kültürel kuram ve araştırmaları önem kazanmıştır (Kahraman, 2004: xi). Sonuç olarak alternatif medya, medyanın demokratikleşmesi adına önemli bir alan açtığı için önemlidir. Medyanın demokratikleşmesi demek ise, farklılıkları içine alması ve ancak bu çoğulculuk içerisinde karar mekanizmaları oluşturması demektir. Bu nedenle de alternatif medya, hali hazırdaki medya piyasasında radikal demokrasinin hem destekçisi hem de ondan beslenen bir araç olarak görülebilir. Radikal demokrasi kimliklerin ve mücadelelerin yaşam alanıysa, alternatif medya da bu yaşam alanının bir parçası, bir bileşenidir. Alternatif medyada önemli olan iki yollu gelişen iletişimdir. Burada Janet Wasco ve Vincent Mosco’nun ortaya attığı ‘medya içinde’ ve ‘medya aracılığıyla’ demokratikleşme ayrımı ortaya çıkar. Birey, ‘medya içinde’ olduğunda, profesyonel olmayan katılımcıların medya üretimine katıldıkları bir süreç yaşanır. Bu katılım, mikro bir katılımdır fakat uzun süremli bir ‘sivil tavır’ geliştirerek sivil kültürün gelişmesine katkıda bulunur. ‘Medya aracılığıyla’ gelişen durum ise, kamusal tartışmalara girmeyi ve kendini kamusal alanda temsile olanak veren makro katılımı anlatır (Bailey vd., 2008). derneklerinin oluşturduğu “ mesleki dernekler” ve son olarak da “jenerasyona dair kategoriler” dir ( akt. Pakulski, 2007). 45 II. BÖLÜM: TÜRKİYE’DE ALTERNATİF MEDYA İkinci bölümde, Türkiye’de alternatif medyanın oluşum süreçlerine ve örneklerine değinmeden önce, Türkiye’de başlangıcından günümüze, yazılı ve görsel medyanın hangi koşullar ve baskılar altında yayınlarını sürdürdüğü, bu kısıtlanan ve sınırlandırılan medya ortamından, alternatif medyaların nasıl ortaya çıktığı üzerinde durulacaktır. Bizde basın ya da daha geniş bir çerçevede iletişim özgürlüğünden22 bahsedilebilir mi ya da bizim medyamız demokrasi kültürünün yerleşemediği bir ülkede, nasıl bir gelişim çizgisi göstermiştir ve ne tür baskılara maruz kalmıştır şeklindeki sorulara yanıt aranacaktır. Çünkü basının baskılara maruz kaldığı zamanlar, alternatif medyaların oluşumu için itici bir güç olmuştur. Yeni sansür biçimleriyle çoğalan baskıyı bertaraf etmek ve iletişim özgürlüğünün sınırlarını genişletmek için uğraş veren yeni toplumsal hareketler ile onlara bağlı grupları besleyen tartışmaları kuşatan kavramlar ‘radikal medya’, ‘barış gazeteciliği’, ‘alternatif yayıncılık’ etrafında yoğunlaşmıştır (Köker ve Şanlı, 2013:118). 1.Siyasal İktidarların Gölgesinde: Dünden Bugüne Türkiye Medyası’nın Oluşumu ve Denetimi Gazete batıda toplumun ekonomik, politik ve sosyal ihtiyaçlarının ve yaşanan devrimlerin, ekonomik gelişmelerin ve bunun paralelinde teknik ilerlemelerin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Osmanlı’da ise ilk gazeteler toplumu batılılaştırmanın 22 Basın özgürlüğü kavramı, düşünce ve kanaatleri dergi, gazete broşür vb. aracılığıyla yayabilme özgürlüğü olarak tanımlanan ve daha çok konuşma özgürlüğü ile bağdaştırılan bir kavramdır. İletişim özgürlüğü kavramı ise, yazılı basındaki konuşma özgürlüğünün ötesinde, görüş ve düşünceleri hayatın her alanında ifade edebilme özgürlüğünü kullanmak için kullanılmaya başlanmıştır. Dergi, gazete gibi yazılı basının yanında radyo, televizyon sinema ve internet gibi yeni iletişim araçlarının hayatımıza girmesiyle beraber 1970’lerle beraber “basın özgürlüğü” yerini “iletişim özgürlüğü”ne bırakmıştır. Fakat yaygın olarak hala basın özgürlüğü terimi tercih edilse de, iletişim özgürlüğü kavramı daha geniş bir çerçevede, yeni iletişim araçlarının kullanımı ve düzenlenmesinin ötesinde hayatın her alanındaki konuşma, ifade etme ve bilgi edinme özgürlüğümüzü anlatır ( Köker ve Şanlı, 2013:115). 46 bir aracı olarak devlet şahsiyetleri tarafından çıkarılmıştır (Demir, 2007:77-78). Bu şahsiyetlerden birisi olan II. Mahmut’un 19. yüzyılda reformları topluma tanıtmak istemesiyle Osmanlı Basını’nın gelişimi hız kazanmıştır. Bu gerekçelere dayandırılarak çıkarılan Osmanlı’nın ilk gazetesi 1831 tarihli Takvim’i Vekayi olmuştur. Tanzimat Fermanı’nın duyurulması niyetiyle de 1841’de Ceride-i Havadis basılmıştır. Bu iki örnek üzerinden bir okuma yapıldığında, ilk gazetelerin devlet mekanizmaları tarafından belirli siyasi amaçlar doğrultusunda çıkarıldığı görülür. 1860’lara kadar resmi gazeteler devletin sesi olmaya devam etmiş; yönetime karşı eleştirisiz bir çizgide yayınlar sürdürülmüştür. 1860’da ise Şinasi ve Agâh Efendi’nin çıkardıkları Tercüman-ı Ahval, ilk özel gazete olup, onu 1862’de Tasvir-i Efkar izlemiştir. I. Meşrutiyet öncesinin bu özel Türk gazeteleri, Türkiye’de kamuoyu fikrinin ve düşünsel ve siyasal muhalefetin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Şinasi ve Namık Kemal daha sonra “Yeni Osmanlılar Cemiyeti”ni kurarak; gazetelerde “ ulus, vatan, özgürlük, yurtseverlik, devrim” gibi kavramları kullanmış, toplumun düşünsel hayatına katkıda bulunmuşlardır (Gürkan, 1998:25). Yeni Osmanlılar 1865’te örgütlenerek gizli bir dernek kurmuşlar; bu derneğin kurulmasını takip eden dönemlerde siyasal baskılar nedeniyle Avrupa’ya kaçmak zorunda kalan gazeteciler, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi, Agâh Efendi, Reşat Ve Rıfat Beyler Muhbir, Hürriyet, Uluç ve İnkilap gibi ilk JönTürk gazetelerini yurt dışında çıkarmışlardır (1998:28). Osmanlı İmparatorluğu’nda 1864 yılına kadar basın özgürlüğünün hukuki ve objektif herhangi bir sınırı yoktur. Padişahlar istediği zaman gazete çıkarılmasına izin vermiş, istediği zaman bu izni kaldırmış ve gazeteleri kapatabilmiştir. XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren tüzük ve kararnamelerle düzenlenen basın alanı, yine yöneticilerin kişisel müdahalelerine açık olmuş, sıkı kontrol ve denetleme mekanizmalarına tabi tutulmuştur. Osmanlı Dönemi’nin basın alanına ilişkin ilk kapsamlı yasal düzenlemesi olan 1864 tarihli Matbuat 47 Nizamnamesi’yle basın sınırsız bir sansüre uğramıştır. Gazete ve dergilerin çıkarılmasını idari tedbirlere bağlayan Ali Kararnamesi (1867) ile Muhbir ve Vatan kapatılmış, memur gazeteciler uyarılmış ya da yeni görevlere atanarak İstanbul’dan uzaklaştırılmış; Tercüman-ı Ahval ve Tasvir-i Efkar’ın yayınlarına son verilmiş, gazeteci memur Ali Suavi, Namık Kemal ve Ziya Bey yeni görevlerine gitmemek için yurt dışına kaçmışlardır (Köker ve Şanlı, 2013:120). I. Meşrutiyet’in ilanı ve 1876’da yürürlüğe konan Kanuni Esasi ile birlikte basın kısa sürecek bir özgürlüğe kavuşmuştur. Fakat 14 Şubat 1878’de bu Anayasanın kaldırılması ile başlayan İstibdat Dönemi basın özgürlüğüne darbe vurmuştur. Aynı yıl Sansür Heyeti’nin kurulmasıyla gazeteler basım öncesinden itibaren denetim altına alınmış ve bu baskılar aydınların gazete çıkarmak için yurt dışına gitmelerine neden olmuştur (1998:30). II. Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte iktidara gelen İttihat ve Terakki yönetimi ise toplumu çeşitli baskılarla tahakkümü altına almaya başlamış, aynı yöntemi basın üzerinde de uygulamış ve düşünceleri nedeniyle pek çok gazeteci bu dönemde öldürülmüştür. İttihatçıları eleştiren Serbesti gazetesinin başyazarı Hasan Fehmi ve Sada-yı Millet gazetesinden Ahmet Samim 1909’da öldürülen gazeteciler olmuşlardır (Gürkan, 1998:32). Yine aynı yılın temmuzunda yürürlüğe giren Matbuat Kanunu’nda, padişahı, devleti, dini ve milleti koruyan; fakat suçu ve ayaklanmayı kışkırtıcı yazılara yasak getiren hükümler yer almıştır. Bu kanun bazı değişikler yapılmasına rağmen 1931’e kadar yürürlükte kalmıştır. Yeni kurulacak rejimde, topluma yeni ideolojiyi benimsetmek için basından yararlanılmıştır. 6 Nisan 1920’de çalışmaya başlayan Anadolu Ajansı’nın yeni rejimin ulusallaşma sürecinin bir ürünü olduğu bilinmektedir. Anadolu Ajansı’nın kurulmasındaki amaç, bazı propagandaları kırmak ve yabancı haber ajanslarına olan bağımlılığı azaltmak olmuştur (Kuyucu, 2012). 48 Cumhuriyetin ilk yıllarında Doğu’da ayaklanmaların olması sıkı yönetimi başlatmış; “4 Mart 1925’te mecliste kabul edilen Takrir-i Sükun Kanunu23’nun ardından, Tanin, Tevhidi-Efkar, Sebilür Reşad, Aydınlık, Resimli Ay, Orak Çekiç, Son Telgraf ve Vatan da dahil olmak üzere İstanbul ve Anadolu’nun değişik eğilimlerindeki muhalif gazete ve dergiler birer birer kapatılmıştır. Yazarlar Ankara ve Elazığ İstiklal Mahkemelerinde yargılanarak tutuklanmışlardır” (Tazegül, 2005:151). Kısacası, Takrir-i Sükûn Kanunu’yla beraber, nisbi de olsa mevcut olan özgür basın ortadan kalkmıştır (Gürkan, 1998:45). 1931’e gelindiğinde ise Cumhuriyet döneminin ilk basın yasası çıkarılmıştır. 1931 Basın Kanunu ile ilk kez hilafeti, saltanatı, anarşizmi ve komünizmi savunan yayınlara açıkça yasaklamalar getirilmiş ve hükümete de “yurt yararına ters düşen yayınları” kapatma yetkisi verilmiştir. Bu baskılar altında yoluna devam etmeye çalışan basına başka bir denetim mekanizması eşlik etmiş ve 1933’te İçişleri Bakanlığı’na bağlı “Matbuat Umum Müdürlüğü”24 kurulmuştur. Bu kurumla birlikte Cumhuriyet rejiminin basın üzerindeki etkisi ve kontrolü daha kesin bir nitelik kazanmıştır. 1935’te, basınla Basın Genel Direktörlüğü arasında işbirliği sağlamak adına ilk basın kongresi toplanmıştır. Bu kongrede basının kültürel görevlerini yapmasını geliştirecek imkanlar, basının devlet eliyle kalkınmasını sağlayacak çalışmalar görüşülmüştür. Basın kongresinde, basının devlet ile bağlarının güçlendirilmesi ve yayınların devlet politikalarına uygun yapılması amaçlanmıştır (Tazegül, 2005:152). Haziran 1938’e 23 1925 yılı Şeyh Sait ayaklanmasının ardından mecliste 4 Mart 1925'te Takrir-i Sükûn Kanunu kabul edilmiştir. 1927 yılına kadar sürecek olan sıkıyönetim bölgelerinde çıkarılan her türlü gazete dergi sansüre uğramıştır. Bu kanunla hükümete sınırsız bir yetki tanınmış ve basın özgürlüğü de bu anlamda hükümetin yetkisi ile sınırlandırılmıştır. Kanunun yürürlüğe girmesiyle yurt içinde birçok basın organı kapatılmış ve çok sayıda gazeteci İstiklal Mahkemeleri'nde yargılanmıştır. Kısacası bu kanun ile muhalif basın susturulmuştur ( Yıldız, 2014:439). 24 7 Haziran 1920’de “Matbuat ve İstihbarat Müdüriyeti Umumiyesi” teşkilat kanunuyla kurulan ve 22 Mayıs 1933’te “Matbuat Umum Müdürlüğü” olarak adı değiştirilen kurum, 16 Temmuz 1943’te de “Basın Yayın Umum Müdürlüğü” adını almıştır (Yıldız, 1996:482). 49 gelindiğinde, 1931 tarihli Matbuat Kanunu’nun köklü bir değişiklikten geçirildiği ve basın özgürlüğünün daha da kısıtlandığı görülmektedir. Bu yasa değişikliğiyle gazete ve dergi çıkarmayı zorlaştıran şartlar getirilmiş; aynı zamanda basında çalışma ve haber verme hakları da daraltılmıştır. Hükümeti eleştirebilme hakkı ise, zaten hükümete gazete kapatma yetkisi tanıyan 1931’den beri denetim altına alınmıştır. Bu dönemde basın devletin kontrol ve sınırlamalarına açık bir hale getirilmiş, siyasal iktidar basın organlarından kendisine destek verecek yayın yapmalarını talep etmiştir. 1938’de yapılan değişiklikle, siyasi nitelikli gazete ve dergi çıkarmak “para yatırma” şartına bağlanmış; buna ek olarak da “beyanname istemi” yerine, “ruhsatname alma istemi” getirilmiştir (Demir, 2007:131; Tazegül, 2005). Tek partili dönemden çok partili döneme geçişin tarihi olan 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti, 1931 tarihli basın yasasını değiştirmiştir. DP, 24 Temmuz 1950’de, üzerinde pek çok değişiklik yapılan fakat 54 sene yürürlükte kalan 5680 Sayılı Basın Yasası’nı çıkarmıştır. Bu basın yasasıyla iktidar ile basın ilişkilerinde iyileşme olmuş ve yeni rejim kurulduğundan beri basın en özgür dönemini yaşamaya başlamıştır (Demir, 2007:160). Gazete çıkarmak için bildirimde bulunmak yeterli görülmüş, gazete sahiplerinin yayımlanan yazılardan dolayı cezai sorumluluğu kaldırılarak, yazılardan yazı işleri müdürü ve yazar sorumlu tutulmuştur. DP ayrıca 5953 sayılı başka bir yasayla gazetecilere sendika hakkı, kıdem tazminatı, iş sözleşmesi gibi haklar tanımıştır (Elif ve Kaya, 2010:95). DP iktidarı ile basın arasındaki iyi ilişkiler 1954 seçimlerinden sonra bozulmaya başlamıştır. Nedeni ise basının hükümeti eleştiren yazılar kaleme almaya başlamış olmasıdır. Devletin politik duruşuna ve mali gücüne zarar verdiği düşünülen 50 gazeteciler hakkında ağır cezalar getirecek olan basın kanunundaki değişiklik25 TBMM’de onaylanmıştır (Demir, 2007). DP iktidarı döneminin bir diğer önemli gelişmesi ise, Türkiye’nin önde gelen iki gazetesinin çıkarılmaya başlanmasıdır. 1 Mayıs 1948’de gazetecilik kökenli Sedat Simavi Hürriyet gazetesini; 3 Mayıs 1950’de ise yine ailesi gazeteci olan Ali Naci Karacan Milliyet gazetesini çıkarmıştır (Hürkan ve Kayış, 2011:15). Aynı yıllarda gazetecilik kökenli olmayan iş adamlarının da gazeteciliğe soyunduğu görülür. Yeni Sabah’ı alan Safa Kılıçoğlu ile birlikte, Türk basınında ilk defa basın alanı dışından birisi gazete sahibi olmuştur. Bunu, Yeni İstanbul gazetesiyle Habib Edib Törehan ve Akşam gazetesini satın alan Malik Yolaç takip etmiştir. Fakat Türk basınında mülkiyet yapısında büyük değişimlerin başlangıcı, Aydın Doğan’ın Milliyet’e 1979’da ortak olmasıdır. Türk medya devi olarak görülen Aydın Doğan, pek çok tv kanalı, gazete, dergi ve radyonun da sahibi olması nedeniyle Türk medyasındaki yoğunlaşmanın bilindik bir örneğidir (Kuyucu, 2012:10; Adaklı, 2006). 27 Mayıs 1960 Askeri müdahalesi döneminde basınla ilgili yeni düzenlemeler yapılmıştır. 1961’de resmi ilan dağıtımının düzene sokulması amacıyla Basın İlan Kurumu’nun kurulması ve gazetecilerin iş güvenliğini sağlayan 212 sayılı yasa bu düzenlemeler arasındadır (Demir, 2007:169). Devlet kâğıt tahsisini kontrolünde tutarak, toplam ilan gelirindeki oranı yüzde ellilere ulaşan resmi ilanları dağıtrnada yandaşlarının kayırarak 'naylon bir basının' oluşmasını teşvik etmekteydi. 27 Mayıs müdahalesi basın ilkelerinin yine devlet tarafmdan oluşturulması girişimlerini sona erdirdi. Basın İlan Kurumu kurularak resmi ilan aracılığıyla yapılan devlet baskısı bir ölçüde azaltıldı (Koloğlu, 2012:75). 25 1956’da basın özgürlüğünü kısıtlayacak yönde Basın Kanunu’nda değişiklik yapılmıştır. 1957 ve 1958 yıllarında çıkarılan kararnamelerle de gazete ve dergi kâğıtlarının tek elden ithali ile reklam ve ilanların tek elden dağıtımı kararı alınmış; böylelikle de muhalif basın üzerinde daha fazla kontrol mekanizmaları kurulmuştur (Yıldız, 2014:443). 51 1961 Anayasası, 1924 Anayasası’na kıyasla iktidarı kısıtlayan, vatandaşların hak ve özgürlüklerini öne çıkaran bir anayasa olmuştur (Birsen, 2011:22). Bu anayasada “Basın hürdür, sansür edilemez” hükmü yer almış ve basın özgürlüğünü sağlayacak uygulamalar konusunda devlete sorumluluk yüklemiştir (Köker ve Şanlı, 2013:122). 1960’ların göreli özgürlük ortamından 1980’lerin son derece baskıcı dönemine gelindiğinde, askeri yönetimin getirmiş olduğu yasaklamaların, basını neredeyse tamamen susturduğu söylenebilir. Bu dönemde basın yayın organlarına müdahaleler yapılmış, gazeteciler hapse atılmış ya da öldürülmüştür. Demokrat, Aydınlık ve Hergün gazeteleri tamamen kapatılmış; Türk basınının hemen hemen hepsi ya sansüre uğramış ya da gazetecileri mahkûm edilmiştir (Kuyucu, 2012:13-27). 24 Ocak 1980’de Altıncı Demirel hükümeti tarafından ilan edilen ekonomik tedbirler neticesinde, pek çok malın fiyatında yapılan artışlar gazete kâğıdına da etki etmiş, gazete kâğıdına %300 zam yapılmıştır (Adaklı, 2006:138-140). 1983-89 yılları arasında başbakanlık, 1989-93 yılları arasında da cumhurbaşkanlığı yapmış olan Turgut Özal, Cumhuriyet tarihinin en sık ve en yüksek rakamlı tazminat davalarını gazete ve gazetecilere açmıştır. Diğer yandan ise Özal ve çevresiyle ilişkiler kuran basın ve medya sahipleri teşvik belgeleriyle ödüllendirilmişlerdir (Adaklı, 2006: 147-153). 1990’lar ve sonrasına baktığımızda ise, Türkiye’de medya sektöründe yoğunlaşmaların hızlandığını ve gazeteci ailelerden gelen geleneksel medya sahipliği yerine, medya dışı alanlardan gelen medya patronlarının yer aldığı görülür (Adaklı, 2001:145). 1931 Matbuat ve 1950 Basın Kanunları’ndan sonra 2004’ye yeni bir basın yasası çıkarılmıştır. Bu yasa Cumhuriyet tarihindeki üçüncü ve son basın yasası olmuştur. “2004 tarihli Basın Kanunu’nda basın özgürlüğü; bilgi edinme, yayma, eleştirme, 52 yorumlama ve eser yazma hakkını, içerecek şekilde tanımlanmıştır ( Köker ve Şanlı, 2013:123-124).” 2010 yılında ise Anayasanın 148. Maddesinde 5982 Sayılı Kanunu ile yapılan değişiklikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasada ortak olarak yer alan temel hak ve özgürlükler konusunda Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı getirilmiştir. Bu temel hak ve özgürlüklere “basın özgürlüğü” de dahil edilebileceğinden olumlu bir gelişme olarak bakılabilir (Yıldız, 2014:432). Yazılı basının uğradığı bu baskılar karşısında radyo ve televizyon yayınları üzerinde ne tür kontrol mekanizmaları sağlandığına bakıldığında ise karşımıza 1994’te çıkarılan 3984 sayılı yasa çıkmaktadır. Bu yasa, “Radyo ve Televizyon Kuruluşlarının Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun” ile özel radyo istasyonlarının, özel televizyon kanallarının ve TRT’nin uymakla yükümlü olduğu kuralları düzenlemiştir. 3984 sayılı kanunun 29. Maddesinde yayın haklarının kime verilip, kime verilemeyeceği anlatılır. Bu maddeye göre, “Siyasi partiler, dernekler, sendikalar, meslek kuruluşları, kooperatifler, vakıflar ve mahalli idareler özel radyo ve televizyon kuruluşu kuramaz ve bunlara ortak olamazlar” (Birsen, 2011:22-23). Böylelikle de sivil toplum örgütlerinin radyo ve tv yayıncılığının önüne engel konulur. Yine bu yasayla, yayıncılık alanı düzenleme yetkisi “Radyo Televizyon Üst Kurulu” na (RTÜK) verilmiştir (Kuyucu, 2012: 115). 2011’de “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkındaki Kanun” revize edilmesine rağmen; kamu hizmetine uygun, demokratik tartışmayı besleyen ve yoğunlaşma ve ayrımcılığa karşı duran bir içeriğe sahip olmadığı için eksik nitelikte kabul edilmiştir. 53 2.Türkiye’nin Muhalif Medyaları: Örnekler Üzerinden Bir Değerlendirme Marisol Sandoval alternatif medyayı öznel ve nesnel yaklaşımlar ışığında ele alır. Öznel yaklaşımlar medya aktörlerine odaklanan ve alternatif medyanın üretim yolları üzerinde durur. Sıradan, sesini duyuramayan insanların sesi olan medya üretimlerinin, medyayı demokratikleştireceğini ve bu şekilde medyanın toplumsal katılımı teşvik edeceğini vurgular. Kısacası, öznel yaklaşımlar alternatif medyanın üretim süreci ve katılımcılık anlayışını öne çıkarır ve alternatif medyayı katılımcı medya olarak adlandırır. Nesnel yaklaşımlar ise, alternatif medyanın yapısına odaklanır. Anaakım medyanın ideolojik içeriğine karşılık, alternatif medyanın eleştirel içerik üretimiyle özgürleşimi sağlayacağını söyler. Bir medyanın alternatif olup olmadığı konusunda yürütülen tartışmalarda uzlaşılan nokta, alternatif olarak değerlendirilebilecek bir medyanın asgari şart olarak eleştirel bir içeriğe sahip olmasıdır (Sandoval, 2009:4-13). Türkiye’deki alternatif medya örneklerine baktığımızda, ele alınacak olan medyaların ortak noktalarının genel olarak öznel değil nesnel yaklaşımlar açısından alternatif sayılabilecekleridir. İstisnalar olsa da, genel olarak ülkemiz alternatif medyaları katılımcılık esasından çok, iktidar politikalarına karşı eleştirel bir tutum içinde olmuşlar ve bu medyaların kadroları tanınan ve bilinen gazeteciler, aydınlardan oluşmuştur. Tabiki sıradan insanların üretim sürecine katıldığı medyalarımız da mevcuttur; fakat genel olarak alternatif medya oluşumlarımızın katılımcılık esasını öne çıkaran öznel yaklaşımların betimlediği şekilde değil; eleştirellik açısından muhalif bir çerçeve ile nesnel yaklaşımlar çizgisinde oluşturulduğu gözükmektedir (Sandoval, 2009). 54 Türkiye’nin muhalif seslerine bakmayı, toplumun batılı anlayışa ve yeniliklere kapı araladığı dolayısıyla toplumun karşıt seslerinin yükselmeye başladığı Tanzimat Dönemi’nden başlatmak gerekmektedir. İlk mizah dergileri bu dönemde oluşmuştur. Bu yayınlara Tanzimat Dönemi’nde 1858 Ceza Kanunu 26’yla yasak getirilmiş, eleştirel tutumları hükümetin dikkatini çekmiştir. Bu yasayla, yazılı mizah yayınları ya kapatılmış ya da sansüre uğramıştır. 1870 Kasımında Teodor Kasap tarafından bağımsız olarak çıkartılan ilk mizah gazetesi, Diyojen de cezalardan nasibini almış ve dört kez kapatılmıştır. Nedeni ise dönemin önde gelenlerini güldürü öğesi altında hicvedebilmesidir. Tanzimat’la başlayan ve Meşrutiyet’le devam eden yazılı mizah27, Meşrutiyet yönetimiyle gelen görece özgürlük ortamında daha belirgin hale gelmiştir. Yenilikçi, modern dünya ve insan tasarımıyla öne çıkan Meşrutiyet dönemi mizah yayınları, geleneksel yapıdan uzaklaşmıştır. Bu dönemde Karagöz, Kalem, Cem, Davul gibi önemli mizah dergileri çıkarılmıştır. Türk basınında ilk süreli mizah yayını bir gazete ilavesidir. 1868 tarihli Terakki Gazetesi içinde karikatüre de yer veren bir gazete olarak, Türk yazılı mizahının öncüleri arasında sayılmış; dönem içindeki diğer dergilere de örnek teşkil etmiştir (Yazıcı, 2011:1300). Diyojeni takiben, Kamer, Medeniyet, Çıngıraklı Tatar, Latife, Şafak, Kahkaha, Geveze, Meddah, Çaylak vs. pek çok mizah dergisi dönemin diğer önemli yayınlarıdır. 1870-76 yılları arasında Osmanlı’da 20 mizah dergisinin yayınlandığı 26 1858 Ceza Kanunu, Fransa’dan alınmış ve basınla ilgili cezai uygulamalar ilk defa uygulamaya konmuştur. Bu kanuna göre, devlet ruhsatı ile açılmış matbaalarda devlet ve hükümet aleyhinde basılan gazete, dergi veya zararlı evraklar toplatılacak ve matbaa suçun derecesine göre geçici ya da tamamen kapatılabilecek; ayrıca, edepsiz resim ve eleştirel yazılar yayınlayanlar da para veya hapis cezasına çarptırılabilecektir. Bu düzenlemeyle kapatılan ilk gazete 1860’da çıkarılmaya başlayan Tercüman-ı Ahval olmuştur ( Yıldız, 2014:434). 27 Toplumsal gerçekliklere satirik ve eğlenceli bir dille yanıt veren bir tür olan mizahın en belirgin özelliği, eleştirel olmasıdır. Mizah, geleneklere, törelere, yönetimlere ve iktidarlara karşı gülünç yöntemlerle muhalif ses olmayı başarır (Avcı, 2003). 55 bilinmektedir. Bunlara ek olarak, Meşrutiyet Dönemi’nde Jön Türklerin yurt dışında çıkardıkları dergilere bakılacak olursa eğer şu dergilerin de isimlerini sayılabilir: Hayal (Londra, 1898), Beberuhi (Cenevre, 1898), Pinti (Kahire, 1898), Davul (Paris, 1900), Dolap ve Tokmak ( Cenevre, 1901) (2011: 1301). 1908’de ikinci kez ilan edilen II. Meşrutiyet dönemi gazetelerinin ortak özellikleri, anayasa, özgürlük, eşitlik ve meşrutiyet gibi fikirleri ön plana çıkaran yazılar kaleme almaktır (Seyhan, 2013:496). II. Meşrutiyet yıllarında Osmanlı aydınları siyasi fikirlerini beyan etme yolu olarak basın yayın organlarını kullanmışlardır. Osmanlı Demokrat Fırkası’nın çıkardığı gazeteler içinde “Türkiye Gazetesi”, önemli bir yer tutmuştur. Gazetede hükümetin haksızlıkları, memurların usulsüzlükleri ve yolsuzluklar sert bir dille eleştirilmiştir. Gazetede hürriyet, adalet, eşitlik ve kardeşlik duyguları işlenmiştir. Din, mezhep, ırk ayrımı olmaksızın, bütün Osmanlı vatandaşlarının eşitliği vurgulanmıştır. Azınlıkları ötekileştirmenin yanlış politikalar olduğu belirtilmiştir” (Özdilli, 2013:440-442). Muhalif bir yayın organı olarak Türkiye Gazetesi, çok partililiğin ve basın özgürlüğünün savunucusu olmuştur. Ülkedeki bütün ideolojilere parlamentoda yer verilmesi adına çok partililiği savunan gazete, çoğunluğu elinde tutan partinin mecliste azınlıkları susturmamasını ve onların haklarını gasp etmemesini, Osmanlı’nın geleceği açısından elzem olarak görmüştür ( 2013: 444 ). Osmanlı’da özerk yapı içinde yaşayan Kürtlerin ilk gazetesi 1898 tarihli “Kürdistan Gazetesi”dir. Yayın hayatına Kahire’de başlayan Kürdistan Gazetesi’ni Mikdat Mithad Bedirhan çıkarmıştır. Bu gazete anadilde basılmış, anadilde yayınlara ihtiyaç duyan kitlelerin desteğini almış ve Kürtler bu gazeteyi fazlasıyla sahiplenmişlerdir. Gazete içeriğiyle halkın bir nevi klavuzu olma işlevini üstlenmiştir (Kaya, 2008:41-46). Diğer Kürt gazeteleri ise 1908 yılından sonra yayına 56 başlamışlardır. Anadilde eğitimi ve Kürtlerin bilinçlenmesini öngören diğer Kürt gazeteleri şunlar olmuştur: Kürt Teavün ve Terakki Gazetesi (1908), Şark ve Kürdistan Gazetesi (1908), Peyman, Jin ve Bangi Kürdistan (1909)’dır ( 2008:4656). Hem dünyada hem de ülkemizde karikatürler önemli bir alternatif iletişim kanalıdır. Osmanlı zamanında yazılı kültür daha çok üst tabakadaki kesime hitap etmiş; bu nedenle halkın büyük çoğunluğu için karikatür çizgisel anlatımıyla kolay kavranılan bir tür olmuştur. Karikatürün bu şekilde halkla buluşmuş olması, İstibdat Dönemi’nde 30 yıl kadar sansürlenmesinin de ana nedenidir. Tanzimat, İstibdat ve Meşrutiyet zamanlarında karikatür ile siyasi iktidarın arası hep mesafeli olmuştur. Siyasi fraksiyonlar, iktidara gelinceye kadar mizaha destek veriyor ama iktidar olduklarında mizahı uslu bir çocuk gibi bir köşeye çekilmeye zorluyorlardı. İktidarların mizaha yönelik baskı ve sansürü çeşitli boyutlarda varolabiliyor; mizahçılar kimi zaman direniyor, kimi zamansa en kolay yolu iktidara hoş görünmeyi kendilerine amaç ediniyorlardı (Arık, 2002:242). “Türk toplumunda karikatür dönem dönem gazetelerde, özellikle de mizah dergilerinde hayat bulmuştur. Türk karikatürü ilk olarak 1867’de Arif Arikani’nin çıkardığı İstanbul adlı dergi biçimindeki gazetede kendisine yer bulmuştur” (Kamiloğlu, 2013:167). İstibdat Dönemi’nde sansürlenen karikatür dergileri, İttihat ve Terakki yönetimi boyunca da siyasi kişilikleri ön plana çıkaran bir içeriğe sahip olmuştur. Bu dergilerin en uzun süre yayın yapanı, 1922-77 yılları arasında çıkarılan “Akbaba”dır. 1930-33 yılları arasında ise mizah dergisine rastlanılmamıştır. Daha sonra Cemal Nadir yeni dönem karikatürünün öncü ismi olarak sahneye çıkmıştır. 1923-1946 yılları arası günümüz karikatürünün temellerinin oluştuğu yıllar olmasına rağmen, 1946’ya kadar üst düzey yöneticilerini çizmek neredeyse imkânsız olduğu 57 yıllardır. Aziz Nesin’e göre ise “Marko Paşa’ya kadar bu dönemlerde siyasi gülmeceden bahsedilemez” ( 2013:168). Marko Paşa İstanbul’da 25 Kasım 1946’da yayın hayatına katılan siyasi mizah gazetesidir. Kurucuları Aziz Nesin ve Sabahattin Ali’dir. Amacı, okuyucularını gülerek düşündürmektir. Gazetenin kadrosunda Rıfat Ilgaz ve karikatürleriyle Mim Uykusuz vardır. Çok partili döneme geçişte yayınlarıyla ses getiren sol eğilimli Marko Paşa, CHP’nin basın üzerindeki baskıcı uygulamalarına karşı gelmiş ve bunu eleştirel mizah yoluyla yapmıştır. Ele aldığı konular arasında “Türkiye’nin ABD’yle ilişkileri, antidemokratik yasalar, karaborsa, enflasyon ve hayat pahalılığı” yer almıştır (İnuğur, 1992:215). Cumhuriyet döneminde Markopaşa’ya kadar siyasal gülmece yoktu. Markopaşa’ya dek Cumhuriyet iktidarları, gülmece yazarlarına, gazete ve dergilere belirgin baskıda bulunmadı. Aziz Nesin, Markopaşa’nın ayırt edici farklılığını böyle ortaya koyuyor ve İkinci paylaşım savaşının yarattığı zorluk ve baskılarla birlikte halkın egemen sınıflara karşı savaşımının mizahtaki öncüsünün Markopaşa olduğunu söylüyordu. Markopaşa ile birlikte dünya (özellikle Türkiye) artık tek bir doğru üzerine kurulu değildi. Mizahın görece doğruları insanlara dayatılan tek doğruya artık meydan okuyordu. Toplumsal sahnenin düzeni mizah ile bozuluyordu. Siyasal iktidara karşı ilk gerçek muhalefet Markopaşa ile gerçekleşiyordu (Nesin’den akt. Avcı, 2003). 1970’lerin başında ülkenin siyasi gündemini sayfalarında işleyen bir diğer karikatür dergisi 1972 yılında yayın hayatına başlayan “Gırgır”dır. “Gırgır, yazarlarını ve çizerlerini kendi okuyucuları içinden oluşturan ilk mizah dergisidir” ( Avcı, 2003). Gırgır’ın 1980 darbesiyle dağılan karikatüristleri daha sert bir tutum içine girmişler ve Limon dergisini kurmuşlardır. 1991’de kapanan Limon’un ardından Leman, Penguen, Uykusuz, L-Manyak, Öküz, Hıbır ve Hıbır’ın devamı olarak gelen HBR Maymun gibi karikatür dergileri yayınlanmıştır (Kamiloğlu, 2013:169). 58 Karikatür dergilerinden Penguen, Leman dergisinden ayrılan bir kısım çizerler tarafından 2002’de kurulmuştur. Kadrosunda Metin Üstündağ, Erdil Yaşaroğlu, Bülent Üstün, Gani Müjde, Selçuk Erdem gibi tanınan isimler vardır. Dergi kapağında genellikle gündeme dair sosyal veya siyasal bir gelişmeyi absürd ve cesurca bir çizimle anlatan bir karikatür yer alır ( Kamiloğlu: 2013:170). John Downing, radikal medya olarak tanımladığı alternatif medyanın toplumu değiştirme/dönüştürme işlevini gerçekleştirdiği ölçüde radikalleşeceğini ifade etmiş ve bu medya türüne bu nedenden ötürü siyasi roller biçmiştir (Downing, 2001). Ülkemizdeki sol ya da sosyalist yayınların toplumu dönüştürme noktasında ne kadar radikal bir çizgide oldukları tartışılabilir olsa da, önemli bir görev yüklendikleri ve toplumun zihinsel yapısında eleştirel düşüncenin filizlenmesine katkıda bulundukları da gözden kaçırılmaması gereken bir noktadır. Ülkemizde ağır baskılar altında, çoğu kez kapatılmış ya da sansüre uğramış pek çok sol/sosyalist yayının çıkarıldığı görülür. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken yayınlanan ilk sosyalist gazete İzmir’de çıkarılmış olan Gave’dir. 1908-1918 yılları arasında Amele, Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın yayınları olan İştirak, İnsaniyet, Sosyalist ve Medeniyet ve Beşeriyet gibi sosyalist süreli yayınlar göze çarpmaktadır. 1919-1925 yılları arasında yayınlanan sol gazeteler ise kronolojik olarak, Vazife, Haber, İdrak, Kurtuluş, Yeni Dünya, Ziya, Aydınlık, İkaz, Emek, Kızıl Gazete, Yeni Hayat, Kızıl Şark, Taarruz ve Orak Çekiç’tir. Dönemin Türkçe sol gazeteleri olarak, sol/sosyalist düşünceyi işleyen ve işçilere yönelik yazılar kaleme dile getiren gazetelere yukarıdakiler örnektir (Torun, 2014:46-47). 59 Sol/sosyalist gazeteler içerisinde Yeni Dünya’ya ayrıca değinmek gerekmektedir. Gazetenin kurucuları Sabahattin Ali, Cami Baykurt ve Esat Adil Müstecaplıoğlu solun tanınmış isimleridir (Demirel, 2014:168). Gazetenin önemi izlemiş olduğu yayın politikasından ve amacından ileri gelmektedir. Gazetenin amacı, demokratik, sosyalist ve dayanışmacı yaklaşımları benimsetmektir (s.169). Gazetenin amacı, gazetenin çıkış sayısında yayınlanan mektubun bir bölümünü alıntılanarak daha net anlatılabilir: Yeni Dünya’yı 1 Aralık 1945’te çıkarıyoruz. Gazetemiz korkunç bir harp afetinden sonra, milletlerin yeni barış dünyasını kurmaya çalıştıkları bir zamanda çıkıyor. Öyle bir zaman ki, bütün eski kıymetler birbiri ardınca iflas etmekte ve insanlık yeni bir inanç aramaktadır. Ya beşeriyetin müşterek vatanını kurabileceğiz veyahut yeni bir harbe, bir intihara sürükleneceğiz. Şüphe yok ki müstakbel barış dünyamızı ancak daha insanca, daha adaletli bir hayata liyakatimiz olduğuna iman edenler kuracaklardır. Gazetemiz bu imanı taşıyanların safında yer alacak. Sulh için, hürriyet ve içtimai adalet için cenk edecektir (…) Yeni Dünya, bütün emekçilerin, kafalarıyla, kollarıyla çalışan herkesin gazetesidir…( Demirel, 2014:173-4). Gazetenin çıkış sayısında okuyucuya seslenen, içinde bu satırların geçtiği mektuptan da anlaşılacağı üzere, Yeni Dünya’nın işçi sınıfının ve barış, adalet ve sosyalist mücadele verenlerin gazetesi olduğu anlatılmıştır. II. Dünya Savaşı’nın bitimiyle faşizmin yenilgisi sonrası, Türkiye’nin yüzünü sosyalizme çevirmesi gerektiğini düşünen sosyalist aydınlar bu gazeteyi çıkarmaya niyetlenmişlerdir. Türk sol/sosyalist yayınları içinde bahsedilmesi gereken bir diğer yayın yaklaşık 30 yılı deviren Birikim dergisidir. Ülkemiz alternatif medyalarının birkaç istisnası dışında genellikle aydın çevreleri tarafından oluşturulduğunu yinelemek de fayda vardır. Birikim dergisi de yine böyle bir entelektüel çevrenin sosyalist bir kültür yaratmak ve sosyalist bilinci Türk okuyucusuna kazandırabilmek niyetiyle 60 yayın hayatına başlamıştır. Alternatif yönü, ilk olarak hâkim ideoloji karşısında sosyalist bir duruş sergileyebilmesinden; ikinci olarak da farklı ideolojilerden yazarların yazılarına yer vermesi nedeniyle toplumun çoğulcu yapısını yansıtabilmesinden ileri gelmektedir. Hangi yayının alternatif sayılabileceği ya da sayılamayacağı üzerine yürütülen tartışmaları dar çerçevede değil, geniş bir perspektiften ele alındığında “Birikim” de pek çok diğer yayın gibi alternatif olarak değerlendirilebilir. Birikim dergisi yayın hayatına 1 Mart 1975’te başlamıştır. Derginin kurucu kadrosundan Murat Belge, Birikim’in “Türkiye’deki sosyalist mücadelenin ve sosyalist teorinin seviyesinin düşüklüğü ve bilgi eksikliğinin üzerinde temellendiğini” vurgulamıştır (Türk, 2010:128). 1975-80 yılları arasında 61 sayı çıkartan fakat sıkıyönetimle kapatılan dergi, 89’da ikinci kez yayına başlamıştır. İlk beş yıllık yayın döneminde derginin genel karakteristiği oluşmuştur. Birikim dergisinin “Türk solunun parçalı yapısı içinde kendine özgü bir konum elde edebildiği” söylenebilir (Türk, 2010). Kendisini “sosyalist kültür dergisi” olarak tanımlayan Birikim’in “Çıkarken” yazısında, “Türk devrimci hareketinin anlamlı bir teori-pratik ilişkisinden yola çıkan etkili bir hareket olması için öncelikle kültürel eksikliklerin giderilmesi gerekliliği” vurgulanır. Bu nedenle de dergide dünya sosyalist tarihinin önde gelen isimlerinden çevirilere yer verilmiştir. 30 yıldır yayını süren Birikim ayrıca, farklı düşüncelerden gelen (liberal, muhafazakâr vb.) yazarlara da yer vermeyi ihmal etmemiştir. Bu da bizlere Birikim’in, rizomatik olarak nitelenen alternatif medya açısından, farklı düşüncelerden beslenen mücadele ve hareketlerin dayanışma içerisinde bir arada olabilmesini amaçlayan özelliğini yansıtıyor denilebilir. 61 Türkiye’de radyo yayınları TTAŞ ( Türk Telsiz Telefon Anonim Şirketi) adlı özel bir kuruluş elinde 1927’de başlamıştır. Giderek siyasi arenada, iktidar ve muhalefet arasındaki çekişmeler için kullanılmaya başlayan radyonun, özel yayıncılık dönemi 1980’lerde dijital teknolojilerin gelişimiyle gerçekleşmiştir (Birsen, 2011: 23). Geleneksel radyolar (devlet ya da tecimsel/özel) genel kitleye seslenirken; alternatif radyolar belirli bir topluluğa ya da gruba seslenir. Etnik bir topluluğa, dinsel gruplara, öğrencilere, işçilere veya belli bir bölgede yaşayan insanlara seslenen alternatif radyoların ülkemizdeki en güzel örneklerinden birisi “Açık Radyo”dur (2011:25). 13 Kasım 1995’te İstanbul ve çevresine yayın yapan bölgesel bir radyo istasyonu olarak yayına başlar. Açık Radyo, kendi yayın amacını şu şekilde tanımlamıştır: Kamu yayıncılığı ve bağımsız yayıncılık ilkelerini içeren bir yayıncılık anlayışını benimsiyoruz. Kâinatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine Açık Radyo! (…) (Birsen, 2011). Popüler olmayan, sanat kaygısı güden ve farklı görüşlere yer veren Açık Radyo’da yayınları kendi alanında bilgili fakat radyo konusunda amatör diyebileceğimiz kişiler sürdürmektedir. Program içeriği ve konusu hakkında görüş bildiren herkes yayın yapabilme hakkına sahip olmaktadır. Ülkemizdeki alternatif medyaların eleştirel içeriğe sahip fakat katılımcılığı pek sağlayamayan medyalar oldukları, ama bu medyalara istisna oluşturan örnekler olduğu söylenmişti. Buna verilebilecek en güzel örnek Açık Radyo’dur. Tüm çıkar gruplarından bağımsız olarak, hem kuruluşu hem de işleyişi açısından alternatif olmayı başaran radyo, “görünenin ya da gösterilenin arkasındaki”ne odaklanmayı ve konuşulmayanı konuşmaya özen göstermiştir. “Az söz, çok müzik” anlayışı ile yayın yapan özel radyolara kıyasla Açık Radyo, dinleyicilerden gelen önerilerle yayın konusu 62 belirleyebilmekte ve hatta dinleyiciler yayını kendileri yapabilmektedirler. İnternet üzerinden de yayın yapan radyo, tartışmaya ve etkileşime açık yapısıyla bir forum niteliği taşır (Madra, 2008). Özel radyolar dışında Türkiye’de sol eğilimli ya da dinsel söylemler içeren radyolar da vardır. Bunların dışında ise yine alternatif nitelikler taşıyan, kadınlara seslenen Radyo Pink, Kürt eşcinsellere dönük yayın yapan Radyo Direniş, anarşist yayın olarak kendilerini tanımlayan Mülksüzler Radyo ve pek çok üniversite radyosu alternatif medyalardır (Birsen, 2011). Radyonun belki de diğer medyalara nazaran kurulumunun daha ucuz ve okuma yazma bilmeyenler için daha çok tercih edilir olması alternatif medyalar arasında radyoyu bir adım öne çıkarmıştır. Bu sayede radyoda “program üretim süreci”ne sıradan insanlar da katılabilmiş ve seslerini duyurabilmişlerdir. Duyuramayanlar, üretim sürecine katılamayanlar ise en azından bu radyolar özelinde ve alternatif medya genelinde kendilerine hitap eden, kendilerinden bahseden, sorunlarını gündeme getiren medyalara kavuşmuşlardır. 17 Ocak 2009’da bir sivil toplum örgütü olan Nor Zartonk tarafından “Unutmak Kaybetmektir” sloganıyla, Hrant Dink anısına kurulan Nor Radyo, 9 dilde yayın hayatına başlamıştır. 24 saat yayın yapan Nor Radyo, Ermenice’de Yeni Radyo anlamına gelmektedir. Radyoyu hayata geçiren örgüt, Ermenice bir radyonun Hrant Dink’in hayallerinden birisi olduğunu belirtmiştir. Nor Radyo, herkesin kendisini açıkça ifade edebildiği bir internet radyosu olmuştur. Çok kültürlülüğün ve birlikte yaşamın bir örneğini sunan radyo, ırksal, etniksel, cinsiyetçi yaklaşımlardan uzak; barışın, özgürlüğün ve eşitliğin sesi olmayı amaçlamıştır. Nor Radyo’nun program yapım kuralları vardır ve bu kurallara göre, milliyetçiliği, ayrımcılığı ve ırkçılığı savunmak yasaktır. Dört ayda bir değişen üç kişilik bir yayın ekibi vardır. Yapılan 63 aylık toplantılarla programlar konusunda kararlar alınır. Bu da radyodaki yatay ilişkileri dolayısıyla alternatif niteliğini gösterir. Nor Radyo, işçiler, hayvan hakları, kadın hareketleri, LGBT bireyler, ekoloji ve cinsiyet hakları gibi pek çok konuda pek çok kişinin katılabildiği bir ağ sunmaktadır. Nor Radyo’nun alternatif olma özelliği ayrıca son zamanlarda aktiviteler aracılığıyla bütçe oluşturarak gelir sağlamasından gelmektedir. İlk zamanlarda “Yeni Uyanış” (Nor Zartonk) adlı STÖ fonları sağlamışken, sonraları etkinlikler yapılmış bu şekilde yola devam edilmiştir (Algül, 2013:89). Ülkemiz alternatif medyalar içerisinde feminist hareketten beslenerek gelişen feminist medya oluşumlarına da bakmak gerekmektedir. 1970’lerden itibaren kadınlar toplumsal kesimlere ulaşmanın yollarını keşfetmişler ve dergi/gazete çıkarmaya başlamışlardır. 1980’lerle birlikte Türkiye’de dünyayı takiben feminist hareket hız kazanmış, 1985’te ilk feminist medya örneği olarak Feminist Dergisi çıkarılmıştır. 1988’de Sosyalist Feminist Kaktüs Feminist Dergi’yi takip etmiştir. Mavi Çorap, Eksik Etek, Pazartesi, Rosa, Kadın Bülteni, Kadın Postası, Emekçi Kadınlar Bülteni gibi pek çok feminist yayın çıkarılmıştır. Bunların içinde ulusal dağıtım ağına giren ilk süreli yayın Pazartesi olmuştur. Kadın, Kültür ve İletişim Vakfı’nın yayın organı olarak 1995 Mart ayında yayına başlamıştır. Uçan Süpürge dergisi, 1996’da Ankara’da bir grup kadın tarafından kurulmuştur. Derginin amaçları arasında, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak, kadınların güçlenmesine yardımcı olmak ve kadın hareketine duyarlı kimselerle iletişim kurmaktır. Dergi bünyesi altında bölge toplantıları, radyo ve tv programları ve Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali yapılmaktadır. Uçan Süpürge’nin dergisi Uçan Haber ise 1998’te yayınlanmaya başlamıştır. Uçan Haber, önce iki aylık olarak bülten şeklinde 64 çıkarılmış, daha sonra ise sayfa sayısını artırarak dergiye dönüşmüştür. İki yılda bir ingilizce olarak yayınlanmaktadır (İlhan, 2014:2-10). Feminist hareketin çıkardığı bir diğer önemli dergi de “Amargi”dir. Amargi, 2006’da kurulmuş ve Pnar Selek ve Aksu Bora editörlüğünü yapmıştır. Dergide dikkati çeken nokta yayın kurulunda erkek olmaması ve etkinliklerin sadece kadınlara açık olmasıdır. Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar Dergisi ise, elektronik ortamda dört ayda bir çıkarılan, kültür ve kimliklerin çeşitliliğini gözeten, anti-militarist ve demokratik bir çizgide yayın yapmaktadır. 2000’lere gelindiğinde çeşitli mücadele ve hareket gruplarının çıkardığı farklı alternatif medyalara rastlanılır. Anarşist-komünist grupların çıkardığı “Kara-kızıl ve Otonom”, ekolojistlerin “E-dergi Pan”, gay ve lezbiyenlerin “Kaos GL”, anarşistlerin “MecmuA”, “Özgür Hayat” gibi dergi ve gazeteleri bulunmaktadır (Baykal, 2008:6). Bu dergiler içinde Kaos GL en yaygın olanıdır. Derginin internet sayfasında dergi şu şekilde tarif edilmektedir: İlk sayısı 20 Eylül 1994’te çıkan Türkiye’nin en uzun soluklu dergilerinden biri olan Kaos GL Dergisi, LGBT’lerin, eşcinsellerin kendi sözlerini söyleyebilecekleri, kendi sorunlarına sahip çıkacak söz alabilecekleri ve bunları paylaşabilecekleri bir alan yaratmak amacıyla yayın hayatına devam etmektedir. Bu yıl 21. yaşını dolduran Kaos GL Dergisi, bugüne kadar toplum içinde görülmeyen ve görmezden gelinen LGBT’lerin (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) kendi sözlerini söyledikleri, gündemlerini oluşturdukları ve tartıştıkları alternatif bir zemin oldu. Dergi, kadın örgütlerinden, çeşitli sivil toplum kuruluşlarına, akademisyenlerden sanatçılara Türkiye’deki pek çok farklı kesime ulaşarak toplumsal cinsiyet ayrımcılığına karşı da önemli bir misyon üstlendi.28 Türkiye’de en uzun dönemli ve tek LGBT dergisi olan Kaos GL, Türkiye’deki cinsel politikalara katkıda bulunmayı ve LGBT bireylere uygulanan ayrımcılığın önüne geçmeyi hedeflemektedir. 28 http://www.kaosgldergi.com/dergi.php 65 3.Alevi Medyası 3.1.Alevi Medyası’nın Doğuşu “Alevi Medyası” olarak adlandırdığımız medyaların kurucularının, yazarlarının, yayıncılarının veya editörlerinin genellikle Alevi olmaları ya da Alevi olmaksızın Alevi toplumunun kültürüne, inancına ve sorunlarına eğilmeleri ve Alevi hassasiyeti göstermeleri; içerisinde televizyon, radyo, dergi, gazete vs. olan bu medyaları bu başlık altında toplamamızın ve bu şekilde değerlendirmemizin ana nedenidir. Alevi medya sahipleri ve kurucuları da kendilerini özel olarak Alevilerin, genelde azınlıkların medyası olarak tariflendirmektedirler. Bu medyaların amacı ise Alevilere hizmet etmek ve Alevilerin kendilerini ait hissettikleri medyalar olabilmektir. Alevi şahsiyetlerin sahipliğinde olmayıp, Aleviler ve Alevilik konusunda hassasiyet gösteren ve Alevi toplumunun benimsediği medyaları da Alevi medyası çatısında konumlandırmak gerekmektedir. Alevi medyasının nasıl, ne zaman ve ne gibi ihtiyaçlar sonucunda ortaya çıktığının ve mevcut Alevi medyalarının durumunun ortaya konulacağı bu bölümde, ilk olarak Alevi medyalarının yayın politikalarını şekillendiren ve aralarında söylem farklılıklarına neden olan etmenler üzerinde durmak gerekmektedir. Bu etmenlerin en önemlisi ise, “Alevi kimliği” tanımlamalarındaki farklılıklardan kaynaklanır. Bu farklılıklarla örülü olarak; “Alevilik nedir, Alevi kime denir”29 sorusu etrafında 29 Alevilik kavramı hakkında yapılan tanımlamalar farklı bakış açılarını ve düşünceleri içermektedir. Genel olarak 5 temel kategoriye ayrılan bu tanımlamalar şu şekildedir: 1) Alevilik Avesta ve Zerdüştlük kökenlidir ve Kürt kültürünün bir parçası olarak etno-dinsel bir inançtır. 2) Alevilik, İslam öncesi Orta Asyalı Türk inançlarından beslenerek, Türk Kültürünün etno-dinsel bileşenlerinden biridir. 3) Alevilik, senkretik bir inançtır. Kökeni İslam öncesi Türk inançlarına dayanmakla birlikte bölgenin İslamlaşması sürecinde çeşitli kültürel unsurlardan etkilenmiştir. 4) Alevilik, İslam’ın Anadolu’ya özgü bir yorumlanış biçimidir. 5) Alevilik, ilkel komünizmin Anadolu’ya özgü şeklidir Ortaçağ başlarında sınıf çatışmasının ürünüdür (Taştan, 2012:1-2). 66 verilen çeşitli yanıtlar ve bu yanıtlardan bir ya da birkaçını sahiplenen Alevi medyası yaratıcılarının da medyalarını buna göre şekillendirdikleri görülür. Karakaya (2015), Alevilik ya da Alevi kimliği üzerine geliştirilen ve öne sürülen tezlerin havada kaldığını, resmi tarih yazımının dışına çıkamadığını anlatmaktadır. Aleviliğin sözlü kültürle aktarıldığını dile getiren görüşlerin yanlış olmadığını fakat yetersiz ve temelsiz olduğunu belirtmektedir. Aleviliğin yakın zamana kadar ışık tutulmayan yazılı kaynaklarının incelenmesi ile birlikte, şimdiye kadar bilinenlerin aksine yargılara ulaşılabileceğini söylemektedir. Alevi tarihinin yazılı kaynaklarının olmadığına dair yaygın varsayım, Aleviliğin tümüyle sözlü geleneğe dayalı bir kültür ve inanç sistemi olduğu kanaatiyle bağlantılıdır. Mistik/batıni yönü ağır basan, üstelik farklı şekil ve oranlarda ama hep baskı görmüş ve belli bir tarihten sonra varlığını ancak kırsal bölgelerde sürdürebilmiş Alevi topluluklarında, aile içinde veya muhabbet ortamlarında yüzyüze gerçekleşen sözlü iletişimin geleneğin kuşaktan kuşağa aktarımında asli mekanizma olduğu bir vakıadır. Bununla birlikte Aleviliğin inanç ve esaslarının “Buyruk” adlı bir kitapta toplanmış olduğuna ve her ocağın yazılı şeceresinin veya beratının olması gerektiğine dair özellikle dedeler arasında yaygın kabul –ki bu durum 19. yüzyıl ortalarından itibaren konuyla ilgili misyoner ve gezginci raporlarına da kısmen yansımıştır- Alevilerin eskiden beri geleneklerine dair tasavvurlarının sözel olanla sınırlı olmadığı yönünde ipuçları oluşturmaktadır (KarakayaStump, 2015: 3-4). Karakaya, ikinci olarak Aleviliğin senkretik ve heterodoks bir inanç olması konusu üzerinde farklı söylemler geliştirildiğini aktarmaktadır. “19. yüzyılın ortalarından itibaren Aleviliğin orijini hakkında geliştirilen, Anadolu/Hrıstiyan, Orta Asya/Şamanizm ve İran/Zerdüştlük merkezli tezlerin zamanla, yine senkretizm temelli farklı varyantlarının da ortaya atıldığını görüyoruz (Karakaya, 2015:7).” Senkretizm kavramının, ilk kullanımı, Hristiyan din adamları tarafından eski ve yerel inançlardan kurtulamayan ve kilisenin doğru olarak öngördüğü çizgiden sapan grupları ifade etmek içindir; sonraki kullanımı ise, etnik bir özü devam ettiren 67 manasını taşımış ve kavrama olumlu bir anlam yüklenmiştir. Tarihsel olarak da bu kavram, birbirinden etkilenen inanç sistemlerini anlatır. Fakat Alevilik gibi bazı inanç sistemlerinin senkretik yapısına yapılan vurgu nedeniyle, senkretik inançların diğer inançlara göre daha saf olmadığı gibi muğlak anlamlara neden olmuştur. Aleviliği de bu kavram etrafında, zamansal ve mekânsal bağlamlardan çekerek ele alan ve bu nedenle de sadece kökenine dair yargılarda bulunan açıklamalar eksik kalmıştır (2015:7). Son olarak Aleviliği tanımlamak için kullanılan “heterodoksi” kavramı açıklanacak olursa eğer, senkretizm kavramı kullanımında ortaya çıkan aynı belirsizlik burada da görülmektedir. Bir inanç sistemini kendi içsel durumu ve bütünselliği içinde tanımlamanın daha doğru olduğu yaklaşımından hareketle, “Alevilik heterodoks bir inançtır” diyerek, Aleviliği “ortodoksi” denilen inançların dışında kalan bir inanç olarak konumlandırmak hatalı sayılmaktadır. Çünkü “ortodoksi” kilisenin belirlediği ve “doğru öğreti” olarak görülen bir kavram olup; bunun dışında kalan inançların otomatik olarak sapkın olarak tanımlanması yanlışını beraberinde getirmektedir. Bunlara ek olarak Alevilik ayrıca, “Anadolu’da göçebe Türkmenlerin benimsediği halk İslam’ı olarak” nitelendirilmiş ve altı doldurulmamış varsayımlar üretilmştir (2015:8). Poyraz da (2007), Aleviliğin üç temel niteliğinin heterodoks yapısı, gnostisizmi ve senkretizm olduğunu belirtmektedir. Heterodoks bir dinsel inanç olarak Alevilik diğer bütün heterodoks inançlar gibi evrenseldir. Heterodoksi inançlar arasında benzerlikler ve özdeşlikler bulmak olası iken; bu ortodoksi inançlar için mümkün değildir. Çünkü ortodoksi inançlar, dünyevi egemenlik kurmak isterler ve bu egemenliğin sağladığı güçle dünyaya düzen vermek için çatışma içine girerler 68 (Poyraz, 2007:88). Merkezi konumunu yitirmemek için savaşan ortodoksiler karşısında “merkezde duran Aleviler değildir, merkezde duran şey, Alevilerin heterodoks bir dinsel grup olarak tarih boyunca ezildikleri, eşitsiz ilişkiler içinde bulundukları, dışlandıkları, katledildikleri, kısacası veri egemenlik ilişkileridir” (Yalçınkaya, 2016:223). Benzer bir yaklaşımla Yalçınkaya, Aleviliği okumaya çalışan her girişimin, Aleviliğin en önemli üç temel özelliğini gözden kaçırmaması gerektiğinin altını çizmektedir. Bunlar kuşkusuz, heterodoks yapısı, gnostisizmi ve senkretizmidir. Araştırmacının, Alevilik için önerdiği konum, devlet ve her türden ortodoks inanç sistemleri karşısında heterodoks niteliğini; kendi kimliğinin altını ısrarla çizmesi ve yeniden üretmesidir. Bunun için gnostik niteliğini ve belirli tanımlar üzerinden kurulan bir dünyaya hapsolmayı, yalnızlığı, yetinmeciliği ve bire kadar kırılmayı reddediyorsa, dünyanın tüm lanetlileriyle dayanışmak için senkretik niteliğini yeniden yeniden anımsamak zorundadır (Poyraz, 2007:89). Poyraz, Aleviliğin senkretik niteliği ile kastedilenin; “Aleviliğin öğretisel yapısının çok çeşitli kaynaklardan, birikimsel bir tarzda biçimlenmesi” olduğunu da eklemektedir (s.89). Yukarıda kısaca özetlenen Alevilik inancına dair yürütülen tartışmalar bu tezin kapsamı dışındadır. Bu tartışmaların sunulma nedeni Alevi inancına dair farklı tanımlamaların Alevi medyalarındaki yansımalarını görebilmektir. Alevilik, inançla ilgili tartışmaların içine hapsedilerek, Alevilerin dinsel, siyasal, kültürel ve sosyal talepleri görmezden gelinmektedir. Çünkü hem Alevi örgütleri hem de medyaları Aleviliğe dair tanımlamalardan birine, ötekilerine oranla daha yakın durmakta ve Aleviliği bu şekilde sunmaktadırlar. Bu da Alevi örgütleri ve medyaları arasında bölünmelere ve söylem farklılıklarına neden olmaktadır. Türkiye’de Alevilik sadece dini veyahut mezhepsel bir sorun olarak görülmeyip, talepleri de içeren bir inanç sistemi olarak dini haklara ek olarak siyasi düşünüldüğünde, Alevilik tanımlamalarındaki farklılıklar değil; belki de talepler konusundaki ortaklıklar 69 konuşulur hale gelecektir. Fakat Alevi örgütlenmeleri ve medyalarının Alevi kimliği ve inancı konusunda uzlaşıdan çok, ayrılıkları dikkat çekmektedir. Alevi örgütlenmesi30 içinde irili ufaklı pek çok yerel oluşumdan bahsedilebilir fakat ulusal çapta örgütlenen ve üç ayrı kolda ve farklı amaçlarla faaliyet gösteren üç büyük örgüt karşımıza çıkmaktadır. Bu örgütlenmelerden ilki, 1988’de kurulan “Pir Sultan Abdal Kültür Derneği”, ikincisi Eylül 1991’de kurulan “Hacı Bektaş Veli Kültür ve Tanıtma Derneği” ve son olarak da 1995’te kurulan “Cem Vakfı”dır. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Aleviliğin “direniş, mücadele” ruhunu yansıtan kimlik tanımlarından hareketle, Aleviliği bir halk hareketi ve ezilenlerin yanında olan bir ideoloji olarak tanımlamıştır. “Aleviliği bu anlamda siyasi mücadelenin bir unsuru olarak görmektedir” (Şahin, 2015:542). PSAKD, 2005 itibariyle 41 şubeye ve 20 bin civarında üyeye sahiptir. Hacı Bektaş Veli Kültür ve Tanıtma Derneği, Aleviliğin kültürel- folklorik yönlerine eğilmekte ve Aleviliği Anadolu-Türk geleneği içinde görmektedir. Derneğin, 73 şubesi bulunmaktadır. Cem Vakfı ise, Aleviliğe İslam içindeki özgün bir tasavvufi yorum olarak bakmakta ve Aleviliğin İslam dışı olarak gösterilip, siyasal mücadelelere eklemlenmesine karşı çıkmaktadır. Cem Vakfı’na göre “Alevilik, Orta Asya’dan Ahmet Yesevi ile başlayan; Anadolu’da Hacı Bektaşi Veli ve Yunus Emre ile devam eden, Kuran’a ve Hz. Muhammed’e bağlı, tasavvufa dayanan Türk İslamı’dır” (Massicard, 2013:90-92; Şahin, 2015). Aleviliği ne bütünüyle bir mezhep, tarikat ne de bütünüyle din dışı bir kategoriye indirgemek mümkün değildir. Ancak, İslam’ın içinde yer alan ve daha çok kırsal alanda yaşayan kesimlerin benimsediği, tarihsel açıdan sözlü kültürün etkisiyle günümüze kadar gelen ve en 30 Genel olarak Alevi Örgütleri üç hat etrafında oluşmuştur. Geleneksel kültürü yaşatan eski Bektaşi tekkeleri ve Hacı Bektaşi Veli Örgütleri; siyasal ve toplumsal boyutu ön plana çıkaran Pir Sultan Abdal Derneği ve 2 Temmuz Vakfı; sonuncu olarak da dini yönelişi ve Aleviliği İslam’ın tasavvufi bir yorumu olarak gören Cem Vakfı ve Ehlibeyt Vakfı’dır (Massicard, 2013:93). 70 önemlisi ortodoks anlayışa karşı muhalafet eden bir aidiyet ve yaşam biçimi olrak görmek mümkündür ( Duman, 2011:197). Alevilik tanımlamalarındaki bu farklılıklar netice olarak Alevi medyalarını kuran ve yöneten şahsiyetlerin de görüşlerinde belirginleşmiş ve mevcut durumdaki Alevi medyalarını birbirinden farklı yelpazede yayınlar yapmalarına neden olmuştur. Alevi medyalarını ayrı ayrı ele almadan önce bu medyaların nasıl ve hangi koşullarda ortaya çıktığına değinmek gerekir. Eski dönemlerden günümüze her zaman yaşadıkları devletler çatısı altında baskı altında kalan Aleviler, katliamlara31 uğramış, Alevi kimliğini muhalif ve eleştirel çizgiyle birleştiren bu kişiler bedel ödemek zorunda kalmışlardır. Kendilerini koruma güdüsüyle içe kapalı bir yaşamı tercih eden Alevi toplumu daha çok merkezden uzak kırsal bölgeleri mesken edinmiştir. 1960’lı ve 70’li yılların daha özgürlükçü ortamında yer değiştirmeye ve göç etmeye başlayan Aleviler bir dayanışma içine girmişlerdir. Kente göç eden ve üniversite öğrenimi almaya başlayan Aleviler içe dönük yaşamlarından sıyrılarak kent merkezlerine gelmiş fakat geleneksel kodlarından uzaklaşmamak adına kentlerde cemevleri çatısı altında bir araya gelmeye başlamışlardır. Bu birliktelik ve nesnel gelişmeler sonucunda Aleviler siyasal ve sosyal olarak gelişmeye başlamışlar ve 1969’da Alevi kökenli bir siyasi 31 Türkiye Cumhuriyeti tarihinde pek çok Alevi katliamı yaşanmıştır. Yakın dönemde yaşananlara bakacak olursak eğer, 17 Nisan 1978 Malatya Belediye Başkanı’nın bombalı paketle öldürülmesi Alevilere mal edilmiş ve üç Alevi lise öğrencisi öldürülmüş, Alevi iş yerleri yağmalanmıştır. Yine aynı yıl, 23-24 Aralık 1978’de 111 Alevi ve demokrat insan Kahramanmaraş’da katledilmiştir. Binin üzerinde insan yaralanmış; 552 ev, 289 iş yeri tahrip edilmiştir. 25 Mart 1980’de Çorum’da CHP’li bir şoför öldürülmüştür. Mayıs sonundan temmuza kadar devam eden olaylarda 57 Alevi ve ilerici insan kaybedilmiştir. Sivas Divriği’de 4 Eylül 1978’de 12 kişi öldürülmüş; yine Sivas’da 2 Temmuz 1993’de Cuma namazı sonrası toplanan kitle, PSAKD etkinliği için Madımak Oteli’nde biraraya gelen 35 Alevi canı yakarak katletmiştir. 11Mart 1995’de İstanbul Gaziosmanpaşa ilçesi, Gazi Mahallesi’nde kahvehane taranmış, Halil Dede öldürülmüş; bu olayı protesto edenlere müdahalelerde de 17 kişi hayatını kaybetmiştir ( Kaleli, 2000: 101-103). 71 parti kurmuşlardır. Birlik Partisi32, 1969 genel seçimlerinde %2.8 oy alarak sekiz milletvekili çıkarabilmiştir (Toprak, 2006:2). Fakat Alevilere dönük olarak yapılan katliamlar Alevilerin kimliklerini saklamalarına neden olmuş, Alevilerin örgütlenme kültürünü zayıflatmıştır. Diğer yandan da bu katliam ve kıyımlar Alevilerin bilinçlenmelerini zorunlu kılmıştır. Böylelikle, 1980’li yıllara gelindiğinde Aleviler kimlik siyaseti konusunda mücadele vermeye başlayarak, devletten Alevi inancını özgürce yaşayabilecekleri haklarını talep etmişlerdir. Radikal İslamcılığa karşı laik cumhuriyeti benimsemiş; muhafazakâr milliyetçiliğe karşı da sosyalizmi ve sol düşünceye kendilerini yakın hissetmiş Aleviler toplumsal hafızalarını yaşatmak, toplumsal taleplerini görünür kılmak ve Alevilerin yaşam ve kültürlerine yer ayıran medyalar çıkarmaya başlamışlardır. Kendilerine yeterince yer vermeyen, verdiklerinde ise Alevileri dışlayıcı bir üslup ve söylemle ele alan medyalar karşısında konumlanan Alevi medyaları, yukarıda değinildiği gibi Alevi kimliği tanımlamalarından ve Alevi Hareketi içindeki bölünmeler nedeniyle, kendi görüş açılarına yakın olan ideolojiyi seçerek kendilerine özgü Alevi medyalarını yaratmışlardır. 1990’larla birlikte hem Türkiye’de hem de yurt dışında çok sayıda vakıf ve dernek çatısı altında örgütlenen Aleviler artık seslerini dayanışma ve birlik içerisinde çıkarmaya başlamışlardır. Türkiye Birlik Partisi’nin yurt dışı örgütü şeklinde kurulan 32 1961 Anayasası ile birlikte sol tandanslı partiler kendilerine meclis çatısı altında yer edinebilmişlerdir. Türkiye İşçi Partisi 1965 seçimlerinde 15 milletvekili çıkartmıştır. Yine bu seçimlerde tek başına iktidar olan Adalet Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel genellikle dini bir çizgide sağ kanadı temsil etmiştir. Bu dönemde sol ve sağ hareketler arasında süregelen çekişmelerde Elbistan, Malatya gibi pek çok Alevi bölgesinde Alevi kıyımları yaşanmıştır. Böyle bir dönemde, 17 Ekim 1966’da Türkiye Birlik Partisi kurulmuştur. Alevilik sembolü 12 yıldızlı ve kuyruğu zülfikarlı aslan amblemini kullanan partinin Genel Başkanı Tahsin Berkmen parti amacını şu şekilde ifade etmiştir: “TBP, yakın tarihimizde görülen ve doğuşu ve sönüşü bir olan halk eğilimlerinden ve teveccühünden uzak duran kuruluşlardan değil, toplumsal baskı ve isteklerin en saygın kuruluş gerekçesini hazırladığı bir ihtiyaçtan doğmuştur” Parti, içsel ayrılıklar nedeniyle milletvekili sayısını 14 Ekim 1973 seçmlerinde yitirmiş ve 12 Eylül 1980 darbesiyle de kapanmıştır (Kaleli, 2000:33-34). 72 “Yurtseverler Birlik Federasyonu” ile Avrupa’da Alevi kimlikli kuruluşların doğuşu hız kazanmıştır. Uzun yıllar yapılan çalışmalar ve verilen çabalar sonucunda Haziran 1990’da “Hamburg Alevi Kültür Merkezi” kurulmuştur. Yine bu zamanlarda Köln, Dortmund, Bochum, Wisbaden, Berlin, Münih ve daha pek çok Almanya kentinde kurulan dernekler 27 Mayıs 1990’da Dortmun’da bir araya gelerek “Almanya Alevi Cemaatleri Federasyonu”nu hayata geçrmişlerdir. Belli bir süre sonra dinsel çağrışım yaptığı düşünülerek “cemaat” ismi, 36 derneğin katılımıyla gerçekleşen, 30-31 Ekim 1993 günlerinde yapılan Federasyon genel kurulunca çıkartılmış ve federasyonun yeni ismi “Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu” olmuştur. Kurumlaşabilmek adına, dedeler ve cenaze kurumu; basın yayın, gençlik ve kadın kurulları oluşturulması, bir Alevi Radyosu kurulması, demokratik kitle örgütleriyle dayanışma içine girilmesi ve Sivas mağdurlarına yardım kampanyası yapılması planlanmıştır. Hızla büyüyen federasyon, bir yılın sonunda 36 dernek üyeliğini 120’ye çıkarmıştır. Avusturya, Fransa, İsviçre ve İngiltere’de temsilciler belirleyerek, Avrupa örgütlerinin üst birliği haline dönüştürülmeye çalışan Federasyona sadece Hollanda katılmamıştır. Netice olarak Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu, “Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu” na dönüşmüştür. Fakat her ülkede örgüt sayısının artması nedeniyle, bu ülkelerin kendi federasyonlarını kurmalarının daha doğru olacağı düşünülerek, 28 Kasım 1998 tarihinde yapılan yedinci genel kurulda, “Avrupa” yerine yeniden “Almanya” eklenmiştir. Federasyon, Almanya’da 800 bin Alevi’nin yaşadığı Hamburg ve Kuzey Ren-Westfalya eyaletlerinde eylemler düzenlemiş; Almanya devletinden Alevileri temsil yetkisini almak adına uğraşlar vermiştir (Kaleli, 2000: 73-78). 73 Alevi medyasının buralardaki örgütlülük ortamında oluşmasının kaçınılmaz olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır; fakat buna ek olarak başka etmenleri de söz konusu etmek gerekmektedir. Keza Alevi medyalarının önde gelen televizyon, radyo, dergi vb. kurucu şahsiyetleriyle yapılan yüzyüze görüşmelerde, Alevi medyasının oluşum sürecine yönelik farklı yanıtlar alınmıştır. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Maltepe Şube Başkanı, aynı zamanda derneğin Genel Merkez Örgütlenme Sekreteri, hem de Haziran Alevi adlı derginin editörü Deniz Kifayet Alevi medyalarının doğuşunun 1990’larla hız kazandığını, ortaya çıkmalarındaki asıl etkenin ise, Alevileri acılarda birleştiren, ortak kaygılar taşımalarına neden olan katliamlar olduğunu ve özellikle 1993 Madımak Katliamı olduğunu dile getirmiştir. Çünkü bu katliam, Alevilerin hafızalarına kazınmış kıyımların devam ettiğini bir kez daha göstermiş ve Alevilerin örgütlenme ve bilinçlenmelerinin önemini anlamalarını sağlamıştır. Seslerini duyurmak, taleplerini dile getirmek, medya ortamında kendilerine yer edinmek isteyen Aleviler bu nedenle medya kollarını zenginleştirmeye başlamışlardır (Kifayet, Yüzyüze Görüşme, 5 Ekim 2015). TV 10 televizyonunun imtiyaz hakkını elinde bulunduran Şükrü Yıldız ise Alevi medyalarının nasıl doğduğuna ilişkin olarak; genel medyada Alevilere yeterince yer verilmediğini, asimilasyon politikalarının devreye sokulduğunu belirterek; Alevileri dar bir çerçevede gören yaygın medya ortamının dışında konumlanmak gerekliliğinin altını çizmiştir. Devletin Alevilerin sorunlarını görmezden geldiğini ve bu nedenle de onlara yönelik, onları yansıtan programlar üretmek için özel bir çaba içine girmediğini dile getirmiştir. Yıldız’a göre Alevi hareketi, siyasal taleplerini örgütlenerek dile getirmeye başlamış ve böylelikle 74 dergiler çıkarmaya, radyolar kurmaya ve son aşamada televizyonculuğu tartışmaya başlamışlardır (Yıldız, Yüzyüze Görüşme, 25 Ekim 2015). Barış Tv Reklam ve Program Koordinatörü Erol Güngören, Alevi medyasının ortaya çıkış koşullarını anlatırken; Alevilerin sesini kendi medyaları aracılığıyla duyurmalarının daha doğru olduğunu çünkü diğer medya organlarının Alevi inanç ve yaşam biçimlerini çarpıtarak yansıttıklarını dile getirmiştir. Alevilerin asimile edilmeye çalışıldıklarını, bunu bertaraf etmenin yolu olarak da, Aleviliğin özüne dair kültürel kodları işleyen program üretmeye çalıştıklarını ifade etmiştir (Güngören, Yüzyüze Görüşme, 10 Ekim 2015). Cem Tv’nin eski Genel Yayın Yönetmenlerinden Murat Ongun ise, Alevi medyasının doğuşunun çok haklı sebepleri olduğunu anlatarak; yıllar boyunca devleti yönetenler tarafından ötekileştirilen milyonlarca Alevinin örf, adet, inanç, gelenek ve yaşam biçimlerine gözlerin kapatıldığını, Alevilerin görmezden gelinerek yok sayıldığını söylemiştir. Durum böyle olunca da Alevilerin kendilerine yakın hissettikleri Alevi medyalarının oluşması kaçınılmaz olmuştur. Ongun, Alevilerin kendi medyalarını hayata geçirmelerini en doğal hakları ve ihtiyaçları olduğunu söylemiştir (Ongun, 5 Aralık, 2015). Cem Vakfı Yönetim Kurulu eski üyelerinden ve aynı zamanda Alevi Vakfı Federasyonu eski başkanı Doğan Bermek genelde Alevi medyasının, özelde ise Cem Medya Grubu bünyesindeki Cem Radyo ve Cem Tv’nin kurulmasının temelinde, Alevi kanaat önderlerinin ve Alevi toplumu içinden çıkmış iş adamı, akademisyen ve bu yola gönül verenlerin, Alevilerin de kendi medyalarının olması gerekliliğine olan inançlarının yattığını dile getirmiştir. Ortak talepler ve ihtiyaçlar sonucunda biraraya 75 gelen Alevi ileri gelenleri medya işine el atmışlar ve Alevi kanallarının öncüsü olmuşlardır ( Bermek, Yüzyüze Görüşme, 14 Aralık, 2015). Cem Radyo’nun kuruluş aşamasında önde gelen ismi ve hissedarı, aynı zamanda TRT İstanbul Radyosu’nda uzun yıllar çalışmış olan Dursun Taşdelen ise Alevi medyalarına ihtiyaç duyan büyük bir Alevi kitlesi varlığının kendilerini harekete geçirdiğini ve Alevi toplumuna hizmet edecek olmanın mutluluğu ve isteğiyle yola koyulduklarını ifade etmiştir (Taşdelen, Yüzyüze Görüşme, 21 Aralık 2015). Cem Vakfı’nda 16 yıl kadar uzun bir süre halkla ilişkiler biriminde ve arşiv oluşturma çalışmalarında emek sarfeden, Cem Dergisi Yayın yönetmenliği yapan ve Cem Tv / Cem Radyo’da Alevilik üzerine 600 programa imza atan Ayhan Aydın’a göre Alevi medyaları devlet, dernek, vakıf destekli ya da bağımsız kişilikler tarafından hayata geçirilmiştir. Bu medyaların bu nedenle yayın içerikleri, söylemleri ve çizgileri birbirinden farklılık arzetmiştir. Ama bütün bu medyalar total olarak Alevi toplumuna hizmet etmek niyetiyle yola koyulmuş fakat maddi ve farklı boyutlarda sıkıntılar yaşamışlardır. Kendisinin de uzun yıllar çalıştığı Cem Vakfı, Dergisi ve Radyosu süreçlerinde yaptığı bazı program içerikleri nedeniyle sansürlendiğini ve uzaklaştırılmak istendiğini dile getirmiştir. Aydın, Alevi kurum, örgüt ve medyaları içerisindeki aksaklıkları ve gerilemeyi gerekli donanıma ve bilgiye sahip ehil insanların olmayışına bağlayarak; Alevi medyalarının oluşum süreçlerinde sürekli olarak el değiştirmeler nedeniyle içerik açısından zenginliğini yitirdiğini, sadece birkaç derginin Alevilik üzerine etraflıca eğildiğini, bunun yanında toplumsal konularda da yazılar yayınladığını dile getirmiştir. Alevi medyalarının her zaman belirgin öncüler tarafından hayata geçirildiğini söyleyen Aydın, onların 76 emeklerinin yadsınamayacağını; duruşu ve Aleviliğe bakışı ve Aleviliği yorumlayışı ne olursa olsun, oluşturulmuş her Alevi yayın organının bir birikim olduğunu ve Alevi toplumu için kazanım sayılması gerektiğini vurgulamıştır (Aydın, Yüzyüze Görüşme, 28 Aralık, 2015). Bütün bu görüş ve yorumlar çerçevesinde Alevi medyalarının oluşumu üç nedene bağlanmıştır. İlk olarak, Alevi medyalarının öz bilinçlenme, örgütlenme ve kurumlaşma süreçlerinin bir sonucu olarak oluştuğu sonucu çıkarılabilir. Alevilerin dayanışma içine girmesi, kırdan kente göç, kentlerde cemevi, vakıf, dernek bünyesinde örgütlenerek taleplerini dillendirmeleri gibi etkenler onların medyalarını yaratmalarının hem bir sonucu hem de nedenidir. İkinci olarak asimilasyon ve yok sayma politikalarına karşı mücadele pratikleri geliştirmek için kurulduklarıdır. Son neden ise, Alevilerin kendilerine ait ya da kendilerini ait hissettikleri bir medyaya sahip olmayı doğal bir hak olarak görmelerine yanıt olarak, yani kısacası bu talebin bir sonucu olarak bu medyaları kurduklarıdır. 3.2.Alevi Televizyon Kanalları Alevi kurumlarının önde gelen isimleri hem yurt dışında hem de Türkiye’de radyo ve dergi yayıncılığına ek olarak televizyonculuk üzerine girişimlerde bulunmaya başlamışlardır. Bunun ilk örneklerinin Avrupa’da hayata geçirildiği söylenebilir. 2000’lerin ortalarından itibaren ilk Alevi televizyonları sahneye çıkmaya başlamıştır. 77 3.2.1. TV 10 Süreci TV 10 kuruluş sürecine geçmeden önce, TV 10 kurucusu Şükrü Yıldız’ın bu televizyon kurulana dek, kurucu ortaklığını yürüttüğü ve kısa ömürlü olduklarını dile getirdiği diğer televizyon kanallarına değinmek gerekmektedir. İlk olarak TV Avrupa kanalı karşımıza çıkmaktadır. TV Avrupa, Erol Aksoy’un sahipliğinde olan Gala TV stüdyolarının kira bedeli karşılığında kullanılarak hayata geçirilmiş bir kanaldır. Yüksek ücretler ödediklerini aktaran Yıldız, iki toplantı organize ettiklerini ve bu toplantılar sonucunda, Köln ve Hollanda’da destekler edinerek, bu toplantılara iştirak eden katılımcıların maddi desteği sayesinde TV Avrupa yayınının başladığını dile getirmiştir. TV Avrupa, Avrupa Birliği’nin “On iki yıldızlı” logosuna benzer bir logo kullanmıştır. Kanala olan ilginin yüksek olduğunu ve kanalı sadece Avrupa’da yaşayan Alevilerin değil, kanalın orada yaşayan bütün Türklerin ilgisini cezbettiğini anlatmıştır. İzlenme oranlarının yüksek olmasının altında yatan sebep olarak ise, Almanya’da yaşayan ve Almancayı akıcı olarak konuşabilen programcıların varlığını göstermiştir. Bölgeyi ve ülkeyi iyi tanıyan bu kişilerin, her kişiye ve alana ulaşmaları kolay olmuş bu nedenle de başarılı olmuşlardır. Bunların yanısıra, TV Avrupa üzerinde kontrol mekanizması kuramayan Alevi Hareketi’nin kanalı benimsemediğini anlatan Yıldız, kanalın maddi zorluklar ve başka iç ayrılıklar nedeniyle kapanma sürecine girdiğini söylemiştir. Alevilerin yazılı basını sınırlı, Alevi radyoları da çok etkin olamıyor. TV daha önemli bir mecra ama oldukça maliyetli. Biz de kiralama yöntemine gittik, Erol Aksoy’dan Gala TV’yi kiraladık ve ‘TV Avrupa’ adıyla yayına başladık. Büyük zorluklar yaşadık. Kamera yok, mikrofon yok. Kiralık araçlarla program çekip gönderiyorduk. Kadının Türküsü adlı bir programımızın canlı yayını Alevileri çok etkilemişti. Sonrasında TMSF kanala el koydu. Biz de yeni arayışlara girdik (akt.Yıldız, Yüzyüze Görüşme, 25 Ekim 2015). 78 TV Avrupa kapanınca 2 Temmuz 2004’de ikinci olarak Fransız uydusu üzerinden yayına geçen “Düzgün TV” kurulmuştur. Yayınların Fransız uydusundan verilmesi nedeniyle Alevilere pek ulaşmamıştır. Bu nedenle, Türksat yayınına geçme gerekliliği doğmuştur. Yıldız, Alevi kanallarının bu dönemde kısa ömürlü olmasının çeşitli nedenleri olduğunu belirtmiştir: Alevi bir televizyon kanalı kurmak pek çok şey gerektiriyordu. Lisans alma , sermaye ve aslında daha da önemlisi kurduğunuz televizyon kanalını yönetebilecek bir vizyon. Fakat sadece Alevi bir kanalı olsun, daha görünür olup Aleviler nezdinde itibar kazanmak, Alevi hareketi içinde yer edinmek için bu yola girenlerin bütün uğraşları da beyhude olmuştur. Bu niyetle kurulan hiçbir Alevi kanalı ayakta kalmayı ve Alevilerle bütünleşmeyi de sağlayamadığı için kapanmıştır (Yıldız, Yüzyüze Görüşme, 25 Ekim 2015). Kurucular olarak bir araya gelen kişilerin aralarındaki zıt görüşlerin varlığı, maddi sıkıntılar ve başka bir takım siyasal baskılar nedeniyle Düzgün TV de kısa bir yayın döneminden sonra kapanmıştır. Televizyon çalışmalarına aralıksız devam eden Şükrü Yıldız sıradaki uğraşlarını 2005 sonu, 2006’nın ilk aylarında, Su TV adına vermiştir. Su TV’nin yayın politikasını bir önceki TV kanallarına kıyasla daha sağlam hazırladıklarını belirten Yıldız, Su TV’de daha zengin ve çeşitli programlar ürettiklerini ve Alevileri ve diğer azınlık (Kürtler, Ermeniler vs.) halklarını da yayın içerikleri arasına alarak daha kapsayıcı bir format geliştirdiklerini anlatmıştır. Buna örnek olarak ise, TV Avrupa’da Kürtçe vb. kliplere yer vermediklerini ama Su TV’de bunu yaparak, yayın ve programlarında daha cesur ve bağımsız bir tavır sergilemeye çalıştıklarının altını çizmiştir. Bunlara ek olarak Su TV’de Alevi Konferansı ve Kürt Konferansı vs. yayınlanmıştır. Alevi Hareketi ve Kürt Hareketi arasındaki mesafenin Su TV ile daraltılmaya çalışıldığını aktaran Yıldız, yine de bu 79 yayın politikasının ortaklar arasında tartışmalara neden olduğunu, ortaklardan birisi olan Turgut Öker’in o dönemde Su TV’nin bu politikası nedeniyle ortaklıktan çekildiğini belirtmiştir. Aynı sebeplerden ötürü ayrılan Necdet Saraç ve Hayrullah Kaya da Su TV’nin hayata geçirdiği çok seslilik ve azınlıkların görünür kılınma durumunu, siyasal tavırları ve duruşları nedeniyle sekteye uğratmışlardır. Su TV bu aşamadan sonra el değiştirmiştir. Su TV yayınlarının durması beraberinde iki yeni televizyon kanalının açılmasına dolaylı olarak katkı sunmuştur. Çünkü yolları ayrılan kurucu isimler kendi televizyon kanallarını kurmuşlardır. Yeni bir Alevi kanalı olarak Dem TV’nin diğer Alevi kanallarından belirgin farkı olarak “Gurmanci”33 program yapmaya başladıklarını anlatan Yıldız, artık Alevi kanallarının sadece müzik yayını yapan dar alandan çıkması gerektiğine inandığını ve bu nedenle de kültür konularına eğilen, dil çeşitliliği olan bölgesel programlar çekerek yayınladıklarını aktarmıştır. Dem TV ile birlikte Alevi yerleşim bölgelerine giderek, bu bölgelerin kendilerine özgü kültürleri hakkında bilgiler vererek tanıttıklarını ve bu sayede ilk defa Alevi toplumu ile bir Alevi medyasının birbirini tanımaya başladığını ve Alevi yayın organının kitle ile bütünleştiğini, toplumun da buna yanıtsız kalmayarak kanalı benimsediğini, izlediğini söylemiştir. Gidilen bölgelerde halkla konuşmalar yapıldığını, halkın düşünce ve fikirlerine yer verilerek alternatif medyanın özellikleri arasında olan toplumun kendi sesi olma, kendini aktarabilme ve tanıtabilme imkânına şans verildiğini görüyoruz. İzlenme oranının yükselmesi ve Alevi toplumunun kanalı benimsemesi ile Dem TV kendi kendini finanse etmeye başlamış, akabinde ortakları sermayelerini bu vesile ile artırmış ve kanalın buna bağlı olarak alternatif ve bağımsız çizgisinin bozulacağını 33 Kürtçe’nin dört lehçesinden biridir. Diğer lehçeler, Sorani, Zazaki ve Gorani’dir. 80 düşünen Şükrü Yıldız kurucu ortaklıktan çekilmiştir. Bu süreçten sonra Dem TV program içerikleri değişmeye başlamış ve toplumun benimsediği kanal izleyicisini kaybetmeye başlamıştır. Dem TV’den sonra Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç’ın ortaklığı ile kurulan “Kanal 12” süreci başlamıştır. Fakat Kanal 12 pek varlık gösterememiş, CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) çizgisine yakın bir yayın politikası gütmüştür. Nedeni olarak Ali Kılıç’ın CHP MYK Üyesi olmasını dile getiren Yıldız, her yayın organı gibi kurucuların siyasi tavırlarından dolayı başarısız olan kanallar arasına Kanal 12’nin de dâhil olduğunu söylemiştir. Bütün bu kapanan Alevi TV’lerinden sonra TV 10 süreci başlamıştır ve TV 10 şu anda yayın hayatına devam eden dört büyük Alevi kanalından birisidir. TV 10 ile Alevilerin sesi olmayı başardığını aktaran kurucu Şükrü Yıldız, TV 10’nun kar amacı gütmeyen bir anlayışla yola çıktığını ve bütçesinin çok farklı yollardan elde edildiğini söylemiştir. Alevi toplumuna yakın olmanın ve onlarla özdeşleşmenin temel niyetleri olduğunu ve buna paralel olarak yayınlar yaptıklarını anlatmıştır. Kanalın başlıca sıkıntısının reklam alamamak olduğunu belirtmiştir. TV 10’nun yayın içeriği ve politikası gereği çekilen programlarında dil ayrımına gidilmeksizin üretimler yapıldığını, her nereye gidiliyorsa oranın halkının konuştuğu dilde yayın yapmak için çabaladıklarını ifade ederek; TV 10’un azınlıklara olan yaklaşımını ortaya koymuştur. Yıldız’ın aktardıklarına dayanarak, TV 10’un özelde Aleviler, genelde ise azınlıkların kanalı olduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır. TV 10 yayın akışında çeşitli türlerde programlar karşımıza çıkmaktadır. Genel başlıklar altında toplarsak eğer; Haber Kuşağı, Genç ve Kadınlara yönelik 81 programlar, Gündeme Bakış, Alevi Kültürüne dönük programlar, gezi programları ve Müzik programları (çok dilli) sayılabilir. Alternatif medyaların niteliklerinden biri sayılabilecek olan topluluğun kendi üyelerinin yayın yapmaları yani kendi üretimlerinin tüketicileri olmaları, TV 10’da hayat bulmuştur. Çünkü televizyonda görev alanların ve program üretenlerin büyük bir kısmı Alevi’dir. 3.2.2. Cem TV Süreci Cem TV’yi, Cem Radyo’yu, Habercem ve yayını 2003’te durmuş olan Cem Dergisi’ni içine alan Cem Medya Grubu’ndan bahsetmeden önce bu medya organlarıının kurucu gücü ve imtiyaz haklarına sahip olan Cem Vakfı’ndan bahsetmek gerekir. Cem Vakfı, 12 Mart 1995’te Prof. Dr. İzzettin Doğan tarafından “ Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı” adıyla kurulmuştur. İlk yönetim kurulunda 48 iş adamı vardır. Kurulda, Abidin Özgünay, Doğan Bermek, Haydar Ulusoy, Hüseyin Erdoğan, İbrahim Polat, Mehmet Mustafa Ütebey, Mehmet Turgut Özcan, Mehmet Zeki Bulut, Metin Poyraz, Mustafa Algül, Ramazan Avşar ve daha birçok isim yer almıştır. Cem Vakfı hem Türkiye’de hem de Avrupa’da örgütlenerek çok sayıda şube açmıştır (Çim ve Bermek, Yüzyüze Görüşme, 9 Kasım- 14Aralık 2015). Cem TV 4 Eylül 2005’te Cem Vakfı’nın girişimleriyle kurulmuştur. Alevi toplumuna Aleviliğin inanç ve kültürel boyutlarını aktarmak, Alevilerin taleplerini dile getirmek, Alevilerin kendi kimliklerini yaşatabileceği bir televizyon kanalı yaratmak niyetiyle yola çıkan Cem TV, zamanla yayın yelpazesini genişletmiş ve sadece Alevilere hitap eden bir televizyon organı olmanın ötesine geçmeyi 82 hedeflemiştir. 50’ye yakın çalışanı olan kanalın, sadece Alevilere özgü yayın akışı çizgisini genişletmesinin altında yatan sebeplerden birisi kitlesel bir televizyon kanalı olmak ise, diğeri de televizyonun reklam pastasını genişletme niyetidir. Alevi kanalı olması nedeniyle, reklam alamama sıkıntısını bu şekilde aşmaya çalıştıklarını söyleyen Cem TV’nin Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Çim, yayın içeriğindeki ufak değişiklikler ve program çeşitliliği artmış olsa da, Cem TV’yi Alevi toplumuna hizmet eden ve onların sesi olmayı başaran tek televizyon kanalı olduklarını ifade etmiştir. Çünkü Alevilere ve Aleviliğe hizmet eden yayınları kendilerinin ürettiğini belirterek, hali hazırdaki diğer Alevi televizyonlarının birkaçını müzik eksenli, diğerlerini ise siyasal mevzuları ön plana çıkaran kanallar olarak değerlendirmiştir. Çim, Cem Vakfı ve Cem TV ekseninde düşünüldüğünde Alevi taleplerinin takipçisi ve destekçisi olduklarını, fakat Aleviliğin siyasal çıkarların hizmetine sokulduğu ve Aleviliğe hizmet etmeyen yayın üreten öteki kanalların Alevi medyası olarak nitelenemeyeceğini aktarmıştır. Cem TV’nin yayın akışında siyasal gündemin konuşulduğunu, güncel olayların değerlendirildiğini ama kanalın genel olarak herhangi bir siyasal partiye yakın ya da uzak duran yayınlar yapmadıklarını; çünkü Aleviliğin buna alet edilmemesi gerektiğine inandıklarını ifade etmiştir. Daha çok Aleviliğin kültürel ve tasavvufi yönlerini anlatan, Alevilerin dinlediği deyiş ve türkülere yer veren programlar yaptıklarını anlatan Çim, ilk defa Cem Radyo’da başlayan ve şu anda her Perşembe Cem TV ortak yayınıyla verilen “Cem İbadeti”nin Alevilerin büyük çoğunluğu tarafından izlendiğini ve özümsendiğini dile getirmiştir. Alevi televizyonu olarak kendisini tanıtan ya da gösteren diğer Alevi kanallarının aslında Alevi medyası olduklarını pek düşünmüyorum. Alevi kanalı olabilmek Aleviliğin sorunlarını ve taleplerini dile getirmek demek. Aleviliğin özüne dair yayın üretmek demek. Aleviliği siyasi bir malzeme gibi, Aleviliğin bir inançtan ziyade sanki bir muhalefet aracı olarak kullanılması yanlış. Bizim dışımızdaki hiçbir Alevi kanalın Aleviliğe dair çok fazla uğraş 83 içinde olduklarını düşünmüyorum. Cemevlerinin ibadethane olarak statü kazanması, din dersleri vs. gibi Alevi taleplerinin takipçisi her zaman İzzettin Doğan olmuştur, Cem Vakfı olmuştur. Alevilik siyasi çıkarlara kurban edilmemeli, Aleviliğin bir inanç biçimi olduğu unutulmamalı (Mustafa Çim, Yüzyüze Görüşme, 9 Kasım 2015). Genel olarak Cem TV’de, “Haber, Sağlık, Gündem, Eğlence, Kültür-Sanat, Gezi, İnanç, Müzik vb.” programlar yapılmakta olup; aslında merkezi bir medya kanalıyla mesafeyi daraltacak yelpazede çeşitlilik üretilmeye çalışılmaktadır. Alternatif medyanın kitleseşebilmek adına böyle girişimlerde bulunabileceğini, dar alanın dışına çıkabilmek için merkezi medyanın kullandığı olanaklardan faydalanması gerektiğini ifade eden yaklaşımlardan hareketle diyebiliriz ki Cem TV Alevilerin sesi olmaktan uzaklaşmaz ve temel ereğini unutmaz ise, bazı noktalarda kullandığı olanaklar alternatif olmaları konusunda onları yolundan edemeyecektir. Sadece kazanç kapılarının artması niyetiyle bir yayın politikası güdülürse eğer alternatifliğini yitirecek olan Cem TV’nin, hali hazırdaki konumunu alternatif medyalar açısından niteleyecek olursak, eleştirel içerik üreten değil, ama dini azınlık medyası olarak kendisine bir yer edindiğini söyleyebiliriz. Kendi amaçlarının da Aleviliği siyasal mücadelelere karıştırmamak ve Alevilere hizmet etmek olduğunu bildiğimiz Cem TV’nin bu anlamda eleştirel/muhalif içerik üretmediğini de eklememiz gerekecektir. 3.2.3. Barış TV Süreci Barış Tv süreci ile ilgili bilgiler, kanalın Genel Yayın Yönetmeni Hamit Hasbay ile yapılan görüşme sonucunda elde edilmiştir. Barış Tv, kuruluş aşamasında SU TV’dir ve el değiştimeler neticesinde güncel ismini almıştır. 2006 yılında kurulan Su TV’nin kurucu kadrosunda yer alan Yalçın Özdemir, kanalı 2011 Nisan ayında, 84 Barış TV adı altında Ali Rıza Erkan’a devretmiştir. Ali Rıza Erkan, televizyon kanalı sahipliği öncesinde 1993-1994 yılları arasına yayına başlayan ve 2010’a kadar yayınını sürdüren Barış Radyo’nun da kurucusudur. Yaklaşık dört yıl kadar sonra kanalı yürüten Erkan, Eylül 2015’te kanalı Üzeyir Engin adlı bir iş adamına satmıştır. Kanalın yeni sahibi olan Üzeyir Engin, Alevi kimliğini taşımamakta olduğunu fakat Alevilere ve Aleviliğe olan sempatisi nedeniyle kanalı devraldığını ifade etmiştir. Barış Tv’nin yayın içeriğine baktığımızda kanalın yayın akışının büyük oranda müzik yayınlarına ayrıldığı görülmektedir. Barış Tv ve yaptıkları programlar hakkında ayrıntılı bilgi veren Hasbay şunları aktarmıştır: Barış Tv’nin ya da şu anda yayın yapan diğer Alevi kanallarının birbirinden çok ayrı olduklarını düşünmüyorum. Her birimiz Aleviliğin farklı bir yanına vurgu yapıyoruz fark sadece bu olabilir. Cem Tv genelde inanç boyutunu, Tv10 ve Yol daha çok siyasi bir duruş olarak ve biz de Aleviliğin kültür tarafını ya da nasıl ifade etmeliyim, Alevilerin sevdiği, hiçbir Alevinin hayır diyemeyeceği türkü yayınları yapıyoruz. Kanalı özellikle bu türküleri ve deyişleri dinlemek için açtıklarını ve izlediklerini biliyoruz, biz de bu talebe ve ihtiyaca kulak veriyoruz. Kanalda müzik yayınları ağırlıkta ama yayına başlayacağımız ve hali hazırda devam eden başka programlarımız da mevcut. Yakın zamanda Hünkâr Hacı Bektaşi Veli Vakfı ve Barış Tv’nin ortak organize ettiği “Serçeşme” adlı bir programa başlayacağız. Aleviliğe dair herşey konuşulacak. Bundan başka, SGK programı yapacağız ve canlı olarak konuda uzman bir sunucu izleyicilerden gelen soruları yanıtlayacak, bunun da bir ihtiyaç olduğunu düşündük. Yine bunlara ekleyebileceğim, Çarşamba günleri bir hukuk programı yapıyoruz ve bir avukat sunuyor. Cuma günleri, Haftanın Değerlendirmesi ve Haftanın Aynası adlı gündem konuşulan iki programımız var (Hasbay, Yüzyüze Görüşme, 11 Ocak 2016). Barış Tv, şu anda bir iş adamı sahipliğindedir ve Alevilerin benimsediği bir Alevi kanalıdır. Fakat ticari kaygıların öne çıkması ve sahibinin kendi reklamlarını yayınlıyor olması gibi nedenlerle aslında alternatif olma özelliğini kısmi olarak yitirmektedir. Çünkü alternatif olmanın ilk koşulu ya da azami şartı ana akıma 85 eleştirel içerik üretebilmekse eğer; ikinci şartı da hitap ettiği ya da sesi olduğu kitlenin çıkarlarının takipçisi olması ve bunları görünür kılmasıdır. Barış Tv’nin Alevilerin gönlünde yer etmesinin ana nedeninin, onlara hitap eden müzik programlarının ağırlıkta tutulması olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır ancak Alevi hassasiyeti taşıyan genelde Alevi medyalarının, özelde de televizyon kanallarının Alevilerin özel ilgilerine de aynı hassas çizgide yaklaşması gerektiğini eklemek gerekmektedir. 3.2.4. Yol TV Süreci Yol Tv 2006’nın sonlarına doğru AABF’nin öncülüğünde Almanya’nın Köln kentinde yayına başlamıştır. Kanalın kuruluşunda, Türkiye’den pek çok Alevi kurumunun desteği alınmış ve 700 ortak tarafından bir milyon Euro’luk bir yatırımla hayata geçirilmiştir. AABF’nin Aleviliği sadece bir inanç olarak değil aynı zamanda bir kültür ve bir siyasi anlayış olarak tanımlaması kanalın yayın akışında da göze çarpmaktadır (akt. Hüseyin Şimşek-Yol TV eski Avusturya Temsilcisi). “Kadınların, gençlerin, işçilerin, canların kanalı” olarak kendini tarif etmekte ve “Kardeşliğin ve eşitliğin yanında yola çıkıyoruz” sloganıyla yayın yapmaktadır. Yol TV’de kültür, sanat, siyaset, gündem, gezi, haber, müzik, Alevilik inancı ve kültürü üzerine pek çok program üretilmektedir. Ayrıca, AABF öncülüğünde gerçekleştirilen Avrupa genelindeki Alevileri bir araya getiren büyük etkinlikler de yayınlanmaktadır. Bu etkinliklerden birisi olan “Ağıttan Umuda” adını taşıyan etkinlik Avrupa genelindeki Alevi kültür merkezlerinin konser verdikleri, semah çektikleri vb. performansların sergilendiği çok önemli bir organizasyon olarak yapılmış ve Yol TV aracılığıyla yayınlanmıştır. Kanal, Alevi yerleşim bölgelerindeki festivalleri, faaliyetleri, Alevi örgütlerinin düzenledikleri her türlü etkinliğin ekrana taşıyıcısı olmuştur. 86 Yol TV’deki ana programlar, “Yol Aşkına, Yol Alanlar, Esas Mesele, Tartışma Notları, Turnusol, Kadınlara ve Yaşama Dair, İşçilerin Yarını, Aşka Türküler, Yolda Sağlık, Yolun Ezeli, Yüzler ve İzler ve Belgeseller”dir. Programlarda güncel siyasal gelişmelerden Alevi katliamlarına, Aleviliğe dair inançsal boyutlardan Alevi müziği ve deyişlerine, Aleviliğin tanınan şahsiyetlerini tanıtan programlardan Alevi örgütlerin gerçekleştirdiği toplantı ve gösterilere kadar çok geniş yelpazede üretim yapılmaktadır. Kanal AABF öncülüğünde yayınlarına devam etmekte ve Avrupa’da ve Türkiye’de yaşayan Aleviler için Aleviliğin siyasi, kültürel, folklorik ve inançsal boyutlarının hepsini ele alan çeşitlilikte yayın yapmaktadır. 3.3.Alevi Radyoları Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu, Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu olma girişimleri sırasında Ankara’da ilk Alevi Radyosu sayılan Mozaik Radyo’yu hayata geçirmiştir. Mozaik Radyo’dan sonra Ali Rıza Erkan’ın öncülüğünde Radyo Barış kurulmuştur. Marmara Bölgesi ölçeğinde yayın yapan “Yön Fm” de, SHP (Sosyal Demokrat Halkçı Parti) girişimleriyle, Yüksel Kılınç tarafından kurulmuştur. Radyo Barış yayına devam etmekte fakat Yön Fm başka bir isim ve içerikle yayın yapmaktadır (Taşdelen Yüzyüze Görüşme, 21 Aralık 2015). Cem Radyo, 1994 sonlarında Ertuğrul Aslan’ın katkıları ile Dursun Taşdelen ve Abidin Özgünay’ın fikirlerinin ortak bir zeminde buluşmasıyla tartışılmaya başlanmıştır. Stüdyo hazırlıkları yapılmış ve Cem Basın Yayın A.Ş. kurularak Cem Vakfı’nın medya çalışmaları bu ad altında yürütülmüştür. Bu dönemde RTÜK’ün koymuş olduğu mevzuatlar gereği, yeni bir lisans hakkı almak mümkün 87 olmadığından, genellikle var olan radyolar devralınıp isim değişikliği yapılarak radyo sahibi olunmuştur. Bu nedenle 7 Temmuz 1997’de Kırklareli’nde Marmara Bölgesi’ne yayın yapan Renk Radyo Yayıncılık Hizmetleri A.Ş. satın alınarak, Cem Radyo olarak yoluna devam etmiştir. İlk sloganı; “Dostluğun, Kardeşliğin ve Sevginin Sesi” olarak belirlenen Cem Radyo’nun kurumsal yapılanması ile ilgili, Prof.Dr. Niyazi Öktem’in Başkanlığında, Dursun Taşdelen ve Hüseyin Aldoğan’dan oluşan üç kişilik bir komisyon oluşturulmuştur. Radyo kuruluşunda ayrıca, hissedar isimler olan, A. Rasim Tükek, Mehmet Koçarslan, Ozan Şer, Aziz Öndeval, Cemal Canpolat, Dursun Taşdelen, Ali Tanrıverdi, Bülent ve Hüseyin Erkan ve Hüseyin Aldoğan yer almıştır. RTÜK’e, yeni ortaklar, pay oranları, yayın hakkı, yayın ismi, yayın frekansı ve şirket merkezinin İstanbul’a nakli konuları bildirilmiştir. Radyonun ilk yönetim kurulu üyeleri, Mehmet Koçarslan A. Rasim Tükek ve M. Ozan Şer olmuştur. Radyo kuruluşunda Prof. Dr. İzzettin Doğan’ın görüş ve fikirlerine başvurulmuştur. Doğan, radyo yayıncılığı yapmaya başlamalarındaki ana hedeflerini şu şekilde özetlemiştir: Ana hedefimiz, Alevi-İslam anlayışının kamuoyuna anlatılmasıdır. Bu anlatımlar, bir sözle olur, iki müzikle olur, üç başta teknolojinin geliştiği nokta, olanak, imkân ne ise o olanakları kullanarak olur. Bir kısmını, siz yaparsınız, bir kısmını yapamazsınız, ama alt yapısını hazırlarsınız, reklamıyla, ilanıyla, vs. ile. Yapılması gereken bu, yani radyonun ana hedefi bu. Alevi kitleye hitap edecek birinci derece, ondan da daha önemlisi herkese hitap etmesi amaçlanmıştır. Alevi kitleye hitap ederken, Alevi-İslam anlayışını benimseyecek (aktaran Taşdelen, Yüzyüze Görüşme, 21 Aralık, 2015). Doğan, altı ay içinde yayınların bölgesel alandan Türkiye’ye yapılmasını, ulusal çapta bir radyo yaratmak istediklerini ifade etmiştir. Bunu yaparken de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 97 trilyon küsur civarındaki bütçesinden Alevilere de pay düşmesi 88 gerektiğini fakat bunun ne şekilde gerçekleşeceğini bilmediğini ifade etmiştir. Zamanı geldiğinde muhatap olarak kendileri alınırsa, bu durumu kendi inançlarını/kültürlerini yaymak açısından kullanacaklarını eklemiş ve bu desteği alacak olmanın anayasal bir hak olduğunu belirtmiştir (Taşdelen, Yüzyüze Görüşme, 21 Aralık, 2015). Radyonun kuruluş ilkelerinde; programların dinleyicinin, yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, meslek, gelir ve benzeri sosyal, ekonomik ve kültürel özelliklerine uygun olmasına, programa ilişkin istek, tepki ve görüşlerin alınmasına, yayınlarda kullanılan dil, sunuş biçimi, dinleyicinin ilgisine uygun hazırlanmasına; dinleyicileri siyasal sürece katılma konusunda teşvik etmesine, yayınların bölgelerin coğrafi, üretim eğitim, kültür, sosyal, ekonomik özelliklerine paralel yapılmasına karar verilmiştir. Radyonun yayın amacı şöyle ifade edilmiştir: Atatürk devrimleri ve Anayasa doğrultusunda, Türkiye’nin demokratik, ulusal, laik ve sosyal devlet anlayışına uygun, insan haklarına saygılı bir toplum niteliğine kavuşmasına, ilerlemesine, kalkınmasına, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmasına yayınlarıyla yardımcı olmaktır. Bu amaçla, vatandaşların, siyasal sürece ve kalkınmaya bilinçli katılmasına, siyasal iktidarı seçme, gözetleme ve denetlemesine, bu konudaki hak, ödev ve sorumlulukları kavramasına, yerine getirmesine, ulusun tümüyle kaynaşmasına yardımcı nitelikli yayınlar yapmak gerekmektedir (Doğan’la yapmış olduğu söyleşiden akt. Taşdelen). Programlar, haber, eğitim, kültür, müzik-eğlence-drama, spor, reklam yayınları ve özel gün ve hafta yayınları olmak üzere ayrılmıştır. Radyodaki genel yayın akışı, sabah, öğle, akşam ve gece kuşağı olmak üzere ayarlanmıştır. Sabah kuşağı ana haberle başlar, canlı bağlantılar kurularak devam eder; öğlen kuşağıyla beraber ise sosyo-kültürel, ekonomik, toplumsal yapılanma ve dayanışmaya yönelik programlar yayınlanır. Akşam kuşağı ana haberle başlar ve gece 01:00’a kadar 89 devam eder. Bu kuşakta kültürel ağırlıkta programlar yer alır. Tasavvuf müziği ve ağırlıklı olarak Türk Halk Müziği olmak üzere konukların alındığı canlı yayın programları yapılır. Cem Vakfı özelinde, bütün kurum ve kuruluşların gerçekleştirdiği sosyal, kültürel ve inançsal etkinlikler canlı olarak verilir. Cem Radyo’nun kuruluş aşamasından son dönemlerine kadar bu şekilde yayınlarına devam ettiğini paylaşan Dursun Taşdelen, radyonun son beş yıllık sürecinin kısır kaldığını belirtmektedir (Taşdelen, Yüzyüze Görüşme, 21 Aralık 2015). Radyonun son dönemini anlatan Cem Medya Grubu Başkanı Mustafa Çim ise yayınların Alevi toplumunun kültürel ve inançsal taleplerine yanıt verecek şekilde aynı şekilde yayınına devam ettiğini fakat programları revize ettiklerini aktarmıştır. Radyoda, “Cem İbadeti”nin canlı verilmesi de Dursun Taşdelen döneminde başlamış olup daha sonra Cem TV’nin yayına başlamasıyla her perşembe Cem yayını radyoyla beraber ortak yayına girmiştir. 3.4.Alevi Basını Alevi dergi ve gazeteleri, Alevi vakıf, dernek vb. ait yayın organı olarak çıkmış ya da herhangi bir kuruma ait olmaksızın bağımsız kişiler tarafından çıkarılmıştır. Örgütlenmenin güçlü olduğu Almanya’da dergi faaliyetleri de yoğun olarak yürütülmüştür. Almanya ve Türkiye’de çıkarılan dergi ve gazeteler sırasıyla anlatılacaktır. 3.4.1. Almanya’da Çıkarılan Dergiler Ehlibeyt Dergisi, 1990 yılında İsmail Elçioğlu tarafından çıkarılmıştır. Almanya’da daktilo ile yazılıp çıkarılan dergi, fotokopi ile çoğaltılarak, bin civarında okuyucuya ulaştırılmıştır. Muhsin Cevahir’in Gerçek İlim Dergisi de Ehlibeyt 90 Dergisi’ne benzer yöntemlerle çıkarılmıştır. Berlin’deki Anadolu Alevileri Kültür Merkezi’nin yayın oranı olarak 1997’de Al-Gül dergisi önceki dergilere nazaran, kuşe kâğıt, ofset basım ve içeriğiyle daha kaliteli bir dergi olmuştur. İlk zamanlar Almanya Alevi Federasyonu’nun yayın organı olarak çıkarılan Mürşit Dergisi’nin yayını durunca yerine, Alevilerin Sesi dergisi çıkarılmıştır. Alevilerin Sesi, Avrupa Alevi Vakıfları Federasyonu sürecinin örgütlenme ağlarını genişletmek için çıkardığı ilk Alevi dergileri arasındadır ve yayın hayatına devam etmektedir. Yarısı Almanca yarısı Türkçe çıkan dergi, başarılı Alevi dergileri arasındaki yerini almıştır. Alevilerin Sesi Dergisi ilk sayısı 1994’te çıkmıştır ve imtiyaz sahibi Almanya Alevi Vakıfları Federasyonu Genel Başkanı Ali Rıza Gülçiçek olmuştur. Derginin ilk zamanları genel yayın yönetmenliğini Necdet Saraç yapmıştır. Bu dergiyi federasyona üye dernekler de desteklemiş ve sahiplenmiş bunun sonucu olarak da 15 bin okuyucu kitlesine ulaşmıştır. Bu imkânlarla kendini finanse etmeye başlayan derginin 18. sayıdan sonrasını yeni genel başkan Ali Kılıç yönetmiştir. Derginin sahipliğini Mart 1997’de alan Ali Kılıç, 30 Ocak 1999’dan itibaren vakfın genel başkanı Turgut Öker’e bu görevi devretmiştir Hollanda Alevi- Bektaşi Sosyal ve Kültür Dernekleri Federasyonu (HAK-DER)’nun yayın organı Yol (Serçeşme) Dergisi, 20 sayfa olarak aylık olarak çıkarılmıştır. Yine Hollanda’da Zuud Hollanda Alevi-Bektaşi Dernekleri Ortak Çlışma Komisyonu’nun yayın organı olarak Canların Sesi’ni çıkarmıştır (Kaleli, 2000:79-80; Aydın, Yüzyüze Görüşme, 28 Aralık, 2015). 91 3.4.2.Türkiye’de Çıkarılan Dergiler Türkiye’de ilk bağımsız Alevi yayınları olarak 1966’da çıkarılan Ehlibeyt Yolu gazetesi ve Cem Dergisi gösterilir (Kaleli, 2000). Dernek yayın organı olarak ilk dergi ise Karahöyük Dergisi’dir. İlk sayısı 1 Temmuz 1964’te çıkmıştır. 32 sayfa olarak çıkarılan dergi, aylık yayınlanmıştır. Sahibi Hacı Bektaş Kültür, Kalkınma ve Yardım Derneği adına Hüsrev Şir Ulusoy olmuştur. Çıkış sayısında derginin amacı, “ Susayan gönüllere sevgi, dostluk, kardeşlik, umut, mutluluk sunacak; dilek ve isteklerinizi dile getirecektir” şeklinde tarif edilmiştir. Dergimiz adını, Horasan’dan kalkıp, Anadolu’ya yerleşen ve kurduğu insanlık, sevgi inançlarıyla yüzyıllar boyu Türklüğe giren, ışık saçan ve yaslı günleri umuda, mutluluğa kavuşturan büyük bir velinin güvercin kanadına konduğu söylenen bir tepeden almaktadır. Bu bembeyaz güvercin, onun kurduğu birlik, dostluk, barış, sevgi ve kardeşlik sembolüdür (Kaleli, 2000:96). Dergide Alevilik Kültürü ve inancına dair akademisyen yazılarına, bilimsel makalelere yer verilmiştir. Ehlibeyt Yolu Gazetesi, Doğan Kılıç Şeyhhasanlı’nın sahipliğini üstlendiği, Alevilerin ilk gazetesidir. 1966’da yayına giren dergi, haftalık olarak basılmıştır. Dönemin Alevi baskılarını ve kıyımlarını sayılarında tartışarak gündeme getirmiştir. Özellikle de Diyanet İşleri Başkanı İbrahim Bedrettin Elmalı’nın; “Bir avuç Alevi var, Alevilik sönmüştür” söylemi üzerine Doğan Kılıç gazetede sert yazılar yazarak tepkisini dile getirmiştir. Temmuz 1966’da Abidin Özgünay tarafından çıkarılan Cem Dergisi Alevi dergileri arasında en uzun soluklu ve önemli bir yeri olan sayılı dergilerdendir. İçeriği ile zengin bir dergi olan Cem, iki yayın dönemi geçirmiştir. Derginin kapağında “Cem” yazısı altında “Eline-Diline-Beline” sözü yer almıştır. Aylık olarak 92 24 sayfa çıkan dergi, 4 sayının ardından 15 günde bir çıkarılmaya başlanmıştır. Alevilerin sesi olabilmeyi hedefleyen derginin başarısının derginin sahibi ve başyazarı Abidin Özgünay’ın emeklerinin ve uğraşlarının bir sonucu olduğunu belirten Ayhan Aydın, Alevi medyaları hususunda Abidin Özgünay’a ayrı bir yer atfemektedir. Cem Dergisi’nin Türkiye Birlik Partisi sürecinde partiyi desteklediğini ve yakınlık gösterdiğini aktaran Aydın, 1991’de yayını duran derginin içeriğinin çok fazla olmamakla beraber değiştiğini ve zayıfladığını belirtmektedir. 50. sayıdan sonra Abidin Özgünay maddi sıkıntı ve sağlık sorunları nedeniyle dergiyi Temmuz 1995’te Cem Vakfı’na satmıştır. Kısa bir aradan sonra yayına kaldığı yerden devam edilen dergi, Ağustos 1996 ile birlikte Cem Vakfı’nın yayın organı olarak çıkarılmıştır. Sahibi Hasan Özer, Genel Yayın Yönetmeni Rıza Zelyut ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürlüğü’nü Murat Küçük yapmıştır. Bu süreçte 80 sayfa çıkarılan dergi 2003’e gelindiğinde Prof. Dr. İzzettin Doğan’ın derginin zarara girdiğini söyleyerek aldığı karar ile yayını durdurulmuştur. Cem Dergisi’ne alternatif ya da karşıt olarak, dergiden ayrılan Cemal Şener ve Reha Çamuroğlu’nun girişimleri ve Hüseyin Erdoğan’ın da maddi destekleriyle Kasım 1993’te Nefes Dergisi 64 sayfa ve aylık olarak çıkarılmaya başlanmıştır. 16. sayıdan sonra Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Esat Korkmaz olmuştur. Dergide “Ayın Dosyası” başlığı altında özel mevzulara eğilindiğini ve başarılı bir içerik üretildiğini aktaran Aydın, dergiyi içerik olarak kalemi güçlü kişilerin beslediğini anlatmıştır. Esat Korkmaz döneminde güçlenen dergi ekonomik sıkıntılar sebebiyle 38. sayıda el değiştirmiş ve üç sayı daha yaptıktan sonra kapanmıştır. 93 Gerçekler Gazetesi, Mehmet Yaman sahipliğinde 16 Ağustos 1970’te 34 sayfa ve 15 günde bir çıkarılmıştır. 1973’de Gerçekler Dergisi’ne dönüşmüş ve ancak 10 sayı yapabilmiştir. Ayhan Aydın, 1990’da TKP (Türkiye Komünist Partisi) çizgisinde sosyalist bir yayın organı olarak çıkan Kavga adlı dergiden bilgiler aktarmıştır. Derginin sahibi Rıza Yörükoğlu’dur. Bu derginin “Alevi-İşçi Musahipliği” gibi bir kavram çerçevesinde siyasal bir içerik ürettiğini belirtmiştir. 1992’de 22. sayıdan sonra Kervan Dergisi’ne dönüşen derginin sahibi Semih İra olmuştur. PSAKD Dergisi Haziran 1992’de derneğin yayın organı olarak iki ayda bir çıkmıştır. Derginin sahibi derneğin o dönemki başkanı Murtaza Demir’dir. Genel Yayın Yönetmeni Ali Balkız, Yazı İşleri Müdürü Metin Kuyugüdenlioğlu’dur. Özelde Aleviliği, genelde insanlığa dair her türlü konuda yazılara yer verilmiştir. “Ayın Dosyası” ile belirli konulara ağırlık verilmiştir. Necati Yılmaz’ın genel başkanlığı ile birlikte dergi 112 sayfa olmuştur. Kasım 1991’de sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü Hasan Cendere olan “Gönüllerin Sesi Gazetesi”nin başyazarı Lütfi Kaleli’dir. Aralık 1993’te 25. Sayı itibari ile gazete Karacaahmet Sultan Derneği’ne satılmıştır. Derneğin yayın organı olduktan sonra abone sayısı düşmüş ve Eylül 1996’da, 54. Sayı çıktıktan sonra gazete kapanmıştır. Gazetenin devamı niteliğindeki Karacaahmet Sultan Dergisi Ağustos 1988’de, 55. Sayı olarak “Gönüllerin Sesi, Karacaahmet Sultan” adıyla çıkarılmıştır. İçeriği zengin aylık dergi, sahibi Hıdır Uluer’in dernek başkanlığı görevinin son bulmasıyla dergi de zayıflamaya başlamıştır. Yeni yönetim dergiyi iki 94 ayda bir yayınlamaya başlamış, Ocak- Şubat 1999’da derginin 60. sayısı ile kapanmıştır ( Ayhan Aydın, Yüzyüze Görüşme, 28 Aralık, 2015). Yurtta Birlik Gazetesi, Mayıs 1993’te 84 sayfa olarak, Kamber Özcivan tarafından çıkarılmıştır. Özcivan gazetenin sahibi, başyazarı ve aynı zamanda yazı işleri müdürüdür. 12. sayıdan sonra maddi olanaksızlıklar nedeniyle kâğıt kalitesi düşürülen gazete, Mart 1996’da 27. sayıdan sonra kapanmıştır. Ağustos 1994’te Ahmet Günbek tarafından İstanbul’da çıkarılan bir diğer gazete de Birgeçit Gazetesi’dir. Bir yıl yayına devam eden gazete 8 sayı olarak ofset basımla yayınlanmıştır. Cem Gazetesi, yerel bir gazete olarak Antalya’da, Mayıs 1995’te aylık ve sekiz sayfa olarak çıkarılmıştır. Sahipliğini Aliseydi Karagöz, genel yayın yönetmenliğini Sinan Akkiraz yapmıştır (Kaleli, 2000:109-110). PSAKD Maltepe Şube Başkanı ve PSAKD Genel Merkezi Örgütlenme Sekreteri Deniz Kifayet dernek bünyesinde ilk sayısı Aralık 2014’te çıkan Haziran Alevi adlı bir dergi çıkarmaya başlamıştır. Derginin isminin Haziran 2013’te patlak veren Gezi Olayları ve Haziran Direnişi’nden geldiğini aktaran Kifayet, dergiyi iki aylık periyodlarla çıkarmaktadır. Dergide derneğin genel yöetim kurulu üyeleri Tayfun Budak ve Rukiye Kara, avukat Fırat Özdemir ve çeşitli araştırmacı yazarlar yer almaktadır. Dergide gündeme dair dosya konuları yer almakta ve genel olarak yazılar işçi, kadın, söyleşi, PSAKD faaliyetleri, ritüeller ve kültür sanat temaları çerçevesinde kaleme alınmaktadır (Kifayet, Yüzyüze Görüşme, 5 Ekim 2015). 95 III.BÖLÜM: ALTERNATİF BİR MEDYA FORMU OLARAK ALEVİ MEDYASI Bu bölümde, Alevi yayınlarından Alevilerin Sesi ve Cem Dergisi’nin içeriği ve yazılarına ilişkin yapılacak ayrıntılı bir analizle; dergilerin Alevilik kültürü ve inancı, Alevilerin talepleri, istekleri, hakları ve yaşamlarına dair hangi tema ve konular etrafında yazılar yayınladıkları nitel bir değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Ayrıca dergilerde özel bir temanın da incelenmesi amacı ile, Alevilikte önemli bir konumda görülen ve değer atfedilen “kadın”ın tema olarak seçilerek, dergilerin Mart sayıları “kadın” mevzusuyla ilgili sayı olarak incelenecektir. Her iki derginin de yılın son ayları çıkan son üç sayısı ve son yıla ait Mart sayıları analiz edilecektir. Yayınlara ek olarak farklı söylem ve program içerikleri üreten iki Alevi televizyon kanalı TV 10 ve Cem TV yayın akışları ve içerikleri açısından Alevi toplumuna ne tür programları sunuyor olduklarına karşılaştırmalı olarak bakılacaktır. 1. Alevilerin Sesi Dergisi’nin Analizi Alevilerin Sesi Dergisi, Mürşit Dergisi’nin devamı niteliğinde, ilk olarak Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu’nun yayın organı olarak çıkmıştır. 2002’de kurulan “Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu”nun yayın organı olmaya devam etmektedir. Derginin sahibi AABK (Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu) adına Hüseyin Mat, Genel Yayın Yönetmeni Fuat Ateş, Genel Koordinatörü Metin Kaçmaz olup; yayına hazırlayan ekipte ise, Özgür Öz, Baykal Arslanbuğa, Çağan Varol, Sefa Yerlikaya ve Turan Eser yer almaktadır. Aylık olarak çıkan derginin merkezi Köln’dedir. Derginin giderleri, abonelik, bağış ve reklamlardan 96 karşılanmakla birlikte, derginin dağıtımını ve genel harcamalarını AABK üstlenmektedir. Ortalama olarak 60 sayfa çıkan Alevilerin Sesi içeriği, “Ayın Dosya Konusu” ne ise, bu konu ile ilgili inanç önderleri, araştırmacı yazar ve akademisyenlerin yazı ve makalelerinden oluşmaktadır. Derginin Türkçe başta olmak üzere, Almanca ve Fransızca bölümleri de yer almaktadır. Bu kısımlarda Almanca makale ve Fransa’dan haberler yer almaktadır. Derginin incelenen ilk sayısı Ekim 2015 sayılı 197. sayısıdır. Dergi kapağında bu ayın konusu olan “AİHM Kararlarına karşı AKP Hukuku ve Aleviler” yazmaktadır. Kapakta ayrıca Adnan Ökter’e ait bir çizime yer verilmiştir. Giriş yazısını genel yayın yönetmeni “Editörün Gündemi” başlığı altında kaleme almaktadır. Bu sayıda Ankara Katliamı34 üzerine yazan Ateş, yazısında “Barış Mitingleri”ni ele almış ve “Barış ancak eşit şartlarda masaya oturarak, oluşturulabilir. Fakat faşizmin ruhunda vardır. Kendisine de zarar geleceğini hissetmeden masaya oturmaz” diyerek, Alevilerin “incinsen de incitme” felsefesini zalime karşı göstererek pasif bir direniş içerisinde olmamasını; tam aksine Alevi toplumu ve örgütlerinin Alevilerin can güvenliği konusunda gündem oluşturmaları gerekliliği üzerinde durmaktadır. Derginin analiz edilen ikinci sayısı, 198. sayısı olan Kasım 2015 sayısıdır. Kasım 2015 sayısının dosya konusu “Osmanlı İmparatorluğu Aleviler ve Bektaşiler”dir. Giriş yazısını “Alevilerin Gündemi” başlığı altında, “Gidişattan Endişe Duyuyoruz” adlı yazısıyla derginin genel yayın yönetmeni Fuat Ateş AABK adına kaleme almıştır. Yazıda 1 Kasım 2015 genel seçiminin şaibeli yönleri ve Yüksek Seçim 34 DİSK, KESK, TMMOB, TTB tarafından çağrı yapılarak HDP, CHP VE Alevi Örgütlerinin ve STK’ların katılımıyla yapılması planlanan “Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi”nde canlı bombaların patlamasıyla 102 can verilmiş 246 kişi de yaralanmıştır. 97 Kurulu’nun tarafsızlığını yitirmesi konu edilmiş; AKP hükümeti’nin Osmanlı İmparatorluğu gibi devlet otoritesini sağlama yolu olarak baskı politikalarını devreye soktuğu anlatılmıştır. Seçim süresince Güneydoğu Anadolu’da güvenlik güçlerinin uyguladığı yöntemlerin oy kullanan seçmenler üzerinde olumsuz bir hava yarattığını ama bütün bunlara rağmen halkın oy kullanma kararlılığı gösterdiğini söylenmektedir. Ateş, Batılı devletlerin AKP hükümetinin uygulamalarına sessiz kalmasının hatalı olarak değerlendirmiştir. Derginin incelenen üçüncü sayısı, Aralık 2015’te çıkan 199. sayısıdır. Bu sayıda dosya konusu “Alevilerin Kayıp Kıtası Güney Amerika”dır. Ayrıca Maraş Katliamı’nın yıl dönümü olması dolayısıyla bu konu da ele alınmıştır. “Editörün Gündemi”nde Fuat Ateş, Güney Amerika’da yaşayan ve sayıları üç milyon civarında olan Arap Alevileri’nin Osmanlı döneminde oraya göç etmeleri ve günümüz yaşamları hakkında “Alevilerin Kayıp Kıtası Güney Amerika” adlı bir belgesel35 çalışması hazırlığı içinde olduklarını aktarmıştır. Belgeselin Yol TV ve Avrupa Arap Alevileri Komitesi ortak katkılarıyla hazırlanacağını ve Şubat 2016’da tamamlanacağını bildirmektedir. 1.1.Alevilik Tarihi’ne Farklı Pencereden Bakmak : Katliam ve Sürgünler Alevi tarihi konusunda resmi tarihin söylediği anlatımların uzağında olan yazıların dergide yayınlandığı görülmektedir. İncelenen üç sayıda Alevilerin, tarihten 35 Fuat Ateş belgesel sürecini şu sözlerle aktarmıştır: “Belgesel fikri, Suriye’de yaşanan savaştan ötürü doğdu. “Alevilerin Kayıp Kıtası Güney Amerika” belgeseli için Arjantin ve Şili’de uzun süren bir çalışma yaptık ve çok sayıda belge topladık. Bundan 150-200 yıl önce bu insanlar Osmanlı’nın çeşitli uygulamalarından kaçarak Güney Amerika’ya yerleşmişler. Bunda bölgedeki savaşlar ve ekonomik nedenler de belirleyici olmuş. Oraya göçen ve şu anda orada yaşayanların sayısı 20 milyon olarak tahmin ediliyor. Bunların yaklaşık üç milyonu Arap Alevisi olarak tanımladığımız kitleden oluşuyor (s.3).” 98 güncele yaşadıkları katliam ve sürgünlerin anlatılarak, Alevileri kendi öz tarihleri konusunda bilgilendirmek ve bilinçlendirmek amaçlanmıştır. Osmanlı Alevi ve Bektaşiler konusundaki ilk yazı araştırmacı-yazar İsmail Onarlı tarafından yazılmıştır. “Osmanlı Devlet Erkinden Türkmenlerin Dışlanması” başlığını taşıyan yazıda Onarlı, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda Türkmen beylerinin, dedelerinin ve dervişlerinin önemli katkılar sunduklarını fakat imparatorluğa geçiş sürecinde Alevi Türkmen Beyleri ve inanç önderlerinin devlet kademelerinden uzaklaştırıldıklarını aktarmaktadır. Aynı tarihsel süreçte Anadolu Beylikleri’nin de sınır boylarına sürüldüklerini ve tasfiye edildiklerini eklemiştir. Şeyh Bedrettin İsyanı devlet erkinden dışlanan Türkmen ve Alevi unsurların “devleti ele geçirmeye yönelik bir harekettir. Şeyh Bedrettin’in izlediği siyasi çizgisi: Hacı Bektaş-i Veli – Abdal Musa – Kaygusuz Abdal’ın takip ettiği Türkmen stratejisidir ( s.6). “Osmanlı Devleti- Aleviler ve Balkanlar” adlı makalesiyle araştırmacı yazar Gülağ Öz, Osmanlı Devleti’nin yükselişinde devletin askeri gücüyle birlikte, Alevi dedelerin ve babaların rolleri üzerinde durmuş; Balkanlara yerleşen ve orada dergâhlarıyla var olan erenleri ve onların Osmanlı’ya katkılarını aktarmıştır. Balkanlarda yer alan tekke ve dergâhlardan örneklerle zenginleştirdiği yazısında öne çıkan nokta, Osmanlı Devleti’nin Balkanlarda fethettiği topraklarda Türk kültürünün yerleşmesi ve kalıcı olmasında Alevi inanç önderlerinin ve dergahların etkisinin yadsınamayacak bir gerçek olmasıdır. Osmanlı Devleti–Alevi Bektaşi ilişkilerini ele alan üçüncü makale, Ali Haydar Avcı’nın “Osmanlı’da Alevi Kıyımı ve Sürgünler” başlığını taşıyan makaledir. Avcı, tarihsel belgelerin ve kayıtların incelenmesi ile beraber, Osmanlı Devleti’nin yalnızca Alevi inanç önderlerini sürgün etmekle kalmadığını fakat ayrıca Balkanlara, 99 Kıbrıs’a ve Budun’a kitleler halinde Alevi topluluklarını gönderdiğini aktarmaktadır. Bu tür uygulamalar sonucunda Alevi toplumu kendisini devletten soyutlamaya başlamış ve zaman zaman da direnişe geçmiştir. Osmanlı yönetiminin Alevi-Bektaşi-Kızılbaş çevrelere karşı, kıyımlarla birlikte yürüttüğü kapsamlı sürgün ve iskân uygulamaları, 19.yüzyıl sonuna değin kesintisiz sürmüştür. Özellikle Türkmen aşiretleri içerisinde yetişen bir çok aşığın söylediği, günümüze kadar gelen “iskan türküleri/deyişleri” bu durumun/uygulamaların sözlü gelenekte yaşayan bir başka önemli tanıklığıdır. Bu sürgünler arasında yaşanan acıların yansımasını, izlerini bu türkülerde / deyişlerde yalın ve çarpıcı bir şekilde görmek/izlemek olanaklı (s.12). Araştırmacı-yazar Baki Öz, “Bektaşilik ve Osmanlı Devleti” adlı makalesinde, Yeniçeriler- Bektaşilik ve Hacı Bektaş Veli arasındaki bağlantıyı incelemiştir. Bilinenin aksine Hacı Bektaş Veli’nin Osmanlı Devleti kuruluşundan önce yaşadığını, devletin kurulmasına katılmadığını anlatmaktadır. Yazar, devletin kuruluşuna Hacı Bektaş’ın değil, Bektaşiler’in katıldığını ve etkin görevler üstlenmiş olduğunu belirtmektedir. Bunlara ek olarak Yeniçeri Ocağı’nın I. Murat döneminde (1363) kurulduğu ve 1271’lerde ölen Hacı Bektaş’ın yine Yeniçerilikle kurulan ilgisinin olasılık dışı olduğu aktarılır. Bunların geçerliliğinin kalmadığı ama Yeniçeri Ocağı’nın Bektaşi tarikatına bağlandığı ve Bektaşi postnişinlerince kutsandığı da bilinmesi gereken bir diğer hakikattir. Bektaşiliğin Yeniçeri Ordusu üzerindeki etkisi kesindir. Yeniçeriler, Bektaşi Tarikatı’nın tekke eğitiminden geçmişlerdir. Bektaşi babaları Yeniçeriler’in eğitmenleri, danışmanları ve dini önderleri olmuşlardır. Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşu bir Bektaşi girişimi olduğu gibi, Yeniçeri ideolojisinin oluşmasında da Bektaşi değerleri ve inançsal-düşünsel yapısı geniş yer tutmuştur. AleviBektaşilik’in temeli olan Hz. Ali ve Oniki İmamlar inancı Yeniçeri inancının da temel görüntüsüdür. Gülbank ve dualarında bu temel inanç kendini ortaya koyar. Yeniçerilerin Alevi-Bektaşiliği pek öze inmemiş, yüzeyde ve görünümde kalmış, bir nitelik oluşumuna yol açamamıştır. Her ne kadar Hacı Bektaş’a bağlı olduklarını, Oniki İmam’ı tanıyıp inandıklarını söyleseler de 100 bunlar yalnızca söylemde, yüzeyde ve biçimde kalmıştır. Fakat manevi bir bağlılıklarının olduğu da yadsınamaz (s.22). “Alevilerin Kayıp Kıtası Güney Amerika-I” yazı dizisinin ilkini Fuat Ateş ve Tevfik Usluoğlu kaleme almıştır. Yazıda, Osmanlı zamanında ve “1909 yılında İttihat ve Terakki Fırkası’nın eşit vatandaşlık haklarını öne sürerek zorunlu askerlik uygulamasını gayri Müslimleri de kapsayacak bir şekle getirmesi” ve bu kararın Lübnan ve Suriyelileri olumsuz etkilemesi ile birlikte, onların bu savaşa katılmak yerine Güney Amerika’ya göç etmeleri anlatılmıştır. Güney Amerika’ya göç edenlerin orada “el turko” olarak adlandırılmış ve 1900’lü yılların başından itibaren de etnik köken ve geldikleri coğrafyaya göre, Suriyeli, Arap ve Türk olarak çağrılmaya başlandıkları aktarılmıştır. “Yavuz Sultan Selim’in Halep Katliamı Lazkiye’ye İlk Türkmenlerin Yerleştirilmesi” başlığını taşıyan yazıda, Suriye’deki Arap Aleviler’n yaşadıkları zulüm, kıyım ve sürgün hikâyeleri anlatılmaktadır. Yavuz Sultan Selim’in Batı Suriye şeridine yarım milyon Türk getirmesi ve buradaki Alevilerle karşı karşıya getirme amacı güttüğü söylenmektedir. Dağlara sürgün edilen Alevilere “Sürek” adı takıldığı, bunun sürgün edilen, sürülen manasına geldiği ve sonrasında kelimenin Arapçalaştırılarak “Surak”a dönüştüğü ve bu nedenle Alevilere uzun süre “Surak”, “Sevarik”; sığındıkları dağlara da “Surak Dağı” denilmiştir. Avukat ve yazar Güney Cuma Can’ın “Arap Alevilerinin Kısa Göç Tarihleri” adlı makalesinde Arap Alevileri anlatılmaya devam edilmiştir. Alevilerin hicretinin iki yöne doğru geliştiğini aktaran yazar, bir kısmının Halep’e ve bir başka kısım Alevinin de Lazkiye yöresine geçtiğini ifade etmektedir. 101 Alevilerin tarihinde iki karanlık dönemden söz edilir. İlki haçlı seferleri idi. Diğeri ise Halep’e hicret eden Alevilerin büyük sonu olan Halep katliamıdır. Çaldıran Savaşı dönüşünde Halep’e gelen Yavuz Selim’in 70,000 Alevi’yi öldürdüğü Nusayriler arasında hep söylenegelen bir şeydir. Kurtulanlar da Lazkiye oradan da Antakya İskenderun ve daha yukarısına çıkmıştır (s.17). Uzak geçmişe ilişkin Alevi toplumunun yaşadığı acılara yer veren dergi, aynı zamanda yakın tarihte yaşanmış katliamları da ele alan yazılar yayınlamaktadır. Bu yazılardan birisi Fikret Güneş’e aittir. Araştırmacı-yazar Fikret Güneş Maraş Katliamı’nı yasla anmaktadır. Yazar, 19-26 Aralık 1978’te Kahramanmaraş’ta CIAMİT organizasyonuyla, ülkücülerin önderliğinde gerici yobaz faşist kitlenin daha önceden işaret koydukları evlere, işyerlerine saldırdıklarını aktarmaktadır. Güneş, Osmanlının son döneminde İttihat ve Terakki ile başlayan Ermeni, Süryani, Rum katliamlarının, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da devam ettiğini belirtmekte ve bu kez Alevi ve Kürtlerin hedef tahtasında olduğunu ifade etmektedir. 1978 yılının başından itibaren Maraş’ta çeşitli sol örgütlerle Ülkücü Gençlik Derneği mensupları arasında şiddetli çarpışmalar yaşandı. 4 Nisan günü Yörükselim Mahallesi’nde Alevilerin, demokratların CHP’lilerin gittiği bir kahvehaneye patlayıcı madde atıldı ve kahve tarandı. 81 yaşındaki Alevi dedesi Gıjik Dede katledildi. Ardından şehirde bir dizi patlama gerçekleşti (s.27). Yukarıda örnekler içerisinde sunulduğu gibi derginin Alevi toplumuna aktardığı içeriklerden bir tanesi, Alevi tarihiyle ilgili araştırma-inceleme yazılarıdır. 1.2.Aleviliğin İnançsal ve Kültürel Boyutlarını Yaşatmak : Folklorik Öğeler Ekim 2015’te çıkan ve incelenen ilk sayı olan 197. sayıda, Muharrem Matemi ile ilgili kaleme alınan iki yazı yer almıştır. Bunlardan ilki, “Kerbela Yası ve Matem Orucu” yazısı ile Avusturya ABF İnanç Kurumu Başkanı Ercan Sinci’nin yazısıdır. Sinci, Kerbela Olayı’nın Alevi toplumunun hafızasında önemli bir yer tuttuğunu ve bunu her sene oruç tutarak yâd ettiklerini söylemiştir. 102 1335 yıllık Kerbela Olayı da, Alevi toplumunun dünyasında ve inancında büyük yer almıştır. Alevi Toplumu, özellikle yapmış oldukları cem erkanlarında Hz. Hüseyin ve 72 şehidini mutlaka dile getirmektedir. Yapılan bütün Alevi Erkanlarında, Kerbela Şehitleri, Gülbankar (dualar) içerisinde dile getirilmektedir. Kerbela’da yaşanan o vahşet; Deyiş, Duaz, Mersiye saz eşliğinde ve semahlarla söylenmiştir. Kısacası, Alevi toplumu olarak ibadetlerimizi, yaşadığımız acılar nedeniyle, gözyaşı dökerek yapmaktayız (s.13). Yazıların ikincisi ise, “Kerbela’da Yaramız Tekrar Kanadı ve Acımız Tazelendi” adlı yazısıyla Fransa ABF İnanç Kurumu Başkanı Hüseyin Çarman’a aittir. Yazıda öne çıkan nokta, Aleviler-Bektaşiler’in Muharrem’i ve İmam Hüseyin’i sadece yas tutarak anmalarının yetersiz olacağı; ayrıca Hz. Hüseyin’in gösterdiği mücadeleden bir şeyler öğrenilmesidir. Aleviliğin, içinde zulme başkaldırıyı taşıyan bir inanç biçimi olmasından hareketle, Alevilerin ibadetleri yanında “Hüseyin Duruşu” sergilemelerini ifade eder. Kasım 2015 sayısında da araştırmacı yazar Ali Aktaş’ın yazısında Anadolu Aleviliği’nin öncü ismi Hacı Bektaş Veli anılmaktadır. Ali Aktaş’ın “Hünkâr Hacı Bektaşi Veli” adlı makalesi ayın dosya konusu olan “Osmanlı İmparatorluğu Aleviler ve Bektaşiler” başlığı altında yazılan son makaledir. Hacı Bektaşi Veli’nin Anadolu’ya gelişi, Bektaşilik Tarikatını halka benimsetmesi, Baba İlyas, Ahi Evren ve Mevlana ile olan bağlantısı ele alınmıştır. Hacı Bektaş Veli, 13.yüzyılın ilk yarısında Horasan’dan Anadolu’ya gelen ve Anadolu Aleviliğinin oluşumunda büyük pay sahibi Türkmen erenleri arasındadır. Hacı Bektaş Veli şu an Nevşehir’e bağlı Hacı Bektaş ilçesi olarak geçen fakat 13. yüzyılda Suluca Karahöyük olarak bilinen yere yerleşmiştir. Yerleştiği dönem Anadolu’nun karışıklıklarla dolu bir dönemine denk gelmiş ve o dönemlerde yine Baba İlyas, Mevlana, Ahi Evren ve 103 Yunus Emre gibi Türk kültürünün büyük isimleri de halkın manevi yaşantılarına katkılar sunmuşlardır. “Baba İlyas Amasya’da yönetime karşı ile eleştirileri ile Mevlana, Konya’da saray ve yöneticilerle hoşgörü telkinleriyle; Hacı Bektaş, Köylü ve göçebe halk arasına da girerek onların her türlü ihtiyaçlarıyla, dilleriyle, şiirleriyle, musikileriyle, ahlakıyla ilgilenerek; Ahi Evren, esnaf ve sanatkârları bir birlik altında toplayarak sanat ve ticaret ahlakını, üretici ve tüketici çıkarlarını güven altına almak suretiyle bu kötü politik ve ekonomik atmosfer içinde onlara yaşama ve direnme gücü vermişlerdir (s.27). “Alevi İnanç Geleneğinde Müsahiplik” yazısını kaleme alan dede Hasan Klavuz, müsahipliğin sosyal ve toplumsal açıdan önemini ve anlamını yazmıştır. “Alevi inancının yüce Pir’leri, bu sosyal kurumu, yaşadıkları Anadolu topraklarında mayalayıp yaratmışlardır. Bu sosyal kurumların özünü oluşturan yapılanmayı başka hiçbir ülkede ve inançta görmek mümkün değil. Biyolojik kardeşlikten daha ileri olan, hayatın her alanındaki kahrı, acıyı ve tatlıyı bölüşen ve paylaşan bu Müsahiplik sosyal kurumudur” (Kasım 215, S.198, s.50). 1.3. Alevilerin Talep ve Sorunlarını Gündeme Taşımak : Çözül(e)meyen Hususlar Derginin Ekim 2015 sayısının dosya konusu olan “AİHM Kararlarına Karşı AKP Hukuku ve Aleviler” başlığı altında dört yazı yayınlanmıştır. Av. Mehmet Kılıç “Alevilik İnancına İlişkin Uygulanmayan Mahkeme Kararları” adlı ilk yazısında, Kılıç, “AKP ve kurmayları Alevi inancının yok sayılmak ile bitirilemediğini fark edince din toplumu yaratma hedefleri için onu kullanma ve Sünnilik içinde eritme stratejisi güttüler” demektedir (Ekim 2015, S.197, s.15). Makalenin ana eksenini Alevi inancının yok sayılması, asimilasyon politikaları, Alevilere karşı yürütülen nefret dili ve söylemleri oluşturmaktadır. Kılıç yazısında, Alevilerin hukuksal 104 mücadele yoluna başvurduklarını ve AİHM’ye başvuruları neticesinde, AİHM’nin Türkiye’nin zorunlu din derslerini insan hakkı ihlali olarak tespit ettiğini aktarmıştır. “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46. maddesi gereğince, AİHM kararlarının bağlayıcı ve devletler kararları uygulamakla yükümlü” olmasına rağmen, AKP’nin kararları hiçe saydığı anlatılmıştır. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim üyesi Tolga Şirin, “Zorunlu Din Dersi Tartışmasının Görülmeyenleri” adlı makalesinde, Türk Eğitim sistemindeki zorunlu din dersi eğitimini hukuksal boyutuyla ele almıştır. Ele alırken örnek davalardan aktarımlar yapmış ve bireyin din ve vicdan özgürlüğü kapsamında dinsel dayatmalardan korunma hakkı olduğunu dile getirmiştir. Zorunlu din dersinden muaf olabilmeyi ya da din dersi kitaplarına Sünnilik dışında diğer mezhep ve inançları da eklemeyi ve din dersinin seçmeli ders kategorisi haline getirilmesini laik demokratik bir devletin olmazsa olmaz koşulu olarak ifade etmiştir. Ayın dosya konusu olan “AİHM kararları ve AKP” başlığı altındaki üçüncü makaleyi Norveç Helsinki Komitesi İnanç özgürlüğü Girişimi Proje Yöneticisi Dr. Mine Yıldırım kaleme almıştır. “Cemevi Kararı ve Din Özgürlüğünün Ekonomi Politiği” adlı yazıda Yıldırım, Türkiye tarihinde din hizmetlerinin kamu hizmeti olarak görüldüğünü ve din-devlet ilişkisinin bu şekilde yapılandırıldığını aktarır. Kamu hizmeti olarak sunulan din hizmetlerinin “Sünni” mezhebine yönelik ibadetleri ve din görevlilerini içine aldığını ve bu hizmetleri sunarken de toplumun Sünni olmayan kesiminden de vergi alındığını söylemiştir. Kamu kaynaklarından din hizmetlerine bu kaynaklar ayrımcılığa ve eşitsizliğe yol açmayacak bir şekilde dağıtılmalıdır. Son olarak bu durum AİHM kararı ve Yargıtay kararlarıyla da tespit edildi. Daha önce Ermeni bir papazın, imamların maaşlarının ödendiği gibi papazların da maaşlarının 105 ödenmesi gerektiği düşüncesiyle, Kamu Denetçiliği Kurumu’na yapmış olduğu başvuru üzerine Kamu Denetçisi, Lozan algısı sınırları içinde hareket ederek, sadece Hristiyan ve Musevi cemaatlerle temas kurarak bu konuda fikir alışverişinde bulunmuştu. Kamu Denetçliği kararı hala bekleniyor (s.21). Ayın Dosya konusu başlığı altında yer alan son makale, “AİHM, Eğitim Hakkı ve Alevilik” başlığıyla Mersin Barosu AB ve Uluslararası İlişkiler Komisyonu Başkanı Ali Nezhet Bozlu tarafından kaleme alınmıştır. Makalenin ana temasını, çocukların din dersi eğitiminde, ana ve babanın dini ve felsefi inançlarına saygı duyulmasının temel bir insan hakkı olması ve bunun yanında hiçbir ebeveynin çocuğunun din dersinden muaf olabilmesi ya da seçmeli ders olarak alabilmesi için kendi dini görüşünü veya inancını söylemeye zorlanamayacak olması oluşturmuştur. 1.4. Eleştirel İçerik Üretimi : Muhalif Sesler Ekim 2015 sayısı ilk yazısı “Ankara Katliamı”na ayrılmıştır. Yazıda, 7 Haziran 2015 genel seçimleri sonrasında tek başına iktidar olamayan AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi)’nin seçim sonuçlarından mutlu olmadığını ve hükümet kurulmaması adına her türlü girişimde bulunarak erken bir seçim kararının verilmesine çalıştığı dile getirilmiş ve ülkenin güney doğusunda Kürt halkına karşı başlatılan zulüm politikalarına karşı ses çıkarmak için binlerce insanın mitinge katıldıkları anlatılmıştır. Yazıda dikkati çeken nokta, her iki tarafın da (iktidar – muhalefet) ve üçüncü tarafların (dış basın) katliamla ilgili görüşlerine yer verilmesidir. Bu şekilde neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda yargıda bulunmak okuyucuya bırakılmıştır. Fakat yine de AKP’nin karşısında olan muhalif tutum gözden kaçmayan bir noktadır. 106 Derginin yorum yazılarından “Din Nedir Biliyor musunuz?” yazısını araştırmacı-yazar Gürbüz Şimşek yazmıştır. Dinin çoğu zaman din sömürücüleri tarafından beyin yıkamak için kullanıldığı ve kötü eylemlerin gizlenmesi için bir maske işlevi gördüğü anlatılmıştır. Kısacası, din kisvesi altında kirli siyaset yapanların karşısında mücadele içinde olmamız gerektiği üzerinde durmuştur. Derginin Kasım sayısında, 1 Kasım 2015 genel seçimleri masaya yatırılmıştır. Derginin genel koordinatörü Metin Kaçmaz’ın “Seçimler Demokratik mi?” adlı yazısında Kaçmaz, seçimlerin iktidarın gölgesi altında geçmesini, yurtdışı oylarını, Alevi adayların durumunu irdelemiş ve 7 Haziran 2015 genel seçimine nazaran kadın vekil sayısındaki düşüş üzerinde durmuştur. AKP’nin seçim süresince Kürt halkının yaşadığı şehirleri abluka altına alması, HDP (Halkların Demokratik Partisi) bürolarına yapılan saldırılar ve batı metropollerinde ve pek çok ilde Kürtlere ait iş yerlerinin yakılıp yıkılması ve Kürt halkına yönelik linç girişimleri gibi olayların AKP tarafından önceden planlanmış ve hayata geçirilmiş olduğu ifade edilmiştir. HDP’nin Alevi adaylarından Turgut Öker’in İstanbul’da bir önceki seçimde milletvekili olması ve Kasım seçimlerinde sıra adaylığında 3.sırada yer alması nedeniyle seçilememesi belirtilmiş olup; Müslüm Doğan dışında Ali Kenanoğlu ve Ali Haydar Konca gibi Alevi adayların meclis dışında kalması aktarılmıştır. “Erdoğan ve AKP’nin Kin ve İntikam Arayışları” yazısıyla Selman Kaya, AKP hükümetinin 7 Haziran genel seçimleri sonrası aldığı yenilgiyle saldırganlaştığını ve çözüm sürecini bitirme noktasına gelerek; siyasi gözaltı operasyonlarına başvurduğunu kaleme almıştır. Aslında Erdoğan ve AKP bu süreci sadece Kürtlerin oyu üzerinde yürüttü. Yalçın Akdoğan “Seni başkan yaptırmayacağız sloganı çözüm sürecini 107 bitirdi” derken aslında bu gerçeği açıkça ifade ediyor. Başkanlık ve oylar gidince çözüm süreci de bitti (s.44). Dergideki bir sonraki yazı Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Nazan Üstündağ ile genel seçimler üzerine yapılan röportajdır. Burcu Karakaş, Üstündağ’a seçimlere yönelik olarak genelde HDP üzerine sorular yöneltmiştir. HDP’nin seçim sürecinde yaşadığı zorluklara değinen ve bu zorluklara rağmen yüzde on barajının altında kalmamasını başarı olarak gören Üstündağ HDP’nin yaptığı hatalar hakkında ise görüşlerini şu şekilde aktarmıştır: Kürt kentlerindeki öz savunmayı siyasi bir perspektife taşıyamadığını, Türkiye ve dünya konjonktürüne eklemleyemediğini, barışın çok çeşitli sebeplerden dolayı imkânsızlaştığı bir ortamda, bu yeni ortama uygun söylemler ve pratikler geliştiremediğini gördük (s.45). “Kürt Siyasetinin Dönüşümü ve Yapısal Paradokslar” adlı yazıyla gazeteci Bülent Küçük, AKP tarafından çözüm sürecinin bitirilmesi ve savaş politikalarının devreye sokulmasının Kürtlerin bir kesimini Türkiye’den duygusal olarak kopardığını, orta sınıf Kürtlerin demokratik siyasetten yana tavır aldıklarını ve son olarak da alt tabakadan radikal Kürt gençliğinin özerk yönetim yanlısı olduklarını anlatmıştır. Küçük, “Kobane’deki kent direnişinden feyz alan bu yeni nesil Kürt gençliği, ‘hemen, şimdi, burada’ siyaseti ile kendi yaşadıkları mahalleleri devlet şiddetine karşı savunmaya ve buralarda toplumsal ilişkileri dönüştürmeye yöneldiklerini gözlemliyoruz” demektedir. Rusya-Türkiye ilişkileri üzerine gazeteci-yazar Evren Balta “Rusya- Türkiye Çatışmasını Tarihten Okumak” adlı bir makale kaleme almıştır. Uçak krizi36 36 Türkiye, Suriye sınırında 24 Kasım 2015’te sınır ihlali yaptığı gerekçesiyle Rusya uçağını düşürmüş ve bu nedenle iki ülke arasında gerginlik yaşanmıştır. 108 nedeniyle Türkiye- Rusya ilişkilerini tarihsel süreçten örnek olaylarla kaleme alan yazar, I. Dünya Savaşı yıllarında Rusya’nın savaşa katılma nedeni olarak, Osmanlı yönetiminin despotik yapısına karşı kıyıma uğrayanlarla “dayanışma” duygusu göstermek olduğunu aktarmaktadır. Tarih ders kitaplarında Osmanlı/Türkiye ve Rusya arasındaki en önemli çatışma ekseni ise din. Rusya kendisini bu çatışmada kimi zaman Hristiyanların haklarını savunmak için Batı ile birlikte Osmanlı’ya karşı mücadele etmiş, kimi zaman da Ortodoksların hakkını savunmak için Batı’ya karşı mücadele etmiş “kurtarıcı” ve “koruyucu” bir devlet olarak tasvir ediyor. Osmanlı İmparatorluğu ise özellikle Balkanlardaki Ortodoks halklara karşı yağmacı saldırılar gerçekleştiren, Hristiyanları öldüren ve köleleştiren despotik bir devlet bu kitaplara göre (s.21). Sonuç olarak Balta yazısında iki devletin de kaybettikleri “şanlı” geçmişlerini yaşatmak isteyen iki lidere sahip olduklarını ve bu nedenle siyasi kurumlarının denge ve fren mekanizmalarının askıya alındığını belirtmektedir. Dergide yer alan bu türden gazeteci, akademisyen ya da araştırmacı yazılarıyla, Alevilerin güncel/aktüel olayları takip etmesi ve bilgilenmesi konusunda dergi aracı bir rol oynamaktadır. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Dr. Pınar Ecevitoğlu, Alevilik ve Aleviliği tanımlama krizi konusunda yazdığı “Aleviliği Tanımlamanın Dayanılmaz Siyasal Cazibesi” adlı makalesinde, Alevilerin ve Aleviliğin 1990’lardan bu yana kamusal alanda görünürlük biçimini sorgulamaktadır. Mevcut siyasal partiler çatısı altında yer alan Alevilerin siyasal varlıklarını Alevi kimliği üzerinde konumlandırmaları gerektiğini anlatmaktadır. Devlet mekanizmalarının Aleviliği tanımlama biçimlerinin her zaman “siyaseten makul” bir 109 tarzda yapıldığını ve ancak bu tanımlamaya koşut olarak Alevilerin talepleri ve eşit yurttaşlık haklarının karşılanabileceğinin altını çizmiştir. Yurttaşların dinsel yönelimi karşısında kör olmayı becerebilen bir devletin ne bir Alevilik ne de Sünnilik sorunu olabilir. Oysa bugün devletin Alevileri ve Aleviliği kendi istediği biçimde görmeyi başarana kadar çözdüğüne kani olamayacağı bir Alevilik sorunu bulunmaktadır. Bu Alevilerin değil, devletin sorunudur. Öte yandan bu sorunun Aleviliğin “çözülmesiyle” sonuçlanmamasının yolu, Alevilerin, inanç ve ibadetlerinin niteliğini siyaset düzleminde tartışmayı reddetmelerinden ve inançlarını eşit koşullarda deneyimlemeye yönelik taleplerini bu inanca içkin olan bir dile tahvil edebilmelerinden geçmektedir (s.56). 1.5. Alevilerin Sesi Olabilmek : Röportajlar ve Yorum Yazıları Dergide çok sayıda röportaj ve yorum yazıları yer almaktadır. Genel olarak bu söyleşi ve yazılarda öne çıkan nokta, Alevi toplumuna Alevilik konusunda bilinçlendirici tavsiyelerde bulunulması ve yol gösterici olmalarıdır. Bu yazılardan biri olarak Ekim sayısında, derginin Genel Koordinatörü Metin Kaçmaz’ın AABF İnanç Kurulu Başkanı Cafer Kaplan ile yaptığı röportaja yer verilmiştir. 14 Ekim’de başlayacak olan “Muharrem Ayı” dolayısıyla yapılan röportajın ana eksenini Muharrem Ayı’nın Aleviler açısından önemine ve bu ayda cem evlerinde dede ve anaların Alevilere anlatmaları gereken ana hususlara değinilmiştir. Kaplan, bu sene Muharrem Ayı’nda konuşulması gereken mevzunun Avrupa’ya göç etmeye çalışan mülteciler ve onların sorunları olması gerektiğini aktarmıştır. Alevi toplumunun bir önceki Muharrem Ayı’nda Işid vahşetinden kaçan Ezidilere, Kürtlere ve Ermenilere göstermiş oldukları duyarlılığı, bu sene de mülteciler konusunda göstermeleri gerektiği üzerinde durulmuştur. Bu insanlar yerinden yurdundan niye gönderildiler? Alevi toplumunun bunu görmesi gerekiyor. Tam da 72 millete bir bakma düsturunu felsefemizi 110 toplumumuza anlattığımızda buradaki göçmenler maddi ve manevi katkılarını sunmaları gerekir. Manevi desteklerimizi sunabilirsek muharrem ayının özüne uygun davranmış oluruz. (…) Özellikle mülteciler sürecinde muharrem ayında cemevlerimizde dedelerimizin, analarımızın, yazarlarımızın anlattığı muhabbetlerde, erkânlarda mültecilere değinilmesi gerekir. (s.10). Yazıda ayrıca Kaplan’a muharrem ayında verilecek hizmetler sorulmuştur. Kaplan ise, AABF İnanç Kurulu olarak Muharrem ayı boyunca YOL TV’de programlar yapılacağını, Alevilik üzerine yaşanılan sıkıntıları giderme konusunda toplumu bilinçlendirecek mesajlar vereceklerini, Alevi toplumunu ilgilendiren güncel ve toplumsal gelişmeler hakkında inanç önderlerinin görüşlerine yer vereceklerini aktarmıştır. Şimdiye kadar Muharrem, cenaze erkânı konularında kitaplar çıkarttıklarını ve bunlar sayesinde toplumun günlük ihtiyaçları hakkında yardımcı olduklarını anlatmış ve Hristiyan ya da Sünni toplumunun nikâh konusunda camiye/ kiliseye giderek bunu yaptıklarını fakat Alevi gençlerinin bu konuda yetersiz bilgiye sahip olmaları nedeniyle nikâh erkanı konusunda kitap çıkartılması gerektiğini ve bunun çalışmalarını başlatacaklarını dile getirmiştir. Bize has inançsal ritüellerimizi kitaplaştırarak toplumun hizmetine sunmamız ve bunları da pratikte cemevlerimizde, yaşamımızda uygulamamız gençlere manevi anlamda güven vermektedir (s.11). Yazı ile ilgili söyleyebileceğimiz son nokta, Kaplan’nın devletten ödenek alarak Aleviliğin asimile edilmesine katkıda bulunan Alevi inanç önderlerini eleştirmesidir. Devletin Alevi toplumunu tanıması ve hukuk karşısında Alevi kurumlarına haklarını vermesi gerekliliğini belirtmiş ama bunun dedeye ödenek verilmesi anlamına gelmediğinin söylemiştir. Bir dedenin hizmet sunmak istiyorsa bunu cemevlerinde yapmasını ve örtülü ödenekle hizmet vermesinin dedenin bugüne kadar taşıdığı misyonunu bitireceğini ifade etmiştir. 111 Alevi toplumuna öğütlerin ve dedelere önerilerde bulunması derginin Alevi toplumuna hizmet sunmasının bir göstergesi olarak kabul edilebilir ve bu gösterge alternatif medya formlarının temel özelliklerinden birisi sayılmaktadır. Alevilerin Sesi Dergisi’nde Alevi dedelerin, inanç önderlerinin ve Alevi araştırmacı-yazarların yazılarına yer verilmesi derginin Alevilerin sesi olabilme çabası içinde olduğunu göstermektedir. Keza yazıları yazan Alevi bireylerin düşüncelerini ilk ağızdan aktarmak alternatif medyaların önde gelen niteliklerinden birisidir. Alevi hassasiyeti taşıyan yayınlar üretmenin dışında, doğrudan Alevilerin sesini aktarmak ve buna aracı olmak önemlidir. Derginin yorum köşesindeki yazılardan olan, araştırmacı-yazar Hasan Harmancı’ya ait “Geçmiş Yaşar mı?” adlı yazıda Harmancı, gelecekçi ve geleneksel toplumlar arasında farklar olduğunu belirtmiş ve gelecekçi toplumların dinlere kültürlere, kimliklere ve kendi dışındaki toplumların tarihlerine saygı ile yaklaştığını ifade etmiştir. Kendi tarihlerinin yanlışlarını da kabullenen ve ders çıkaran gelecekçi toplumların evrensel bir dil ve yaşam biçimi için çabaladıklarını vurgulamıştır. Geçmişçi ya da geleneksel toplumlar ise, tarihte yapılan hatalardan ders çıkarmak yerine bu hataları kabullenme hatasını devam ettirirler. Bu nedenle de tarihleriyle yüzleşemezler. Türkiye tarihindeki Dersim Katliamı’nın bu hatalardan birisi olduğunu ve bu hata ile samimi olarak yüzleşme gerçekleşmediği için katliam ve kıyımların devam ettiğini anlatmıştır. Buenos Aires Alevi Derneği Şeyhi Mahmut Abbas ile Güney Amerika’da yaşatılan Aleviliğe dair yapılan röportajda, Abbas, “Burada kurumlarımız var. Dedelerimiz dernekler kurdular. Buenos Aires’te Cemeyye El Arabiyye El Xeyriye 112 Cemiyeti’ni kurdular. Çevremizde üç tane Alevi cemiyeti var. Birçok Alevi bu cemiyetlere üyeler. Şu anda bulunduğumuz cemiyette bin kişi var. Bizler de çocuklarımız da kendi geleneklerimize göre ibadet ediyoruz” demiştir. Çağan Varol AABF’nin eski genel kurul üyelerinden Faysal İlhan’la Alevilik, Aleviğilin kaynakları, öğretisi, inanç önderleri üzerine bir söyleşi gerçekleştirmiştir. İlhan, “Alevilerin ortak hafızası yazılı kaynaklar itibariyle gerçekten 12-13.yüzyıldan öteye gitmiyor. Bugüne kadar yazılmış olanlar hatta 16.yüzyıla kadar yazılmış olanlar Alevi toplumunun değil onun dışındaki toplumların gözlemleri, izlenimleri yargı ve önyargıları ile birlikte hâsıl olmuş belgeler. Onlardan biz ortak tarihimizi çıkartmaya çalışıyoruz” şeklinde ifadelerde bulunmuştur. Derginin son sayfaları Avrupa’nın pek çok yerinde örgütlenen ve konfederasyona üye ülkelerde yer alan Alevi kültür merkezleri ve derneklerinin etkinlik ve faaliyetlerine ayrılmıştır. Yapılan konferans, söyleşi, toplantı, yürüyüş, protesto vb. etkinlik haberleri “AKM (Alevi Kültür Merkezi)’lerden Haberler” başlığı altında sunulmaktadır. Böylelikle de dergi, Alevilerin ve Alevi örgütlerinin sesini duyurmaktadır. Bu haberlere örnekler verilecek olursa, Kasım sayısında, Fransa Alevi Birlikleri Federasyonu’nun 8. Olağan Genel Kurulu’nda alınan “Alevilik konusunda kurum içi eğitim kararı”, Lille Alevi Kültür Merkezi’nin federasyona katılma kararı ve Köln Alevi Kültür Merkezi’nde Yas- Matem gününde erkânlar yürütülmesi ve lokma dağıtımı gibi faaliyetler sunulmuştur. Aralık sayısında ise, Hannau AKM’den mültecilere yapılan yardım, Fransa Alevi Birlikleri Federasyonu Kadın Komisyonu’nun toplanması ve Girit ve Balkanlarda Bektaşilik Paneli yer almaktadır. Bu tür haberlerin dergide yer alıyor olması hem Alevilerin sesi olabilmesi açısından hem de Alevi topluluklarının ya da toplumunun bir araya 113 gelerek örgütlülüklerini devam etttirmelerine ön ayak olması açısından önem taşımaktadır. Çünkü dergi aracılığıyla bu birliktelik hali işlevsel kılınmakta ve aynı zamanda topluluk olma bilincini diri tutulmaktadır. 2. Cem Dergisi’nin Analizi Cem Dergisi Abidin Özgünay’ın öncülüğünde yayın hayatına 1966’da başlamış ve ilk yayın dönemi olan 1966-1991 yılları arasında bu şekilde müstakil yayınlanmıştır. Temmuz 1995’te Abidin Özgünay’ın dergiyi Cem Vakfı’na devretmesiyle ikinci yayın dönemi başlayan dergi aylık olarak çıkarılmış fakat maddi sıkıntılar dolayısıyla 2002 Ekim-Kasım-Aralık sayıları üç ayın ortak sayısı olarak, tek sayı halinde çıkmış ve son sayısı da 2003 Ocak olarak yayınlanmış ve derginin yayını sonlanmıştır. Alevilerin Sesi Dergisi’ne paralel bir inceleme olması açısından her iki derginin yılın son aylarında çıkan son üç sayısı incelemeye tabi tutulmuştur. Cem Dergisi’nin incelenecek olan Ağustos, Eylül ve üç ayı ortak bir sayıda çıkan Ekim-Kasım-Aralık 2002 sayıları içerik ve tematik açıdan analiz edilecek ve niteliği ortaya konulacaktır. Cem Dergisi, “Aylık Siyaset ve Kültür Dergisi” üst başlığıyla çıkmıştır. Sahibi Cem Basın Yayın Sanayi ve Ticaret A.Ş. adına Prof. Dr. İzzettin Doğan, genel yayın yönetmeni Ayhan Aydın’dır. Yayın danışma kurulunda, Prof. Dr. İzzettin Doğan, Mehmet Ali Kılıçbay, Prof. Dr. Hıfzı Topuz, Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak, Doç. Dr. Hüseyin Bal, Dr. İsmail Engin, Ahmet Hezarfen, Niyazi Öktem ve Doğan Bermek yer almıştır. Dergide genel olarak yazılar, “Düşünce, Haber, İnanç, Araştırma, İnceleme, Tarih ve Yorum” ana başlıkları altında kaleme alınmıştır. 114 2.1. Alevi Taleplerinin “Takipçisi” : İzzettin Doğan’ın Başyazıları Analiz edilen ilk sayı Ağustos 2002’de yayınlanan derginin 124. sayısıdır. Editör Ayhan Aydın’ın sözleriyle açılan derginin “Başyazı”ları Prof. Dr. İzzetin Doğan’a37 aittir. Can Dostlar, dergimiz, ilkeleri doğrultusunda toplulumuzu aydınlatma ve bilgilendirme görevini yerine getirerek, birbirinden önemli araştırmaları, makaleleri sizlere sunmaya devam ediyor ve bundan sonra da edecek. Dergimizle ilgili öneri, istek ve şikâyetlerinizi her zaman bizlere iletmenizi bekliyoruz (Aydın, s.2). Derginin ilk yazıları, İzzettin Doğan’ın katıldığı toplantı ve açılış konuşmalarını içermekte ve başyazı olarak verilmektedir. Bu sayıda Doğan’ın Erzincan Valisi Halil İbrahim Altun ile açılışını yaptığı Ulalar Cemevi’nin açılışında yaptığı konuşması verilmiş ve konuşmada Doğan, Alevilerin haklarının verilmediğini aktarmakta ve bu yanlıştan dönülmesi gerektiği üzerinde vurgu yapmaktadır. Böylesi tarihi bir güne tanık olmuş olmaktan dolayı eminim ki buradaki herkes mutludur. Kendi çocuklarınıza bırakacağınız çok güzel bir mirastır bugün. Bir gün diyeceksiniz ki “evet, devlet cemevlerinin açılışına Ulalar’dan başlamıştı ve biz de o gün oradaydık.(…) Eminim ki sonunda siyasiler tarihi hatalarını düzeltip, Alevilerin haklarını vereceklerdir ( Erzincan, Ulalar Cemevi açılış konuşması-13 Temmuz 2002, s. 3-5). Derginin incelenen ikinci sayısı Eylül 2002’de çıkan 125. sayısıdır. Bu sayıda, İzzettin Doğan’ın 600’ün üzerinde sivil toplum kuruluşu ve 1300 kişinin bir araya geldiği “Alevi Birlik Toplantısı”ndaki konuşması başyazı olarak verilmiştir. 37 Prof. Dr. İzzettin Doğan, Cem Vakfı genel başkanı, Cem Radyo, Cem Tv ve Habercem’i içine alan Cem Medya Grubu sahibidir. Alevilerin sorunlarının çözümü hususunda hukuki boyutlarda mücadele veren; cemevlerine ibadethane statüsü verilmesi konusunda ve Aleviliğin ders kitaplarında okutulması gerektiğne olan inancı ile AİHM’ye başvuran ve bu davalarda haklı görülen Doğan, Aleviliğin yaşatılması ve Alevilerin Türkiye’de inançlarını dilediği gibi yaşaması adına uğraşlar vermiş uluslararası hukuk profesörü ve Alevi toplumuna öncülük etmiş bir kanaat önderidir. 115 “Alevi Tarihinde Dönüm: Geleceğe Büyük Miras/Milyonların kalbi birlik toplantısında attı” başlıklı konuşmada, toplantı sonucunda alınan kararlar aktarılmıştır. Buna göre toplantı sonunda, Alevilerin dini hizmetlerden yararlanması, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın değişimi, Alevi-İslam’ın ders kitaplarına konulması, devlete ait televizyon ve radyo kanallarında bütün inanç gruplarının kendi inançlarını ifade etmeleri için belirli bir zaman dilimine sahip olmaları, cemevlerine arsa ve para desteği ve son olarak müzik derslerine Alevi kültürü içinde önemli bir yeri olan “saz”ın eklenmesi kararları alınmıştır. İzzettin Doğan’ın öncülüğünde yapılan toplantı Alevilerin talep ve isteklerine odaklanmıştır. Derginin incelenen 2002 son sayısı “Ekim-Kasım-Aralık” olarak tek sayı çıkmıştır. Bu sayıda başyazı, İzzettin Doğan’ın Alevi/Bektaşi/Mevlevi Kurum ve Kuruluş temsilcilerinin hazır bulundukları toplantı konuşmasını içermektedir. Konuşmasında Doğan, “Bizim verdiğimiz mücadele, kanunlar dahilinde, bir hak gaspının önlenmesi hareketidir” diyerek Alevi sorunlarına dair hukuki yollara başvurduklarını aktarmaktadır. 2.2. Aleviliğin Temel Taşları: Düşünce ve İnanç Yazıları Cem Dergisi’nde Aleviliğin tarihsel köklerine eğilen, dedeler, ocaklar ve peygamberleri ele alan düşünce ve inanç yazıları yayınlanmıştır. Aleviliğin özüne, kültürüne ve inancına dair yazılar bu başlık altında kategorilendirilmiştir. Kutluay Erdoğan “Hacı Bektaş’ta 16 Ağustosların oluşturduğu Milliyet Gerçeği” adlı yazısında, Hacı Bektaş’ın birleştirici yönü üzerinde durmakta ve Aleviliği Anadolu’da benimsettiğini anlatmaktadır. 116 Sonuç olarak, Milliyet gerçeğinin birlik ve bütünlük içinde, gelenek birliğinden geçtiği, hurafeden uzak törelerimiz bizleri Fars’ın edebiyatından Arap’ın hırsından korumuş ve asimile olmaktan kurtarmıştır. Böylece İslamiyet Türkmen töreselliği içinde özümsenerek Anadolulaşmıştır (s.1113). Baki Öz’ün “Bilim Adamı, Düşünür ve Edebiyatçı olarak Hz. Ali” adlı yazısında, Hz. Ali’nin çok yönlülüğünü anlatmaktadır. “Bilgi Güneşi” olarak nitelendirilen Hz. Ali’nin birçok eserinin 1055 yılında yanan Bağdat Şahpur Kütüphanesi’nde kül olduğu bilinmektedir. Peygamber Muhammed’in de mektuplarını kaleme alan Hz. Ali, o dönemin en büyük devlet adamlığı ve askerliğinin yanısıra filozof, şair ve bilim adamıdır. Eski bir geçmişi olan Arap şiirinin en usta şairlerinden biridir. Buhari, Müslim, Tirmizi ve Taberi gibi birçok hadis bilgini Hz. Ali’den hadis ve kendi sözlerini aktarmışlardır (s. 12-16). Şevki Koca “Dergâhlar” başlığı altında akademisyenlere ve alanda çalışan araştırmacılara tarihsel belgelere dayanan bilgiler sunmaktadır. “Şahkulu Bektaşi Dergâhı’nın Son Babagan Postnişinleri ve Bektaşilerin Zor Yılları (1826-1953) (I)” adlı yazısında posnişinlerin biyografilerini ve Tevelüd’lerini aktarmıştır. Derginin bir diğer yazısı Dr. İsmail Kaygusuz’a ait araştırma yazısıdır. “Yaşayan İsmaililiğe Kısa Bir Bakış (I)” başlığını taşıyan yazıda Kaygusuz, İsmaililerin kökenlerine eğilmekte ve hangi bölgelere dağıldıkları konusunda bilgiler sunmaktadır. (…) Diğer yandan büyük çoğunluğu oluşturan Nizari İsmailileri Hindistan, Pakistan, İran, Aganistan-Pamir, Suriye ve bazı doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde cemaatler olarak yaşamaktadır. 20 milyonu aşkın olduğu söylenen bu büyük inançsal topluluğun önderi Nizar’ın soyundan gelen 49. İmam olarak tanınan Kerim Aga Han’dır ( s.26). Ali Kenanoğlu inceleme yazısı olarak kaleme aldığı ve “Hubyar Semahı” adlı yazıda “Anaolu’da bulunan ve 28 semah çeşidinden birisi olan Hubyar Semahı tüm 117 Hubyar Ocağı mensupları, Sıraçlar tarafından bilinmekte ve cemlerde icra edilmektedir” demektedir. Yazıda Alevilik içindeki ocaklardan Hubyar Ocağı ve cemlerinden bahsedilmektedir. Mevlevi dedesi, Hasan Çıkar’ın “Hz. Hasan (I)” başlıklı yazısı ve Baki Öz’ün “Bilim Adamı, düşünür ve edebiyatçı olarak Hz. Ali (II)” adlı yazı dizisi Eylül sayının düşünce yazılarıdır. İmam Ali’nin Şam Valisi tarafından kandırılan evlatlığı Mülcem’n kılıç darbesinden yaralanıp Hakk’a yürümesinden sonra, İmamlık makamı Hz. Hasan’a geçmişti. O da ilk olarak babasının intikamını, Mülcem’i öldürerek aldı. Ve bundan sonra millet ve memleketin düzeni, din ve devlet hükümleri ile uğraştı. Az zamanda otuz bin eli silah tutan er kendisine biat ettiler (s.9). Şevki Koca bir önceki sayıda olduğu gibi “Dergâhlar” konusundaki yazı dizisine tarihi belgelerden tanıklıklarla devam etmiştir. Araştırma yazısı olarak Dr. İsmail Kaygusuz “Günümüz Nizari İsmaililiğinde Kur’an İslamı ve Batıni İnanç Sentezi” adlı bir yazı kaleme almıştır. Yazıda, İsmaili Öğretisinin eylem (iş, amel) bilgi ya da Zahir ve Batıni temelleri üzerinde durulmuş; İsmaililere göre dinin temellerinin, dua, temizlik, oruç, hac ve vilayet olduğu anlatılmıştır. Son olarak Ali Kenanoğlu “Hubyar Kültür Derneği”nin kurulmasına ilişkin yazısında, “Anadolu Alevi toplulukları içinde önemli bir yere sahip olan Hubyar toplulukları ve kültürünü tanıtmak amacıyla ‘Hubyar Sultan Kültür ve Tanıtma Derneği’ adında bir dernek kuruldu” demekte ve derneğin 2 Temmuz 2002 tarihinden itibaren de resmi olarak faaliyetlerine başladığını eklemektedir. 2.3. Alevileri Yerinde Gözlemlemek: Aleviliğe ve Alevilere Dair İnceleme ve Saha Araştırmaları Derginin Genel Yayın Yönetmeni Ayhan Aydın’ın Balkanlara ve Türkiye’nin Alevi yerleşim yerlerine giderek Aleviliğe dair aktardığı bilgiler, fotoğraflar ve notlar 118 derginin “Gezi Notları” köşesinde yer almaktadır. Yörenin insanlarına ve ritüellerine yer veren Aydın, Ağustos sayısında “Ordu Erenyurt’ta Müsahiplik Kavli” adlı bir yazı kaleme almıştır. Civarda çok ama çok sevildiği anlaşılan Seyit Ali Amca bizi yüreğindeki en temiz duygularla sarıp sarmalıyor. Canlar bizi bekliyorlarmış, hoş sohbetler açılıyor. Hele hele Musahiplik cemine bölgedeki Güvenç Abdal Dedelerinden birçoğunun iştirak edeceğini öğrenmem benim heyecanımı arttırıyor. Öyle ya hem söyleşi, hem sohbet, hem cem, hem saz, hem söz, hem kurban, nefes, düvaz.... Dünyanın en büyük lezzetleri... (s.18). Ayhan Aydın derginin Ekim-Kasım-Aralık olarak ortak çıkan sayısında, Batı Anadolu’yu gezerek, Alevi yöre halkı ve inanç önderleriyle yaptığı görüşmeler sonucunda bir araya getirdiği gezi notlarını aktarmıştır. Alevilerin sesini, doğrudan okura ulaştıran Aydın, Aleviliğin inançsal boyutlarını şeffaf bir şekilde sunmuştur. Cafer Düzgünoğlu Dede aslen Erzincan’lı ama Bursa’da yaşıyor. Tüm ömrünü Aleviliğe, halka, dedeliğe adamış bir insan. O dur durak bilmiyor. Tüm Anadolu’yu geziyor. Trakya’ya çıkıyor, Doğu’ya gidiyor, Ege’ye ulaşıyor. Sadece kendi talipleri, değil yüzlerce Alevi, Bektaşi ondan hizmet alıyor. Dedeye göre en önemli kural Aleviliğin/Bektaşiliğin tarihi değerleriyle yaşatılabilmesi. Bunun için devletle yakınlaşmamızın, aramızdaki ayrılıkların giderilmesi gerektiğine inanıyor. Dede, Hacı Bektaşı Veli’nin Türk Ocakları’nı kurarak Türklüğü de yaydığını, dede lafının kullanış amacından saptırıldığını bu yüzden dede yerine seyyid kelimesinin kullanılması gerektiğini, Atatürk sevgisinin Alevilerin damarlarına kadar işlemiş eşi bulunmaz bir sevgi olduğunu söylüyor (s.27). Burak Gümüş, Eylül sayısında yer alan, Hacı Bektaş’a yaptığı ziyaretinde aldığı notları aktarmakta ve Aleviliğin özüne dair fikirlerini paylaşmaktadır. Alevi dernek, dergâh, vakıf ve teşkilatların açılışı, Alevi rönesansının bir göstergesidir. Bu dernekler, kolektif kimliğin inşasında Ayin-i Cem törenleri, büyük kentlerde cemevi yapımı, saz/semah kursları, konserler, açık oturumlar ve mazlum söylemi çerçevesi içinde Sivaz ve Gazi olayları gibi katliamları anma törenleri organize etmekten ziyade aynı anda Alevi evliya/abdalları anma törenleriyle Alevi konusunu sürekli canlı tutmaktalar. Her sene 16-18 Ağustos arasında Hacı Bektaş’ta devlet, hükümet ve partilerin önce gelenlerinin de katıldığı Hacı Bektaş Veli’nin anısına Hacı Bektaş’ta bir dinsel nitelikli anma töreni düzenlenmekte ( s.19). 119 “Çanakkale’de Tahtacı Türkmen Köyleri” adlı yazısıyla bu konudaki alan araştırmasını kaleme alan Veli Aslan, Tahtacı Türkmenlerin pek çok geleneğinin Alevilerin gelenekleriyle örtüştüğünü ve onların da Hacı Bektaş’ı, Yunus Emre’yi ve Abdal Musa’yı eren olarak kabul ettiklerini ve buna ek olarak, saza değer verme, kurban kesme, diş eniği kaynatma gibi Alevi kültürüne ait ortak noktalar paylaştıklarını söylemektedir. 2.4. Alevi Ozanları ve İnanç Önderlerini Anmak ve Tanıtmak : “Canlar Köşesi” Burada yer alan söyleşi ve yazılarla birlikte amaç, Alevi ozanlarını, Aleviliğe dair çalışan, araştırma yapan ya da Alevilik adına uğraş veren canları tanıtmakla beraber; onlara verilen önem ve değerin gösterilmesidir. Alevi toplumunun gönlünde yer etmiş halk ozanları Aşık Dertli ve Mahzuni Şerif bu köşede anılmıştır. Zeki Büyüktanır’ın kaleme aldığı “Halk Kültür Irmağı’nda Bir Mahzuni Şerif” yazısında Büyüktanır, ozanı şu şekilde yad etmektedir: Bu 50 yıl içinde gericilik ve despotluk havasında nice yazarımız, ozanımız, bilgemiz, düşünürümüz, aydınımız sehpalara, kurşunlara, yumruklara, kıyımlara hedef oldular. Giyotin işlemedi ama kıyım makinası da hiç durmadı. Genç çocuklarımız asıldı; yaşlı yazarlarımız ceza evlerine atıldı. Konumuz siyasi bir yorum değil, sosyal bir yaranın insani bir boyutundaki bir insandı, bir ozandı anlatmak istediğim kişi. Efendi Ertürk’ün “Hakikat Çeşmesi’nden Damlalar ‘Sevmeden Olmaz’” isimli yazısı Alevilerin içsel birlikteliğinin ve örgütlülüğünün önemi üzerinde durmakta ve Alevi inanç önderlerinin buna ön ayak olması gerekliliğini anlatmaktadır. 120 Daha büyük oranda siyasetçiye, siyasi partiye baskı yaparak problemleri çözeriz. Seçime giderken sizlere büyük iş düşüyor. Hepiniz ortak bir noktaya varabilirseniz, problemlerin çözümü de daha kolaylaşır. Bence bu dönem de Prof. Dr. İzzettin Doğan siyasete girerek taraf olmalıdır. Bunun zamanı gelmiştir. Halkın içinden biri olarak biliyorum, görüyorum ki, İzzettin Bey’in taraflılığı bugünkü parçalı partilerin, büyük saydıklarımızın iki katı kadar bir toparlanma yaratır (s.34). Ayhan Aydın, “Bir dosttan bir dosta/Alevilik-Bektaşilik söyleşileri” adı altında, “Alevilik araştırmacılığında emektar bir insan İsmail Onarlı” ile bir söyleşi yapmıştır. Her sayıda Alevilikle ilgili araştırmacı, akademisyen ya da bir inanç önderiyle yapılan konuşmalar dergide sunulmaktadır. Aydın, Onarlı ile yaptığı söyleşide, Onarlı’ya Alevilik üzerine yaptığı çalışmalar konusunda önem atfetmiştir. Onarlı’ya Alevilik’i soran Aydın’a Onarlı’nın cevabı şu şekilde olmuştur: Alevilik çeşitli kültürlerin sentezidir. Pamir yaylalarından yani Çin Seddi’nden Adriyatik’e kadar uzanan coğrafyada; başka bir deyişle Ahmet Yesevi’den, Gül Baba’ya dek uzanan bir çizgide çeşitli kültür, uygarlık, inanç, töre, örf, gelenek ve görenekler ile kültlerin karışımı ya da eklentileriyle birlikte Anadolu’da harmanlanıp yoğrularak şekillenmiş; bir kültür, inanç ve yaşam biçimine dönüşerek sistemleşmiştir. Söyleşilerin bir diğeri Cem Vakfı Avrupa Koordinatörü Fuzuli Bektaş ile Cem Vakfı’nın Avrupa çalışmaları üzerine ve Prof. Dr. Mikail Bayram’la Ahilik üzerine yapılmıştır. Bayram, Ahilik, Hacı Bektaş, Mevlana, Hacı Bayram Veli ve Ahi Evren üzerinde görüş ve bilgilerini paylaşmıştır. 3. Alevi Dergileri’nde “Kadın ve Kadınlar Günü”ne Bakış: Alevilerin Sesi ve Cem Dergisi Özelinde Kadın Teması Alevilik kültüründe kadın her zaman erkekle eş değer bir konumda kabul edilmiştir. Cem İbadeti’nde yanyana oturan kadın ve erkeğin toplumsal yaşamdaki eşit statüsü Alevilikte bilinen bir olgudur. Kadının çok önemli bir değer olarak 121 görüldüğü Alevilik kültürü ve inancındaki bu durumun Alevi yayınlarına ne kadar yansıdığını incelemek amacıyla 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla, bugünün anlam ve önemine ilişkin olarak, her iki derginin mart sayıları, kadın teması çerçevesinde nitel olarak analiz edilecektir. Alevi ve Bektaşi kadınlarının yollarını açan Alevi öğretisidir. Çünkü Alevi öğretisinde kadın dünyadır, doğurandır. Onu yaratan doğurgan yaratmıştır. O nedenledir ki, Alevi inancında kadın erkek yaşamın her alanında yan yanadır. Ceme birlikte katılırlar, semahta yanyana dururlar. Kadınlar da erkeklerle kanat çırparlar. Cemde demi kadınlar sunmaz, onlar lokmacıdır. Semah sonunda erkek kadının ayağına değil, omuzuna niyaz eyler (Seyman, 2004). Bektaşilik ve Alevilik kültürü, merkezine insanı alan ve bireyi erkek kadın olarak ayırmadan ona yaklaşan bir yapıdır. Kurallar her iki cinsi de içine alır. Alevilik kültüründe Tanrı herkesin tanrısıdır ve bu nedenle de ibadetler de kadın erkek bir aradadır. Kadına ve erkeğe cemlerde ayrı cinsiyetler olarak değil, “canlar” olarak bakılır (Temran, 1998). Diğer yandan, Alevilik inancında ve kültüründe her zaman kabul görmüş olan kadın-erkek eşitliği mevzusunun gerçeklik payının ölçülebilmesi için bu mevzunun toplumsal yaşamdaki ve Alevi medyalarındaki yansımalarına bakmak gerekmektedir. Alevilerde bir ezber var, kadın ve erkeğin eşit olduğunu söylüyorlar. Alevi toplumunu bilen birisi olarak toplumsal yaşamda kadın ve erkeğin eşit olmadığını biliyorum. Elbette Sünnilikle, Sünni kadınla karşılaştırıyorlar. Bu anlamda Alevi kadın başını örtmek zorunda değil. Okula gitme, okullaşma meselesinde eğer ailenin ekonomik durumu iyi ise kız erkek ayrımı yapmıyorlar ve gönderiyorlar. Ancak ekonomik durumu kötü ise, diğer geleneksel toplumlarda olduğu gibi, önce erkek çocuğu okula gönderiyorlar. Birtakım farklılıklar da var. İşte bu farklılıklar nedeniyle Aleviler “Bizde kadın erkek eşit” deyip aslında hiç de eşit olmayan o konumu sorgulamıyorlardı. Bunun en iyi örneklerini Alevi örgütlerinde, Alevi medyasında görmek mümkün (Poyraz, 4 Ocak 2015, Evrensel Gazetesi) Alevilerin Sesi Dergisi’nin 191 sayılı Mart 2015 sayısı Kadınlar Günü özelinde incelendiğinde, kadınlar gününe derginin sadece etkinlik sayfaları olarak son bölümünde yer verildiği görülmüştür. Derginin ana dosyası bu ay “ AABF 13. 122 Genel Kurulu-Almanya’daki Alevilerin Geleceği Garanti Altında” temasını taşımakta ve özel olarak kadınlara ya da kadınlar gününe özel bir makale, yorum ya da düşünce yazısı yer almamaktadır. Bu sayıda genel olarak AABF’nin 13. Genel kurulunun seçilmesi dolayısı ile Avrupa’daki başarıları üzerinde durulmuştur. “149 AKM ve onbinlerce üyesi olan AABF’nin Avrupa’nın en büyük inanç örgütlenmesi” olduğunun altı çizilmiştir. AABF ikinci başkanı Aziz Aslandemir konuşmasında AABF’nin 26 yıldır elde ettiği kazanımlara değinmiştir. Almanya’da eyaletlerde devlet anlaşmaları yapma yetkisine erişen ilk örgütlenme olan AABF’nin Kuzey-Ren-Westfalya eyaletinde radyo televizyon denetim kuruluşuna temsilci verdiği, Almanya genelinde okullarda Alevilik dersleri sağladığına ve bu sene ocak ayında Hamburg Üniversitesi’nde açılan dünyanın ilk Alevilik kürsüsü sayesinde Aleviliğin bilimsel anlamda araştırılırken Alevi gençlerinin de inançları hakkında süreli eğitime kavuşacaklardır (s.8). Ayın dosya konusu AABF 13. Genel Kurulu olan Mart 2015 sayısında Kadınlar Günü, derginin Avrupa genelindeki “Alevi Kültür Merkezleri’nden haberler” olarak son sayfalarında aktarılan etkinlikler sayfasında ele alınmıştır. Üç ayrı AKM’de kutlanan Kadınlar Günü konuşmalarında öne çıkan noktalar; kadınların AKP döneminde toplumsal yaşamda geri plana itilmesi, iktidarın kadına bakışındaki gerici politika anlayışı, cinsiyet ayrımcılığı, kadına şiddet ve kadın cinayetleridir. Montbeliard Alevi Kültür Merkezi, Hanau AKM ve Gustavsburg AKM’de kutlanan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde yapılan konuşmalardan ana satırlar şu şekildedir: Son on yılda Türkiye’de toplumun her kesiminde olduğu gibi artan şiddet olayları, cinsiyetçi, ayrımcı, yok sayıcı bir politika izleyen AKP faşizmi kadınlarımızı doğrudan etkilemiş ve varoluş nedenlerini adeta sorgular hale getirmiştir. Uyguladıkları politikalarla Pakistan gibi bir ülke görünümü vermekte, adeta bir cinnet toplumuna evrilmiştir (Montbeliard AKM, s.50). 123 Hanau AKM’de konuşan yönetim kurulu üyesi Şaziye Sayılır, konuşmasında dikkati kadınların mücadele pratiklerine ve kadın özgürlüğüne çekmiştir. Diğer bir konuşmacı Hanau Cemevi Kadın Kolu Başkanı Hatice Aydın ise, “kadına karşı şiddette herkesin sorumluluğu vardır ve bu şiddeti durdurmak için hayatın her alanında aktif mücadele etmek ve örgütlenmek gerekir” diyerek kadın için toplumsal bütün kesimlerin dayanışma içinde olmalarını ifade etmiştir. Gustavsburg AKM’de de kadına yönelik şiddet konuşulmuş ve tecavüz edilerek öldürülen Özgecan Aslan anılmıştır. Kadını meta olarak gören cinsiyetçi politikalar eleştirilmiştir. Cem Dergisi’nin 119 sayılı Mart 2002’de çıkan sayısının başyazısı “Alevi İslam inancı inkar edilip yasaklanamaz” temasıyla çıkmış ve Alevilerin Sesi Dergisi’nde olduğu gibi kadına ve kadınlar gününe özel bir sayfa ya da bölüm atfedilmemiştir. Cem Dergisi’nde “Canlar Köşesi” olarak geçen bölümde bu ay dört olaydan (1-Ali’nin doğumu, 2- Muharrem, 3- Aşık Veysel, 4- Kadın) biri “kadın ve Kadınlar Günü” olarak ve ikinci bir başlık olarak da ayrı bir sayfada “Dünya Kadınlar Günü ‘8 Mart’” olarak verilmiştir. Canlar köşesinde ayrı bir yazıya yer verilmezken, ayrı başlık taşıyan sayfada kadınlar gününe özel kaleme alınan yazıda öne çıkan konular; kadınlar gününün tarihçesi, kadının toplumdaki yeri, cumhuriyet rejimiyle kadınlara verilen siyasal ve sosyal haklar ve son olarak da Atatürk’ün kadınla hakkındaki sözleri yer almıştır. Deniz Ünal ve Mehmet Kaygusuz’un derlediği yazıdan bir kısım aktarılacak olursa: Ülkemizde kadın hakları cumhuriyetten sonra başlar. Kadınların toplumdaki yeri günümüzde daha da anlaşılmaktadır. Kadın hakları yasalarla güvenceye alınmıştır (…) Türkiye kadınlarına 1930’da belediye seçimlerinde oy kullanma ve belediye meclislerine seçilme hakkı tanındı. Kadınlar 1931 yılında muhtar ve ihtiyar meclisi seçimlerinde oy kullanma ve seçilme 124 hakkını, 5 Aralık 1934’te de milletvekili seçme ve seçilme hakkını elde ettiler. 1935 genel seçimlerinde 18 kadın milletvekili meclise girdi ( s. 46). Alternatif medyalar anaakıma karşıt, topluluğa hizmet, sivil toplum medyası ve rizomatik medya başlıkları etrafında ele alındığında veyahut, katılımcılık esasını ön plana çıkaran öznel yaklaşım ve eleştirel içerik üretim süreciyle alternatif medyaya yaklaşan nesnel yaklaşım açılarından ele alındığında; Alevilerin Sesi ve Cem Dergisi’nin anaakıma karşıt, Alevi toplumuna hizmet eden, eleştirel içerik üretebilen medyalar içinde sayılabilecekleri ve devlet ve özel medyaların kavşak noktasında yer alarak farklı toplumsal hareketleri destekleyebilen rizomatik medya olarak da değerlendirilebilecekleri ortaya çıkmıştır. Alevilerin Sesi Dergisi’nin, alternatif medyalar içindeki yerini sorgulayacak olursak eğer, derginin içeriğinin tematik olarak analizi sonucunda, derginin anaakım medyaya karşı eleştirel içerik ürettiği, toplumun ezilen farklı kesimlerini destakleyebildiği (Kürtler, kadınlar, işçiler vs.), Alevi toplumunu hem Aleviliğe dair konularda bilgilendirici hem de Alevilerin talep ve sorunlarına eğilen yazılar kaleme alarak Alevilerin sesi olabildiği açığa çıkmıştır. Cem Dergisi’nin ise, daha çok Alevi toplumuna hizmet eden (kültürel, inançsal ve hukuksal boyutlarda), eleştirel içeriği Alevilerin Sesi Dergisi’ne nazaran daha kısıtlı olarak üreten fakat Aleviler dışında toplumun farklı toplumsal gruplarından yer alan hareketleri çok fazla destekler konumda bulunmadığı anlaşılmıştır. Topluluğa hizmet medyası olarak alternatif medya niteliği taşıyorken; rizomatik olarak alternatif niteliğinin zayıf olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. 125 4. Cem TV ve TV 10 Televizyon Kanallarının Karşılaştırmalı Analizi Cem TV yayın hayatına başladığı 2005 yılından itibaren belirledikleri yayın ilkeleri çerçevesi içinde yayınlarını sürdürmektedir. Yayın ilkeleri; “tarafsız, dürüst, şeffaf, güven veren, kültürlere açık, bağımsız, çoğulcu, toplum değerlerine saygılı ve özel hayata özenli” olarak belirlenen Cem TV’de ana akım medyaya yakın profilde programlar üretilmektedir. Bunun nedenleri, Alevi bir kanalın izlenirliğini artırmak, sadece Alevilere değil toplumun bütün kesimine yönelik bir yayın politikası izlediklerini ortaya koymak ve son olarak da Alevi medyası kalıplarını kırarak Alevi medyalarına olan reklam vermeme riskini azaltmaktır. Cem TV’de çalışan yaklaşık elli kişiyi istihdam etmenin maddi kaynaklarını yaratmak ve aynı zamanda Cem TV’nin Alevi toplumuna hizmet etmesinin sürdürülebilirliği açısından reklam pastasından pay almaya çalıştıklarını aktaran genel yayın yönetmeni Mustafa Çim, bu nedenler dolayısı ile program yelpazesini olabildiğince genişletmek için çabaladıklarını ifade etmiştir (Çim, Yüzyüze Görüşme, 9 Kasım 2015). Cem TV’de genel başlıklar altında toplayabileceğimiz programlar; kültür sanat, müzik, sağlık, gündem, haber, belgesel, ekonomi ve Alevi inancına yönelik programlardır. Hafta içi yayınlar sabah haberleriyle başlamakta ve gün boyunca sağlık, gezi, klip saati, dinleyici istekleri, gün ortası haber, belgesel, gezi programlarıyla devam etmekte ve müzik yayınlarıyla gece yayını sürdürülmektedir. Cem TV’nin Alevi toplumuna inanç ve kültür konularında hizmet etmek ve toplumun sorunlarını, isteklerini gündeme getirmek misyonu dışında Alevi medyası sınırlarını genişletmek gibi bir amacı vardır. Cem TV, marjinal sınırlarda yayın sürdürmek yerine dar kalıpları kırmak ve çok sesli, çok çeşitli program üreten bir çizgi yakalamak peşindedir. Alternatif medyaların ticari amaç gütmeden fakat dar 126 alanda marjinalize edilmemek adına belirli ticari pratikler geliştirebilmesi mümkündür; bu nedenle niyet kar gütmemek ise daha geniş bir kitleye seslenebilmek adına girişilen ticari pratikler alternatif medyalar adına hoş görülebilmektedir. Alevi toplumuna hizmet etmek ve onun sesi olabilmeyi niyet edinen Aleviliği inançsal boyutlarıyla aktarmayı hedef edinmiş, Aleviliğin sadece siyasi tartışmalar ve çekişmeler içine katılmasını hoşgörmeyen Cem TV’nin, bu nedenle alternatif yönünü eleştirel bir içerik üretim açısından ele almak yerine, dini azınlık konumundaki bir inancın sesini duyuran ve onun sesi olabilme ve onun sesini duyurabilme amacını yerine getirmesi nedeniyle alternatif bir iletişim mecrası olduğu söylenebilmektedir. Merkez medyada kendine yer bulamayan Alevilerin seslerini bu mecrada çıkarabilmeleri ve üretim sürecine katılabilmeleri Cem TV’nin Aleviler adına alternatif bir medya kamusal alanını yaratmış olduğunu göstermektedir. Cem TV’de öne çıkan programlar şu şekildedir: “Bam Teli, Kırmızı Dosyalar, Adaletin Terazisi, Cem İbadeti, Sağlıklı Hayat, Şehir Işıkları, Artı Ekonomi, Sokak Ne Diyor, İstekleriniz ve Erenlerin Yolundan” programlarıdır. Bam Teli programını, Cem Medya Grubu’nun Ankara temsilcisi olarak son bir yıldır görev alan Tayfun Talipoğlu yapmaktadır. Kırmızı Dosyalar programını CHP Genel Başkanı Baş Danışmanı Erdal Aksünger ve gazeteci yazar İsmet Orhan hazırlayıp sunmakta ve programda siyasi gündem masaya yatırılmaktadır. Cem İbadeti her perşembe farklı bir cemevinden canlı olarak yayınlanmaktadır. Artı Ekonomi programı Prof. Dr. Osman Altuğ tarafından sunulmakta ve programda işsizlik, enflasyon ve dış politika irdelenmektedir. Şehir Işıkları ise gündüz kuşağında yer alan bir kültür sanat programıdır. Programda sanatçılarlarla röportajlar yapılmakta ve kültür sanat etkinlikleri duyurulmaktadır. İstekleriniz bölümünde canlı olarak 127 dinleyicilerin türkü talepleri alınarak canlı olarak performans sergilenmektedir. Sokak Ne Diyor programında gündeme dair halkla söyleşi yapılmaktadır. Erenlerin Yolunda programı Alevi inanç önderlerinin katılımıyla Aleviliğe dair her şeyin konuşulduğu bir program iken, Adaletin Terazisi programı ise Alevilerin eğitim ve dini konularda yaşamış oldukları haksızlıkların irdelendiği ve Alevilerin sorun, talep ve isteklerinin gündeme getirildiği bir programdır. TV10 televizyon kanalı Ortadoğu ve Mezopotamya kültürleri başta olmak üzere, Anadolu’da yaşayan kültürlerin ortak sesi olmak niyetiyle yola çıkmıştır. “Sesimiz hakkın, hakikatin sesi” sloganıyla yayın yapan kanalın, her türlü milliyetçiliğe, ayrımcılığa ve ırkçılığa karşı bir duruş sergileyeceği ve ezilen halkların sesini duyurmada pozitif ayrımcılık uygulayacağı belirtilmiştir. Demokrasiden yana ve temel insan haklarının ihlaline karşı yayınlar yapmak hedefleri arasındadır. Kendisini Alevilerin ve buna ek olarak sesini duyuramayan diğer azınlıkların sesi olarak tanımlayan TV 10, çok kültürlü, halkları birleştirici ve herkesi kucaklayan bir anlayışa sahiptir. Kendilerine merkezi medyada yer verilmeyen azınlık gruplarına mensup bireyler TV 10’da, kendilerini kendi ana dillerinde ve kendi renklerinde sunma ve anlatma imkanına sahip olmuşlardır. Kanal, emek ve demokrasiden yana toplumsal güçlerin sansüre uğramadan yer alabileceği, başta Aleviler olmak üzere diğer azınlık üyelerinin Türkiye demokrasisinin gelişimi açısından kendilerini kamusal alanda ifade edebilecekleri bir alternatif mecra olmuştur. TV 10 Yönetim Kurulu tarafından belirlenen yayın politikasında, yayınların İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne ve Türkiye’nin imzaladığı uluslararası anlaşmalara uyumlu, insan onuruna saygılı; dil, din, cinsiyet ayrımcılığının karşısında, şiddetten uzak, insan onurunu incitici ve savaşı körükleyen 128 söylemlerin karşısında, çocukların ve gençlerin ruhsal gelişimlerine olumsuz yönde etki edecek yayınlara karşıt yayın üretmek konusunda bir politika belirlemişlerdir. Alevilerin ve diğer azınlıkların sesi olabilmek adına yola çıkan TV 10, programlarında kaliteli olmayı hedeflemekte ve başlıca programlar olarak, haber, haber-yorum-tartışma, belgesel, dökümanter ağırlıkta programlar yaparken; ayrıca kadın, gençlik, müzik programları ve filmler de yayınlamaktadır. Halka gerçekleri ve doğru bilgiyi aktarmak temel niyetleridir38 Bütün bunların ışığında diyebiliriz ki TV 10, alternatif medyaların toplumsal hareketlerle yakınlık kuran ve azınlıklara uygulanan haksızlıklara karşı dayanışma gösterebilen rizom olarak alternatif medyanın başarılı bir örneğidir (Yıldız, Yüzyüze Görüşme, 25 Ekim 2015). TV10’da başlıca programlar; “Dem-i Muhabbet, Avrupa’dan Yansıyanlar, Demokrasi Platformu, Gönül Defteri, Nefes, Sizden Yansıyanlar, Yol Erkan, Vatis, Gündeme Bakış ve Onsuz Olmaz vs.dir.” Dem-i Muhabbet, Aleviliğin talepleri, sorunları ve isteklerinin konuşulduğu bir programdır. Avrupa’dan yansıyanlar Avrupa’ki örgütlerin faaliyetlerini ve orada yaşayan Alevi toplumundan haberleri aktarmaktadır. Demokrasi Platformu ve Gündeme Bakış programları siyasi gündemin konuşulduğu ve ayrıca devlet ile Alevi ilişkilerini, sorunlarını ve tarihteki Alevi katliamlarından güncele herşey masaya yatırılmaktadır. Gönül Defteri ve Nefes canlı müzik programlarıdır. Sizden Yansıyanlar, Alevi yerleşim yerlerine ve sivil toplum örgütlerinin etkinliklerine gidilerek çekim yapılan yayınlardır. Yol Erkan programı, Aleviliğe dair her şeyin konuşulduğu, Alevilik inanç ve kültürünün bileşenleri ve özünün anlatıldığı programdır. Vatis programının yayın dili Kürtçe olup, yine gündeme dair konular irdelenmektedir. Son olarak Onsuz Olmaz programı ise Alevi 38 http://www.binboga.org/tv-10hakkin-hakikatin-sesi-yayinda/ 129 iş adamı, sanatçı, akademisyen ve Alevi inanç önderlerinin konuk edilerek tanıtıldığı söyleşi türünde bir programdır. Cem TV ve TV10 Alevi televizyon kanallarını, alternatif medyalara yaklaşırken yararlandığımız öznel ve nesnel yaklaşımlar açısından düşündüğümüzde şu sonuçlar açığa çıkmaktadır: Cem Tv, alternatif olmak açısından öznel yaklaşıma daha yakındır. Öznel yaklaşımlar alternatif medyaları katılımcılık açısından ele alarak yayın ve program üretim sürecine bu medyaların hitap ettiği kitleden bireylerin katılımını irdeler. Cem TV de çalışanların ve yapım sürecine katılanların çoğunluğunun Alevi olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Yani Aleviler kendi seslerini kendi medyalarında duyurabilme imkanını yakalamışlardır. Fakat nesnel yaklaşımlar açısından Cem Tv’nin alternatif bir medya mecrası olduğunu söyleyebilmemiz için bu kanalın toplumsal hareketlerle daha yakından ilişkili olması gerekmektedir. Fakat Cem Tv, Aleviliğin siyasi ya da herhangi bir muhalif görüşe yakınlık kurularak özünün çarpıtılacağını ve Aleviliğin böyle pratiklerle ilişkilendirilmesinin yanlış olarak değerlendirmesi nedeniyle Cem Tv de bu açıdan bir eleştirel karşıt kamusal alan yaratıldığı söylenemez. Nesnel yaklaşımlar merkezi medyada üretilen söylemlerin karşısında konumlandırılan eleştirel içerik üretimine odaklandığından, Cem Tv’nin eleştirel içerik üretimi sadece Aleviliğin özüne ve Alevi toplumuna dair bilinen hatalı kanı, görüş ve fikirleri düzeltecek boyuttadır. TV10 ise kuruluş ve yayın amacında başta Aleviler olmak üzere, diğer azınlık grupları ve onların kurmuş oldukları toplumsal pratiklerin de sesi olacağını açıkça belirtmiştir. Öznel ve nesnel yaklaşımlar açısından TV10 alternatif bir medya türüdür. Çünkü Aleviler ve azınlık üyeleri TV 10’da kendilerini ana dillerinde ve kendi inançlarında ifade edebilme imkanına sahiplerdir ve üretim sürecine 130 katılabilmektedirler. Ayrıca TV10 ana akım medya kamusal alanında üretilen söylemlerin karşısında eleştirel içerik üretmekle brlikte, bu söylemleri üreten toplumsal hareket üyeleriyle dayanışma içindedir ve onlarla yakın bir ilişki kurmaktadır. 131 SONUÇ “Alevi Medyası Üzerine Betimleyici Bir Analiz” başlığını taşıyan bu tez çalışmasında, günümüz anaakım medyasının devlet ve özel teşebbüsler elinde siyasi ve ekonomik iktidarlar ile yakın ilişkiler kurarak çıkar sağlamalarının ve kamu yararını gütmede başarısız olmalarının bir neticesi olarak ortaya çıkan alternatif medyaların kuram ve pratikleri ışığında Alevi medyası incelenmiştir. Alternatif medyaların, merkezi medya tarafından görülmeyen, yok sayılan ya da sadece spekülatif bir olay içinde hatalı bir şekilde gösterilen kesimlerin sesini duyurmak ve onların sesi olabilmek için oluştukları anlatılmıştır. Alternatif medya tanımlama ve kuramları çerçevesinde genel olarak alternatif medyalar anaakımın karşısında yer alan, topluluğa hizmet eden, sivil toplum medyası ya da devlet ve piyasa arasında, farklı toplumsal hareketlerin dayanışma içinde olduğu medya tipini anlatan rizom olarak alternatif medya şeklinde tarif edilmiş; öte yandan alternatif medyaları katılımcılık esasından tanımlayan öznel yaklaşım ve eleştirel içerik üretimi açısından ele alan nesnel yaklaşım açıklanmıştır. Alevi medyası analiz edilirken, alternatif medyanın bu tanımlamaları ışığında nitelikleri ortaya konulmuştur. Ayrıca alternatif medyaların radikal demokrasi ve yeni toplumsal hareketlerle bağlantıları incelenmiş ve alternatif medyaların demokrasinin gelişimine ve toplumsal hareketlerin kitleselleşebilmesine yardımcı olduğu açıklanmıştır. Kısacası alternatif medyaların radikal demokrasi ve yeni toplumsal hareketlerle organik bir bağ içinde olduğu vurgulanmıştır. Dünyada başlıca alternatif medya örnekleri anlatıldıktan sonra, Türkiye’de alternatif medya oluşumlarına değinilmiş ve Türkiye’de basın özgürlüğünün sınırlandığı dönemlerde alternatif medyaların oluşumlarının hızlandığı ve çeşitlendiği 132 üzerinde durulmuştur. Türkiye’de alternatif medyalar içinde yerinin saptanmaya çalışıldığı Alevi medyalarının nasıl, ne zaman ve kimler tarafından yaratıldığı bu medyaların öncü kişileri ile yapılan derinlemesine görüşmelerle elde edilmiştir. Görüşmeler ve araştırmalar sonucunda Alevi medyasının oluşumları üç ana nedene bağlanmıştır: İlki, Alevilerin ana akım medyada görülmemesi ve gösterildiğinde ise hatalı bir şekilde verilmesi ve Alevi inancının ve kültürünün çarpıtılarak Alevilerin asimile edilmek istenmesi; ikinci olarak, Alevilerin kendi medyasını yaratarak kültürlerini ve inançlarını yaşatmak istemeleri ve Alevilerin kendi medyalarına duydukları özlem ve ihtiyaç, son olarak ise pek çok kez katliama uğramış, ötelenmiş Alevilerin öz bilinçlenmelerine paralel olarak talep, istek ve sorunlarını gündeme taşıma istekleridir. Alevi medyasını yaratan müstakil şahsiyetler ve örgütler arasında var olan siyasi farklılıklar ve Alevilik ve Alevi kimliği arasında değişen tanımlamalar Alevi medyaları arasında söylem farklılıklarına neden olmuştur. Aleviliği kendine özgü bir inanç ve kültür olarak değerlendiren ve siyasi mevzuların uzağında olması gerektiğine inanan Cem Vakfı ve Cem Medya grubu ile Aleviliğin sadece bir inanç değil fakat aynı zamanda siyasi bir tavır ve direniş ruhu olan bir hareket olduğuna inanan Pir Sultan Abdal Derneği’ne yakın çizgide olan TV10 ve Alevilerin Sesi Dergisi’ni çıkaran Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu arasında belirgin farklar bulunmaktadır. Bu farklar dolayısıyla bu örgütlerin medyaları arasında yayın içeriklerinin, içeriği oluşturan temaların ve programlarının değiştiği görülmüştür. Buradan hareketle denilebilir ki, Cem Medya grubu’na ait Cem Dergisi ve Cem TV’de alternatif medya olma niteliğini, daha çok topluluğa hizmet etme ve katılımcılık esasını ön plana çıkaran öznel yaklaşım açısından kazandığıdır. Çünkü 133 Cem Dergisi ve Cem TV’nin Aleviliğin daha çok folklorik yönünün ağır bastığı, Alevilik kültürüne ve inancına ait konuları ve programları ön plana çıkardığı, Alevilerin sorunlarına yer verdiği ve Alevi toplumuna mensup bireylere seslerini duyurabilecekleri bir kamusal alan yarattığı anlaşılmıştır. Alevilerin sesi olabilmesi ayrıca bu medya grubunun alternatif olabilme özelliğini ortaya koymuştur. Alevilerin Sesi Dergisi ve TV 10 televizyon kanalı ise, anaakıma karşıt, eleştirel içerik üretebilen, Alevi sorunlarına ve tarihine ışık tutarak Aleviliğin muhalif bir hareket geleneğinden geldiğine inanan ve bu temel ilkelere dayanarak, Aleviler özelinde siyasi bir tavır içinde yayın yapmakta ve aynı zamanda rizomatik medya tanımlamasına yakın bir şekilde diğer toplumsal hareketlerle dayanışma içinde olduğunu belirtmekte ve program içeriklerine de bunu yansıtmaktadır. Özlüce, Alevilik kültürü ve inancının yaşatılması, Alevilerin görünür kılınması ve talep, sorun ve isteklerinin gündeme taşınması, Alevi toplumunun öz bilinçlenmeleri hususunda bilgilendirici ve yol gösterici yayınlar üretilmesi ve daha da önemlisi Alevilerin kendilerini ait hissettikleri medyaların kurulmuş olması, Alevi medyası olarak tanımladığımız bu medya formlarının işlevselliğini ve önemini ortaya koymaktadır. 134 KAYNAKÇA Adaklı, G. (2001). “Yayıncılık Alanında Mülkiyet ve Kontrol.” Medya Politikaları içinde, E. Mutlu (der.), Ankara: İmge Yay. Adaklı, G.(2006). Türkiye'de Medya Endüstrisi Neoliberalizm Çağında Mülkiyet ve Kontrol İlişkileri. Ankara : Ütopya Yay. Alankuş, S. (2003). Radyo ve Radyoculuk. İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yay. Alankuş, S. (2003). Medya ve Toplum. İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yay. Alankuş, S. (2008). “Türkiye’de Başka Bir Demokrasi İçin, Başka Bir Medya ve Habercilik” Uygun Adım Medya- Bir Bilinç Körleşmesi içinde, İncilay Cangöz, (ed.), Ankara: Ayraç Yay. s.-177-228. Alankuş, S. (2009). Gazeteciliğe Başlarken, Okuldan Haber Odasına, İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yay. Algül, F. (2013). “An Internet Radio from Turkey as an example of Community Radio: Nor Radyo.” Online Academic Journal of İnformation Technology, C.4 S.12.s.75-103. Arık, M. B. (2002). “Karikatür Tarihimizde Önemli Bir Dönemeç: Marko Paşa Gazetesi”. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi,C.1, S.12, 237253. Atton, C. (2002). Alternative Media. London: Sage Publications. 135 Atton, C. (2007). “A brief history: The Web and Interactive Media”., The Alternative Media Handbook içinde, Coyer, K., Et al (der.), Oxon: Routledge, s. 59-67. Avcı, A. (2003), “Toplumsal Eleştiri Söylemi Olarak Mizah ve Gülmece.” http://www.birikimdergisi.com/birikim-yazi/3891/toplumsal-elestiri-soylemiolarak-mizah-ve-gulmece#.VuEvMvmLSUk, 25 Aralık 2015’te erişildi. Avşar, Z. (2004). “Medyada Yoğunlaşma ve Şeffaflaşma: Yasal Düzenlemeler, Beklentiler, Sorun Alanları” İletişim Araştırmaları Dergisi, C.2, S.2, s. 57112. Bailey, G.O., Et al., (2008). Understanding Alternative Media. NewYork: Open University Press. Barbier F. ve Lavenir, C. B., (2001). Diderot'dan İnternete Medya Tarihi. İstanbul: Okuyanus Yay. Baykal, E. (2008). “Türkiyede Anarşist Yazının Gelişimi ve Siyahi Dergisi.” Marmara İletişim Dergisi S.13, s.1-21. Birsen, Ö. (2011). “Türkiye Radyoculuğunda Alternatif Yayıncılık Arayışları: Açık Radyo Örneği”. Erciyes İletişim Dergisi, C.2 S.1, s.20-30. Blumler, J. G.; Gurevitch, M., (2014). “Siyasal İletişim Sistemleri ve Demokratik Değerler.”, Medya Kültür Siyaset içinde, S. İrvan (der.), Ankara: Pharmakon, s.193-213. Briggs A., & Burke, P. (2011). Medyanın Toplumsal Tarihi. İstanbul: Kırmızı Yay. 136 Cangöz, İ., (2008). Uygun Adım Medya- Bir Bilinç Körleşmesi, Ankara: Ayraç Yay. Coşkun, K. M. (2007). Demokrasi Teorileri ve Toplumsal Hareketler. Ankara: Dipnot Yay. Coyer, K. (2007). “Mysteries of The Black Box Unbound : An Alternative History of Radio”, The Alternative Media Handbook içinde, Coyer K., Et al (ed.), Oxon: Routledge, s. 15-29. Coyer, K. vd. (2007). The Alternative Media Handbook. Oxon: Routledge. Curran, J. (2014). “Medya ve Demokrasi:Yeniden Değer Biçme” Medya Kültür Siyaset içinde, S. İrvan (der.), Ankara: Pharmakon Yay., s. 135-193. Çelenk S. (der.) (2008). Başka Bir İletişim Mümkün: İstanbul Uluslararası Bağımsız Medya Forumu/ İstanbul : IPS İletişim Vakfı Yay. Çoban, B. (2004). Yeni Toplumsal Hareketler. İstanbul: Kalkedon Yay. Dagron, G. A. (2004). “The Long and Winding Road of Alternative Media”., The Sage Handbook of Media Studies içinde, Downing J. Et al. (ed.) USA: Sage Publications, s. 41-65. Dagron, G. A. (2007). “Call Me Impure: Myths and Paradigms of Participatory Communication., Community Media içinde, Fuller,L.,K. (ed). NewYork: Palgrave Macmillan, s. 197-209. Dean, J. (2007). “Alternative and Participatory Media in Developing Countries.” The Alternative Media Handbook içinde, Coyer K.,Et al.,(ed.). Oxon: Routledge, s. 206-212. 137 Demir, V. (2007). Türkiye’de Medya Siyaset İlişkisi, İstanbul: Beta Yay. Demirel, M. (2014). “Tek Partiden Çok Partiye Geçiş Sırasında Bir Gazete: Yeni Dünya.” Marmara Üniversitesi İ.İ.B Dergisi, C.36 S.1,s.161-186. Downing, J. D. (2001).Radical Media Rebellious Communication and Social Movements, California: Sage Publications. Downing, J. D. Et al., (ed.), (2004). The Sage Handbook of Media Studies. USA: Sage Publications. Downing, J. D. (2008). “Bağımsız Toplumsal Hareket Medyası: Kazanımlar ve Doyumlar.”, Başka Bir İletişim Mümkün:İstanbul Uluslararası Bağımsız Medya Forumu, Çelenk, S.(der.), İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yay. Duman, Z. D. (2011). “Heterodoksi Bir İnanç Olarak Alevilik”. Journal Of World Of Turks, C.3, S.1,s.191-209. Elif, A. ve Kaya, E., (2010). “Demokrat Parti Dönemi'nde Basın İktidar İlişkileri”. İstanbul Üniversitesi İletişim Fak. Dergisi, C.39, S.1 93-118. Fountain, A. (2007). “Alternative Film, Video and Television 1965-2005.” The Alternative Media Handbook içinde, Coyer, K., (ed.), Oxon: Routledge, s. 29-47. Fuller L.K. (2007). Community Media. USA: Palgrave Macmillan. Gürkan, N. (1998). Türkiye'de Demokrasiye Geçişte Basın (1945-1950). İstanbul: İletişim Yay. Hürkan, S. ve Kayış N., (2011). Meraklısına Medya Dersleri. Ankara: Sinemis. 138 İlhan, V. (2014). “Feminist Alternatif Medyanın İşleyişi Üzerine”. Erciyes İletişim Dergisi, C.3, S.3. s.2-10 İnuğur, N. (1992). Türk Basın Tarihi. İstanbul: Erdini Basımevi. İrvan, S. (2014). Medya Kültür Siyaset. Ankara : Pharmakon. Kahraman, B. H.,(2004). Postmodernite ile Modernite Arasında Türkiye. İstanbul: Everest Yay. Kaleli, L. (2000). Alevi Kimliği ve Alevi Örgütlenmeleri. İstanbul: Can Yay. Kamiloğlu, Z. (2013). “Penguen Dergisinden Hareketle Türk Karikatür Tarihinde Mizahın Saldırı İşlevi.” Milli Folklor ,No:25, S.98, s.165-173. Karakaya, A. (2015). Vefailik, Bektaşilik, Kızılbaşlık. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay. Kaya, F. (2008). Osmanlı Döneminde Kürt Basını, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi. Keane, J. (2010). Medya ve Demokrasi. Çev: Haluk Şahin, İstanbul: Ayrıntı. Kejanlıoğlu, B. D. (2004). “Medya Çalışmalarında Kamusal Alan Kavramı.”, Kamusal Alan içinde, M.Özbek (der.), İstanbul: Hil Yay. s. 689-704. Kejanlıoğlu, B. D. (2003). “Medya-Toplum İlişkisi ve Küreselleşmenin Yerel Medyaya Sunduğu Olanaklar”, Medya ve Toplum içinde, S. Alankuş (der.), İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yay. s.75-93. Keyman, F., (1999). Değişen Dünya, Dönüşen Türkiye. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay. 139 Koloğlu, O. (2012). “Türkiye'de Basın Meslek İlkelerinin Evrimi”. Sosyoloji Dergisi.C.3, S.5, s.71-84. Köker, E. ve Şanlı, H. (2013). İletişim Sosyolojisi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayını. Köse, H. (2007). Küresel Akıntıya Karşı Sivil Arayışlar/Alternatif Medya. İstanbul: Yirmidört Yayınevi. Kuruoğlu, H. (2006). Propaganda ve Özgürlük Aracı Olarak Radyo. Ankara: Nobel Yay. Kuyucu, M. (2012). Türkiye'de Medya Ekonomisi. İstanbul : Esenkitap. Kürkçü, E. (2009). “Başka Bir İletişim Mümkün : Bianet’in Öyküsü”, Gazeteciliğe Başlarken : Okuldan Haber Odasına Sevda Alankuş (der.), İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yay. s.200-207. Laclau, E., & Mouffe C. (2008). Hegemonya ve Sosyalist Strateji. İstanbul: İletişim Yay. Madra, Ö. (2008). “Açık Radyo,” Başka Bir İletişim Mümkün:İstanbul Uluslararası Bağımsız Medya Forumu, Sevilay Ç. (der). İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yay, s.68. Maigret, E. (2013). Medya ve İletişim Sosyolojisi. İstanbul: İletişim. Massicard, E. Ç. (2013). Türkiye'den Avrupa'ya Alevi Hareketinin Siyasallaşması. İstanbul: İletişim. Mutlu, E. (der.), (2001). Medya Politikaları, Ankara: İmge Yay. 140 Özbek, M. (2004). Kamusal Alan. İstanbul: Hil Yay. Özdemir, M. (2010). “Nitel Veri Analizi: Sosyal Bilimlerde Yöntembilim Sorunsalı Üzerine Bir Araştırma” Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C.11, S.1. Özdilli, S. (2013). “II. Meşrutiyet Döneminde Bir Muhalif Gazete ve Gazeteci: Türkiye Gazetesi ve Şirvanizade Mahmud Tahir.” Tarih İncelemeleri Dergisi, C.XXVIII S.2, s..429-470. Pakulski, J. (2007). “Toplumsal Hareketler ve Sınıf: Marksist Paradigmanın Çöküşü.” Fark, Kimlik, Sınıf , der.Erbaş,H., Ankara: Eos Yay. Phillips, A. (2007). “The Alternative Press.” The Alternative Media Handbook içinde, Coyer K. Et. Al (ed.), Oxon: Routledge, s.47-59. Poyraz, B. (2007). Direnişle Piyasa Arasında : Alevilik ve Alevi Müziği. Ankara: Ütopya Yay. Poyraz, B. (2015). “Aleviler de Kadın-Erkek Eşitliği Konusunda Kendileriyle Yüzleşmeli” http://www.evrensel.net/haber/101313/aleviler-de-kadin-erkekesitligi-konusunda-kendileriyle-yuzlesmeli 15 Ocak 2016’da erişildi. Sandoval, M. (2009). “A Crticical Contribution To The Foundations Of Alternative Media Studies.” Online International Journal Of Communication Studies, C.I, s.1-18. Seyhan, S. (2013). “II. Meşrutiyet Dönemi Mizah Basını ve İçeriklerinden Seçilmiş Örnekler”. Turkish Studies, C.8,S.3.s.494-516. 141 Seyman, Y. (2004). “Alevi Öğretisinde ve Toplumsal Yaşamda Kadın”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaşi Veli Araştırma Dergisi, S.32. Stevenson, N. (2008). Medya Kültürleri/ Sosyal Teori ve Kitle İletişimi. Ankara: Ütopya. Şahin, B. (2015) “Alevi Kimliği ve Başkaldırı Öğretisi.” Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi. C.8 S.39.s.539-548. Taştan, K. Y. (2012) “Aleviliğin Siyasallaşması Alevi Açılımı:I Tarihsel Kökler.” Karadeniz Araştırmaları Dergisi, C.9, S.35, s.1-18. Tazegül, M. (2005). Modernleşme Sürecinde Türkiye. İstanbul: Babil Yay. Temran, B. (1998). “Bektaşi ve Alevi Kültüründe Kadın”, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektaşi Veli Sempozyumu Bildirileri, s.317-322. Toprak, L. (2006). “Sivas Katliamı, Alevilik ve Laiklik Üzerine.” Marksist Tutum, http://marksist.net/GUN/Sivas%20Katliami%2C%20Alevilik%20ve%20Laik lik%20Uzerine.htm 12 Ocak 2015’te erişildi. Torun, T. A. (2014). “Kurtuluş Savaşı Yıllarında Türkçe Sol Basından İzlenimler: İşçi Hareketleri ve Sorunlarına Dair Notlar”. Erciyes İletişim Dergisi C.3, S.4, 42-64. Türk, H. (2010). “Bir Dergiyi Konumlandırmak.:Birikim.” Çankaya University Journal Of Humanities and Social Sciences, .C.7, S.1.s.127-142. Uzun R., Tekinalp. Ş. (2006). İletişim Araştırma ve Kuramları. İstanbul: Beta Yay. 142 Verstraeten, H. (2014). “Medya ve Kamusal Alanın Dönüşümü” Medya Kültür Siyaset, S. İrvan (der.), Ankara: Pharmakon Yay.s.245-271. Waltz, M. (2005). Alternative and Activist Media. Edinburgh: Edingburgh University Press. Yalçın, Ö. (2015). “İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC'nin Varolma Mücadelesi.” Gazi Üniversitesi İletişim Kuram ve Araştirma Dergisi, S.40, s.99-118. Yalçınkaya, A. (2016). Küf:Kurtuluşçu Bir Teoloji İçin Dede Korkut, Said Nursi ve Ali Üzerine Bir Yorumsama. Ankara: Dipnot Yay. Yazıcı, N. (2011). “Yazılı Türk Mizahının Gelişim Sürecinde Batılı Anlamda İlk Mizah Dergisi: Cem”. Turkish Studies, C.6 S.3.s.1299-1313. Yıldız, F. (2014). “Türk Anayasal Tarihi Çerçevesinde Basın Özgürlüğü.” Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi. C.4 S.4 s.430-458. Yıldız, N. (1996). “Demokrat Parti İktidarı ve Basın (1950-1960).”Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, C.51 S.1, s.481-505. Yılmaz, A. (2001). Çağdaş Siyasal Akımlar , Ankara: Vadi Yay. http://www.kaosgldergi.com/dergi.php “Kaos GL” 25 Aralık 2015’te erişildi. http://www.binboga.org/tv-10hakkin-hakikatin-sesi-yayinda/ “TV 10 Hakkın, hakikatin Sesi Yayında” 11 Şubat 2016’da erişildi. 143 ÖZET Alevi Medyası Üzerine Betimleyici Bir Analiz Alternatif medya teorisi ve pratikleri esas alınarak yürütülmüş olan bu tez çalışmasında Alevi medyası alternatif medya bağlamında analiz edilmiştir. Alternatif medya pratikleri ana akım medyanın görmediği etnik, dini vb. toplumsal azınlık ya da toplumsal hareket üyeleri tarafından yaratılmaktadır. Bu toplumsal azınlıklardan biri olan Alevilerin hayata geçirdiği Alevi medyasının oluşum süreci araştırılarak mevcut durumu ortaya konulmuş ve bu medyanın yayın içerikleri tematik olarak incelenerek nitel bir analiz yapılmıştır. Yapılan analizler sonucunda Alevi medyasının alternatif bir medya pratiği olmanın ön koşulu olan, hitap edilen kitlenin sesi olabilme hedefini gerçekleştirdiği anlaşılmıştır. Alevi medyasının bu hedefe ulaşabilmek için Alevi toplumunun kendisini ait hissettiği bir medyaya duyduğu ihtiyaç ekseninde, Alevilik kültürü ve inancını yaşatan, Alevilerin talep ve sorunlarını gündeme getiren ve aynı zamanda Aleviler özelinde toplumun diğer azınlık üyeleriyle dayanışma içinde olan yayınlar yapmakta oldukları açığa çıkmıştır. 144 ABSTRACT A Descriptive Analysis about Alevi Media This thesis examines the Alevi media as alternative media by using alternative media theory and practices. Alternative media practices are created by ethnic, religious etc. minorities, who are neglected by mainstream media, or created by social movement participants. In this thesis, the present status of Alevi media practices, which are created by one of these minorities, Alevis, are investigated with qualitatively thematic analysis by studying their emergence process. It is concluded that Alevi media satisfies the pre-condition of being an alternative media practice, which is becoming the voice of its audience. It is seen that to achieve this goal, Alevi medias, with the need that Alevi society feels belonging to these medias, broadcast viewpoints that preserve Alevi culture and belief, mention Alevis’ requests and problems and also broadcast some programs which build solidarity among the other minority members of the society. 145 EKLER EK 1: Alevilerin Sesi ve Cem Dergisi Kapak Fotoğrafları Alevilerin Sesi Dergisi – Ekim 2015 Sayısı 146 Kasım 2015 Sayısı 147 Aralık 2015 Sayısı 148 Mart 2015 Sayısı 149 Cem Dergisi - Ağustos 2002 Sayısı 150 Eylül 2002 Sayısı 151 Ekim Kasım Aralık 2002 Sayısı 152 Mart 2002 Sayısı 153 EK 2 : Alevi Medyası’nın Künyesi Alevi Medyası’nın Künyesi Alevi Televizyonları Ad ve Kuruluş Tarihi İmtiyaz TV Avrupa -2004 / Yayını durmuştur. Şükrü Yıldız Düzgün TV -2004 / Yayını durmuştur. Şükrü Yıldız Cem TV-2005 / Yayını devam etmektedir. İzzettin Doğan Su TV -2006 / Yayını durmuştur. Şükrü Yıldız Yol TV -2006 / Yayını devam etmektedir. Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu Dem TV- 2007 / Yayını durmuştur. Şükrü Yıldız Kanal 12- 2008 / Yayını durmuştur. Ali Kılıç TV 10- 2011 / Yayını devam etmektedir. Şükrü Yıldız Barış TV -2011 / Yayını devam etmektedir. Üzeyir Engin Alevi Radyoları Mozaik Radyo-1993 / Yayını durmuştur. Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu Barış Radyo-1993 / Yayını devam etmektedir. Üzeyir Engin Yön FM- 1994 / Yüksel Kılıç / Yayını devam Yüksel Kılıç etmektedir. Cem Radyo-1997 / Yayını devam etmektedir. İzzettin Doğan Almanya’da Çıkarılan Dergiler Ehlibeyt Dergisi-1990 / Basımı durmuştur. İsmail Elçioğlu Gerçek İlim Dergisi-(?) / Basımı durmuştur. Muhsin Cevahir Mürşit Dergisi-1994 / Basımı durmuştur. Almanya Alevi Federasyonu Alevilerin Sesi-1994 / Basımı devam etmektedir. Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu Al-gül Dergisi-1997 / Basımı durmuştur. Berlin Anadolu Alevileri Kültür Merkezi Yol (Serçeşme)- (?) / Basımı durmuştur. Alevi-Bektaşi Sosyal ve Kültür Dernekleri Federasyonu Canların Sesi-(?) Basımı durmuştur. Zuud Hollanda Alevi-Bektaşi Dernekleri Ortak Çalışma Komisyonu Türkiye’de Çıkarılan Dergiler Karahöyük Dergisi-1964 / Basımı durmuştur. Cem Dergisi-1966-1991 / Basımı durmuştur. Hacı Bektaş Kültür, Kalkınma ve Yardım Derneği adına Hüsrev Şir Ulusoy Abidin Özgünay Cem Dergisi-1995-2003 / Basımı durmuştur. Cem Vakfı Ehlibeyt Yolu Gazetesi-1966 / Basımı durmuştur. Doğan Kılıç Şeyhhasanlı 154 Gerçekler Gazetesi- 1970 / Basımı durmuştur. Mehmet Yaman Gerçekler Dergisi-1973 / Basımı durmuştur. Mehmet Yaman Kavga- 1990 / Basımı durmuştur. Rıza Yörükoğlu Gönüllerin Sesi Gazetesi-1991 / Basımı durmuştur. Kervan-1992 / Basımı durmuştur. Hasan Cendere PSAKD Dergisi- 1992 / Basımı durmuştur. PSAKD adına Murtaza Demir Nefes Dergisi- 1993 / Basımı durmuştur. Cemal Şener ve Reha Çamuroğlu Yurtta Birlik Gazetesi-1993 / Basımı durmuştur. Kamber Özcivan Birgeçit Gazetesi-1994 / Basımı durmuştur. Ahmet Günbek Cem Gazetesi- 1995 / Basımı durmuştur. Aliseydi Karagöz Gönüllerin Sesi, Karacaahmet Sultan-1996 / Basımı durmuştur. Haziran Alevi-2014 / Basımı devam etmektedir. Karacaahmet Sultan Derneği Semih İra PSAKD Maltepe Şubesi adına Deniz Kifayet 155