NE MUTLU O, GARİP (MÜMİN)LERE!.. Şeyh'ul İslam İbni Teymiyye (661/728H) (Mecmu'ul Feteva, 18/291-305) www.tavhid.org 1 ّ ْ َّ الر ْح َمن َّ الل ِه ِالر ِح ِيم ِبس ِم ِ Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye (rahimehullah) şöyle dedi: Fasıl: Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Sahih Hadis'ine dair: َف ُطوبي للغرباء، وسيعود غري ًبا كما بدأ،!بدأ اإلسالم غري ًبا "İslam garip olarak başladı ve tekrar başladığı gibi garip haline dönecektir. Ne mutlu o garip (mümin)lere!" (Müslim; Tirmizi, İbni Mace) Bu Hadis, İslam garip hale döndüğü zaman onu terk etmenin caiz olduğu manasına gelmez –bundan Allah'a sığınırım- aksine bu Allah’tan (İslam’a bağlı kalmaya yönelik) bir emirdir, tıpkı (Allah) Te'ala'nın buyurduğu gibi: ِْر اإلسْ الَمِ ديناِ َفلَن ُي ْق َب َلِ م ْن ُه َِ َو َمن َي ْب َتغِ َغي " Kim İslam'dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edilmez. (Al-i İmran 3/85) Ve (Allah) Te'ala şöyle buyurdu: ِللا اإلسْ الَ ُم ِّ َِين عند َِ إنِ ال ِّد "Allah nezdinde hak din İslam'dır." (Al-i İmran 3/19) Ve (Allah) Te'ala şöyle buyurdu: ُِون ِ للا َحقِ ُت َقاتهِ َو َِّ ِين آ َم ُنوِْا اتقُو ْا َِ َيا أَ ُّي َها الذ َ لَ َتمُو ُتنِ إلِ َوأَن ُتم مُّسْ لم "Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin." (Al-i İmran 3/102) Ve (Allah) Te'ala şöyle buyurdu: َِو َمن َيرْ َغبُِ َعن مِّلةِ إب َْراهي َِم إلِ َمن َسف َِه َن ْف َس ُِه َولَ َقدِ اصْ َط َف ْي َناهُ في ال ُّد ْنَِيا َوإن ُه َِ ت ل َربِِّ ْال َعالَم ين ُِ ل أَسْ لَ ْم َِ ل لَ ُِه َر ُّب ُِه أَسْ لِ ِْم َقا َِ ين إ ِْذ َقا َِ ن الصالح َِ في اآلخ َرةِ لَم ِالَ َتمُو ُتن ِ ين َِف َِ للا اصْ َط َفي لَ ُك ُِم ال ِّد َِّ َِو َوصي ب َها إب َْراهي ُِم َبنيهِ َو َيعْ قُوبُِ َيا َبنيِ إن َِ إَلِ َوأَن ُتم مُّسْ لم ُون "İbrahim'in dininden kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi) seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir. Çünkü Rabbi ona Müslüman ol, demiş, o da Alemlerin Rabbine boyun eğdim, demişti. Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da: Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslam'ı) 2 seçti. O halde sadece Müslümanlar olarak ölün (dedi)." (el-Bakara 2/130-132) Nitekim konuyu başka bir yerde geniş olarak açıkladık ve Nuh (aleyhi selam)'dan Mesih (İsa ibni Meryem)'e kadar bütün enbiyanın dininin İslam olduğunu beyan ettik. Dolayısıyla İslam garip olarak başlamış olmasına rağmen, Allah katında İslam’dan başka hiçbir din kabul görmez. Bu, İyaz ibni Hımar (radiyalalhu anh)'ın rivayet ettiği sahih hadiste sabit olmuştur ki; Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: إن للا نظر إلى أهل األرض َف َم َق َتهُم ـ عربهم وعجمهم ـ إل بقايا من أهل الكتاب "Şüphesiz Allah (azze ve celle) yeryüzü halkına bakmış ve ehli kitaptan kalanlar dışında arabına acemine gazap etmiştir..." (Müslim; Ahmed) hadisin sonuna kadar. İslam’da sabit kalmaktan dolayı meydana gelen garipliğin, kötü birşey olduğu manasına gelmez. Aksine onlar insanların en mesud olanlarıdır, tıpkı hadisin sonunda vurgulandığı gibi: فطوبي للغرباء "Ne mutlu o garip (mümin)lere!.." Hadiste geçen طوبيtuba kelimesi tayyib kelimesinden türetilmiştir. (Allah) Te'ala şöyle buyuruyor: ُ ِطو َبى لَ ُه ْمِ َوحُ سْ نُِ َمآب "İman edip iyi işler yapanlara ne mutlu! Tuba (varılacak güzel yurt) da onlar içindir." (er-Ra'd 13/29) Bu tıpkı ilk öne geçen (sahabe)lerin İslam’a tabi olmaları gibidir. O zaman (İslam) garip birşey olmasına rağmen, onlar insanların en mesud olanlarıydı. Ahiret'te ise dereceleri (en yüksek derese sahibi olan) enbiya aleyhi selamdan sonra, diğer bütün insanlardan önce gelir. Dünyadaki durumları hakkında (Allah) Te'ala şöyle buyurmuştur: ِين َِ ك م َِ للاُ َو َمنِ ات َب َع ِّ ُِك َ ن ْالم ُْؤمن َ َيا أَ ُّي َها النبيُِّ َحسْ ب 3 "Ey Nebi! Sana ve sana uyan mü'minlere Allah yeter." (el-Enfal 8/64) Yani; Muhakkak ki, Allah sana ve tabilerine yeter... Ve (Allah) Te'ala şöyle buyurmuştur: ِين َِ للاُ الذي َنز ِّ ِِّـي َ ابِ َوه َُِو َي َت َولي الصالح َ ل ْالك َت َ إنِ َولي "Şüphesiz ki, benim koruyanım Kitab'ı indiren Allah'tır. Ve O bütün salih kullarını görüp gözetir." (el-A’raf 7/196) (Allah) Te'ala şöyle buyurmuştur: ُللاُ ب َكافِ َع ْب َده ِ ِْس َ أَلَي "Allah kuluna kafi değil midir?" (ez-Zümer 39/36) Ve yine şöyle buyurur: ُ للاَ َيجْ َعل ل ُِه َم ْخ َرجا َو َيرْ ُز ْق ُِه منِْ َحي ل على ِْ ل َيحْ َتسبُِ َو َمن َي َت َوك ِ َ ِْث ِ َِو َمن َيتق للاِ َفه َُِو َحسْ ُب ُِه "Kim Allah 'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter." (et-Talak 65/2-3) Allah'ın Rasulü'ne tabi olan Müslüman'a, Allah Te'ala yeter, nerede olursa olsun her zaman O, onun velisidir. Bu yüzden küfür beldelerinde Müslümanların İslam'a sarıldıkları görülür. İslam'a ne kadar sıkı sarılırlarsa saadet onlar için daha büyük olur. Eğer onlara bir kötülük gelirse, bu, günahları yüzündendir. Hatta müşrikler ve ehli kitap (dan iyi olanlar), İslam dininin gereklerini yaşayan bir Müslüman gördüklerinde ona saygı duyarlar ve amel etmeden zahiren İslam'a mensup olduklarını söyleyenlere göstermedikleri saygı ve ikramı ona gösterirler. Bu İslam’ın ilk dönemlerinde olmuştur ve her devirde böyle olur. Hakikaten şüphe yok ki, bu dünya hayatında insanlarn başına birtakım felaketler gelir ve Allah (dilediğince) kullarını nimetlendirir ancak Müslümanın başına gelen kötülükler çok daha azdır ve ona ulaşan nimetler çok daha fazladır. İslam'ın ilk dönemlerinde Müslümanlar kafirlerden gelen eziyetlerle imtihan olmuşlar ve onların eliyle yurtlarından çıkarılmışlarsa da, 4 kafirlerin ulaştığı helak kayıp manasında daha büyük ve daha çok olmuştur. Kafirler için hasıl olan izzet veya mal pek çok açıdan Müslümanlar için daha fazladır ta ki Müslümanlar (dünyayı yöneten) liderler omuşlardır. Müşrikler Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e her yoldan eza etmeye çalışıyorlardı fakat Allah onların ezalarını geri çevirdi, onu korudu, onu koruması altına aldı ve ona kafir Kureyş’in sahip olduğu güce karşı yardım etti ki; o güce dayanarak ona eza ediyorlar, onu küçük düşürüyorlardı, öyle bir güç ki Allah’tan başkası karşı koyamazdı. Bu, İslam’a tabi olmayanların durumudur ki, onlar da aynı nefret ve düşmanlığı gösterirler, (hatta) onlar birbirlerine karşı biri diğerine karşı döner. Bu (daha once bahsettiğimiz) hürmet ve saygı Habeşistan’a hicret edenlerin de başına gelmiştir. Habeş kralı onlara ikramda bulunmuş ve onlara son derece saygı ve izzet göstermiştir. Yine (Mekke’den) Medine'ye hicret edenler de saygın ve aziz olmuşlardır. Dünyada başlarına gelen eziyete karşılık imanları ile ödüllendirildiler, ve bu ezalara karşı sabrettikleri için imanın tadına varıyorlardı. Buna karşılık, düşmanlarının duçar olduğu eziyet ve şer bundan kat kat daha fazladır ancak ne bu dünyada, ne de ahirette bunun karşılığını alamayacaklardır. Zira onların başına gelen eza onların günahlarının cezasıdır. Mü'minler imanlarının halis olması ve günahlarına kefaret olması için sürekli (felaketlerle) imtihan olunuyorlardı. Bunun sebebi mü'minlerin Allah rızası için amel ederler dolayısıyla kişilerin tahammül gösterdikleri ezaların karşılığını vermek Allah’ın (üzerinde bir hak)dır. İman kişinin kalbinde bulunan bir lezzetir ki, başka hiçbirşey onun yerini alamaz. Nitekim Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: من كان للا ورسوله أحب إليه: ثالث من كن فيه وجد بهن حالوة اإليمان مما سواهما ومن كان يحب المرء ل يحبه إل هلل ومن كان يكره أن يرجع في الكفر بعد إذ أنقذه للا منه كما يكره أن يلقى في النار "Şu üç kişideki şey kimde bulunursa imanın tadını alır; (1) Allah ve Rasulü kendisine bu ikisi dışındaki şeylerden daha sevimli olan kişi, (2) Bir kimseyi ancak Allah için seven kişi ve (3) Allah kendisini 5 kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmekten ateşe atılmaktan hoşlanmadığı gibi hoşlanmayan kişi." Bu hadis sahihayn da rivayet edilmiştir. Yine Müslim’in Sahih’inde (şöyle rivayet olunmuştur): ذاق طعم اإليمان من رضي باهلل ربا وباإلسالم دينا وبمحمد نبيا "Rab olarak Allah'tan, Din olarak İslam'dan ve Nebi olarak Muhammed'den razı olan kimse imanın tadını alır." (Müslim) Allah (azze ve celle) peygamberini İslam'ın ilk dönemlerinde ve son devrinde İslam'a girmeyenlerden dolayı hüzünlenmekten veya sıkıntıya düşmekten nehyetmiştir. Mü'minler de onlar için üzülmekten veya onların tuzaklarından dolayı sıkıntı duymaktan nehyedilmişlerdir. İnsanların çoğu (bela ve imtihanları) münker olarak görür, veya (bela ve imtihanlar) sebebiyle durumlarında değişme olunca, kederlenir ve (musibete uğrayanın sızlandığı gibi) feryat eder; tıpkı bizim insanları felaketlerle (imtihan edilirken gördüklerimiz) gibi, halbuki onlar bunu yapmaktan med edilmişlerdir. Bilakis emrolunan şey bu tür kötülüklere (Allah’ın kaderine boyun eğerek) sabretmek, Allah'a dayanarak O’na tevekkül etmek ve İslam dininde sebat etmektir. Allah’a iman eden ve takva sahibi olanlar, onlar (imanın en üst derecesi olan) ihsan ehlidir ki bu takvanın karşılığıdır. Kişinin uğradığı musibetler günahları sebebiyledir ve bunlara sabretmelidir. Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Allah’tan günahların (ın bağışlanması) için af dile, övgülerin en güzeliyle Rabbini günün ortasında ve sabahın erken saatlerinde yücelt (tesbih et). (Rasulullah) sallallahu aleyhi ve sellem'in; ثم يعود غريبا كما بدأ "Sonra tekrar başladığı gibi garip haline dönecektir" sözününün muhtemel iki anlamı vardır: Birincisi: İslam’ın ilk dönemlerinde garip olarak başlayıp sonra yayıldığı (hükümran olduğu) gibi; İslam, özel bir yer ve zaman da tekrar garip hale dönecek sonra yine yayılacak (hükümran olacak)tır. (Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem) bunun hakkında: "سيعود غريبا كما بدأBaşladığı gibi garip haline dönecek" buyurmuştur. Yani İslam’ın ilk devirlerinde İslam garipdi, insanların bilmediği birşeydi ve daha sonra insanlar tarafından bilinen birşey oldu, yayıldı tıpkı bunun gibi bir kez daha bilinmeyen birşey olacak ve daha sonra tekrar bilinecek ve yayılacaktır. İlk ortaya çıktığında 6 tıpkı İslam’ın ilk zamanında olduğu gibi, çok az sayıda insanın İslam hakkında bilgisi olacaktır. Yine muhtemeldir ki (ikincisi): ahir zamanda çok az sayıda Müslüman kalacaktır. Bu da ancak Deccal'den, Ye'cüc ve Me'cüc'den sonra kıyamet yaklaştığı zaman olacaktır. O zaman Allah (azze ve celle) her mü'min erkek ve kadının ruhunu alacak bir rüzgar gönderecek ve sonra kıyamet kopacaktır. Bundan öncesi hakkında ise (Nebi) sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: ل تزال طائفة من أمتي ظاهرين على الحق ل يضرهم من خالفهم ول من خذلهم حتى تقوم الساعة "Ümmetimden hak üzere zahir olan bir taife eksik olmayacaktır. Ne onlara muhalefet edenler ne de onları davalarında terk edenler onlara zarar veremeyecek, bu kıyamete kadar böyle devam edecektir." Bu hadis Sahihayn'dadır. Aynısı pek çok tarikten rivayet edilmiştir. Nitekim doğruluğu tasdiklenmiş olan (Nebi sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetinden hak üzere olan, hakka bağlılıkları ile ayırdedilen (ve zafere erecek) korunmuş bir taifenin olacağını haber vermiştir. Ne onlara muhalefet edenler ne de onları davalarında terkedenler onlara zarar veremeyeceklerdir. Bu ise, (hak üzere) kalanların hor görüldüğü ve yeryüzünde garipleştiklerinde olacaktır ki; bunların tümü kıyametten önce olacaktır ve Saat (Kıyamet) bunlar olmaksınız kopmayacaktır. O (Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem)'in sözü: ثم يعود غريبا كما "بدأSonra başladığı gibi garip haline dönecektir." Garipleşmenin en fazla vuku bulacağı (zaman dilimi) bu dine girenlerin dinden çıkıp mürted oldukları zamandır. Nitekim (Allah) Te'ala şöyle buyurmuştur: من يرتد منكم عن دينه فسوف يأتي للا بقوم يحبهم ويحبونه أذلة على المؤمنين أعزة على الكافرين يجاهدون في سبيل للا ول يخافون لومة لئم "Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kafirlere karşı onurlu 7 ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar)." (el-Ma’ide 5/54) İşte onlar, başkaları dinden irtidad ettiklerinde dini ikame edecek olanlardır. Böylece İslam hep garip olarak başlamış ve tamamen yayılıncaya kadar güçlü olmamıştır. Bu şekilde (bu döngü) pek çok yer ve zamanda sözkonusu olmuştur. Tıpkı Ömer ibni Abd’ul Aziz (rahimehullah)'ın zamanında sözkonusu olduğu gibi ve sonrasında o yönetime geldi. O dönemde, garipler; Müslümanlara yabancı olan ve (gayri-müslim) insanlara yabancı olan kişilerdi, o kadar ki, (Müslüman) insanlardan, sarhoş eden içkilerin haram kılındığını (dahi) bilmeyenler vardı. Allah azze ve celle onun (Ömer ibni Abd’ul Aziz rahimehullah) eliyle, garip hale gelen İslam'ı izhar etti. Ve (sahih olarak) Sünen'de rivayet edildiğine göre (Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur): إن للا يبعث لهذه األمة في رأس كل مائة سنة من يجدد لها دينها "Şüphesiz Allah (azze ve celle) bu ümmet için her yüz senede bir, dinini yenileyecek kimseler gönderir." (Ebu Davud; Hakim, Müstedrek) Şüphesiz yenileme, ancak eskimeden sonra söz konusu olur. İşte bu (eskime durumu da) İslam'ın garipliğidir. Bu hadisten bir Müslümanın elde edilebilecek faydalardan biri de: İslam'ın hakikatini bilenlerin azlığından dolayı üzülmemesi, bundan dolayı gönlünde darlık hissetmemesi ve İslam dininden şüphe etmemesi gerektiği ve bu işin (dinin) başlangıcının da böyle olduğudur. (Allah) Te'ala şöyle buyuruyor: فإن كنت في شك مما أنزلنا إليك فاسأل الذين يقرءون الكتاب من قبلك "(Rasulüm!) Eğer sana indirdiğimizden (bu anlattığımız olaylardan) kuşkuda isen, senden önce Kitab'ı (Tevrat'ı) okuyanlara sor." (Yunus 10/94) Bu ve diğer ayetler İslam'ın sahihliğini gösteren delillerdir. Bu gariplik, tıpkı İslam’ın başlangıcındaki (insanların) ihtiyaç duydukları delil ve burhanlara ihtiyaç duyan ve delillerden ihtiyacı olanı bulan kişinin garipliği gibidir. Nitekim (Allah Te'ala) şöyle buyurmuştur: 8 أفغير للا أبتغي حكما وهو الذي أنزل إليكم الكتاب مفصال والذين آتيناهم الكتاب يعلمون أنه منزل من ربك بالحق فال تكونن من الممترين وتمت كلمة ربك صدقا وعدل ل مبدل لكلماته وهو السميع العليم وإن تطع أكثر من في األرض يضلوك عن سبيل للا إن يتبعون إل الظن وإن هم إل يخرصون "(De ki): Allah'dan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size Kitab'ı açık olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden olma! Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir, bilendir. Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tabi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler." (elEn'am 6/114-116) Ve (Allah) Te'ala şöyle buyurdu: أم تحسب أن أكثرهم يسمعون أو يعقلون إن هم إل كاألنعام بل هم أضل سبيال "Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır! Onlar hayvanlar gibidirler, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar." (el-Furkan 25/44) (Bu,) Allah'ın şeriatının bir kısmında da gariplik olabileceğine (bir delildir). Bu (İslam beldelerine ait) birçok mekanlarda olmuştur. Pek çok yerde şeriatın bir kısmı insanlara gizli kalmış (bilinmez olmuş), onlar arasında garip birşey olana kadar, ta ki onlar arasında bir tek kişi dışında şeriate dair bilgisi olan kimse kalmamış ve o kişi ilmi diğerlerine aktarmıştır. Bununla beraber, (hadiste bahsi geçen) Tuba (müjde; Cennet) Allah ve Rasulü'nün emrettiği gibi şeri'ate sıkıca sarılanlaradır! O, -yetisi ve gücü nispetinde- şeri'ati açığa vurmalı, onu emretmeli, muhalefet edenleri (muhalefetlerinden) alıkoymalıdır. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: من رأى منكم منكرا فليغيره بيده فإن لم يستطع فبلسانه فإن لم يستطع فبقلبه ليس وراء ذلك من اإليمان حبة خردل "Sizden her kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle (buğz 9 etsin). Bundan da ötesinde hardal tanesi kadar iman yoktur." (Müslim) Herne zaman insanlar için (Allah’ın) kaderinden bir kötülük bu dünya hayatında yahut ahirette isabet etse, bu Allah’ın peygamberlerine yada (peygamberlerin) takipçilerine olan vaadiyle çelişmez. (Ancak) bu (musibet) insanların günahları ve İslamlarındaki eksikliklerden kaynaklanır tıpkı Uhud (Savaşı) günü yenilginin onlara isabet etmesi gibi. (Allah) Te'ala şöyle buyurmuştur: إنا لننصر رسلنا والذين آمنوا في الحياة الدنيا ويوم يقوم األشهاد "Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz." (Mü'min 40/51) Yine (Allah) Te'ala şöyle buyurmuştur: ولقد سبقت كلمتنا لعبادنا المرسلين إنهم لهم المنصورون وإن جندنا لهم الغالبون "Andolsun ki, peygamber kullarımıza söz vermişizdir. Onlar mutlaka zafere ulaşacaklardır. Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir." (es-Saffat 37/171-173) Bu, Allah Teala'nın önceki peygamberler ve onlara tabi olanlar hakkında naklidir. Allah onlara destek olmuş, onları kurtarmış ve düşmanlarını ibret olması için helak etmiştir. Vallahu A'lem (Ve Allah en iyi bilendir)!.. Eğer, (Allah) Tebareke ve Te'ala’nın şu buyruğu: من يرتد منكم عن دينه فسوف يأتي للا بقوم يحبهم ويحبونه "Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kafirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir." (el-Ma’ide 5/54) hakkında; bu hitap, Kur'an'daki (Allah) Te'ala'nın şu buyruğundaki gibi: وعد للا الذين آمنوا منكم وعملوا الصالحات ليستخلفنهم في األرض كما استخلف الذين من قبلهم 10 "Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenlere, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi, onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslam'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti." (en-Nur 24/55) yalnızca o asırdakileredir bu yüzden Nebi sallallahu aleyhi ve sellem onların Araplar mürted olduktan sonra İslam'a giren Yemen halkı olduğunu (sahih hadislerde) açıklamıştır ve bu ayrıca işin sonunda (yeryüzünde tek bir) mü'min kalmayacağına delildir, denirse şöyle cevap verilir: (Allah) Tebareke ve Teala'nın: "يا أيها الذين آمنواEy iman edenler!" sözündeki hitap, diğer hitap türlerinde olduğu gibi, Kur'an'ın kendisine ulaştığı bütün mü'minleredir, tıpkı Kur’an’daki diğer hitaplarda olduğu üzere; mesela (Allah) Te'ala şöyle buyurmaktadır: يا أيها الذين آمنوا إذا قمتم إلى الصالة "Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman..." (el-Ma’ide 5/6) ve diğer (hitap) örneklerinde olduğu gibi, bu (tıpkı) Allah Teala’nın şu sözünde olduğu gibi (yalnızca ilk nesil mü’minlere değil aksine bütün mü’minlere genel bir hitaptır): وعد للا الذين آمنوا منكم "Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenlere... vaat etti." (enNur 24/55) Her ikisi de Allah Azze ve Celle'nin haber verdiği gibi vaki olmuştur. Hernezaman bir grup İslam'dan çıkıp (mürted olmuşsa) Allah onların yerine kendilerini sevdiği ve kendisi için cihad eden bir kavim getirmiştir ki onlar Saat'e (Kıyamet'e) kadar galip olan taifedir. Kafirlerle Muvalat'ın (dostluğun) yasak olduğunun vurgulandığı şu ayetlerde bu (husus) ortaya konulmuştur. (Allah) Te'ala şöyle buyuruyor: يا أيها الذين آمنوا ل تتخذوا اليهود والنصارى أولياء بعضهم أولياء بعض ومن يتولهم منكم فإنه منهم إن للا ل يهدي القوم الظالمين فترى الذين في قلوبهم مرض يسارعون فيهم يقولون نخشى أن تصيبنا دائرة فعسى للا أن إلى- يأتي بالفتح أو أمر من عنده فيصبحوا على ما أسروا في أنفسهم نادمين 11 يا أيها الذين آمنوا من يرتد منكم عن دينه فسوف يأتي للا بقوم يحبهم- قوله ويحبونه "Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar), içinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez." (el-Ma’ide 5/51) -kavlinden- "(O zaman) iman edenler: Bunlar mıdır sizinle beraber olduklarına bütün güçleriyle yemin edenler? diyeceklerdir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir de kaybedenlerden olmuşlardır. Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kafirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir." (el-Ma’ide 5/53-54) kavline kadar. Yahudilerle ve Hıristiyanlarla Muvalat (dostluk) yasağına muhatap olanlar Ridde Ayeti'ne de muhatap olan kimselerdir. (Tefsir ilminde) malumdur ki bu, ümmetin bütün asırlarını kapsar. Kafirlerle Muvalat'ı (dostluğu) yasaklayan ayetler açıklamaktadır ki; herkim onlara Vela gösterirse (kafirlerle dost olursa) ayette muhatap alınanlardandır, ve onlardan (kafirlerden) biri olur. Yani, herkim onlara Vela gösterir (onları dost edinirse), İslam dininden irtidad etmiştir ve İslam bundan dolayı hiçbir zarar görmeyecektir. Bilakis Allah (onların yerine) kendilerini sevdiği ve onların da Kendisini sevdiği, kafirlere değil mü'minlere Vela gösteren (dost olan), kınayıcıların kınamasından korkmadan Allah yolunda cihad eden bir topluluk getirir. Nitekim (Allah) emrin (İslam’ın) başlangıcı hakkında şöyle buyurmuştur: فإن يكفر بها هؤلء فقد وكلنا بها قوما ليسوا بها بكافرين "Eğer onlar (kafirler) bunları inkar ederse şüphesiz yerlerine bunları inkar etmeyecek bir toplum getiririz." (el-En'am 6/89) (Bu ayette bahsi geçen) kimseler, İslam'a girmeyenlerdir. (Bir önceki ayette bahsi geçen) kimseler ise İslam'a girdikten sonra dinden çıkanlardır ve onlar İslam'a hiçbir şekilde zarar veremez. Bilakis Allah, Rasulü ile gönderdiklerine iman edenleri ikame edecek ve dinini Saat'e (Kıyamet'e) kadar destekleyecektir. 12 (Daha önce bahsi geçen) Yemen halkı, Allah'ın kendilerini dinden çıkanların yerine getirdiği kimselerdendir ancak bu, ayetin onlara has olduğu anlamına gelmez. Ne de hadis, bunun onlarla sınırlı olduğu manasına hamletmeyi gerektirmez. Bilakis Allah, Yemen halkı dışında mesela Faris oğulları gibi başkalarını da getirebileceğini haber vermiştir. Allah’ın bu vaadi sadece onlarla sınırlandırılamaz. Hatta (Allah) Te'ala şöyle buyurmuştur: يا أيها الذين آمنوا ما لكم إذا قيل لكم انفروا في سبيل للا اثاقلتم إلى األرض أرضيتم بالحياة الدنيا من اآلخرة فما متاع الحياة الدنيا في اآلخرة إل قليل إل تنفروا يعذبكم عذابا أليما ويستبدل قوما غيركم ول تضروه شيئا وللا على كل شيء قدير "Ey iman edenler! Size ne oldu ki, Allah yolunda savaşa çıkın! denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır. Eğer (gerektiğinde savaşa) çıkmazsanız, (Allah) sizi pek elem verici bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir kavim getirir; siz (savaşa çıkmamakla) O'na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah her şeye kadirdir." (et-Tevbe 9/38-39) Yine buradaki hitap da bütün (Müslüman) nesilleredir. Nitekim (Allah Teala) emrolundukları cihaddan geri kalanlara çok şiddetli bir biçimde azap edeceğini, onları cihadı ikame eden kimselerle değiştireceğini haber vermiştir. Bu da (işin) hakikatıdır. Tıpkı (Allah Teala’nın) bir başka ayette buyurduğu üzere: هاأنتم هؤلء تدعون لتنفقوا في سبيل للا فمنكم من يبخل ومن يبخل فإنما يبخل عن نفسه وللا الغني وأنتم الفقراء وإن تتولوا يستبدل قوما غيركم ثم ل يكونوا أمثالكم "İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağırılıyorsunuz, içinizden kiminiz cimrilik ediyor. Ama kim cimrilik ederse, ancak kendisine cimrilik etmiş olur. Allah zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer O'ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar." (Muhammed 47/38) (Allah) Te'ala, kendisi cihaddan veya Allah yolunda infaktan yüz çevirenlerin başkaları ile değiştirileceğini haber vermiştir. Bu korkakların ve cimrilerin durumudur. Allah bunların yerine İslam'a yardım eden ve mülklerinden (İslam yolunda) infak eden kimseleri getirir. 13 O halde Müslüman olarak doğduktan sonra asıldan (İslam'dan) irtidad edenin hali nasıl olur? (Cevabımız) Allah, kendilerini sevdiği ve onların da Allah'ı sevdiği bir topluluk getirir. Onlar, mü'minlere karşı alçak gönüllü ve kafirlere karşı izzetlidirler ve onlar Allah yolunda cihad ederler, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu durum ilim ehlinde, ibadet, savaş ve mal ehlinde mevcuttur. Bu dört gruptakilerden mü’min olanlar, Saat'e (Kıyamet'e) değin savaşan ve yardım görecek olanlardır, tıpkı, bu dört gruptan irtidad edenler yada cihaddan yüzçevirenler yahut da mallarından infak etmekten yüzçevirenler olacağı gibi (Kıyamet'e kadar var olmaya devam edeceklerdir). Nitekim (Allah) Te'ala şöyle buyurmaktadır: وعد للا الذين آمنوا منكم وعملوا الصالحات ليستخلفنهم في األرض "Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenlere, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi, onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslam'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti." (en-Nur 24/55) Bu vaad, bu sıfatlarla vasıflanan herkes için uygundur. Önceki (nesil Müslüman)lardan bununla vasıflananlar yeryüzünde bulunmuş ve Allah vaad ettiği gibi onlara İslam Devleti ve halifelik vermiştir. Eğer onlardan sonraki nesillerde de bu sıfatlarla vasıflanmış bir nesil olursa, Allah onların da imanlarını ve amellerini düzeltir. Her kimin imanı kamil olur ve salih amel işlerse Allah onu yeryüzünde kaim eder (halifelik), tıpkı ayetin sonunda geçtiği gibi. Eğer onlarda eksiklik veya halel varsa, onların hakimliği de o oranda eksik olur. İşte bu onların amellerinin karşılığıdır. Herkim bu salih amelleri yaparsa, karşılığını Allah’tan almaya hak kazanır. Ancak sonraki nesillerden hiçbiri, önceki çağdaki (sahabe)lere (tamamıyla) benzeyemez. Dolayısıyla şüphesiz sonraki nesillerden hiçbiri, Müslümanların ilk neslinin yeryüzünde hakim oluşu gibi, yeryüzünde hakim olamazlar. (Nebi) sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: خير القرون القرن الذين بعثت فيهم ثم الذين يلونهم ثم الذين يلونهم 14 "Asırların en hayırlısı benim içerisinde gönderildiğim asırdır. Sonra bunlardan sonra gelenler ve sonra da onlardan sonra gelenlerdir." (Buhari; Müslim) Fakat ilk nesilin ardından (bu salih amelleri işleyen) bazı Müslümanlar olacaktır, bazı yerlerdeki bazı mü’minlerde hasıl olduğu gibi. Nitekim bu, bütün zamanlarda bilinmektedir. (Rasulullah) sallallahu aleyhi ve sellem'in: إن للا يبعث ريحا تقبض روح كل مؤمن "Şüphesiz Allah her mü'minin ruhunu alacak bir rüzgar gönderir." (Müslim; Tirmizi) sözüne gelince; bu, dinden çıkmak şeklinde cereyan etmeyecektir aksine (o devirdeki) mü’minler bu şekilde can verecektir. (Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem): "bütün mü’minler ölünce, Allah onları yenileriyle değiştirecektir" dememiştir. Ancak, Allah bunun bazı kimseler irtidad ettiğinde vuku bulacağını vaad etmiştir. Bu (hadis) aynı zamanda, ümmetin sapıklık üzerinde birleşmeyeceğinin ve bütün ümmetin dinden irtidad etmeyeceğinin delillerinden birisidir. Bilakis, şüphe yokki Allah Saat'e (Kıyamet Günü'ne) kadar yaşayacak mü'minler bırakacaktır ki (o mü’minler) muzaffer olacaktır. Bütün mü'minler öldüğü zaman da ise, Saat (Kıyamet) kopacaktır. Bu, ‘ilim’ hadisinde geçtiği gibidir ve Abdullah ibni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain)’den sahih olarak rivayet edilen meşhur hadise göre Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: إن للا ل يقبض العلم انتزاعا ينتزعه من الناس ولكن يقبض العلم بقبض فإذا لم يبق عالم اتخذ الناس رؤساء جهال فسئلوا فأفتوا بغير علم. العلماء فضلوا وأضلوا "Şüphesiz Allah ilmi (İslamı) insanlardan çekip almak suretiyle almaz. Ancak ilmin alınması alimlerin (ruhlarının) alınması ile olur. Alim kalmadığı zaman da insanlar cahilleri önder edinirler, onlara sorarlar, onlar da ilimsiz olarak fetva verirler. Böylece hem saparlar, hem de saptırırlar." (Buhari; Müslim) İbni Mes'ud (radiyallahu anh) hadisinde ve başka rivayetlerde geçtiği üzere (Rasulullah şöyle buyurdu) denilmiştir: 15 يسري على القرآن فال يبقى في المصاحف منه آية ول في الصدور منه آية "Kur'an kaybolacak! Ne Mushaflar'da, ne de ezberlerde bir ayet kalacaktır." Bu ise yukarıda söylenenlere aykırıdır denilerek itiraz edilirse, şöyle cevap verilir: Durum böyle (zıtlık sözkonusu) değildir. Zira önceki hadisin de gösterdiği gibi ilmin kaldırılması, Kur’an’ın kaldırılması demek değildir. Bahsedilen hadiste şöyle buyurulur: هذا أوان يقبض العلم. وكيف يقبض وقد قرأنا القرآن: فقال بعض األنصار وأقرأناه نساءنا وأبناءنا ؟ فقال: ثكلتك أمك إن كنت ألحسبك لمن أفقه أهل المدينة أو ليست التوراة واإلنجيل عند اليهود والنصارى ؟ فماذا يغني عنهم ؟ "Bu zamanlar ilmin alındığı zamanlardır." (Hadisi işittiğinde) ensar'dan biri (Ziyad) şöyle dedi: "İlim nasıl alınır ki? Biz Kur'an'ı okuyoruz ve kadınlarımızla, çocuklarımıza da okutuyoruz. Bunun üzerine (Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: Anan seni düşürseydi! Ben seni Medine fakihlerinden sayıyordum. Tevrat ve İncil Yahudiler'in ve Hıristiyanlar'ın elinde değil mi? Onlara ne faydası oluyor ki?" (İbni Mace; Ahmed, Müsned) Bu hadisde, mücerret olarak Kitabı ezberde tutanların olmasının, bu kişilerin ilim sahibi oldukları anlamına gelmediği ve Kur’an’ın münafıklar ve mü’minler tarafından okunduğu açıklanmıştır. Yine Kur’an, okuduğundan çok azı dışında birşey anlamayan cahil kimse tarafından da okunur. Nitekim Hasan el-Basri (rahimehullah) şöyle demiştir: فعلم القلب هو العلم النافع. علم في القلب وعلم على اللسان: العلم علمان وعلم اللسان حجة للا على عباده "İlim iki türlüdür: Kalpteki ilim ve dildeki ilim. Faydalı olan ilim kalpte olandır. Dilde olan ilim ise Allah'ın kulları üzerindeki hüccetidir." Allah alimlerin ölümüyle ilmi aldığı zaman yeryüzünde Kur'an'ı ilimsiz 16 olarak okuyanlar kalacaktır. Böylece Kur'an Mushaf'lardan ve ezberlerden kaybolacaktır. Eğer, Sahihayn'de geçen Huzeyfe (radiyallahu anh) hadisinde emanetin kaldırılmasından bahsedilmiş ve şöyle buyurulmuştur: ثم ينام. الرجل ينام النومة فتقبض األمانة من قلبه فيظل أثرها مثل الوكت النومة فتقبض األمانة من قلبه فيظل أثرها مثل أثر المجل كجمر دحرجته على رجلك فتراه منتبرا وليس فيه شيء "Kişi uykudaymış gibi farkında olmadan kalbinden emanet alınır. Geride, leke izi gibi bir iz kalır. Sonra, yine uykudaymış gibi kişi farkında olmadan kalbindeki emanetten bir miktar daha alınır. Bunun da, kalpte bir kabarcık izi gibi bir izi kalır. Şöyle ki ayağın üzerinden bir kor parçasını yuvarlayacak olsan değdiği yerleri kabarmış görürsün ama içinde bir şey yoktur." denilirse, şöyle cevap verilir: Emanet ve imanın alınması ilmin alınması manasına gelmez. Bir kimse ilmindeki eksiklere rağmen iman sahibi olabilir. Bu, kişinin gönlünden alınmış olan (zayıf) iman çeşididir. Bu, buzağıyı gördüklerinde İsrailoğullarının imanlarının alınması gibidir. İmanı ilimle elde etmiş kimseye gelince, bu (güçlü) iman çeşididir ki, bu kişinin gönlünden alınmaz ve böyle bir kimse –mücerret olarak Kur’an’a yahut da mücerret olarak imana (ilimsiz olarak) sahip olan kişinin aksine- asla İslam dininden irtidad etmez. Mücerret olarak Kur’an’a yahut da mücerret olarak imana (ilimsiz olarak) sahip olanlardan ise bunlar alınmaktadır. Ancak, İslam dininden irtidad eden kimselerin çoğunda ilim ve iman yoktur ancak Kur'an (ezberi) vardır. Ya da ilim ve Kur'an yoktur, iman vardır. Ama kendisine Kur'an (ilmi) ve ilimle elde edilmiş iman verilen kimsenin durumuna gelince, bu gönüllerden kaldırılmayacak olan ilim ve iman çeşididir. Vallahu A'lem (Ve Allah en iyi bilendir)!.. 17