Sûfi Perspektif K Kadir ÖZKÖSE* GÖNÜL SÂFİYETİ 14 Ekim 2013 ur’ân’da kalb; “doğru”, “kibirli”, “yalvaran”, “günahkâr”, “imanla mutmain olan”, “Allah’ı anmaktan gaflet eden”, “hasta olan”, “hidâyete ulaşan”, “anlama kabiliyetine sahip olan”, “takva sahibi olan”, “imanın yeri” ve “kendisiyle akledilen” olarak çeşitli vasıflarla nitelendirilmektedir. Kalb, insanın düşünen, kavrayan, anlayan, inanan, şüphe eden yönü, kin ve öfkesinin saklandığı yerdir. Akıl mânâsına da gelmektedir.1 Kur’ân’da kalp, insanın öz benliği, hakikati yakalayan eriş ve seziş kudreti olarak tanımlanır.2 O, kavrayıcı ve geliştirici bir şuur, varlık ve oluşun düğümlendiği bir sırdır. Kur’ân, bu kudreti yitirenlerin hakikati anlayamayacaklarını, gerçeği görmeyi engelleyen körlüğün, gözlerin körlüğü değil, kalplerin körlüğü olduğunu söyler. İnsanın kavrama yeteneği diyebileceğimiz kalbin görevini tam olarak yapabilmesi, onun her bakımdan sağlıklı olmasına bağlıdır. Hasta kalp gerçek görevini tam ve doğru olarak yapamaz. Kur’ân’ın belirttiğine göre kalbe musallat olan en önemli hastalıklar, nifak ve riyakârlık; rics (iğrençlik, pislik, sefıhlik ve şeytan fıtnesine yataklık); zeyğ (denge noktasından sapmak); inkâr ve kibir gibi durumlardır. Kur’ân’la Diri Tutulan Kalp Kur’ân, insanın ilâhî huzura selîm bir kalple gelmesini ister. Tabii ki kalbe bu vasfı kazandıran temel değer, doğru imandır. Kalb-i selîm, inkâr, şirk ve isyandan uzak kalan, evlât ve mal ile gururlanma fitnesinden arınan, îmanî ve ahlâkî noksanlarını gideren, kendisinde hiçbir kötülük bulunmayan kalp demektir. Selîm kalbe geçişin basamağını ise münîb kalp oluşturur. Münîb kalp, Allah’a yönelen, O’nu her zaman hatırda tutan ve her durumda Allah’a saygı duyan kalptir. Kur’ân’ın gâyesi, insana selîm bir kalp kazandırmaktır. Çünkü böyle bir kalbin olmadığı benlikte, İslâm, sadece sözde kalan kuru bir iddia olur. İşte bunun için Yüce Allah Kitab’ının gafletle de- ğil, dikkatte, açık bir zihinle okunması ve kalbin Kur’ân’la diri tutulması gerektiğine dikkat çekmektedir. İnsan, Kur’ân’a şuurla yöneldiği ve aktif bir amelle ona uyum sağladığı zaman, gerçek bir mü’min hâline gelir. Ayrıca Kur’ân, Allah’ı şuurlu biçimde anlamayı, O’na saygı duymayı ve İslâm’a uymayı, zikir kavramıyla dile getirir. Böylesi bir zikrin kalbi yumuşatıp katılığı gidereceğini, ona güven ve huzur kazandıracağını bildirir. İnsanın ilâhî âlem ile irtibâtını temin eden merkez ve ilâhî âlemin bedendeki muhâtabı kalptir. Kişi, Allah’ı kalbiyle bilir, ona kalbiyle inanır. Dolayısıyla yaptığı amellerin, ilâhî âlem ile ilgili beslediği duyguların kalb ile doğrudan ilişkisi vardır. Gönül âdetâ insanın ilâhî âleme açılan penceresidir. Kalb iman ve vahyin mahallidir. Çünkü vahiy, Allah’tan Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kalbine gelmiştir. “Cebrail, Kur’ân’ı O’nun kalbine indirmiştir.”3 Aynı şekilde ilham da kalbe gelir. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Allah’ım! Kalbime gözüme ve kulağıma nur ver.”4 diye dua ederdi. “Mü’minin kalbi onun lambasıdır, nuru onun içindedir.”5 İman ve itikat kalbin tasdîki olduğu gibi, küfür ve inkâr da kalbin reddidir. İmanın kökü ve temeli de kalptir. Onun için bir hadiste, “Allah şeklinize ve malınıza değil, kalbinize bakar.”6, “Takva kalptedir.”7, “Kötülük kalbini tırmalayan şeydir.”8 gibi hadisler bu duruma işaret etmektedir. Gönül Merkezli Hayat Tasavvufî hayat kalp merkezli bir hayattır. “O gün ne mal ne evlat fayda verir. Allah’a selim bir kalp ile gelenler müstesnâ.”9, “Görmediği halde Rahmân olan Allah’tan korkan, O’na saygı gösteren ve (Allah’a) yönelmiş bir kalp ile gelen herkesin mükâfâtı budur.”10, “Rabbim göğsümü aç.”11, “Senin göğsünü açmadık mı?”12 gibi âyetler, bu yaklaşımı destekleyen ve kalbin esas alınması gerektiğini gösteren ilâhî hakîkatlerdir. Kalp Allah’ın baktığı, nazar ettiği bir yerdir. Nazargâh-ı 15 ilâhîdir. Onun için kırılmaması ve incinmemesi gereklidir. Yûnus Emre bu gerçeği şu şekilde dile getirir: Gönül Çalab’ın tahtı, Çalab gönüle baktı / İki cihân bedbahtı kim gönül yıkar ise. İnsan fiilleri dinî açıdan ikiye ayrılır. Bedene ait fiillere a’mâl-i zâhire ve ef’âl-i beden denirken, kalbe ait fiillere a’mâl-i kulûb ve ef’âl-i kulûb adı verilmektedir. Kalbin fiilleri bedenin fiillerinden üstündür. Namazda kıyam, kıraat, rukû, sücûd bedensel fiiller; niyet ihlas, huşu ve huzur, kalple ilgili fiillerdir. Bedenin fiilleri araç, kalbin fiilleri amaçtır. Bütün ibadetlerde ve ahlâkî davranışlarda durum böyledir. Bundan dolayı tasavvufun konusu kalptir, kalbin fiil ve hâlleridir, kalbi arındırma ve kalpteki mânevî hastalıları tedâvi etmektir. Tasavvufa ilmu’l-kulûb/kalp ilmi ve tıbbu’l-kulub/kalp hekimliği denilmesinin sebebi de budur.13 Kalb fiillerinin de nefsânî ve rûhânî olmak üzere iki yönü bulunmaktadır. Meleklerin telkîni rûhî yönü, şeytanın telkîni nefsî yönü ifade etmektedir. Melek kalbe takvâyı, şeytan ise nefse fücuru telkîn eder.14 Mutasavvıflar, genellikle kalbi organların en üstünü sayarak, onu krala, diğer organları da askerlere benzetmişlerdir. Kalb iyi olursa, diğer organlar da iyi, kötü olursa diğer organlar da kötü olur. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şu hadisi bunu açıklar mahiyettedir: “O, iyi olduğunda bütün beden iyi olur. Şâyet bozulursa bedenin diğer organları da bozulur.”15 Kalbin bozukluğu yalan, gıybet ve boş sözlerle kendisini gösterir. Kalbi bu kötülüklerden kurtarmak için, Allah’ı zikirle imar ve tezkiye etmek gerekir. Sadece zâhirî amellere önem verip kalb amellerine önem vermeyen bir kişi kurtuluşa eremez. Allah’a kavuşmak isteyen kimse, O’na teslim olmalı, dünyaya kalbinde yer vermemelidir. Her Hareket Kalbin Islahı Yolunda Olmalı Kalp temizliği, sâfiyeti, kalbin halktan ve sebeplerden tecrîd edilmesi elzemdir. Bunu ya- 16 Ekim 2013 pamayan kişi peygamberlerin, sıddîkların ve sâlihlerin yolunda yürüyemez. O halde, sâlik ya da mü’min her adımını, her hareketini kalbini ıslah yolunda atmalı, öncelikle kalbini sağlamlaştırmaya çaba harcamalıdır. Kalbinin gıdalarını tespit ederek onu beslemelidir. Kalbin hayatiyeti halkın elindekilerden umut kesip Hakk’a bel bağlamakla olur. Kalbin dirilişi, Hakk’ın emirlerine uyup yasaklarından uzaklaşmakla sağlanır. Kalbin yegâne gıdası zikrullah, Allah’a münâcât, secdeleri çoğaltmak, Hakk’a tam teslîmiyettir. Kalbin selâmeti; lokmanın helâlliğine, ibadetin devamlılığına, ahlâkın güzelliğine, Allah’tan gayrıdan umudu kesmeye bağlıdır. Kur’ân ile ünsiyet kesbeden, ölümü çok düşünen ve zikir meclislerine devam edenler kalbini canlı tutmaya gayret edenlerdir.16 Özetle sûfîlere göre insanın iç âlemi olan kalp dış âlem ve kâinatla kıyaslanmayacak kadar geniştir. Nitekim “Semâya ve arza sığmayan Allahu Teâlâ, mü’min kulunun kalbine sığar.” denilmiştir. Bu genişliğe vus’at-i bi-çûnî/ keyfiyeti bilinmeyen ucu bucağı olmayan genişlik denir. Gerçekten de Allah’ın emrinden olan ruh/gönül âlemi pek geniş, onun tavırları da çok fazladır. Gönlün bin bir hali ve tavrı vardır. Kalplerimiz bâtınî ışığın, ilhamımızın, yaratıcılığımızın ve tutkumuzun kaynağıdır. Gerçek bir sûfî, kalbi canlı, uyanık ve nurla dolu olan kişidir. Bir sûfî mürşidin ifadesiyle, “Eğer sözler kalpten geliyorsa, kalbe girecektir; ancak eğer dilden geliyorsa, kulakların ilerisine geçemezler.” Dipnot *Prof. Dr. 1 2 3 4 5 6 7 8 Bkz. 2/Bakara, 260, 283. 50/Kâf, 33, 37. 2/Bakara, 97, 26/Şuarâ, 194. Buhari, Daavat 9; Müslim, Müsafirûn 189. Ahmed b. Hanbel, el- Müsned, III. 17. Müslim, Birr 32; İbn Mace, Zühd 9. Tirmizi, Birr 18. Dârimi, Buyû’, 2; Ahmed b. Hanbel, el- Müsned, IV, 228. 9 10 11 12 13 14 15 42/Şuarâ, 89; 57/Saffat, 84. 50/Kâf, 33. 20/Tâhâ, 55. 94/İnşirâh, 1. Uludağ, 2006: 28. Gürer, 1999:281. Buhârî, Îmân, 39; Müslim, Musâkât, 107; İbn Mâce, Fiten, 14; Ahmed b. Hanbel, Musned, IV, 270; Dârimî, Büyû’, 1. 16 Gürer, 1999: 281. Kanayan Dünya Orta doğu kazan gibi kaynıyor, Dost ağlıyor, düşman gülüp oynuyor, Suriye, Mısır, Şam, her yer yanıyor. Bu bir savaş değil kargaşa inan, Yıllar yıla vurdu hala akar kan. Afgan dağlarını bombalar tarar, Güçlünün parası güçsüzü yorar, Güller gülistan’da canları arar. Yarı yaprak yarı toprak yarı can, Yıllar yıla vurdu hala akar kan. Filistin’de silah sapan taşından, İsrail taşcıyı vurur başından, Anne, yardım bekler haber kuşundan. Yarı gece, yarı gündüz, yarı tan, Yıllar yıla vurdu hala akar kan. Mücahitler yalınayak dolaşır, Nidaları Hakk, katına ulaşır, Mezalimler virüs gibi bulaşır. Kimi gerçek, kimi yalan, kimi zan. Yıllar yıla vurdu hala akar kan. Irakta cehennem kaynayıp taştı, Orda bahar yoktu zaten hep kıştı, Saddam’a son hali pekte yakıştı. Hani o ihtişam, o saray, o han, Yıllar yıla vurdu hala akar kan. Elli beş bin şehit verdi Türkiye, Elli daha verse dönmez geriye, Tek vatan, tek yürek hep ileriye! Fatih’ten, Kemal’den Malazgirt’ten şan, Yıllar yıla vurdu hala akar kan. Rabia BARIŞ 17