1987 SANAYİ KONGRESİ VE SERGİSİ 9-15 KASIM 1987 ANKARA tmmob makina mühendisleri odası OTOMOTİV SANAYİNİN DÜNÜ BUGÜNÜ HİLMİ ATİLLA ÖZGEÇMİŞ 1933 yılında istanbul'da doğan HiLmi K. Atilla Mühendislik ve İşletme öğrenimi görmüştür. 196B yılına kadar Devlet Sektörü'nde çalışmış, daha sonra özel Sektöre ait kuruluşlarda değişik kademelerde yöneticilik ve yönetim kurulu üyelikleri yapmıştır.Seminerlerde sunulan tebliğleri ve'yayınlanan makaleleri vardır. Ayrıca, otomotiv sanayii ile ilgili çeşitli ihtisas komisyonlarında görev yapmıştır. Halen TAYSAD-TAŞIT ARAÇLARI YAN SANAYİİ DERNEĞİ Genel Sekreteri'dir. ÖZET Tebliğin ana konusu, otomotiv yan sanayiinin önemi, durumu ve bugünden daha ileri noktalara erişmesi için yapılması gerekenlerdir. Alınması gereken önlemlerin de sıralandığı tebliğde, hedef, iç piyasada fiyat istikrarı ve dış pazarda rekabet edebilme biçiminde konmaktadır. ' Otomotiv sanayii, çeşitli taşıma araçlarına ve kişilerin değişik arzularına uygun araçların üretimini ve tabu onunla özdeş olan yan sanayiini de kapsamı içine alır. Bütün dünyada da olduğu gibi üretim hacmi •yönünden en önemli yeri binek otomobili, yük ve yolcu taşımaya mahsus ticari araçlar ve tarım traktörleri alır. Çok büyük miktar ve değerlerdeki girdileri, değişik sektörlerle olan işbirliği ve istihdama olan müsbet katkıları ile otomotiv sanayii, ülke çapındaki üretim içinde büyük bir paya sahip olmaktadır. Girdilerin çeşitli olması, her birinin ayrı bir ihtisaslaşmayı gerektirmesi, doğal olarak yan sanayiinin doğmasına ve değişik teknolojilerin gelişmesine yol açmaktadır. Böylece kalkınmakta olan Türkiye'mizde otomotiv sanayii, toplu sanayi hamlesinin öncülüğünü yapmakta ve gelişmeler en somut şekilde 449 takip edilebilir bir konumda ilerlemektedir. Misal vermek gerekirse, savunma sanayii ile ilgili konuların gündeme geldiği daha ilk günlerde, hazır bulunan sektör, otomotiv sanayii olmuştur. Bu da gösteriyor ki, otomotiv sanayiinin direkt veya endirekt birçok sahalarla ilgisi vardır ve bu dallarda kendini hissettirmektedir. Ayrıca, otomotiv sanayiinin, tabii özellikle yan sanayiinin tüm dünya pazarlarına hitap edebilecek bir potansiyele sahip olması ona ayrı bir önem kazandırmaktadır. Dolayısıyla, ürünJerin pazar yönünden bir kısıtlaması bulunmamaktadır. Ancak, hemen belirtmekte sayısız fayda vardır ki, uygun sunum koşulları sağlayabilmek, kendimizi tanıtabilmek ve kaliteli mamulü rakiplerden daha ucuza dış pazara arz edebilmek yoğun çalışmaları gerektirmektedir. İşte bu sebeplerden dolayıdır ki belli bir süre daha devlet desteğine ihtiyaç hissedilmektedir. Otomotiv ana ve yan sanayiinin yurt ekonomisine olan katkısı, bu sektörde çalışanların sayısına bir göz atmakla kolayca anlaşılabilir. 1987 yılı ilk altı ayı itibariyle, ana sanayiide çalışan her bir kişiye karşılık, yan sanayiide beş kişi ve sektörün servis, satış ve diğer hizmetlerin de toplam 20 kişinin istihdam edildiği dikkate alınırsa, yaklaşık 500.000 kişinin çalıştığı sektörün büyüklüğü kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Henüz hayli genç sayılabilecek bir yaşta bulunan yan sanayiimizin içinde bulunduğu dutum, şüphesiz övülmeye değer bir başarıyı simgelemektedir. Ancak, bütün bunlara rağmen, biz bu başarıyı yeterli görmemekteyiz. Bilindiği gibi, yurdumuzda otomotiv sanayiinin başlangıcı 1950'li yıllara uzanmaktadır. Çünkü, bu yıllarda gelişmeye başlayan karayolu şebekemiz ve tarımdaki makinalaşma çabaları, taşıt araçları ve traktörlere artan bir isteğin doğmasına neden olmuştur. İkinci Cihan Harbi'nden sonra Merkez Bankası'nda biriken dövizlere rağmen ithalatın giderek pahalılaşması ve ileriki yıllarda ortaya çıkan güçlükler, otomotiv endüstrisinin ülke içinde yaratılması zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Gerekli teknolojilerin ve yan sanayiinin o sıralarda ülkemizde henüz yeterince bulunmaması nedeniyle, otomotiv sanayiinin başlangıcı montaj şekliyle başlamıştır. Bu tür imalat ilk olarak 1954 yılında traktörle başlamış, bunu kamyon, otobüs ve nihayet binek otomobili izlemiştir. Daha sonraları, 1964 yılında bu sanayi dalına bir disiplin getirmek ve giderek yerlileşmeyi teşvik amacıyla "MONTAJ SANAYİİ TALİMATI" uygulanmaya başlanmıştır. Denilebilir ki, yan sanayiinin gerçek doğuşu, uygulamanın bütünüyle disipline edilebilmesi ile ortaya çıkmıştır. 450 Montaj Sanayii Yönetmeliği'nin devreye girdiği dönemde ana sanayi firması 8 iken, günümüzde bu sayı 23'e ulaşmıştır. Gene o zamanlar yerli katkı oranı %15'de seyrederken, bu oran, bugün, ortalama %85'e yükselmiştir. Bütün bu matematiksel artışlara rağmen, Türk otomotiv sanayii çok dalgalı bir gelişme göstermiştir. Ve çok enteresandır ki, bugün otomobilde aylarca sıra beklenmesine karşılık, halâ 1971-1976 yıllarındaki toplam üretim seviyesine ulaşamamıştır. (1971 yılı toplam üretim miktarı 165.334 adettir.) Türkiye'de otomotiv sanayiindeki gelişmelerin başlıca sebeplerini satırbaşları ile şöyle sıralamak mümkündür. 1. Yolcu ve yük taşımacılığında karayolu payının diğer ulaştırma modlarına göre çok yüksek olması, 2. Karayolu dışındaki, demiryolu, denizyolu ve havayolu altyapı yatırımlarının pahalı ve hazırlık döneminin uzun olması, 3. 1976 yılına kadar petrol fiyatlarının çok düşük bulunması, 4. Montaj yolunun komple araç ithaline nazaran daha ucuz olması, 5. Yan sanayiinin çok hızlı bir gelişme göstermesi, 6. Belli dönemlerde ülkenin döviz rezervlerinin yetersizliği. Halâ yaşanılan ve geçmiş yıllarda büyük sıkıntılara neden olan, aynı türde fakat değişik marka ve modellerde üretim yapılması yan sanayiine büyük külfetler yüklemiştir. Bunun tabii sonucu olarak verim düşmüş, aksine maliyetler çok yükselmiştir. Kalkınma çabası içinde olan yan sanayi kapasitesini yoğun bir şekilde kullanma yerine değişik ürünlere dağıtma zorunluluğuna düşmüştür. Herkesin malumu olduğu üzere, pahalı üretim bütün dünyada otomotiv sanayiini tehdit eden en büyük sorundur. Maliyetlerini düşüremeyen ülkeler, üretiminde düşmesini önleyememektedirler. İşte bundan dolayıdır ki Japonya, kısa bir sürede dünyada bir hegemonya kurabilmiştir. Japonya'da herşey, hatta ücretler en düşük olmamasına karşın, ucuzluğun esas sebebi, işçi başına düşen araç miktarının en yüksek noktaya ulaşmış olmasındadır. Petrol şokundan sonra, kapasitelerin kullanım oranının %29'lara kadar indiği, üç haneli enflasyon rakamlarının yıllarca ülkemizde hakim olduğu ve işletme sermayelerinin hızlı bir erozyonla yok ettiği dönemlerde otomotiv sanayiinin bütün yükünü yan sanayi çekmiştir diyebiliriz. Çünkü, ülkenin 70 cente dahi muhtaç olduğu dönemlerde, yan sanayi ayakta kalmayı başararak yalnız otomotiv sanayiinin değil, genelde ülke ekonomisinin de dinamizmini muhafazada büyük rol oynamıştır. 1986 yılı sonundaki istatistiklere göre karayollarındaki araç parkı 2.3 milyon adede ulaşmış bulunmaktadır. Bu rakamın %80'ini yerli taşıt araçları kapsamaktadır. Bu hale göre yaklaşık nüfusun %5'i araç sahibidir. Veya başka bir deyişle her 500 kişiye bir araç düşmektedir. Hal böyle iken, 1920 yılında ABD'de 2 milyon araç üretildiğini dikkate alırsak bugün nerelerde olduğumuz kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. 451 Geçmişteki bütün (.çalkantılı gelişmelere rağmen, otomotiv yan sanayiimiz şu anda gurur duyulacak bir noktaya erişmiş bulunmaktadır. Değil lisans almak, ziyaret için dahi gidilen ve kapıdan çevrilen yan sanayicimize, aynı firmalar bugün ortaklık teklif edebilmekte ve Türkiye'ye kapitalin yanında en yeni teknolojiyi getirmeyi vaadetmektedirler. Bilindiği gibi, otomotiv teknolojisi daha çok ampirik bir teknolojidir. Teorik hesaplardan çok araştırma, deneme ve geliştirme ile beceriye dayanmaktadır. İşte, bu noktada, tekrar edebiliriz ki, yan sanayi belki teknoloji üretecek bir safhaya gelmemiş olabilir, ancak aldığı teknolojiyi çok iyi uygulayabilen bir beceriye sahip olmuştur. Bugün otomotiv yan sanayiinin Türkiye'deki tek yasal temsilcisi olan TAYSAD, üyelerinin katkıları sayesinde etkin bir kuruluş haline gelmiştir. Üyelerin %65'i yabancı teknoloji ile çalışmaktadırlar, önceleri 1-1,5 yıl olan homologe süresi, şimdi birkaç aya inmiştir. Lisansör firmalar yerli imalata bir başka gözle bakmaktadırlar. Yavaş yavaşta olsa yan sanayiie dünya pazarları açılmaktadır. Başlangıçta komşumuz olan, Arap ve İslam ülkeleri yanında, bugün ABD, KANADA, İNGİLTERE, ALMANYA, DANİMARKA, FİNLANDİYA, BELÇİKA, HOLLANDA bize pazar olabilmektedir. AET ülkelerinde açılan ihtisas Fuarlan'na, yan sanayiimiz TAYSAD kanalıyla bilhassa davet edilmektedir. Hatta bazen masrafları davetçi ülke tarafından karşılanmaktadır. Bütün bunlar sevinilecek ve hatta gurur duyulacak olaylar değil midir? Ancak, bütün bunlara rağmen şu anda bulunduğumuz noktayı yeterli görmemekteyiz. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi imal etmeği kavradık, şimdi de dışa satmayı öğrenmeye çalışıyoruz. Ülke olarak kendimizi tanıtamamışken yan sanayi mamullerini tanıtmanın güçlüğünü takdirlerinize sunuyoruz. Dev üreticilerin, kuvvetli rakiplerin ve hele o' ülkelerdeki devlet sübvansiyonlarının karşısında zorlanmaktayız. Ancak, devletimizin de destekleri ile start verilmiştir. Geri dönüş yoktur. Alınacak bazı tedbirler vardır. içte korsan firmalarla, dışta devlerle mücadele ederken nelere ihtiyaç duyulmaktadır? Tebliğimizi bunları irdeliyerek sona erdirmek istiyoruz. Çünkü buna ihtiyacımız vardır. Kalkınma hızı %8'lere varan, nüfus artışı yılda 2,8 olan, ekonomimizin hızla kabuk değiştirdiği ve 2000 yılında AT üyesi olacak bir Türkiye'nin gündeminde sürekli gündem maddesi olacak bazı sorunlar yatmaktadır. 452 a Jt Bunları 1-4 Eylül tarihinde toplanan 1. Sanayi Şurası'ndaki notlarımızdan tekrar özetlemek istiyoruz. Alınması gereken tedbirler, bilinenlerin dışında şunlardır: 1. Yurt savunmasının ihtiyacı olan otomotiv sanayii ürünlerinin temininin kendi otomotiv kuruluşlarımızdan karşılanması esas olmalı ve seferberlik halinde sanayinin savunmaya istenilen hizmeti verebilmesi için sulh zamanında gerekli tedbirler alınmalı; bu çalışmaların düzenli ve devamlı bir şekilde yürütülebilmesi için MSB, STB Hz. Dış Tic. Müst., DPT, ile OSD ve TAYSAD gibi meslek kuruluşları arasında organizasyonu sağlayan bir ünite kurulmalı, otomotiv sanayi firmalarına bu konuda araştırma-geliştirme faaliyetleri ve prototip yapımı için görev verilmeli ve bu hususlar için firmaların yapacakları giderler devletçe desteklenmelidir. 2. Ticari araç üretiminde üretim kapasitelerini optimum kullanılır hale getirecek politikalar uygulanmalıdır. Zaman içerisinde ekonomik kuralların gereği olarak bir füzyona gidilmesi düşünülmelidir. 3. Kamu kuruluşları, otomotiv nihai mamul ve yedek parça ihtiyaçlarının temininde, yerli üreticilere yönlendirilmelidir. 4. Sektörün ana girdilerini üreten KİT'ler ve devlet iştiraki olan diğer işletmelerin teslimatları ve fiyatları istikrara kavuşturularak, kalitelerinin iyileştirilmesi hızlandırılmalıdır. 5. Gerçekleşmekte olan ve milli ekonomimize büyük katkıları olacak GAP Projesi'nin otomotiv sanayiine getireceği hususların planlamaya alınması ve projeye uygun şekilde geliştirme çalışmaları şimdiden yapılmalıdır. 6. Otomotiv sanayi ürünleri ve komponentleri için TSE dışında spesifik standartların hazırlanması ve yönetmeliklerle desteklenmesi sağlanmalıdır. 7. Üniversitelerde otomotiv ile ilgili bölümler açılmalı, otomotiv sanayii bilimsel yönden de desteklenmelidir. 8. AT'na uyum sürecinde, topluluk içindeki gelişmeleri çok yakından takip edecek ve otomotiv sanayii sektörü ile bilgi alışverişini sağlayacak bir organizasyon kurulmalıdır. 9. Teşvik tedbirlerinin birbirini tamamlayacak ve istikrarı sağlayacak şekilde koordinesi sağlanmalıdır. 10. Otomotiv sanayi i mizle ilgili dış ihtisas fuarları devlet tarafından daha etkin biçimde desteklenmelidir. 11. Altyapı yatırımlarında kullanılan ve teşvikle ithal edilen ? ıçların mümkün olduğunca yerli sanayiden temin edilmesi sağlanmalıdır. 12. Yatırım teşvikleri ile getirilmiş ticari araçların yenilenme amacı ile elden çıkarılması halinde yurt dışına satışları özendirilmeli, teşvik alındığı sırada verilen süreden önce yurf içinde satılmasına müsaade edildiği takdirde, ithal anındaki değer üzerinden muaf tutulduğu tüm vergi, harç ve fonlar tahsil edilmelidir. Park yenilenmesi için verilecek devlet desteği de yerli sanayiye kaydırılmalıdır. 13. Can ve mal güvenliğinde ayrı bir emniyet unsuru olan araç tadil ve servis işlevlerini yapacak işyerlerinin ehliyetleri-i kanıtlayan belli kurallar içinde çalışması sağlanmalıdır. 14. Ticari araçlarda bedelsiz ithalat tamamen kaldırılmalıdır. 15. Taksitli satışlarda vade farkına KDV uygulanmasını ortadan kaldıracak kanuni düzenleme geciktirilmeden yapılmalıdır. 453 16. Yatırım malı olan ticari taşıt araçları da traktörlerde olduğu gibi bir finansman kuruluşunca kredi desteğinden yararlandırılmalıdır. 17. Otomotiv sanayi mamullerinin ihracatına, sigorta sistemi getirilmeli ve ilgili kuruluşlarının desteği sağlanmalıdır. 18. Türkiye'de mevcut otomotiv sanayiinin kapasitesinden tam yararlanmak, üretim adetlerini optimize etmek, bu konudaki teknolojik gelişmelerde güncel olabilmek ve AT'a entegrasyona hazır olmak üzere lisansör firmalarla parça mübadelesi arttırılmalıdır. Hatta ihtisas safhaları seçilmelidir. 19. Giderek artan otomobil talebinin, mevcut kuruluşlarca talebe paralel olarak karşılanması esas olduğundan, üretici kuruluşlar gecikmeden üretim kapasitelerini arttırıcı yatırımlara başlamalı ve bu hususta gerekli teşvik ve destek devletçe sağlanmalıdır. 20. Kontrol şartları, trafikte can ve mal güvenliği açısından kalite güvencesinin devamlılığını sağlayacak tarzda araçların yaşlarına göre düzenlenmelidir. 21. Vergilendirme sisteminde sanayiciyi koruyucu tarzda düzenleme yapılarak, sermayenin sanayi yatırımlarına akması sağlanmalıdır. 22. Araştırma-Geliştirme ve kalite iyileştirme faaliyetlerindeki devlet destekleri konusunda, gelişmiş ülkelerdeki uygulamalar incelenerek, benzer desteklerin ülkemizde verilmesi sağlanmalıdır. 23. İhracatımızın devamlılığının ve belirlenen hedeflere ulaşmasının sağlanması için AT ülkelerindeki borsa fiyatları ile yurt içi piyasadan ihraç kaydı ile hammadde temini sağlanmalıdır. 24. İhracatta istikrar ve verimliliği arttırabilmek için CKD ihracat yolu açılmalıdır. 25. Araçların uyması gereken teknik şartlarda getirilecek değişiklikler uygun süre önce ilan edilen programlar çerçevesinde yapılmalıdır. 26. Darboğaz giderici ve kaliteyi iyileştirici yatırımlarda mümkün olduğunca yüksek düzeyde yatırım teşvikleri verilmelidir. 27. İhracatı teşvik tedbirleri çerçevesi içinde yer alan Para ve Kredi Kurulu'nca tespit edilmiş Devlet Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu, otomotiv ana ve yan sanayiinde yaygınlaştırılmalı ve miktarlar etkili seviyeye getirilmelidir 28. AT'na giriş için bugünden itibaren plan ve programlar yapılarak tedbirler alınmalı ve geçiş sürecinde Türk otomotiv sanayii kademeli olarak korunmalıdır. 29. Sektördeki faiz yükünü düşürücü tedbirler acilen alınmalıdır. Bu tedbirler ve öneriler paketi titizlikle izlendiğinde, iç piyasada fiyat istikrarı ve dış pazarda da rekabet imkanları artacaktır. Böylece, boş kapasiteler doldurulacak, devletin yapacağı desteklere, yan sanayii fazla ihracat yaparak karşılık verecektir. Başka bir tabirle, yan sanayiimiz Türk ekonomisi içinde özlenen yerini alacaktır. 454 İŞ MAKİNALARI Oğuz Türkyılmaz ÖZGEÇMİŞ 1951 Ankara doğumlu. O D T Ü Endüstri Mühendisliği 1973 mezunu. 1976-1980 yılları arasında TMMOB'de yöneticilik yaptı. Halen Başakıncı Otomotiv San. ve Ticaret A.Ş'de İthalat Koordinatörü. Bilimsel ve teknik kongrelere tebliğci ve panelist olarak katıldı. ÖZET Bildiride iş makinalarının tanımı yapıldıktan sonra, uluslararası pazardaki rekabetin Türkiye pazarına yansıması ele alınmakta, Türkiye'de iş makinaları talebi ve bu talebin karşılanış şeklindeki sorunlara değinilmekte, yerli sanayiye daha çok ağırlık veren bir iş makinaları üretimi doğrultusunda öneriler getirilmektedir. 1. TANIM İş makinaları üzerinde anlaşılan genel bir tanımla, "kazma, itme, koparma, kaldırma, taşıma, düzeltme, seviyeleme, sıkıştırma, yükleme, delme yapabilen araçlar"' 1 ' olarak tanımlanabilir, iş makinaları genel olarak açık arazide, inşaat, yapı, madencilik ve ormancılık sektörlerinde kullanılır. Büyük bir çoğunluğu dizel motorlu çalışma esaslı olmakla birlikte, elektrikle çalışanları da mevcuttur. "İş makinaları çeşitleri esas olarak, loder, dik delik delme makinaları, tünel açma makinaları, dozer, ekskavatör, greyder, skreyper, boru döşeyici, kompaktör ve ağır iş (kaya) kamyonları gibi ağır iş makinaları ile konkasör, silindir, komprasör, vinç betonyer, asfalt makinası, taşkına elevatör gibi yardımcı teçhizat ve donanımı"' 2 ' kapsar. 455 •;}'!' 2, DÜNYADA ve TÜRKİYE'DE İŞ MAKİNALARI İş makinaları üretiminde dünyada gelişmiş Batı ülkeleri, en başta ABD ve Japonya olmak üzere etkindir. Gelişmiş Batı ülkelerinde, büyük sınai ve altyapı yatırımları büyük ölçüde tamamlanmış olduğundan, üretimin ülke içinde kullanılan bölümü daha çok yenileme amaçlıdır. Gelişmekte olan ülkelerde büyük ulaşım, altyapı, madencilik yatırımları gündemde olduğu için, doğal olarak büyük yeni iş makinaları parkına ihtiyaç duyulmaktadır. Ülkemizde son yıllarda büyük konut, baraj, sulama, otoyol termik ve hidroelektrik santral yapımları hız kazanmıştır. Bu yatırımları gerçekleştiren kamu kuruluşlarının yanı sıra, müteahhit özel firmalarda yeni iş makinaları parkları kurmakta ve mevcut iş makinaları parklarını takviye etmektedirler, örneğin Atatürk Barajı yapımı için, müteahhit firma, dünya çapında belli başlı iş makinaları üreticilerinin dikkatini çeken ve rekabetine konu olan, büyük boyutlu bir iş maki naşı alımı yapmıştır. iş makinaları alımında, gelişmekte olan ülkelerde yükselen talep, bu ülkelerdeki iş pazarına egemen olmak için büyük şirketler arasında kıyasıya bir rekabet geliştirilmektedir. Bu rekabet sürecinde ABD, Japonya gibi gelişmiş kapitalist ülke firmaları, kendi devletlerinden çeşitli imkanlar sağlamakta ve rekabet güçlerini arttırmaya çalışmaktadırlar. Son birkaç yıl içinde Karayolları Genel Müdürlüğü ve Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nün açtığı büyük çaplı dışalım ihalelerinde, teklifçi firmaların, sözgelimi, normal olarak perakende satış fiatı 55.000-65.000 $ arasında olan greyder için 25.000-30.000 $ gibi çok düşük fiatlar teklif edebilmeleri ancak kendi devletlerinde sağladıkları desteklerle mümkün olabilmiştir. Bu desteklerin ardında yatan dürtü, her ne pahasına olursa olsun pazarı denetim altına almaktır. Ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde, gerçekleştirilen büyük altyapı yatırımlarının süresi içinde gerçekleştirilebilmesi, ancak büyük ve etkin kullanılan iş makinaları parklarının varlığıyla mümkündür. Bu açıdan bakıldığında, iş makinaları sektörü stratejik öneme sahip bir sektördür. Bu stratejik önem, iş makinaları üretim ve kullanım teknolojisiyle savunma sanayi arasında ilişki nedeniyle daha da yoğunlaşmaktadır. "iş makinaları üreten tesisler kolaylıkla savunma sanayinde aktif rol alabilirken zırhlı personel taşıyıcı (kariyer) ve tank gibi paletli araçların iş makinaları ile birçok benzer yönleri vardır. Savunma sanayi paletli araçlarını, iş makinası üreten tesislerden temin edebileceği gibi mevcut araçlar içinde yedek parça temini mümkündür." <3) / Bu açılardan değerlendirildiğinde Türkiye imalat sanayi içinde iş makinaları sektörüne özel bir önem vermek, sektörün ihracat pazarlarını her ne pahasına olursa olsun ele geçirmek için çaba harcayan gelişmiş Batı ülkeleri 456 şirketlerinin çökişrne alanı halinden çıkartmak, ülke yararına ulusal plan ve strateji geliştirmek gerekir. 3, TÜRKİYE'DE İŞ MAKİNALARI KULLANIMI ve ÜRETİMİ Ülkemizde iş makinalarının yoğun olarak girişi, 1950-60 döneminde başlayan yoğun karayolu, baraj yapımı sürecinde, Karayolları, DSİ gibi yatırımcı kuruluşların kendi makina parklarını tesis etmesiyle oluşmuştur. 1960 sonrası planlı dönemde bu trend geçerliliğini korumuş, 1980 sonrasında ise oldukça ileri bir noktaya gelmiştir. Ülkemizde iş makinaları parkının büyük bir bölümünü kontrol eden kamu kuruluşları 1980'li yıllarda büyük çaplı yenileme alımlarına yönelmiştir. Yine 1980'li yıllarda belediyeler, çok sayıda iş makinası alımı yapmışlardır. "Son yıllarda belediyelerin gelir kaynaklarının artması ve ellerindeki parayı harcayacak yer bulamaz duruma gelmeleri nedeniyle büyüklü, küçüklü bir çok belediye iş makinası alımına yönelmiştir. Belediye hizmetlerinin çok üstünde büyük makinalar alınmaktadır." (4> özellikle belediyelerin yöneldiği bu plansız, düzensiz alım süreci,1 piyasayı dolduran, kendi ülkelerinde bile yeterince tanınmayan malları pazarlayan, bir daire, bir telefon, bir teleks, bir sekreterden oluşan satış firmalarını epey memnun etmiştir. Bu olumsuz gidiş, DPT iş Makinaları Standardizasyon Komitesi'nin çabalarıyla, ithalat izninin ancak yeterli servis imkanları olan, satış sonrası hizmetleri vereceğini taahhüt eden, firmalara verilmesine imkan veren; 86/11 sayılı İthalat Tebliği'yle bir ölçüde dizginlenebilmiştir. Son yıllara değin iş makinaları alanında, ulusal düzeyde politikalar tespiti ve yürürlüğe konması gerçekleşmemiştir. DPT iş Makinaları Standardizasyon Komitesi'nin kamu kuruluşlarının yapacağı alımlar için, tip şartnameler tesis etmesi, teşvik belgesi öncesinde ön onay vermesi vb. olumlu uygulamaların mazisi çok yenidir. 4. TÜRKİYE'DE İŞ MAKİNALARI PARKI, TAKİBİ ve İTHALATI iş makinaları gümrük tarifeleri uygulaması yönünden esas olarak 84-22 ve 84-23 tarifeler içinde yer almaktadır. Bu iki tarifeye ait son 1983-1985 dönemi ithalat rakamları aşağıda verilmiştir. 1 9 8 3 Gümrük tarifesi Adet 84-22 84-23 TOPLAM 1 9 8 4 1 98 5 $(1000) Adet $(1000) Adet 395 592 96 610 97 327 1026 1217 71 677 131 432 6517 6641 108 931 264 918 987 193 937 2245 203 109 13158 373 849 $(1000) 457 1985 yılında ithalatın varmış olduğu düzey oldukça ilginçtir. Bir yılda 13.158 adet iş makinasını ithal eden bir pazar, bütün üretici ülkelerin iştahını arttırıcı bir pazardır. 1985 yılı içinde bu iki tarifede işlem gören iş makinaları ithalatının toplam yatırım malları ithalatı içindeki payı %24.12'si düzeyine varmıştır. 1983-1985 dönemi ortalaması ise %16.69'dur. ( 5 ) . İthalatın vardığı boyutlar, ekli iş makinaları 1977-86 park durumu listesinde gözlenebilir. Yıllık artış rakamları o yıl içinde ekonomik ömrünü doldurduğu için kayıtdan düşülen ve yıllık yaklaşık 2.000 olan araç sayısıyla birlikte düşünülmelidir. Türkiye'de iş makinalarının sayısı ekli listede yazılmayan diğer tip iş makinalarınm da eklenmesiyle 1985 için 45.159'a varmaktadır. İş makinalarında ortalama ekonomik ömür, 10.000-15.000 saat arasında değişmektedir. Türkiye'de ise, iş makinalarının yıllık ortalama çalışma süreleri, kamu iktisadi kuruluşları için 1750 saat/yıl, belediyeler için 1.500 saat/yıl, özel sektör için 3.000 saat/yıl olarak tahmin edilmektedir/ 7 ' Bu durumda çok kaba bir hesapla bir iş makinasının yıllık çalışma süresi 2000 saat/yıl olarak alındığında ekonomik ömrü 5-7,5 sene olmaktadır. Gerçi Türkiye'de 30 yıllık çalışan makinaları gördüklerinde üretici firmalar kendileri bile şaşırmaktadır. Bu nedenle Türkiye şartlarında ekonomik ömrü 10 yıl kabul edersek, makina parkının onda birinin her sene yenilenmesi olayı, pazarın büyüklüğünü ortaya koymaktadır. Yılda 4.000 dolayında iş makinalık bir talebin, bütün üretici firmaların özel ilgisini çekeceği açıktır. Gerçi Türkiye'de genel olarak makinalar ekonomik ömürleri bitince devre dışı bırakılmamakta, yedek parçası bulunamaz güne kadar çalıştırılmakta iseler de, son yılların fiili ithalat rakamları bile üretici firmalar için yeterli cazibe merkezidir. Nitekim, bugün daha artmış da olsa, 1972-1982 dönemine ilişkin park artış rakamları, yenileme piyasası hakkında bir bilgi vermektedir. 1977-1982 dönemine ilişkin gelişmeleri, 5. BYKP İş Makinaları özel İhtisas Alt Komisyonu Çalışma Raporu şu şekilde yorumlanmaktadır: 1972-1976 yılları içinde talep ve kalkınma hızı sürekli artış içindedir ve 1976 yılında talep en üst seviyededir. 1977 Petrol krizinin etkisi kendini göstermekte, talep ve kalkınma hızı hızla düşmektedir. 1978-1979 Döviz dar boğazı ve ithalat kısıtlamaları ile talep en düşük seviyeye inmiştir. 458 1980 Kalkınma hızı en düşük seviyede olmasına rağmen, talepte artış başlamıştır. Sebebi ise, bu yıl içinde Kılıçkaya, Menzelet ve Altınkaya Barajlarının ihaleye çıkması ve gerekli iş makinalarının satın alınmasıdır. 1981-1982 Talep ve kalkınma hızında artış görülmekte ise de, tüm dünyada ekonomik bunalım başlamıştır. Ağır iş makinaları için 1987-1992 dönemi talebi, 5. BYKP İş Makinaları özel ihtisas Alt Komisyonu Çalışma Raporu'nda aşağıdaki şekilde tahmin edilmektedir. Yılda 4000 saatlik bir iş makinası talebini, salt belirli tipte ağır iş makinalarım veri alan DPT çalışması da doğrulamaktadır. Her ne kadar bu talebin tamamı fiili alımlara dönüşmese de, teorik olarak bu düzeyde bir talebin varlığı konuya daha ciddi bir yaklaşımı zorunlu kılmaktadır. Böylesi bir talep karşısında yurt içi üretim ne düzeydedir? 6. TÜRKİYE'DE İŞ MAKİNALARI ÜRETİMİ Bu konuda, T.C. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1. Sanayi Şurası'na sunulan Otomotiv Sanayii'ni Yönlendirme Komisyonu Raporu, durumu aşağıdaki ifadelerle tespit etmektedir. "Dünyada iş makinaları sanayiini böylece kısaca özetledikten sonra yurdumuzdaki duruma bir göz atalım. Türkiye büyük bir şantiye olmasına, altyapı yatırımlarını hızla tamamlamaya çok önem vermesine rağmen, maalesef iş makinaları sanayinin yurt içinde gelişmesine gerekli önemi vermemiştir. Bugün Türkiye'de bu konuda ciddi bir şekilde üretim yapan dört kuruluş bulunmaktadır. 1. MKEK Bu kuruluş Polatlı'daki tesislerinde bir Alman Konsorsiyumu olan (Fuchs/Kaeble/Gmeinder) teknik işbirliği ile üretim yapmakta olup; MKEK İnşaat ve Kazı Makinaları Fabrikası'nda imal edilen makinalara ait yerli parça kullanım oranları ve 1985 yılı fiili üretim adetleri aşağıda verilmiştir. Mamul Cinsi Paletli ekskavatör Paletli dozer Palet yükleyici Lastik tekerlekli yükleyici Lastik tekerlekli ekskavatör Vibrasyonlu yol silindiri Yerli % Oranı %72.4 %56 %49 %62.4 %66.3 %85 1985 Yılı İmalatı 10 Adet 8 " 4 " 5 " 10 " 19 " Bunun haricinde, Makina Sanayi Müessesesi"nde MKEK kendi dizaynı olan 40 adet yol bakım greyderi üretilmiştir. Geçmişte MKEK-FİAT ile iş makinaları üretimi ile ilgili bir lisans anlaşması yapmışsa da bu proje uygulamaya 459 konulmamıştır. 2. ÇİMTAŞ Çukurova İnşaat Makinaları Sanayi ve Ticaret A.Ş., Amerikan Caterpillar firmasının lisansı ile, Mersin'deki tesislerinde üretim yapmaktadır. 1974 yılında paletli iş makinalarmın yürüyüş takımları üretimiyle iş makinaları sanayine giren Çimsataş, çelik, pik sfero döküm tesisleri ile sıcak dövme tesisleriyle bütünleşmiş bir işletme olup, halen 953 tipi paletli yükleyici ile 950B tipi lastik tekerlekli yükleyici imal etmektedir. 1986 programı, 120 adet paletli ile 40 adet lastik tekerlekli yükleyicidir. Tesisin mamul cinslerine göre teorik kapasitesi; Mamul Cinsi Kapasite 953 tipi paletli yükleyicide 450 Adet/Yıl (3 vardiyada) 950 B tipi lastik tekerlekli yükleyicide 600 Adet/Yıl (3 vardiyada) Dövme 12500 Ton/Yıl (3 vardiyada) Çimsataş'ın 1985 yılı imalat rakamları ve yerli parça kullanım oranları ise aşağıda verilmektedir: Mamul Cinsi 1985 Yılı İmalatı 953 tipi paletli yükleyici 950 B tipi lastik tekerlekli yükleyici 38 Adet İmalata 1986 yılında başlanmıştır. Yerli Oranı %50 %35 Üretimin ekonominin elverdiği ölçüde çeşitlendirilmesine çalışılmaktadır. Bir D8L ayarı büyük dozer ile D6 ayarı küçük dozer, 936 ayarı küçük lastikli yükleyici, greyder ve paletli ekskavatör ilerideki yıllarda üretime alınacaktır. Komple iş makinalarmın imalatı yanı sıra, Çimsataş, tüm diğer marka paletli iş makinalarına da palet, makara, pim burç vb yürüyüş takımı parçaları imal edip vermektedir. 3. ÇUKUROVA İthalat ve İhracat T.A.Ş., 1981 yılından bu yana izmir'deki tesislerinde, tamamen yerli mühendislik ile dizayn edilmiş ve ithal girdileri minimum seviyede tutulmuş olan paletli ve lastik tekerlekli ekskavatörler ile lastik tekerlekli yükleyiciler imal etmektedir. Tesisin teorik üretim kapasitesi 100 Adet/Yıl'dır. Çukurova İthalat ve İhracat T.A.Ş., ilk olarak 1981 yılında 750 B tipi lastik tekerlekli ekskavatör ile imalata başlamış, 1984 yılında 755 tipi paletli ekskavatörü ve 1985 yılında da 840 tip lastik tekerlekli yükleyici üretim programına alınmıştır. Firmanın başlangıçtan bugüne kadar olan tiplere göre fiili üretim (satış) adetleri aşağıda gösterilmiştir. 460 Mamul Cinsi/Yıl 1981 Çukurova 750 B/ lastik tekerlekli ekskavatör 1982 1983 1984 1985 10 12 15 19 16 Çukurova 755 / paletli ekskavatör — — — 1 5 Çukurova 840 lastik tekerlekli yükleyici — — — — 3 4. Pİ MAKİNA Ankara Gölbaşı'ndaki tesislerinde yerli dizayn ile lastik tekerlekli yükleyici, hidrolik ekskavatör, greyder, dozer, vibrasyonlu yol silindiri gibi hareketli iş makinaları üreten firmanın teorik üretim kapasitesi 1200 Adet/Yıl olup; firma bünyesinde yapılan tevsii yatırımları ile tesisin mevcut kapalı alanı 2 42.000 m 'ye ulaşacağı gibi, kapasitede de artışlar olacaktır. Firma üretim adet8 leri hakkında bilgi elde edilememiştir."' ' Sanayi Bakanlığı'nın raporunda değinilmemekle birlikte, Sabancı grubunun Temsa bünyesinde başlattığı fork-lift üretimi çalışmalarının iş makinaları üretmeyi hedefleyen geniş bir porgramın bir parçası olduğu, diğer bazı başka fork-lift üreticileri bulunduğu ve traktörlere çeşitli ataşmanlar takarak küçük kapasiteli iş makinaları yaratmayı amaçlayan kuruluşlar olduğu söylenebilir. Ancak yukarıda belirtilen üretim adetleri, Türkiye'nin ihtiyacı ile karşılaştırıldığında talebin çok küçük bir bölümünü kapsadığı görülebilir. Gerçi kurulu kapasiteler ölçeğine bakıldığında, toplam kapasite şu şekilde olmaktadır. KURULUŞ TEORİK KAPASİTE (Adet/Yıl) MKE Çimsataş Çukurova PiMakina 800 1050 100 1200 TOPLAM 3150 Kurulu kapasitenin bu çapta bir üretime ne denli elverişli olduğu tartışma konusu olabilir. Ancak bu düzeyde bir kapasitenin varlığında yıllık üretimin 200 Adet/Yıl düzeyinde olması kurulu kapasitenin %10'undan daha az bir bölümün kullanılabildiğini, yoğun bir atıl kapasite sorununun olduğunu ortaya koymaktadır. Kurulu kapasitelerin çok küçük bir bölümünün kullanılması, yerli üretim 461 adetlerinin bir türlü artmaması, yıllardır izlenen ithalatı teşvik edici politikalardan ötürüdür. Milyarlarca liralık yatırımlarla oluşturulan tesislerin atıl durması, ekonomi için büyük bir kayıptır. Bu konuda Sanayi Şurası'na sunulan Yatırım Malları Sanayi Yönlendirme Planı özet Raporu'nda yer alan görüş ise, eksik ve tartışılmalıdır. "iş makinaları sanayinin yurdumuzda gelişmesi için mutlaka en son teknolojiyi içeren makinaların imal edilmesi şarttır. Yerli dizayn veya yurdumuzda gelişmemiş bir iş makinaları sanayi ile toplamacı üretimle bir yere varmak mümkün değildir. Bu sanayinin hakiki anlamda büyümesi için öncelikle yüksek teknoloji transferine ve yabancı sermayeye gerek vardır. Yabancı sermayenin bu konuda yatırım yapması için uzun vadeli kolaylıklar gösterilmeli ve bu konuda uzman çok uluslu şirketlerin Türkiye'de üretim tesisleri kurmaları ve buradan iç ve dış pazara dönük satış yapmaları sağlanmalıdır. Yüksek teknolojinin nisbeten ucuz işçilik ile birleştirilebilmesi Türkiye topraklarında yapılmalıdır. Bu iş makinaları sanayi gelişmesi için en önemli fırsattır." Türkiye'de kurulu bu sanayi dalının gelişebilmesini yalnızca yabancı sermaye yatırımına bağlamak yetersizdir. Bu anlayış, mevcut kamu tesislerinin çeşitli çokuluslu şirketlere önerilmesiyle de somutlanmaktadır. Mevcut sanayinin gelişmesi, yurt dışına daha az kaynak transferi için bir dizi tedbir almak mümkündür. 7. SONUÇ ve ÖNERİLER Gelişen yatırım faaliyetleriyle Türkiye'nin önümüzdeki yıllarda iş makinası talebi yoğunlaşacaktır. Yatırım malları ithalatında ön sıraya çıkan iş makinalarımn daha büyük bir bölümünün yurt içinden sağlanması ülke dışına daha az kaynak transferi için şu tedbirler alınabilir: 7.1. Mevcut sektörü teknolojik ve organizasyon yönünde geliştirici politikaları tespit etecek, bu teknolojik gelişmelerin ülkemize aktarılmasına yardımcı olabilecek, kuruluşlar bünyesinde AR-GE çalışmalarını yönlendirecek ve teşvik edecek bir İş Makinaları Araştırma Konseyi oluşturulabilir. Bu konseyde kamu ve özel sektör üretici kuruluşları, üniversiteler, ilgili meslek kuruluşları temsil edilebilir. 7.2. önümüzdeki yıllarda talebi ve talebin karşılanması mekanizmalarını tespit edecek bir iş makinaları master planı hazırlanabilir. Böylesi bir çalışmayla gerek kamu gerekse özel kuruluşların mevcut iş makinası parklarının, ürün tipi, marka, model, menşei yönünde» toplu bir sınıflandırması ortaya çıkarılabilir. Ayrıca makinaların yıllık çalışma saatleri tespit edilebilir, özellikle kamu kuruluşlarında atıl duran makinaların kiralama yoluyla değerlendirme imkan- 462 lan sağlanabilir. Kapsamlı bir çalışmayla ülkenin önümüzdeki dönemde gerçekçi bir iş makinası ihtiyaç tespiti yapılabilir, bu ihtiyacın yurt içinden karşılanabilinecek bölümünün arttırılması için öneri ve politikalar geliştirilebilir. 7.3. DPT İş Makinaları Standardizasyonu Komitesi'nin, alımlarda standart şartnameye uyma çalışmaları desteklenebilir ve geliştirilebilir. 7.4. Belediyeler tekil alımlar yerine, yöresel Belediye Birlikleri aracılığıyla toplu alımlara yönlendirilebilir. 5.S. Alım şartnamelerine ülkede imal edilen ürünlerin tercih edilmesine olanak veren maddeler konabilir, imalatçıların ithal ettikleri parçalardaki yüksek gümrük oranları düşürülebilir. 463 TABLO: SEKTÖRÜN ÜRÜN İTHALATI (1972-1982) ANA MALLAR 1972 1973 1974 1975 1976 1977 1978 1979 1980 1981 1982 1. Paletli Loder 71 102 226 595 547 469 116 90 165 258 25 2. Lastik Tekerlekli Loder 28 31 111 439 486 207 47 44 64 177 70 3. Dozer 57 207 160 342 535 342 29 15 186 191 90 4. Ekskavatör 27 23 25 42 44 46 48 42 126 66 144 5. Greyder 29 140 235 224 364 44 17 4 7 29 25 6. Skreyper 6 - 2 67 19 5 - - - 6 - 7. Ağır îş Kamyonu 45 - - - - 63 34 45 70 80 8. Boru Döşeyici - - 1 10 4 5 - - - - - 63 503 760 1719 1999 1257 320 229 593 797 AĞIR tŞ MAKtNALARl Kaynak: 5. BYKP iş Makinaları özel i htisas Alt Komisyonu Çalışma Raporu Taslağı, Ekim 1982 (x): Tahmini 139 434 TABLO İŞ MAKİNALARI 1977-1986 PARK DURUMU 1977 1978 1979 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1. Paletli Loder 3.737 3.854 3.944 4.114 4.246 4.246 4.257 4.276 4.327 4.378 2. Lastik Tekerlekli Loder 3. Dozer 1.688 1.735 1.779 1.843 2.021 2.071 2.126 2.181 2.900 ? 5.775 5.805 5.820 6.006 6.198 6.262 6.385 6. «03 6.821 7.025 ANA MALLAR AĞIR ÎŞ MAKİNALARI 4. Ekskavatör 5. Greyder 6. Skreyper T O P L A M 4-. U. 1.016 1.059 1.118 1.272 1.493 1.770 2.425 3.000 3.900 4.137 4.175 4.270 4.325 4.386 4.474 4.804 5.001 696 686 686 686 692 694 797 4.639 700 701 712 16.934 17.233 17.463 4-299 Bir önceki yıla göre değişim 965 4.073 + 239 18.037 18.754 + 574 + 717 : Kaynak: T.C. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1. Sanayi Şurası, Yatırım Malları Sanayi Yönlendirme Planı özel Raporu, Ankara 1987. 19.152 19.709 20.824 + 398 + 557 + U15 22.553 21.016 -f 1,729 t TABLO (Adet) AĞIR İŞ MAKİNALARI (1983-1993) YURTİÇİ TALEP TAHMİNLERİ Y I L 1987 1988 1989 1990- 1991 1992 1993 TOPLAM 1. Paletli Loder 486 525 568 613 664 718 775 4349 2. Lastik Tekerlekli Loder 236 255 275 .2-97 332 359 388 2142 ANA MALLAR L A R 3. Dozer 694 750 810" 815 930 1005 1085 4. Ekskavatör 140 151 163 176 190 206 222 6tl49 L248 5. Greyder 488 527 560 615 664 716 774 4353 78 85 92 99 107 115 125 701 2 2 2 2 3 3 3 17 722 780 843 910 996 1077 U63 6.491 2346 3075 3322 3,587 3.886 4,199 4535 25.450 6. Skreyper 7. Boru Döşeyici 8. Ağır tş Kamyonu TOPLAM TALEP Kaynak: 5. BYKP, iş Makinaları özel I htisas Alt Komisyonu Raporu D İ P N O T L A R ve K A Y N A K L A R 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. T.C. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1. Sanayi Şurası, 1987, Yatarım Malları Sanayi Yönlendirme Planı özet Raporu, Ankara, s. 104. a.g.e. a.g.e. a.g.e. a.g.e. Otomotiv Sanayi Derneği, Tüı-k otomotiv Sanayi Hakkında Genel ve İstatistik! Bilgiler Katalogu, No. 17. T.C. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı T.C. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1. Sanayi Şurası, 1987, Ankara Otomotiv Sanayiini Yönlendirme Komisyonu Raporu. 467 468 TÜRKİYE'DE MOTOR SANAYİ Ergin Sungur ÖZGEÇMİŞ 1935 doğumlu olan Ergin Sungur İ T Ü Makina FakUltesi'nden 1960'da mezun oldu. MKE'de ve özel sektörde çeşitli görevler aldıktan sonra AKMOSAN Genel Müdürü oldu ve halen bu görevi sürdürmektedir. Aynı zamanda TAYSAD Başkan Yardımcısıdır. ÖZET Bildiride önce Türkiye'de ulaşım sektörünün tarihçesi ve gelişimi anlatıldıktan sonra motor sanayii kuruluşundan itibaren ve ilgili araçların üretim durumu ile ilişkilendirilerek aşama aşama incelenmekte, AT karşısındaki konumu, ihracat açısından durumu ve geleceğe yönelik gelişme potansiyeli değerlendirilmektedir. GÎRİŞ Türkiye'de Motor Sanayii'nin durumuna gelmeden önce Ulaştırma Sektörü'nün nasıl bir gelişme gösterdiğini gözden geçirmekte fayda vardır. 29 Ekim 1923'de Cumhuriyet ilan edilirken yeni devletin ulaştırma imkânı sadece 4.138 km. demiryolu ve 18.000 km.'lik bir karayolu şebekesinden ibaretti. Bu karayolu şebekesi de bugünkü standartlardan uzak makadam ve stabilize yollardan meydana gelmekteydi. Binbir güçlük içinde bulunan Genç Türk Devleti o günlerde daha çok demiryolu taşımacılığına önem vermiş ve 1930-1940 yılları arasında 2.484 km. yeni demiryolu yapılmıştır. Karayolu inşaatında ilk ve büyük faaliyet Cumhuriyet'in ilk yıllarında İRAN Transit Yolunun 640 km.lik bölümünün tamamlanmasıdır. 469 Ancak, araya giren II. Dünya Savaşı bu çalışmaları aksatmış ve nihayet 1950 yılında 5S39 sayılı kanunla, Bayındırlık Bakanlığı'na bağlı olarak bugünkü "KARAYOLLARI GENEL MÜDÜRLÜĞÜ" kurulmuştur. 1950 yılında, Türkiye'de 24.306 km. devlet, 22.774 km. il ve köy yolu olmak üzere toplam 47.080 km.Lik bir yol ağı mevcuttu. Buna karşılık da, 13.500 adet otomobil, 3.750 adet otobüs, 15.500 adet kamyon olmak üzere toplam 32.500 adet motorlu araç bulunmaktaydı. KARAYOLLARI GENEL MÜDÜRLÜĞÜ'nün kurulmasından sonra Türkiye'nin taşımacılığında yapısal bir değişim başlamıştır. Bu yapısal değişme Demiryollarının aleyhine gelişme göstermiştir. Bu gelişmenin ana sebebi Türkiye'nin yeni demiryolları yapılacak bölgelerinin engebeli bir yapıya sahip olması ve o günkü ekonomik ve stratejik sebeplerden, gerek mamulün ve ürünün pazara arzının, gerekse sanayileşmeye başlayan Türkiye'nin girdi ihtiyaçlarının beklemeye tahammülü olmayışıdır. Ancak ulaşım sektöründeki bu yapısal değişim dört yönden dengeli bir gelişmeye kavuşturulamamıştır. 1.-Karayolu, Demiryolu ve Denizyolu taşımacılığında biribirini tamamlayıcı coğrafik yerleşim sağlanamamıştır. Pek çok yerde Karayolu ve Demiryolu biribirine paralel olarak konumlanmış bu da Demiryollarının gelişimini ve modernizasyonunu önlemiştir. 2. Yük ve yolcu taşımacılığında denge kurulamamış, karayolu lehinde büyük gelişmeler olmuştur. Yük Taşımacılığı Yolcu Taşımacılığı Karayolu Demiryolu Denizyolu Boru hattı Karayolu Demiryolu Denizyolu Havayolu %72.3 %10.4 %15.9 % 1.4 %94.0 % 4.1 % 1.2 % 0.7 Demiryolu etkinliğinin arttırılabilmesi için 3.200 km. çift hat demiryolu yapımına ihtiyaç vardır. Demiryolu payının 10 yıllık ulaştırma ana planında olduğu gibi gelişmesi mümkün görülmemektedir. 1955-1980 yıllarında yolcu taşımacılığı %73.1'den %94'e yükselmiş, demiryollarında %24'den %4.1'e düşmüştür. Yolcu taşımacılığında karayolları payının daha da yükselmesi beklenmektedir. Yılda ortalama %2'lik nüfus artışı gözönüne alındığında 1955 yılına kadar Yolcu x km olarak %85 oranında artış görülmesi beklenebilir. 3. Karayollarında bu ani gelişme, taşıt araçları sanayii diye bir sanayi mevcut değilken başlamış ve bunun sonucu olarak Türkiye süratle taşıt araçları ithaline gitmiştir. Fakat bu ithalatta belli standartların koyulmayışı, ülkemizi bir açık pazar haline getirmiş ve her marka-model ve tipte araç yurda sokulmuştur. 4. Yerli araç üretimi çalışmaları başladığında baş bayi durumundaki satıcılar montaj sanayii adı altında bu çok çeşitli araç parkının yerli üreticileri durumuna geçmişlerdir. Uzun süre bu konunun disiplin altına alınmayışı, 470 dış firmaların lisansör adı altında CKD parçaları Türkiye'ye şevki ve komple olarak ülkeye sokamadıkları araçları, parça parça getirerek burada bütünlemeleri yolunu açmıştır. Bu gelişmenin içinde 14 Nisan 1964 tarihinde 6/2905 sayılı kararname ile montaj sanayii talimatı yürürlüğe konmuştur. Buna rağmen üretimin belli standartlara uygun yapılmayışı marka-model ve tiplerde standardizasyona gidilmemesi, bugüne kadarki planlarda çeşitli tedbirler öngörülmesine rağmen, plan tedbirlerine uyulması bu sektörün sağlıklı bir yapıya kavuşmasını engellemiştir. TÜRKİYE'DE MOTOR SANAYİİ'NİN GENEL GÖRÜNÜMÜ Türkiye'de 1955 yılında tarım traktörü imaline yönelinmesi ile başlayan motorlu araç üretimi daha sonraki yıllarda kamyon, kamyonet, arazi tipi araç, otobüs ve minibüsü de kapsayacak şekilde imalat türlerini geliştirmiştir. Ancak, montaj sanayii talimatının yayınlandığı 1964 yılına kadar olan dönemde, otomobil dışında hemen tüm araç çeşitlerinin monte edildiği, fakat önemli bir yerlileşmenin de yapılamadığı görülmektedir. Tabiatıyla bu dönemde • motor imali konusunda, bir kısım ön fikirler dışında bir gelişme olmamıştır. 1964 yılında yayınlanan Montaj Sanayii Talimatı, otomotiv sanayiine bir yerlileşme disiplini getirirken, motor sanayiinin belirli bir anlayış içinde ele alınmasını öngörmüştür. Bu anlayış, herşeyden önce her kuruluşun, istediği zaman basit bir montaj niteliğinde motor üretimine başlamasını engellemiştir. Bunu sağlamak üzere Talimat, "motor ve aktarma organları gibi ana ünitelerin" imal ye montajına başlanmasını müsaadeye bağlamış ve bu faaliyet için gerekli yatırımın yeterli düzeyde olmasını şart koşmuştur. 1964-1968 arasında, motor aktarma organları imaline y öneli nmesi imkanları üzerinde ciddi bir şekilde durulmuş, ancak bu ünitelerin imalatının her firma bünyesinde ayrı ayrı gerçekleştirilmemesi ne çalışılmıştır. Bu maksatla, muhtelif otomotiv kuruluşlarının ortak olacağı bir şirket bünyesinde bu imalatın yapılması ve imal edilecek motorun, firmaların büyük ekseriyeti tarafından kullanılabilir bir motor olması üzerinde durulmuştur. Sanayi Bakanlığı'nın yönlendirdiği bu çalışmalar gerek o gün için, gerekse bugün için dahi uygun bir sonuç kabul edilebilecek şekilde 1968 yılında sonuçlandırılmıştır. Buna göre Türkiye'deki otomotiv kuruluşlarının önemli bir kısmının ortak olduğu şirkete Yabancı Sermaye Kanunu çerçevesinde izin verilmiş, yabancı ortak olarak Perkinsşirketi katılmıştır. Perkins'in bir çok ülkede, bir çok motorlu araç imalcisi tara-' fından kullanılmakta olması ve Türkiye'de imal edilen birçok traktör ve kamyon tipine adapte edilebilir bir motor oluşu projeye iyi bir çözüm görünümü veriyordu. 1968 yılında müsaade edilen bir kuruluşun gelişimi nisbeten yavaş olmuş, 1969 yılında proje hazırlık çalışmaları yürütülmüş, yatırım yeri tespit edilmiş ve temeli atılmıştır. Ancak 1970 yılında alınan ekonomik tedbirler Otomotiv Sanayii mamullerine olan talebi büyük ölçüde düşürmüş ve projenin ortakları, böyle bir yatırım için pazarırf yeterli olmadığı ve kısa bir zamanda talepte önem471 li bir artışın olamıyacağı kanaatına varmışlardır. Bu tereddütler sonunda proje iptal edilmiştir. 1970 yılı öncesinde, dizel motoru konusunda çalışmalar yapılmakla beraber benzin motorları konusu; o dönemde otomobil imalatına kısa bir süre önce başlanmış olması ve otomobil dışı araçlarda benzin motoru kullanımının sınırlı oluşu sebebi ile pek ele alınmamıştır. 1970'lerin ilk yıllarında imalata başlayan Tofaş ve Renault otomobil fabrikaları, kendi araçlarının ihtiyaçlarını kendi fabrikalarında imal etmeyi hedef almışlar ve yatırımlarını buna göre planlamışlardır. 1966 yılı sonundan itibaren otomobil imal eden Otosan, Sanayi Bakanlığı'nın da temayüllerini dikkate alarak otomobil ve otomobil ile aynı motoru kullanan kamyonetlerin motorlarını zamanla CKD olarak ithal etmeye başlamış ve belirli bir yerli muhtevaya ulaşmıştır. •; Otomobil imal eden kuruluşlar böylece 1975 yılından önce, kendi ihtiyaçları olan benzin motorlarını imal eder düzeye gelmişlerdir. Otomobil dışındaki araçlarda kullanılan benzin motoru miktarının azlığı, bu ihtiyacı karşılayacak bir imalat yatırımını ekonomik kılmadığından, 1973 yılından itibaren benzin motoru kullanarak otomobil dışındaki araçları imal eden kuruluşlar CKD ithaline yönelmiştir. Bu tip benzin botorları, bugüne kadar da CKD ithalat ve belirli düzeyde yerli katkı ile monte edilmiştir. 1970 ekonomik tedbirlerinden sonra motorlu araç talebindeki büyük düşüş yaklaşık bir sene kadar devam etmiştir. 1971 ikinci yarısında talepteki artış beklenenden çok hızlı olmuş adeta bir talep patlaması ile karşılaşılmıştır. İmalatçı kuruluşlar beklenmedik bu talebi karşılayamaz hale gelmişler ve 1972 imalatı daha önceki yılların imalat rakamlarını aşmıştır. Bu gelişim dizel motoru konusunu tekrar gündeme getirmiştir. Ancak 1970 ve 1971 de talebin düşüklüğü, ilerdeki gelişmeleri kestirmenin güçlüğü, bu dönemde otomotiv kuruluşlarını motor ve aktarma organları için bir yatırım yapılması konusunda çekingenliğe sevketmiştir. Bu dönemde hazırlanan Üçüncü 5 Yıllık Kalkınma Planı bu çekingenliği dikkate alarak "özel sektörün yatırım yapmakta tereddüt gösterdiği konularda, özellikle motor ve aktarma organları imalatında kamu sektörünün öncülük görevi yapması" görüşünü ortaya atmıştır. 1972 yılında ortaya çıkan talep patlaması, otomotiv kuruluşlarının motor yatırımı konusundaki tereddütlerini gidermişti. Bir kısım kuruluşlar kendi adına, bazıları da daha önce Perkins projesinde olduğu gibi bir araya gelerek bir motor yatırımı yapma girişimlerinde bulunmuşlardır. Plandaki oldukça esnek ifade, böyle bir yatırımda kamunun mutlaka ekseriyet hisseye sahip olacağı bir kuruluşun bu yatırımı yapması gerektiği şeklinde yorumlanmış ve hiçbir projeye müsaade verilmemiştir. Ancak BMC firması, kuruluş kararnamesindeki motor imali ile ilgili hükme dayanarak yatırımı geliştirmiş, diğer bir kaç kuruluş da motor montaj tesisleri kurarak dağınık motor ithaline başlamışlardır. Her firmanın kullandığı motorun kendi tesisinde monte edilmesi, belirli nisbette yerli parça kullanılmış olsa dahi, dizel motoru konusunda kabul edilir bir çözüm olmadığından, bu eğilimin yaygınlaşması 1975 yılı öncesinde ilgili 472 1 resmi kuruluşlarca engellenmeye çalışılmıştır. 1972 yılında, dizel motoru yatırımı konusunda sıhhatli bir çözüm bulmak ve konuyu her yönü ile tartışmak üzere Dizel Motoru Sempozyumu düzenlenmiştir. Bu sempozyum vesilesi ile bir çok kuruluş, bu konuda yatırım yapmak üzere ön projeler de hazırlamış ve Sanayi Bakanlığı'na vermişlerdir. Ancak sempozyum sonrası çalışmalar, bazı resmi kuruluşlar arasındaki görüş farklılıkları sebebi ile bir sonuca ulaştırılamamıştır, özellikle 1973'den sonra dizel motoru konusunda kamunun ekseriyet hisseye sahip olduğu, hatta tümü ile kamuya ait bir yatırım gerçekleştirilmesi fikri ağırlık kazanmıştır. 1974 yılında dizel motoru konusunda yapılacak bir yatırımın tüm sermayesi Sevlete ait bir kuruluş olması kesinleşmiş ve bu kuruluşun hazırlıklarına ba|lânmıştır. 1975 yılında bu fikrî gerçekleştirmek üzere TÜMOSAN A.Ş. kur'âfuşu gerçekleşmiştir. TÜMOSAN'ın kuruluşundan sonra da Türkiye'deki tüm dizel motoru ihtiyacının bu kuruluş tarafından sağlanması fikri benimsenmiştir. Bu sebeple 1980 yılına kadar hiç bir kuruluşa motor imali için yatırım yapma izni verilmemiştir. Dolayısıyle, kararnamesine göre daha önce bu müsaadeyi almış olan BMC firması dışında hiç bir kuruluş montaj dışında bir motor imalatı yatırımı yapamamıştır. Ancak dizel motoru imalini tek elde bulundurma görüşüne bir ölçüde ters düşen bir düşünce ile 1975'den sonraki yıllarda otomotiv kuruluşları CKD motor ithalini zorlamıştır. Bu zorlama sonucu birçok kuruluş motor montaj tesisleri kurmuş ve hatta bir kısmı bu faaliyetlerinde önemli sayılabilecek döviz tasarruf oranlarına da erişmişlerdir. TÜMOSAN'ın yatırımı ise gerekli iç ve dış finansmanın zamanında sağlanamaması sebebi ile gecikmiştir. Projede kapasitenin çok büyük tutuluşu ve yerli parçaların mühim bir kısmının kendi bünyesinde imal edilmesinin hedef alınması projenin yatırımını büyüterek finansmanını daha da güçlendirmiştir. Ayrıca konunun bir ölçüde politik bir hale gelmesi zaman zaman projenin ekonomik veya teknik kriterlere göre değerlendirilmesini veya kademeli bir yatırım haline getirilmesini de engellemiştir. 1980'e kadar olan dönemde Tümosan yatırımları hızlandırılamadığı gibi otomotiv kuruluşlarına da yatırım izni verilmemiştir. Bu yatırım sınırlamasının sonucu, firma faaliyetleri genellikle CKD ithal edilen parçalar ile yan sanayiden temin edilebilen yerli parçalarla birleştirilip kendi tesislerinde monte edilmesi ile sınırlı kalmıştır. Bu imalat sırasında bazı parçaların firma bünyesinde imal edilerek kullanıldığı da görülmektedir. Benzin motorları imalatı, daha önceki bölümde belirtildiği gibi, otomobil firmaları bünyesinde başlamış ve otomobil benzin motorları konusu kendi içinde çözümlenmiştir. Bu sahada yapılan yeni yatırım, OTOSAN'ın Eskişehir, İnönü'de kurduğu tesistir. Kuruluş öncelikle Otosan'ın imal ettiği otomobil, küçük kamyonet, kamyonet, minibüs ve kamyonlar için motor imal etmekte olup, ihtiyaca göre ortaya çıkacak bir denge içinde hem benzinli, hem de dizel motoru imalatını birlikte yürütecektir. 473 özel sektörün de motor imaline imkan veren ve 1980 yılında uygulamaya konulan yeni görüş ışığında yabancı sermaye ortaklığı ile yatırım ve imalat izni alan diğer bir kuruluş da M A N M O T O R Sanayi ve Ticaret A.Ş.'dir. 180-650 BG grubunda yılda 7000 adet imalat yapacak kapasitede planlanan yatırım tamamlanarak imalata geçilmiştir. Motor bloku, Silindir kafası kam mili ve diğer ana motor parçaları fabrika bünyesinde imal edilmektedir. Bu tesis de öncelikle M A N A S programında bulunan kamyon, otobüs ve treyler çekicilerinin motor ihtiyacını karşılayacaktır. Ancak diğer kuruluşların ihtiyacına cevap verebilecek yedek kapasitesi olduğu gibi, bazı endüstriyel ekipmanlara, generatör setlerine, deniz ulaşım araçlarına motor verebilecektir. Ayrıca askeri araçların motor yenileme ihtiyaçlarının da karşılanması planlanmıştır. Bu arada TÜMOSAN'ın 25.000 motor/yıl kapasitesindeki 85 ve 1 3 0 B G gücündeki Mercedes Diesel motor projesi, 62-78 BG de iki tip motordan 40.000 adet/yıl üretilecek olan Mitsubishi hafif hizmet diesel motor projesi iptal edilmiştir. Yakın geçmişin önemli bir gelişmesi de motorlu araçlarda müsaade edilen aks yüklerinin artmış olmasıdır. Bu karar taşıma kapasitesi yüksek kamyonların, treyler çekicilerinin talebini arttırabilecekti. Bu da kamyon ve otobüs imal eden kuruluşların daha güçlü motorlara ihtiyaç duymalarını gerektirecekti. Ancak kullanılmış çekici, ağır kamyon ve otobüs ithalatının bir süre serbest bırakılması bu talebi geciktirmiş ve bu konuda yatırım yapanları güç durumda bırakmıştır. AVRUPA TOPLULUĞU KARŞISINDA KONUM Gerek taşıt araçları üretiminde, gerekse bunun önemli bir parçası komple motor üretiminde sanayiimizin bir rekabet gücü yoktur. Zaten mevcut motor üreticileri üretimlerini hemen hemen tamamen Avrupa imalatçılarının lisansları ile yürütmektedirler. Bu duruma göre, Avrupa Topluluğu ile bir rekabet değil ancak bir integrasyon ve iş bölümü mümkün görülmektedi. Enteresan olun şudur ki motor dışında otomotiv yan sanayi mamullerini (motor parçaları üretenler dahil) üreten firmaların kendilerine has yapısal özellikleri sebebiyle Avrupa Topluluğu ile daha.kolay ve süratli bir şekilde işbirliği ve hatta bazı alanlarda rekabet yapabilecek hale gelmiş olmalarıdır. Bunun sebebi de yan sanayinin ürettiği mamullerin daha üniversal ve her araca hitap eder mahiyette bulunması ve pek çok marka-model ve tip araca aynı anda hitap edebilme imkânının bulunmasıdır.' Ancak motor üretimi çok daha pahalı yatırım istemesi, mamulün genellikle lisansöre ait araçlardan başka yerde kullanılamaması (Otomotiv dışı uygulamalar hariç) motor modellerinin değişmesi ile yeni tip üretime geçişin finansal yükünün ağır oluşu gibi sebeplerle gerçek motor üreticileri Türkiye'de bilhassa orta ve daha yukarı güçteki Diesel motor üretiminde modernizasyon ve yeni tip ürünlere geçişte zorluklarla karşılaşmaktadırlar. Tabii ki bunda 474 ı>< .41 yıllık talep miktarlarının üretim hatlarının rantabilitesini sağlayamayacak şekilde diifük olmasının etkileri de böyüktör. Bugün için Türkiye'de, ayrı ayrı marka ve modeller düşünüldüğünde ve tatta tümü birlikte ele alınsa orta ve bilhassa daha yukarı güçteki diesel .motor üretimi için yeterli rakamlara ulaşmak mümkün değildir. Bu sebepten teknoloji transferi, mevcut motor üretiminde yardımcı ekipman ve parçalarda ileri teknoloji uygulamalarıyla nisbeten gelişmeler göstermekten ileri gidemeyecektir. Yukarda belirlenen sebeplerden dolayı Türkiye'nin motor olarak ihracat potansiyeli yoktur. Ancak diğer ülkelerde üretimine son verilmesi sebebiyle lisansörün uzun vadeli müşteri hizmetleri taahhüdü dolayısıyla eski model motorlarda küçük de olsa bir miktar ihracat şansı vardır. Diğer taraftan bilhassa otobüs ihracatı sebebiyle bir miktar da araç ile birlikte motor ihraç edilebilrfrieJctedir. S;; Yurtiçi pazarda ise her lisansörün kendi aracına kendi motoru takması sebebiyle, bir miktar otomotiv dışı tatbikat hariç üniversal bir motor pazarı yoktur. TÜRKİYE'DE MOTOR SANAYİİ'NİN GENEL GELİŞME EĞİLİMİ Türkiye'de Milli gelir, buna bağlı olarak üretim ve tüketim artmadıkça gerek taşıt araçları gerekse de buna bağlı olarak motor sanayiinde önemli gelişmeler beklenemez. Bugün için otomobil üretiminde görülen nisbi canlılık, üretilen tiplerin Avrupa fiyatlarına göre ucuz olmasındandır. Buna mukabil de araç performanslarının bu fiyatlara uygun olması da kaçınılmazdır. Esasen toplam otomobil üretim ve satışı da Avrupa ölçeklerine göre miktar olarak çok düşük kalmaktadır. Diğer taraftan banka faizlerinin enflasyon seviyesine göre yükseltilmesi ve yakın gelecekte beklenen fiyat artışları çerçevesinde bu canlılığın devam edeceği de şüphelidir. Milli gelirin ve buna bağlı olarak üretim ve tüketimin artışı sadece tüketicinin satınalma gücünün artması bakımından değil, öncelikle yurt içi ve dışı yolcu ve yük artışının getireceği otobüs, kamyon ve çekici talebinin yükselmesi bakımından önemlidir. Yurdumuzda motor üreticileri iki ayrı sistem ile çalışmaktadırlar. Bunlardan birincisi motorun hemen hemen bütün parçalarını silindir bloku, kafası, krank mili, kam mili ve biyel gibi önemli parçalan dahil olmak üzere gerek kendi tesislerinde üreterek gerekse yan sanayiden temin ederek motor üretimi yapan üreticilerdir. Tabiiki, buna rağmen bir kısım parça ve komponentleri ithal etmektedirler. Bu gurup üreticiler motor üretim hatları için büyük yatırım yapmışlar, iç ve dış krediler kullanmışlardır. ikinci gurup üreticiler ise genelde, ana motor parçalarında ithalata dayanmakta, diğer parçaları kendileri üreterek veya yan sanayiden temin ederek motor üretimini gerçekleştirmektedirler. 475 Birinci gurup üreticiler bilhassa orta ve ağır diesel imalatında talep eksikliği yüzünden kapasitelerini dolduramamakta fakat aynı zamanda Türkiye'nin her an motor ihtiyacını dışa bağımlı olmadan karşılayabilmeleri bakımından ülke için stratejik bir görev yapmaktadırlar. Buna karşılık modern teknolojiyi genel motor dizaynında değil fakat mevcut motorun geliştirilebilmesi yönünde takip edebilmektedirler. İkinci gurup üreticiler ise modern teknolojinin takibinde daha kolay intibak sağlamakta ve model ve tip değişikliğinde ana parçalan ithal ettiklerinden bir süre komple motor ithal ederek ihtiyaçlarını karşılamakta daha sonra zamanla yerli yüzdeyi arttırabilmektedirler. Fakat bunların içinde yıllardır aynı motorun ana parçalarını ithal ederek üretim yapan ve teknolojik yeniliklere gitmeyen firmalarda mevcuttur. Bu gurup üreticilerin herhangi bir ciddi kriz halinde üretimi devam ettirmelerine imkân yoktur. Ancak yedek parça bazında yan sanayi ile birlikte bir miktar üretim yaparak kendi araç parklarını ayakta tutabilmeleri imkân dahilindedir. Bundan da görüldüğü gibi Türkiye'de araç talepleri ekonomik üretim seviyelerine çıkmadıkça birinci gurup üreticiler için sıkıntılar devam edecektir. Ancak ikinci gurup üreticiler de mevcut olmadıkça ileri teknolojiye sahip motorlar hizmete sokulamayacak dolayısıyla teknolojik gelişmeye ayak uydurulamıyacaktır. Buna göre Avrupa Topluluğu'na girilse bile bilhassa motor konusunda devletin koruyucu tedbirleri devam ettirmesi, her iki gurup arasında denge kuracak politikalar takip etmesi gerekmektedir. Stratejik açıdan motoru yerli olarak imal eden ve bu konuda büyük yatırımlar yapan kuruluşların ayakta tutulması için tedbirler alınmalıdır. Hatta birinci gurup kuruluşların bünyelerinde kendi üretimleri ile birlikte ikinci gurup kuruluşların üretim sistemleri ile ileri teknolojiye sahip motor üretimlerini de yapmalarını sağlayacak şekilde tedbirler alınmalı ve bunlar en fazla teşvik ve himayeye mazhar kuruluşlar olarak kabul edilmelidir. Ancak bundan böyle de teşvik tedbirlerine, devlet korumacılığına, gerçekçi olmayan varsayımlara dayanan yatırımlara müsaade edilmemelidir. Fizibilite etüdlerinin yatırımcının isteklerini ve arzusunu değil, ekonominin gereklerini ihtiva etmesine dikkat edilmeli, yatırımcının arzuları ile devletin teşvik tedbirlerini telif eden fakat gerçek ekonomik rantabilite ve fizibiliteyi yansıtmayan yatırım istekleri geri çevrilmelidir. Daha uzun bir süre yurdumuzda bilhassa orta ve ağır hizmet diesel motorlarında önemli talep artışlarının beklenemeyeceği bu seviyeye ulaşıldığında v da motor teknolojisinde radikal gelişmeler meydana geleceği düşünülmektedir. Bu açıdan yeni motor yatırımlarına müsaade edilmemeli, ancak mevcut tesislerin modernizasyon ve yenilenmesi konuları dikkate alınmalı, ayrıca modern teknolojiyi takip etme imkânı olan ikinci gurup üreticilerin de bu yönde gelecek gerçekçi talepleri gözönüne alınmalıdır. önümüzdeki yıllarda gerek taşıt araçları ve gerekse motor üreticileri 476 arasında tabii bir seleksiyonun gerçekleşmesi ve marka-model ve tiplerde azalmanın meydana gelerek firma bazında üretim adetlerinin artması beklenmesine rağmen, alınacak tedbirlerde de bu kriterlere dikkat edilmeli, boşuna kaynak israfına meydan verilmemelidir. SONUÇ Başlangıçta belirli bir disiplin, ekonomik gereklilik ve gerçeklilik üzerine oturtulmayan motor sanayiimizin bundan böyle gerek üreticiler, gerek yatırımcılar ve gerekse resmi kuruluşlarca, olayın gerçek boyutları üzerinde doğru değerlendirmeler yapılmak suretiyle devamlı gözlenmesi, sağlıklı bir yapıya kavuşuncaya kadar bilinçli bir şekilde korunması ve ilerde kendi ayakları üzerinde durabilmesi için sürekli tedbirlerin alınması, görüş ve temennimizi teşkil etmektedir. 477 478 TÜRKİYE'YE TEKNOLOJİ TRANSFERİ Gülser Yıldırım ÖZGECMİ3 Ortadoğu Teknik üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümü'nden 1967 yılında yükseklisans ile mezun oldu. Bir süre bu bölümde asistanlık yaptıktan sonra 1969 yılında Petkim Petrokimya A.Ş. Yarımca tesislerinde (VAKPET) çalışmaya başladı. 1979 yılmda T. Şişe ve Cam Fab. A.Ş.'ne girdi ve Proje ve Teknik Hizmetler Müdürlüğü yaptı. Halen topluluğa bağlı yeni kurulmuş olan Camiş Ambalaj Sanayii A.Ş.'de Teknik İşler Müdürlüğü'nü sürdürmektedir. ÖZET "Türkiye'ye Teknoloji Transferi" tebliği teknoloji kavramı, transferi ile ilgili temel bilgileri vurguladıktan sonra cam sanayii özelinde teknoloji transferini incelemektedir. Tebliğde, Türkiye'de cam sanayiinin kurulusundan başlayarak güncel duruma kadar geçen sürede transfer edilen teknolojiler özetlenmekte ve teknoloji transferinde kollektifleştirllmlş bilginin önemi üzerinde durulmaktadır. I. GİRİŞ Teknoloji Kavramının Tanımı, Teknoloji Aktaranının önemi Teknoloji kavramını, sistematik üretim bilgisini, üretim için kullanılan tüm araç ve gereçler ile, o üretimi gerçekleştiren insan gücünü kapsayan dinamik bir olgu şeklinde tanımlamak mümkündür. Bu şekilde teknolojinin birbiri içine geçen ve birlikte sonuca etken olan üç ana unsuru bulunmaktadır: • Bilgi (araştırma-geiiştirme veya deneyimlerin birikimi ile edinilen), • Araç-gereç (üretim için gerekli sistemlerin donanımın tamamı), • insanjücü (Üretimi gerçekleştiren) 479 TEHMOLÜJİ Teknoloji transferi açısından, tüm kaynakların seferber edilmesi paralelinde yine en önemli faktör "insan gücü"dür. Yeterli eğitilmiş insan gücü, teknoloji alıcısının başarısı için, parasal kaynak kullanımı yanı sıra, en önemli etkendir. Teknoloji transferi niye gereklidir? Çok kereler sorulmuş, çeşitli platformlarda, özellikle Türkiye'nin bugünkü durumu ve geleceği açısından ayrıntılı olarak dile getirilmiş bu suale burada da bir kez değinmekte yarar vardır. Toplumlar geçirmiş oldukları gelişme evrelerinde, tarım ve endüstri devrimlerinden sonra, çok daha seri ve dinamik şekilde iletişim ve bilgi ağı paylaşımı dönemine geçmişlerdir. Günümüzde bilgi üretilmesi ve dağıtımı değerli bir ekonomik eylem türü olmaktadır. Çok önemli kaynaklar gelişmiş ülkelerde bilgi üretimi için harcanmaktadır. Ayrıca üretilen bilginin transferinin de önemli mali boyutları vardır. Bu hızlı gelişen çağdaş düzene ayak uydurmak için Türkiye'ye gerekli teknoloji aktarımlarını yapmak, gelişmenin dinamizmi içinde kendi beyin gücümüz ile bu teknolojileri özümlemek ve katkıda bulunmak kaçınılmaz olmaktadır. Çimento, şeker, tekstil, plastik hammadde, gıda, cam seramik, demirçelik vb gibi, çeşitli sanayi dallarında bu aşamaların belli ölçülerde gerçekleşmiş olduğu söylenebilir. Ancak, hedefin mevcudun aynısını değil, gelişmişini yapabilmek olduğu hususu da gözden kaçırılmamalı, konuya verilen önem artarak sürdürülmelidir. Esasen teknoloji transferi yalnızca gelişmekte olan ülkelere aktarım ile sınırlanmayıp, gelişmiş ülkelerin firmaları arasında da yeni ürünleri, ürün, üretim teknikleri geliştirme ve ileri teknoloji uygulamalarını içeren çeşitli anlaşmalar yapılmaktadır. Böylelikle karşılıklı bilgi iletişim ağını her zaman yineleyerek tamamlamak mümkün olmaktadır. II. TEKNOLOJİ TRANSFERİ - GENEL ÇERÇEVE Teknoloji transferi, araştırma-geliştirme çalışmaları ve tecrübe birikimi sonucu oluşan bilginin talep sahibi tarafa transferi ile gerçekleşmektedir. Teknolojiyi alan ve satan taraflar bir araya gelerek, genellikle bir yasal anlaşma metni üzerinde görüş birliğine varırlar. Bu anlaşma birkaç farklı şekil480 de olabilmektedir: - Lisans anlaşmaları, - "Know-how"ların (yazılı belge) aktarımı, - Teknik yardım ve destek verilmesi. Bazı hallerde bu anlaşmalarda kapsamların iç içe olduğu, örneğin: "lisans-know-how" veya "teknik yardım ve know-hov^" anlaşmalarının yapıldığı sıkça görülmektedir. Lisans Anlaşması Satın alınan teknoloji konusunda, transfer eden tarafın teknik bilgisi patentlerle korunmakta ve bu çerçevede satılmakta ise, bu anlaşma lisans anlaşması şeklinde tanımlanır. Know-How Verilmesi Teknik bilgi birikimi her ne kadar patent konusu olmayabilir ise de, satıcı firmanın kendi özelinde yapmış olduğu geliştirme, yenilik ve gizli bilgilerin transferini içeren bir anlaşma şeklidir. Teknik Yardım ve Destek Verilmesi Bu tür bir anlaşma yapılması halinde tecrübeli taraf kendi birikimlerini, bilinen üretim konusunda bir teknolojik uygulamanın yapılması için talep eden tarafa, yardım ve destek olarak aktarır. Yazılı klişe bilgilerden çok anlaşma maddelerine de bağlı olarak eleman değişimi ile eğitim hizmetlerini içerir. Bu anlaşmalarda genellikle iki farklı tür ödeme uygulanmaktadır: - Götürü bedel: Peşin veya belirli sürelerde sabit tutarların ödenmesi. - Royalty: Satış veya diğer gelirlere bağlı, belirli yüzde oranına göre yapılan ödemeler. Royalty ödemelerinde genellikle bir taban konulur, üst limit sınırsızdır, gelir oranına göre yıllık, 6'şar aylık vb devreler için hesaplanarak transfer edilir. Teknoloji transferindeki temel yaklaşımlar şu şekilde sıralanmaktadır: - Alınması planlanan teknoloji için bilinçli etüd yapılması. Bu etüdün ana hatları: İçe dönük çalışmalar kapsamında; a) Gerekli pazar bilgilerinin -ürün talep miktar ve projeksiyonları; istenilen kalite ve çeşitler, pazara arz şekli, ürün dağıtım ağı oluşturulması için ön düşünceler, b) Üretim için ilk etapta kullanılması öngörülen hammadde kaynakları ve evsafı için çalışmalar, c) Tesis konumunun seçilmesi için alt-yapı, enerji, nakliye imkanlarının değerlendirilmesi, 481 d) Mali kaynaklar, şeklinde sıralanabilir. Ayrıca, daha makro ölçekte; — Dünyadaki uygulamalar, - Genel teknoloji kullanım eğilimleri ve ileriye dönük gelişme ve beklentiler, — Pazar analizleri, teknoloji seçimi esnasında genel boyutları ile tercihlerde etken olacaktır. 1. Anlaşma için yapılan ön temas görüşmeler ve sonuçlandırma Yabancı bir teknoloji satın alınırken, sözleşme metni hükümleri çok dikkatle kaleme alınmalı, incelenmelidir. Bağlayıcı hükümler şunları kapsar: - Anlaşma süresi, - Teknolojinin genel tanımı, — Bilgi aktarımı için kapsam ve sınırlamalar, ileriye dönük gelişmelerden yararlanma imkanları, - Bilgi aktarımı şekli, yazılı dokümantasyon, uzman yardımı ve eğitim hizmetlerinin şekil, süre ve niteliklerinin belirlenmesi, — Satış, özellikle dış pazar kısıtlamaları, - Garanti şartları, cezai hükümler, — ödenen bedel ve ödeme şekilleri. Bütün bu ana hatlarına değinilen maddelere ilişkin temasların bilinçli ve pazarlık gücü korunarak yapılması sonuçtaki başarıyı etkileyecektir. 2. Yeni teknoloji için üretimde kullanılacak makina parkının, sat ma I man bilgi değerlendirilerek seçimi çok önemli ikinci bir etap olmaktadır. Malzemenin niteliği, menşei, en geliştirilmiş ve yerel şartları uygun olanın tercihi, işletme içi yedekleme ve parça tamini açısından maliyetlere ve verime etkisi, uygulama için önemli kriterler olmaktadır. Yurt içinde imalat imkanları ve teknoloji satan firmanın önerdiği, empoze ettiği kaynakların kullanımı mümkün olan en ayrıntılı şekilde incelenerek kararlaştırılmalıdır. 3. Üçüncü ana husus, işletme dönemi sonrası, alınan bilgilerin, edinilen tecrübelerin sağlıklı bir doküman parkı oluşturularak yaşatılmasıdır. Bir sonraki aşamada (yeni ürüne, gelişme uygulamalarına veya tevsie geçiş), yaşayan bilgi ve tecrübelerin kullanılabilirliği, teknolojinin ne oranda özümlendiğinin önemli bir göstergesidir. / 1-4 Eylül 1987 tarihleri arasında toplanan I. Sanayi Şurasi'nda çalışmalara katkıda bulunan çeşitli sanayi sektörü temsilcileri, kendi alt gruplarına ilişkin durum değerlendirmesi yapmışlar, uzun vadeli beklentileri yafmsıra güncel sorunlarını dile getirmişlerdir. 482 İlk teknoloji alımı (komple üretim bilgisi) Bilgi temini (anlaşma uygulaması) Üretime geçiş (makina parkına yatırım) \ Özümleme-değerlendirme (insan gücü yatırımı) 1 i • Bilgi depolamaJ \ Geliştirme çalışmaları I (araştırma çalışmaları, yerel şartlara uyarlama) Yeni veya mevcut teknolojinin geliştirilmesine geçiş Gelişen teknolojinin değerlendirilerek,ihtiyaç duyulan kadarının alımı (seçilen ek bilgilerin temini) Teknoloji transferi konusunda bir çok ayrı platformda dile getirilen te/nel görüşler, bu sürede, şu şekilde ana hatlarıyla belirlenmiştir: 1. Gelişmiş ülkeler teknolojilerinin hızla değişen aşamaları yakınen takip edilmelidir. 2. Ülke sanayi sektöründeki kurulu tesislerin ekonomik boyutları değerlendirilmeli, yeni yatırımlar için en uygun teknolojiler seçilmelidir. 3. Eğitim konusuna gereken ağırlıkta acilen ve önemle eğilmek, hayati bir konu olarak gözükmektedir. 4. Araştırma-geliştirme çalışmalarına ağırlık vermek ve bu çalışmaları özellikle teknoloji transferi yapılan konularda geliştirme, izleme ve bilgi iletişimi açısından güncel tutmak, yaratıcılığı özendirmek, 2000'li yıllara arzu edilen geçiş için önemli olmaktadır. Türkiye'ye yapılan teknoloji transferini bu çerçevede gruplamak mümkündür; ancak bu anlaşmaların süre, sektörel dağılımı, genel şartları ve genel parasal boyutları içeren istatistiki bilgiler mevcut değildir. Bunun için T.C. Sanayii ve Ticaret Bakanlığı'nca bir envanter çalışması halen sürdürülmektedir. Türkiye'ye yapılan teknoloji transferlerinde gözönünde bulundurulması gereken bir önemli husus da, teknolojinin, sanayiciler tarafından ithal edilen 483 çok sayıda makina ve teçhizat ile birlikte büyük boyutlarda alınıyor olmasıdır. Bu durumda "hardvvare" için ödenen bedelin içinde bir miktar "software" (bu makinayı kullanana verilecek sistematik üretim bilgisi) de bulunmaktadır. Gelişmiş ülkelerdeki yoğun rekabet ortamında, yenilenen lerle birlikte makina parklarının gerek malzeme niteliği, gerekse de nun artırılmasına yönelik geniş boyutlu değişimlere tabi olduğu mamullerinin yatırım boyutlarını bu uygulamalar nedeniyle büyük kilediği de bir gerçektir. teknolojiotomasyove sanayi ölçüde et- Bu nedenle satın alınan teknoloji olarak Türkiye'ye giren bilgi karşılığı anlaşmalar için ödenen bedeller yanısıra, ithal makina bedellerinin de belli oranlarını kabul ederek, istatistiki veriler derlemek daha gerçekçi olacaktır. r TEKNOLOJİ KAYNAKLARI, BİLGİ AKIŞI ı DEĞERLENDIRME-TERCIH) -ITJSAN G Ü C Ü - - - ->[~ ; UYGULAMA. -ARAÇ GEREÇ *-J TESIS KURMA-ÜRETIM n URUN (BILGI,IZLEME) PAZAR EĞİTİM, ARAŞTIRMA-GELİŞTÎRME YENİLEME GELİŞTİRME . —V YENİ, ' GELİŞEN .ÜRÜN YENİ PAZAR TÜRKİYE'YE TEKNOLOJİ AKTARIM SÜRECİNE GENEL BAKIŞ 484 • # •«*•»* * • * M III. CAM SANAYİİNDE TEKNOLOJİ TRANSFERİNİN EVRELERİ Cam sanayiini Cumhuriyet dönemindeki ilk planlı kalkınma hamlesinde kuruluşuna geçilen örnek sanayilerden birisi olarak kabul edip, o süre içinde bu alanda gelişmeler, çeşitli teknolojilerin kullanım evrelerine değinerek örneklenecektir. İlk Aşama Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı'nda kurulması öngörülen tesiste o günkü ülke ihtiyacı tüm şişe, bardak gibi cam ürünlerinin karşılanması ve hatta 2000 ton kapasiteli bir pencere camı fabrikası eklenmesi öngörülmüş idi. Farklı teknolojileri gerektiren bu iki tür üretimin ortak hammadde gereği aynı işletme bünyesinde kurulması uygun görülmekte idi. Hammadde kumun etüdleri 1932'de Almanya'da yapılarak, olumlu sonuç vermişti. Diğer girdilerden kalkerin de yurt içinden temini mümkün görülmüştü. Soda ve sülfat'ın ithali söz konusu idi. T. İş Bankası'na kuruluş görevi verilme aşaması akabinde, Paşabahçe'de bir tesisin üretime geçmesi kararlaştırıldı (1935 Kasım). İlk üretim yıllarında, gerek Avrupa ürünleri ile rekabet etmek, gerekse de uzmanlaşmayı gerektiren bu sanayi dalında nitelikli teknisyen ve işçi bulma zorluğu her yönüyle yaşanmıştı. Hatta kuruluş yıllarında yabancı uzmanların yanısıra çevre ülkelerden, Bulgaristan ve Romanya'dan cam işçisi getirtilmişti. Gelişme aşamasında, makina parkına ilaveler yapılmasına rağmen, II. Oünya Savaşı'mn başlamasıyla savaş ekonomisi dönemine girilmişti. Savaş yıllarında Türk uzmanlar şartların zorlamasıyla teknik bilgi ve becerilerini geliştirerek, yabancı uzmanların gidişinden sonra sorumluluk üstlenerek yönetimde yer almışlardı. 195O'li yıllarda yurt içindeki ekonomik gelişmelerin paralelinde cam, sektörü olumlu etkilenmiş, Paşabahçe'de üretim 1953 yılında 12.000 ton seviyesine yükselmişti. 1960 dönemine kadar ecza sanayii talebi, penisilin şişesi de üretim türlerine ilave edilerek, cam taleplerinde önemli artışlar kaydedilmişti. Hatta bazı kalemlerde talep arzı aşmıştır. Bu nedenle 1960 yılında otomatik üretime geçilmişti. Bu dönemde üretim-yatırım ve dışsatım grafiklerde gösterilmektedir. 485 1935 - 1960 YILLARI CAM ÜREJİM ARASINDA ALİNAN TEKNOLOJİSİ YATIRIMLAR l/E KULLANILAN İLE VE GERÇEKLEŞTİRİLEN ÜRETİM Yatırım (Milyon 11) 1977 486 DO 19U5 1955 "BBD üretim ( B i n Ton) 1960 - 1980 'YILLARICAM ARASINDA ALINAN VE KULLANILAN ÜRETİM RETİM TEKNOLOJİSİ TEKNOLOJİSİ İLE İ L E GERÇEKLEŞT GERÇEKLEŞTİRİLEN YATIRIMLAR-ÜRETİM VE DIŞ SATIM 7A 6 5 <t 3.05 3 2 J 0JH3 «D 0.16 1SB5. 0.5 M. °£ W0 19791 193D 1575 360. Yatırım (Milyar H) 335 300 2«.O- 180 120. 70.7 60 "HBI 25 I iS •B7J. 19B> 174.6 197B 19X1 19QQ Üretim (Bin Tan) zsm . 20 % 15 i -DtD 10 5 72B 130 1962 19S5 19X1 1975 19BD Piş Satım (Bin $) 487 TJfMI - ViiS'l. YILLARI CAM ARASİNDA ÜRETİM ALINAN KULLANILAN İ l E rîERÇEKl-EÇTİHİLIZN TEKBinLU.lİVıİ YATIRIMI AR-ÜRET İM VE VE DI.'j SATIM 3'ı.fl 35 20 20.3A 21 1U 10.7 7.1* 19BD m 12.85 ]££ 9.89 12.01 -BB1 19E -BEO 15Öı 1995 19BS Yatırım ( M i l y a r II) 3SB.7 SD.5 3 5 . 8 513 19B1 T3DZ 19B3 19EB 180 ü r e t i m (Hin Tını) 157.9 T>3.fl 150 133.Bİ 121) Ul.3 911 i I ?:•:•:•:•• M», 488 ,: 'İni un (Mi ly ııı :|l) İkinci Aşama Ça'yırova'da bir cam fabrikası kurulması ile gerçek bir yatırım başlatılan bu sektörde, Şişe-Cam Topluluğu düz cam üretimini, Paşabahçe'de çok ufak çaptaki girişim (194445) sonrasında Çayırova'daki yeni tesiste gerçekleştirmiştir. 1957 yılında başlatılan etüd çalışmaları ile Sovyet teknolojisinin alım imkanı olmuş, sözleşme kapsamında eğitim ve montaj desteği alınmış, 1961 yılında üretime geçilmiştir. Düzcam dışalımı durdurulmuş, 1967 yılında 700.000\ S'ın üstünde düzcam ihracatı gerçekleştirilmiştir. Pencere camı ve sınai kap taleplerinde artış tevsii gerektirmiş, Batı Alman teknolojisinden yararlanılarak proje ve montaj yerel olanaklarla tamamlanmıştır. Bu dönemde, ilk aşamada Sovyet menşeli teknoloji kullanılarak buzlu-telli cam, oto camı ve Batı Alman menşeli teknik bilgi ile cam tülü ürün türlerine katılmıştır. Bu zaman zarfında Paşabahçe Fabrikası'nda 1967 yılında 45.000 ton/ yıllık kapasiteye ulaşılmış, bir Amerikan firmasından teknik yardım alınmıştır. Topkapı Şişe Sanayii A.Ş., şişe üretiminin ayrı bir yere alınması gerekçesi ile, pazara yakınlık durumu da gözetilerek kurulmuştur. Teknoloji farklılığı bu kararı etkilemiştir. Alman teknolojisi ile kurulmuş bulunan Teknik Cam Fabrikası'nın da topluluk bünyesine dahil edilmesi ile ürün parkı geliştirilmiş, ısıya dayanıklı farklı bir cam türü de piyasaya üfleme ürünleri, boru, çubuk, laboratuvar malzemeleri şeklinde 1968 yılında sunulmuştur. 1970 yılı başına doğru Çayırova'daki düz cam fırınlarında alınan teknik yardımlarla ve piyasa talepleri doğrultusunda proses yöntemleri farklı düz cam ürünlerinin üretimine geçiş sağlanmıştır. Proseslerde daha gelişmişin arayışı için, piyasa şartları ve otomotiv sanayi gelişmesi zorlayıcı etken olmuştur. İngiliz menşeli düz cam teknolojisi değerlendirmeler sonucunda tercih edilmiştir. Bu aşamalardan sonra 1979 yılında toplam cam üretimi Anadolu Cam Sanayii A.Ş.'nin de düzcam ve şişe üretimi, Cam Elyaf Sanayii A.Ş.'nin cam elyaf ürünlerinin katılmasıyla 335 bin tonu aşmıştır. İkinci aşama ile kaydedjlen gelişme aşağıdaki grafikte belirgin olarak görülmektedir. Güncel Durum 1980 yılından sonra yurt içi taleplerin yanısıra, pazarı dünya olarak kabullenme ilkesi paralelinde gerek yatırım ve dolayısı ile üretim, gerekse de ihracatta bir atılım dönemine girilerek, kapasiteler ve üretim katlanmıştır. En gelişmiş düzcam üretim prosesi olan "float" tekniği, Trakya Cam Sanayii A.Ş.'de, İngiliz menşeli teknoloji bir lisans anlaşması ile satın alınarak uygulanmıştır. 489 Paşabahçe'de geleneksel kristal cam üretimindeki gelişmeler izlenerek Japon teknolojisi ile bir elektrikli eritme fırını kurularak üretime alınmıştır. Tecrübe kazandıkça alınan teknolojilerin kapsamı sınırlanmış yerel imkanlar kullanılarak temel mühendislik hizmetleri, inşaat, montaj hizmetleri yapılmıştır. Bu dönemde yalnızca yeni ürünlere ilişkin teknolojiler, çerçeveleri belirlenerek alınmış, ancak daha önceki yılların birikimi ve deneyimi topluluk bünyesinde yapılan çok yönlü çalışmalarla meyvesini vermiştir. Tevsii ve modernizasyon çalışmaları yanı sıra yeni tesisler (Kırklareli Cam Sanayii A.Ş., Sinop Cam Sanayii A.Ş.), altyapıdan başlayarak temel ve detay mühendislik çalışmaları, cam eritme prosesine ilişkin fırın dizaynları topluluk bünyesinde oluşturulan proje birimlerince üstlenilmiş, bu yeni yatırımlar Türk mühendis ve teknisyenlerinin katkılarıyla gerçekleşmiştir. Düz cam sanayiinde bu aşamalarla topluluğumuz dünyadaki ilk on firma arasına girmiş bulunmaktadır. Bu dönemde, topluluğa bağlı üretim şirketlerine bilimsel ve teknolojik destek sağlamak amacıyla, 1981 yılında modern bir araştırma merkezi kurulmuştur. Dünyada bu sektördeki hızlı gelişmenin paralelinde, çalışmalara bu düzeyde devam edilmektedir. Araştırma harcamaları için önemli kaynaklar ayrılan gelişmiş ülkelerdeki aşamaların izlendiği, uygulamaya.yönelik laboratuvar çalışmalarının sürdürüldüğü ve bilimsel çalışmalarla uluslararası cam etkinliklerine katılımın gerçekleştirildiği bir merkez oluşturulmuştur. Teknolojilerdeki gelişmelerin bilinçli izlenip, yeni ve yaratıcı çalışmalar için çaba gösterilmesi ve bunların yanısıra üretim şirketlerine bilgi aktarma işleri etkili şekilde sürdürülmektedir. Bilgi birikiminin güncel ve dinamik tutulması bu şekilde sağlanmaktadır. Diğer yandan üretim ve dışsatımın bugünkü seviyesi topluluğa dünya çapında bir entegre cam kuruluşu hüviyeti kazandırmıştır. Bu gelişme aşamalarında satın alınan teknolojiler için ödenen bedeller, cam sanayiine özgü olarak cirolara oranla düşük kalmakta, üretim maliyetlerine etkileri çok cüzi olmaktadır. Ancak, yine yukarıda değinildiği üzere göz ardı edilmemesi gereken husus, gelişmiş ülkelerden satınalınan özel ekipmanlara ödenen yüksek bedellerin (yatırım tutarlarında ana kalem) içerisinde teknoloji bedelinin saklı olduğu olgusudur. Teknolojinin transferindeki dinamik olgu, bu sanayi dalında da belirgin şekilde örneklenmektedir. Gelişmiş ülkelerin potansiyellerini iyi değerlendirerek en uygun teknolojilerin seçilmesi, uygulanması ve biriken kaynaklardan yararlanarak daha az gelişmiş veya gelişmekte olan diğer ülkelere teknoloji aktarılarak gelir sağlanması amaçlanmaktadır. IV. SANAYİNİN GELİŞMESİ ve TEKNOLOJİ TRANSFERİ ALANINDAKİ TERCİHLER Ülke ihtiyacını en rasyonel şekilde tesbit ederek, çeşitli sanayi kollarının altyapı ve potansiyellerini ileriye dönük gelişme evrelerini bugünden saptamak ve yönlendirmek sağlıklı teknoloji transferinin gereği olmaktadır. Bu konudaki çalışmalarda kamu kuruluşları ve özel sektörün bir araya gelerek, örneğin halen sürdürülen sanayii yönlendirme planları doğrultusunda, hedef belirlemeleri yapmaları, 2000 yıllarına hazırlıkların bir an önce tamamlanarak önceliklerin tespiti için kollektif bir çaba sürdürmeleri gerekmektedir. Yapılan çok yönlü çalışmalar, ayrı ayrı, çeşitli kanallardan gündeme gelmekle beraber, bir bilgi derleme ve iletişim eksikliği belirgin olarak kendini hissettirmektedir. Birikimlerden daha yaygın şekilde yararlanılmasını sistematik bir bilgi iletişim ağı kurarak sağlamak, ana hedeflerden birisi olmalıdır. Böylelikle, transfer edilen teknolojilerin daha geniş bir sanayici kitle tarafından özümlenmesi sağlanmış olacaktır. KAYNAKLAR 1. 2. 3. 4. Boğaziçi Üniversitesi, 1987 (14-15 Nisan), Hızlı Teknolojik Değişik Karşısında Türkiye, sürekli konferans, No. 1. DPT, 1986 (Mayıs), Teknolojik Gelişme ve Türkiye'nin Teknolojik Meseleleri, No. DPT: 2051 - SPB: 393. V. Beş Yıllık Kalkınma Planı Döneminde Sektörel Gelişmeler. 1984 Yılı İcra Planı, 341 No.lu Tedbir. 1985 Yılı İcra Planı, 398 No.lu Tedbir. T.C. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, 1987 (1-4 Eylül), I. Sanayi Şurası Raporları. (Sanayi Araştırma ve Geliştirme Genel MUdürlUğU), 1986, Milli Teknoloji Envanteri Yönlendirme Ana Planı, Rapor. T. Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş. Yıllık Raporlar 491 492 TEKNOLOJİ ÜRETME POTANSİYELİ VE TEKNOLOJİ TRANSFERİ Nurhan Yentürk-Çoban ÖZET Bildiride teknoloji ve teknoloji transferi kavramlarına iktisat teorisindeki yaklaşımlar bağlamında değinildikten sonra, dış ticaret politikaları ile teknolojik yetkinlik arasındaki ilişki irdelenmekte, Latin Amerika ve Güneydoğu Asya ülkelerinden örnekler verilmektedir, ikinci bölümde Türkiye'deki teknoloji politikaları ekonomik politikalar çerçevesinde ;ele alınmakta, konunun teknoloji transferi yerine teknolojik yetkinlik açısından ele alınması ve teknolojik yetkinliği artırmak için -daha etkili politikalar izlenmesi geriktiği savunulmaktadır. 1. GİRİŞ Bu bjldiri ile, teknoloji transferinin gelişmekte olan ülkelerin teknoloji üretme potansiyelini olumlu yönde etkileyebilmesi için uygulanması gereken dışticaret ve bilim politikaları konusunda politika önerileri oluşturulması amaçlanmaktadır. Bu nedenle önce ilgili yazındaki teknoloji tanımları konusundaki tartışmalar ele alınacak ve teknoloji transferinin gelişmekte olan ülkelerde yarattığı maliyet ve istihdam sorunlarını inceleyen yaklaşımlar irdelenecektir. Daha sonra ise bazı gelişmekte olan ülkelerde teknoloji transferi ve teknoloji üretme potansiyeli ilişkisini ineeleyen çalışmalardan yararlanılarak politika önerileri oluşturulacak ve bu öneriler ile Türkiye'de uygulanan politikalar karşılaştırılacaktır. 2. TEKNOLOJİ KAVRAMI Bir üretin] biriminde girdileri çıktılara dönüştürme sürecinde katkısı bulunan her faktör, teknolojinin kapsamına dahildir. Dönüştürme sürecinde girdi olarak hammadde, yarı veya mamul mallar kullanılarak mamul veya yarı 493 mamul mallardan oluşan çıktılar elde edilebilir. Genellikle tanımlandığı gibi (Stewart, F. (1977) S. 1) bu dönüştürme sürecinde etkisi olan faktörler sadece kullanılan araç gereç yani teknikler değildir. Dolayısıyla da teknoloji sadece tekniklerin bir toplamı bir bütünü olarak tanımlanamaz (Bell M. ve Scott-Kemmis (1985) S. 4). Mansfield'e göre teknoloji endüstriyel sanatlar nezdindeki bilgi birikimidir (Mansfield, E. (1968)). Freeman ise teknolojiyi cisimleşmiş bilgi olarak tanımlamaktadır. (Freeman, C. (1974)). Martin Bell'e göre teknoloji, mevcut tekniklerde içerilmiş olan bilgiden bağımsız olarak var olan ve yeni teknik buluşlar yaratmaya elverişli bilgi hazinesidir (Bell, M. ve ScottKemmis(1985)S. 4). Bilgi ve uzmanlık dışında teknolojinin kapsamına dahil edilmesi gereken diğer bir faktör de üretimin ve emeğin sosyal organizasyonudur. Üretimin ve emeğin sosyal organizasyonunun tarihsel gelişmesi dikkate alındığında, lonca, manüfaktür ve modern endüstri aşamalarının birinden diğerine geçerken iş bölümünün artması ve aletler yerine makinalar kullanılması ile birlikte girdileri çıktılara dönüştürme sürecinde çok önemli değişiklikler ortaya çıktığı gözlemlenebilir (Rosenberg (1976) ss 61-126). Ayrıca bir üretim biriminde girdileri çıktılara dönüştürme sürecine teknikler, bilgi ve üretimin organizasyonu gibi firma içi değişkenlerin yanısıra bazı dışsal faktörlerin de katkıları bulunur - ülkenin gelişmişlik düzeyi bilimsel kurumların varlığı veya yokluğu, teknolojik bilginin elde edilebilme kanallarının bolluğu bilginin özümsenebilme kapasitesi ve uygulanan ulusal ticari politikalar gibi. 3. TEKNOLOJİ TRANSFERİNİN MALİYETİ VE UYGUNLUĞU Teknolojiyi sadece üretim faaliyetini sürdürmek için kullanılan teknikler kümesi olarak tanımlayanlara göre, teknolojiyi bir ülkeden diğerine transfer etmek, her hangi bir mal transferinde olduğu gibi, teknolojiyi transfer eden ülkede sadece bazı maliyet ve teknolojiyi ülkenin koşullarına uyarlama sorunları yaratır. Teknoloji gelişmiş bir ülkeden gelişmekte olan bir ülkeye transfer edildiğinde gelişmekte olan ülkeden gelişmiş ülkeye bir fon akımı olur. Bu fonlar satın alınan makina ve teçhizatın maliyetinin yanı sıra yapılan royalite, lisans ve patent ödemelerini içerir (Mason R.H. (1973) ). Ancak kaynak maliyeti olarak adlandırılabilecek ve transfer edilecek teknolojinin üretime başlayabilmesi için gerekli olan dolaylı maliyetler dolaysızlardan daha yüksektir (UNCTAD (1975), Vaitsos, C.V. (1974)).Bu dolaylı maliyetler mikro birimlerde transfer edilen teknolojinin uyarlanması için yapılan araştırma geliştirme (ARGE) harcamalarını, yeni teknolojiyi kullanma tecrübesizliklerinden doğan düşük işçi verimliliği ve kalitesiz ürünün eklediği maliyetleri, yabancı uzmanlara ödenen müşavirlik ve mühendislik maliyetlerini içerir (Mansfield, E. (1975))Makro ölçekte ise ülke kaynaklarının optimum kullanımını engelleyen teknolojilerin yarattığı dolaylı maliyetler söz konusudur, özellikle gelişmekte olan ülkelerin teknolojik gelişmeler konusundaki bilgile- /\ ri edinemeyişleri, üretim ile ilgili tecrübesizlikleri ve pazarlık şanslarının olmayışı bu maliyetlerin yükselmesine neden olur (Vaitsos, C.V. (1974)). 494 Rosenberg teknolojik gelişmenin tarihsel gelişmesini incelediği çalışmalarında (Rosenberg, N. (1976) ss 61-141) teknolojik gelişmenin yönünü belirleyen etken olarak, toplumsal ihtiyaçlarda ortaya çıkan değişmeleri gösterir ve modern endüstri ile birlikte teknolojik gelişmeye sonsuz yatkın bir üretim sisteminin oluşturulabileceğini ekler. Batı Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan bu gelişme söz konusu ülkelerde özellikle yatırım malları üreten sektörlerde gelişmeye neden olmuş, ancak paralel bir gelişme gelişmekte olan ülkelerde oluşmadığı için bu ülkeler teknolojilerini yatırım malları sektörünün gelişmiş olduğu ülkelerden transfer etmek zorunda kalmışlardır. Gelişmekte olan ülkeler tarafından transfer edilen bu teknolojilerin, bir yandan yeterli teknolojik ve bilimsel temeli olmayan bu ülkeler tarafından özümsenemeyeceği (Bell, M. ve Scott-Kemmis (1985) ss 26-32), diğer yandan da ülkenin kaynaklarının optimum kullanımını .engelleyeceği (Morawetz, D. (1974)) gerekçesiyle, gelişmekte olan ülkeler için uygun olmadıkları ileri sürülmüştür (Stevvart, F. (1977) ss. 85-114). "Uygun olmayan teknoloji" yaklaşımı özellikle gelişmiş ülkelerden yapılan teknoloji transferinin gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarının atıl kalmasına neden olacağı gerekçesiyle ortaya atılmıştır. Emeğin bol ve ucuz olduğu gelişmekte olan ülkelerde, gelişmiş ülkelerde üretilmiş ve bu ülkelerin koşullarından dolayı emekten tasarruf etmeyi amaçlayan sermaye yoğun teknolojilerin kullanılması emeğin atıl kalmasına neden olmaktadır. Teknolojinin uygunluğunu daha çok istihdam yaratması açısından inceleyen uygun teknoloji ekolü (Bhalla, B. (1985)) teknoloji transferinin sadece maliyetini ön plana çıkaran yaklaşım gibi teknoloji transferinin gelişmekte olan ülkeler üzerindeki etkilerini dar bir çerçeve içinde inceler, özellikle 1970 lerden sonra bir teknolojinin gelişmekte olan ülkeye uygun olması için düşük maliyetli olması ve istihdam artışı sağlaması yeterli sayılmamış (Trak A. (1980) ve (Fransman, M ve Kenneth, K. (1984)) ve teknolojinin uygunluğu tartışmasına yeni bir boyut getirilmiştir: Bu boyut ile teknoloji transferinin gelişmekte olan ülkenin teknoloji üretme potansiyelini (teknolojik yetkinliğini) geliştirip geliştiremediği sorusu tartışmanın merkezine oturmuştur. özellikle 70'lerden sonra bazı gelişmekte olan ülkelerin teknolojilerini üretip ihraç eder hale gelmesi, bazılarında ise bu tür bir gelişme olmaması üzerine teknoloji transferinin gelişmekte olan ülkelerin teknolojik yetkinliğini nasıl etkilediği tartışmaları önem kazanmıştır. 4. TEKNOLOJİ TRANSFERİ ve TEKNOLOJİK YETKİNLİK Bazı araştırmacılar, teknolojinin makina, teçhizat kadar bilgi, tecrübe ve emeğin sosyal organizasyonunu da cisimleşmiş olarak içerdiği tanımına bağlı kalarak, transfer edilmeleriyle birlikte gelişmekte olan ülkenin insanı üzerinde bir öğrenme etkisi yarattıklarını öne sürerler. Bu öğrenme süreci sonucu gelişmekte olan ülkenin insan sermayesinin bilgi ve tecrübe kapasitesi artar ve ülkenin teknolojik yetkinliğinde bir artış olur. örneğin Dahlman ve VVestphal Güney Kore ile ilgili olarak yaptıkları bir çalışmada teknoloji transferi süreci ile birlikte, öğrenme etkisinin de katkısıy495 la, teknolojiyi kolayca özümseyip manipüle edebilir hale geldiklerini öne sürmektedirler (Dahlman, C. ve Westphal, L. (1982) ss. 105-138). Dahlman ve Fonseca Brezilya çelik endüstrisi için yaptıkları çalışmada ithal edilen teknolojinin özümsenme çabalarının toplam faktör verimliliğini olağanüstü arttırdığını, bunun ise ülkenin sahip olduğu teknolojik yetkinliğin artmasına neden olduğu ve özümsenme çabaları ile de teknolojik yetkinliğin gittikçe beslendiğini savunmaktadırlar (Dahlman ve Fonseca (1978)). Bell, Scott-Kemmis ve Satyarakwit Tayland çelik endüstrisinde üç ayrı üretim hattını inceledikleri çalışmada teknoloji transferi ile teknolojik gelişme arasında otomatik bir ilişki olmadığı sonucuna ulaşmışlardır (Bell, Scott-Kemmis ve Satyarakwit ( 1980 a) ve (1980 b)). Bell bir başka çalışmasında Brezilya ve Güney Kore gibi ülkelerde teknoloji transferinin teknolojik yetkinlik üzerinde olumlu etkisinin olmasını bu ülkelerin geçirdikleri uzun endüstrileşme dönemine bağlamaktadır (Bell, M. (1982) ss. 22-32). Bell'e göre uzun bir endüstrileşme dönemi geçiren ülkeler transfer edilen teknolojileri kolayca özümseyebilmektedirler. Sınırlı bir endüstrileşme deneyimi geçiren Bangladeş, Tanzanya gibi ülkelerin ise transfer edilen teknolojileri özümseyip teknolojik yetkinliklerini arttırmaları mümkün olmamaktadır. Zahlan bu tür transferleri teknolojiden yoksun (technology-free) transferler olarak adlandırmaktadır. (Zahlan, A.B. (1978)). Transfer edilen teknolojinin teknolojik yetkinliği arttırabilmesi, yine bir tür teknolojik yetkinliğin varlığını gerektirmektedir ki bu aşılamayacak bir kısır döngü imiş gibi algılanabilir. Oysa gelişmekte olan ülkelerin başlangıç teknolojik yetkinliklerini arttırmakta yararlı olabilecek bazı mikro ve makro politikalar çıkarsanabilir. Mikro politikalar firmaların transfer ettikleri teknolojileri yalnızca kullanarak teknolojik yetkinliklerini arttırabilecekleri yaklaşımından farklı olarak, firma içi araştırma geliştirme ve eğitim çalışmalarına ağırlık vererek teknolojiyi asimüle etme çabalarını ön plana çıkarmalarıdır. Makro politikalar ise iki kısımda değerlendirilebilir: İlki firma içinde başarılamayacak ARGE etkinliklerinin sürdürüleceği özerk kurumlarının teşviki ve finansmanı ile makro bir teknolojik yetkinlik artırma çalışmaları ve bu kurumlardan mikro birimlere bilgi-deneyim aktarımıdır, bir başka deyişle bir bilim politikasının varlığıdır. İkinci makro politika ise ülkenin uyguladığı dış ticaret politikasıdır. Bazı gelişmekte olan ülkeler üzerine yapılmış araştırmalarda, ne tür dış ticaret politikalarının teknolojik yetkinliği daha çok arttırdığı ve ülke için teknoloji üretimi hatta teknoloji ihracatı artışının nasıl bir dış ticaret politikasıyla başarıldığı konularında bazı sonuçlara varılmıştır. Dış ticaret politikası ve teknolojik yetkinlik arasındaki ilişkiyi açıklayabilmek amacıyla bundan sonraki bölümde ithal ikameci ve ihracata dayalı dış ticaret politikası , serbest ticaret ve korumacılık gibi kavramlar tartışılacaktır. Daha sonra gelişmekte olan ülkeler için yapılmış çalışmalar incelenerek teknolojik yetkinlik artışında etkisi olduğu öne sürülen dış ticaret ve bilim politikaları özetlenecektir. 496 «tf-tt'f 5. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE DIŞ TİCARET POLİTİKALARI ve TEKNOLOJİK YETKİNLİK Dış ticaret politikaları (ihracata dönük, ithal ikameci) dendiğinde dışa açık ya da içe dönük "büyüme teorileri"ne atıf yapılmamaktadır, örneğin, dışa açık bir ekonominin gelişmekte olan ülkelerin iktisadi yapısını olumlu yönde etkileyeceği yaklaşımı, iktisat teorisi ekollerinden monetarist ekolün bir teorisidir. Bu teori serbest dış ticaret, sermaye hareketleri ve piyasa koşullarını öngörür. Oysa bu bölümde sonuçları tartışılacak olan dış ticaret politikalarından biri olan ihracata dönük büyüme stratejisinden sözedilirken dışa açık büyüme teorisinin bir öngörüsü olan serbest dış ticaret yaklaşımından sözedilmemektedir İhracata dönük sanayileşme stratejisi ile dışa açık ekonomik büyüme teorisi arasında direkt bir bağlantı yoktur. Tersine devletin ekonomiyi ihracata döndürmek için korumacılık önlemleri uygulaması çok mümkündür (Kazgan, G. (1985) ss. 245-248). Dolayısıyla, bu çalışmada, dış ticaret politika ve stratejilerinden söz edildiğinde dışa açtk büyüme ya da içe dönük büyüme gibj. teoriye ilişkin tercihlerden değil, gelişmekte olan bir ülkenin teknolojik yetkinliğinin artması için nasıl bir dış ticaret stratejisi (ihracata dönük, ithal ikameci) uygulaması gerektiğinden söz edilmektedir. önce ithal ikamesi ve ihracata yönelik stratejilerin ekonominin makro değişkenleri üzerindeki olumlu ve olumsuz etkilerini incelemek amacıyla çeşitli çalışmalardan söz edilecektir. Bu çalışmaların en önemlisi A. Krueger tarafından 10 tane gelişmekte olan ülke üzerine yapılan bir çalışmadır. Bu araştırmada ihracata dönük bir dış ticaret politikasında ihracatın yıllık artış hızının gayri safi milli hasıla (GSMH) artış hızından büyük olduğu görülmekte, böylece ithal ikameci politikaların, yol açtığı gibi bir dış borçlanmaya neden olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. (A. Krueger (1978)). İthal ikameci politikaların önemini ise yatırımların GSMH büyüme oranını yüksek olmasında gören iktisatçılar ithal ikameci politikalar sayesinde devletin korumacılık ve teşvikiyle ülke içinde yaratılması zor olan sektörlerin ve üretim alanlarının kurulabileceğini ve böylece sanayileşmenin mümkün olabileceğini iler sürürler. Devletin koruma ve yönlendirmesiyle dış dünya Hatlarından korunarak iç sanayinin gelişmesine yardım edilmediği takdirde gelişmekte olan ülkelerin bir teknoloji tabanına sahip olmaları mümkün değildir. (G. Kazgan (1986) s. 30-31). Ancak dış dünyaya kapalı bir sanayileşmede aşırı değerlendirilmiş kur politikaları ve negatif reel faiz hadlerini uygulamanın daha kolay olduğu ve bu tür politikaların da gelişmekte olan ülkelerde yatırım malı ithalatının ucuzladığı, bunun da yerli makina, teçhizat sanayisinin kurulmasını engellediği, döviz getiren işlemleri kurutup dış borçlanma ve enflasyona neden olduğu da iktisatçılar tarafından öne sürülmektedir (E. Alkin (1986) ss. 25-27). Bu çalışma çerçevesinde gelişmekte olan bir ülkede uygulanan dış ticaret politikasının döviz getirme potansiyeli, yatırımları artırıcı etkisi, enflasyon üzerindeki sonuçları itibariyle incelenmeyecektir. Tüm bu tartışmalar gelişmekte olan ülkeler için önemlidir; ancak bu çalışma çerçevesinde vnasıf bir dış ticaret politikasının gelişmekte olan ülkenin teknolojik yetkinliğihrn artmasında olumlu rol oynadığı incelenmeye çalışılacaktır. 497 Gelişmekte olan ülkelerin sanayileşmelerinde ithal ikameci sanayileşme ile ihracata dayalı sanayileşme politikalarından hangisinin teknolojik yetkinlik açısından daha olumlu rol oynadığı konusunda farklı görüşler vardır. İthal ikamesini teşvik etmek için uygulanan devlet müdahalelerinin gelişmekte olan ülkenin sanayisinin verimsiz, yüksek maliyetli ve çarpık fiatlı olmasına neden olduğu ileri sürülür (Krueger, A. (1978), Balassa, B. (1971), Hatipoğlu Z. (1986), Silberston, A. (1986)). Bu yazarlar a göre ithal ikameci rejim pazarları sınırlayacağından firmalar optimum ölçekte kurulamayacak ve verimsizlik, yüksek maliyet nedeni olacaklardır. Ayrıca koruma nedeni ile rekabete kapalı bu firmalarda teknolojik buluş ve yenilik yapma konusunda hiçbir güdü olmayacaktır. İthal ikameci iktisat politikasının gerekliliğini savunan iktisatçılar ihracata dayalı kalkınma politikalarının, ithal ikameci dönemde yaratılmış üretim potansiyelinden yararlanmanın bir yolu olarak ortaya çıktığını ileri sürerler. Onlara göre ithal ikameci politikadan ihracata dayalı kalkınma politikasına geçiş bir olumsuz deneyden olumlu bir politikaya dönüş değildir. Aksine bu dönüş sanayileşmenin ilerlemesinde doğal bir gelişme aşamasıdır (Singer, H.VV. (1986) s. 12-13). Ayrıca ithal ikamesi ihracat için gerekli üretim hacmi temelini sağlamak açısından bir gereksinimdir. Bu gözle bakıldığında ithal ikamesi ve ihracatı teşvik alternatif olmaktan çok tamamlayıcı stratejilerdir (Singer H.W. (1986) ss. 13-14). Aynı yazara göre müdahalecilik ve devletçilik eleştirisiyle ithal ikameci sanayileşme eleştirisi aynı şey değildir. Çünkü ihracata dayalı sanayileşmede de dış pazara yönelik üretimin özendirilmesi amacıyla teşvikler' ve sübvansiyonlar vardır. İthal ikameci kalkınma stratejisinde müdahalelerin derecesinden çok müdahalenin yönü farklıdır. Sanıldığı gibi ihracata dayalı sanayileşme kaba bir "bırakınız yapsınlar" stratejisi değildir. Tersine devletin ekonomiyi ihracata döndürebilmesi için piyasaya müdahale etmesi ve korumacılıkta bulunması olasıdır (G. Kazgan (1985) ss. 245-248). Dış ticaret politikası ve teknolojik yetkinlik ilişkisini inceleyen ve gerek Latin Amerika gerek Uzak Doğu ülkelerini ele alan çalışmalarda farklı sonuç ve yorumlara varılmıştır. Bu çalışmaların incelenmesi ve ülkelerin farklı koşullarının ne gibi farklı sonuçlara yol açtıklarının ortaya konulabilmesi önemlidir. Ayrıca dış ticaret politikası ve teknolojik yetkinlik ilişkisini aynı ülke için araştıran ve farklı sonuçlara ulaşılan çalışmalar da vardır. Bu tür çelişkili yorumların nedeni, gelişmekte olan ülkelerdeki dış ticaret politikalarını ithal ikameci ve ihracata dayalı politikalar olarak ikiye ayırmak ve bu iki politikayı birbiriyle hiç bir biçimde kesişmeyen belirli bir reçete olarak algılamaktır. Her türlü ticaret kısıtlaması ve korumacılık ithal ikameci politikaya, her türlü ticaret serbestisi de ihracata dayalı sanayileşme politikasına atfedilmektedir. Japonya, Brezilya, Arjantin, Güney Kore, Tayland, Hindistan, Türkiye gibi ülkeler üzerine yapılan çalışmalar ise ihracata dayalı kalkınma için korumacılık ve ithal kısıtlamaları yapılabildiğini, bazen de ithal ikameci politikalar izlenirken kimi yatırım mallarına ithal serbestisi getirilebildiğini göstermektedir. Bundan sonraki bölümde daha önceden belirtildiği gibi hangi (ithal ikameci ve ihracata dayalı) dış ticaret politikasının değil nasıl bir dış ticaret 498 politikasının gelişmekte olan bir ülkenin teknolojik yetkinliğini olumlu yönde etkileyeceği ve dış ticaret politikalarının yanı sıra teknolojik yetkinliği artırıcı etkisi olan diğer makro ve mikro politikaların neler olduğu tartışılmaya çalışılacaktır. 6, TEKNOLOJİK ÖNERİLERİ YETKİNLİK ARTIŞI İÇİN POLİTİKA Bir çok gelişmekte olan ülkede uygulamalı"incelemeler yapan araştırmacılar, serbest ticaret veya korumacılıktan birine taraf olmaktansa, ne miktardaki ve ne yöndeki serbest ticaret ve korumacılık bileşiminin örnek seçtikleri ülkelerde teknolojik yetkinliğin gelişmesinde etkili olduklarını, böyle bir dış ticaret politikası bileşiminin hangi bilim politikalarıyla beslenmesi gerektiğini ortaya çıkarmaya çalışmışlardır. Teknolojinin ithal edilmesinin yerel teknolojik yetkinliğin gelişmesine olumlu etkide bulunduğu önerilen politikaların başında gelrriektedir. Teknolojinin ithali bir bilgi ve deneyim oluşumunu da sağlar. Bu bilgi ve deneyimi, ve bunların cisimleşmiş olduğu makina ve teçhizatı yeniden keşfetmek yerine değişik ülkelerde ortaya çıkan teknolojik gelişmelerden haberdar olmak ve bunları ithal etmek, gelişmekte olan ülkenin teknolojik yetkinliğini geliştirmek'için gerekli bir koşuldur. Ancak hiç bir zaman yeterli bir koşul değildir. Teknolojiyi ithal ederken kullanımına ve üretimine ilişkin en çok bilgiyi veren teWfolojinin seçilmesinin yanı sıra teknolojinin ithal edilmesinden sonra teknolojinin geliştirilmesi, ülke içinde üretilebilir hale gelebilmesi için araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde bulunmak gereklidir (Stewart, F. (1984)). Japonya bu tür kalkınma için en önemli örneklerden birini oluşturmaktadır. 1957 ve 1962 yılları arasında Japonya yüksek miktarlarda teknoloji ithal etmiş ve teknolojik yetkinliklerini arttırabilmek için ithal edilen teknolojinin öğrenilmesi ve ülke içinde üretilebilir hale getirilmesi için yüksek oranlarda ARGE harcamalarında bulunmuştur. Söz konusu yıllarda ithal edilen teknoloji başına düşen ARGE harcamaları arasında Japonya ilk sırayı tutmaktadır (Ozawa, T. (1974)). Ayrıca Massachusetts Institute of Technology tarafından yapılan bir araştırmada Japonya'da ithal edilen teknoloji ödemeleriyle ARGE harcamaları arasında anlamlı bir ilişki ortaya konulmuştur (MİT (1976)). Rosovsky ise Japonya'nın teknolojik yetkinliğini geliştirmekteki başarısını "mühendislik gelişmesinin sanatı" olarak tanımlamaktadır (Rosovsky, H. (1972)). Japonya ARGE harcamalarının eh büyük kısmını üretime ayıran ülkedir. Japonya'da ARGE harcamaları yoluyla teknolojik yetkinliği geliştirme s çalışmalarına devlet büyük katkılarda bulunmuştur (Tablo 1). KfıMU ftRGE HARCAMhLAMNI» nLnt-Lnfi* GÖRE DrıûiLIMI \ İ&76 Fr»n». Inflilt.r. 73.fi 6İ.4 İ7. £ £ri. & J*Pt>n«« 16.S 73. 4 3.1 ı.S 5.7 i i>. 7.3 ' 6 £,H 499 Tablo Tin ikinci sütun ve son satırından görüleceği gibi, Japonya kamu ARGE harcamalarının %75.4'ünü ekonomi alanına yapmaktadır. Bu oran diğer gelişmiş ülkelerinkinden çok büyüktür. Bu harcamalar özel imalat sanayinin teknolojik yetkinliğini oluşturması açısından önemli bir dışsal yarar sağlamıştır. Teknoloji transferinde seçici davranılması gereken diğer bir konu, transfer edilen teknolojinin salt iç pazara mal üretmek amacında olmaması, dış pazara mal üretebilecek nitelikte olması gerekliliğidir. Bu konuda seçicilik özellikle kuruluş aşamasında dış pazarlarda rekabet şansının elde edilebilmesi için uygun standart ve ölçekte bir üretim faaliyetini sürdürebilecek teknolojilerin seçilmesi ile ilgilidir. İhracata yönelme amaç ve niteliğine uygun teknolojilerle üretim yapıldığında uluslararası rekabetin oluşturacağı verimlilik artışı, düşük maliyet gibi teknolojik yetkinliği geliştirici saiklerden yararlanmak mümkün olur. Küçük ölçekli, uluslararası standartlara uygun nitelikte mal üretmeyen teknolojiler ile dış pazarlarda rekabet şansı yok gibidir. Oysa dış rekabetin teknolojik yetkinliğinin gelişmesi üzerinde oluşturduğu zorlama her türlü teşvik ve korumacılık önlemlerinden daha kuvvetlidir. Bundan dolayı teknolojik yetkinliğin gelişmesi için transfer edilen teknolojinin ancak uluslararası rekabette bulunabilecek ölçek ve standartta olması gerekmektedir ve ancak bu nitelikteki teknolojilerin ithali serbest bırakılabilir, ölçek olarak ancak iç pazarı doyurabilecek ve uluslararası standartlara uygun. kalitede mal üretemeyecek teknolojilerin ise ithali kısıtlanmalıdır (Ranis, G. (1984)). Teknoloji ithali ile mal ithalinin aynı dış ticaret politikasına tabi olması gelişmekte olan ülkelerin teknolojik yetkinliğinde olumsuz etki yaratmaktadır. Serbest ithalat ve korumacılık tartışmaları yapılırken teknoloji ithali ile mal ithalini tek bir kategori olarak değerlendirip teknolojik yetkinlik üzerinde etkilerini incelemeye çalışmak bulanık sonuçlara varılmasına neden olur. Mal ticaretinin serbest bırakılması uluslararası pazarlarla bütünleşebilmenin ve rekabet edebilmenin koşullarını aramak, gelişmekte olan ülkelerin firmaları için verimli ve düşük maliyetli çalışmalarını teşvik edici saikler oluşturur. Bu tür rekabet şartlarında ithal edilmiş teknolojilerin öğrenilebilmesi ve verimli kullanılabilmesi için gereklilikler ortaya çıkar (Lall, S. (1980), (1982)). Teknoloji aşamasında ise öncelikle ithalat aşamasında bazı kısıtlamalar gereklidir. İthal edilecek teknolojinin sadece makina, teçhizat gibi sabit sermaye yatırımlarından oluşmaması, gelişmekte olan ülkenin işgücü ve teknik personeli tarafından kullanılabilmesi, üretim sürecinin çözülüp anlaşılabilmesi, bozulduğunda tamir edilip bakım yapılabilmesi ve geliştirilebilmesi için gerekli teknik bilgi ve deneyimin de transfer edilebilmesi gerekmektedir. ı Teknolojiyi ithal etme aşamasında, gelişmekte olan ülkeye sadece ürün (ihraç edilebildiğinde döviz) açısından katkıda bulunması yerine teknolojik yetkinliği geliştirmesine de katkıda bulunabilecek teknolojinin seçilmesi gerekmektedir. Sadece makina ve teçhizat bunların kullanımlarıyla ilgili minimum bilgiyi veren teknolojilerin transferi ise kısıtlanmalıdır. Ancak her,türi(ü'<£ilgisine sahip olunan bir teknoloji ile üretim yapıldığında uluslararası pazarlanda rekabet 500 ra» şansı elde edilebilir. Kullanım, bakım, onarım, geliştirme için ülke dışından gelecek teknik bilgi ve insan gücüne bağımlı olunduğunda rekabet şansı yok gibidir. Bundan dolayı mal ticaretinin serbest bırakılması ülke içi verimliliği teşvik etmek için nekadar gerekli ise, ülkeyi manipüle edilemeyecek, bilgisine sahip olunamayacak tekniklerle doldurarak verimliliği düşürmektense teknoloji ithalinde seçici davranmak da o kadar gereklidir. Ayrıca, daha önce değinildiği gibi, uluslararası ölçek ve kalitede üretim yapabilecek ihracata dönük teknolojiler uluslararası rekabet ve verimlilik artışını beraberinde getirecektir. Bu tür özellikler de ithal edilecek teknolojinin ülkenin teknolojik yetkinliğinin artmasında rol oynayacaktır (Katz,). (1980)). Transfer edilen teknolojilerin sahip olması gereken bu gibi özellikler teknoloji transferinde seçicilik ve kısıtlayıcılık uygulamalarını gerekli kılmaktadır. Mali ithalatı ise tüketici taleplerinin belirleyeceği bir şerbetliğe sahip olabilir. â Bir yandan teknoloji ithalatının uluslararası standart ve ölçekte ve teknolojinin bilgisini de içerecek teknolojilerin ithali serbest bırakılacak, diğer yandan da her türlü mal ticareti serbest olacak. Bu tür bir iktisat politikasının başarılı olması için bir rekabet ortamına doğrudan girebilmeleri ve optimal ölçekli ve kaliteli mal üreten bir teknolojiye ve bu teknolojinin bilgisine sahip olmaları gerekiyor. Böyle bir başarı uzun yıllar üretim faaliyetinde bulunmuş ve teknolojik yetkinliği yüksek firma ve sektörlerde ortaya çıkabilir. Gelişmekte olan ülkelerde ise teknolojik yetkinliği arttırmak ve sanayileşmeyi sağlamak için henüz yeterli bir teknolojik birikim ve sanayileşme olmaksızın yukarıda sözü edilen türden bir politikanın başlangıç aşamasında uygulanması olanaksızdır Gelişmekte olan ülkelerin sanayileşmelerini inceleyen çalışmalarda Güney Kore'den, Hindistan'dan, Brezilya ve Arjantin'e kadar farklı dış ticaret politikaları izleyen ülkelerde, genç şirketlerin uluslararası rekabet için olgun hale gelene kadar korundukları ileri sürülmüştür (Fransman M. ve Kennith K. (1984) ss. 14-21). Vurgulanması gereken en önemli nokta, genç şirketlerin korunmasında uygulanacak teşvik ve kısıtlamaların yukarıda sözü edilen politikaları besleyen nitelikte olmaları gerekmektedir. Bir başka deyişle koruma, ihracata yönelik üretimde bulunmayı amaçlayan genç firmalara uluslararası standartta ve ölçekte teknolojilere sahip olabilmeleri ve transfer edilen teknolojilerin öğrenilip geliştirilmesi için araştırma-geliştirme çalışmaları yapabilmeleri için uygulanılmahdır (Westphall, L.E. ve diğerleri (1984), VVestphalI ve Pack, H. (1984)). özetle, tanımsız bir "koruma" gelişmekte olan ülkelerin teknolojik yetkinliklerini arttırmaları için önerilemez. Devletin koruduğu ve teşvik ettiği sanayiler, gelecekte'ihraç olanakları olmayan, dinamik bağlantılar gerçekleştirmesi olanaksız türden ise korumanın yararlı olduğunu ileri sürmek yanlıştır (Singer H.W. (1985) ss. 23-24). Koruma verimli, kaliteli mal üreterek uluslararası pazarlarda rekabet edebilecek genç sanayi ve firmalara sağlanabilecek bir devlet müdahalesidir. Bu müdahale de firmanın ömrü boyunca değil, başlangıç aşamasında kısa bir süre uygulanabilir ki bu da firmanın belli bir dönem sonra 501 uluslararası rekabetle yüzyüze geleceği bilgisiyle becerikli organizasyon, verimli ve kaliteli üretim ve sağlam bir teknolojik yetkinlik oluşturmasını gerekli kılar. 7. TÜRKİYE'DE UYGULANAN POLİTİKALAR Türkiye'nin 5 adet 5 yıllık kalkınma planı incelendiğinde gelişmekte olan bir ülkenin teknolojik yetkinliğine olumlu etkide bulunacak kimi hedeflerin varlığını saptamak olasıdır, özellikle 1. plan döneminden itibaren teknolojik altyapıyı oluşturmak için bazı plan hedefleri saptanmıştır. Bu amaçla yerli sanayiyi oluşturmak, uluslararası rekabete hazır olmak ve ihracatı artırmak her plan döneminde hedefler-arasında sayılmıştır. İleri teknolojilerin transferi, üretim ölçeğinin büyütülmesi ve kalitenin yükseltilmesi, ARGE harcamalarının ve ARGE kurumlarının artırılması, sanayi malları ihracatının hedeflenmesi, genç şirketlerin korunması, dış ticaret mevzuatının basitleştirilmesi, yatırımların teşvik edilmesi plan hedefleri arasında sayılmıştır (DPT (1963) s. 35-42, DPT (1967) s. 43, 116-117, DPT (1972) s. 114-115, 184-191, DPT (1979), s. 48-49, 273-275, 280-281, DPT (1982) s. 42,105-118,151-167). Ancak, söz konusu plan hedefleri ile uygulanan politikalar arasında önemli uyumsuzluklar vardır. Dolayısıyla plan hedeflerine bakarak uygulanan politikalar açısından çıkarsama yapmak olanaksızdır. Plan hedeflerinin yanı sıra uygulanan politikaları da incelemek gereklidir. Dış ticaret rejimi ile ilgili politikalar incelendiğinde ilk göze çarpan uygulama 1980 öncesi aşırı değerlenmiş kur politikasıyla ilgilidir. Bu politika sonucunda ithalat ucuzlatılmış olmaktadır. Ancak tüketim malı ithalatının kısıtlanması ile birlikte sadece makina teçhizat ithali ucuzlatılmasına neden olmuş, bu da ülke içinde makina ve teçhizat sanayisinin kurulmasını engellemiştir. Oysa makina ve teçhizat üretimi teknolojik gelişime ilişkin en çok bilgi edinmeyi sağlayan ve diğer imalat sektörlerine de teknolojik yetkinliği arttırıcı etkisi olan bir sektördür. Aşırı değerlenmiş bir kur politikası efektif ihracat kurunun ithalat kuruna göre düşük olmasıyla birleşince ihracatın bir tür cezalandırılmış olmasını söylemek mümkündür. 1968-1980 döneminde iç fiatlar dış fiatlardan çok daha hızlı artarken kur ayarlamaları yetersiz oranda yapıldığı için ithalat cazip hale gelmiş ve ihracat cezalandırılmıştır. Ayrıca ihracat kurunun toplam ithalat kurundan düşük olması ithalatın teşvik edilip ihracatın cezalandırılmasının diğer bir nedenidir. Tablo 2'de Türkiye'nin ihracat ve ithalat kurları verilmiştir. İLLHfi TöFLrth İTHhL*T KURU 866 .ee 87 .8*1 TOPLAM .ae 1 .8 87. .30 .4 87 .£6 .7 87 .86 .S 1 L36 .17 .3 S.7 87 •.es .6 876 .63 187 97( . i .5 876 88« 7' sac 1 le . £ $ 16* .«7 86. £3f .33 86 . ıe 502 lHRHÛHıT KURU tı 7 j j _ | 16 ». 1 -, 30 .6 .7 İHRnC^T ».e iö.c 13. f 14,3 17,6 £4.3 36.3 113.8 163.3 ££3.6 353.6 Tablo 2'den izlenebileceği gibi toplam ithalat kuru yalnızca 1981 yılında toplam ihracat ve imalat sanayi ihracat kurundan düşüktür. İthalatın ucuz olmasının ve cazip duruma gelmesinin yanısıra tüketim mallarına koyulan ithal kısıtlamaları etkisini sadece makina teçhizat ithali üzerinde göstermiştir. Tüketim mallarında ise çok yüksek ve bilinçsiz bir koruma ile gelecekte ihracat olanağı bulunmayan ölçek ve standartla üretim yapan teknolojilerin ithaline izin verilmiştir. Bir başka deyişle, transfer edilen teknolojinin ileride ihracatta bulunabilme potansiyeli transfer sürecinde hiç bir 'şekilde dikkate alınmamıştır. Çünkü korumacılığın ilelebet süreceği konusundaki beklentiler, genç-yaşlı her türlü firmanın korumacılıktan yararlanması ve hiçbir rekabet kaygısı olmadan faaliyette bulunulması, tüketim malı üretiminde verimsiz çalışan teknoloji hakkında bilgi sahibi olunmasını gereksiz kılan, hiç bir araştırma geliştirme faaliyetini teşvik etmeyen bir sektör yaratılmasına neden olmuştur. 1980'den sonra ithalat rejimindeki değişiklikle birlikte tüketim malı ithalatında bir artış olmuş, ancak gümrük tarifelerinin yeteri kadar düşük olmaması nedeni ile ithal edilen malların fiatının ülke içinde üretilen aynı cins malların fiatından yüksek olması beklenen rekabet ortamını yaratmamıştır. Bunun sonucu olarak da yerli firmaları daha verimli bir üretime teşvik edememiştir. Hatta beklenen fiat düşürücü bir etkisi dışında, gümrük tarifelerinin yüksekliği dolayısıyla tüketim malı ithalatının, ithalatla rekabet eden mallarda fiat yükseltici bir marj bıraktığı ve genelde fiat arttırıcı bir etkisi olduğu ileri sürülen görüşlerdendir. (TÜSİAD (1986) s. 27). Beş yıllık planda uluslararası pazarlarda rekabet edecek ölçek ve kalitede üretimden söz edilirken uygulamada bu konudaki tedbir ve teşviklere rastlanmamaktadır. Uygun ölçek ve kalitenin sağlanması ithal edilen teknoloji hakkında bilgi edinilmesi için çok çaba harcamayı gerektirir ve bundan dolayı da ülkenin teknolojik yetkinliğini arttırıcı önemli bir rol oynar. Bu eksiklik birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci 5 yıllık plan döneminin politikalarında göze çarpmaktadır. Makina-techizat dışındaki kimi mallarda da ithalatı yerli üretimden daha cazip duruma getiren politikalar uygulanmıştır. Örneğin nominal koruma oranının efektif koruma oranından daha yüksek olduğu sektörlerde üretimde kullanılan girdiler üzerindeki gümrük vergilerinin nihai mal üzerindeki vergiden daha yüksek olmasına ve ithalatın yerli üretimden/montajdan daha cazip olmasına neden olmuştur. 1984 Ocak öncesi ve sonrası nominal ve efektif koruma oranlarının sektörel dağılımı incelendiğinde birçok sektörde, gerek 1980 öncesinde gerek 1980 sonrasında nominal koruma oranının efektif koruma oranından yüksek olduğu saptanabilir (TÜSİAD (1986) s. 12). Böylece ithalatla çekici duruma' geldiği sektörlerde hem üretimde bulunulurken edinilecek bilgi ve deneyimden yoksun kalınmış hem de ülkenin teknolojik yetkinliğinde sağlanabilecek bir gelişme engellenmiştir. Ayrıca negatif efektif koruma ile de kimi sektörler haksız dış rekabetle yüz yüze bırakılmışlardır. Bazı sektörlerde ise koruma oranları AET koruma oranlarından bile düşüktür. Bu durumdaki sektöVfe'r 503 haksiz dış rekabet ve düşük korumacılık nedeni ile ülkede gelişememiş, ulus lararası ölçek ve standartla üretim yapıp teknolojilerini geliştirme olanağına sa hip olamamışlardır. İhracata dönük üretim yapılmasının firmaları uluslararası rekabetten dolayı verimli çalışmaya zorladığı, bu zorunluluğun da uygun teknolojileri seçmeyi, teknolojNer hakkında bilgi sahibi olmayı, bu amaçla ARGE faaliyetinde bulunmayı teşvik ettiği daha önceki bölümlerde vurgulanmıştı. I. II. III. ve IV. 5 er yıllık plan dönemlerinde ihracata dönük sanayileşme temel amaç olmasa bile, bu plan dönemlerinde ihracatın arttırılması için hedefler saptanmıştı. Ancak uygulanan döviz kuru koruma oranları gibi politikalar incelendiğinde ihracatın cezalandırıldığı sonucuna ulaşmak zor olmamaktadır. V. S yıllık kalkınma planında sanayileşmenin ihracata dayandırılmak istenmesine karşın, firmaların uluslararası pazarlarda rekabet şansını arttırmaları için, gerekli teknolojik yetkinliği oluşturmaları amacıyla diğer gelişmekte olan ülkelerin uyguladıkları temel politikaları uygulamamışlardır. Bunlardan biri ihracatçı firmaya üretim aşamasında düşük maliyetli ve kaliteli üretim yapmalarını sağlayacak uygulamalardır, örneğin teknoloji transfer eden her firmanın teknoloji hakkında bilgi sahibi olması teknolojiyi kullanıp kesintisiz üretimde bulunabilmesi için ARGE merkezi kurma zorunluluğu, bunların yanı sıra büyük ölçekli ve maliyetli araştırma birimlerinin devlet tarafından kurulması gibi. Teknolojik yetkinliğini geliştirmjş diğer kimi gelişmekte olan ülkelerde uygulanan bu tür politikalar Türkiye'de plan hedeflerinde her zaman yer almış, ancak özellikle firmalar bu konuda hiç bir şekilde teşvik edilmemişlerdir. TÜBİTAK ise ülkenin bilim, teknoloji sistemi ile kalkınma planları arasında bağlantı kurma işlevini yeterince yerine getirememiştir (DPT (1979) s. 48). TÜBiTAK'ın bünyesinde kurulan TURDOK ise dünyada var olan teknolojinin yeterince tanınması ve teknolojik enformasyon hizmeti sunması için yeterli değildir. Sektörel temellerde kurulacak olan bilim, teknoloji merkezleri bu konuda daha aktif olabilirler ve yararlı sonuca ulaşabilirler. 1983 yılında hazırlanan "Türk Bilim Politikası 1983-2003" adlı çalışmanın ise uygulama sonuçları henüz ortaya çıkmamıştır. Eksik olarak uygulanan bir başka temel politika ise ihracatın yeterli teşvikidir. Uygulanan koruma oranları, ihracata dönük yatırımlar için özel faiz uygulamasının ve ihracat sigortasının eksikliği söz konusudur. (TÜSİAD (1986) s. IX-X) Ayrıca yatırım teşvikleri içinde ihracata dönük teşviklerin oranı %2'dir. Bütün bu eksikliklerin yanı sıra ihracatın teşviki ihraç edilen mal miktarının arttırılması olarak algılanmakta ve uygulanan teşvikler bu yönde olmaktadır. Vergi iadeleri, döviz tahsisi, ihracat taahhüdü karşılığı verileri krediler 1980'den sonra ihracat miktarını arttırmıştır; ancak bunlar kısa dönemli etkisi olacak politikalardır. Çünkü bu tür uygulamalar ülkenin ihracat-potansiyelini arttırma, uluslararası pazarlarda rekabet edebilme, üstün kalitede ürün elde etme gibi uzun vadeli ve ülkenin teknolojik yetkinliği ile yakından ilgili alt yapıları geliştirmeyi teşvik etmezler, yalnızca firmalara var olan alt yapı ve teknolojilerle üretim faaliyetini sürdürüp verimli çalışmalarını gerekli kılmaksızın ihracatlarını arttırma olanağı sağlar. Bu tür uygulamalar ancak genç firmalara teknolojik yetkinliklerini geliştirene kadar doğacak zararlarını karşılamak amacıyla sağlanabilir. Bu da ancak genç firmanın ileride uluslararası pazar504 da korumasız rekabet etmesinin koşullarını potansiyeli olarak taşıyorsa söz konusu olmalıdır, örneğin genç firmanın ihracata yönelik üretimde bulunabilecek nitelikte ileri bir teknolojiyi transfer etmiş olması, uygun ölçekte olması, ürün kalitesi açısından rekabet şansı olması, teknoloji hakkında üretimi kullanımı, onarımı için bilgi sahibi olması, bu faaliyeti sürdürmesi için ARGE biriminin bulunması gibi. Firmaların ancak bu tür girişimleri olduğunda teşvik edilmeleri, uzun vadede ihracatın yapısal olarak artması ve uluslararası pazarlarda sağlam bir yer tutulabilmesi için gerekli olan teknolojik yetkinliği artırabilir. Türkiye'de şimdiye kadar uygulanan politikalar ise ya ihracatı cezalandırmış ya da uzun vadeli çözümlere doğru adım atamamıştır. Bu sonuç tablo 3'deki karşılaştırmadan izlenebilir. Ş E K İ L 3—Geleceğin fabrikasında faaliyet gösterecek sistemler TEKNOLOJİK YETKİNLİK ARTISI İ Ç İ N ÖNERİLEN P0LIT1KALAR Serbest Tüket İm Mal ı İ t h a l a t ı «Lüks Tüket im Mal ı Dışında'' TÜRK İVE'DE UYGULANAN POLİTİKALAR 60 Öncesi yasak, 6û sonara»ı yüksek gümrük v e r g i s i Hakkında Teknik B i l g i E d i n i l e b t l e n Teknolojinin İ t h a l i İ t h a l Edilen Teknolojinin Öğrenilebilmesi ic in ARGE Çalışmalarının Teşviki İ t h a l Edilen Teknolojinin Dıs Pazara Üretim Yapacak ölçekte ve Standartta Olması Küçük ü l c e k l i vıı Eski TeknoioJ i i e r i n İ t h a l i n i n Engtllınmtmesi İhracata Yönelik Üret İmde Bulunabilecek T e k n o l o j i l e r i n T r a n s f e r i n i n Teşvik Edilmesi Y a t ı r ı m Teşvikler*! içerisinde ihracata Yoneiik Yatırımlar IM Tes'-'ikinin Düşük olması Oenç F irs<t» 1 ar ıh Korunması Efki Firmaların Korunması Cc:II»no i r ı l m ı s İhracat ve Uo-z» Yatırım ı«iaj ı i t h a l i i ı i i i r ı Defler ienmi» Kur * t l i t i k s s ı , İhracat Kurunun h r ü ' u * Kuruna ûore Oüsûk Ol ma.* ı > İhracata Vergi iadesi P o l i t i k a sının Verimi il i l i Teşvik Edecek Bir Uygulama Olmaması Mamul Hal i t h a l a t ı n ı n Yeri i Üretimden Daha Çekici Duruma Getirilmesi (Nominal Koruma Oranlarının Efekti-» Koruma Oranlarından Yüksek Olması> Y e r l i Girdi Kullanımının Teşvik Edilmesi (Hem Teknoloji İ t h a l a t ç ı s ı Hem ihracatçı Firmalarda* ^ Özel Firmaların Nal i Kaynaklarını Asan Büyüklükteki Temel AR&E Çalışmalarını Devletin Sürdürme» 1 ihracatçı Firmalara Serbest ithalat TÜBİTAK Dışında Özeliiklc SektBrel Alanda Faaliyet Gösteren Kurumların Eksiklisi Tablo 3'ten de izlenebileceği »-lb i, teknolojik yetkinliğin artmasında olumlu etkisi olduğu i l e r i sürülen politikalarla Türkiye'de uygulanan politikalar arasında tam bir çakışma yoktur. 505 •' Tablo 3'ten de izlenebileceği gibi, teknolojik yetkinliğin artmasında olumlu etkisi olduğu ileri sürülen politikalarla Türkiye'de uygulanan politikalar arasında tam bir çakışma yoktur. 8. SONUÇ Gelişmekte olan ülkelere transfer edilen teknolojilerin, bu ülkelerde kullanımının yanı sıra geliştirilip üretilmeye başlanabilmesi için ne gibi politika uygulamalarında bulunulması gerektiği teknoloji transferi literatüründe tartışılan bir konu olmuştur. Bu çalışmada değişik yazarların değişik ülkeler üzerine yaptıkları çalışmaların sonuçlarından elde edilen ortak politika uygulamalarının Türkiye'de uygulanıp uygulanmadığı incelenmeye çalışılmıştır. Türkiye'de teknoloji transferinin teknolojik yetkinliği arttırması için önemli hedefler 5 yıllık kalkınma planlarında yer almaktadır. Ancak uygulanan politikalara gelince hem plan hedeflerinden hem de diğer gelişmekte olan ülkelerin politikalarından oldukça farklıdırlar. Tablo 3'te özetlendiği gibi, diğer gelişmekte olan ülkelerde yapılan çalışmalar sonucu, önerilen politikalarla Türkiye'de uygulanan politikalar çakışmam aktadır. Türkiye'de 1980 öncesi ve sonrası uygulanan politikalar ülkenin teknolojik yetkinliğini arttırabilecek politikalar değildir, özellikle 1980 öncesi ucuz yatırım malı ithali ve cezalandırılmış ihracat ile sonuçlanan politikalara 1980 sonrasında kısa vadeli ihracatı arttırma önlemleri hakim olmuştur. Ne 1980 öncesinde ne de sonrasında uluslararası pazarlarda rekabet edecek teknolojilerin transfer edilmesi, bu teknolojilerin araştırılıp geliştirilmesi, işgücünün kullanılan teknolojiler konusunda eğitilmesi ve verimliliğin arttırılması, planlardaki olumlu hedeflere rağmen teşvik edilmemiştir. Üretimin kaliteli ürün elde etme ve verimli çalışma ilkelerine göre organize edilişi, ithal edilen teknolojilerin kullanılıp geliştirilebildiği sağlam bir teknolojik yetkinlik düzeyinin ihracatı uzun vadede arttırabilmek ve bu artışı sürdürebilmek için gerekli olduğu ilkesi karar alıcıların dikkatini çekmemiş ve söz konusu gelişmelerin teşvik edilmesi hiç bir dönemde gerçekleşmemiştir. .1980 öncesinde cezalandırılan ihracatın yerini, 1980'den sonra üretim' yapısında bir değişiklik/teknolojik yetkinliğin geliştirilmesi gibi hedeflerin gözönüne alınmadığı varolan ucuz işgücü hammadde olanaklarından yararlanarak kısa vadeli ihracatı arttırma teşvikleri almıştır. Gelişmiş ülkelerdeki ucuz işgücü ve hammaddenin yerini tutacak teknolojik gelişmeler ve teknolojik yetkinlik artışlarını izleyici kurumlar ve teşvikler oluşturulmamıştır. Söz konusu kısa vadeli önlemler 80-86 ihracat artışının ömrünün ve hızının 86 sonrası gelişmeler için emsal teşkil edemeyecek bir yapıya sahiptirler. Özetle bu bildiri çerçevesinde, teknolojik yetkinlik düzeyinin incelenmesinin, teknoloji transferi sonucu ortaya çıkan maliyet ve uygunluk sorunlarından daha önemli olduğu vurgulandıktan sonra, teknolojik yetkinlik düzeyinin artması için önerilen önlemler ve bu önlemlerin Türk plan hedeflerindeki ve uygulamadaki yerleri incelenmiştir. Söz konusu önlemlerin plan hedeflerinde önemli bir yer tutmalarına karşın, uygulamada bu önlemlere rastlanmadığı sonucuna 506 bağlı olarak, Türkiye'nin teknolojik yetkinlik düzeyinin düşük olduğu ve bu durumda uluslararası pazarlarda uzun vadede rekabet edemeyeceği sonucuna varılmıştır. 507