TC. SAĞLIK BAKANLIĞI İSTANBUL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 2. DAHİLİYE KLİNİĞİ KLİNİK ŞEFİ: UZM. DR H. MECDİ ERGÜNEY İSKEMİK LEZYONLARIN LOKALİZASYONLARININ SAPTANMASINDA EKG DEĞİŞİKLİKLERİ İLE KORONER ANJİOGRAFİ SONUÇLARININ KARŞILAŞTIRILMASI (UZMANLIK TEZİ) DR MÜZEYYEN BEYDOĞAN İSTANBUL 2009 TEŞEKKÜR Asistanlığım süresince bana bir baba gibi davranan her sıkıntımda yanımda olan, sıkıntılı dönemlerimde güçlü olmamı sağlayan bana destek veren; mesleki bilgilerini hayat deneyimlerini aktaran ve bundan sonraki yaşamımda çok büyük etkisi bulunan sevgili hocam 2.Dahiliye Klinik Şefi Dr. H.Mecdi Ergüney’e, Asistanlığım süresince bilgi ve deneyimini bizlerle paylaşan asiastanlık eğitimimde ayrı yeri olan 3.Dahiliye Klinik Şefi sayın Dr.Mehmet Emin Pişkinpaşa’ ya, Bilgi ve deneyimlerini bizlerle paylaşan 5. Dahiliye Klinik Şefi sayın Dr. Esma Altunoğlu’na, 4. Dahiliye Klinik Şefi sayın Dr. Füsun Erdenen’e, 1.Dahiliye Klinik Şefi sayın Dr. Cüneyt Müderrisoğlu’na, 6.Dahiliye Klinik Şefi sayın Dr. Fettah Sametoğlu’na, emekli olan 3.Dahiliye Klinik Şefi sayın Burhan Bedir’e, Hastanemiz fiziki koşulları düzeltilebilmesi ve daha kaliteli hizmet verilebilmesi için uğraşan sayın başhekimimiz Uzm. Dr. Özgür Yiğit’e, Bilgi ve deneyimlerinden yararlandığım uzmanlarım, Dr. Doğan Orhan, Dr. Mehmet Yılmaz, Dr. Nesrin Ünalan, Dr. Metin Telli, Dr. Nafiz Karagözoğlu, Dr. Ender Ülgen, Dr. M. Tarık Akber, Dr. Mustafa Boz’a, Her zaman bilgi ve tecrübelerini paylaşmaya hazır olan nefroloji uzmanlarımız Dr. Mine Besler ve Dr. Sinan Trablus’ a, hematoloji uzmanlarımız Dr.Şebnem İzmir Güner ve Dr. Güven Çetin’e, endokrinolog uzmanlarımız Dr. Nurhan Caneroğlu, Ayşe Kubat Üzüm’e, Rotasyonlarım süresince yetişmemde katkıları olan Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksyon Hastalıkları Kliniği Şefi sayın Dr.Muzaffer Fincancı, Biyokimya Klinik Şefi sayın Dr.Güvenç Güvenen, Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastanesi 5. Klinik Şefi sayın Dr. Emel Çağlar, Koşuyolu Eğitim ve Araştırma Hastanesi 6. Klinik Şefi sayın Prof. Dr. Cevat Kırma ‘ya, Asistanlık eğitimim süresince birlikte çalıştığım gerek iyi günümde gerekse sıkıntılı günlerimde her zaman yanımda olan, dostluklarını benden esirgemeyen sayın Dr. Kezban Nur Plancı, Dr. Özlem Kaplan, Dr. Nurcan Özbaş başta olmak üzere 2.dahiliye kliniği asistan arkadaşlarıma diğer dahiliye kliniklerindeki tüm arkadaşlarıma, 2-5 dahiliyenin çalışkan hemşire ve personellerine, koroner yoğun bakım ünitesi tüm hemşire ve personellerine ve yetişmemde büyük katkıları olan, her günümde yanımda olan verdiğim her kararda bana destek veren sevgili anneme, babama, ağabeylerime ve tüm aileme içten teşekkürlerimi sunarım. Dr. Müzeyyen Aslaner Beydoğan İstanbul 2009 ii İÇİNDEKİLER TEŞEKKÜR........................................................................................................................... ii KISALTMALAR ................................................................................................................... v ŞEKİLLER ve TABLOLAR ............................................................................................... vii ÖZET ................................................................................................................................... vii SUMMARY ........................................................................................................................... x GİRİŞ VE AMAÇ .................................................................................................................. 1 GENEL BİLGİLER: .............................................................................................................. 3 2.1. ATEROSKLEROZ ........................................................................................................... 3 2.2. ATEROGENEZ HİPOTEZLERİ..................................................................................... 6 2.3. ATEROSKLEROTİK RİSK FAKTÖRLERİ................................................................ 13 2.3.1. HİPERTANSİYON ..................................................................................................... 23 2.3.2. SİGARA İÇİCİLİĞİ .................................................................................................... 24 2.3.3. DİYABETES MELLİTUS VE METABOLİK SENDROM ..................................... 25 2.3.4. OBEZİTE..................................................................................................................... 27 2.3.5. FİZİKSEL İNAKTİVİTE............................................................................................ 29 2.3.6. ATEROJENİK DİYET ............................................................................................... 30 2.3.7. YAŞ VE CİNSİYET ................................................................................................... 31 2.3.8. AİLESEL PREDİSPOZİSYON .................................................................................. 31 2.4. AKUT KORONER SENDROM.................................................................................... 32 2.4.1. AKS TANIMINDA KULLANILAN PARAMETRELER ........................................ 32 2.5. AKUT KORONER SENDROMLARIN (AKS) SINIFLANDIRILMASI, TIKALI ARTERİN BELİRLENMESİ................................................................................................ 37 2.5.1. ST YÜKSELMELİ AKS............................................................................................. 37 iii 2.5.2. ST YÜKSELMESİ OLMAYAN AKS ....................................................................... 38 2.6. İSKEMİK KALP HASTALIĞININ AKUT EVRESİNDEN UZAK ST SEGMENT DEĞİŞİKLİKLERİ................................................................................................................ 38 2.7. İSKEMİK KALP HASTALIKLARINDA TANI YÖNTEMLERİ .............................. 38 2.7.1. AKUT MİYOKARD İNFARKTÜSÜNDE KLİNİK BULGULAR ......................... 39 2.7.2. AKUT MİYOKARD İNFARKTÜSÜNDE LABORATUAR BULGULARI .......... 41 2.7.2.1. Elektrokardiyogram (EKG) ..................................................................................... 41 2.7.2.2. İskeminin Elektokardiyografik Paterni .................................................................... 43 2.7.2.3. İskemik Kalp Hastalığına Bağlı T Dalga Değişiklikleri ......................................... 43 2.7.3. İSKEMİK KALP HASTALIĞI DIŞINDAKİ ÇEŞİTLİ KOŞULLARDA T DALGASINDAKİ DEĞİŞİKLERİ ...................................................................................... 44 2.7.4. HASARIN ELEKTROKARDİYOGRAFİK PATERNİ............................................ 44 2.7.5. NEKROZUN ELEKTROKARDİYOGRAFİK PATERNİ ....................................... 45 2.7.6. PATOLOJİK Q DALGALARININ ÖZELLİKLERİ ................................................ 45 2.7.7. MİYOKARD HASARININ BİYOKİMYASAL BELİRTEÇLERİ ......................... 45 2.8. AKUT MİYOKARD INFARKTÜSÜ TEDAVİSİ ....................................................... 50 2.9. KORONER ANJİYOGRAFİ ......................................................................................... 57 GEREÇ VE YÖNTEM ........................................................................................................ 68 BULGULAR ........................................................................................................................ 70 TARTIŞMA ......................................................................................................................... 85 SONUÇ ................................................................................................................................ 89 KAYNAKÇA....................................................................................................................... 90 iv KISALTMALAR ACC/AHA : Amerikan Kardiyoloji Koleji / Amerikan Kalp Cemiyeti AIVR : Akselere İdiyoventriküler Ritm AKS : Akut Koroner Sendrom APSAC : Acetylated plasminogen streptokinase activatör complex ASA : Asetilsalisilik Asit AV : Atrioventrikuler AHA : American Heart Association ADA : American Diabetes Associatio CABG : Koroner Arter Bypass Cerrahisi CK : Kreatin Kinaz CRP : C-Reaktif Protein CX : Sirkumflex arter CCS : Kanada Kardiyovasküler Cemiyeti EKG : Elektrokardiyogram FDA : Amerikan Gıda ve İlaç Kuruluşu GMİ : Geçirilmiş miyokard infarktüsü olanlar HDL : Yüksek yoğunluklu lipoprotein kolesterol KB : Kan basıncı KA : Koroner anjiografi LV : Sol ventrikül LAD : Sol ön inen koroner arter LMCA : Sol ana koroner arter LDL : Düşük Yoğunluklu Lipoprotein Kolesterol LDH : Laktat dehidrogenaz MRI : MR görüntüleme NYHA : New York Kalp Birliği NO : Nitrik oksit NCEP : National Cholesterol Education Program v NSTEMİ : ST elevasyonsuz miyokard infarktüsü PET : Positron emisyon tomografi PKG : Perkütan koroner girişim PTCA : Perkutanöz Transluminal Koroner Anjiyoplasti RCA : sağ koroner arter SK : Streptokinaz STEMI : ST elevasyonlu miyokard infarktüsü tPA : Tissue plazminojen activator TNK : Tenekteplaz TEKHARF : Türk Erişkinlerinde Koroner Arter Hastalığı Risk Faktörleri TG : Trigliserid USAP : Kararsız Angina Pektoris UK : Ürokinaz vi ŞEKİLLER ve TABLOLAR ŞEKİL 1 : AKS sınıflandırması SEKİL 2 : Koroner dolaşım şeması ŞEKİL 3 : Sol koroner sistemin anatomisi, sağ oblik görüntü SEKİL 4 : Sağ koroner sistemin anatomisi Tablo 1 : Lipid düzeylerinin sınıflandırılması (NCEF ATP III) Tablo 2 : NCEP ATP III Metabolik Sendrom Tanı Kriterleri Tablo 3 : Kanada Kardiyovasküler Cemiyeti(CCS) Angina Pektoris Derecelendirilmesi Tablo 4 : USAP’ta Braunwald Sınıflandırması Tablo 5 : Koroner anjiografide LAD’de lezyon saptanan vakaların EKG’de saptanan lokalizasyonlar açısından karşılaştırılması Tablo 6 : Koroner anjiografide RCA’da lezyon saptanan vakaların EKG’de saptanan lokalizasyonlar açısından karşılaştırılması Tablo 7 : Koroner anjiografide CX’de lezyon saptanan vakaların EKG’de saptanan lokalizasyonlar açısından karşılaştırılması Tablo 8 : Koroner anjiografide yan dal D1’de lezyon saptanan vakaların EKG’de saptanan lokalizasyonlar açısından karşılaştırılması Tablo 9 : Koroner anjiografide yan dal D2’de lezyon saptanan vakaların EKG’de saptanan lokalizasyonlar açısından karşılaştırılması Tablo 10 : LAD lezyonu ile AKS’ lerin karşılaştırılması Tablo 11 : RCA lezyonu ile AKS’lerin karşılaştırılması Tablo 12 : CX lezyonu ile AKS’lerin karşılaştırılması Tablo 13 : Yandal D1 lezyonu ile AKS’lerin karşılaştırılması Tablo 14 : Yandal D2 lezyonu ile AKS’lerin karşılaştırılması Tablo 15 : Cinsiyete göre karşılaştırma Tablo 16 : EKG’deki lokalizasyona gore AKS’lerin değerlendirilmesi Tablo 17 : Koroner anjiografideki damar lezyonlarına gore AKS ‘lerin değerlendirilmesi Tablo 18 : %50 damar lezyonlarına gore AKS’lerin değerlendirilmesi Tablo 19 : %70 damar lezyonlarına gore AKS’lerin değerlendirilmesi vii ÖZET Akut koroner sendrom; miyokardın akut iskemisi ile meydana gelen bir dizi klinik tabloyu içermektedir. Oluşumundaki temel patofizyolojik mekanizma damar duvarında meydana gelen aterosklerotik süreçtir. İnflamasyon ve intimal zedelenmenin, koroner ateroskleroz gelişimindeki başlıca aracı nedenler olduğu kabul edilir. Aterosklerozun en önde gelen komplikasyonu olan akut koroner sendromda iskemik lezyonların miyokardiyal lokalizasyonlarının belirlenmesinde elektrokardiyografik (EKG) kayıt önemli bir yöntemdir. Bu çalışmada amacımız iskemi lokalizasyonu EKG olarak belirlenen olguların yapılan koroner anjiografilerinde saptanan damar tıkanıklıklarını karşılaştırmak ve damarların kalpte besledikleri alan ile iskemi durumunda EKG’de saptanan lezyon lokalizasyonu arasındaki ilişkiyi saptamaktır. Yaşları 29-80 arasında olan 67’si erkek, 33’ü kadın olan 100 olgu EKG bulgularına göre 3 gruba ayrıldı; EKG’lerinde geçirilmiş Mİ olanlar (GMİ) grup1(n=45), T menfiliği olanlar grup2 (n=39) ve istirahat EKG’si normal olanlar grup3 (n=16). EKG’de lezyonun bulunduğu derivasyona göre lokalizasyonlar V3-V4 anteroapikal, V1-V4 anteroseptal, D1-avL V3-V6 anterolateral, D1-avL V4-V6 yaygın anterior, D2 D3 avF inferior olarak sınıflandırıldı. Koroner anjoigrafideki damarlar sol ana koroner arter(LMCA), sol ön inen koroner arter(LAD), sağ koroner arter(RCA), sirkumflex arter(CX), yan dal hastalığı da yan dal1(D1) ve yan dal2 (D2)olarak gruplandırıldı. Koroner arter lümenindeki %50 darlıklar önemli darlık olarak kabul edildi. İstatistiksel analizde Mann-Whitney U testi kullanıldı. Çalışmamızda RCA pozitif olgularda inferior MI sıklığı, RCA negatif olgularda anlamlı derecede fazladır (p<0.001). CX pozitif olgularda inferior MI sıklığı, CX negatif olgularda anlamlı derecede fazladır (p<0.05). LAD pozitif olgularda yaygın anterior MI sıklığı, LAD negatif olgularda anlamlı derecede fazladır (p<0.001). Grup 2 olguların %17,9 LAD’de, %33,3 RCA’da, %38,5 CX’de önemli darlık saptandı.Grup 3 olguların %18,8 LAD’de, %12,5 RCA’da, %12,5 CX’de önemli darlık saptandı. Vakaların viii hiçbirinde LMCA’da darlık saptanmadı. Gruplar arasında cinsiyet dağılımı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmadı (p>0.05). EKG’de saptanan iskemi lokalizasyonu ile koroner arterlerin kalpte basledikleri alan arasında uyum vardır. KA’de saptanan dammar tıkanıklıkları ile EKG iskemi lezyon lokalizasyonları arasında anlamlı derecede uyum vardır. Anahtar kelimeler: elektrokardiyografi, koroner anjiografi, iskemi lokalizasyonu ix SUMMARY Acute coronary syndrome is a serial clinical entity resulting from myocardial ischemia. Atherosclerotic process of coronary artery is the principle factor on pathophysical basis. Inflammation and intimal vascular damage are supposed to be the main factors to develop atherosclerosis. ECG(electrocardiography) is the basic diagnostic tool for evaluation of the localisation of myocardial ischemia. İn this manuscript, we aimed to compare ECG findings of myocardial ischemia with definitive coronary angiographic evaluation. Corelation of ECG findings with detected lesions of spesific coronary arteries and interaction with their nourishment zones were discussed. 100 patients(67 men,33 women ) with mean age of 54.1±10.9 (29-80) were encountered. They were divided in to three groups:group1; previous history of mycardial infarction(n:45), group 2; T wave(-) individuals(n:39)and group 3; ECG with normal pattern at resting(n:16). ECG findings were classified as anterio apical (V3-V4), anteroseptal (V1-V4), anterolateral(D1-avL V4-V6), diffuse anterior (D1-avL V1-V6 ) and inferior(D2-D3-avF). Coronary arteries were grouped as: LMCA,LAD,RCA,CX,side branches B1 and B2. Coronary lesions obstructing more than 50 % of the lumen were encountered as important lesions. Statical analysis was undertaken by Mann-Whitney U test. İn patients with positive RCA lesions inferior MI was more frequent than RCA(-) patients.(p൏0.001). Besides,patients with positive CX lesions inferior MI was more frequent than CX (-) patients as well (p˂0.05). The patients with significant LAD lesions had a higher incidence of diffuse anterior MI than LAD (-) patients(p˂0.001). In group 2,the important lesions are detected as fallows: LAD(+) 17,9 %, RCA(+) 33,3 %, CX(+)38,5 %; whereas in group 3 frequency of the lesions were: LAD(+) 18,8 %,RCA(+)12,5 %, CX(+)12,5 %. There were no detectablelesions of LCMA in our x patients. There were no statically meaningfull difference between males and females (p˂0.05). Localisation of ishemia according to ECG findings had a consistency with the nourishment of the lesions of coronary artery evaluated with coronary angiography. Key words: Electrocardiography, coronary angiography, iscemia localization xi GİRİŞ VE AMAÇ Kardiyovasküler hastalıklar dünya çapında, mortalite ve morbiditenin majör nedeni olma yolunda gittikçe artan bir rol üstlenmektedir. Çalışmalar, tüm dünyada kardiyovasküler hastalıklardan ölüm oranının 1990 ve 2020 yılları arasında, % 28.9’dan % 36.3’e yükseleceğini göstermektedir (1). Tek başına ateroskleroz batı dünyasındaki ölümlerin yarısından fazlasında rol alır. Koroner ateroskleroz, iskemik kalp hastalığına yol açabilir ve arteryal lezyonlara trombus eklendiğinde, iskemik kalp hastalığının en ağır formu olan myokard infarktüsü gelişir ki, bu durum tek başına ABD’deki ölümlerin % 2025’inden sorumludur. Türk Erişkinlerinde Koroner Arter Hastalığı Risk Faktörleri (TEKHARF) çalışması verilerine göre 2000 yılı itibariyle ülkemizde 2.000.000 koroner arter hastası vardır ve bu rakam 2010 yılında yaklaşık 3.400.000’e ulaşacaktır. Ülkemizde her yıl yaklaşık 65.000 kişi koroner arter hastalığına bağlı ani ölüm nedeniyle kaybedilmektedir.. Aterosklerotik damar hastalığı yaşamın erken dönemlerinde başlar, yavaş ve progresif bir seyir gösterir. Klinik yansımalarını ileriki yaşlarda gördüğümüz bu süreç yaşam boyu devam eder. Akut koroner sendrom; miyokardın akut iskemisi ile meydana gelen bir dizi klinik tabloyu içermektedir. Oluşumundaki temel patofizyolojik mekanizma damar duvarında meydana gelen aterosklerotik süreçtir. İnflamasyon ve intimal zedelenmenin, koroner ateroskleroz gelişimindeki başlıca aracı maddeler olduğu kabul edilir. Miyositlerin geri dönüşümlü veya geri dönüşümsüz hasarı önce yaygın bir inflamatuvar yanıtı, daha sonra da inflamasyonun aracı maddelerinin salıverilmesini başlatır. İnflamasyona duyarlı proteinlerin artışı bu aracı maddelere bir yanıt olarak gerçekleşir. Aterosklerozun en önde gelen komplikasyonu olan akut koroner sendromda 1 miyokardiyal nekrozu önlemek, acil tedavi hedeflerindendir (2). İskemik lezyonların myokordiyal lokalizasyonlarının belirlenmesinde elektrokardiyografik(EKG) kayıt, önemli bir yöntemdir(3). Önceleri miyokard infarktüsü(Mİ) nedeni ile ölen vakalarda yapılan postmortem çalışmalarda, miyokard nekroz yerinin EKG’deki lokalizasyonu ile olan ilişkisi irdelenmiş; daha sonraları sol ventrikülografide anormal duvar hareketleri ile EKG arasındaki ilişki araştırılmıştır(3,4). EKG’nin miyokard infarktüsünün yerleşim yerini belirlemede anatomik lokalizasyonu ile oldukça uyumlu olduğu gösterilmiştir. Son çalışmalarda, Mİ’den sorumlu olan arteri saptamak için semptomlar başladıktan sonra saatler yada haftalar sonra koroner anjiografi (KA) yapılarak, Mİ’den sorumlu arter ve EKG lokalizasyonu arasındaki ilişki ortaya konulmuştur(3,5). Bu çalışmada amacımız iskemi lokalizasyonu EKG olarak belirlenen olguların yapılan koroner anjiografilerinde saptanan damar tıkanıklıklarını karşılaştırmak ve damarların kalpte besledikleri alan ile iskemi durumunda EKG’de saptanan lezyon lokalizasyonu arasındaki ilişkiyi saptamaktır. Lezyonların yerleşim yerini belirlemede EKG ve koroner anjiografinin önemi ve yararını araştırmaktır. 2 GENEL BİLGİLER 2.1. ATEROSKLEROZ Ateroskleroz, gelişmiş toplumlarda ölüm ve sakatlığın en önemli nedenidir. Daha da ötesi, genel tahminlere göre -erken ölüm ve sakatlık oranı sağlıklı kişilerden çıkarıldığında- 2020 yılına kadar kardiyovasküler hastalıklar ve özellikle aterosklerozis, toplam hastalık yükünün en önemli global sebebi olmaya devam edecektir (6). 2020 yılında Dünya Sağlık Örgütünün hazırladığı yaşamı kısıtlayan önde gelen nedenler listesinde koroner kalp hastalığı birinci, inme dördüncü sırayı alacaktır. Kardiyovasküler hastalıklar tüm dünyada epidemik olmaya başlamıştır, aterogenez ve sıklıkla eklenen tromboz altta yatan en sık nedenlerdir (7). Arteriyoskleroz, arterlerde kalınlaşma ve esneklik kaybına yol açan üç damar hastalığı için kullanılan genel terimdir (8,9): 1. En önemli tip, sıklıkla santralde lipidden zengin çekirdek içeren intimal yağlı fibröz plak formasyonu ile karakterli aterosklerozisdir. 2. İkinci morfolojik form, müsküler arterlerin mediyasında kalsifikasyonla karakterli Mönckeberg’in mediyal kalsifik sklerozisidir. Genellikle 50 yaşın üstündeki kişilerde orta çaplı müsküler arterlerde rastlanır. Lezyonlar damar lümenine etki etmediği için mediyal kalsifik skleroz, büyük oranda sadece anatomik bir ilgi konusudur. 3. Üçüncü tip, küçük arter ve arteriyollerin hastalığıdır (arteriyolosklerozis). Küçük damar sklerozisi en sık hipertansiyon ve diyabetes mellitus ile birliktedir. Hyalen ve hiperplastik olmak üzere iki anatomik varyantı vardır. 3 Aterosklerozun belli bir genetik altyapı ve riske sahip kişilerde çevresel risk faktörlerinin etkisiyle ortaya çıkan bir hastalık olduğu, eskiden düşünüldüğü gibi kaçınılmaz dejeneratif bir hastalık olmadığı anlaşılmıştır (10). Ateroskleroz, aorta, karotisler, koroner arterler ve serebral arterler dahil olmak üzere orta-büyük arterlerde görülen bir intima hastalığıdır. Bu boyutlardaki bazı arter sistemleri ateroskleroza karşı çok duyarlı iken (örneğin koroner arterler), a. thracica interna gibi bazı arterler ateroskleroza dirençlidir. Sözkonusu direnç farklılığının sebebi bilinmemektedir. Aterosklerozun son derece spesifik bir yanı da, yaygın değil fokal bir hastalık olmasıdır. Koroner arterler kesit kesit incelendiğinde aterosklerozun bölgesel niteliği daha da iyi anlaşılmaktadır; damarın bir bölümü anormal iken başka bir kısmı normal olabilir (11). Ateroskleroz, arter yatağının içinde tipik olarak yatkın bölgelerde, fokal olmaya meyillidir. Örnek olarak, koroner dolaşımda, aterosklerozun okluzif hastalığının oluştuğu yer, proksimal sol ön inen arterdir. Aynı şekilde, ateroskleroz renal arterin proksimal bölümünü, beynin ekstrakraniyel dolaşım yatağı ve karotidlerin ayrılma noktalarını tercih etmektedir. Aterosklerotik lezyonlar genelde arterlerin dallanma noktalarında, kan akımının yönlendirildiği bölgelerde meydana gelmektedir (6). Çok sayıda yaygın ve sistemik risk faktörlerinin hastalığın ortaya çıkışına eğilimi artırmasına karşın, ateroskleroz özellikle dolaşımın çeşitli bölgelerini etkilemekte ve etkilenen dolaşım yatağının özelliğine göre değişik klinik belirtiler ortaya çıkmaktadır. Koroner arterlerin aterosklerozu miyokard infarktüsüne ve anjina pektorise neden olmaktadır. Santral sinir sistemini besleyen arterlerin aterosklerozu sıklıkla inmelere ve geçici serebral iskemiye yolaçmaktadır. Periferik dolaşımdaki ateroskleroz intermittent kladikasyoya, gangrene ve extremite beslenmesinde tehlikeye neden olmaktadır. Splenik dolaşımın etkilenmesi sonucu mezenterik iskemi ortaya çıkmaktadır. Ateroskleroz böbrekleri ya doğrudan (renal arter stenozu) ya da sık olarak ateroembolik hastalığın bir parçası olarak etkilemektedir. Aterosklerozun tüm bulguları darlıktan tıkayıcı hastalığa 4 uzanan bir sonuç değildir. Aortada bu hastalığın bulguları olarak ektazi ve anevrizma gelişimi sık görülen örneklerdir (6). Aterosklerozis genellikle uzun sessiz dönem sonrası klinik bulgu vermeye başlamaktadır. Hastalık erken çocukluk döneminde başlar ve dekadlar boyunca yavaş yavaş ilerler (8, 6, 12). NORMAL ARTER : Normal bir arter 3 tabaka içerir; luminal yüzü endotel ile, dış yüzü gevşek bağ dokusu ile kaplıdır. Orta tabakada ise elastik laminalar arasında yer alan çevresi kollagen ve proteoglikanlar ile dolu düz kas hücreleri yer alır(6,12). İntima, kan ile temas eden tek tabaka endotel hücreleri ve düz kas hücreleri arasına giren ekstraselüler matriks içerir (6). Endotel hücrelerinin damar permeabilitesini düzenleme, nontrombojenik bir yüzey sağlama (PGI2 yapımı ve yüzeyinin heparan sülfat ile kaplı olması), vazoaktif maddelerin (endotelial relaxing faktör, endotelin), growth faktörlerin ve konnektif dokunun yapımı gibi fonksiyonları vardır. Endotel hücre yüzeyinde LDL, growth faktörler ve bir çok farmakolojik ajanlar gibi farklı molekül yapılarına ait reseptörler vardır. Ayrıca endotel, LDL’yi okside ederek modifiye LDL’ye dönüştürme potansiyeline sahiptir,endotelden geçen bu molekül (modifiye LDL) makrofajların yüzeyindeki reseptörler aracılığıyla hücre içine alınır ve köpük hücreleri oluşur. Bu olay aterogenezde önemlidir (12). Media tabakası arterin müsküler duvarı olup internal ve eksternal elastik lamina ile çevrelenmiştir. Bu laminalar değişik madde ve hücrelerin her iki yönde geçişine imkan sağlayan büyüklükte çok sayıda açıklığa sahip elastik lif tabakalarından oluşurlar. Müsküler arterlerin mediasında birbirine tutunmuş düz kas hücrelerinin oluşturduğu spiral tarzda tabakalar yer alır. Elastik arterler ise çok sayıda düz kas hücre lamellerine sahiptir. Bu lamellerin herbiri küçük müsküler arter veya arteriyollerin mediasına eşdeğerdir. Her bir lamel iç ve dış yüzeylerinde elastik lamina ile çevrelenmiştir (12). Adventisya kollajen ve elastik lif demetleri ile fibroblastlar ve bir miktar düz kas hücresi ihtiva eden yoğun kollajen yapıya sahiptir. Vasküler bir dokudur, çok sayıda sinir lifi de içerir. Ayrıca media tabakasının 2/3’ünü besleyen vasa vasorumları da içermektedir (6,12). 5 2.2. ATEROGENEZ HİPOTEZLERİ Aterosklerozun saygı uyandıran önemi, nedeninin keşfedilmesi için, muazzam çabalar sarfedilmesine neden olmuş ve patogenezi için pek çok hipotez öne sürülmüştür. Son yıllarda üzerinde durulan ve en yaygın kabul gören hipotez, hasara karşı cevap hipotezidir (8, 13). Hasara Cevap Hipotezi: Kronik ya da tekrarlayan endotel hasarı, hasara cevap hipotezinin köşe noktasıdır(8). Ross tarafından ortaya atılan bu hipotezde olayları endotel disfonksiyonu başlatmaktadır. Metabolik, mekanik, toksik, immünolojik olaylar ile enfeksiyonlar endotel disfonksiyonuna neden olurlar. Bilinen risk faktörlerinin hemen hepsi (sigara, hipertansiyon, diyabet, hiperkolesterolemi, okside LDL kolesterol) endotelde işlevsel bozukluğa yol açabilir. Endotel disfonksiyonu, tek hücre sırasından oluşan bu tabakanın, kan ile damar duvarı arasında bariyer olma özelliğini, seçici geçirgenliğini ve antitrombotik yapısını bozar. Bunun sonucunda gelişen inflamatuar ve proliferatif olaylar dizisi aterosklerotik plağın oluşmasına neden olur (13). Endotel hasarı endotelin dökülmesini gerektirmez. Kaybolan endotel hücrelerinin hızla replase olması endotel hasarının en basit göstergesi olabilir. Endotel permeabilitesinde değişiklikler, endotele lökosit adezyonunun artması, vazoaktif madde ve growth faktörlerin salınması endotel disfonksiyonunu gösterir. Endotel hasarı endotel fonksiyonunu değiştirirken, önemli hücresel etkileşimlere neden olmakta ve aterosklerotik lezyon gelişimine yol açmaktadır (12). Hasara cevap hipotezinin temelinde aşağıdaki özellikler vardır (8): 1. Endotel geçirgenliğinde artış veya diğer endotel fonksiyon bozukluğu bulguları ile sonuçlanan genellikle hafif, fokal, kronik endotel hasarı alanları oluşması. 2. Esas olarak yüksek kolesterol içerikli LDL veya modifiye LDL ve aynı zamanda VLDL’ler olmak üzere lipoproteinlerin damar duvarı içine doğru sızmasının artması. 6 3. Bu hasarlanma odaklarında endotel hücreleri, monosit / makrofajlar, T lenfositleri ve intima ya da medyanın düz kas hücrelerini içeren bir dizi hücresel etkileşimlerin olması. 4. Ekstraselüler matriks oluşumu ile birlikte intimadaki düz kas hücrelerinin proliferasyonu. Monoklonal Hipotez: Bu hipoteze göre aterosklerotik lezyon içindeki bütün hücrelerin kaynağı tek bir kas hücresidir. Virüsler, kimyasal ajanlar ve diğer mitojenlerin etkisi ile gelişen hücre transformasyonundan oluşan benign neoplaziler aterosklerotik lezyonu oluşturmaktadırlar (12). Lipid Hipotezi: Kronik hiperkolesterolemi endotel hücre membranında kolesterol moleküllerinin sayısını artırarak endotel hasarına neden olabilir. Endotelyal plazma membranında kolesterol / fosfolipid oranı yükseldiği zaman membran viskozitesi artar. Daha visköz ve daha rijit olan endotelial yüzey, akım değişikliklerinin neden olduğu strese karşı koyamaz. Bu da endotel hücrelerinin birbirinden ayrılmasına, retraksiyonlarına neden olur. Hiperkolesterolemi ayrıca monosit- endotel adezyonunda da değişikliğe yolaçabilir (12). Monositler kan dolaşımından hasara uğrayan endotelin olduğu bölgelerde toplanır. LDL’yi alıp makrofaj morfolojisini alacağı subintimal bölgeye endoteli geçerek girerler. Modifiye olmamış LDL, makrofajlar tarafından ya çok yavaş alınır, ya da alınmazlar. Köpük hücre oluşumunu aktive etmeden önce, bazı modifikasyonlara uğramalıdır. Yakın zamanda ilgiyi çeken modifikasyon, oksidasyondur (14). Endotel hücreleri ve onlara yapışmış monositlerden oluşan mikroçevredeki LDL’nin, bu aktive hücrelerce oluşturulmuş serbest radikallere maruz kaldığı varsayılmaktadır (8). Serbest oksijen radikallerinin LDL’nin dış kısmındaki fosfolipidlere etki etmesiyle lipid peroksidasyon ürünleri oluşur. Bunlar reseptör bağlama özelliklerini değiştirecek şekilde LDL’nin apoB’siyle reaksiyona girer ve onları bozar. Bu oksidatif olarak modifiye olmuş LDL scavenger reseptörü (çöpçü reseptör) denilen bir reseptör sınıfı aracılığıyla makrofajlar tarafından alınır (14). Çöpçü 7 reseptör doğal LDL reseptörü gibi down regüle olmaz ve düzensiz alımın devam etmesiyle hücre lipidle dolu hale gelir ve köpük hücreleri oluşur (7). Oksidatif olarak modifiye olmuş LDL aşağıdaki yollarla aterogenez oluşumuna katkıda bulunur (8): 1. LDL reseptöründen farklı olan çöpçü reseptör aracılığıyla makrofajlarca kolaylıkla yutulur. 2. Dolaşan monositler için kemotaktikdir. 3. Monosit adezyonunu artırır. 4. Lezyon alanındaki makrofajların motilitesini engelleyerek makrofajların orada toplanmasını ve tutunmasını sağlar. 5. Büyüme faktörleri ve sitokinlerin salınımını uyarır. 6. Endotel hücrelerine ve düz kas hücrelerine sitotoksikdir. 7. İmmünojenikdir. Hayvanlarda yağ içeriği çok yüksek diyetler vererek ya da lipid metabolizmasında genetik bozukluk olan hayvanlar kullanılarak insandaki aterosklerozun tüm bileşenleri yeniden oluşturulabilmiştir. Bu bulgu ile birlikte insanlarda yüksek lipid düzeylerinin aterosklerozun majör risk faktörü olduğunu gösteren çok güçlü epidemiyolojik kanıtlar birlikte değerlendirildiğinde, hastalığın lipid birikiminin arter duvarında yolaçtığı harabiyete karşı bir yanıt olduğu sonucuna ulaşılmaktadır (15). Aterosklerozun Histopatolojisi Koroner ateroskleroza bağlı morbidite ve mortalite esas olarak komplike lezyonlara bağlıdır. Plak tiplerinin isimlendirilmesinde ve bunların nasıl geliştikleri konusunda değişik tanımlamalar yapılabilir. Tip 1 lezyon; monositlerin, endotel yüzeyine yapışıp arter lümeninden intimaya geçmeleriyle oluşur. 8 Tip 2 lezyon ise çoğunluğu monosit kökenli olan lipid yüklü köpük hücrelerinin sağlam endotel altında bölgesel kümelenmelerinden oluşan yağlı çizgilenmelerdir. Daha da açık bir şekilde tanımlamak gerekirse, yağlı çizgilenmeler çok sayıda lipid yüklü makrofajın intimal birikimi ile oluşurlar ve bunlara köpük hücreleri de denir. Tip 3 lezyonlar ise ilaveten az miktarda ekstrasellüler lipid kümeleri içerir. Tip 1–3 lezyonlar daha ileri lezyonların öncülleridirler ve klinik semptomlara yol açmazlar. Tip 4 lezyonlarda ise endotel altında, lezyon içinde düz kas hücreleri belirir ve ekstrasellüler ortamda bulunan lipidler bir araya gelerek bir lipid çekirdek oluştururlar. Tip 5 lezyonlarda ise yoğun bir bağ dokusu birikimi görülür ve lipid çekirdeği çevreleyen fibröz bir kapsül oluşur. Çekirdeği lümenden ayıran kapsül kısmı plak başlığıdır. Tip 6 lezyonlar ise komplike olmuş plaklardır. Genel olarak iskemik kalp hastalarında bulunan plaklar, sayılan tüm bu morfolojik özellikleri sergilerler (16). Kardiyovasküler patoloji ise lezyonları daha basit bir şekilde sınıflandırır. Patologlara göre üç tip aterosklerotik plak vardır: 1.Yağlı çizgilenmeler 2.Fibröz plaklar 3.Komplike lezyonlar Yağlı çizgilenmeler çok sayıda lipid damlacıkları ile dolu makrofajların intimada birikmesiyle oluşurlar (köpük hücreler). Fibröz plaklarda ise lipidler hem makrofaj köpük hücrelerinde, hem de ekstrasellüler matriks içinde bulunurlar. Komplike lezyonlar ise lipidler, inflamatuar hücreler ve fibröz dokuya ek olarak hematom veya kanama ile trombotik depozitler de içeren plaklardır.Komplike lezyonlar daha çok fibröz plağın yırtılması sonucu gelişirler. Ateroskleroz Patogenezi Ateroskleroz gelişimi ile ilgili bugüne dek birçok teori öne sürülmesine rağmen en fazla kabul gören hipotez, endotel harabiyetinin ya da fonksiyon bozukluğunun aterogenezi 9 tetiklediği hipotezidir. Plak oluşumunda ilk basamak, aterojenik lipoproteinlerin endotelden subendotelyal boşluğa geçmeleridir. Subendotelyal boşlukta lipoprotein birikimi ile lipoproteinlerin modifiye edilebilecekleri ve kümelenecekleri bir mikro çevre oluşur. LDL‘nin intimadan eliminasyonu sınırlıdır, bu nedenle LDL ekstrasellüler matriks içinde tutulur. Matriks proteoglikanlarının LDL'ye afinitesi vardır; böylece LDL matrikse bağlanır ve LDL havuzu olusur. LDL intimada agregasyon, oksidasyon ve LDL komponentlerinin degradasyonunu içeren bir seri modifikasyona uğrar. Modifikasyon enzimatik yollarla olabileceği gibi enzimatik olmayan yollarla da gerçekleşebilir. LDL’nin oksidasyonu lizofosfotidilkolin gibi modifiye lipidlerin salınımına yol açar. Bu lipid türlerinin bazıları sinyal molekülü gibi davranıp endotel hücrelerini aktive eder ve VCAM1 (Vasküler Hücre Adezyon Molekülü-1) ekspresyonuna neden olur. VCAM, monosit ve T lenfositler için reseptör görevi görür.Modifiye olan lipoproteinler daha aterojenik hale gelirler.(17,18). Hiperkolesterolemi gibi pro-aterojenik uyarılara maruz kalan deney hayvanlarında, subendotelyal intima tabakasındaki kan kaynaklı lipidlerin birikimine ilaveten endotel yüzeyinde de lökosit adezyon moleküllerinin arttığı gösterilmistir.(19). Pro-inflamatuar ve sitotoksik olan okside LDL, makrofaj çöpçü hücreleri tarafından tanınarak hücre içine alınır. Makrofajların yaptığı fagositoz sonucunda hücre içi lipid birikimi ve köpük hücre oluşumu gözlenir. Çöpçü reseptör doğal LDL reseptörü gibi down regüle olmaz ve düzensiz alımın devam etmesiyle hücre lipidle dolu hale gelir. Oluşan makrofaj köpük hücreleri, tümör nekrotizan faktör alfa (TNF-α) ile metalloproteinazların yanısıra pro-koagulan doku faktörünü de içeren çesitlilikte, inflamatuar sitokinleri üretir. (20,21). Lipoprotein retansiyonu ApoB ve matrix proteoglikanları arasındaki etkileşimler sonucu meydana gelir.(22,23). Endotel hücreleri ve düz kas hücrelerince üretilen kemotaktik sitokinlerin de indüksiyonu ile lipid birikimi ve modifikasyonu artar. Yağlı çizgilenme ise, endotel içerisinde köpük hücrelerinin ve T hücrelerinin ekstrasellüler kolesterolle birlikte birikmesidir. Aktif makrofaj ve T hücrelerinin varlığı aterosklerotik plakta immünolojik bir reaksiyonun varlığını göstermektedir. İmmünglobulinlerin lezyonlardaki varlığı gösterilmiş olmakla birlikte B hücreleri insan plağında yer almamaktadır. Aynı şekilde, aterosklerotik arterleri çevreleyen tunika adventisyadaki inflamatuar infiltratta plazma hücreleri olmasına 10 rağmen plağın kendisinde bu hücreler yok denilecek kadar azdır. Yine immünite ve ateroskleroz gelişimi arasındaki ilişki okside LDL’ye karşı oluşan oto-antikorların aterosklerozu olan hastalarda ve hastalığın deneysel modellerinde yüksek titrede gösterilmesi ile ortaya konmuştur. Okside LDL gibi modifiye edilmiş lipoproteinler dışında, aterojenik substrat olarak aterosklerozu tetikleyen başka moleküller de gösterilmiş olup ısı şok proteini 60, Chlamydia pneumoniae proteinleri ve Herpes simplex tip 1 antijenleri bunlardan bir kaçıdır (24). Makrofajlar, hücre içlerine aldıkları modifiye lipoproteinleri, hücre membranlarında bulunan sınıf 2 histokompatibilite antijenleri (MHC sınıf 2) vasıtasıyla immün sistemin diğer hücrelerine sunarlar. Burada modifiye lipoproteinler antijen olarak immün reaksiyonların merkezinde yer alırlar. Antijen-MHC sınıf 2 kompleksleri, CD4 (+) T hücrelerince tanınır. T hücreleri aktive olarak otokrin büyüme faktörlerini ve sitokinleri salgılarlar. Bu durum sellüler sitotoksisiteyi artırır. İnsan aterosklerotik plağındaki T hücrelerinin çoğu, makrofaj aktivasyonu ve inflamasyona neden olan T helper–1 (Th–1) tipindedir. Plak gelişimi ve inflamasyonun gelişiminde T hücrelerinin, özellikle de Th-1 hücrelerinin proinflamatuar düzenleyici etkileri, yapılan bir çok çalışma sonucunda gösterilmiştir (25). T helper hücrelerinin salgıladığı en önemli sitokin belirgin vasküler aktivitesi bulunan interferon gamma (IFN-α)’dır. IFN-α major makrofaj aktive edici sitokindir. Fagositozu artırmak üzere makrofajları uyarır; TNF-α ve IL–1 gibi inflamatuar sitokinleri salgılatır; proteolitik enzimlerin açığa çıkmasına neden olarak büyük miktarda toksik oksijen radikalleri ve nitrik oksit (NO) oluşmasına neden olur (26). TNF-α, prokoagülan aktiviteyi uyarır. Meydana gelen tüm bu immün reaksiyonlar aterogeneze neden olarak, ateroskleroz gelişimini hızlandırır. Hayvan modelleri üzerinde yapılan bazı çalışmalarda aterosklerozu inhibe etmek amacıyla immün aktivitenin kontrolü ve baskılanması denenmiştir. Özellikle farelerin kullanıldığı bu çalışmalarda, interferon gama reseptörlerinin (IFN- α ) bloke edilmesi sonucunda ateroskleroz inhibe edilmiştir (26,27). Benzer şekilde Th–1 yolu genetik ya da farmakolojik olarak inhibe edildiğinde hastalığın ilerleyişi önlenmiştir (27,28,29,30). 11 İmmün yolakların bloke edilmesi ve aterosklerozun inhibisyonu amacıyla kullanılan terapötik yaklaşımlardan bazıları poliklonal immünglobulinler ile inhibisyon, anti-CD40 antikorlarının kullanılması ve okside LDL ile immünizasyon’dur. Lipid Çekirdek Lipid çekirdek, intima bağ dokusu matriksinde hücre kalıntılarından ve kolesterolden oluşan potansiyel boşluklardır. Ekstrasellüler lipidlerin bir kısmı doğrudan intimal matriks proteoglikanlarına bağlı olan LDL kaynaklıdır (31).Ancak 12 lipid çekirdeğindeki kolesterol ve lipid esterleri büyük oranda ölen köpük hücrelerinin sitoplâzmasından salınır. Makrofajlar LDL oksidasyonuyla oluşan lipid peroksidazlarla öldürülebilirler, ancak artık günümüzde makrofaj hücre ölümünün apoptozis yoluyla olduğuna dair kanıtlar bulunmaktadır (32). Makrofaj Koloni Stimulan Kemotaktik Faktör– 1 (MCSF–1) gibi büyüme faktörlerinin tükenmesi, özellikle hücresel plaklarda büyük miktarlarda bulunan TNF- α ile birlikte, apoptozisi indükleyebilir. Çekirdek içindeki makrofajların doku faktörü (TF) eksprese etmeleri de bu alanı arter lümenine maruz kaldığında trombojenik kılar (33). Yağlı Çizgilenme ve Plak Olusumu Kollajen depolanması, düz kas hücre göçü ve çoğalması, çeşitli büyüme faktörlerinin etkisiyle gerçekleşir. Bu büyüme faktörleri düz kas hücreleri ve ortamdaki diğer hücreler tarafından salınır. Damar duvarında trombosit, fibrin ve trombin birikimi de düz kas hücre çoğalmasını uyarabilir. Düz kas hücrelerinin subendotelyal aralığa göç etmeleri sonucunda lipid çekirdeği endotelyal yüzeyden ayıran fibröz bir başlık oluşur. Buna fibröz başlık adı verilir. Proliferasyon, düz kas hücrelerinin temel fibroblast büyüme faktörü (bFGF) ve trombosit kaynaklı büyüme faktörü (PDGF) gibi sitokinlerce daha da uyarılmasıyla devam eder. Lipid çekirdek, fibröz başlık ile endotelyal yüzeyden ayrılmıştır. Ancak bu durum arter lümeninde daralmayla sonuçlanmıştır. Olusan plaklar, IFN- α yolu ile düz kas hücre proliferasyonunu düzenleyen T lenfositleri içerir. Plaklarda bulunan CD40 (+) T lenfositler, makrofajlarla etkileşerek aktivasyon, sitokin ekspresyonu, doku faktör ekspresyonu ve metalloproteinaz üretimine yol açarlar. 12 Aterosklerozda klinik, plak içeriğine bağlıdır. Plak ne kadar lipidden zengin, inflamatuar komponenti fazla ve düz kas çatısı (kapsülü) ince ise rüptüre olmaya ve klinik olaylara yol açmaya eğilimli demektir (34). Koroner artelerdeki ateroskleroz ile postanjiyoplasti stenozunun, transplant vasküler hastalığın ve ven greft hastalığının ayrı antiteler olduğunu hatırlatmakta yarar vardır. Bu hastalıkların tümünde bazı patolojik süreçler aynıdır. Ancak biriken lipidlerin karışımı, düz kas proliferasyonu ve immün aktivasyon açısında belirgin farklılıklar gözlenebilmektedir (11). Yaşla birlikte insan koroner arterlerinin dallanma noktalarında, kimi bölgelerde iyice belirginleşen yaygın, intimal düz kas proliferasyonu görülür; bu değişiklik aterosklerozdan çok, kan akımına ve basıncına karşı verilen adaptasyon amaçlı bir yanıttır (35, 36). 2.3. ATEROSKLEROTİK RİSK FAKTÖRLERİ Risk faktörlerinin tanımlanması ve bunların tedavisi asemptomatik kişilerde koroner kalp hastalıklarının önlenmesi (primer koruma), belirlenmiş hastalığı olan kişilerde tekrarlayan olayların önlenmesi (sekonder koruma) için gereklidir. Yirminci yüzyılın ilk yarısında hayvanlar üzerinde yapılan deneyler ve klinik gözlemler, hiperkolesterolemi gibi bazı değişkenleri, arterosklerotik olaylarla, risk faktörü bazında ilişkilendirmişlerdir. İnsanlardaki risk faktörlerinin araştırılmasına ilişkin sistematik çalışmalar, yaklaşık olarak yüzyılın ortalarında başlamıştır. Prospektif, halk tabanlı ‛‛Framingham Kalp Çalışmaları’’, hiperkolesterolemi, hipertansiyon ve diğer faktörlerin kardiyovasküler riskle ilişkili olduğunu destekleyen önemli kanıtlar sağlamıştır. Gözleme dayanan benzer çalışmalar ABD’de gerçekleştirilmiştir ve geniş çapta yapılan yaygın, bağımsız araştırmalar kardiyovasküler hastalıklar için risk faktörleri kavramını desteklemiştir(12). (NCEP) (National Cholesterol Education Programme-Adult Treatment Panel III) nın 2001’de yayınlanan III. Yetişkin tedavi panelinde (ATP III), koroner arter hastalığı risk faktörleri şu şekilde sınıflandırılmıştır(37). 13 Koroner Arter Hastalığı Risk Faktörleri (NCEP ATP ΙΙΙ): 1. Lipid risk faktörleri (LDL, Trigliseridler, Non-HDL Kolesterol, HDL düşüklüğü, Aterojenik dislipidemi) 2. Nonlipid risk faktörleri A. Modifiye edilebilen risk faktörleri a. Hipertansiyon b. Sigara içiyor olmak c. Diyabetes Mellitus d. Fazla kiloluluk/Obezite e. Fiziksel inaktivite f. Aterojenik diyet g. Trombojenik/ hemostatik durum B. Modifiye edilemeyen risk faktörleri a. Yaş b. Erkek cinsiyeti c. Ailede erken koroner kalp hastalığı öyküsü Koroner Arter Hastalığı İçin Bağımsız Risk Faktörleri (NCEP ATP ΙΙΙ): 1. Yaş (erkeklerde ≥45, kadınlarda ≥55 ) 2. Ailede erken koroner kalp hastalığı öyküsü 3. Sigara içiyor olmak 4. Hipertansiyon ( Kan basıncı ≥140/90 mmHg veya antihipertansif ilaç kullanımı ) 5. Düşük HDL kolesterol ( HDL <40 mg/dl ) 6. Yüksek LDL kolseterol ( LDL ≥130 mg/dl ) *HDL > 60 mg/dl ise risk hesaplamalarında bir risk faktörü çıkarılır (Çünkü HDL kolesterol yüksekliği koroner arter hastalığı riskini azaltır). 14 *DM varlığı koroner arter hastalığı risk eşdeğeri olarak değerlendirilir. Aşağıda ise Türk Kardiyoloji Derneği’nin 2002’de yayınladığı Koroner Kalp Hastalığı Korunma ve Tedavi Klavuzunda yer alan koroner kalp hastalığı risk faktörlerini görmektesiniz (38): 1. Yaş (erkeklerde ≥45, kadınlarda ≥55 veya erken menopoz) 2. Aile öyküsü (birinci derece akrabalardan erkekte 55, kadında 65 yaşından önce koroner arter hastalığı bulunması) 3. Sigara içiyor olmak 4. Hipertansiyon (kan basıncı ≥140/90 mmHg veya antihipertansif tedavi görüyor olmak) 5. Hiperkolesterolemi (total kolesterol ≥200 mg/dl, LDL-kolesterol ≥130 mg/dl) 6. Düşük HDL-kolesterol değeri (<40 mg/dl) 7. Diabetes mellitus (diyabet bir risk faktörü olmanın yanısıra, koroner kalp hastalığı varlığına eşdeğer bir risk taşıdığından risk değerlendirmesinde ayrı bir yeri vardır. Lipid Risk Faktörleri: Kanda total kolesterol ve LDL kolesterol düzeyleri yükseldikçe kardiyovasküler risk artar. Trigliserid ile birlikte bu iki değişkenin normal ve diğer dilim sınırları Tablo 1'de özetlenmiştir (37). Tablo 1. Lipid düzeylerinin sınıflandırılması (NCEF ATP III) LDL kolesterol(mg/dl) Optimum Normal Sınırda yüksek Yüksek Çok yüksek Trigliserid (mg/dl) <100 <200 100-129 < 150 200-239 130-159 150-199 ≥240 160-189 200-499 ≥190 ≥500 15 Düşük Yoğunluklu Lipoprotein Kolesterol (LDL): Çeşitli tipteki kanıtlar LDL’nin primer aterojenik faktör olduğunu desteklemektedir ve kontrollü çalışmalar LDL’nin düşürülmesinin koroner kalp hastalığı riskini azalttığını göstermiştir (7). Buna göre Ulusal Kolesterol Eğitim Programı (NCEP), lipid düşürücü tedavide LDL kolesterolünü primer hedef olarak belirlemiştir (37). Laboratuar hayvanları üzerinde yapılmış birçok çalışma serum LDL ve bununla ilgili lipoprotein seviyelerinin yükseltilmesinin aterogenezi başlattığı ve bu prosesi devam ettirdiğini işaret etmektedir (39). Ayrıca yüksek LDL genetik formlarına sahip insanlar erken aterosklerotik hastalık göstermektedir (40). Sözü edilen her iki örnek de diğer risk faktörleri olmaksızın tek başına yüksek LDL seviyelerinin aterojenik olduğunu saptamaktadır. Yıllar boyunca LDL’nin esas fonksiyonunun arter duvarında kolesterol depozisyonu olduğu düşünülmüştür. Son zamanlarda LDL’nin proinflamatuar bir ajan olduğu bulunmuştur; aterosklerotik lezyonun en önemli belirtisi olan kronik inflamatuar cevabı harekete geçirmektedir (41). Yüksek LDL seviyeleri aterosklerozun tüm evrelerinde rol almaktadır; endotel disfonksiyonu, plak formasyonu ve büyümesi, kararsız plak, plak yırtılması ve tromboz. Plazmada yüksek LDL kolesterol seviyelerinin mevcudiyeti LDL partiküllerinin arter duvarında retansiyonunun artmasına, oksidasyonuna ve çeşitli inflamatuar mediyatörlerin sekresyonuna neden olur (42). Bu olayların bir sonucu okside LDL tarafından endotel hücre fonksiyonlarının bozulması ve bunun sonucunda nitrik oksid üretiminin azalmasıdır. Yüksek LDL kolesterol seviyelerinin tedavi edilmesi asetilkoline karşı normal vazodilatör cevabın geri dönmesine sebep olur (43, 44). LDL ayrıca düz kas hücrelerinin güçlü bir mitojenidir(7). Farklı populasyonlarda koroner kalp hastalığı riski serum tatol kolesterol seviyeleri ile pozitif ile ilişkilidir, total kolesterol seviyeleri büyük ölçüde LDL kolesterol seviyeleri ile ilişkilidir (37, 45). Serum kolesterol seviyeleri ile koroner kalp hastalığı riski arasındaki ilişki doğrusaldır (45). Düşük total (ve LDL) kolesterol seviyelerine sahip olan toplumlarda diğer risk faktörleri (sigara içiciliği, hipertansiyon, diyabet) sık olsa bile koroner kalp hastalığı riski düşüktür (40). Sözü edilen son gözlem LDL kolesterol seviyelerinin primer risk faktörü olduğunu öne sürmektedir. 16 TEKHARF çalışması, toplumumuzda total kolesterol düzeylerinin batılı toplumlarla karşılaştırıldığında genelde düşük olduğunu ortaya koymaktadır Ancak yine de total kolesterol düzeyi 9 milyon vatandaşımızda 200 mg/dl’nin üzerindedir. Türk erkek ve kadını erişkin hayata iyi kolesterol değerleri ile başlamakta, ancak bu düşük kolesterol değerleri zaman içinde korunamamakta, ilerleyen yaşla total kolesterol değerleri her iki cinsiyette de hızla yükselmektedir. 20-29 yaş arası ortalama total kolesterol değeri Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa ve Japonya’da ortalama 180 mg/dl civarında seyrederken, ülkemizde erkekte 148 mg/dl, kadında 151 mg/dl bulunmuştur. 4049 yaş grubuna ulaşıldığında her iki cinsiyette ortalama total kolesterol değerleri 188 mg/dl’ye yükselmektedir. İki dekad içinde total kolesterol değerini 39 mg/dl yükselten başka bir ülke bulunmamaktadır. Yaşla görülen bu yükselmenin LDL yıkımında azalma, hormonal değişiklikler ve çevresel faktörlere bağlı olduğu sanılmaktadır. Özellikle ülkemizde yaşla birlikte daha sedanter bir yaşam tarzına eğilim, kilo alma ve diyet alışkanlığının olumsuz yönde değişmesi, bu ani yükselmede etken olmuş olabilir (46). Hem primer hem de sekonder koruma çalışmalarının toplu sonuçları kolesterol düşürücü tedavinin koroner kalp hastalığı riskini azalttığını göstermiştir(47). Güçlü LDL düşürücü ajanlar olan HMG-CoA redüktaz inhibitörlerinin (statinler) ortaya çıkışı kolesterol hipotezinin daha etkili test edilebilmesine olanak sağlamıştır (48, 49). 1993’den itibaren statinler ile yapılan beş majör çalışma yayınlanmıştır: üç sekonder koruma (50, 51, 52). ve iki primer koruma (53, 54) çalışması. Tüm bu çalışmalar majör koroner olaylarda belirgin bir azalma göstermiştir. Üç tanesinde total mortalitede azalma tespit edilmiştir (50, 51, 53). Bu çalışmaların hiçbirinde nonkardiyak mortalitede artış oluşmamıştır. Bu çalışmalar kolesterol düşürücü tedavinin koroner kalp hastalığı riskinin azaltılmasında güvenli ve etkili bir tedavi olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca pek çok çalışma LDL seviyelerinde belirgin azalmanın koroner lezyon propresyonunu yavaşlattığını, bazı vakalarda ise regresyonu başlattığını saptamıştır (55, 56). LDL seviyelerinin düşürülmesi ilaç ve ilaç dışı tedaviler ile mümkün olabilir. İlaç dışı tedavi yöntemlerinin önemi küçümsenmemelidir. Bunların arasında en önemlileri diyetteki kolesterol yükseltici yağ asitlerinin (doymuş ve trans yağ asitleri) ve kolesterol miktarının azaltılmasıdır (37). Fazla kilolu kişilerde istenilen vücut ağırlığına ulaşılması 17 LDL kolesterol seviyelerini düşürerek koroner kalp hastalığı riskini azaltır (57). Diyete ait yardımcı faktörlerin kullanılması ile risk azaltılması konusunda artan bir ilgi mevcuttur. Bitki stanollerinin günlük 3 gram kullanımı diyetteki kolesterolün ve kolesterol düşürücü yağ asitlerinin azaltılmasından bağımsız olarak LDL kolesterol seviyelerini % 10-15 oranında azaltır (58). Diyet ile alınan lif oranının artırılması LDL seviyelerini % 3-5 oranında azaltır (59). Doymamış yağ asitleri LDL kolesterolünü azaltır ve koroner kalp hastalığı global riskini farklı yollardan azaltabilir (60). Belirlenmiş koroner kalp hastalığı olan hastalarda NCEP LDL kolesterol seviyelerini ≤100 mg/dl olarak hedeflemektedir (37). Sekonder korumada optimal LDL kolesterol seviyelerinin tanımlanabilmesi için yeni klinik çalışmalar başlatılmıştır; bununla birlikte, pek çok çalışmadan kaynaklanan kanıtlara göre NCEP hedef olarak ≤100 mg/dl kolesterol seviyelerini belirlemiştir (61). Amerika Kalp Birliği (American Heart Association) LDL kolesterol seviyeleri >130 mg/dl olan tüm koroner kalp hastalarında kolesterol düşürücü tedavinin başlatılmasını önermektedir (62). LDL kolesterol seviyeleri 100-129 mg/dl arasında olan hastalarda kolesterol düşürücü ilaçların başlanıp başlanmaması henüz tam belirlenmemiştir. Bu hastalara maksimum ilaç dışı tedavi başlanmalıdır (7). Kişinin kendi risk faktörlerini bilme eğiliminin yerleşmesinin, koruyucu hekimlik açısından büyük önemi vardır. Bu amaçla, NCEP ATP III, 20 yaş üzerindeki erişkinlerde total kolesterol, HDL kolesterol, LDL kolesterol ve trigliserid düzeylerinin her 5 yılda bir kontrol edilmesini önermektedir (37). NCEP nin önceki panellerinde olduğu gibi 2001 de yayınlanan, III. Yetişkin tedavi panelinde de (ATP III), LDL kolesterolün azaltılmasında, terapötik yaşam tarzı değişiklikleri iki major modaliteden biri olarak yer almaktadır, diğeri ise ilaç tedavisidir. Terapötik yaşam tarzı değişiklikleri esas olarak 3 temel yaklaşımdan oluşur: Sature yağlar ve kolesterol alımının azaltılması, fizik aktivitenin artırılması ve kilo kontrolü (37). NCEP Paneli’ne göre tedavinin sekonder hedefi, metabolik sendromun tedavisidir. Metabolik sendromun karakteristik özellikleri, abdominal obezite, aterojenik dislipidemi, (yüksek TG ile küçük LDL partikülleri ve düşük HDL-K), artmış kan basıncı, insülin 18 rezistansı (glukoz intoleransı ile birlikte olsun olmasın) ve protrombotik, proinflamatuar durumlardır (37). Metabolik sendromun tedavisinde iki genel yaklaşım vardır: Birinci strateji altta yatan sebepleri modifiye eder: fazla kiloluluk/obezite, fiziksel inaktivite ve bunlarla çok yakın birliktelik gösteren insülin rezistansı. Kilo kaybı ve fiziksel aktivitenin artırılması insülin rezistansını azaltır ve metabolik risk faktörlerini indirek olarak azaltır. İkinci yaklaşım ise, direk olarak metabolik risk faktörlerini tedavi eder: aterojenik dislipidemi, hipertansiyon, protrombik durum, altta yatan insülün rezistansı. Klinik pratikte, kısa vadede en çok başarı eşlik eden risk faktörlerinin farmakolojik modifikasyonundan gelir. Bununla birlikte sendromun üstesinden gelmede en büyük başarı, altta yatan nedenlerin ortadan kaldırılmasında yatar (37). HDL Kolesterol Düşüklüğü: Epidemiyolojik çalışmalardan elde edilmiş çok sayıda kanıt plazma HDL kolesterol düzeyi ile, daha sonra koroner olay gelişme riski arasında güçlü bir ters ilişkinin varlığını göstermektedir (63, 64). Bu tersine ilişki hem erkekler hem de kadınlar için geçerli olup, koroner kalp hastalarında da asemptomatik kişiler kadar güçlüdür (13). Ortalama 1 mg/dl HDL kolesterol düşmesi koroner kalp hastalığı riskini % 2-3 artırmaktadır (65). Koroner kalp hastalığı için düşük (40 mg/dl) HDL kolesterol seviyelerinin bir risk faktörü, buna karşılık yüksek ( 60 mg/dl) HDL kolesterol seviyelerinin ise koruyucu bir faktör olduğu kılavuzlarda vurgulanmıştır (37). Düşük HDL düzeylerine yol açan pek çok faktör mevcuttur. Bunlar arasında çoğu hastada genetik faktörler önem taşır (66). Edinsel nedenler arasında yaşam tarzı yani sigara, fiziksel inaktivite ve obeziteye yol açan aşırı kalori alımı büyük yer tutar (67, 68,69). Bunların yanısıra beta blokörler, anabolik steroidler ve progestasyonel ajanlar gibi ilaçlar HDL kolesterolü düşürür. HDL kolesterol ve trigliserid düzeyleri arasında orta derecede güçlü tersine korelasyon vardır ve çeşitli hipertrigliseridemik tablolara düşük HDL kolesterol de eşlik eder (70). 19 Epidemiyolojik çalışmalara ilişkin gözlemler, koroner arter hastalığı riskinin belirlenmesinde değişik plazma lipidlerinin biraradaki etkisini hesaba katmanın önemini ve koroner arter hastalığı riskinin önceden kestirilmesinde plazma total kolesterol / HDL kolesterol oranının yararını vurgulamaktadır. Normal olarak bu oranın 5’in altında olması istenir ve total kolesterol düzeyleri 200-250 mg/dl olanlarda girişim gereksiniminin belirlenmesinde özel önem taşır (71). TEKHARF çalışması, total kolesterol / HDL kolesterol oranının, halkımızda koroner kalp hastalığının en iyi lipid öngörücüsü olduğunu ortaya koymuştur. Aynı çalışmanın sonuçlarına göre total kolesterol / HDL kolesterol oranında 2 birimlik artış, koroner olay ve ölüm riskini bağımsız biçimde % 68 oranında yükseltmektedir (46). Sigara, obezite ve fiziksel inaktivite plazma HDL kolesterolünü azaltır, bu risk faktörlerinin giderilmesi ise bu etkileri tersine çevirir (72). NCEP ATP III, düşük HDL kolesterol düzeyini 40 mg/dl’nin altındaki değerler olarak tanımlamaktadır (37). Koroner arter hastalığı olan ve HDL düzeyi düşük hastalar tekrarlayan olaylar açısından risk altındadır ve yoğun ilaç dışı tedavi uygulanmalıdır (diyet değişiklikleri, kilo kaybı ve egzersiz). HDL kolesterol düzeyi düşük kişilerde tedavinin birinci hedefi LDL kolesteroldür; NCEP ATP III diyet, egzersiz ve ilaç tedavisi klavuzu izlenerek hedeflenen LDL kolesterol düzeyine ulaşılmalıdır. Düşük HDL düzeyi yüksek trigliseridlerle ilişkili olduğunda (200-499 mg/dl), ikinci öncelik hedeflenen HDL dışı kolesterol düzeyine ulaşmak olmalıdır. Ayrıca, trigliseridler 200 mg/dl’den düşük ise (yalın düşük HDL kolesterol), HDL düzeyini yükseltecek ilaçlar (fibratlar veya nikotinik asit) düşünülebilir. Nikotinik asit, fibratlar ve statinler genelde HDL düzeyini yükseltir (73). Trigliseridler: Prospektif epidemiyolojik çalışmaların çoğunun tek değişkenli analizinde, plazma trigliseridleri, daha sonra gelişebilecek koroner arter hastalığı olaylarını öngörmede işe yarar. Öte yandan diğer risk faktörlerinin etkileri yönünden gerekli istatiksel ayarlamalar yapıldığında, plazma trigliseridlerinin bağımsız etkileri zayıflamakta veya yok olmaktadır (74). 20 Trigliseridlerle koroner arter hastalığı ilişkisi büyük oranda diyabet, obesite, hipertansiyon, yüksek LDL kolesterol ve düşük HDL kolesterol gibi diğer faktörlerle ilişkilidir (75). Ayrıca, hipertrigliseridemi sıklıkla hemostatik faktörlerle de ilişkili bulunmuştur (76). Ancak yakın zamanda prospektif çalışmaların metaanalizi ile sınır (150199 mg/dl) ya da yüksek (200mg/dl’den yüksek) trigliserid düzeylerinin koroner arter hastalığı için bağımsız bir risk faktörü olduğu gösterilmiştir (37, 77, 78). Yüksek trigliseridlerin ilaç dışı tedavisi kilo kaybı, bu mekanizmanın neden olabildiği kişilerde alkol tüketiminin azaltılması, sigaranın bırakılması ve fizik aktiviteden ibarettir. Trigliserid düzeyini düşürebilen ilaçlar nikotinik asit, fibrat türevleri ve daha az derecede statinlerdir (73). Daha önce yapılmış çeşitli çalışmalar hipertrigliserideminin çeşitli aterojenik faktörler ile güçlü bir birliktelik gösterdiğini ortaya koymuştur. Bu faktörler arasında aterojenik dislipidemi (artmış serum trigliseridleri, küçük yoğun LDL partikülleri ve düşük HDL kolesterol’den oluşan lipid triadı) ve metabolik sendrom sayılabilir. Bu nedenle, hipertrigliseridemili hastaların tedavisine klinik yaklaşım geniş tabanlı bir stratejiyi gerektirir; yani böyle bir yaklaşım, aterojenik trigliseridlerden zengin lipoproteinlerin azaltılması, lipid triadının düzeltilmesi, ve metabolik sendromun uygun biçimde modifiye edilmesini kapsamalıdır (13). Aterojenik Dislipidemi: LDL primer lipid risk faktörü olmasına rağmen diğer lipid parametreleri LDL kolesterol seviyeleri yüksek olan veya olmayan hastalarda koroner kalp hastalığı riskini artırır. Yüksek konsantrasyonlarda trigliserid, küçük yoğun LDL ve düşük seviyelerde HDL kombinasyonu aterojenik dislipidemi olarak tanımlanır. LDL kolesterol seviyeleri tedavide primer öneme sahip olmasına rağmen aterojenik dislipidemi koroner kalp hastalığı patogenezine yardımcı bir faktör olduğu için büyüyen öneme sahiptir (79). Aterojenik dislipideminin her bir öğesinin bağımsız bir risk faktörü olup olmadığı tartışması uzun süreden beri devam etmektedir. Her öğenin bağımsız olarak aterojenik olduğuna dair kanıtlar mevcuttur. Trigliseridler için pek çok prospektif çalışmanın metaanalizleri, yüksek serum trigliserid seviyelerinin koroner kalp hastalığı için risk faktörü olduğunu güçlü bir şekilde öne sürmektedir (77,80). Diğer prospektif çalışmalar 21 düşük HDL kolesterol seviyelerinin bağımsız bir risk faktörü olduğunu göstermiştir (81, 82). Daha düşük orandaki veriler, küçük yoğun LDL partiküllerinin normal büyüklükteki LDL kolesterolden daha aterojenik olduğunu öne sürmektedir. Aterojenik dislipidemiye sıklıkla metabolik sendromun diğer aterojenik risk faktörleri eşlik eder (79). Japonya’da yapılan bir çalışmada küçük yoğun LDL’ye sahip kişilerde diyabet varlığından bağımsız olarak daha fazla koroner kalp hastalığı görüldüğü bildirilmiştir (83). Aterojenik dislipidemi modifikasyonunun koroner kalp hastalığı riskini azaltması hakkında hiçbir kontrollü çalışma yapılmamıştır. İndirek veriler, büyük klinik çalışmaların analizlerinden ve aterojenik dislipidemiyi modifiye eden ilaçların kullanıldığı çalışmalardan gelmektedir. Sözü edilen ilaçlar nikotinik asit ve fibrik asitleri içermektedir. Bu ilaçlar LDL seviyelerinde küçük bir etkiye sahiptir, değişikliklerin pek çoğu aterojenik dislipidemi öğelerinden oluşmaktadır. Bununla birlikte bu çalışmaların pek çoğu ilaç tedavisi ile koroner olaylarda belirgin bir azalma veya azalma eğilimi göstermiştir (7). Helsinki Kalp Çalışması (84), Stokholm İskemik Kalp Hastalığı Çalışması (85) ve Bezofibrat İnfarktüs Koruma Çalışması’nda (86) en iyi sonuçlar, aterojenik dislipideminin bir işareti olan yüksek trigliserid seviyelerine sahip olan kişilerde elde edilmiştir. Bu çalışmalar total mortalitede bir azalma ortaya koymamışlardır ve istatiksel olarak bu güce sahip değillerdir. Bununla beraber bir bütün olarak ele alındığında bu çalışmalar ilaç tedavisi ile aterojenik dislipidemi modifikasyonunun koroner kalp hastalığı riskini azalttığını güçlü bir şekilde öne sürmektedir. Bu bulgular fibratlar ile yapılan anjiyografik çalışmalarda koroner aterosklerozun ilerlemesinin yavaşlaması ile desteklenmektedir (84, 87). Aterojenik dislipidemi tedavisi için ilk seçenek kilo kontrolü ve fiziksel aktivitedir (7). Kilo kontrolü ve düzenli egzersiz sadece aterojenik dislipidemiyi değil, metabolik sendromun diğer öğelerini de geriletir (57). Hem fibrik asitler hem de nikotinik asit aterojenik dislipidemisi olan hastalarda lipoprotein paternini düzeltirler. Statinler aynı zamanda trigliseridden zengin lipoproteinler ve küçük yoğun LDL konsantrasyonlarını azaltıp, HDL kolesterol seviyelerini hafifce yükselterek aterojenik dislipidemiyi modifiye ederler (7). 22 Aterojenik dislipidemisi olan hastalarda primer hedef LDL kolesterol seviyelerini primer ve sekonder koruma için belirlenmiş olan seviyelere indirmektir. Pek çok hastada LDL hedeflerine ulaşmak için statin tedavisi gerekir. LDL hedeflerine ulaştıktan sonra da anormallikler devam ederse kilo kontrolü ve artmış fiziksel aktivite için yeni gayretler gerekli olabilir. Bu önlemler başarısız olursa ikinci bir lipid düşürücü ilaç diğer lipoproteinleri modifiye etmek için kullanılabilir. NCEP’in sekonder hedefleri olan HDL > 40 mg/dl ve trigliserid < 200 mg/dl seviyelerine ulaşabilmek için fibrik asit veya nikotinik asit kullanılabilir. Fibratların yüksek doz statinler ile kullanımı artmış myopati riski nedeni ile kaçınılması gerekli olan bir durumdur (7, 37). 2.3.1. HİPERTANSİYON Hipertansiyon koroner kalp hastalığı için çok önemli bir risk faktörüdür. Bütün aterosklerotik kardiyovasküler olayların %35'inden hipertansiyon sorumludur. Koroner kalp hastalığı, hipertansiflerde normotansiflere göre 2-3 kat daha fazladır (88). Hipertansiyon, kadın ve erkekte, akut miyokard infarktüsü riskini 2-3 misli artırmaktadır. Diyastolik kan basıncında 15 mmHg veya sistolik kan basıncında 25 mmHg'lık yükselme reinfarktüs riskini sırasıyla %40 ve %37 artırmaktadır. Bu durum diğer risk faktörlerinden bağımsızdır (89). Farklı ülkelerdeki popülasyonlar arasında koroner kalp hastalığı göreceli riski, kan basıncındaki artışlar ile aynıdır, ancak verilen bir kan basıncındaki mutlak risk oldukça değişkendir (90). Hipertansiyon insülin direnci, hiperinsülinemi, glukoz intoleransı, dislipidemi , sol ventrikül hipertrofisi ve obezite ile birliktedir ve izole olarak populasyonun %20’sinden daha azında gözlenir (91). Hipertansiyonu olan ve akut miyokard infarktüsü geçirenlerde infarktüs sonrası angina pektoris, sessiz miyokard iskemisi, atriyal fibrilasyon, ventrikül taşikardisi, ventrikül fibrilasyonu, kardiyojenik şok normotansiflere göre daha fazladır. Koroner arter hastalığı olan veya koroner baypas operasyonu yapılan hipertansiflerde 5 yıllık mortalite normotansiflere göre daha fazladır (92). Hipertansiyon ülkemizde çok yaygın bir risk faktörü olup halen 5 milyon erkek ile 7 milyon kadınımızda bulunduğu tahmin edilmektedir (46). 23 Hipertansiyonun koroner olaylara neden oluşundaki olası mekanizmalar, bozulmuş endotel fonksiyonu, endotel lipoprotein geçirgenliğinin artışı, artmış oksidatif stres, akut plak rüptürünü tetikleyen hemodinamik stres, artmış myokardiyal duvar stresi ve artmış myokardiyal oksijen ihtiyacını içerir. Arteriyel katılığın (stiffness) bir işareti olan geniş nabız basıncı, Koroner kalp hastalığını tahmin eden bir faktör olarak önem kazanmaktadır (93). Hafif orta hipertansiyonu olan 47000 kadın ve erkek üzerinde antihipertansif ilaçlar ile yapılmış olan 17 randomize çalışmanın metaanalizinde inmenin % 38, koroner kalp hastalığının % 16 oranında azaldığı gösterilmiştir (94). Bu çalışmaların pekçoğu beta blokörü olsun veya olmasın yüksek doz diüretiklerle yapılmıştır. Diüretikler ve beta blokörler primer korumada koroner kalp hastalığı morbidite ve mortalitesini azalttığı gösterilen ve üzerinde en çok araştırma yapılan ilaç gruplarıdır (95). Kan basıncı kilo kaybı, egzersiz, tuz kısıtlaması ve alkol kullanımının azaltılması ile de düşürülebilir (96), ancak bu önlemlerin hipertansif hastalarda koroner kalp hastalığını önlemedeki önemi randomize kontrollü çalışmalar ile test edilmemiştir. Yüksek Kan Basıncının Belirlenmesi Değerlendirilmesi ve Tedavisinde Ulusal Komite(The Joint National Committee on Detection, Evaluation and Treatment of High Blood Presure) tedavi hedefini < 140/90 mmHg olarak belirlemiştir (96). Diyabet veya kronik böbrek yetersizliği olan hastalar için ise < 130/80 mmHg uygun bir hedeftir (97,95). 2.3.2. SİGARA İÇİCİLİĞİ Her iki cinsiyet grubunda, gençlerde ve yaşlılarda ve tüm ırk gruplarında içilen sigara miktarı ile koroner kalp hastalığı arasında güçlü bir ilişki gösterilmiştir (98). Sigara içiciliği riski iki- üç kat artırır ve diğer risk faktörleri ile etkileşerek riskin artışına neden olur. Sigaradaki modifikasyonların ve filtrelerin riski azalttığına dair bir kanıt yoktur (99).Sigara içenlerde miyokard infarktüsü ve kardiyak ölüm riski içmeyenlere göre erkeklerde 2.7, kadınlarda 4.7 kat daha fazla bulunmuştur (100). TEKHARF çalışması, sigara içiminin ülkemizde en yaygın risk faktörü olduğunu ortaya koymaktadır. Günde 10 sigaradan fazla miktarda sigara tüketme, koroner olay riskini 1.7 kat, herhangibir nedenli ölüm oranını 2-2.5 kat yükseltmektedir. Patofizyolojik çalışmalar sigara içiciliğinin koroner kalp hastalığına neden olma mekanizmaları hakkında pek çok öneri ortaya 24 atmıştır. Sigara içen kişilerde okside LDL de dahil olmak üzere oksidasyon ürünleri artmış olarak bulunmuştur (101). Sigara içiciliği HDL’nin kardiyoprotektif etkilerini ortadan kaldırır. Bu etkiler, karbonmonoksit ve nikotinin direk etkileri ile birlikte endotel hasarı oluşturur Sigara kullanımının bırakılması Koroner kalp hastalığı olaylarında düşüş ile birliktedir. 2.3.3. DİYABETES MELLİTUS VE METABOLİK SENDROM Diyabet varlığı koroner kalp hastalığına eşdeğer olarak görülmektedir. Kardiyovasküler riski 2-8 kat arttırmaktadır. KVH risk klinik diyabet görülmeden önce başlamaktadır. İnsülin rezistansı KVH açısından majör risk faktörü olarak görülmektedir. Myokard infarktüsü hikayesi olmayan diyabetik hastaların koroner mortalite riski, myokard infarktüsü geçirmiş diyabetik olmayan hastaların riski ile aynıdır (102). Tip 2 diyabeti olan bir hasta myokard infarktüsü geçirdiğinde bu hastaların sağkalım prognozu, diyabeti olmayan koroner kalp hastalığı hastalarından çok daha kötüdür (103, 104). Tip 2 diyabetli hastalarda artmış kardiyovasküler riskin en önemli belirleyici özelliği, muhtemelen, insülin rezistansı ile birlikte görülen ve diyabetik dislipidemi olarak bilinen anormal lipoprotein profili ile ilişkilidir. Diyabetli hastalarda LDL kolesterol seviyeleri sıklıkla normale yakın seyrederken, LDL parçacıklarının daha küçüldüğü ve yoğunlaştığı ve böylece daha aterojenik olma eğilimi kazandığı saptanmıştır. Diyabetik dislipideminin diğer özellikleri düşük HDL ve artmış trigliseridleri kapsamaktadır. Diyabet premenopozal kadınların koroner kalp hastalığı korunmasını ortadan kaldırır (105). Diyabetik erkekler ile karşılaştırıldığında diyabetik kadınların tekrarlayan myokard infarktüsü riski iki kat daha fazladır. Diyabetik erkekler ile karşılaştırıldığında diyabetik kadınlarda daha fazla koroner kalp hastalığı riskinin gözlenmesi, kısmen diyabetin kadınlarda lipoproteinler üzerindeki kötü etkilerine bağlanmaktadır (106). TEKHARF çalışmasında, ülkemizde Tip 2 Diyabet prevalansının erişkinlerimizde 2 milyona vardığını, diyabetli sayısının yılda ortalama % 6 veya120 bin arttığını ortaya koymuş, bunun da kardiyovasküler sağlığımız için kaygı verici olduğunu vurgulamıştır. Diyebetin, sistolik kan basıncı, santral obezite ve dislipidemiden bağımsız olarak kardiyak 25 olayları % 70 dolayında yükselttiği prospektif olarak gösterilmiştir. Hiperinsülineminin diyabetli olmayan erkek ve kadınlarımızda koroner kalp hastalığının önemli bağımsız bir etkeni olduğu ortaya konulmuştur (46). Diyabetin ateroskleroza yol açma mekanizmaları, düşük HDL, yüksek trigliserid / artmış lipoprotein kalıntı partikülleri, artmış LDL, yüksek Lp(a) konsantrasyonu, artmış lipoprotein oksidasyonu, LDL glikasyonu, artmış fibrinojen, artmış trombosit agregasyonu, artmış PAI-1, bozulmuş fibrinoliz, yüksek von Willebrand faktör seviyeleri, hiperinsülinemi ve bozulmuş endotel fonksiyonlarını içerir (7). Diyabet kontrolü ve komplikasyonları çalışması (The Diabetes Control and Complications Trial) tip 1 diyabetiklerde yoğun insülin tedavisinin etkilerini araştırmıştır (107). Yoğun insülin tedavisi mikrovasküler sonlanma noktalarını azaltmıştır ancak buçalışma koroner kalp hastalığı sonlanma noktalarının değerlendirilmesi için küçük bir çalışmadır (7). Birleşik Krallık İleriye Yönelik Diyabet Çalışması (United Kingdom Prospective Diabetes Study, UKPDS) tip 2 diyabetiklerde sulfanilüreler veya insülin ile yoğun glisemik kontrolünü konvansiyonel tedavi ile, komplikasyon riski açısından karşılaştırmıştır. Bu çalışmada yoğun tedavi grubunda açlık kan şekeri hedefi <108 mg/dl’dir. Konvansiyonel tedavi grubuna ilaç tedavisi hiperglisemik semptomlar oluştuğunda veya açlık kan şekeri >270 mg/dl olduğunda eklenmiştir. 10 yıllık takip sonrasında mikrovasküler sonlanma noktalarında önemli azalma gözlenirken makrovasküler sonlanma noktalarında azalma saptanmamıştır. Yoğun glisemik kontrolün makrovasküler sonlanma noktalarını azalttığına dair güçlü kanıtlar olmamasına rağmen diyabetik hastalarda yoğun lipid kontrolü koroner kalp hastalığı riskini azaltmaktadır. NCEP ve Amerika Diyabet Birliği (American Diabetes Association, ADA) klavuzu diyabetik hastaların primer korumasında daha düşük bir LDL hedefi (<100mg/dl) belirlemiştir (37, 105). Amerika Kalp Birliği (American Heart Association, AHA) diyabetik hastalarda normale yakın açlık kan şekeri seviyeleri ve normalin ≤ %1’inden daha az yüksek seviyelerde HbA1c seviyelerini tedavi hedefi olarak belirlemiştir (105). 26 HbA1c'de sağlanan %1 oranındaki düşmenin mikrovasküler komplikasyonlarda %30 azalma sağladığı gösterilmiştir (107). Diyabetik olgularda vasküler komplikasyonların gelişiminde hipertansiyon önemli bir risk faktörüdür ve diyabeti olmayanlara göre hipertansiyon 2 kat daha sıktır. Hem makrovasküler, hem de mikrovasküler komplikasyonları azaltmada kan basıncı kontrolünün önemi açık olarak gösterilmiştir (108). Bu olgularda hipertansiyon erken ve sıkı bir şekilde tedavi edilmeli, hedef kan basıncı <130/80 mmHg olmalıdır. Özellikle proteinürisi olan diyabetlilerde agresif kan basıncı kontrolü çok önemlidir. Hipertansiyonu olan diyabetiklerde ilk seçenek ilaç olarak ACE İnhibitörleri veya anjiyotensin II reseptör blokerlerinin kullanılması uygundur (109, 110). Güçlü kontraindikasyonlar olmadığı müddetce myokard infarktüsü sonrası diyabetik hastalarda beta blokerler kesilmemelidirler, çünkü diyabetik myokard infarktüslü hastalar beta blokerler ile tedavi edildiklerinde mortaliteleri azalmaktadır (111). Hipertrigliseridemi, insülin direnci, glikoz intoleransı, düşük HDL, mikroalbuminüri, santral obezite, hipertansiyon olarak tanımlanan metabolik sendrom da risk faktörü olarak değerlendirilmektedir. NCEP ATP III kılavuzuna göre belirtilen kriterlerden üçünün olması metabolik sendrom olarak tanımlanır. Bu kriterler; glukoz intoleransı (>110 mg/dl), hipertrigliseridemi (>150 mg/dl), düşük HDL (kadınlarda <50 mg/dl, erkeklerde <40 mg/dl), yüksek kan basıncı (>130/85 mmHg) ve santral obezite (kadınlarda bel çapı >88 cm, erkeklerde >102 cm) varlığıdır. Kuopio’nun İskemik Kalp Hastalığı Risk Faktörü çalışmasında, metabolik sendromu olan hastalarda, kardiyovasküler ve tüm nedenlere bağlı artmış mortalite gösterilmiştir (112). 2.3.4. OBEZİTE Sıklığı her geçen gün artmakta olan obezite, önemli bir halk sağlığı problemi haline gelmektedir. Sıklığı Amerika’nın halk sağlığı verilerine göre son 20 yılda % 25’lerden %36 çıkmıştır ve bu artış özellikle genç nüfustaki obezite artışı ile ilişkilidir. Obezitenin artmış kardiak olaylar için bir risk faktörü olduğu bilinmekte. Bu artışın obeziteye eşlik eden bazı durumlarla mı ilişkili (hipertansiyon, hipertrigliseridemi, HDL düşüklüğü, anormal glikoz metabolizması gibi) yoksa obezitenin 27 direkt kendisiyle mi ilişkili net bilinmemektedir. Obezitenin tanımı vücut kitle indeksine göre yapılmaktadır. (BMI: ağırlık (kg ):boy’un karekökü (metre ) 25-30 kg/m2 arası aşırı kilo ,>30 kg/m2 ise obezite olarak değerlendirilmektedir. 20–25 kg/m2 arası viseral yağ oranı yüksek olmadıkça artmış risk ile ilişkili değildir. 25–30 kg/m2 düşük risk grubu 3035kg/m2 orta risk 35–40 kg /m2 yüksek risk >40 kg /m2 çok yüksek risk olarak değerlendirilmiştir (113) .Obezite, insülin direnci, hiperinsülinemi, tip 2 diyabet, hipertansiyon, hipertrigliseridemi, düşük HDL kolesterol, düşük yoğun LDL, protrombik faktörler ve sol ventrikül hipertrofisi ile birliktelik gösterir (96). Reaven, insüline bağlı glukoz alımına karşı direnç ve kompansatuar hiperinsülineminin hipertansiyon, diyabet, düşük HDL, LDL baskınlığı ve yüksek plazma fibrinojeni, plazminojen aktivatör inhibitörü 1 (PAI-1) ve faktör 7 seviyeleri ile karakterize protrombik durum gibi koroner risk faktörlerinin metabolik tabanını oluşturduğunu öne sürmüştür. Bu durum, insülin direnci sendromu veya metabolik sendrom olarak adlandırılmıştır (114). Ulusal Kolesterol Eğitim Programı [National Cholesterol Education Program (NCEP)] Uzman Paneli, 2001 yılında yetişkinlerde yüksek kan kolesterolü tespiti, değerlendirme ve tedavisi raporunu (ATP III) hazırlamıştır (37). Bu raporda, metabolik sendrom tanısı için tablo2 de belirtilen beş kriterden üçünün varlığının yeterli olduğu bildirilmiştir. Tablo2. NCEP ATP III Metabolik Sendrom Tanı Kriterleri (37) RİSK FAKTÖRÜ Abdominal obesite ERKEK/KADIN TRİGLİSERİD HDL ERKEK/KADIN KAN BASINCI AÇLIK PLAZMA GLUKOZU TANIM > 102 cm >88cm ≥ 150 mg/dL < 40 mg/dL < 50 mg/dL ≥ 130/85 mmHg ≥ 110 mg/dL Tanı için beş kriterden en az üçü sağlanmalıdır. Bütün obez kişilerde koroner risk aynı değildir. Obezitenin türü ve derecesi de önemlidir. Tür olarak abdominal (santral) obezitenin insülin rezistansı ile ilişkili olduğu, 28 metabolik sendromun bir parçası olduğu ve koroner arter hastalığı için artmış risk göstergesi olduğu bilinmektedir (115). Obeziteye bağlı artmış kardiak risklerin muhtemel sebepleri; 9 Metabolik sendrom (viseral/abdominal obezite insülin rezistansı ile ilişkili) 9 Tip 2 DM; tüm DM hastaların % 80 ‘i obezite sınırlarında, 9 Hiperlipidemi; (yüksek LDLve TG, düşük HDL ) özellikle de santral obezite olanlarda daha belirgindir (116). 9 Sol ventrikül hipertrofisi –obezite volüm yüküne bağlı yüksek diastol sonu volüm ve artmış doluş basınçları ile ilişkilidir. Sol ventrikül hipertrofisi kalp yetmezliği, aritmi, enfarktüs, ani ölüme sebep olması nedeni ile önemlidir (117). 9 Sempatik sinir sistem aktivasyonu; obezite sempatik sistem kontrolündeki bozukluklar ile ilişkilidir. Bu da QT uzaması ve aritmi ile ilişkili olarak risk artışı sağlamaktadır. 9 Uyku Apne; Obezite ile birlikte sıklığı artmaktadır. Sol ve sağ ventrikül disfonksiyonu ve aritmi ile ilişkilidir (118). 9 Kalp yetmezliği, Framingham verilerine göre obezitesi ( >30 kg/m2 ) olan bireylerde 14 yıllık takip süresi içerisinde, 2 kat daha fazla kalp yetmezliği gözlenmiştir. Morbid obezledeki EKG: P, QRS ve T aksları sola kaymıştır. Düşük QRS voltaj değerleri mevcuttur. Sol ventrikül hipertrofisi, sol atrial genişlemenin EKG bulguları İnferolateral derivasyonlarda T dalga düzleşmesi gözlenmiştir (119). 2.3.5. FİZİKSEL İNAKTİVİTE Fiziksel inaktivite koroner kalp hastalığı için bağımsız bir risk faktörüdür ve riski ortalama olarak iki kat artırır. Haftalık yapılan egzersiz dozu ile kardiyovasküler ölüm ve tüm nedenlere bağlı ölüm arasında doza bağlı bir ilişki mevcuttur (120). Fiziksel aktivite insanlarda anjiyografik olarak tanımlanmış koroner aterosklerozun ilerlemesini engeller 29 (121).TEKHARF çalışmasında fiziksel inaltivitenin, hem gelecekteki koroner ölümler için, hem de kesitsel taramada koroner kalp hastalığı tanısı için, multivariye analizde, diğer önemli koroner risk faktörlerinden bağımsız anlamlı bir risk faktörü olduğu gösterilmiştir. 2.3.6. ATEROJENİK DİYET Aterojenik diyet ve fiziksel aktivite azlığı sigara kullanımından sonra ölümün önlenebilir nedenleri olarak düşünülebilinir (122). Epidemiyolojik veriler kolesterolden ve hayvansal yağlardan zengin diyet tüketen toplumlarda koroner kalp hastalığı oranlarının yüksek olduğunu göstermiştir (122). Buna karşılık, yüksek oranda balık ve sebze tüketen toplumlarda koroner kalp hastalığı oranı düşüktür (122). Aynı şekilde sodyum alımı fazla olan populasyonlarda ortalama kan basıncı yüksektir Kişi bazında, modifiye diyetler ile yapılmış son klinik çalışmalarda anjiyografik ilerleme ve klinik hastalığın tekrarlaması azalmıştır (123). Batı tipi diyetin etkilerinin doymuş yağlar, diyetteki kolesterol ve sodyum ile LDL kolesterol, vücut ağırlığı, diyabet ve kan basıncı gibi geleneksel risk faktörleri üzerinden zararlı etkilerini gösterdiği düşünülmüştür. Lyon Diyet Kalp Çalışması alfa-linoleik asitten zengin olan Akdeniz tipi diyet ile batı tipi diyeti karşılaştırmıştır ve geleneksel risk faktörlerinde belirgin değişiklik olmaksızın tekrarlayan koroner olaylarda % 65 risk redüksiyonu saptamıştır (123). Bu kazançların açıklaması olarak öne sürülen mekanizmalar antioksidan, antiinflamatuar ve antitrombosit etkilerdir. Hayvansal yağ, kolesterol ve sodyum tüketiminin azaltılması populasyona dayalı koroner hastalık korumasında ana hedef olmalıdır. STARS Çalışması (124) ve Yaşam Tarzı Kalp Çalışması (125) gibi düşük yağ diyetleri ile yapılan çalışmalarda LDL kolesterol düşürülmesi ile yeni veya ilerleyen koroner darlıklarda azalma saptanmıştır. Lyon Diyet Kalp Çalışmasında alfa-linoleik asitten zengin olan Akdeniz tipi diyet 4 yıllık dönemde tekrarlayan kardiyak olayları ve ölümü % 65 oranında azaltmıştır (123). 30 2.3.7. YAŞ VE CİNSİYET Koroner kalp hastalığı insidansı ve prevalansı yaş ile artar. Amerikan Kalp Birliği kılavuzlarında erkeklerde 45 yaş ve üstünde, kadınlarda 55 yaş ve üstünde olmak üzere önemli bir risk faktörüdür. Erkeklerde ve yaşlı kişilerde artmış Avrupa Kardiyoloji Derneği 2003 Hipertansiyon Kılavuzu’nda ise risk faktörü olarak erkeklerde 55 yaş ve üstü, kadınlarda 65 yaş ve üstü alınmaktadır. Erkek cinsiyet birçok çalışmada başlı başına bir risk olarak belirtilmektedir. Aterosklerotik damar hastalığı erkeklerde 10–20 yıl daha erken başlamakta olup, sıklığı kadınlardan 3–6 kat fazladır. Diabetes mellitus ve düşük HDL düzeyleri, kadınlarda koroner arter hastalığı öngörüsünde daha kuvvetli belirteçlerdir. Sigara içimi erkek hastalarda daha fazla öne çıkmaktadır. Bu etki birikimsel değildir ve sigarayı bıraktıktan sonra zayıflar. 2.3.8. AİLESEL PREDİSPOZİSYON Ailede veya 1.derece akrabalardan erkek olanlarda 55 yaşın, kadın olanlarda 65 yaşın altında koroner arter hastalığının bulunması majör risk faktörü olarak kabul edilir. Ailesinde erken aterosklerotik kalp hastalığı öyküsü olanlarda erken ateroskleroz riski 12 kat fazladır. Aile öyküsünün mevcudiyeti özellikle genç hasta populasyonunda önem arz etmektedir. Physician’s Health study de annede, babada, her ikisinde veya kardeşlerde koroner olayların gerçekleşmesi, kişi açısında gelişebilecek olaylar içir risk oluşturur.(odds oranı sırası ile 1.7, 1.4, 1.85, 1.45 ) Baba veya diğer birinci derece erkek akrabalarda 55 yaşından önce, anne veya diğer birinci derece kadın akrabalarda 65 yaşından önce erken koroner arter hastalığı gelişiminin olması, o kişide ateroskleroz gelişim riskini 1,3-1,6 kat artırmaktadır (7, 12). Erken yaşta koroner kalp hastalığına sahip yakın sayısı arttıkça veya ailede koroner kalp hastalığına yakalanma yaşı azaldıkça, aile öyküsünün tahmin edici değeri artar (126). Değiştirilemez bir risk faktörü olarak düşünülse de, pozitif aile hikayesi, ailelerde toplanmış olan risk faktörleri açısından kişinin ayrıntılı olarak taranmasını gerektirir. 31 Williams ve arkadaşları, erken koroner kalp hastalığı öyküsü bulunan aileler üzerinde yaptıkları incelemede, sadece % 10 ailede konkordant risk faktörü olmadığını saptamıştır (126). Bu bakımdan, erken yaşta koroner kalp hastalığı saptanmış bireylerin birinci derece akrabaları risk faktörleri açısından taranmalıdır. 2.4. AKUT KORONER SENDROM Akut koroner sendromu tanımında, koroner arterlerde ani olarak total tıkanma ya da kısmi daralma ve bunlara bağlı olarak gelişen miyokard iskemisi ile sonuçlanan klinik olaylar belirtilir. Unstable (kararsız) angina pektoris (USAP), akut miyokard infarktüsü (MI) ve ani kardiak ölümü içine alır. Miyokard infarktüsü ise günümüzde ST yükselmeli ve ST yükselmesiz olarak ikiye ayrılmaktadır(127). ST yükselmeli MI’yı da koroner damarın tam tıkanmasına ve miyokardın duvar kalınlığının etkilenmesine bağlı olarak Q dalgalı ve Q dalgasız olarak kendi içinde ikiye ayırmaktayız. Q dalga, transmural infarkt lehine yorumlanmakta, koroner kolleteral damarların yaygınlığı ile infarkın büyüklüğünün azalması dolayısı ile Q dalgasız MI sıklığında artma ile karşımıza çıkmaktadır. ST yükselmesiz MI’larda tam oklüzyona sebep olmayan, vulnerabıl akut trombüsler mevcuttur. Trombüsten perifere değişik çapta ve miktarda mikroemboliler atılmakta ve daha distalde damar çaplarının daralmasına bağlı olarak oklüzyonlar meydana getirmektedir. Bunun sonucunda küçük çaplı infarktlar oluşur. Bu infarktların özelliği EKG’de ST değişiklikleri yapmamaları ve kardiak enzimlerde belirgin artışlar göstermemeleridir. Vakaların büyük bir çoğunluğunda, durağan olmayan aterosklerotik plağın erezyonu veya yırtılması sonucu trombotik oluşumun damar yatağını tıkaması ya da daraltmasından kaynaklanır. Bu sebeple aterosklerotik plağın özelliklerinin bilinmesinin, akut koroner sendrom patofizyolojisinin anlaşılmasında önemli katkısı vardır. 2.4.1. AKS TANIMINDA KULLANILAN PARAMETRELER Daha önceden belirttiğimiz gibi AKS tanımında yer alan hastalıklar aşağıda belirtilmiştir. 1) Unstable (kararsız) angina pektoris(USAP) 32 2) Akut miyokard infarktüsü (MI) a) ST elevasyonlu(STEMİ) a1)Q dalgalı a2)Q dalgasız b) ST elevasyonsuz(NSTEMİ) 3)Ani iskemik ölüm ŞEKİL 1 AKS sınıflandırması: AKUT KORONER SENDROM ST ELEVASYONLU Q DALGALI MİYOKARD İNFARKTÜSÜ QDALGASIZ MİYOKARD İNFARKTÜSÜ ST ELEVASYONSUZ KARARSIZ ANGİNA PECTORİS AKS tanısında kullandığımız belirteçler dünya sağlık örgütünün belirtmiş olduğu şu kriterlere göre konur; En önemlisi hastanın kliniği, EKG değişiklikleri ve kardiak injuryi labratuvar ortamında gösteren biyokimyasal testlerdir. AKS’yi oluşturan hastalıkların tanısını tek tek ele alalım: 1) USAP; Klinik prezentasyonunda aşağıdaki kriterler göz önüne alınır. a) Yeni başlayan, oluşan angina; Yaklaşık sekiz hafta içinde atak ve en az Kanada Kardiovasküler Cemiyeti (CCS) angina klasifikasyonuna göre, sınıf III ve üstü (hafif egzersizle ya da duygusal durumlarda, iki kattan daha az merdiven çıkmayla, angina atağının başalması). 33 Sınıf 1- Yürümek, merdiven çıkmak gibi sıradan fizik aktivite anginaya neden olmaz. Angina; zorlu, hızlı ve uzun süreli aktivitelerde ortaya çıkar. Sınıf 2- Sıradan fizik aktivitede hafif kısıtlama vardır. Hızlı yürüme ya da merdiven çıkmada, yokuş çıkarken veya yemeklerden sonra, soğukta, rüzgarlı havalarda yapılan yürüyüş ya da merdiven çıkarkan, emosyonel stres varlığında ya da uyandıktan sonraki birkaç saat içerisinde oluşur. Angina iki bloktan fazla yürümekle ya da bir kattan daha fazla merdiven çıkmakla ortaya çıkar. Sınıf 3- Sıradan fizik aktivitede belirgin kısıtlanma vardır. Angina düz yolda bir iki blok mesafe yürümekle ya da bir kat merdiven çıkmakla ortaya çıkar. Sınıf 4- Semptomlar olmadan hiçbir iş yapamaz, anginal semptomlar istirahat halinde de olabilir. Tablo 3. Kanada Kardiyovasküler Cemiyeti (CCS) Angina Pektoris Derecelendirilmesi b) Artan şiddete angina; Daha önce bilinen angina süresinin, sıklığının, ciddiyetinin artması, daha kolay başlaması ve ilaçlara, özellikle nitrogliserine, daha az cevap vermesi( en az CCS klas III). c) İstirahat sırasında oluşan angina atağı; 15-20 dakikadan daha uzun sürmesi. USAP’ın EKG değerlendirmesinde, tanı koymada en değerli verilerden biri ST segmentinin 1mm’den daha fazla depresyonudur. Diğer değişiklikler ise T dalga inversiyonu ya da izoelektrik hatta gelmesi, daha az sıklıkta da ST segment elevasyonudur. USAP’ta biyokimyasal testlerde, AST ve LDH titreleri normal sınırlarda, kardiak enzimler olarak belirtilen, kreatin kinaz (CK) ve kreatin kinazın MB alt tipi normal ya da hafif artmıştır (normalin iki katından az) (128). Miyokardial hücre hasarına, daha spesifik ve sensitif olan, kontraktil aparatın durumunu belirten markırlar, Troponin I ve T çoğunlukla normal, daha az oranda hafif yükselmiş bulunabilir. 34 USAP’ın tanımlanmasında en fazla kabul gören sınıflandırma, hastalığın şiddetine, klinik durumuna, tedavi yoğunluğuna ve EKG değişikliklerine göre inceleyen Braunwald sınıflaması’dır (129)( Tablo 4) 1. Şiddetine göre a) Klas I: Yeni başlayan şiddetli anjina veya akselere anjina, istirahat ağrısı yok b) Klas II: Son 1 ay içinde istirahat anjinası var, ancak son 48 saat içinde ağrı yok c) Klas III: Son 48 saat içinde olan istirahat halinde anjina 2. Klinik duruma göre a) A (sekonder anjina): Myokard iskemisine yol açan ekstrakardiyak durumlar mevcut b) B (primer anjina): Myokard iskemisine yol açan ekstrakardiyak durumlar yok c) C (postinfarkt anjina): AMI sonrası 2 hafta içinde gelişen anjina 3. Tedavi yoğunluğuna göre a) Kronik kararlı anjina için tedavi almayan veya minimal tedavi alanlarda görülen anjina b) Kronik kararlı anjina için standart tedavi alırken oluşan anjina c) İntravenöz nitrat dahil maksimal antiisemik tedaviye rağmen ağrısı olanlar 4. EKG değişiklerine göre Ağrı sırasında geçici ST-T değişikliği olanlar ve olmayanlar. Tablo 4: USAP’ta Braunwald Sınıflandırması 35 2) Myokard infarktüs durumunda görülen semptomlar: Emosyonel ya da fiziksel faktörlere bağlı olarak gelişen USAP’ın kliniğinden daha şiddetli, uzun süreli ve daha ciddi göğüs ağrısı mevcudiyeti. Bulantı, kusma, bol miktarda ve tüm vücutta soğuk yapışkan ter, nefes darlığı, güçsüzlük hissi ile ölüm korkusu şeklindedir. ST elvasyonlu MI’ın EKG değişiklikleri, tutulan bölgeyi gören elektrotlarda akut dönemde belirgin ST segment elevasyonu ile birlikte uzun ve sivri T dalga pozitifliği, bu derivasyonlara karşı olan (resiprok) derivasyonlarda ise ST segment depresyonları görülür. Sonrasında etkilenen bölgeyi gören derivasyonlarda T dalgasının izoelektrik hatta inmesi ve negatifleşmesinin ardından Q dalgasının ortaya çıkışı gözlenir. ST segment, izoelektrik hatta geriler. Q dalgası, miyokard nekrozun geliştiğinde izlenir. Bu Q dalgasına, r dalgasının amplitütunda azalma eşlik edebilir. Her Q dalgasının varlığı, mutlaka transmural infarktüslerin varlığını göstermez. ST elevasyonsuz MI da ise adından da anlaşılabileceği gibi, ST segmentelevasyonunun olmaması ile ayrılır. İnfarkt, tüm miyokardı etkilemez, subendokadiyal düzeydedir. Bilindiği gibi kalbin beslenmesi, içten endokarttan epikarda doğrudur. Kalbin iskemiye en hassas bölge endokard tabakasıdır. MI’da, T dalga sivrileşmeleri ardından, izoelektrik hatta ve sonrasında da negatif T dalgaları ile birlikte r progresyon kaybı görülür. Akut dönemde resiprok derivasyonlarda, ST çökmesi de izlenir. MI’larda, kardiak enzim takibi çok önemlidir. Bu, miyokard zedelenmesinin laboratuar olarak delilini gösterir. AST ve LDH düzeyleri yüksek beklenir. Kreatin kinaz ve MB bileşeninde oldukça yüksek düzeydedirler. CK MB düzeyi normalin 10-20 katı kadardır. Göreceli indeks denilen hesaplama; CKMB/total CK x 100’ den oluşur ve çıkan sonuç 4’ün üzerinde olduğunda, MI şüphesi yüksektir. Kardiak spesifitesi daha yüksek olan Troponin T ve I, 16 güne kadar yüksek kalabilmekte ve miyokard nekroz miktarının az olması halinde bile pozitif değere ulaşmaktadır (130). Miyoglobin ve fatty acid binding globulin kalp için spesifik olmasa da erken dönemde yüksek değerlere çıkması tanı için yardımcıdır. AKS tanısı klinik semptom ve bulgular, elektrokardiogram ve kalple ilgili enzimlere bakılarak konur. 36 2.5. AKUT KORONER SENDROMLARIN (AKS) SINIFLANDIRILMASI, TIKALI ARTERİN BELİRLENMESİ AKS’ler EKG ifadesine göre ST segment yükselmesi olanlar veya olmayanlar şeklinde sınıflandırılabilir: Bu sınıflandırma, birincisi fibrinoliz ile tedavi, diğeri için bu tedavi uygulanmadığı için klinik açıdan çok önemlidir. 2.5.1. ST YÜKSELMELİ AKS V1-V3 derivasyonlarında ≥2mm ve diğer derivasyonlarda ≥1mm’lik yeni gelişen ST yükselmesi anormal kabul edilir ve AKS klinik kriterlerinde akut koroner iskeminin kanıtı olarak düşünülür. Bazen normalin bir varyantı olarak V1-V2’de küçük bir ST yükselmesi görülebilir. LAD(sol ön inen arter) arter tıkanıklığı ağırlıklı olarak göğüs derivasyonlarında ST segment yükselmesine neden olurken, sağ koroner arter(RCA) veya sol sirkumfleks(LCX) arter tıkanıklıkları inferior derivasyonlarda ST segment yükselmesine neden olurlar.Risk altındaki miyokardın boyutu ST segment değişiklikleri olan derivasyonların sayısı ile tahmin edilebilir(yukarı ve aşağıya doğru değişiklikler)(131). Bu yaklaşımın, özellikle RCA’nın sağ ventriküler arterin çıkış yerinden önce tıkanması durumunda sıklıkla oluşan sağ göğüs derivasyonlarında ST değişikliklerinin psödo-normalizasyonu ile ilişkili bazı kısıtlılıkları vardır. Proksimal LAD tıkanıklığı (ilk diyagonal ve septal arterler öncesi ) sağ ventriküler arter proximalinden olan RCA tıkanıklığı gibi kötü prognozludur.Bu nedenle AKS’nin erken evresinde acil reperfüzyon yaklaşımı gerekip gerekmediğine karar verebilmek için tıkanıklık bölgesini tahmin etmek yararlıdır.Başvuru sırasında çekilen 12 derivasyonlu EKG’deki ST değişikliklerinin dikkatli analizi , sorumlu arterin ve tıkanıklığın yerinin tahmin edilmesini sağlayabilir.Sağ göğüs derivasyonlarındaki (V3R, V4R)ST değişiklikleri sıklıkla proksimal RCA tıkanıklığına eşlik eden sağ ventrikülün tutulumunu gösterir(132). Ayrıca proksimal RCA tıkanıklığını tahmin etmede en etkin kriter, V1’de izoelektrik veya yükselmiş ST kriteridir. Bu vakalarda V1’deki ST yükselmesi V2 veya V4’te de olur ancak V1/V3-4 oranı 1’in üzerindedir.Bu oran, bu vakaları yine inferior ve göğüs 37 derivasyonlarında ST yükselmelerinin olduğu ancak V1/V3-4oranının 1’den az olduğu antero-inferior(133) infarktüslerden ayırt eder. 2.5.2. ST YÜKSELMESİ OLMAYAN AKS Sekiz ve daha fazla derivasyonda ST segment çökmesi olan AKS’lerin prognozu, sıklıkla bir sol ana arter suboklüzyonu veya bunun eşdeğerine (üç damar hastalığı) karşılık geldikleri için kötüdür. Genel olarak, bu vakalarda aVR’de ST yükselmesi ayna görüntüsü olarak gözlenebilir(134). Eğer STyükselmesi olmayan AKS vakalarında, V4-V5’teki ST çökmesini son bir pozitif T dalgası takip ediyorsa, prognoz daha iyidir ve tek damar (sıklıkla proksimal LAD) hastalığı olabilir. Negatif T dalgaları olan AKS grubunda, baskın R dalgaları olan derivasyonlarda hafif ST çökmesi olması çoğunlukla negatif T dalgalarından daha kötü bir prognozu işaret eder. 2.6. İSKEMİK KALP HASTALIĞININ AKUT EVRESİNDEN UZAK ST SEGMENT DEĞİŞİKLİKLERİ ST segment yükselmesi, çoğunlukla koroner spazm (prinzmetal angina) ile ilişkili olarak ve sivri ve uzun T dalgalarından (135) önce görülür. Bazen yukarı doğru konveks ST yükselmesi bir miyokard infarktüsünün akut evresinden sonra da devam edebilir. Klasik olarak bunun sol ventriküler anevrizma ile ilişkili olduğu düşünülür. Bu belirtinin özgüllüğü yüksek ancak duyarlılığı düşüktür. Diğer yandan, hafifçe devam eden STsegment çökmesi iskeminin devam etmesine bağlı olarak koroner hastalıkta sıklıkla gözlenir. Bir egzersiz testi bu paterni artırabilir. 2.7. İSKEMİK KALP HASTALIKLARINDA TANI YÖNTEMLERİ Akut myokard infarktüsünün gelişen reperfüzyon stratejileri nedeniyle tanısının erken konması önemlidir. WHO'ya göre AMI için tanı kriterleri şunlardır: 1)İskemik tip göğüs ağrısı, 2)Seri çekilen EKG'lerde AMI için özgün tipik değişiklikler, 3)Serum kardiyak belirteçlerinin tipik yükselme ve düşme seyri. 38 WHO'ya göre yukarda sözü edilen kriterlerden en az ikisi bir arada olmalıdır. 2.7.1. AKUT MİYOKARD İNFARKTÜSÜNDE KLİNİK BULGULAR Genellikle asemptomatik kişilerde ani ve akut ortaya çıkan bir olaydır. Efordan ziyade istirahatte daha sık gelişir. Bazen cerrahi girişim, travma, hemoraji ve herhangi bir sebeple gelişen hipotansiyon presipitan faktör olabilir. Bazı hastalarda; dispne, yeni başlamış USAP veya stabil anjina pektorisin karakter değiştirmesi gibi olumsuz prodromal belirtiler saptanabilir. Özellikle sabah saat 06-12 arasında zirve yaptığı saptanmıştır. Sabahın erken saatlerinde plazma katekolamin ve kortizol seviyesinin yüksek olması ve trombosit agregasyonunun yine bu saatlerde artmış olarak bulunması olayın izahı olarak değerlendirilmiştir, ilginç olarak AMI öncesi beta bloker veya aspirin alanlarda sirkadiyen özelliğin kaybolduğu gözlenmiştir.AMI’ünde ağrı değişken olabilmekle birlikte çoğu zaman şiddetlidir ve saatlerce devam eder (en az 30 dk.). Genelde baskı tarzında (mengene ile sıkıştırılma hissi), ezici boğucu bir ağrıdır. Hastalar bu ağrıyı göğüs kafesinde ağır bir yük varmış gibi tanımlarlar. Nadiren bıçak saplanması veya oyucu tarzda ağrı da olabilir. Tipik olarak retrosternal ve prekordial yerleşimlidir. Boğaz, çene, ense, omuz ve kollara, skapulalara ya da epigastriyuma yayılabilir. Çoğunlukla dakikalar yada saatler içinde en yüksek düzeye çıkabilir.Göğüs ağnsı ile birlikte soğuk terleme, korku hissi, dispne, bulantı, kusma, başdönmesi, presenkop ve nadiren de senkop ortaya çıkabilir (136,137).Hastaların %20-60 (ortalama %25) kadarında, özellikle diyabetiklerde ve yaşlı hastalarda ağrısız, hasta tarafından farkedilmeyen yada atipik prezantasyonla beraber AMI’e rastlanabilir (138). Akut perikardit, pulmoner emboli, aort diseksiyonu, akut kolesistit, gastrit, peptik ulkus gibi hastalıklara bağlı ve kostokondral, kondrosternal eklemlerden kaynaklanan ağrılarla ayırıcı tanısı gerekmektedir(137). Akut Miyokard İnfarktüsünde Fizik Muayene Bulguları AMI geçirmekte olan hastalar endişeli ve stres altındadırlar ve buna bağlı olarak kederli bir yüz ifadeleri vardır. Mevcut ağrı nedeniyle elleri ile göğüslerini kavramış (Levine bulgusu)pozisyonda oldukları gözlenir. Soluk cilt ve soğuk terleme sıktır.Kalp hızı derin bradikardiden taşikardiye kadar değişen aralıkta olabilir. Genellikle erken dönemde düzenli ve hızlı olan kalp hızı; anksiyete ve ağn azaldıkça azalır, İnferior MI’ların çoğunda 39 LV'de özellikle inferior posterior duvarda yoğun olarak bulunan parasempatik sinir ağının aktivasyonu nedeniyle oluşan Bezold Jarisch refleksi nedeniyle bradikardi gözlenirken, anterior MI’lerinde sempatik hiperaktivasyona bağlı olarak taşikardi oluşur. Ventriküler prematür atımlar tüm MI’lerde sıktır, (ilk 4 saatte hastalanın%95'inde gözlenir). Komplike olmayan MI’lerinin çoğunda kan basıncında önemli değişiklikler gözlenmezken MI öncesi normotansif olanlarda ilk saatlerde ağrı ve ajitasyon nedeniyle kan basıncı (KB)yüksek olabileceği gibi , MI öncesi hipertansif olan hastalar MI’la birlikte normotansif hale gelebilirler.Ayrıca inferior MI olan hastalarda KB<90 mmHg olabilir. Geniş MI’lerinde doku nekrozuna nonspesifik yanıt nedeniyle ilk 24-48 saat içinde vücut ısısı yükselebilir.AMI’nün erken dönemlerinde ağrı ve anksiyeteye bağlı olarak artan solunum sayısı giderek normale dönerken LV yetmezliği gelişenlerde solunum sayısı yetmezliğin derecesine bağlı olarak artar; hatta akciğer ödeminde 40/dk olabilir. Kardiyojenik şoklu ve kalp yetmezlikli yaşlı hastalarda, özellikle opiat tedavisi alanlarda ve serebrovasküler hastalığın olduğu durumlarda cheyn-stokes solunumu görülebilir.Boyun venleri komplikasyon yoksa genellikle normaldir. Sol kalp yetersizliği durumunda akciğerlerde ince raller duyulabilir. Şiddetli disfonksiyon durumunda ise rallere yaygın wheezing eşlik eder. Öksürük ve hemoptizi gibi pulmoner emboliyi düşündüren bulgular da tabloya eşlik edebilir.Kalp muayenesinde ciddi semptomlara ve yaygın miyokard hasarına rağmen önemli patolojik bulgular olmayabilir. Palpasyonda atriyumlara ait presistolik pulsasyon, LV disfonksiyonu gelişmesi durumunda erken diyastolde 3. kalp sesi ile senkron LV'ün öne hareketi palpe edilebilir. Anterior veya lateral duvarda diskinezi oluşmuşsa sternum solunda 3,4 veya 5. interkostal aralıkta anormal sistolik pulsasyon palpe edilebilir. AMI’ünde oskültasyon bulguları, infarktüs lokalizasyon ve yaygınlığına bağlıdır. İnfarktüsten kısa bir süre sonra, S4 işitilebilir ve bu ses kompliyansı azalmış LV'e atriyal kontraksiyonun etkisini gösterir. S3, infarktüs geçiren her hastada işitilebilir ve LV yetersizliğini gösterir. İnflamasyon perikardiyuma doğru yayılmışsa frotman alınabilir. Papiller adale disfonksiyonu, mitral kapak yetersizliği veya interventriküler septum rüptürü geliştiğinde sistolik üfürümler alınır. Hipotansiyon durumunda kalp seslerinin şiddeti de azalabilir. 40 Komplike olmayan MI’larda batın fizik muayene bulgusu olmazken uzun süreli LV disfonksiyonu ile seyreden veya sağ ventrikül infarktüsü durumlarında hepatomegali, abdominojuguler reflu gibi konjestif bulgular gözlenebilir.Ekstremite muayenesinde azalan veya kaybolan periferik nabızlar bulunabileceği gibi sağ ventrikül MI’larında pretibial ödem ve bazen de siyanoz görülebilir. Genellikle nörolojik muayene normal olmasına rağmen azalan debiye bağlı hipoperfüzyonun yol açtığı mental durum değişiklikleri görülebilir. AMI’lü hastalarda sıklıkla anksiyete, depresyon ve bulunduğu durumu inkar gibi emosyonel değişiklikler gözlenebilir (139). 2.7.2. AKUT MİYOKARD İNFARKTÜSÜNDE LABORATUAR BULGULARI 2.7.2.1. Elektrokardiyogram (EKG) Bugün için, hala, akut miyokard infarktüsü tanısına ulaşmada, iskemik tipteki göğüs ağrısı ile birlikte EKG’deki değişiklikler en hızlı sonuç veren yöntemdir. İskemik tipte göğüs ağrısı ile başvuran kişide ilk yapılacak işlem 12 derivasyonlu EKG kaydının alınmasıdır. Akut miyokard infarktüslü hastaların yaklaşık %50'sinde ilk EKG tanı koydurucu özellikler taşır. % 40'ında ise EKG normal olmamakla birlikte tanı koydurtucu değildir. Olguların %10'nunda ise ilk EKG normal olabilir. Ancak peş peşe çekilecek EKG örneklerinin tanı koydurucu duyarlılığının %95'e ulaşacağı unutulmamalıdır. Eski bir EKG'nin varlığı tanıda her zaman yardımcı ve sensitiviteyi arttırıcıdır.EKG'nin tek başına normal olması hiçbir zaman infarktüs tanısını ekarte ettiremez.Bir koroner arterin infarktüs oluşturacak kadar daralması ya da tıkanması durumunda iskemi,lezyon ve nekroz birbirini izleyerek gelişir. İskemi, çok kısa sürdüğünden, EKG’ye yansıması olan T dalgası değişikliklerini saptamak genellikle olanaklı olmaz. Bu nedenle en sık rastlanılan ilk bulgu miyokard lezyonunu yansıtan ST segmenti değişiklikleridir. Ağrı ile birlikte bulunduğu zaman %91 özgüllük ve %45 duyarlılık ile akut miyokard infarktüsü tanısını koydurucu değişiklik ST segmenti yükselmesidir. Yine, Avrupa Kardiyoloji Topluluğu ve Amerikan Kalp Derneği'nin en son ortak tanımına göre EKG'de akut miyokard infarktüsünü düşündüren bulgular aşağıda sıralanmıştır: 41 1. ST yükselmesi olan hastalar: En az iki ardışık derivasyonda olmak üzere, J noktasına göre V1, V2 veya V3'te 0.2mV, diğer derivasyonlarda 0.1 mV yeni ya da yeni varsayılan ST yükselmesinin görülmesi(frontal düzlemde ardışıklık aVL, I, ters aVR, II, aVF, III şeklindedir). 2. ST yükselmesi olmayan hastalar: a) ST segment çökmesi, b) T dalgası değişiklikler ST yükselmesi ile başvuran hastalarda genellikle sonuçta Q dalgalı miyokard infarktüsü gelişirken, ST yükselmesi olmayan hastalarda Q dalgasız miyokard infarktüsü gelişir. Fakat daha önce de sözü edildiği gibi senaryonun her zaman bu şekilde gelişmeyebileceği akılda tutulmalıdır. Yine de, tüm değişik olasılıklara karşın, akut miyokard infarktüsüne güncel yaklaşımda seçilecek tedaviyi belirleyen temel unsur, hala başvuru EKG'sindeki değişikliklerdir. İnfarktüs Lokalizasyonuna Göre EKG Değişikliği Oluşan Derivasyonlar(ST Segment Elevasyonu )aşağıdaki tabloda gösterilmiştir (Tablo 3). İnfarktüs Lokalizasyonu Primer EKG Değişikliği Oluşan Dervasyonlar ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ Anterior V3-V4 Septal V1-V2 Anteroseptal V1-V4 Lateral DI-aVL+V6 Yüksek Lateral DI-aVL Anterolateral DI-aVL+V3-V6 Yaygın Anterior DI-aVL+V1-V6 İnferior II-III-aVF İnferolateral II-III-aVF+V5-V6+I-aVL İnferoseptal II-III-aVF+V1-V3 Anteroinferior(Apikal) II-III-aVF+V1-V4’ten bir veya birkaçı Posterior Primer değişiklik gözlenmez, V1-V2’deki yüksek R dalgaları ile tanı konur. Tablo 3: MI lokalizasyonuna göre EKG değişiklikleri 42 Arka duvar infarktüsünün lokalizasyonu inferior (diafragmatik yüzdeyse) ise II, III, aVF derivasyonlarında EKG değişiklikleri görülür ve sağ koroner arter veya circumflex arterde tıkanıklık sonucu gelişir. Gerçek posterior (true posterior) infarktüsteyse V 1 ve V 2 de ST çökmesi ile birlikte R gelişimi izlenir. Bu duruma ayna görünümü de denir. Tıkanma circumflexin distal kesimindedir. 2.7.2.2. İskeminin Elektokardiyografik Paterni Deneysel bir bakış açısı ile iskemi subepikardiyal, subendokardiyal veya transmural olabilir. Klinik bakış açısı ile, sadece subendokardiyal ve transmural iskemi vardır. Transmural iskemi elektrodun yakınlığına göre “subepikardiyal” iskemi morfolojisini ortaya koyar. Deneysel ve klinik olarak iskeminin EKG paterni(T dalga değişiklikleri), sol ventriküler subendokardiyum veya subepikardiyumda, iskeminin repolarizasyonda bir gecikmeyi tetiklediği bir alandan kaydedilebilir. İskemi subendokardiyal ise, normalden daha pozitif bir T dalgası kaydedilir; subepikardiyal iskemi durumunda (klinik uygulamada transmural) düzleşmiş veya negatif T dalgaları gözlenir. 2.7.2.3. İskemik Kalp Hastalığına Bağlı T Dalga Değişiklikleri Subepikardiyal iskeminin (klinik olarak transmural) negatif T dalgaları simetriktir ve genellikle izoelektrik bir ST segmenti vardır.Özellikle Q dalgalı myokard infarktüsü sonrasında, uzun dönemde sık görülen bir bulgudur. Bu aynı zamanda bir AKS göstergesi olabilir. İskeminin EKG paterni etkilenen bölgeye göre farklı derivasyonlarda gözlenir. İnferolateral aVL(lateral etkilendiğinde derivasyonlar)’de D2,D3,aVF(inferior T dalgası derivasyonlar) değişiklikleri ve/veya V6, D1, gözlenir.V1-V2(inferobazal segment)’de, T dalgası ayna görüntüsüne bağlı olarak negatif değil pozitiftir (subepikardiyal inferobazal hasarda ST yükselmesi yerine ST çökmesi, nekrozda ise Q dalgası yerine uzun bir R dalgası). Anteroseptal tutulumda Tdalga değişiklikleri V1V2’den V4-V5’e kadar bulunabilir. Eğer sağ göğüs derivasyonlarından kayıt yapılırsa, LAD( sol ön inen arter)’de proksimal bir tıkanıklık ile örtüşebilir. Bunun tersine, subendokardiyal iskeminin sık görülen bir özelliği olan T dalga amplitüdünün yükselmesi, çok daha nadir fark edilir ve gelip geçici yapısı nedeni ile tanı konması daha güçtür.Bu, prinzmetal angina atağının ilk evresinde ve bazen AKS’lerin hiperakut evresinde 43 gözlemlenir. Bazen, pozitif bir T dalgasını anormal olarak yorumlarken emin olmak kolay değildir. Bu nedenle izleyen değişiklikler de değerlendirilmelidir. 2.7.3. İSKEMİK KALP HASTALIĞI DIŞINDAKİ ÇEŞİTLİ KOŞULLARDA T DALGASINDAKİ DEĞİŞİKLERİ İskemik kalp hastalığının dışında, negatif, düz veya normalden daha pozitif bir T dalgasının en önemli nedenleri aşağıda özetlenmiştir: 1) Normal varyantlar: çocuklar, siyah ırk, hiperventilasyon, kadınlar 2) Perikardit 3) Kor pulmonale ve pulmoner emboli 4) Myokardit ve kardiyomyopatiler 5) Alkolizm 6) İnme 7) Miksödem 8) Atletler 9) İlaçlar:amiodaron, tioridazon 10) Hipokalemi 11) Taşikardi sonrası 12) Sol ventrikül hipertrofisi 13) Sol dal bloğu 14) Post intermitant (aralıklı) depolarizasyon anomalileri(“elektriksel hafıza”): sol dal bloğu, kalp pilleri, Wolf-Parkinson-White Sendromu. 2.7.4. HASARIN ELEKTROKARDİYOGRAFİK PATERNİ Hasarlı bölgeye bakan elektrodlarda eğer hasar subendokardiyomda baskın ise ST çökmesi, eğer mevcut hasar subepikardiyumda(klinik olarak transmural) ise ST yükselmesi kaydedilir. Ayna görüntüsü paternleri de mevcuttur. Örneğin eğer subepikardiyum hasarı sol ventrikül lateral duvarın posterior kısmında olursa, ST segment yükselmesi arkadaki derivasyonlarda gözlenirken, ST çökmeleri V1-V2’de ayna görüntüsü şeklinde gözlenecektir. Aynı zamanda, ayna görüntüleri veya resiprokal değişiklikler tıkanıklık bölgesini ve sorumlu arteri saptamak için çok yararlıdır. 44 2.7.5. NEKROZUN ELEKTROKARDİYOGRAFİK PATERNİ Nekrozun EKG paterni genelde negatif bir T dalgasının eşlik ettiği patolojik bir Q dalgası ile ilişkilidir(140). Bu kriterin özgüllüğü yüksek fakat duyarlılığı düşüktür(yaklaşık %60); mevcut güncel tedavi rejimleri ile ve miyokard infarktüsünün yeni tanımı ile duyarlılığı daha da düşer(ESC/ACCkonsensusu)(141). ST segment yükselmesinin ilk evresinden sonra, negatif bir T dalgası ile birlikte Q dalgası ortaya çıkar. NonQ dalgalı infarkt vakalarının baskın olarak subendokardiyal bir konumlarının olduğu düşünülürdü (elektriksel olarak sessiz). Bu nedenle, Q dalgalı infarktüsün transmural tutulumu işaret ettiği, non Q dalgalı infarktların da subendokardiyal bozukluğu gösterdiğine inanılırdı. Artık klinik bakış açısı ile izole subendokardiyal infarktın olmadığı iyi biliniyor. 2.7.6. PATOLOJİK Q DALGALARININ ÖZELLİKLERİ Myokard nekrozunun karakteristik EKG bulgusu patolojik Q dalgasıdır. Nekroz bölgesinde elektriksel aktivasyonun olmaması patolojik Q dalgasının oluşmasına yol açar. Normal kişilerin EKG’lerinde de görülebilen Q dalgasının patolojik olarak yorumlanabilmesi için genişliğinin en az 0.03sn, derinliğinin en az 1mm, Q/R oranının V4V6’da 0.15’den, diğer derivasyonlarda 0.25’den daha fazla olması gerekir.V1-V3’deki Q dalgası, genişliğine ve derinliğine bakılmaksızın patolojik kabul edilir. 2.7.7. MİYOKARD HASARININ BİYOKİMYASAL BELİRTEÇLERİ Miyositlerde nekroz olduğu zaman zar bütünlükleri bozulur ve hücre içindeki makromoleküller periferik dolaşıma karışır. Bu makromoleküller kalp markerleri olarak isimlendirilmektedir. Akut miyokard infarktüsü geçirmekte olan hastaların yarısında tipik EKG değişiklikleri yoktur. Bu durumda tanının konulmasında kalp markerlerinin serum düzeyleri önem kazanır. Tanı koydurucu bir markerin kalp kasında yüksek yoğunluklarda bulunurken diğer dokularda bulunmaması gerekir. Kalp kasında hasar oluşur oluşmaz kana salgılanmalı ve tanıya olanak verecek bir zaman süresince kan düzeyi yüksek kalmalıdır. Laboratuarda ölçümü kolay ve ucuz olmalı, hasta başında uygulanabilmeli ve çabuk sonuç vermelidir. 45 1.Miyoglobin: Miyoglobin kalp ve iskelet kasında bol miktarda bulunan düşük molekülağırlıklı (17.8 kDa) bir proteindir. AMI için duyarlı bir belirteçtir ancak özgüllüğü yoktur. Hasar sırasında miyokarddan hızla salınır ve böbreklerden hızlı itrah edilir.Hızlı kinetiği nedeniyle miyoglobin, akut bir olayın başlangıcından sonra erken dönemde (ilk 1-3 saat içinde) yükselir ve bu nedenle hem kardiyak hasarın erken saptanması ve/veya ekarte edilmesi açısından güvenilir bir belirteçtir hem de bugün için erken başarılı reperfüzyonu değerlendirmede kullanılabilen parametrelerden birisidir.Özgüllüğü olmadığı için klinikte esas önemli olan pozitif prediktif değerinden ziyade, negatif prediktif değeridir. Semptomlar başladıktan sonraki 4-6 saat içerisinde miyoglobinde artış olmaması kardiyak hasarı ekarte etmek için çok değerli bir kriterdir. Bu da, acil servisler gibi hızlı triajın önemli olduğu ortamlarda çok önemli bir avantaj sağlamaktadır. Yapılan klinik çalışmalarda, miyokard nekrozunun daha spesifik belirteçleri ve myoglobinin birlikte düzeylerinin belirlenmesinin, AMI’nın erken dışlanması için yararlı olduğu gösterilmiştir (142). En önemli özelliği miyokard hasarını takiben en süratle yükselen belirteç olmasıdır(1-4.saat). 2.Kreatin kinaz(CK): CK kas metabolizmasının temel bir enzimi olup ATP aracılı kreatinin fosforilasyonunu geri dönüşümlü olarak katalize eder. Kreatin kinaz izoenzimleri B ve M zincirlerinin bileşimi ile meydana gelen dimerik moleküllerdir. Dolayısıyla CK’nın 3 izoenzimi vardır: CK-MM, CK-MB, CK-BB.Beyin ve böbreklerde esas BB formu bulunur. İskelet kasları predominant olarak MM formu içermekle beraber %1-2 oranında MB formunu da bulundurur (143). Kalp kasında ise hem MB, hem de MM formu bulunur. CKMB, myokard total CK aktivitesinin %20’sini oluşturur. Prostat, dalak, iskelet kasında %5’den fazla oranlara kadar bulunabilir. CK-MB, AMI sonrası etkilenen kastan dolaşıma salınır. AMI sonrası yaklaşık 2-4. saatte salınmaya başlar, 24. saatte pik yapar ve 36-72 saat sonra normale döner. CK-MB ölçümü aynı zamanda trombolitik tedavi sonrası reperfüzyonun etkinliğini non-invaziv olarak tespit etmede yardımcı olur. CK-MB iskelet kası hasarında da artar. Ancak miyokard hasarındaki kadar karakteristik değildir(144). 46 Total CK ve CK-MB düzeyleri enfarktüs büyüklüğü ile koreledir ve prognozun önemli bir belirtecidir 3.Troponinler: Troponin kompleksi içinde üç alt grup vardır: Troponin I , Troponin T, Troponin C. Miyokard zedelenmesini gösteren yeni nesil biyokimyasal belirteçlerdir. Akut koroner sendrom olarak tarif edilen anjinadan, iskemi, Q dalga miyokard enfarktüsü ve bariz doku nekrozuna kadar gidebilen miyokardiyal hasarın değerlendirilmesinde kullanılır ve miyokard enfarktüsü tanısında altın standart olarak kabul edilirler. Troponin I, aktine bağlanarak aktinmyozin etkileşimini inhibe eder. Troponin T, tropomiyozine bağlanır. Troponin C troponin kompleksinde kalsiyuma bağlanır. Troponin T ve Troponin I iskelet kası ve kalp kasında farklı genler tarafından kodlandıkları için farklı aminoasit dizilimine sahiptirler. Bu nedenle kardiyak Troponin T (cTnT) ve kardiyak Troponin I (cTnI) kantitatif ya da kalitatif olarak hızlı ve doğru bir biçimde ölçülebilmektedir(145). Buna karşılık cTnC düz kastaki izoformu ile aynı olduğu için kardiyak spesifiteye sahip değildir. ACC/AHA 2002 kılavuzunda, kullanılan yöntemlerle cTnI ve cTnT’nin kardiyak hasarın saptanmasında eşit duyarlılık ve özgüllüğe sahip olması nedeniyle, testler arasında seçim yaparken maliyet ve kullanabilen cihazın gözönünde bulundurulması gerektiği belirtilmiştir (146). Kardiyak troponinler, kardiyak nekrozun doğru ölçümünü sağlar, bir çok çalışma akut koroner sendromda ölüm riskinin troponin değerlerine bağlı olduğunu göstermiştir (146). Pozitif (+) sonuç göğüs ağrısının akut koroner sendroma bağlı olacağını gösterse de, pulmoner emboli, kardiyak yetmezlik, miyokardit, kardiyomiyopati, renal yetmezlik, kardiyak cerrahi, akut felç, septik şok, perkutanöz transluminal koroner anjiyoplasti ve ilaca bağlı kardiyotoksisitede de değerler yükselir. Tüm bu vakalarda troponinler, yine de subklinik miyokard hasarını gösterir. Değerler 4. saatten itibaren yükselmeye başladığından, başlangıçta troponini negatif olan hastalarda 6-12 saat sonra testin tekrarı gerekmektedir. Değerler 14 güne kadar yüksek kalabilmektedir (147). Troponinlerin yüksek kalma süresi ile infarktüsün yaygınlığı, tipi veya tedaviye olan yanıt arasında bir ilişki gösterilememiştir. Trombolitik tedavi ile reperfüzyon sonrası T ve I’nın zirve 47 değerlerine tıpkı CK-MB gibi daha erken ulaştığı bilinmekte ise de, yüksek kalış süresinin reperfüzyon ile bağlantısı yoktur(148). 4.SGOT: Duyarlılık ve özgüllüğü düşük ancak her hastanede bulunabilmeleri nedeni ile AMİ tanısında ve takibinde kullanılabilmektedir. Kas hastalıkları, karaciğer hastalıkları,şok pulmoner emboli gibi durumlarda yükselmektedir. 5.LDH: Duyarlı fakat özgül değildir.LDH1/LDH2>1 olması akut infarktüs tanısı için değerlidir. Başlangıçta geç dönem infarktüs tanısında kullanılan bu tetkik troponinlerin devreye girmesi ile tanısal değeri ortadan kalkmıştır. 6.Yağ asidi bağlayıcı proteinler: Bunlar sitozolik proteinler olup kardiyak hasar durumunda süratle seruma çıkarlar ve süratle temizlenirler. Ancak iskelet kası ve böbrekte de bulundukları için özgün değildirler. Miyoglobine benzemekle beraber,kalpteki konsantrasyonları miyoglobinden daha yüksek olduğu için daha özgün oldukları iddia edilmektedir.Ancak bire bir karşılaştırmalı çalışma yoktu. Ortalama 1.5-2 saatte yükselmeye başlarlar.5-10.saatte pik oluşturup 24.saatte normal seviyelerine inerler. Günümüzde tanısal değerlendirmede en sık kullanılan tanısal belirteçler Tn I,Tn T, CK-MB ve Miyoglobindir. 7.C-reaktif protein(CRP): Yüksek C-reaktif protein değerleri koroner arter hastalığı için risk faktörü olduğu kadar anjiyografik olarak ileri koroner arter hastalığı ve kalp yetmezliği ile de ilişkili bulunuştur. Akut Mİ sonrasında CRP düzeyleri dramatik olarak artar, iki günde pik yaparak azalarak bazal değerlere iner. C-reaktif protein düzeyleri infarkt alanının büyüklüğü ve erken reperfüzyon ile ilişkilidir (76). Bununla birlikte kardiyak markerlerin trombolitik tedaviden sonra takibi tıkalı arterde reperfüzyon olup olmadığının gösterilmesinde yardımcı olmakta ve ileri incelemelerin gerekliliği konusunda yol gösterici olmaktadır. Akut miyokard infarktüsüne bağlı olarak serumda düzeyleri artan enzimler tanıda, infarktüsün oluşma zamanının belirlenmesinde, tedavinin takip ve 48 değerlendirilmesinde, infarktüsün ağırlığının belirlenmesinde ve prognoz tayininde son derece önemli bilgiler sağlarlar. İnfarktüs alanı ne kadar genişse ve reperfüzyon tedavisi ne kadar geç yapılmışsa enzimlerin serum düzeyi o derecede yükselir ve uzun süre yüksek kalır. Ölen kalp kası miktarı az ise enzim düzeyindeki artış da az olur ve kısa sürede normalleşir. 8.Sedimentasyon: Eritrosit sedimantasyon hızı infarktüsten sonra 1-2 gün normal sınırlarda kalmasına karşın 4-5. gün artarak birkaç hafta yüksek kalmaya devam eder. Sedimantasyon yüksekliğine sekonder olarak yükselen fibrinojen düzeyleri ise infarktüs alanı ve prognozla ilişkisizdir. Hemokonsantrasyona bağlı olarak birkaç günde hematokrit değerleri artabilir. Görüntüleme Yöntemleri Bölgesel duvar hareketlerinin ve genel ventrikül performansının değerlendirilmesinde invazif olmayan yöntemler olarak 2-D ve renkli akım doppler ekokardiyografi, radyonüklid ventrikülografi, ultrafast (cine) bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme, koroner anjiyografi ve sol kalp kateterizasyonu sayılabilir. Bunlardan ilk ikisi sıklıkla kullanılmaktadır. A)Ekokardiyografi: Ekokardiyografı cihazlarının taşınabilir olması AMI tanısında hasta başı kullanılabilmelerine olanak sağlamaktadır. Özellikle eski MI olmayan hastalarda anormal duvar hareketlerinin AMI’nü göstermedeki sensitivite ve spesifitesi %90'ı geçmektedir. Segmental fonksiyonların ve global ventrikül fonksiyonunun tayini özellikle geniş infarktüslerde prognoz tayininde, cerrahi olarak düzeltilebilir komplikasyonların tayininde, trombüs, efüzyon, birlikte olabilen valvüler lezyonların saptanmasında görüntüleme yöntemleri önemli rollere sahiptirler. B)Nükleer-Kardiyoloji: Infarktüs alanı tayini, viabilite ve risk tayini amacıyla yapılır. 1) Antimiyozin sintigrafisiyle akut miyokard infarktüsü tanısı (Sıcak bölgeler). 49 2) MPS (Miyokard perfüzyon sintigrafisi veya SPECT-MPS : reversible aktivite azalması alanları iskemiyi, irreversible aktivite kayıpları nekroz ve skar alanlarını gösterir. 3) Radyonüklid ventrikülografi; duvar hareketleri ve ejeksiyon fraksiyonunun öğrenilmesini sağlar. 4) PET; Perfüzyon azlığı gözlenen miyokard bölümlerinde, hasarın reversibil olup olmadığının ayırımında positron emisyon tomografi (PET)’in yararı büyüktür (149). C)MR görüntüleme (MRI): İnfarkt alanının tespiti, duvar hareketlerinin ve anevrizmaların, mural veya intraventriküler trombüslerin tanısında ve ejeksiyon fraksiyonunun tespitinde yararlı olabilir. D)Ultra-fast Tomografi: MRI ile aynı bilgileri sağlar. Ek olarak büyük koroner damarların yapısı hakkında da bilgi sağlar. 2.8. AKUT MİYOKARD INFARKTÜSÜ TEDAVİSİ Tedavi 4 ana ilkeye yönelik olmalıdır: 1. İskemik ağrının giderilmesi, 2. Hemodinamik durumun stabilizasyonu, 3. Miyokard oksijen ihtiyacının azaltılması, 4. Miyokard perfüzyonunun yeniden sağlanması ya da artırılması, bu amaçlara yönelik tedavi yöntemleri mümkün olduğunca eş zamanlı yapılmalıdır. Akut STEMI(ST elevasyonlu Mİ)’ lı hastalara, acil serviste anksiyete ve ağrının giderilmesi amacıyla; intravenöz opioidler (4-8 mg morfin), O2 (2-4/L) uygulanmalı ve asprin 80-325 mg ağızdan verilmelidir. 50 Nitratlar: Koroner spazmdan şüphelenilen hastalarda dilaltı nitratlar uygulanır.Nitratlar 80000 hastanın dahil edildiği geniş çaplı çalışmada mortalitede önemli bir azalmaya neden olmamıştır. Kalp yetmezliği bulunan, ağrısı devam eden,hipertansiyonu bulunan akut MI’ lu hastaların tedavisinde yararlı olabilir. Sistolik kan basıncı < 90 mmHg olanlarda, sağ ventrikül infarktüsünden şüphelenilenlerde, bradikardi ve taşikardinin eşlik ettiği durumlarda, son 24 saat içinde fosfodiesteraz inhibitörü (sildenafil) kullanım öyküsü olanlarda kullanılmamalıdır. Beta-blokörler: Beta-blokörler akut MI ile başvuran hipotansiyon,bradikardi, kardiyojenik şokun bulunmadığı hastalara ilk 24 saat içinde uygulanmalıdır.Intravenöz beta-blokörlerle ilgili çalışmaların çoğu, infarkt boyutunu sınırlandırdıkları, fatal aritmilerin insidansını azalttıkları ve de ağrıyı geçirdikleri için miyokardiyal infarktüsün akut fazında yapılmışlardır. 28 araştırmanın derlendiği bir çalışmada intravenöz beta blokörler ile 7 gün içerisinde mortalite oranlarında azalma görülmüştür(150). Bu çalışmalar fibrinolizis ve primer PKG’ den önce yapılmıştır. Atenololun kullanıldığı GUSTO 1 çalışması erken intravenöz beta-blokör kullanımını desteklememektedir. Sebebi bilinmeyen taşikardi durumunda kullanılmasından kaçınılmalıdır çünkü kompansatuar taşikardi durumunda kalp yetmezliğini kötüleştirebilir. Reperfüzyon Tedavisi: Akut ST segment yükselmesi, yeni sol dal bloğu veya posterior infarktüsle başvuran hastada çok hızlı bir şekilde reperfüzyon tedavisine başlanmalıdır.Semptom başlangıcından PKG’ e kadar her 30 dakikalık gecikme 1 yıllık mortaliteyi %8 oranında arttırmaktadır(151). Akut MI’ ın ilk saati içinde tedavi edilenlerde mortalite yararı en yüksektir. Pek çok sayıda çalışma, tedavi süresi ve sağ kalım arası ters ilikiyi göstermiştir. Bu ilişki primer PKG’ e göre fibrinolitik tedavi ile daha güçlü gösterilmiştir. Reperfüzyon tedavisinin tipinin seçiminde semptom başlangıç zamanından tedavinin başladığı zamana kadar geçen süre, infarkt büyüklüğü ve hastanın prognozu açısından önemli bir öngörücüdür.ACC/AHA ve ESC kılavuzları tarafından primer PKG(perkütan koroner 51 girişim) Perkutanöz Transluminal’ in ilk tıbbi görüşmeden sonra 90 dakika içinde ve fibrinolitik tedavinin 30 dakika içinde başlamasını önermektedir Primer Perkütan Koroner Girişim: Primer PKG önceden veya beraberinde fibrinolitik tedavi olmaksızın anjioplasti ve/veya stent uygulaması olarak tarif edilir.İlk tıbbi görüşmeden sonraki 90 dakika içinde uygulanabildiği taktirde tercih edilir. Kılavuzlar tarafından primer PTCA(Perkutanöz Transluminal Koroner Anjiyoplasti), akut MI’ lu hastalarda ST yükselmesi veya yeni sol dal bloğu varsa semptom başlangıcının ilk 12 saati içinde veya semptom devam ediyorsa 12 saatten sonra hastaneye başvurudan 90± 30 dakika içinde deneyimli merkezler tarafından uygulanması önerilmektedir. Akut STEMI nedeniyle 75 yaşından genç, kardiyojenik şok geliştiren hastalar kardiyojenik şokun ilk 36 saatinde ise, şok başlamasından ilk 18 saat içinde revaskülarizasyon Class I endikasyondur.Çok sayıda primer PKG uygulanan merkezlerde, primer PKG sonrası mortalite oranlarının daha düşük olduğu bildirilmiştir. Kateterizasyon imkanının bulunmadığı hastanelerde PKG merkezine nakli sırasında geçecek sürede değerlendirilmelidir. Hayvan modellerinde 30 dakikadan uzun süren tıkanmalar miyonekroz oluşturmaktadır. 90.dakikadaki reperfüzyon risk altındaki miyokard dokusunun yaklaşık yarısını kurtarmaktadır. Eğer iskemik önkoşullanma ve/veya kollateral akım yoksa iskemiden 4-6 saat sonra miyokardın kurtarılması minimuma düşer.PKG fibrinolitik tedaviye göre daha az zamana bağlıdır. Fibrinolitik tedavinin zaman uzadıkça etkinliği azalmaktadır. Semptom başlangıcı 3 saat olan hastaların dahil edildiği PRAGUE-2 çalışmasında streptokinaz uygulananlar ve primer PKG için transfer edilenler arasında mortalite bakımından fark görülmemiştir. CAPTIM çalışmasında hastane öncesi tPA(tissue plazminojen activator) uygulananla, uygulananların prognozu PKG için transfer edilenlerden daha iyi bulunmuştur. PRAGUE2, Air PAMI, DANAMI-2 çalışmalarında tekrarlayan MI riski, hastaların prognozları transfer edilme sürelerine rağmen PKG uygulanlardan daha iyi bulunmuştur.Literatüre göre PKG yapılma imkanı bulunuyorsa PKG ilk tercih olmalıdır.PKG koroner damar açıklığını sağlamakta ve korumakta etkilidir, fibrinolizisin yol açtığı kanama risklerinin bazılarını engeller. PKG uygulanması için 60 dakikadan uzun bir süre geçecekse; fibrinspesifik trombolizin hemen uygulanmasıyla karşılatırılırsa PKG mortaliteyi azaltmaz. 52 SHOCK çalışmasında, kardiyojenik şokla başvuran hastaların erken revaskülarizasyonuyla (PKG/ CABG) 1 yıllık sağ kalımlarının çok daha iyi olduğu gösterilmiştir. Amerikan Kardiyoloji Derneği kılavuzunda Killip sınıf II olanlara PKG önermektedir.İleri yaştaki hastalara da kafa içi kanama riskini arttıracağından dolayı PKG önerilmektedir. Primer Stent Uygulaması: Stentlerin önceleri, instent tromboz riski nedeniyle trombus yoğun lezyonlarda kullanılmaması gerektiğine inanılmıştır. Fakat yeni antiplatelet tedavilerin uygulanmasıyla stentlemenin güvenli olduğu gösterilmiştir. Çalışmaların meta-analizi primer PKG sırasında stent uygulanmasının avantajlarını göstermektedir. Stent kullanımı major kardiyak olay, hedef damar yeniden revaskülarizasyon oranını azaltmaktadır. Stent-PAMI çalışmasında da stent uygulanan grupta tekrarlayan MI, ölüm, hedef damar yeniden revaskülarizasyonunda azalma gösterilmiştir. Fibrinolitik Tedavi: Erken fibrinolitik tedavinin yararı 1986’ da GISSI-1 çalışması ile başlayarak ortaya konmuştur. İlk 12 saatte tedavinin faydasına yönelik çok kuvvetli kanıtlar bulunsa da 12 saatten sonra tedavinin yararlı olmadığı görülmüştür.Fibrinolitik tedavide kullanılan ajanlar alteplaz (tPA), reteplaz, tenekteplaz (TNK) ve streptokinazdır. Alteplaz (tPA): Fibrin spesifik bir ajandır. Reteplaz: Alteplaz’ a göre daha az fibrin spesifiktir. Alteplaza göre yarılanma ömrü daha uzundur ve uygulması daha kolaydır iki doz halinde 30 dakika aralıkla 10 mg uygulanır. Tenekteplaz (TNK): Fibrin spesifitesi daha yüksektir. PAI-1’ e karşı artmış direnci bulunur. Plazma klirensi düşüktür. Tek doz halinde uygulanır. Streptokinaz: 1.kuşak fibrinolitiktir. Eğer diğer ajanlar bulunamıyor veya daha ucuz bir ajan aranıyorsa tercih edilebilir. Antikor oluşturabildiği için daha önce uygulanmış hastalarda kullanılmamalıdır. Allerjik etkileri (sıklıkla hipotansiyon) bulunur. Streptokinaz (%0.5) il intraserebral kanama riski tPA (0.7%)’ ya göre daha azdır. Bu yüzden serebrovasküler hastalığı veya hipertansiyonu olan yaşlılarda tercih edilebilir. 53 STEMI (ST Elevasyonlu Akut Myokard İnfarktüs)'da Fibrinolitik tedavi kontrendikasyonları: Mutlak Kontrendikasyonlar 1.Geçmişte herhangi bir intrakranial kanama, 2.Bilinen yapısal serebral damar lezyonları, 3.Bilinen malign intrakranyal tümör (primer veya metastatik), 4.Son 3 ayda iskemik inme son 3 saat içindeki akut iskemik atak hariç, 5.Şüpheli Aort Disseksiyonu, 6.Aktif kanama veya kanama hastalığı (mens hariç) 7.Son 3 ayda geçirilmiş major kafa travması. Relatif Kontrendikasyonlar 1. Kronik ciddi kontrol altına alınamayan hipertansiyon, 2. Bavuruda SKB > 180 veya DKB > 110mmHg olması, 3. Son 3 aydan önceki iskemik atak, 4. 10 dakikadan daha uzun CPR veya son 3 haftadaki major cerrahi 5.2-4 hafta içindeki iç kanama, 6.Baskı uygulanamayan damar yaralanmaları 7.Daha önce streptokinaz/anistreplase kullanımı (5 günden daha önce) veya bu ajanlara daha önceki allerjik reaksiyon, 8.Gebelik, aktif peptik ülser, antikoagülan ilaçların kullanımı (yüksek INR). Trombolitik İlaç Seçimi: Uygun trombolitik ajan etkinlik, yan etki ve maliyet gözönüne alınarak seçilmelidir. Streptokinaz (SK), ürokinaz (UK) ve acetylated plasminogen streptokinase activatör complex (APSAC) pıhtı selektiviteleri bulunmadığından ilk jenerasyon ilaçlar olarak kabul edilirler. Bu grupların özellikle SK'ın fiyatının ve kanama riskinin diğerlerine kıyasla daha 54 düşük olması ile birlikte hipotansif özelliği nedeniyle yaşlı ve hipertansiflerde bir tercih sebebi oluşturabilir. Ancak ilk kullanımlarından sonraki 5 gün ile 2 yıl içinde SK ve APSAC'a karşı antikor geliştiğinden bu süre içinde tekrar kullanılmamaları bir dezavantaj oluşturur, ikinci jenerasyon (pıhtı spesifik) trombolitik ajanların (t-PA ve r-PA) reperfüzyon oranlarının daha yüksek olması, tekrar tekrar kullanılabilmeleri ve hipotansiyon yapmamaları bir avantaj olurken, pahalı olmaları ve daha fazla kanamaya yol açmaları en önemli dezavantajlarıdır.Özellikle genç, anterior MI, hipotansif veya daha önceden SK almış hastalarda, t-PA tercih edilmelidir. Rekanalizasyonun sağlanmasında trombolizis kadar koagulasyon ve trombositlerle oluşan trombozisin inhibisyonu da önemlidir. Aksi halde yeni bir tıkayıcı trombüs kolaylıkla oluşabilmektedir. Fibrin parçalanmasından serbestleşen trombin koroner tromboziste önemli rol oynamaktadır. Trombin bilinen en güçlü trombosit aktivatörlerinden biridir. Antitrombin ilaçlar hem fibrinojenin fibrine dönüşümünü engellemekte ve hem de trombine bağlı trombosit aktivasyonunu inhibe etmektedir. Trombinin yaptığı trombosit aktivasyonu ASA ile önlenemez. Ayrıca trombin, pıhtıya bağlanır ve pıhtı lizis olurken pıhtıya bağlı trombin fibrinojeni fibrine çevirebilir. Bu nedenle trombinin inhibisyonu için heparin veya hirudin gibi güçlü antitrombin ilaçlar trombolitik tedavi ile birlikte (bilhassa fibrin spesifik ajanlar tercih edilmişse) kullanılmalıdır. Heparin AT-III ile komplex meydana getirdikten sonra heparin/AT-III komplexi hem trombin ve hem de aktif faktör X'u inaktive eder.Heparin/ AT-III komplexi genellikle pıhtıya bağlı trombine karşı etkili değildir.Fibrin selektif olmayan ajanlarla (SKZ , APSAC) tedavide birlikte heparin tedavisinin yararı tartışmalı olsa da sistemik emboli için yüksek risk oluşturan hastalarda (büyük ya da anterior MI , atrial fibrilasyon, geçirilmiş emboli, sol ventrikül trombüsü) kullanılması önerilmektedir. Yine infarktüsün erken döneminde trombüs içeriğinin daha çok trombositten zengin karakterde (beyaz trombüs) olması nedeniyle trombolitik tedavinin başlangıcında her hastaya mutlaka aspirin (ASA) verilmelidir.ASA gibi trombosit glikoprotein IIb/IIIa reseptör antagonistleri birlikte uygulanması gerekli olabilecek ajanlardır. Kurtarıcı PKG: Fibrinolitik tedavinin başarısız olmasından sonra PKG uygulanması olarak tanımlanır. Eğer fibrinolitik tedavi uygulandıktan 90 dakika sonra reperfüzyon 55 sağlanamamışsa acil mekanik reperfüzyon yapılmalı ve gerekirse hasta transfer edilmelidir. Tromboliz sonrası devam eden iskemi bulgusu veya tekrarlayan infarktüs geçiren hastalara acil girişim planlanmalıdır. Eğer tromboliz sonrası hemodinamik bozukluk gelimi veya kardiyojenik şok gelişmiş ise hastalara acil kateterizayon uygulanarak PKG yapılmalıdır. Kolaylaştırılmış (facilitated PCI) PKG: Fibrinolitik tedaviden hemen sonra PKG uygulanması şeklindeki uygulamadır. Yapılan çalışmalarda PKG tekniklerinin ilerlemesi ve Glikoprotein 2b-3a (Gp2b3a) kullanımıyla faydalı olabileceği gösterilmiştir Acil Koroner Bypass: Primer veya kurtarıcı PKG yapılması planlanan hastalarda kritik sol ana koroner veya ciddi 3 damar hastalığı tespit edildiğinde tercih edilir.Sağ ventrikül infarktüsü bypass için bir kontrendikasyondur. Glikoprotein IIb/IIIa (Gp IIb/IIIa) reseptör antagonistleri: Gp IIb/IIIa reseptörleri trombosit yüzeyinde en çok bulunan proteindir.Integrin reseptör ailesinin bir üyesidir. Trombosit aktivasyonu ve agregasyonu için son ortak yol; fibrinojenin Gp IIb/IIIa reseptörüne bağlanmasıdır. Gp Iıb/IIIa antagonistleri platelet agregasyonunu önleyerek trombüs oluşumunu plak rüptürü alanında engellerler. Gp IIb/IIIa antagonistleri kompetetif ve nonkompetetif olarak ikiye ayrılır: 1.Nonkompetitif inhibitör: Abciximab reseptörü tamamen bloke ederek trombosit ömrü boyunca agregasyonu önler. Etkisi ancak yeni trombosit verilmesiyle geri çevrilebilir. 2.Kompetetif inhibitör: FDA tarafından onaylanan nonpeptit inhibitörler eptifibatide (integrelin) ve tirofiban (aggrastat) dır. Bunların etkileri infüzyon süresine bağlıdır ve etkileri ilaç kesildiğinde geri çevrilebilir. Gp IIb/IIIa antagonistlerinin primer angioplasti sırasında kullanımıyla ilgili güçlü kanıtlar bulunmaktadır. Stent üzerinde ve mekanik hasar görmüş aterosklerotik plak üzerinde trombüs oluşumunu engeller ve noreflow’a neden olabilecek 56 mikroembolizasyonları engeller. Gp IIb/IIIa antagonistlerinin kullanımıyla ilgili net bilgiler olmasa da erken reperfüzyona giden hastalarda kullanımının faydasıyla ilgili destekleyici bilgiler vardır. Başarılı Reperfüzyon Göstergeleri Göğüs ağrısının azalmasının izlenmesi, reperfüzyon değerlendirilmesinde çok doğru değildir. Akselere idiyoventriküler ritm (AIVR) görülmesi reperfüzyon için oldukça özgüldür. Göğüs ağrısının tamamen geçmesiyle birlikte, ST yükselmesinin gerilemesi (ST yükselmesi %70 gerilemesi) ve birlikte AIVR görülmesi başarılı reperfüzyon için oldukça özgüldür. STsegment gerilemesinin %70’ den fazla olması etkili doku reperfüzyonun göstergesidir ve klinik sonlanım ve angiografik reperfüzyonla koreledir. 2.9. KORONER ANJİYOGRAFİ Koroner anjiyografi halen koroner arter hastalıgı tanısında altın bir standarttır. Yasayan hastalarda koroner anatomiyi belirlemenin öncelikli metodudur. Bu islemi güvenli, güvenilir ve tekrarlanabilir bir sekilde gerçeklestirmek için bazı uygulama ve yorumlama prensiplerine uymak gerekir(152,153). Koroner anjiyografi koroner arterleri ve buradaki darlıkların yerini, ciddiyetini ve seklini anatomik olarak belirlemenin yanı sıra, distal damarların özelliklerini ve koroner akım indeksini, kollateral damarları ve fonksiyonel önemini gösterir. İntrakoroner trombüsler görülebilir, ancak anjiyoskopik çalısmalar koroner anjiyografinin trombus saptanması için duyarsız bir yöntem oldugunu ortaya koymustur. Ek olarak, koroner spazm provakasyonlar ile kesinlestirilebilir(154). Bir koroner darlıgın fonksiyonel önemi istirahat halinde ve koroner dilatatör uyarısı sonrası koroner akım ölçülerek belirlenebilir. İstirahat ve maksimal koroner akım arasındaki fark koroner vasküler yatağın koroner akım rezerv kapasitesini belirler. Koroner akım rezervi, koroner anjiyografi laboratuarında digital subraction veya intrakoroner doppler teknikleri ile ölçülebilir(155). Sol ventrikül(LV) kateterizasyonu LV basıncının istirahatte, egzersizde veya farmakolojik ajanlar sonrası ölçülmesine imkan verir. Sol ventrikülografi duvar hareketlerinin, görsel olarak 57 degerlendirilmesine imkan verir. Sistolik ve diyastolik ventrikuler volüm ve ejeksiyon fraksiyonu hesaplanabilir. Koroner anjiyografi ile sol ventriktilografinin dikkatli korelasyonu canlı miyokardı besleyen stenotik ve by-pass'a uygun damarların saptanmasını sağlar. Sol ventrikül fonksiyonları ayrıca, atriyal pacing, farmakolojik ajan veya egzersizle stres yaratılara değerlendirilebilir. Revaskülarizasyon sonrası fonksiyonunda düzelme olabilecek sol ventrikül segmentleri nitrat, katekolamin ile veya ekstrasistolik vuru sonrası kontraktilite kuvvetlendirilerek belirlenebilir. Eşlik eden kapak hastalığı saptanabilir. Daha önce cerrahi geçirmis hastalarda greft açıklığı ve natif arterlerin durumu belirlenebilir. Konjenital kalp hastalığı olan hastalarda koroner arter anatomi belirlenerek cerrahi tamir planlanmasına yardımcı olabilir(156). Koroner Anjiyografi İndikasyonları(ACC/AHA,1999Koroner Anjiyografi Kılavuzu) Class I 1. Asemptomatik veya Kararlı Angina Pectoris: Medikal tedaviye karsın CCS sınıf III-IV angina, invaziv olmayan testlerde yüksek risk grubuna girenler, basarılı resüsitasyon sonucu dönen ani kardiyak ölüm olguları ile birlikte sürekli monomorfik ventriküler tasikardi veya süreksiz polimorfik ventriküler tasikardi. 2. Kararsız Angina Pectoris: Medikal tedaviye dirençli prognoz açısından orta veya yüksek risk grubundaki hastalar baslangıç tedavisinden sonra stabilize olan yüksek veya orta riskli hastalar, süpheli prinzmetal angina. 3. Miyokard İnfarktüsü Sonrası: Spontan veya minimal eforla indüklenen iskemi, persistan hemodinamik bozukluk, mekanik komplikasyon gelisen olgular (Ventriküler septal rüptür, akut mitral yetersizligi, gerçek ya da yalancı anevrizma) 4. Postrevaskülerizasyon İskemi: Perkütan koroner girisim(PKG) sonrası akut veya subakut tromboz süphesi olanlar PKG sonrası ilk 9 ayda yineleyen anginası olanlar veya noninvaziv testlerde yüksek risk saptanan hastalar. 5. Nonspesifik Gögüs Agrısı: Noninvaziv testlerde yüksek risk grubuna giren hastalar. 58 Class IIa 1. Asemptomatik veya Kararlı Angina: Sınıf III-IV anginanın medikal tedavi ile sınıf I-II’ye gerilemesi, invaziv olamayan testlerde kötülesme, risk stratifikasyonu açısından yüksek risk tasıyan anginalı hastalar, medikal tedaviyi tolere edemeyen sınıf III’li hastalar 2. Miyokard İnfarktüsü Sonrası: Koroner emboli, arterit, travma, metabolik hastalık veya koroner spazma baglı oldugu düsünülen miyokard infarktüsü LVEF<%40, kalp yetmezligi gelisenler, malign ventriküler aritmisi olanlar, PKG veya koroner aorta bypass greft (ACBG) öyküsü olanlar. 3. Postrevaskülerizasyon İskemi: ACBG sonrası 12 ay içinde rekürren semptomatik iskemi, ilaçla rekürren anginaları kontrol edilemeyenler, ACBG sonrası invaziv olamayan testlerde yüksek risk grubuna girenler. Class IIb 1. Asemptomatik veya Stabil Angina Pectoris: Sınıf I-II anginası olan ancak invaziv olmayan testlerde yüksek risk grubuna girmeyen olgular, invaziv olmayan testlerde düsük risk grubuna giren veya koroner arter hastalıgı bulunmayan ancak ikiden fazla risk faktörü bulunan Asemptomatik erkek veya postmenapozal kadınlar. 2. Kararsız Angina Pectoris: İnvaziv olmayan testlerde yüksek risk grubuna giren hastalar. 3. Miyokard İnfarktüsü Sonrası: İnfarkt ile iliskili arterde oklüzyon kuşkusu olan hastalarda gecikmis PKG için risk stratifikasyonu yapılmadan sol ana koroner lezyonu veya üç damar hastalıgını saptamak için, Q dalgası olmayan tüm miyokard infarktüsü olguları, devam eden iskemi olmaksızın antiaritmik tedaviye dirençli ventriküler aritmisi. 4. Postrevaskülerizasyon iskemi: PKG sonrası invaziv olmayan testlerde yüksek risk grubuna girmeyen asemptomatik hastalarda ilk ayda resteroz kuşkusu olanlar, postoperatif bir yıl sonra invaziv olmayan testlerde yüksek risk grubuna girmeyen rekürren anginası olanlar, ACBG sonrası invaziv olmayan testlerde bozukluk saptanan asemptomatik hastalar. 59 5. Nonspesifik Gögüs Agrısı: Noninvaziv testlerde anormal veya kuskulu bulguları angina pectoris nedeniyle sık hastaneye yatırılan hastalar. Class III 1. Asemptomatik veya Stabil Angina Pectoris: Revaskülarizasyon istemeyen anginalı hastalar, revaskülarizasyona uygun olmayan ve revazkülarizasyonun yasam kalitesini iyilestirmeyecegi düsünülen hastalar, koroner arter hastalıgı tarama testi olarak, ACBG sonrası invaziv olmayan testlerde iskemi kanıtı olmayan hastalar, fluoroskopide veya BT’de koroner kalsifikasyon saptanan hastalar 2. Kararsız Angina: Son 5 yıl içinde yapılan koroner anjiografi normal olan ve objektif iskemi kanıtı olmadan kararsız karakterde rekürren gögüste rahatsızlı tarif eden olgular, revaskülarizasyona uygun olmayan hastalar. 3. Miyokard infarktüsü Sonrası: Revaskülarizasyonu kabul etmeyen hastalar 4. Postrevaskülarizasyon iskemi: ACBG sonrası revaskülarizasyona uygun olmayan asemptomatik hastalar, PKG veya ACBG sonrası rutin koroner anjiyografi. Kontrindikasyonlar: Mutlak Kontrindikasyonlar: Akli dengesi yerinde olar eriskin hastanın islemi kabul etmemesi, koroner anjiyografi konusunda deneyimli bir kardiyologun olmaması ve uygunsuz laboratuar kosulları (ACC/AHA kılavuzlarına göre koroner anjiyografide deneyimli sayılabilmek için laboratuarların yılda >300, hekimin ise yılda >150 vaka yapıyor olması gerekmektedir). Rölatif Kontrindikasyonlar: Kontrol edilemeyen ventriküler irritabilite (VT, VF) düzeltilmemis hipokalemi, digital toksisitesi, atesli hastalık, dekompanse kalp yetersizligi, kontrol altına alınamayan hipertansiyon, protrombin zamanının >18sn, kontrast ajana karsı ciddi allerji, ciddi böbrek yetersizliği ve/veya anüri, gebelik (özellikle ilk 3 ay), yaşam süresini kısaltan kalp dısı hastalıklar, aktif gastrointestinal kanama. 60 Koroner Anjiyografi Teknikleri: Sones 1948 yılında selektif koroner anjiyografinin güvenli ve güvenilir bir metodunu gelistirdiğinde, koroner anjiyografinin modem çağını açmış oldu. Ricketts ve Abrams'in 1962'deki raporlarına göre 1953'te Seldinger tarafından gelistirilen perkütan arteryel kateterizasyon koroner arterleri incelemek için ilk kez kullanılmıstır(156). Kateterlerin modifikasyonu 1967 yılında Amplatz ve ark. ve Judkins tarafından yapılmıştır(157). Judkins tekniğinde önceden şekillenmiş 3 katetere ihtiyaç vardır: her koroner arter için bir kateter ve LV enjeksiyonu için pigtail kateteri. Koroner Anjiyografinin Yorumu: Bir zamanlar sadece kateter uzmanlarını ve cerrahları ilgilendiren koroner anjiyografi yorumları şimdilerde hastaları hakkında karar vermek isteyen tüm kardiyologların ilgi alanı olmaktadır. Koroner anatominin değişken olması sebebiyle filmi seyreden kişinin tüm LV epikardiyal yüzeylerinin ve septumun yeterli derecede beslendiğini ve arada boşluk olmaması gerektiğine dikkat etmesi gerekir. Eger arada boş bir alan varsa tıkalı bir arterin varlığı düşünülmelidir. Bir defada bir koroner arter görüntülenmeli ve American Heart Association tarafından tavsiye edilen arteryel segmentler arasındaki ayrım yapılmalıdır (şekil 2). Üstüste gelen veya görüntüden çıkan bu bölümler başka açıdan kontrol edilmeli ve gizli lezyon gözden kaçırılmamalıdır. Birkaç kisinin anjiyografiyi degerlendirmesi faydalıdır. Her segment görüntülendikçe sistematik skorlama ve kayıt alma sistemi tutarlı olmak açısından gereklidir. Hiç bir segment gözden kaçırılmamalıdır. 61 ŞEKİL 2. Koroner dolasım seması. Her arteryel segment tüm görüntülerde dikkatle incelenmeli ve darlık derecesine karar verilmeli. 1,2.sol ana koroner arter, 3, 5, 7, 9.sol anterior desandan koroner arter, 6, 8.diagonal dallar, 4.majör septal perforan dal, 10, 14, 16.atrioventrikuler olukta sikumfleks koroner arter, 11.ramus intermedius, 12, 13, 15.obtuse marjinal dallar, 17.sıkumfleks koroner arterin posterior desandan dalı,, 18, 19, 21, 23.atrioventrikuler olukta sağ koroner arter, 20.sağ koroner arterin büyük sağ ventriküler dalı, 22.sağ koroner arterin posterior desandan dalı, 24.sağ koroner arterin sol ventriküler dal Anjiyografik Açılar Film kayıtları tüm koroner arterler uzunlukları boyunca görülebilecek ve lezyonlar saptanabilecek sekilde bir kaç projeksiyonda yapılmaktadır. Bu görüntüleri sağlayan yeni kusak x-ısını ekipmanı koroner anjiyografide devrim yaratmıştır. Birçok laboratuarda, sol koroner arter için standart görüntüler frontal, 30 derece RAO, 45 derece LAO; 30 derece kranyal angülasyonlu 30 derece RAO; 15 derece kaudal angüilasyonla 30 derece RAO’dur. Başka açılar çakışan damarları ayırt etmek veya problemli bir alana yönelmek için kullanılabilir. Sağ koroner arter genellikle sağ ve sol oblik projeksiyonda değerlendirilir ve 62 sagital angülasyonlu görüntülerde sıkça proksimal posterior desandan arteri değerlendirmek için faydalıdır. Sagital angülasyonlu görüntüler LV duvar hareketlerini, mitral kapak hareketlerini ve LV çıkıs yolunu daha iyi değerlendirmeyi sağlar. Sol Koroner Arter Sol koroner arterin ostiumu sinotübüler bileskenin yakınındaki sol valsalva sinüsünden orijin alır. Sol ana koroner genellikle sola ve hafifçe öne yönelir. Değişen bir mesafe sonrasında neredeyse dik açıyla sirkumfleks arteri verir ve düz bir çizgide anterior desandan arter olarak devam eder(şekil 3) SEKİL 3. Sol koroner sistemin anatomisi, sag oblik görüntü. Sol orifis ve sol ana koroner arter en iyi dogrudan frontal görüntüde veya LAO veya RAO görüntüde veya 30 derece kranyal angülasyonla LAO görüntüde izlenir. Diagonal arter sirkumfleks ve anterior desandan arter arasında 3.bir dal olarak çıkabilir veya anterior desandan arterden ayrılarak sol ventrikülün anterolateral serbest duvarına doğru uzanır. RAO görüntüde diagonal dallar yanda görülür ancak anterior desandan arter ile çakısma orijini kapatmaktadır(şekil 2). LAO görüntü bu iki arteri biraz ayırmaktadır. Ancak bu arterler sıklıkla horizontal olarak yönelmeleri nedeniyle kısalma meydana gelir. LAO veya RAO rotasyon ile kranyal angülasyon proksimal anterior desandan ve diagonal dallarının ayrımında faydalıdır. Anterior desandan arter interventrikuler olukta apekse 63 doğru ilerlerken neredeyse dik açılarla müsküler septumun derinliklerine uzanan septal perforan arterleri verir. Birinci septal perforator birinci diagonalden önce veya sonra ortaya çıkabilir ve genellikle en büyük septal arterdir. Septal damarlar daha düz olmaları ve epikardiyal arterlerin sistolde bükülmelerine karsın kardiyak hareketle az hareket etmeleri nedeniyle epikardiyal arterlerden ayrılırlar. Sol arterior desandan arter genellikle apeks etrafında devam eder, ancak nadir olarak uzun posterior desandan arter varlığında apeksten önce sonlanabilir. Anterior desandan arterler nadir olarak superiora yönelmediği sürece -ki o zaman kaudal angulasyonlu LAO veya lateral görüntüden faydalanılır- en iyi RAO görüntü ve kranyal angülasyon yapılmıs sag oblik görüntüde ortaya çıkar. Sirkumfleks koroner arter LAD'den dik açıyla ayrıldıktan sonra atrioventrikuler (AV) olukta yol alır, bu yol değişken olabilir. Arter lateralden posterolaterale kadar LV serbest duvarını kateden bir veya daha fazla büyük obtüs marjinal dallara ayrılarak sonlanabilir veya intraventriküler olukta büyük bir arter olarak ilerler. % 10-15 olguda genellikle sağ koroner arterden orijin alan posterior desandan arteri verebilir. Sirkumfleks arter majör posterior desandan arteri verdiğinde dominant sirkumfleks arter olarak nitelendirilir. AV olukta sirkumfleks arter en iyi LAO görüntüde görülür, fakat cerrahi olarak daha önemli marjinal dallar RAO görüntüde en iyi görünür. Zaman zaman sirkumfleks arterdeki proksimal stenozlar, karaciğer tarafından sol omuza süperiora dogru bakıyormus hissi veren 15 derece kaudal angulasyonlu RAO görüntüde görülür. Sağ Koroner Arter Sağ koroner arter orifisi normalde sağ valsalva sinüsü içinde yer alır. Sinotubüler bileşke yakınında yüksekte veya üstünde olabilir, mid sinüste veya zaman zaman aort kapak yanında aşağıda yer alır. Arter genellikle aort kapak seviyesinden yukarıya yönelir ve sağ AV olukta posterior LV duvarına ulaşmak için ilerler ( şekil 4) bu yolda birçok damar ortaya çıkar. Konal ve sinüs nod dalları ilk önce ayrılır, onları daha küçük RV dalları takip eder. Kalbin keskin açı yapan sınırında (Acute margin) genellikle sağ ventrikule doğru uzanan büyük bir dal görülür. 64 SEKİL 4. Sağ koroner sistemin anatomisi Bazı durumlarda bu interventriküler septumun apikal bölümünü besler bu nedenle önem kazanır. Posterior desandan arter genellikle sağ koroner arter kalbin "crux" (intraventriküler ve intra atriyal septa) bölgesine ulaşmadan ayrılır. Posterior desandan arter sağ koroner arterden dik açıda ayrılır ve posterior interventriküler olukta yol alarak septumun bazal ve posterior üçte bir bölgesine perforan dallar verir. Major porterior desandan dalı veren sağ koroner arter, dominant sağ koroner arter olarak adlandırılmıştır. Posterior desandan arter genellikle apekse ulaşmadan sonlanır fakat daha önceden bahsedildiği gibi kısa anterior desandan arter varlığında apeks etrafında kıvrılabilir. Posterior desandan arteri verdikten sonra, sağ koroner crux'ta intramiyokardiyal olarak AV nod arteri verir ve ters bir U seklinde tekrar yüzeye döner. Sağ koroner arterin LV dalları değişkendir ve büyük bir sirkumfleksin posterolateral dallarının beslediği alanı kaplayabilir. Sağ koroner arterin proksimal kısmı RAO ve LAO görüntülerde iyi görülür. Horizantal orientasyonu nedeniyle posteriyor desandan arter RAO görüntüde iyi görülür ancak LAO görüntüde kısa kesilir bu da kranyal angülasyonla düzeltilebilir. Patolojik 65 incelemeler sadece transvers düzlemde standart oblik görüntüler kullanıldıgı taktirde posterior desandan arterin çıkıs noktasındaki lezyonların atlanabileceğini göstermiştir. Darlıkların Derecelendirilmesi: Ölçüm için diyastol sonu en ciddi darlığı gösteren kare seçilir. Bu metod gözlemciye bağlı değişkenleri ortadan kaldırmıstır. Kesitsel alandaki azalma fizyolojik önem taşırken çap darlığı American Heart Association koroner arter darlıklarını derecelendirirken çap metodu kullanılması önerisi ile uyumludur(61). Çapta % 50 darlık kesitsel alanda % 75 lik bir azalma ve çapta %75 lik bir azalma alanda %90 lık bir azalmaya eşittir. Darlık derecelendirilmesinde hangi metodun kullanıldığının bildirilmesi büyük önem taşır. Cerrahi olarak anlamlı olan darlıklar açısından, çapta % 40 dan fazla azalmaya neden olan veya % 75 den fazla kesitsel alanda azalmaya neden olan darlıkların miyokardiyal iskemi yaratabileceği kabul edilmiştir. Seri halinde ve uzun olan darlıkların ek önemi vardır. Koroner arter darlıklarını bilgisayar aracılıgı ile kantitatif olarak hesaplayan sistemler klinik çalısmalar için kullanılırken rutin klinik koroner anjiyografi için kullanımları artmaktadır(158). Klinik olarak genellikle kenar tanıma algoritimleri uygulanmaktadır Koroner Anjiyografinin Riskleri Her invazif girisimde olduğu gibi koroner anjiyografi uygulanan hastalar içinde sınırlı riskler söz konusudur. Bu riskin büyüklüğü işlem öncesi bazı faktörlerden etkilendiği gibi (anjiyografi uzmanlarının becerisi, klinik semptomların stabilitesi) büyük oranda sol ventrikülografi ve anjiyografide saptanan ve hastalığın yaygınlığı tarafından belirlenir(159). Majör komplikasyonlar iki tiptedir: Lokal arteryel komplikasyonlar arteryel oklüzyon veya stenoz, hematom ve psodoanevrizma, AV fistül ve nöropati(büyük hematomun femoral sinire basısı sonucu oluşur, 24 saatte düzelir)'yi kapsar. Ponksiyon yerine baglı olarak retroperitoneal kanamalar görülebilir. Diğer ve ölümcül olan grupta ise tromboembolik olaylar, miyokard infarktusü kolesterol embolisi ve akut iskemiye bağlı miyokardiyal disfonksiyon yer alır. 66 Tromboemboli daha çok multipl kateter ve kılavuz tel değişimine bağlı gelişir. Burada kateter üzerindeki trombus materyali ponksiyon bölgesine takılır ve sonraki takılan kateterle yerinden oynar. Bazı laboratuardaki sistemik heparinizasyon tromboembolik komplikasyonları azaltmıstır. Kontrast ajana bağlı ürtiker gibi minor allerjik reaksiyonlar sıkça gorülür ancak anafilaktik ve pirojenik reaksiyonlar oldukça nadirdir. Kontrast ajana bağlı nefropati gelişme riski de vardır. Hastanın maruz kaldığı radyasyon 20 ile 45 rem arasındadır ve birden fazla işlem gerekmediği taktirde düşük bir risk teskil eder. 67 GEREÇ VE YÖNTEM Çalışmaya, S.B. İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2.dahiliye kliniğine Haziran 2008-Kasım 2008 tarihleri arasında göğüs ağrısı nedeni ile başvuran AKS yada AMİ tanısı konan yaşları 29-80 arasında 67’si erkek, 34’ü kadın olan 100 vaka alındı. Yapılan çalışma retrospektif bir çalışma olup, kliniğimizde yatıp çıkmış olan hastaların dosyaları incelendi. AKS tanısı ile yatışı yapılmış olan hastaların çekilmiş EKG’ leri ve yapılmış koroner anjiografileri, kardiyak enzimleri incelendi. EKG’deki iskemik lezyonların anatomik lokalizasyonu ile koroner anjigrafilerindeki damar lezyonları karşılaştırıldı. Hastalar EKG bulgularına göre 3 gruba ayrıldı: EKG’lerinde geçirilmiş miyokard infarktüsü olanlar (GMİ) Grup1(46 vaka), T negatifliği olanlar Grup2(39 vaka) ve istirahat EKG’si normal olanlar Grup3(16 vaka). EKG’de lezyonun bulunduğu derivasyona göre lokalizasyonlar;V3-V4 anteroapikal, V1-V4 anteroseptal, D1-avL V3-V6 anterolateral, D1-avL V4-V6 yaygın anterior, D2 D3 avF inferior olarak sınıflandırıldı. Koroner anjoigrafideki damarlar sol ana koroner arter(LMCA), sol ön inen koroner arter(LAD), sağ koroner arter(RCA), sirkumflex arter(CX), yan dal hastalığı da yan dal1(D1) ve yan dal2 (D2)olarak gruplandırıldı. Koroner arter lümeninde %50 darlıklar anlamlı kabul edldi. Ayrıca geçirilmiş Mİ olanlar; STelevasyonlu Mİ(STEMİ), STelevasyonsuz Mİ(NSTEMİ) olarak incelendi. Yine STEMİ olanlar Qdalgalı, NSTEMİ olanlar nonQ Mİ ve USAP olarak incelendi. Elektrolarında Q dalgası olmayan ancak kardiyak enzimleri yüksek, göğüs ağrısı şikayeti olan hastalar non Q Mİ; göğüs ağrısı olan ancak belirgin enzim yüksekliği saptanmayan EKG’lerinde ST- T dalgası değişiklikleri olan hastalar USAP kabul edildi. 68 Geçirilmiş Mİ tanısı, EKG’de anormal Q dalgaları(genişliğinin en az 0.03sn, derinliğinin en az 1mm, Q/R oranının V4-V6’da 0.15’den, diğer derivasyonlarda 0.25’den daha fazla olması ).V1-V3’deki Q dalgası, genişliğine ve derinliğine bakılmaksızın patolojik kabul edildi. EKG’lerinde dal bloku olanlar, Mİ bulgularını maskeleyebileceği veya yalancı Mİ görünümüne neden olabileceği düşünülerek çalışmaya alınmadı. Koroner arter lümenindeki >%50 darlıklar anlamlı kabul edildi. Çalışmada damar lezyonları >%50 ve >%70 olarak ayrı incelenerek karşılaştırıldı. Bu çalışmada istatiksel analizler NCSS 2007 paket programı ile yapılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel metotların (ortalama, standart sapma) yanı sıra ikili grupların karşılaştrılmasında Mann-Whitney-U testi, nitel verilerin karşılaştırmalarında ki-kare testi kullanılmıştır. Sonuçlar, anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirilmiştir. 69 BULGULAR Çalışmaya, S.B. İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2.dahiliye kliniğine Haziran 2008-Kasım 2008 tarihleri arasında göğüs ağrısı nedeni ile başvuran AKS yada AMİ tanısı konan yaşları 29-80 arasında 67’si erkek, 33’ü kadın olan 100 vaka alındı. Tablo 5: Koroner anjiografide LAD’de lezyon saptanan vakaların EKG’de saptanan lokalizasyonlar açısından karşılaştırılması Yok LAD ANTERIOR Yok Var Anteroseptal Yok Var antlateral Yok Var Yaygın anterior Yok Var INFERIOR Yok Var Var n % n % Ki-kare 67 7 90,5 9,5 24 2 92,3 7,7 0,572 68 6 91,9 8,1 20 6 76,9 23,1 0,073 59 15 79,7 20,3 24 2 92,3 7,7 0,225 71 3 95,9 4,1 15 11 57,7 42,3 0,000*** 42 32 56,8 43,2 21 5 80,8 19,2 4,75 p 0,029* LAD pozitif olan ve olmayan olgular arasında anterior MI varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 LAD pozitif olan ve olmayan olgular arasında anteroseptal MI varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 LAD pozitif olan ve olmayan olgular arasında anterolateral MI varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 70 LAD pozitif olgularda yaygın anterior MI sıklığı, LAD negatif olgularda anlamlı derecede fazladır. p<0.001 LAD negatif olgularda inferior MI sıklığı, LAD pozitif olgularda anlamlı derecede fazladır.p<0.05 % 50 40 30 Yok 20 Var 10 0 Anterior Anteroseptal Antlateral Yaygın anterior Inferior Tablo 6: koroner anjiografide RCA’da lezyon saptanan vakaların EKG’de saptanan lokalizasyonlar açısından karşılaştırılması Yok RCA ANTERIOR Yok Var Anteroseptal Yok Var antlateral Yok Var Yaygın anterior Yok Var INFERIOR Yok Var Var n % n % Ki-kare p 52 6 89,7 10,3 39 3 92,9 7,1 49 9 84,5 15,5 39 3 92,9 7,1 1,61 0,203 46 12 79,3 20,7 37 5 88,1 11,9 1,33 0,248 51 7 87,9 12,1 35 7 83,3 16,7 0,42 0,513 48 82,8 15 35,7 10 17,2 27 64,3 23,12 0,000** * 0,730 RCA pozitif olan ve olmayan olgular arasında anterior MI varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 RCA pozitif olan ve olmayan olgular arasında anteroseptal MI varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 RCA pozitif olan ve olmayan olgular arasında anterolateral MI varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 71 RCA pozitif olan ve olmayan olgular arasında yaygın anterior MI varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 RCA pozitif olgularda inferior MI sıklığı, RCA negatif olgularda anlamlı derecede fazladır.p<0.001 % 70 60 50 40 Yok 30 Var 20 10 0 Anterior Anteroseptal Antlateral Yaygın anterior Inferior Tablo 7: koroner anjiografide CX’de lezyon saptanan vakaların EKG’de saptanan lokalizasyonlar açısından karşılaştırılması Yok CX ANTERIOR Yok Var Anteroseptal Yok Var antlateral Yok Var Yaygın anterior Yok Var INFERIOR Yok Var Var n % n % Ki-kare p 50 7 87,7 12,3 41 2 95,3 4,7 50 7 87,7 12,3 38 5 88,4 11,6 0,01 0,921 49 8 86,0 14,0 34 9 79,1 20,9 0,82 0,363 50 7 87,7 12,3 36 7 83,7 16,3 0,32 0,568 42 15 73,7 26,3 21 22 48,8 51,2 6,49 0,011* 0,293 CX pozitif olan ve olmayan olgular arasında anterior MI varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 CX pozitif olan ve olmayan olgular arasında anteroseptal MI varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 CX pozitif olan ve olmayan olgular arasında anterolateral MI varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 CX pozitif olan ve olmayan olgular arasında yaygın anterior MI varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 72 CX pozitif olgularda inferior MI sıklığı, CX negatif olgularda anlamlı derecede fazladır.p<0.05 % 60 50 40 Yok 30 Var 20 10 0 Anterior Anteroseptal Antlateral Yaygın anterior Inferior Tablo 8: koroner anjiografide yan dal D1’de lezyon saptanan vakaların EKG’de saptanan lokalizasyonlar açısından karşılaştırılması YNDALD1 ANTERIOR Yok Var Anteroseptal Yok Var antlateral Yok Var Yaygın anterior Yok Var INFERIOR Yok Var Yok Var n % n % Ki-kare p 56 7 88,9 11,1 35 2 94,6 5,4 0,478 55 8 87,3 12,7 33 4 89,2 10,8 0,524 53 10 84,1 15,9 30 7 81,1 18,9 0,15 0,695 56 7 88,9 11,1 30 7 81,1 18,9 1,18 0,277 41 22 65,1 34,9 22 15 59,5 40,5 0,31 0,574 Yan dal 1 pozitif olan ve olmayan olgular arasında anterior MI varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 Yan dal 1 pozitif olan ve olmayan olgular arasında anteroseptal MI varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 Yan dal 1 pozitif olan ve olmayan olgular arasında anterolateral MI varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 Yan dal 1 pozitif olan ve olmayan olgular arasında yaygın anterior MI varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 73 Yan dal 1 pozitif olan ve olmayan olgular arasında inferior MI varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 % 45 40 35 30 25 20 15 10 5 0 Yok Var Anterior Anteroseptal Antlateral Yaygın anterior Inferior Tablo 9: koroner anjiografide yan dal D2’de lezyon saptanan vakaların EKG’de saptanan lokalizasyonlar açısından karşılaştırılması YANDD2 ANTERIOR Yok Var Anteroseptal Yok Var antlateral Yok Var Yaygın anterior Yok Var INFERIOR Yok Var Yok Var n % n % Ki-kare p 81 8 91,0 9,0 10 1 90,9 9,1 0,666 79 10 88,8 11,2 9 2 81,8 18,2 0,618 72 17 80,9 19,1 11 100,0 76 13 85,4 14,6 10 1 90,9 9,1 60 29 67,4 32,6 3 8 27,3 72,7 0,203 0,523 6,76 0,017* Yan dal 2 pozitif olan ve olmayan olgular arasında anterior MI varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 Yan dal 2 pozitif olan ve olmayan olgular arasında anteroseptal MI varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 Yan dal 2 pozitif olan ve olmayan olgular arasında anterolateral MI varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 Yan dal 2 pozitif olan ve olmayan olgular arasında yaygın anterior MI varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 74 Yandal 2 pozitif olgularda inferior MI sıklığı, Yan dal 2 negatif olgularda anlamlı derecede fazladır. p<0.05 % 80 70 60 50 40 30 20 10 0 Yok Var Anterior Anteroseptal Antlateral Yaygın anterior Inferior Tablo 10: LAD lezyonu ile AKS’lerin karşılaştırılması LAD STEMİ Yok Var NSTEMİ Yok Var Q Dalgalı Yok Var Q dalgasız Yok Var USAP Yok Var Yok n % Var n % Ki-kare p 44 30 59,5 40,5 11 15 42,3 57,7 2,28 0,130 64 10 86,5 13,5 22 4 84,6 15,4 45 29 60,8 39,2 11 15 42,3 57,7 64 10 86,5 13,5 22 4 84,6 15,4 40 34 54,1 45,9 19 7 73,1 26,9 0,754 2,67 0,102 0,754 2,87 0,090 LAD pozitif olan ve olmayan olgular arasında STEMI varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 LAD pozitif olan ve olmayan olgular arasında NSTEMİ varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 LAD pozitif olan ve olmayan olgular arasında Q dalgalı varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 LAD pozitif olan ve olmayan olgular arasında Q dalgasız varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 LAD pozitif olan ve olmayan olgular arasında USAP varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 75 % 70 60 50 40 Yok 30 Var 20 10 0 STEMİ NSTEMİ Q Dalgalı Q dalgasız USAP Tablo 11: RCA lezyonu ile AKS’lerin karşılaştırılması RCA STEMİ Yok Var NSTEMİ Yok Var Q Dalgalı Yok Var Q dalgasız Yok Var USAP Yok Var Yok Var n % n % Ki-kare p 40 18 69,0 31,0 15 27 35,7 64,3 10,88 0,001*** 49 9 84,5 15,5 37 5 88,1 11,9 0,26 0,607 40 18 69,0 31,0 16 26 38,1 61,9 9,42 0,002** 49 9 84,5 15,5 37 5 88,1 11,9 0,26 0,607 28 30 48,3 51,7 31 11 73,8 26,2 6,56 0,010** RCA pozitif olgularda STEMI sıklığı, RCA negatif olgularda anlamlı derecede fazladır.p<0.001 RCA pozitif olan ve olmayan olgular arasında NSTEMİ varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 RCA pozitif olgularda Q dalga sıklığı, RCA negatif olgularda anlamlı derecede fazladır.p<0.01 RCA pozitif olan ve olmayan olgular arasında Q dalgasız varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 RCA negatif olgularda USAP sıklığı, RCA pozitif olgularda anlamlı derecede fazladır.p<0.01 76 % 70 60 50 40 Yok 30 Var 20 10 0 STEMİ NSTEMİ Q Dalgalı Q dalgasız USAP Tablo 12: CX lezyonu ile AKS’lerin karşılaştırılması CX STEMİ Yok Var NSTEMİ Yok Var Q Dalgalı Yok Var Q dalgasız Yok Var USAP Yok Var Yok Var n % n % Ki-kare p 38 19 66,7 33,3 17 26 39,5 60,5 7,29 0,007** 50 7 87,7 12,3 36 7 83,7 16,3 0,32 0,568 39 18 68,4 31,6 17 26 39,5 60,5 8,30 0,004** 50 7 87,7 12,3 36 7 83,7 16,3 0,32 0,568 26 45,6 33 76,7 31 54,4 10 23,3 9,81 0,002** CX pozitif olgularda STEMI sıklığı, CX negatif olgularda anlamlı derecede fazladır.p<0.01 CX pozitif olan ve olmayan olgular arasında NSTEMİ varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 CX pozitif olgularda Q dalga sıklığı, CX negatif olgularda anlamlı derecede fazladır.p<0.01 CX pozitif olan ve olmayan olgular arasında Q dalgasız varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 CX negatif olgularda USAP sıklığı, CX pozitif olgularda anlamlı derecede fazladır.p<0.01 77 % 70 60 50 40 Yok 30 Var 20 10 0 STEMİ NSTEMİ Q Dalgalı Q dalgasız USAP Tablo 13:Yan dal D1 lezyonu ile AKS’lerin karşılaştırılması YNDALD1 STEMİ Yok Var NSTEMİ Yok Var Q Dalgalı Yok Var Q dalgasız Yok Var USAP Yok Var Yok Var n % n % Ki-kare p 38 25 60,3 39,7 17 20 45,9 54,1 1,94 0,163 54 9 85,7 14,3 32 5 86,5 13,5 ,012 0,914 39 24 61,9 38,1 17 20 45,9 54,1 2,40 0,121 54 9 85,7 14,3 32 5 86,5 13,5 0,01 0,914 33 30 52,4 47,6 26 11 70,3 29,7 3,08 0,079 Yan dal 1 pozitif olan ve olmayan olgular arasında STEMI varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 Yan dal 1 pozitif olan ve olmayan olgular arasında NSTEMİ varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 Yan dal 1 pozitif olan ve olmayan olgular arasında Q dalgalı varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 Yan dal 1 pozitif olan ve olmayan olgular arasında Q dalgasız varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 Yan dal 1 pozitif olan ve olmayan olgular arasında USAP varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 78 % 60 50 40 Yok 30 Var 20 10 0 STEMİ NSTEMİ Q Dalgalı Q dalgasız USAP Tablo 14: Yan dal D2 lezyonu ile AKS’lerin karşılaştırılması YANDD2 STEMİ Yok Var NSTEMİ Yok Var Q Dalgalı Yok Var Q dalgasız Yok Var USAP Yok Var Yok Var n % n % Ki-kare p 51 38 57,3 42,7 4 7 36,4 63,6 0,214 78 11 87,6 12,4 8 3 72,7 27,3 0,182 52 37 58,4 41,6 4 7 36,4 63,6 0,206 78 11 87,6 12,4 8 3 72,7 27,3 0,182 49 40 55,1 44,9 10 1 90,9 9,1 0,025* Yan dal 2 pozitif olan ve olmayan olgular arasında STEMI varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 Yan dal 2 pozitif olan ve olmayan olgular arasında NSTEMİ varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 Yan dal 2 pozitif olan ve olmayan olgular arasında Q dalgalı varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 Yan dal 2 pozitif olan ve olmayan olgular arasında Q dalgasız varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 Yan dal 2 negatif olgularda USAP sıklığı, Yan dal 2 pozitif olgularda anlamlı derecede fazladır.p<0.01 79 % 70 60 50 40 Yok 30 Var 20 10 0 STEMİ NSTEMİ Q Dalgalı Q dalgasız USAP Tablo 15: Cinsiyete göre karşılaştırma Geçirilmiş MI T değişik EKG normal n % n % n % Erkek 32 71,1 24 61,5 11 68,8 Kadın 13 28,9 15 38,5 5 31,3 Ki-kare p 0,89 0,640 Cinsiyet Gruplar arasında cinsiyet dağılımı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 Tablo 16: EKG’deki lokalizasyona gore AKS’lerin değerlendirilmesi Geçirilmiş MI n % ANTERIOR Yok Var Anteroseptal Yok Var antlateral Yok Var YAGNANTR Yok Var INFERIOR Yok Var T değişik n % EKG normal n % 43 2 95,6 4,4 32 7 82,1 17,9 16 36 9 80,0 20,0 36 3 92,3 7,7 16 43 95,6 24 61,5 16 2 4,4 15 38,5 35 10 77,8 22,2 35 4 89,7 10,3 16 20 44,4 27 69,2 16 25 55,6 12 30,8 Ki-kare p 6,53 0,038* 5,59 0,061 21,03 0,000* ** 5,58 0,061 16,69 0,000* ** 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 80 Tablo 17: Koroner anjiografideki damar lezyonlarına gore AKS ‘lerin değerlendirilmesi LMCA Yok LAD Yok Var RCA Yok Var CX Yok Var YNDALD1 Yok Var YANDD2 Yok Var Geçirilmiş MI n % n T değişik % EKG normal n % 45 100,0 39 100,0 16 29 16 64,4 35,6 32 7 82,1 17,9 18 27 40,0 60,0 26 13 19 26 42,2 57,8 25 20 38 7 Ki-kare p 100,0 - - 13 3 81,3 18,8 3,88 0,143 66,7 33,3 14 2 87,5 12,5 12,90 0,002** 24 15 61,5 38,5 14 2 87,5 12,5 10,41 0,005** 55,6 44,4 26 13 66,7 33,3 12 4 75,0 25,0 2,28 0,319 84,4 15,6 36 3 92,3 7,7 15 1 93,8 6,3 1,75 0,415 Tablo18: %50 damar lezyonlarına gore AKS’lerin değerlendirilmesi LMCAY50 Yok LADY50 Yok Var RCAY50 Yok Var CXY50 Yok Var ydalD1y50 Yok Var ydalD2y50 Yok Var Geçirilmiş MI n % n T değişik % EKG normal n % 45 100,0 39 100,0 16 42 3 93,3 6,7 37 2 94,9 5,1 41 4 91,1 8,9 36 3 41 4 91,1 8,9 42 3 44 1 Ki-kare p 100,0 - - 15 1 93,8 6,3 0,09 0,956 92,3 7,7 16 100,0 1,48 0,477 37 2 94,9 5,1 15 1 93,8 6,3 0,47 0,790 93,3 6,7 36 3 92,3 7,7 14 2 87,5 12,5 0,55 0,758 97,8 2,2 39 100,0 16 100,0 1,23 0,539 81 Tablo 19: %70 damar lezyonlarına gore AKS’lerin değerlendirilmesi Geçirilmiş MI T değişik EKG normal n % n % n % Ki-kare p 45 100,0 39 100,0 16 100,0 - - Yok 32 71,1 35 89,7 14 87,5 Var 13 28,9 4 10,3 2 12,5 5,23 0,073 Yok 23 51,1 29 74,4 14 87,5 Var 22 48,9 10 25,6 2 12,5 8,95 0,011* Yok 23 51,1 26 66,7 15 93,8 Var 22 48,9 13 33,3 1 6,3 9,51 0,009** Yok 28 62,2 28 71,8 14 87,5 Var 17 37,8 11 28,2 2 12,5 3,68 0,158 Yok 39 86,7 36 92,3 15 93,8 Var 6 13,3 3 7,7 1 6,3 1,03 0,596 LMCAY70 Yok LADY70 RCAY70 CXY70 ydalD1y70 ydalD2y70 STEMİ Yok Var NSTEMİ Yok Var Q Dalgalı Yok Var Q dalgasız Yok Var USAP Yok Var Geçirilmiş MI n % T değişik n % EKG normal n % 1 44 2,2 97,8 38 1 97,4 2,6 16 44 1 97,8 2,2 27 12 69,2 30,8 15 1 93,8 6,3 1 44 2,2 97,8 39 100,0 16 100,0 44 1 97,8 2,2 27 12 69,2 30,8 15 1 45 100,0 12 27 30,8 69,2 2 14 Ki-kare p 92,11 0,000*** 15,09 0,001*** 96,03 0,000*** 93,8 6,3 15,09 0,001*** 12,5 87,5 58,42 0,000*** 100,0 82 Çalışmamızda saptadığımız bulgular: Geçirilmiş inferior Mİ’lı vakaların %64,3’ünde RCA’da darlık vardı. Yine %51,2’sinde CX’de darlık mevcuttu. RCA pozitif olgularda inferior MI sıklığı, RCA negatif olgulara göre anlamlı derecede fazladır.p<0.001 CX pozitif olgularda inferior MI sıklığı, CX negatif olgulara göre anlamlı derecede fazladır.p<0.05 Yandal 2 pozitif olgularda inferior MI sıklığı, Yan dal 2 negatif olgulara göre anlamlı derecede fazladır.p<0.05 STEMİ’lu olan hastaların %64,3’ünde RCA’da, %60,5’inde CX’de lezyon saptandı. RCA pozitif olgularda STEMI sıklığı, RCA negatif olgulara göre anlamlı derecede fazladır.p<0.001 RCA pozitif olgularda Q dalga sıklığı, RCA negatif olgulara göre anlamlı derecede fazladır.p<0.01 CX pozitif olgularda STEMI sıklığı, CX negatif olgulara göre anlamlı derecede fazladır.p<0.01 CX pozitif olgularda Q dalga sıklığı, CX negatif olgulara göre anlamlı derecede fazladır (p<0.01). Anterior lokalizasyonlu geçirilmiş Mİ’I olan vakaların;% 42,3’ünde (yaygın anterior geçirenlerin) LAD’de darlık vardı. LAD pozitif olgularda yaygın anterior MI sıklığı, LAD negatif olgulara göre anlamlı derecede fazladır (p<0.001). Grup1, grup2 ve grup3 olan vakaların hiç birinde LMCA lezyonu saptanmadı. Vakaların %35,6’sında LAD’de, %60,0’ında RCA’da, %57,8’ında CX’de, %55,6’sında yan dal D1’de, %15,6’ında yan dal D2’de darlık saptandı. GMİ’ı olan vakaların %6,7’inde LAD %50, %28,9’unda LAD %70 darlık saptandı.% 8,9’unda RCA %50, %48,9’unda RCA %70 darlık saptandı. %8,9’unda CX %50, %48,9’unda CX %70 darlık saptandı. %6,7’sinde yan dal D1 %50, %37,8’sinde yan dal D1 %70 darlık saptandı. %2,2’de yan dal D2 %50, %13,3’ünde yan dal D2 %70 darlık saptandı. 83 T menfiliği olan vakaların incelemesinde %17,9’unda LAD’de, %33,3’ünde RCA’da, %38,5’inde CX’de, %66,7’inde yan dal D1’de, %7,7’inde yan dal D2’de darlık saptandı. T menfiliği olan vakaların %5,1’inde LAD %50, %10,3’inde LAD %70 darlık saptandı. %7,7’sinde RCA %50, %25,6’inde RCA %70 darlık saptandı. %5,1’inde CX %50, %33,3’inde CX %70 darlık saptandı. %7,7’sinde yan dal D1 %50, %28,2’inde yan dal D1 %70 saptandı. T menfiliği olan vakaların %7,7’sinde yan dal D2 %70 saptandı. EKG’’si normal olanların %18,8’inde LAD’de, %12,5’inde RCA’da, %12,5’inde CX’de %25,0’inde yan dal D1’de, %6,3’ünde yan dal D2’de darlık saptandı. Vakaların %6,3’inde LAD %50, %12,5’inde LAD%70 saptandı. %12,5’inde RCA %70 darlık saptandı. %6,3’inde CX %50, %6,3’inde CX %70 darlık saptandı. %12,5’inde yandal D1%50, %12,5’inde yan dal D1 %70 darlık saptandı. %6,3’ünde yandal D2 %70 darlık saptandı. Geçirilmiş Mİ’I olanların %97,8’inde STEMİ, %97,8’inde Q Dalgalı Mİ, %30,8’unda Tdalgası değişikliği ve kardiyak enzimleri yüksek saptanan vakalar NSTEMİ, %69,2’inde T dalgası değişikliği olan kardiyak enzimleri olan vakalar USAP saptandı. Yine vakaların %87,5’I EKG’si normal olduğu halde klinik olarak USAP kabul edildi. LAD pozitif olan ve olmayan olgular arasında USAP varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 RCA negatif olgularda USAP sıklığı, RCA pozitif olgulara göre anlamlı derecede fazladır.p<0.01 CX negatif olgularda USAP sıklığı, CX pozitif olgulara göre anlamlı derecede fazladır.p<0.01 Yan dal 1 pozitif olan ve olmayan olgular arasında USAP varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 Yan dal 2 negatif olgularda USAP sıklığı, Yan dal 2 pozitif olgulara göre anlamlı derecede fazladır.p<0.01 Gruplar arasında cinsiyet dağılımı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmadı (p>0.05). 84 TARTIŞMA İskemik lezyonların miyokardiyal lezyonlarının saptanmasında elektrokardiyografik kayıt önemli bir yöntemdir(3). Önceleri miyokard infarktüsü nedeni ile ölen vakalarda yapılan postmortem çalışmalarda miyokard nekrozunun yerinin EKG’deki lokalizasyonu ile olan ilişkisi irdelenmiş, daha sonraları sol ventrikülografide anormal duvar hareketleri ile EKG arasındaki ilişki araştırılmıştır(3,4). EKG’nin akut miyokard infarktüsünün yerleşim yerini belirlemede anatomik lokalizasyonu ile oldukça uyumlu olduğu gösterilmiştir Son çalışmalarda Mİ’den sorumlu arteri saptamak için semptomlar başladıktan sonra saatler yada haftalar sonra koroner anjigrafi yapılarak, Mİ’den sorumlu arter ve EKG lokalizasyonu arasındaki ilişki ortaya konmuştur(3,5). Koroner arter anatomisi incelendiğinde anterior miyokardın major kanlanmasının LAD’den, inferior miyokard ise olguların %85’ınde RCA’dan ve %15 olguda CX’den olmak üzere iki taraftan beslenmektedir. Posterobazal miyokardın beslenmesi çoğu olguda RCA’dan ve daha az olarak CX’den sağlanır. İnferior miyokard infarktüslü olguların %92’sinde RCA darlığının, anterior miyokard infarktüslü olguların ise tümünde LAD darlığının olduğu bildirilmiş. Deney hayvanlarında LAD’ın bağlandığı deneklerin tümünde anterior bölgede ST yüksekliğinin olduğu gösterilmiştir(160). Williams ve arkadaşları, 100 inferior Mİ’nün %87’sinde RCA, %55’inde CX’te önemli darlık olduğunu, 82 anterior Mİ’nün %96’sında LAD darlığının olduğunu gösterdiler. Bizim çalışmamızda yaygın anterior Mİ olanların %42,3’ünde LAD’de, inferior Mİ olanların %64,3’ünde RCA’da, %51,2’sinde CX’de, %72,7’sinde yan dal D2’de darlık saptanmıştır. 85 Koroner anjiografide önemsiz koroner arter lezyonu olmasına rağmen anterior bölgede %23, inferior bölgede %17 olguda geçirilmiş miyokard infarktüsü paterninin olması değişik şekillerde açıklanabilir: 1- Bu vakalarda aterosklerozun olması, daha önce oluşan trombotik bir oklüzyon ile spontan trombolizis ve rekanalizasyonu temsil edebilir( 4,161). Gerçekten miyokard infarktüsü geçirmiş ve trombolitik tedavi yapılanların %15-31, trombolitik tedavi yapılmayanların %1-15’inde koroner arterlerin anjiografik olarak normal bulunabileceği bildirilmiştir(162). Keen ve arkadaşları akut miyokard infarktüsünün ilk 6 saati içinde yaptıkları anjiografik çalışmada trombozis sıklığını Q-wave MI’de %84 ve non-Q Mİ’de %43 olarak bulmuşlardır(5). 2- Miyokard infarktüsü anjiografik olarak normal bulunan koroner arterlerde de oluşabilmekte ve bu durumdan koroner arter spazmı, tromboz, embolizasyon gibi mekanizmalar sorumlu olmaktadır(5,160). 3- İzole olarak inferior derivasyonlarda yada anteroseptal derivasyonlarda görülen anormal Q dalgasının false pozitif(%46) olabileceği postmortem çalışmalarda gösterilmiştir(162). Geren ve arkadaşları, 438 inferior Mİ’ lü olgunun ancak %78’inin Q-wave Mİ olduğunu ve bunlarda sorumlu arterde total tıkanıklık sıklığının %55 olduğunu bildirdiler(163). Colls ve arkadaşları ise Q-wave Mİ’da anjiografik olarak normal koroner arter bulunma sıklığını %6 olarak bildirdiler. Bizim çalışmamızda Q-wave Mİ olan vakaların %57,7’sinde LAD’de, %61,9’unda RCA’da, %60,5’inde CX’de, %54,1’inde yandal D1’de, %63,6’inde yandal D2’de önemli darlık saptandı. Williams ve arkadaşları LAD lezyonu olan tüm vakaların EKG’deki lokalizasyonlar %63 anterior, CX darlığı olan vakaların %70’i inferior Mİ ile RCA darlığı olan vakaların ise %80’i inferior Mİ ile birlikte olduğunu bildirmişlerdir(4). Aynı çalışmada anterior ve inferior geçirilmiş miyokard infarktüsünün birlikte olduğu olgularda multple damar darlığı bulunma sıklığı %93 olarak bildirilmiştir(4). 86 Blanke ve arkadaşları akut miyokard infarktüsünün ilk saatleri içinde yaptıkları koroner anjiografi çalışmasında LAD’ın infarktüsten sorumlu olduğu vakaların %93’ünde klasik anterior Mİ, CX yada RCA’nın infarktüsten sorumlu arter olduğu durumların %53’ünde klasik inferior Mİ paterninin olduğunu gösterdiler. CX ya da RCA’nın akut miyokard infarktüsden sorumlu olduğu vakalarda çok değişik klasik EKG görünümler bildirilmiştir(inferior, inferoposterior, inferolateral ve possterolateral). Aynı çalışmada anterior miyokard infarktüsünden LAD’ın sorumlu arter olmasının sensivite , spesifite ve pozitif prediktivite değerleri sırasıyla %90, %95 ve %96; inferior miyokard infarktüsünden sorumlu arterin CX ya da RCA olmasının sensitivite, spesifite ve pozitif prediktifite değerleri sırasıyla %53, %98,%94 olarak bildirilmiştir(3). Miyokard infarktüsü ile koroner anjiografi yapılması arasında geçen sürenin koroner arterdeki lezyonu saptama açısından oldukça önemli olduğu, fibrinolitik aktivite ile tromboz sonrası lizis ve rekanalizasyonun gelişebileceği, daralma bölgesindeki lezyonda azalma hatta kaybolma görülebileceği bildirilmiştir(164). EKG’de saptanan T menfiliğinin her zaman koroner arter lezyonunu göstermediği ve değişik etyolojik nedenlerle oluşabildiği bilinmektedir. Ventrikül hipertrofisi, serum elektrolit dengesizliği, dijital kullanımı, myokardit ve kalp dışı(SAK gibi) hastalıklar nedeni ile de T menfiliği olmaktadır. Bizim çalışmamızda T menfiliği olanlar olan vakaların incelemesinde %17,9’unda LAD’de, %33,3’ünde RCA’da, %38,5’inde CX’de, %66,7’inde yan dal D1’de, %7,7’inde yan dal D2’de darlık saptandı. Selektif koroner anjiografinin gelişmesi önemli koroner arter darlığı olmasına rağmen EKG’nin normal olma insidansının oldukça yüksek olduğunu ortaya koydu(4,165). Bizim çalışmamızda EKG’’si normal olanların %18,8’inde LAD’de, %12,5’inde RCA’da, %12,5’inde CX’de %25,0’inde yan dal D1’de, %6,3’ünde yan dal D2’de darlık saptandı. EKG koroner arter darlığının şiddetini ve yaygınlığını göstermede tam duyarlı değildir.(4). Williams ve arkadaşları EKG’de normal QRS konfigürasyonu olan olgularda üç damar hastalığının bulunma insidansını %25 olarak bildirdiler(4). Bununla birlikte EKG de geçirilmiş miyokard infarktüsü paterni saptanan olgularda daha sık koroner arter hastalığı bulunduğu bildirilmiştir (3,161,162,165). Bizim çalışmamızda Geçirilmiş Mİ’ı 87 olanların %97,8’inde STEMİ, %97,8’inde Q Dalgalı Mİ, %30,8’unda Tdalgası değişikliği ve kardiyak enzimleri yüksek saptanan vakalar NSTEMİ; %69,2’inde T dalgası değişikliği olan belirli enzim yüksekliği saptanmayan vakalar USAP saptandı. Yine vakaların %87,5’I EKG’si normal olduğu halde klinik olarak USAP kabul edildi. A.Yıldız ve arkadaşları yaptıkları bir çalışmada EKG’nin miyokardiyal iskemik lezyonlardan sorumlu olan koroner arteri önceden tahmin etmede kullanılabilir bir yöntem olduğunu ve geçirilmiş Mİ paterni olan olgularda tanıda daha sensitif olduğunu göstermişlerdir(166). EKG’de saptanan iskemi lokalizasyonu ile koroner arterlerin kalpte besledikleri alan arasında uyum saptadık. KA’de saptanan damar tıkanıklıkları ile EKG iskemi lezyon lokalizasyonları arasında anlamlı derecede uyum vardır. 88 SONUÇ Aterosklerozun en önde gelen komplikasyonu olan akut koroner sendromda iskemik lezyonların miyokardiyal lokalizasyonlarının belirlenmesinde elektrokardiyografik (EKG) kayıt önemli bir yöntemdir. EKG’de saptanan iskemi lokalizasyonu ile koroner arterlerin kalpte basledikleri alan arasında uyum vardır. KA’de saptanan damar tıkanıklıkları ile EKG iskemi lezyon lokalizasyonları arasında anlamlı derecede uyum vardır. Sonuç olarak çalışmamızda RCA pozitif olgularda inferior MI sıklığı, RCA negatif olgulara göre anlamlı derecede fazladır (p<0.001). CX pozitif olgularda inferior MI sıklığı, CX negatif olgulara göre anlamlı derecede fazladır (p<0.05). LAD pozitif olgularda yaygın anterior MI sıklığı, LAD negatif olgulara göre anlamlı derecede fazladır (p<0.001). Grup 2 olguların %17,9 LAD’de, %33,3 RCA’da, %38,5 CX’de önemli darlık saptandı.Grup 3 olguların %18,8 LAD’de, %12,5 RCA’da, %12,5 CX’de önemli darlık saptandı. Vakaların hiç birinde LMCA’da darlık saptanmadı. Gruplar arasında cinsiyet açısından anlamlı farklılık saptanmadı. 89 KAYNAKÇA 1. Charles H, Hennekens, MD, DrPH. Increasing burden of cardiovascular disease. Current knowledge and future firections for research on risc factors. Circulation. 1998; 97: 1095-1102. 2. Theroux P. Protection of the myocardial cell during ischemia Am J Cardiol 1999; 83:39. 3. Blanke H, Cohen M, Schluetter G U, Karsch K R, Rentrop P:Electrocardiografic and coronary arteriografic correlations during acute myocardial infarction. Am J Cardiol 1984;54:249-255. 4. Williams R A, Kohn P F, Vokonas P, Young E, Herman M V, Gorlin R: Electrocardiografic, arteriografic and ventriculografic correlations in transmural myocardial infarction. Am J Cardiol: 1973;31:595-599. 5. Keen W, Savage M, Fisch D, Goldberg S: Comparison of coronary angiografic findings during the six hours of non-Q-wave and Q-wave myocardial infarction. Am J Cardiol 1994;74:324-328. 6. Harrison’s Principles of Internal Medicine, Braunwald, Fauci, Kasper, Hauser, Longo, Jameson. 15th Edition. Sayfa : 1377-1387. 7. Hurt’s The Heart. Valentin Fuster, R. Wayne Alexander, Robert O’Rourke. 10. Baskısının Türkçe çevirisi. And Danışmanlık Eğitim Yayıncılık ve Organizasyon Ltd. Şti. 1. Basım. 2002 Sayfa, 1065-1109. 8. Basic Pathology, Kumar, Cotran, Robbins Türkcesi, Nobel Tıp Kitabevleri Ltd. Şti. Temmuz 2000. Sayfa 283-289. 90 9. The Merck Manual of Diagnosis and Theraphy. Sixteenth Edition. Robert Berkow, M. D. , Edito-in-Chief. Andrew J. Fletcher, M. B., B. Chir., Assistant Editor. Published by, Merck Research Laboratories. Division of MERCK CO., INC. Rahway, N.J. 1992. Sayfa, 409-413. 10. Thompson GR: A Handbook of hyperlipidaemia. Current Science Ltd. London, 1990. 11. Atlas of Coroner Artey Disease, Lippincott - Publishers Türkcesi Yelkovan Yayıncılık 2000; Sayfa 23-54. 12. İç Hastalıkları. İliçin, Biberoğlu, Süleymanlar, Ünal. Güneş Kitabevi , 2. baskı, 2003. Sayfa, 449-474. 13. Koroner Kalp Hastalığı Primer ve Sekonder Korunma 2001. Prof. Dr Hakan Kültürsay. Argos İletişim Hizmetleri Reklamcılık ve Ticaret Anonim Şirketi. Sayfa 101-190. 14. Fast Facts- Hyperlipidaemia 2001 Paul Durrington, Allan Sniderman 1. Baskısının Türkçesi. Editör: Uzm Dr. Arif Nihat Dursun; Çeviri; Dr. Bülent Genç. And Danışmanlık Eğitim Yayıncılık ve Organizasyon Ltd. Şti. Sayfa 18-28. 15. Ross R. The pathogenesis of atherosclerosis : a perspective for the 1990s. Nature 1993; 362: 801-809. 16. Kovanen PT, Pentikainen MO. Decorin links low-density lipoproteins (LDL) to collagen: a novel mechanism for retention of LDL in the atherosclerotic plaque. Trends Cardiovasc Med. 1999 Apr-May;9(3-4):86-91. 17. Palinski W, Ord VA, Plump AS, Breslow JL, Steinberg D, Witztum JL. ApoEdeficient mice are a model of lipoprotein oxidation in atherogenesis. Demonstration of oxidationspecific epitopes in lesions and high titers of autoantibodies to malondialdehyde-lysine in serum. Arterioscler Thromb. 1994 Apr;14(4):605–16. 18. Witztum JL, Palinski W. Are immunological mechanisms relevant forthe development of atherosclerosis? Clin Immunol. 1999 Feb;90(2):153–6. 19. Breslow JL. Mouse models of atherosclerosis. Science. 1996 May 3;272(5262):6858. 91 20. Rayment NB, Moss E, Faulkner L, Brickell PM, Davies MJ, Woolf N, Katz DR. Synthesis of TNF alpha and TGF beta mRNA in the different micro-environments within atheromatous plaques. Cardiovasc Res. 1996 Dec;32(6):1123-30. 21. Annex BH, Denning SM, Channon KM, Sketch MH Jr, Stack RS, Morrissey JH, Peters KG. Differential expression of tissue factor protein in directional atherectomy specimens from patients with stable and unstable coronary syndromes. Circulation. 1995 Feb 1;91(3):619-22. 22. Camejo G, Hurt-Camejo E, Wiklund O, Bondjers G. Association of apo B lipoproteins with arterial proteoglycans: pathological significance and molecular basis. Atherosclerosis. 1998 Aug;139(2):205-22. 51 23. Kovanen PT, Pentikainen MO. Decorin links low-density lipoproteins (LDL) to collagen: a novel mechanism for retention of LDL in the atherosclerotic plaque. Trends Cardiovasc Med. 1999 Apr-May;9(3-4):86-91. 24. Hansson GK. Immune mechanisms in atherosclerosis. Arterioscler Thromb Vasc Biol.2001 Dec;21(12):1876-90. 25. Frostegard J, Ulfgren AK, Nyberg P, Hedin U, Swedenborg J, Andersson U, Hansson GK. Cytokine expression in advanced human atherosclerotic plaques: dominance of proinflammatory (Th1) and macrophage-stimulating cytokines. Atherosclerosis. 1999 Jul;145(1):33-43. 26. Uyemura K, Demer LL, Castle SC, Jullien D, Berliner JA, Gately MK, Warrier RR, Pham N, Fogelman AM, Modlin RL. Cross-regulatory roles of interleukin (IL)-12 and IL-10 in atherosclerosis. J Clin Invest. 1996 May 1;97(9):2130-8. 27. Laurat E, Poirier B, Tupin E, Caligiuri G, Hansson GK, Bariety J, Nicoletti A. In vivo downregulation of T helper cell 1 immune responses reduces atherogenesis in apolipoprotein E-knockout mice. Circulation. 2001 Jul 10;104(2):197-202. 28. Mallat Z, Corbaz A, Scoazec A, Graber P, Alouani S, Esposito B, Humbert Y, Chvatchko Y, Tedgui A. Interleukin–18/interleukin–18 binding protein signaling 92 modulates atherosclerotic lesion development and stability. Circ Res. 2001 Sep 28;89(7):E41-5.52 29. Buono C, Binder CJ, Stavrakis G, Witztum JL, Glimcher LH, Lichtman AH. T-bet deficiency reduces atherosclerosis and alters plaque antigen-specific immune responses. Proc Natl Acad Sci U S A. 2005 Feb 1;102(5):1596-601. Epub 2005 Jan 21. 30. Elhage R, Jawien J, Rudling M, Ljunggren HG, Takeda K, Akira S, Bayard F, HanssonGK. Reduced atherosclerosis in interleukin-18 apolipoprotein E-knockout mice. Cardiovasc Res. 2003 Jul 1;59(1):234-40. 31. Guyton JR, Klemp KF. Development of the atherosclerotic core region. Chemical and ultrastructural analysis of microdissected atherosclerotic lesions from human aorta. Arterioscler Thromb. 1994 Aug; (8):1305-14. 14 32. Ball RY, Stowers EC, Burton JH, Cary NR, Skepper JN, Mitchinson MJ. Evidence that the death of macrophage foam cells contributes to the lipid core of atheroma. Atherosclerosis. 1995 Apr 7;114(1):45-54. 33. Badimon JJ, Lettino M, Toschi V, Fuster V, Berrozpe M, Chesebro JH, Badimon L. Local inhibition of tissue factor reduces the thrombogenicity of disrupted human atherosclerotic plaques: effects of tissue factor pathway inhibitor on plaquethrombogenicity under flow conditions. Circulation. 1999 Apr 13;99(14):17807. 34. Van Der Wal A, Becker AE. Atherosclerotic plaque rupture – pathologic basis of plaque stability and instability. Cardiovasc Res 1999; 41: 334-344. 35. Stary H, Chandler A, Dinsmore R, et.al. Adefinition of advanced types of atherosclertic lesions of Council on Atherosclerosis, American Heart Association. Circulation 1995; 92: 1355-1374. 36. Stary HC. Evolution and progression of atherosclerotic lesions in coronary arteries of children and young adults. Arteriosclerosis 1989; 9: 1-19. 37. Third Report of the National Cholesterol Education Program (NCEP) Expert Panel on Detection, Evaluation, and Treatment of High Blood Cholesterol in Adults (Adult 93 Treatment Panel III) Final Report. National Cholesterol Education Program National Heart, Lung, and Blood Institute. National Institutes of Health, NIH Publication No. 02-5215 September 2002. 38. Türk Kardiyoloji Derneği Koroner Kalp Hastalığı Korunma ve Tedavi Klavuzu 2002. Türk Kardiyoloji Derneği web sayfasından ulaşılabilinir. http://www.tkd.org.tr/ kilavuz/k11.htm?wbnum=1600 39. Babiak J, Rudel LL. Lipoproteins and atherosclerosis. Baillieres Clin Endocrinol Metab 1987; 1:515. 40. Goldstein JL, Kita T, Brown MS. Defective lipoprotein receptors and atherosclerosis: Lessons from an an animal counterpart of familial hypercholesterolemia. N Eng J Med 1983; 309:288. 41. Navab M, Berliner JA, Watson AD, et al. The Yin and Yang of oxidation in the development of the fatty streak: A review based on the 1994 George Lyman Duff Memorial Lecture. Arterioscler Thromb Vas Biol 1996; 16:831. 42. Flavahan NA. Atherosclerosis or lipoprotein induced endothelial dysfunction: Potential mechanisms underlying reduction in EDRF/ nitric oxide activity. Circulation1992;85:1927. 43. Treasure CB, Klein JL, Weintraub WS, et al. Beneficial effects of cholesterol-lowering therapy on the coronary endothelium in patients with coronary artery disease. N Engl J Med 1995; 332: 481. 44. Anderson TJ, Meredith IT, Yeung AJ, et al. The effect of cholesterol-lowering and antioxidant therapy on the coronary endothelium-dependent coronary vasomotion. N Engl J Med 1995; 332:488. 45. Law MR, Wald NJ, Thompson SG. By how much and how quickly does reduction in serum cholesterol concentration lower risk of ischaemic herat disease? BMJ 1994; 308:367. 46. TEKHARF; Oniki Yıllık İzleme Deneyimine Göre Türk Erişkinlerinde Kalp Sağlığı. Prof. Dr. Altan Onat, Prof. Dr. Vedat Sansoy, Prof. Dr. İnan Soydan, Prof. Dr. Lale 94 Tokgözoğlu, Prof. Dr. Kamil Adalet. Argos İletişim Hizmetleri Reklamcılık ve Ticaret Anonim Şirketi. Temmuz 2003, İstanbul. 47. Gordon DJ. Cholesterol lowering and total mortality. IN: Rifkind BM,ed. Lowering Cholesterol in High Risk Individuals and Populations. New York: Marcel Dekker; 1995:33. 48. Endo AL. The discovery and development of HMG-CoA reductase inhibitors. J Lipid Res 1992;33:1569. 49. Grundy SM. HMG-CoA reductase inhibitors for treatment of hypercholesterolemia. N Engl J Med 1988;319:24. 50. Sacks FM, Pfeffer MA, Moye LA, et al. The effect of pravastatin on coronary events after myocardial infarction in patients with average cholesterol levels. Cholesterol and Recurrent Events Trial Investigators. N Engl J Med 1996; 335:1001. 51. Lipid Study Group. Prevention of cardiovascular events and death with pravastatin in patients with coronary heart disease and a broad range of initial cholesterol levels. The Long-Term İntervention with Pravastatin in Ischaemic Disease ( LIPID) Study Group. N Engl J Med 1998;339:1349. 52. Scandinavian Simvastatin Survival Study. Randomised trial of cholesterol lowering in 4444 patients with coronary heart disease: The Scandinavian Simvastatin Survival Study. Lancet 1994; 344:1383. 53. Stepherd J, Cobbe SM, Ford I, et al. Prevention of coronary heart disease with pravastatin in men with hypercholesterolemia. West of Scotland Coronary Prevention Study Group.N Engl J Med 1995; 333:1301. 54. Downs JR, Clearfield M, Weis S, et al. Primary prevention of acute coronary events with lovastatin in men and women with avarege cholesterol levels: Results of AFCAPS/TexCAPS. Air Force/Texas Coronary Atherosclerosis Prevention Study. JAMA 1998; 279:1615. 95 55. Brown BG, Zhao XQ, Sacco DE,et al. Lipid lowering and plaque regression: New insights into prevention of plaque disruption and clinical events in coronary disease. Circulation 1993;87:1781. 56. Holmes CL, Schulzer M, Mancini GBJ. Angiographic results of lipid-lowering trials: A systematic review and meta-analysis. In: Grundy SM, ed. Cholesterol-Lowering Theraphy: Evaluation of Clinical Trial Evidence. New York: Marcel Dekker; 1999:191. 57. National Heart Lung and Blood Institute (NHLBI). Clinical Guidelines on the Identification, Evaluation, and Treatment of Overweight and Obesity in Adults: The Evidence Report. Bethesda; MD: National Institutes of Health, NHLBI; 1998. 58. Cater NB, Grundy SM. Lowering serum cholesterol with plant sterols and stanols: Historical Perspectives. In: Nguyen TT,ed. Postgraduate Medicine Special Report: New Developments in Dietary Management of High Cholesterol. New York: McGrawHill; 1998:6. 59. Van Horn L. Fiber, lipids, and coronary heart disease: A statement for healthcare professionals from the Nutrition Committee, American Heart Association. Circulation 1997; 95:2701. 60. Grundy SM. The optimal ratio of fat-to charbonhydrate in the diet. Annu ReV Nutr 1999;19:325. 61. Lee TH, Cleeman JI, Grundy SM, et al. Clinical goals and performance measures for cholesterol management in secondary prevention of coronary heart disease. JAMA 2000; 283:294. 62. Grundy SM, Balady GJ, Criqui M, et al. When to start cholesterol lowering theraphy in patients with coronary heart disease: A statements for healthcare professionals from the American Heart Association Task Force on Risk Reduction. Circulation 1997; 95:1683. 96 63. Mannien V, Huttunen JK, Heinonen OP, et al. Relationships between baseline lipid and lipoprotein values and the incidence of coronary heart disease in the Helsinki Heart Study. Am J Cardiol 1989; 63:42H-47H. 64. Pocock SJ, Shaper AG, Phillips AN. HDL-Cholesterol, triglyserides and total cholesterol in ischaemic heart disease. Br Med J 1989; 298: 998-1002. 65. Gordon DJ, Probsfelt JL, Garrison JW, et al. High dencity lipoprotein cholesterol and cardiovascular disease: Four perspective American Studies. Circulation 1989; 79:8-15. 66. Genest J Jr, Martin Munley SS, McNamara SS, et al. Familial lipoprotein disorders in patients with premature coronary artery disease. Circulation 1992; 85: 2025-33. 67. Criqui MH, Wallace RB, Heiss G, et al. Cigarette smoking and plasma high-density lipoprotein cholesterol. The Lipid Ressearch Clinics Program Prevlance Study. irculation 1980; 62 (4Pt):IV70-6. 68. Wolf RN, Grundy SM. Influnce of weight reduction on plasma lipoproteins in obese petients. Arteriosclerosis 1983; 3:160-9. 69. Wood PD, Stefanick ML, Williams PT, et al. The effects of plasma lipoproteins of a prudent weight-reducing diet, with or without egzercise, in overweight men and women. N Engl J Med 1991; 325:461-6. 70. Genest J Jr, McNamara JR, Ordovas JM,et al. Lipoprotein cholesterol, apolipoprotein A-1 and B and lipoprotein (a) abnormalities in men with premature coronary artery disease. J Am Coll Cardiol 1992; 19:792-802. 71. Assman G, Schulte H. Relation of high-density lipoprotein cholesterol and triglyserides to incidence of atherosclerosisand coronary artery disease. (the PROCAM experience). Am J Cardiol 1992; 70:733-737. 72. Robinson D, Ferns JA, Bevan EA, et al. High density lipoprıtein subfractions and coronary risk factors in normal men. Arteriosclerosis 1987; 7: 341-346. 73. ACC/AHA Guideline Update for the Management of Patients With Chronic Stable Angina Summary Article. A Report of the American Collage of Cardiology/ American 97 Heart Association Task Force on Practice Guidelines. (Committee on the Management of Patients With Chronic Stable Angina) Circulation 2003; 107: 149. 74. Criqui MH, Heiss G, Chon K, et al. Plasma triglyseride lewel and mortality from coronary heart disease. NEJM 1993; 328: 1220-1225. 75. Reaven GM. Insulin resistance and compensatory hyperinsulinemia: role in hypertension, dyslipidemia, and coronary heart disease. Am Heart J. 1991; 121:12831288. 76. Grundy SM, Vega GL. Two different views of the relationship of hypertriglyseridemia to coronary heart disease: Implications for treatment. Arch Intern Med. 1992;152:2834. 77. Assmann G, Schulte H, Funke H, et al. The emergence of triglyserides as a significiant independent risk factor in coronary artery disease. Eur Heart J. 1998; 19 (suppl M): M8 M14. 78. Austin MA, Hokanson JE, Edwards KL. Hypertriglyseridemia as a cardiovascular risk factor. Am J Cardiol. 1998; 81: 7B-12B. 79. Grundy SM. Hypertriglyseridemia, atherogenic dyslipidemia, and the metabolic syndrome. Am J Cardiol 1998; 81:18B 80. Hokanson JE, Austin MA. Plasma triglyseride level as a risk factor for cardiovascular disease independent of high-density lipoprotein cholesterol level: A meta-analysis of population-based prospective studies. J Cardiovasc Risk 1996; 3:213 81. Miller NE. High-density lipoprotein: A major risk factor for coronary atherosclerosis. Baillieres Clin Endocrinol Metab 1987; 1:603 82. Vega GL, Grundy SM. Hypoalphalipoproteinemia ( low high-density lipoprotein) as a risk factor for coronary heart disease. Curr Opin Lipidol1996; 7:209 83. Kba S, Hirano T, Shibata M et al. Remarkably high prevalance of small dense Low Density Lipoprotein particles in Japanese men with coronary heart disease, irrespective of the presence of diabetes. JACC 2001 Supl(A); 1128-173 : 248-A. 98 84. Frick MH, Elo O, Haapa K, et al. Helsinki Heart Study: Primary-prevention trial with gemfibrozil in middle-aged men with dyslipidemia. Safety of treatment, changes in risk factors, and incidence of coronary heart disease. N Engl J Med 1987; 317:1237 85. Carlson LA, Rosenhamer G. Reduction of mortality in Stockholm Ischaemic Heart Disease Secondary Prevention Study by combined treatment with clofibrate and nicotinic acid. Acta Med Scand 1988; 223:405 86. Goldbourt U, Brunner D, Behar S, et al. Baseline charecteristics of patients participating in Bezafibrate Infarction Prevention (BIP) Study. Eur Heart J1998; 19:H42 87. Ericsson CG, Hamsten A, Nilson J,et al. Angiographic assessment of effects of bezafibrate on progression of coronary artery disease in young male postinfarction patients. Lancet 1996; 347:849 88. Hambrecht R, Wolf A, Gielen S, et al: Effect of exercise on coronary endotelial function in patients with coronary artery disease. N Eng J Med 2000; 342;454-60 89. Stratton JR, Chandler WL, Schwartz RS, et al: Effects of physical conditioning on fibrinolytic variables and fibrinogen in young and old healthy adults. Circulation 1991; 83:1692-7 90. Van den Hoogen PCW, Feskens EJM, Jaglekerke NJD. The relation betveen blood pressure and mortality due to coronary heart disease among men in different parts of the world. N Eng J Med 2000; 342: 1 91. Kannel WB.Blood pressure as a cardiovascular risk factor: Prevention and treatment. JAMA 1996; 275: 1571 92. Kramsch DM, Aspen AJ, Abramowitz BM, et al: Reduction of coronary atherosclerosis by moderate conditioning exercise in monkeys on an atherogenic diet. N Eng J Med 1981; 305:1483-9 93. Franklin SS, Khan SA, Wong ND,et al. Is pulse pressure useful in predicting risk for coronary heart disease ? The Framingham Heart Study. Circulation 1999; 100: 354 99 94. Collins R, MacMahon S. Blood pressure, antihypertensive drug treatment and risks of stroke and of coronary heart disease. Br Med Bull 1994; 50: 272 95. Davis BR, Cutler JA, Gordon DJ, et al. Rationele and design for the antihypertensive and lipid lowering treatment. Am J Hipertens 1996; 9:342 96. Joint National Committee on Prevention, Evaluation and Treatment of High Blood Pressure. The Seventh Report of the Joint National Committee on Prevention, Detection, Evaluation and Treatment of High Blood Pressure (JNC 7 Report). National Institutes of Health; National Heart, Lung and Blood Institute. JAMA 2003; 289: 2560-2572 97. Gibbons RJ, Chatterjee K, Daley J, et al. ACC/ AHA/ ACPASIM guidelines for the management of patients with chronic stable angina : A report of the American College of Cardiology / American Heart Association Task Force on Practice Guidelines (Committee on Management of Patients with Chronic Stable Angina. J Am Coll Cardiol 1999; 33:2092 98. US Department of Health and Human Services. The Health Consequences of Smoking: Cardiovascular Disease _ A Report of the Surgeon General. Washington, DC: Office of Smoking and Health, US government Printing Office; 1983 99. Castelli WP, Garrison RJ,Dawber TR,et al. The filter cigarette and coronary heart disease: The Framingham study. Lancet 1981; 2: 109 100. Wilhelmsson C, Vedin JA, Elmfeldt D,et al. Smoking and myocardial infarction. Lancet 1975; 1: 415-419. 101. Frei B, Forte TM, Ames BN. et al. Gas phase oxidants of cigarette smoke induce lipid peroxidation and changes in lipoprotein properties in human blood plasma: Protective effects of ascorbic acid. Biochem J 1991; 277: 133 102. Haffner SM, Letho S, Ronnemaa T, et al. Mortality from coronary heart disease in subjects with type 2 diabetes and in nondiabetic subjects with and without prior myocardial infarction. N Eng J Med 1998; 339: 229. 100 103. Stona PH, Muller JE, Hartwell T, et al. The effect of diabetes mellitus on prognosis and serial left ventricular function after acute myacardial infarction; Contribution of bothcoronary disease and diastolic left ventricular dysfunction to the adverse prognosis. The MILIS Study Group. J Am Coll Cardiol 1989; 14:49. 104. Smith JW, Marcus FI, Serokman R. Prognosis of patients with diabetes mellitus after acute myocardial infarction. Am J Cardiol 1984; 54:718. 105. Grundy SM, Benjamin IJ, Burke GL, et al. Diabetes and cardiovascular disease : A statement for healthcare professionals from the American Heart Association. Circulation 1999; 100: 1134. 106. Walden CE, Knopp RH, Wahl PW, et al. Sex differences in the effect of diabetes mellitus on lipoprotein triglyseride and cholesterol concentrations. N Eng J Med 1984; 311: 953. 107. Diabetes Control and Complications Trial Research Group. The effect of intensive treatment of diabetes on the development and progression of long-term complications in insulin dependent diabetes mellitus. The Diabetes Control and Complications Trial Research Group. N Eng J Med 1993; 329: 977-86. 108. UK Prospective Study Group. Tight blood pressure control and risk of macrovascular and microvascular complications in type 2 diabetes. UKPDS 38. Br Med J 1998;317:703-13. 109. HOPE (Heart Outcomes Prevention Evaluation) Study Investigators. Effects of ramipril on cardiovascular and microvascular outcomes in people with diabetes mellitus: results of the HOPE Study and MICRO-HOPE Study. Lancet 2000; 355:253-9 110. Lewis EJ, Hunsicker LG, Clarke WR, et al: Renoprotective effect of the Angiotensin receptor antagonist irbesartan in patients with nephropathy due to type 2 diabetes. N Engl J Med 2001;345:851-60 111. Gundersen T, Kjekshus J. Timolol treatment after myocardial infarction in diyabetic patients. Diyabetes Care. 1983; 6: 285 101 112. Lakka HM,Laaksonen DE, Lakka TA, et al: The metabolic syndrome and total and cardiovascular disease mortality in middle-aged men. JAMA 288:2709; 2002. 113. Eckel, RH. Obesity and heart disease: a statement for healthcare professionals from the Nutrition Committee, American Heart Association. Circulation 1997; 96:3248. 114. Reaven GM. İnsulin resistance and its consequences: Non- insulin dependentdiabetes mellitus and coronary heart disease. In: LeFoith, Taylor SI, Olefsky JM, eds. Diabetes Mellitus. Philadelphia: Lippincott-Reaven; 1996:509 115. 6.Alpert JS, Flinn RS, Flinn IP. So what’s wrong with being fat? Eur Heart J 2001; 22:10-1. 116. Huang, Z, Willett, WC, Manson, JE, et al. Body weight, weight change, and risk for hypertension in women. Ann Intern Med 1998; 128:81. 117. Koch, R, Sharma, AM. Obesity and cardiovascular hemodynamic function. Curr Hypertens Rep 1999; 1:127. 118. Corry, DB, Tuck, ML. Obesity, hypertension, and sympathetic nervous system activity. Curr Hypertens Rep 1999; 1:119. 119. Alpert, MA, Terry, BE, Cohen, MV, et al. The electrocardiogram in morbid obesity. Am J Cardiol 2000; 85:908. 120. Fletcher GF, Balady G, Blair SN, et al. Statement on exercise: Benefits and recommendations for physical activity. Circulation 1996; 94:857 121. Hambrecht R, Niebauer J, Marburger C, et al. Various intensities of leisure time physical activity in patients with coronary artery disease: Effects on cardiorespiratory fitness and progression of coronary atherosclerotic lesions. J Am Coll Cardiol 1993; 22:468 122. McGinnis JM, Foege W. Actual causes of death in United States. JAMA1993; 270:2207 102 123. De Lorgeril M, Salen P, Martin JL, et al. Mediterranean diet, traditional risk factors, and the rate of cardiovascular complications after myocardial infarction: Final report of The Lyon Diet Heart Study. Circulation 1999; 99:779 124. Watts GF, Lewis B, Brunt JN, et al. Effect on coronary artery disease of lipidlowering diet, or diet plus cholestyramine, in the St Thomas’ Atherosclerosis Regression Study (STARS). Lancet 1992; 329:563 125. Ornish D, Brown SE, Scherwitz LW, et al. Can lifestyle changes reverse coronary heart disease? The Lifestyle Heart. Lancet 1990; 336:129 126. Williams RR, Hopkins PN, Wu LL,et al. Evaluating family history to prevent early coronary heart disease. In: Person TA, ed. Primer in Preventive Cardiology . Dallas: American Heart Association; 1994:93 127. Myocardial infarction redefined –A consensus document of The Joint European Society of Cardiology/American College of Cardiology Committee fort he redefinition of Myocardial Infarction,European Heart Journal 2000;21:18:1502-13. 128. ACC/AHA Guidelines for the management of patients with unstable angina and NSTEMİ.JACC 2000;36:970-1056. 129. Antman EM,Braunwald E.Acute Myocardial İnfarction In:Braunwald E,Zipes D,Libby P,eds.Heart Disease.ed:A textbook of Cardiovascular Medicine. Philadelphia: WB Saunders Company,2001:1131-5. 130. McLaurin, MD, Apple, FS, Voss, EM, et al. Cardiac troponin I and troponin T, and creatine kinase MB in dialysis patients without ischemic heart disease: Evidence of cardiac troponin T expression in skeletal muscle. Clin Chem 1997; 43:976. 131. Hathaway WR, Peterson ED, Wagner GS et al. Prognostic significance of the initial electrocardiogram in patients with acute myocardial infarction. GUSTO-1 Investigators. Global Utilization of Streptokinase and t-PA for Occuladed Coronary Arteries. JAMA 1998;279:38-91. 132. Wellens HJ, Gorgels A, Doevendans PA. The ECG in Acute Myocardial İnfarction and Unstable Angina, 2003. Boston:Kluwer Academic Publishers. 103 133. Sadanandan S, Hochman S, Kolodziej A et al. Clinical and anjiografic characteristics of patients with combined anterior and inferior ST segment elevation in the initial ECG during acute myocardial infarction. Am Heart J 2003;146:653661. 134. Yamaji H, Iwasaki K, Kusachi S et al. Prediction of acute left main coronary artery obstruction by 12 lead electrocardiography. ST segment elevation in lead VR with less ST segment elevation in lead V1. J Am Coll Cardiol 2001;48:1348-1354. 135. Bayes de Luna A, Carreras F, Cladellas M, Oca F, Sagues F, Garcia Moll M. Holter ECG study of the electrocardiographic phenomena in Prinzmetal angina attacks with emphasis on the study of ventriculer arrhythmias. J Electrocardiol 1985;18:267-275. 136. Topol EJ, Van de Werf F. Acute myocardial infarction. Topol EJ (ed) : Textbook of Cardiovascular Medicine. Philadelphia, Lippinco-Raven Publishers 1997;422-425. 137. Antman EM, Braunwald E. Acute myocardial infarction. In Braunwald E, ed. Heart disease: A textbook of cardiovascular medicine. Philadelphia, WB Saunders Co Ltd. 1997;1184-1288. 138. Hill JA, Pepine CS. Silent myocardial ischemia. Annu Rev Med 1988;39:213-219. 42.Gök H. Klinik Kardiyoloji.1. baskı Nobel Kitabevi LTD ŞTİ;1996:ss 97-171. 43.Khan MG, Topol EJ, Saksena S, Goodwin JF. Kalp Hastalıkları Tanı ve Tedavisi: Pratik Bir Yaklaşım. Turgut Yayıncılık 1997:1-113. 139. Antman EM, Braunwald E. Acute myocardial infarction. In Braunwald E, ed. Heart disease: A 47.Gök H.:Akut Miyokard İnfarktüsü. Klinik Kardiyoloji İkinci baskı,İstanbul2002;s.273-321. 48.Çengel A, Tavil Y. Miyokard hasarının biyokimyasal belirteçleri. Türkiye Klinikleri Kardiyoloji 2004;17(2). 140. Bayes de Luna A. Clinical Electrocardiography: A Textbook, 2nd edn, 1999. New York: Futura. 141. European Society of Cardology/American College of Cardiology. Myocardial infarction redefined : a consensus document of the Joint European Society of 104 Cardiology/ American College of Cardiology Committee fort he redefinition of myocardial infarction. Eur Heart J 2000;21:1502-1513. 142. Hamm CW. Oral D: New serum markers for acute myocardial infarction. N Engl J Med 1994; 331:607-8. 143. Adams JE 3rd, Abendschein DR, Jaffe AS. Biochemical markers of myocardial injury Is MB creatine kinase the choice for the 1990s Circulation 1993;88:750-63. 53.Newby LK, Ohman EM, Christenson RH: The role of the troponins and other markers ofmyocardial nekrosis in risk stratification. In Topol E. Acut Coronary Syndromes. Second ed. New York. Marcel Dekker 2001:329-72. 144. Apple F, Preese L. 1 Creatine Kinase-MB: Detection of myocardial infarction and monitoring reperfusion. Journal of Clinical Immunoassay 1994;17(1):24-9. 145. Newby LK, Gibler B,Chriztenson RH. Serum markers for diagnosis and risk stratification in acute coronary syndromes, ed; Cannon CP, Humana Press, NJ,1999: 147-71. 146. Apple FS, Wu AHB, Jaffe AS. (2002) American College of Cardiology guidelines for redefinition of myocardial infarction: How to use existing assays clinically and for clinical trials. Am Heart J 144 (6), 981-986. 147. Hamm CW, Giannitsis E, Katus HA. (2002) Cardiac troponin elevations in patients without acute coronary syndrome. Circulation 106, 2871. 148. Saffe AS, Davidenka J. Diagnosis of acute myocardial ischemia and infarction in Cardiology, ed; Crawford MH, Dimarco JP, Mosby, London; 2001: 137-38. 149. ACC/AHA Task Force Report: Guidlines for clinical imaging. J Am Coll Cardiol 1995;25:521. 150. Yusuf S, Lessem J, Jha P etal: Primary and secondary prevention of myocardial infarction and strokes: an update of randomly allocated controlled trials. J Hypertens1993;11(Suppl4):S61-73. 105 151. De Luca G, Suryapranata H, Ottervanger JP, et al: Time-delay to treatment and mortality in primary angioplasty for acute myocardial infarction: every minute counts. Circulation 109:1223, 2004. 81.Nallamothu BK, Bates ER: Percutaneous coronary intervention versus fibrinolytic therapy in acute myocardial infarction: is timing (almost) everything?: Am J Cardiol 2003:92.824-6. 152. Pepine CJ, Allen HD, Bashore TM, et al. ACC/AHA guidelines for cardiac catheterization laboratories. Circulation 1991; 84:2213-2247. 153. Bashore TM . State of the art of coronary angiography. J Invas Cardiol 1991; 3(supplB):47B-59B. 154. Waters DD, Szlachcic J, Bonan R. Comparative sensitivity of exercise, coldpressor and ergonovine testing in provoking attacks of variant angina in patients with active disease . Circulation 1983;67:310–315. 155. Donohue TJ, Kern MJ, Aguirre FV, et al. Assessing the hemodynamic significance of coronary artery stenoses: Analysis of translesional pressure-flow velocity relations in patients. J Am Coll Cardiol 1993;22:449–458. 156. Formanek A, Nath PH, Zollikofer C, Moller JH. Selective coronary arteriography in children. Circulation 1980;61:84–95. 157. Amplatz K. Formanek G, Stranger P, Wilson W. Mechanics of selective coronary artery catheterization via femoral approach.Radıology1967;89;1040–1047 158. Hermiller JB, Cusma JT, Spero LA, et al. Quantitative and qualitative coronary angiographic analysis: Review of methods, utility and limitations. Cathet Cardiovasc Diagn1992;25:110–131. 159. Krone RJ, Johnson L,Noto T.Five year trends in cardiac catheterization: A report from the Registry of the Society for Cardiac Angiography and _ntervention. Cathet Cardiovasc Diagn 1996;39:31–35. 160. Fletcher O, Gibbons R J, Clements I P. The relationship of inferior ST depression, lateral ST elevation, and left precordial ST elevation to myocardium at risk in acute anterior myocardial infarction. Am Heart J 1993;126:526-535. 106 161. Mc Kenna WJ, Chew CyC , Oakley CM : Myocardial infarction with normal coronary angiogram. Possible mechanism of smoking risk in coronary artery disease. Br Heart J 1980:43;493-498. 162. Betriu A, Pare JC, Sanz GI, et al.Myocardial infarction with normal coronary arteries a prospective clinical-angiografic study. Am J Cardiol 1981;48:28-32. 163. Geren O, Ersanlı M, Ensar R, Yazıcıoğlu N, Demiroğlu C: Akut inferior miyokard infarktüsünde Q dalgası değişiklikleri ve hastalığın erken prognozu ve koroner hastalığı arasındaki ilişki. Türkiye Klinikleri Kardiyoloji 1994;7:137-143. 164. DeWood MA, Spores J, Notske R, Mouser LT, Burroughs R, Golden MS, Lang HT: Prevalance of total coronary occlusion during the early hours of transmural myocardial infarction. N Engl Med 1980;303:897-902. 165. Crawford MH, O’Rourke RA, Grover FL, Mechanism of inferior electrocardiografic ST segment depression during acute anterior myocardial infarction in a baboon model. Am J Cardiol 1984;54:1114-1117. 166. Yıldız A, Arslan N:İskemik lezyon belirlenmesinde elektokardiyografinin değeri ve koroner angiorafi sonuçlarının karşılaştırılması. Fırat Tıp Dergisi 2004;9(1):1114. 107