Sorularlarisale.com "Müslümanlarda ise, öyle makamlara girenler, nadiren tam dindar ve salâbetli kalırlar. Çünkü gururu ve enâniyeti bırakamıyorlar." İslam'da halifelik makamı yöneticilerin dindar bulunmalarına vesile değil mi? Halifelik makamının dini yönü olduğu gibi siyasi yönü de bulunuyor. Ama genelde siyasi yönü daha ağır basıyor. İslam tarihinde Emevi ve Abbasiler döneminde çoğu halifeler fasık, zalim hatta sapkın idiler. Mesela, Yezid halife iken Hazreti Hüseyin Efendimizi şehit edip kafasını gövdesinden ayırmış ve kafasına değnekle işkence etmiştir. Yani keramet halifelik makamında ve unvanında değil, insanın kalbinde ve ruhundadır. İnsanın kalbindeki iman ve takva tahkiki olmaz ise, makam insanı aldatır, ene ve gurur gayyalarına düşürür. Dünya saltanatına geçen ya nebî gibi mâsum olmalı, veyahut Hulefâ-i Râşidîn ve Ömer ibni Abdülâziz-i Emevî ve Mehdî-i Abbâsî gibi harikulâde bir zühd-ü kalbi olmalı ki, aldanmasın. Dört raşit halife, Ömer Bin Abdulaziz ve Mehdi Abbasi gibi imanı sağlam, kalbi takvalı insanlar bu makamı hakkı ile ifa edebilmişler, diğer halifeler ya da padişahlar makama aldanıp ya da makamın gereği deyip çok zulüm ve günahlara girmişler. Üstadımız bu hususu şu şekilde özetlemektedir: "Eğer denilse: 'Neden hilâfet-i İslâmiye Âl-i Beyt-i Nebevîde takarrur etmedi? Halbuki en ziyade lâyık ve müstehak onlardı.'" "Elcevap: Saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. Âl-i Beyt ise, hakaik-i İslâmiyeyi ve ahkâm-ı Kur'âniyeyi muhafazaya memur idiler. Hilâfet ve saltanata geçen, ya nebî gibi mâsum olmalı, veyahut Hulefâ-i Râşidîn ve Ömer ibni Abdülâziz-i Emevî ve Mehdî-i Abbâsî gibi harikulâde bir zühd-ü kalbi olmalı ki, aldanmasın. Halbuki, Mısır'da Âl-i Beyt namına teşekkül eden devlet-i Fâtımiye hilâfeti ve Afrika'da Muvahhidîn hükûmeti ve İran'da Safevîler devleti gösteriyor ki, saltanat-ı dünyeviye Âl-i Beyte yaramaz; vazife-i asliyesi olan hıfz-ı dini ve hizmet-i İslâmiyeti onlara unutturur. Halbuki, saltanatı terk ettikleri zaman, parlak ve yüksek bir surette İslâmiyete ve Kur'ân'a hizmet etmişler." "İşte, bak: Hazret-i Hasan'ın neslinden gelen aktablar, hususan Aktâb-ı Erbaa ve bilhassa Gavs-ı Âzam olan Şeyh Abdülkadir-i Geylânî ve Hazret-i Hüseyin'in neslinden gelen imamlar, hususan Zeynelâbidin ve Cafer-i Sadık ki, her biri birer mânevî mehdî page 1 / 2 hükmüne geçmiş, mânevî zulmü ve zulümatı dağıtıp envâr-ı Kur'âniyeyi ve hakaik-i imaniyeyi neşretmişler, cedd-i emcedlerinin birer vârisi olduklarını göstermişler."(1) (1) bk. Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, Beşinci Nükteli İşaret. page 2 / 2 Powered by TCPDF (www.tcpdf.org)