Question Peygamber (saa) Mekke`den Medeni`ye hicret

advertisement
Question
Peygamber (s.a.a) Mekke’den Medeni’ye hicret ederken kendi yanında Ebubekir’i götürmüş ve
onu kurtarmıştır. Öte taraftan Ali’yi (a.s) tehlikede bırakmış ve ondan kendi yerine yatmasını
istemiştir… Eğer İmam Ali (a.s) Allah tarafından atanmış bir vasi ve halifeyse, böyle bir şahıs
ölümle karşı karşıya bırakılır mı ve öldüğü takdirde imamete bir zarar vermeyecek Ebubekir’in
canının kurtarılması makul müdür?
Answer:
İlahî peygamberler muhtelif derece ve makamlara sahiptir. Bazıları sadece tebliğ elçisidir. Ama
diğer bazıları ise vahiy alma ve nübüvvet, misyon tebliğ ve teşri, imamet ve devlet diye dört
makamın tümüne sahiptir. Bu cümleden olmak üzere büyük İslam Peygamberi (s.a.a) dört
makama da sahipti. Ama onun halifeleri (kendisi Allah tarafından gönderilen son peygamber
olması ve nübüvvet ve risaleti sonlandırması nedeniyle) sadece imamet ve devletten ibaret
olan iki makamı taşırlar ve onlardan dini korumak ve hadleri uygulamak ve ilahî hükümleri icra
etmek için istifade ederler. İslam Peygamberinin (s.a.a) bakışında Ali’nin (a.s) kendisinin
halifesi olması kararlaştırıldığından bu mesuliyet bazı yerlerde o yüce şahsın hayat zamanlarını
da kapsamaktaydı. Bunlardan biri de Peygamberin (s.a.a) Mekke’den Medine’ye hicret
ederken Ali’yi (a.s) kendi yerine yatırmasıdır. Bundan Peygamberin (s.a.a) canının korunması
ve de risalet ve nübüvvetin muhafıza edilmesi hedefi güdülmekteydi. Bunun yanında bu
hareket, Hz. Ali’nin (a.s) cesareti için bir sembol ve imamet makamına erişmek için ilahî
imtihandan bir geçiş idi. Sahabelerden hiçbirinin amelinin onun ameli karşısında boy ölçüşmesi
ve eşit olması mümkün değildir.
Ayrıntılı Cevap:
Bu soruyu yanıtlamak için iki nokta aydınlatılmalıdır:
1. Peygamber-i Ekrem’den (s.a.a) sonra Hz. Ali’nin (a.s) hilafet ve veliahtlığının kesin olması.
2. Ali’nin (a.s) hilafeti ile onun hicret gecesi Peygamberin (s.a.a) yatağında yatması ve canını
tehlikeye atması arasında bir çelişkinin olmaması.
Birinci mesele Ehli Sünnet ve Şia rivayetlerinde açık ve belirgindir. Biz burada bu rivayetlerin
bir kısmına işaret ediyoruz:
1- Yevmu’d-Dar hadisi[1]: “Yakın akrabalarını uyar” ayetinin tefsiri hakkında “Bera b.
Azıb”’dan şöyle rivayet edilmiştir: “Yakın akrabalarını uyar” ayeti nazil olduğunda Ali (a.s)
şöyle dedi: Peygamber beni çağırdı ve şöyle buyurdu: Ey Ali! Yüce Allah en yakın akrabalarımı
O’na davet etmem için bana emirde buyurdu ve benim bunu yapmaya gücüm
bulunmamaktadır. Onları ne kadar davet edersem edeyim yeni bir üzgünlükten başka bir şey
görmeyeceğimi biliyorum. Dolayısıyla sustum. Sonra Cebrail geldi ve bu işi yapmazsan Rabbin
seni cezalandıracaktır dedi. (Şimdi sen ey Ali!) bizim için üç kilogramlık bir yemek hazırla, bir
koyun butu pişir ve bir kadeh de süt hazırla ve sonra Abdülmütalip evlatlarını kendileriyle
konuşmam ve emredildiğim şeyi kendilerine bildirmem için davet et. Ali (a.s) şöyle buyurur:
Ben buyurduklarını yaptım ve onları davet ettim. O gün kırk kişi ya da daha fazlaydılar ama
kırktan az değillerdi. Onlar arasında Peygamberin amcaları da vardı. Onlar bir araya gelir
gelmez Peygamber hazırladığın yemeği getir diye buyurdu. Ben yemeği getirdiğimde
Peygamber bir parça et parçası sandığım bir şeyi alıp ikiye böldü ve yemek zarfının kenarına
bıraktı ve sonra Tanrının adıyla başlayınız diye buyurdu. Herkes doyana kadar yemeyle
meşgul oldu. Allah’a yemin olsun ki sadece onlardan biri o kadehin tümü oranında süt
içiyordu. Allah Resulü sözlerine başlamak isterken Ebu Leheb öne atıldı ve şöyle dedi: Ev
sahibi sizi iyi büyüledi. Bunun üzerine halk kalkıp dağıldı ve Hz. Peygamberin sözlerini
söylemesine bir fırsat kalmadı. Sonraki gün yine bana ey Ali bu adam öne atıldı ve
konuşmama izin vermedi, o yemeği yeniden yapmak ve o sütü de yeniden hazırlamak ve halkı
toplamak zorundayız. Yemeği getirmemi buyurdu ve kendisi önceki gün yaptığı fiili tekrar
yaptı. Herkes yedi, içti ve doydu. Sonra Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: Ey Abdülmutalib
oğulları Allah’a yemin ederim ki size getirdiğim şeyden daha övünçlü bir şeyi kavmine getiren
bir Arap genci tanımıyorum. Ben size dünya ve ahret hayrını getirdim. Allah sizi buna
çağırmam için beni memur kıldı. Şimdi sizden kim bu işte bana yardımcı ve aranızda benim
kardeşim, vasim ve halifem olmaya hazırdır? Ben hepsinden daha küçük olmama rağmen ey
Allah Resulü ben bu işte senin yardımcın olurum dedim! O elini boynuma attı ve şöyle
buyurdu: Bu, benden sonra sizin aranızdaki kardeşim, vasim ve halifemdir. Herkes
buyruklarını duymalı ve kendisine itaat etmelidir. Bunun üzerine halk gülerek ayağa kalktı ve
Ebu Talibe; evladına itaat etmeni ve sözünü dinlemeni Muhammed sana buyuruyor, dedi.[2]
Bu hadisi Ahmet b. Hanbel kendi Müsned’inde değişik senetlerle nakletmiştir.[3]
2. Yakınlık Hadisi: Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Ali’nin (a.s) bana olan yakınlığı,
Harun’un (a.s) Musa’ya (a.s) olan yakınlığı gibidir. Şu farkla ki (Hz. Musa’dan (a.s) sonra
başka peygamberler de gönderilmiştir) benden sonra hiçbir peygamber gelmeyecektir.[4] Bu
hadisler, Peygamber-i Ekrem’in risaletinin ilk döneminde Hz. Ali’nin (a.s) hilafet ve
veliahtlığının kesin olduğunu iyice beyan etmektedir.
Ama ikinci mesele yani Ali’nin (a.s) hilafeti ile onun canının hicret gecesi tehlikeye atılması ve
Peygamberin (s.a.a) yatağında yatması hususunun çelişmediği hakkında şöyle söylemeliyiz:
Peygamber-i Ekrem’in Mekke’deki on üç yıllık nübüvveti boyunca İslam takat tüketen zorluk
ve darlıklar ile yüz yüze idi. Müslümanlar bu baskılardan kurtulmak için bazen (Peygamberin
emriyle) başka bölgelere hicret ediyordu. Bu doğrultuda ve Mekke dışında İslam’ın yayılma
imkânının daha elverişli olmasından da hareketle risaletin on üç ve on dördüncü yılında
Müslümanların yaklaşık yüzde doksanı Yesrib’e (Peygamber şehri) hicret etti.[5] Mekke’de
Allah Resulü’nün (s.a.a) yanında sadece sayılı bir grup Müslüman kalmıştı ve Mekke müşrikleri
bu gidişattan çok kaygılanmaya başlamıştı. Onlar Darunnedve’de (müşriklerin karar alma
merkezi) toplanıp Müslümanların Yesrib’i (Mekke’nin hayati şahdamarını kesebilecek yer) üs
olarak seçmelerinden dolayı duydukları tehlikeyi dile getirdiler ve Peygamber-i Ekrem’i (s.a.a)
öldürmeye ve nübüvvet ve vahyin kökünü kazımaya karar verdiler ve de bu eylemin ön
hazırlıklarını da yaptılar. Ama Yüce Allah (Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır)[6] Peygamberi
bu tuzaktan haberdar kıldı. Şimdi Peygamber ne yapmalıydı?
Ali’nin (a.s) Seçilmesi
Şimdi kâfirlerin planından haberdar olan Peygamber’in (s.a.a) hem İslam’ın korunması için bu
tuzaktan canını koruması ve hem de Mekke’de yarım kalmış işlerini tam güvendiği bir şahsın
aracılığıyla tamamlaması gayesiyle bir çare bulması gerekiyordu. Bu iş için en iyi ve güvenilir
birey kimdir? Onun uyarma günü hilafet ve veliahtlık hükmünü herkese defalarca ilan ettiği bir
yardımcı, kardeş, hemfikir ve yoldaşı vardı. Bu memuriyeti yerine getirmek için Hz. Ali’den
(a.s) daha uygun hiç kimseyi bulmadığı için çaresiz olarak en iyi yaverini bütün o savaşçılar ve
çekilmiş kılıçlar arasında yalnız bırakıyor ve de emanetleri teslim etme ve ailesini Mekke’den
Medine’ye geçirme memuriyetini de kendisine devrediyordu. İnsanın kendi canını, varisini ve
nebevî ilimlerin taşıyıcısı olan bir kimseyi ölüm döşeğinde yalnız bırakması ve canını tehlikeye
atması makul müdür? Evet, onun birkaç nedenden ötürü böyle bir iş yapması gerekiyordu:
1. Allah’a itaat etmek.
2. Kur’an-ı Kerim’in açık buyruğu esasınca âlemlerin Rabbinin elçisinin hiçbir zaman düşkü ve
heves kaynaklı konuşmadığı ve söylediği her şeyin vahiy ve Rab tarafından olduğu bizim için
kesindir.[7] Bu örnek de olağanüstü bir önem ve risk taşıması nedeniyle kesinlikle Allah’ın
buyruğuyla gerçekleşmiştir.
3. Peygamberin (s.a.a) canı ve risaletin korunması.
Tüm düşmanların Peygamberi öldürmeye kararlı oldukları, onun yatağından ayrılmamasına
sürekli dikkat ettikleri ve bazen de (kendisinin evde olmasından emin olmak için) yatak veya
odasından ayrılması durumunda ilk fırsatta kendisini tuzağa düşürmek için pencereye taş
attıkları[8] Leyletü’l-Mubit ve Allah Resulü’nin (s.a.a) hicret gecesinde herkes az bir süre sonra
Peygamberin (s.a.a) öldürüleceğinden emindi. Ondan sonra risalet, vahiy ve nübüvvetten bir
eser kalmayacaktı. Dini korumak için o anda ne yapmak gerekmekteydi? Peygamberin (s.a.a)
canı ölüm tehlikesinden kesinlikle korunmalı ve muhafaza edilmeliydi. Dinin kemal
merhalesine ulaşmadığı bu zamanda Allah Resulü (s.a.a) öldürülseydi artık Hz. Ali’nin
hilafetinin ne faydası olurdu? Öyleyse İmam Ali’nin (a.s) hilafet meselesi dinsel buyrukların
gelmesine ve o da kâinat efendisi Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) değerli canının korunmasına
bağlıydı. Düşmanın dikkat, kurnazlık ve hesaplanmış planı göz önünde bulundurulduğunda en
küçük artı bir hareket Peygamberin (s.a.a) yatağında olmadığından düşmanı haberdar
kılabilirdi. Birkaç saat sonra bu hadise gerçekleşti, düşman tüm gücünü kullandı ve büyük
ölçüde Peygamberin (s.a.a) saklandığı yere de yaklaştı ama neticeye ulaşamadı. Dolayısıyla
Hz. Ali’nin (a.s) canını tehlikeye atması ve fedakârlığı olmadan ve de güvenlik meselelerine ve
sırları korumaya riayet etmeden o değerli varlığın canının korunması mümkün değildi. Ve bu
işi başka hiçbir kimse yapamazdı.
3. İslam mektebi için o hayati anlarda yapılan bu özveri ve fedakârlık, diğerlerinin gözünde
hilafet makamı için İmam Ali’nin erdem ve liyakatini daha açık kıldı. Yüce Allah tarafından bir
ayetin nazil olması ve bu büyük eylemin O’nun tarafından övülmesi Hz. Ali’nin Leyletü’lMubit’teki fedakârlığının değeri hakkında yeterlidir. Allah şöyle buyuruyor: “İnsanlardan öylesi
de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder. Allah, kullarına çok
şefkatlidir.”[9]Refrence:
[1] et-Teraif, c. 1, tercüme, Davud İlhamî, s. 21-22.
[2] et-Teraif, c. 1, tercüme, Davud İlhamî, s. 66-67.
[3] el-Müsbed, c. 1, s. 111 ve 159, Çap-ı Mısır; İbn. Batrik, el-Umde, s. 42. Bu hadisi bu
detayıyla Ali b. Burhan Halebî Şafi Sire-i Halebi, c. 1, s. 323’den nakletmiş ve şöyle demiştir:
Peygamber Ali’ye “sen benim kardeşim, yardımcım, varisim ve benden sonra halifemsin” diye
buyurmuştur. Aynı şekilde Muttaki Hindi Kenzu’l-Umman, c. 6, s. 397’de ve Ebu’l-Feda kendi
tarihi, c.1,s . 116’da ve Nisaî Hesais, s. 6’da; Ebu Cafer İskafî Mutezili “Naksu’l-Osmaniye”
kitabında İbn. Ebi’l-Hadid, c. 3, s. 263’ten naklen ve İbn. Saad Tabakat’da bu içerikle mezkûr
hadisi nakletmişlerdir.
[4] Allame Emini, el-Ğadir, Hadis-i Menzilet ve diğer kütüb.
[5] Bkn: Sire-i Resul-ı Hoda (s.a.a), Resul Caferyan; Sire-i Halebi; Tarih-i İbn. Esir;
übhani, Cafer, Tarih-i İslam.
[6] Ali İmran, 54.
[7] Necm, 3.
[8] Bkn: Sire-i Halebi.
[9] Bakara, 207.
-----------------------------Kaynak:www. islamquest.net
Sunulan cevaplar zorunlu olarak Ehl-i Beyt (a.s) Kurultayı’nın görüşünü yansıtmamaktadır
Download