16 Mart 2012 www.sorularlaislamiyet.com 1 İçindekiler Bir de şöyle demekteler: “Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder.” (Casiye, 24) Ayette geçen "zamanın yok etmesi" ifadesi ne anlama gelmektedir? ............................................................................................................................... 3 Maide Suresi, 35. ayette geçen "O'na yakın olmak için vesile arayın" ifadesini açıklar mısınız? ........................................................................................................................................ 4 Nuh peygamber, 950 yıl dinini insanlara anlatma fırsatı bulmuşken, Hz. Muhammed’e 23 yıl bu fırsat verilmesinin hikmeti nedir? ................................................................................... 6 Atomlar, yıldızlar, güneş, meyveler gibi Evrende bulunan her şeyin yuvarlak, oval olmasının hikmeti nedir?............................................................................................................ 7 Hadımlaşmayayım mı, diyen bir sahabiye Peygamberimiz, “Artık kalem kurumuştur. Bu durumda ister hadımlaş ister bırak." diye cevap vermesi nasıl açıklanabilir? ....................... 8 İmam-ı Rabbani Mektubat’ta cehri zikre bidat derken, Abdulkadir-i Geylani’ye "zamanının en büyük evliyası" demektedir. Bu durumda Kadiri tarikatının cehri zikirle iştigal etmesi bidat mıdır? ................................................................................................................................. 9 50.000 yıllık hesap günü bekleyişi ile Allah hesabı çabuk görendir ayetindeki çelişkiyi nasıl anlamalıyız? .............................................................................................................................. 10 Peygamberimiz Hz. Muhammed’in rüyasında Yesrip, Hecer ve Şam´dan birisine gideceğini gördüğü doğru mudur? Hecer’in Konya olduğuna dair bir rivayet var mıdır? .................... 12 “Çatlak kabı kullanmak mekruhtur çatlak yer şeytanın yattığı yerdir.” Anlamına gelen bir hadis var mıdır? ......................................................................................................................... 13 Buhari’de Hz. Muhammed´in Türkler aleyhine sözleri olduğunu ileri sürerek onun Türk düşmanı olduğunu iddia edenlere ne dersiniz? ..................................................................... 14 Hristiyanlar ve Yahudiler sünnet olur mu? Yahudilikle Musevilik aynı mı? Yahudiler Müslümanlara yakın mıdır?...................................................................................................... 16 İbnu Deyba hakkında bilgi verir misiniz?................................................................................ 17 2 Bir de şöyle demekteler: “Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder.” (Casiye, 24) Ayette geçen "zamanın yok etmesi" ifadesi ne anlama gelmektedir? Casiye Suresi, 24-26. Ayetler: 24- "Bir de şöyle demekteler: "Bu dünya hayatımızdan başka bir hayat yoktur. Ölürüz, yaşarız. Bizi öldüren ise zamandan başkası değildir." Halbuki onların bu konuda bir bilgileri yoktur, zannetmekten başka bir şey yaptıkları yok." 25- Onlara âyetlerimiz açıkça okunduğu zaman onların delilleri ancak, “Doğru söyleyenler iseniz babalarımızı getirin” demek oldu. 26- De ki: “Allah sizi yaşatıyor. Sonra sizi öldürecek, sonra da kendisinde şüphe olmayan Kıyamet gününde sizi bir araya getirecek, ama insanların çoğu bilmezler.” İlgili Ayetin Açıklaması: Ayette geçen "Vema yühliküna ille'd-dehr" ifadesi zamanın helak etmesi, öldürmesi, yok etmesi şeklinde tercüme edilmiştir. Zamanın insanı helak etmesi ile kastedilen mana, zamanla insanların ömürlerini tamamlayıp ölmeleridir. Müşrikler ahirete inanmadıkları için ölümü helak olarak görmektedirler. Müminlerin nazarında ise ölüm helak olmak değil yeni bir hayata başlamak demektir. "Ölürüz, yaşarız" cümlesinde önce ölüm sonra dirilme, hayata gelme zikredildiği için bazı tefsirciler bununla, Câhiliye Araplan'nın tenasüh (ruh göçü, reenkanıasyon) inancına işaret edildiğini İleri sürmüşlerdir. İlk bakışta bu mâna ihtimal dışı görülmemekle beraber Araplar'ın böyle bir inanca sahip oldukları yönünde tarihî bir bilgi bulunmamaktadır. Şu halde bu âyette maksat, putperestlerin âhirete, öldükten sonra başka bir âlemde dirilmeye inanmadıklarını, onların bir kısım olumsuz davranışlarına bu inançsızlığın kaynaklık ettiğini açıklamaktır. Başka âyetlerde "ölür diriliriz" sözlerinden sonra "öldükten sonra diriltilecek değiliz" demeleri, maksatlarının tenasühe inandıklarını göstermek değil, öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmek olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. (bk. En'âm 6/29; Mü'minûn23/37; Diyanet Tefsiri, Kur’an Yolu: IV/698) 3 Maide Suresi, 35. ayette geçen "O'na yakın olmak için vesile arayın" ifadesini açıklar mısınız? Maide Suresi, 35. Ayet: "Ey îmân edenler! (Allah'tan korkup kötülüklerden, ilâhî sınırı aşmaktan) sakının; O'na yakın olmak için vesile arayın ve yolunda cihâd edin; ola ki korktuğunuzdan kurtulup umduğunuza kavuşursunuz." Kur'ân, iki cihanda mutlu ve aziz olabilmek için insanın önüne dört basamak koymuş ve bunlara yükselmeyi emretmiştir: 1. İmândan sonra her iş ve davranışta Allah'tan korkup kötülüklerden, ilâhî sınırları aşmaktan sakınmak, 2. Allah'a yakın olmanın yol ve yöntemini, araç ve gerecini elde etmeğe çalışmak; Allah ile gören bir göze, Onunla işiten bir kulağa, Onunla tutan bir ele, Onun için yürüyen bir ayağa sahip olmak, 3. Allah yolunda birçok sıkıntı ve meşakkatlere katlanıp cihad etmek, bu hususta fedakârlık ve erdemliğin örneklerini sunmak, 4. Bütün bunların, insanlık şeref düzeyinde ruhumuzun yüceliğiyle uyum sağlayacağını unutmamak. Birinci basamak kişiyi olgunlaştırıp merhamet duygusunu harekete geçirir, topluma yararlı bir insan durumuna getirir. İkinci basamak, insan haklarına saygılı olmayı, eşyada Allah'ın kudret ve sanatının inceliklerini sezmeyi, ilâhî sünnetin şaşmadan hedefine doğru yol aldığını ilham eder. Üçüncü basamak, Allah, din ve vatan düşmanlarının cesaretini kırar, mü'minlerin hür ve özgür olmasını, şeref ve itibarlı yaşamasını sağlar. Ve bütün bunlar kişiyi dördüncü basamağa yükseltip bir insan için erişilmesi mümkün olan kemâl mertebesini gerçekleştirir. Böylece başkaları nefs ve şehvet vadisinde bir ömür tüketip Allah'tan uzaklaşarak düşünce ve duygusuyla maddeyi ilâh edinirken para ve ekmek kavgasından başka bir amaçları olmadığını ortaya koyarken, mü'minler sözü edilen dört basamağa kademe kademe yükselip insanlığa huzur havası estirirler. Kısacası, biri yiyici ve huzur bozucu, diğeri hizmet edici ve yüz güldürücüdür. Biri güven bozar; diğeri güven ve huzuru tazeler. Vesîle Makamı «Ona yakın olmak için vesile arayın.» İlgili âyette gecen VESÎLE deyimi üzerinde durulup birtakım yorumlar yapılmıştır. Sözlük olarak: Yol, vasıta, yakınlık, istek ve arzu gibi mânalara gelir. Âyette de bütün bu mânalar söz konusu olabilir. 4 Terim olarak: İmân ve takva ile birlikte kalbi ilâhî sevgi ile doldurmak, düşünceleri bu doğrultuda berraklaştırmak, amelleri ilâhî hoşnutluğa uygun biçimde yerine getirmeğe çalışmak ve günlük hayatın her bölümünde Resûlullah (A.S.) Efendimizi örnek edinmektir. Bu geniş mâna aynı zamanda tasavvuf erbabının da tespitidir. O halde bu kadar incelikleri kendinde taşıyan VESÎLE, bir de Cennette en yüksek makam ve dereceye isim olarak konulmuştur. Dünyada VESÎLE düzeyinde ömrünü değerlendirenlerin, o en yüksek derecede bulunan Resûlüllah (A.S.) Efendimize komşu olacakları umulur. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz buyuruyor ki: «Bana salâvat getirdiğinizde benim için VESÎLE İsteyin..» Bunun üzerine Ashab soruyor: — Ey Allah'ın Peygamberi! Vesile nedir? Cevap veriyor: — Cennette en yüksek derecedir kî ancak bir adam ona nail olacaktır; umarım ki ben o adamım. (Ahmed bin Hanbel / 2/265 - Tirmizî/menâkib:l) «Kim ezan sesini duyunca «Ey bu tastamam davetin ve kılınmak üzere olan namazın Rabbi Aflahım! Muhammed'e VESÎLE ve fazl-u keremini ihsan eyle..» derse, kıyamet günü şefaatim ona helâl olur.» (Buharî - Müslim/salât: 11 - Ebû Davud/salât: 26 Tirmizî/menâkib: 1 - ezan: 37 - Ahmed: 2/168) Bu nedenle Allah ve Resulüne güvenip dayanmak, Resûlüllah (A.S.) Efendimize tevessülde bulunmak teşvik edilmiştir. Allah'a tevessül, ibadet ve taatleri rızasına uygun yapmakla; Resûlüllah'a tevessül, sünnetini yaşamak suretiyle şefaatine erişmeyi dilemekle gerçekleşir. (bk. Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 4/1671-1673.) İlave bilgi için tıklayınız: Vasıta ile vesilenin farkı nedir? Tasavvufa göre “şeyh” ve “mürid” kavramlarına açıklık getirir misiniz? 5 Nuh peygamber, 950 yıl dinini insanlara anlatma fırsatı bulmuşken, Hz. Muhammed’e 23 yıl bu fırsat verilmesinin hikmeti nedir? Eskiden ömürlerin şimdikilerden daha uzun olduğuna dair önemli bilgiler vardır. Hz. Nuh’un da o uzun ömür safhalarını temsil eden bir hayata mazhar kılınması, daha sonraki insanlara aktarılan antika bir hediye, bir hatıradır. Gıdaların az olduğu, bilimsel beslenmenin hiç olmadığı o eski çağlarda insanların uzun ömürlü olmaları, insanların yaşadığı hayatın belli bir ecele bağlı olduğunu göstermektedir. Sebeplerin her konuda olduğu gibi, ömrün uzaması veya kısalmasında da gerçek manada hiç bir rollerinin olmadığını göstermektedir. Hz. Muhammed’in 63 yaşında vefat etmesi ise, onun hayatında olduğu gibi, vefatında da ümmetinin yegâne rehberi, imamı, önderi olduğunun göstergesidir. Çünkü hadiste bu ümmetin ömrü ortalama 63 ile 70 arasında olduğu ifade edilmiştir. Kendisinin 70 değil de 63 yaşında vefat etmesinin önemli bir hikmeti de şudur ki: “Şer'an ehl-i iman, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ı gayet derecede sevmek ve hürmet etmek ve hiç bir şey'inden nefret etmemek ve her halini güzel görmekle mükellef olduğundan; altmıştan sonraki meşakkatli ve musibetli olan ihtiyarlık zamanında, Habib-i Ekremini bırakmıyor; belki imam olduğu ümmetin ömr-ü galibi olan altmışüçte mele-i a'lâya gönderiyor, yanına alıyor; her cihette imam olduğunu gösteriyor”(Nursi, Mektubat/23. Mektup) Ayrıca, İslam ümmetinde kısa bir ömürde çok sevap kazanma prensibi, Hz. Peygamberin ömründe de gösterilmiştir. Aşağıdaki hadiste bu prensibi görüyoruz: Abdullah b. Ömer (r.a.) anlatıyor: Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurdu: “Geçmiş ümmetlere göre, sizin ömrünüz, ikindi namazı ile güneşin batması arasındaki zaman kadardır. Sizin ve Yahudilerle Hıristiyanların misali; işçi çalıştıran bir kimsenin durumuna benzer. Bu kişi; ‘Kim bana birer kîrât (beş arpa tanesi ağırlığında bir ölçü birimi) karşılığında, gündüzün yarısına kadar çalışır?’ demiş ve Yahudiler birer kîrât karşılığında çalışmışlardır. Sonra; ‘Kim bana birer kîrât karşılığında, gündüzün yarısından sonra ikindi namazına kadar çalışır?’ demiş ve Hıristiyanlar, birer kîrât karşılığında çalışmışlardır. Sonra siz, (Ey benim ümmetim!) ikişer kîrât karşılığında ikindi namazından güneşin batmalarına kadar çalışıyorsunuz. Bunun üzerine Yahudilerle Hıristiyanlar kızdılar ve: ‘Bizim işimiz daha çok, ücretimiz daha az!’ dediler. O (iş veren) kimse: ‘Sizin hakkınızdan bir şey kestim mi?’ dedi. Onlar da ‘Hayır!’ diye cevap verdiler. ‘O halde, bu benim ikrâmımdır, onu dilediğime veririm’ dedi”(Tirmizi, Emsal, 6) 6 Atomlar, yıldızlar, güneş, meyveler gibi Evrende bulunan her şeyin yuvarlak, oval olmasının hikmeti nedir? İlahî canipten konuya baktığımızda, her şeyin yuvarlak olarak yaratılmasının hikmetlerinden biri, Allah’ın mutlak iradesinin gösterilmesidir. Bütün eşyanın aynı kalıpta yuvarlak olarak yaratılması, Allah’ın vahdaniyetine de bir işarettir. Çünkü milyarlarca nesnelerin aynı kalıpta olması, hepsinin sanatkârı olan yaratıcılarının bir tek olduğunu gösterir. Yine, yuvarlaklık özel bir sanat eseridir. Her şeyin yuvarlak olması, onların sonsuz bir ilim, kudret, hikmet ve iradeye sahip bir ustanın eseri olduğunu gösterir. “Hiç bir şey yoktur ki, Allah’ı hamd ile tesbih etmesin” (İsra, 17/44) mealindeki ayette, varlıkların hal diliyle yaptıkları şahadetlerine de işaret edilmiştir. Bu şahadetlerden en önemli biri de şüphesiz bütün varlıkların aynı kalıpta, yuvarlak olarak arz-ı endam etmeleridir. Maddede asıl olan eylemsizlik ve atalettir. Bu fizikî kanunun olmasına rağmen, her şeyin hareket halinde olması ve hareketin kolaylıkla yapılmasını sağlayan en mükemmel şekli olan yuvarlak olması, Allah’ın ilmini, hikmetini, kudretini ve iradesini her türlü noksanlıktan tenzih eden kozmik ve ontolojik bir tesbihtir. Mevcut kozmik sistemlerde yer alan cisimlerin birbiriyle kucaklaşması, cevaplaşması, yardımlaşması ve dayanışmasının en hikmetli konumu yuvarlak olmaktadır. Kopernik kanunu olarak bilinen güneş sisteminin şimdiki mükemmel konumu, ancak sistemin organları olan ay, güneş, dünya ve diğer yıldızların yuvarlak bir şekilde olmalarıyla mümkündür. Gerek eksenlerdeki seyahatler, gerek yörüngelerdeki gezintiler olsun, gerek güneşin, sistemin diğer organlarına karşı itim-çekim kanununu işletmesi, gerek onlara ışık vermesi, gece-gündüzlerin, mevsimlerin oluşması olsun hepsi de cisimlerin yuvarlak konumda olmasıyla mümkündür. 7 Hadımlaşmayayım mı, diyen bir sahabiye Peygamberimiz, “Artık kalem kurumuştur. Bu durumda ister hadımlaş ister bırak." diye cevap vermesi nasıl açıklanabilir? İlgili hadis şöyledir: "Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü dedim, ben genç bir insanım, günahtan korkuyorum, evlenecek maddî imkan da bulamıyorum, hadımlaşmayayım mı?" dedim. Aleyhissalâtu vesselâm bana cevap vermedi. Ben bir müddet sonra aynı şeyi tekrar söyledim. Yine cevap vermedi. Sonra: "Ey Ebu Hureyre! buyurdu. Senin karşılaşacağın şey hususunda artık kalem kurumuştur. Bu durumda ister hadımlaş ister bırak." (Buharî, Nikah 8; Nesâî, Nikah 4, 6/59) - Hadiste tercüme olarak yer alan “Bu durumda ister hadımlaş ister bırak" ifadesi, hadımlaşmayı helal kılan bir ifade tarzı değildir. Bilakis, bu ifade bir uyarıdır, manası şöyledir: "Ey Ebu Hureyre! Hayatında senin karşılaşacağın şeyler hususunda artık kalem yazdığını yazmış ve kurumuştur. Eğer kaderinde evlilik varsa mutlaka evleneceksin, yoksa evlenemezsin. Keza, eğer kaderinde bir kötülük işlemek varsa onu da yapacaksın, yoksa yapamazsın. Senin karşılaşacağın şey hususunda artık kalem kurumuştur. Bu durumda ister hadımlaş ister hadımlaşmayı bırak. Mukadder olan olur." “De ki: “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (Kehf 18/29) mealindeki ayette olduğu gibi, bu hadisteki ifade de bir uyarı ifadesidir. Ayette küfre cevaz verilmediği gibi, hadiste de hadımlaşmaya cevaz verilmiş değildir. Nitekim, Osman b. Mezun da Hz. Peygamberden hadım olmayı istemiş, Hz. Peygamber buna izin vermemişti. (krş. İbn Hacer, ilgili hadisin şerhi). Bunu şöyle de anlayabiliriz. Kişi, kendi özgür iradesiyle yanlış yola girecekse bunu Allah bilir. Bilmemesi mümkün değil.. İşte bu aynı zamanda bir kaderdir.. Çünkü kader Allah’ın ilminin bir nevidir. Bu ayrı bir konudur. Sadece burada akla gelen bir vesveseye karşı bu noktayı özetle yazmış olduk. İlave bilgi için tıklayınız: Allah’ın küllî iradesi ile insanın cüzî iradesi nasıl bağdaştırılabilir? Allah’ın sonsuz ilmi karşısında insan özgür olabilir mi? 8 İmam-ı Rabbani Mektubat’ta cehri zikre bidat derken, Abdulkadir-i Geylani’ye "zamanının en büyük evliyası" demektedir. Bu durumda Kadiri tarikatının cehri zikirle iştigal etmesi bidat mıdır? - Evet, İmam-ı Rabbanî “bazı alimlerin cehri zikrin bidat olduğunu” söylediklerini bildirmiştir. (Mektubat: 266. Mektup) Onun ifadelerinden kendisinin de bu görüşte olduğu anlaşılmaktadır. Fakat onun asıl maksadı tesavvuf ritüellerinde yaşanan raks, teğannî gibi müsikî hallerdir. Neyler, rakslar, halay çekmeler gibi durumlardır. - Abdulkadir Geylani, hemen hemen evliyaların ittifakıyla İmam Rabbani’den daha büyüktür. Bu sebeple, Kadirî tarikatindeki cehri zikri bidat saymak mümkün değildir. Bütün tarîkatların üssü’l-esası olan zikir, kalbi şeffaflaştırır. Ona letafet kazandırır. O kalbi, ilham esintilerine duyarlı bir alıcı haline getirir. - Bediüzzaman hazretleri de Gavs-ı azamın makamına şu sözlerle işaret etmiştir. “Üçüncü Sualiniz: Başta müçtehidîn-i izam imamları mı efdal, yoksa hak tarîkatların şahları, aktabları mı efdaldir? Elcevab: Umum müçtehidîn değil; belki Ebu Hanife, Mâlik, Şafiî, Ahmed İbn-i Hanbel; şahların, aktabların fevkındedirler. Fakat hususî faziletlerde Şah-ı Geylanî gibi bazı hârika kutublar, bir cihette daha parlak makama sahibdirler. Fakat küllî fazilet imamlarındır. Hem tarîkat şahlarının bir kısmı, müçtehidlerdendir; onun için umum müçtehidîn, aktabdan daha efdaldir denilmez. Fakat Eimme-i Erbaa, Sahabeden ve Mehdi'den sonra en efdallerdir denilir”(Mektubat/23.Mektup). 9 50.000 yıllık hesap günü bekleyişi ile Allah hesabı çabuk görendir ayetindeki çelişkiyi nasıl anlamalıyız? - Kur’an’da Allah katındaki günlerin bin ve elli bin olduğuna dair bilgiler, aşağıda mealleri verilen ayetlerde yer almıştır: “(Allah), gökten yere işi düzenleyip yönetir. Sonra (şuurlu birer sebep olarak işlerin tedbirini gören melekler) saydığınız hesap ile bin yıl tutan bir günde O’na yükselir”(Secde,32/5). "Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir."(Meâric, 70/4). Sözkonusu ayetlerdeki bin-elli bin ifadeleri, bizzat Allah’ın -hâşâ- bulunduğu bir mekâna giden bir yolun mesafesine değil, bizim dünyamızdan çok uzak olan yıldızlara doğru giden bir yol güzergâhına işaret etmektedir. Bediüzzman Said Nursi’nin aşağıda özetlenmiş açıklamaları bu konuya ışık tutmaktadır: “Bilindiği üzere, yerküresinin kendi ekseni etrafındaki hareketinden gece-gündüz, güneşin etrafındaki hareketinden de seneler meydana gelir. Güneşle beraber her bir gezegenin, hatta sâbit yıldızların ve Şemsü'ş-Şümusun dahi, her birinin kendi ekseni üstündeki hareketi, kendilerine mahsus günlerini gösterdiği gibi, kendi yörüngesi üzerindeki hareketi de bir nevi seneleri gösteriyor. Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah’ın ezelî bir hitabı olan Kur’an’da dünyanın farklı hareketlerinden meydana gelen zaman dilimlerine işaret edildiği gibi, bu çok uzaktaki dev güneş ve yıldızlara mahsus günlere ve senelere de işaret edilmiştir. "Sonra bütün bu işler, sizin hesabınızla bin sene tutan bir günde O’na yükselir."(Secde, 32/5) "Melekler ve Ruh/ Cebrâil, O’nun Arşına miktarı elli bin sene olan bir günde yükselirler" (Meâric, 70/4) mealindeki âyetler bunu ispat ediyor.(bk. Barla, s. 325). - Alimlerin bildirdiğine göre; Birinci ayette yerden dünya semasına gidiş-gelişi ifade etmektedir. Hadislerde yer ile dünya seması arasındaki mesafe 500 bin yıl olarak değerlendirilmiştir. Dolayısıyla yere geliş ve semaya dönüş miktarı bin sene olur. İkinci ayette ise, yerden Sidretu’l-müntehaya veya Arş’a kadar olan mesafeyi gösterir. sadece bir günde ulaşırlar. Bu her iki ayette de meleklerin hızlı gidişlerine vurgu yapılmıştır(bk. Taberî, Razî, İbn Kesir, Şevkânî, İbn Aşur, ilgili ayetlerin tefsiri) . İkinci ayette ise, yerden Sidretu’l-müntehaya veya Araş’a kadar olan mesafeyi gösterir. Sadece bir günde ulaşırlar. Bu her iki ayette de meleklerin hızlı gidişlerine vurgu yapılmıştır(bk. Taberî, Razî, İbn Kesir, Şevkânî, İbn Aşur, ilgili ayetlerin tefsiri) . Ayrıca ayette yer alan “bir gün” ifadesi, zihinlerin daha rahat kavramaları için seçilmiş bir sözcük olabilir. Yani “bir gün” bir an manasına da gelebilir. Nitekim, Rahman suresinde yer alan “O her gün ayrı bir yaratıştadır”(55/29) mealindeki ayette geçen “her gün” ifadesi, “her vakit, her an” olarak açıklanmıştır(bk. Razî, Bedavî, İbn Kesir, ilgili ayetin tefsiri). Dolayısıyla yere geliş ve semaya dönüş miktarı bin sene olur. 10 Demek ki söz konusu ayetlerde açıkça hesap günlerine bir vurgu yoktur. Ancak, alimler değişik hadis rivayetlerinden yararlanarak- bu hususu da algılamaya çalışmışlardır. Zira, kıyamet gününün elli bin sene olması herkes için aynı şekilde olduğu anlamına gelmez. Dünyada bile Allah’ın evliyaları için zaman ve mekânların dürülmesi/tayedilmesi söz konusu olduğuna göre, kıymat günü bu ilahî lütfün mümin kulları için gerçekleşmemesine bir neden yoktur. Aşağıdaki hadis rivayetlerinde hem kıyametin elli bin senelik olduğu, hem de müminler için çok kısa olduğu hususu söz konusu edilmiştir: - Müslim’in Ebû Hüreyre'den naklettiğine göre, Resûlüllah (asm) şöyle buyurdu: “Altınla gümüşün haklarını vermeyen hiçbir altın ve gümüş sahibi yoktur ki, kıyamet gününde bunlar ateşten levhalar haline getirilip de, cehennem ateşinde kızdırılarak onlarla sahibinin yanları alnı ve sırtı dağ¬lanmasın... Bu levhalar soğudukça miktarı 50.000 sene olan bir günde kullar arasında verilecek hüküm bitinceye kadar sahibine azâb için tekrar (kızdırılarak) iade olunacaklardır. Nihayet kendisine ya cennete yahut cehenneme doğru giden yol gösterilecektir.”(Müslim, zekat,24) Bu hadis uzun bir hadistir ve orada, kıyamet günü için “50 000 senelik” ifadesi üç defa tekrar edilir. Buharı şarihlerinden el-Aynî de elli bin senelik günün, kıyamet günü olduğunu belirtmiştir(bk. el-Aynî,4/50). - Ebu Hureyre’den nakl edilen diğer bir rivayete göre Hz. Peygamber (asm); “Sahi onlar, o en mühim günde, yani bütün insanların Rabbülâlemin’in divanında duracakları günde, diriltilip toplanacaklarını düşünmezler mi?”(Muttaffifîn, 83/4-6) mealindeki ayeti açıklarken, şöyle buyurmuştur: “İnsanların Rabbülâlemin’in divanında duracakları gün, elli bin senelik bir zaman diliminin yarım gününü oluşturur. Ancak mümin kimseler için, güneşin zeval vaktinden battığı zaman arası bir miktar kadar kolay olur”(bk. İbn Hacer, 11/394). - Bediüzzaman hazretlerinin –söz konusu hadisler doğrultusunda yaptığı açıklamadaki görüşünü şu ifadesinden öğrenebiliyoruz: “... O seyahat ise kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takva kuvvetine göre, o uzun yolu mütefavit derecede kat'ederler. Bir kısım ehl-i takva, berk(şimşek) gibi bin senelik yolu, bir günde keser. Bir kısmı da, hayal gibi ellibin senelik bir mesafeyi bir günde kat'eder. Kur'an-ı Azîmüşşan, şu hakikate iki âyetiyle işaret eder”(Sözler/4. söz). - Kıyamet günün elli bin senelik olması ile, Allah’ın hesabı çabuk gören olması arasında bir çelişki yoktur. Çünkü, Allah’ın hesabı çabuk görmesi demek, onun her şeyi ilim ve kudretiyle kuşattığı, milyarlarca insanın amellerinden habersiz olmadığı gibi hesaplarını görmekten de âciz olmadığı manasına gelir. Bakara, 200-201. ayetlerinde yalnız dünyayı isteyenler ile hem dünya hem de ahireti isteyen kimselerden sözedilmiş ve ardından da Allah’ın hesabı çabuk gören olduğuna vurgu yapılmıştır.(bk. Taberî, Bakara 202. ayetin tefsiri). Hesabın uzun bir zamana yayılması ise, yukarıdaki hadiste de ifade edildiği üzere, hakkeden insanların cezalarıyla ilgilidir. 11 Peygamberimiz Hz. Muhammed’in rüyasında Yesrip, Hecer ve Şam´dan birisine gideceğini gördüğü doğru mudur? Hecer’in Konya olduğuna dair bir rivayet var mıdır? Peygamberimiz öyle bir rüya görmüştür. Ancak bunun Konya ile ilişkisine dair kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlayamadık. Rüyanın aslı ve tebiri şöyledir: Hz. Peygamber (asm), bir gün bir rüya görür ve ashabına anlatır : "Ben rüyada Mekke'den hurmalıkları bol olan bir memlekete hicret ettiğimi gördüm; Yemame ya da Hecer olduğunu düşünmüştüm, meğer Medine/ Yesrib imiş." (Buharî, Menakıbu’l-Ensar, 45) Daha sonra detaylı bir şekilde Yesrib/Medine'nin şeklini görmüş ve açık bir surette: "Sizin hicret yeriniz Medine'dir" diyerek gördüğü rüyayı anlatmıştı. Bunun üzerine Müslümanlar, Medine'ye hicret etmeye başlamışlardı(Zerkavî, Feth'ül-Mübdî, III / 107-108) Beyhakî’nin yaptığı rivayete göre, Efendimiz gördüğü rüyasını tabir ederken, "Hicret yeriniz bana gösterildi. Hecer ile Yesrib/Medine’den biri olacak" demiştir(İbn Hacer, Feth'ül – Bâri, VII/ 237) 12 “Çatlak kabı kullanmak mekruhtur çatlak yer şeytanın yattığı yerdir.” Anlamına gelen bir hadis var mıdır? Sorudaki şekliyle herhangi bir ifadeye rastlayamadık. Buharî ve Muslim’in Ebû Saîd el-Hudrî'den rivayet ettiğine göre, RasûIullah(a.s.m); “Bir maşrabayı ihtinas ederek(deriden yapılmış tulum ve kırbaların ağızlarını kırıp veya dışa kıvırıp) onlardan ağızla su içmekten nehyetmiştir”(Buharî, Eşribe, 22; Muslim, Eşribe, 111). Alimler, bunun tenzihen mekruh olduğunu söylemişlerdir. Sebebi de, kişinin farkına varmadan bazı kırıntıları yutması, kabın ağzının iyice yıkanmasına engel teşkil etmesi, içenin dudaklarının parçalanması gibi hususlardır(bk. Nevevî, suyutî, Fuad Abdualbkî, Müslim şerhi/ilgili hadisin şerhi) 13 Buhari’de Hz. Muhammed´in Türkler aleyhine sözleri olduğunu ileri sürerek onun Türk düşmanı olduğunu iddia edenlere ne dersiniz? Buharî’de, ileride Türklerle yapılacak savaştan söz edilmesi, her şeyden önce Hz. Peygamberin (asm) gelecekten haber verme açısından bir mucizesi ve peygamberliğinin hak olduğunun açık bir belgesidir. Nitekim Buharî “Türklerle savaşmak” manasına gelen “kitalu’t-Türk” başlığını kullandığı gibi, diğer bir yerde aynı konunun işlendiği bölüm için “Peygamberin nübüvvetinin alametleri” mealinde bir başlık kullanmıştır.(bk. Buharî, Menakıb, 25). Hz Peygamber, Arap, Habeş, Fars, Rum ve benzeri topluluklarla da Müslümanların ileride savaşacaklarını haber vermiştir. Kendi milleti olan Araplarla yıllarca fiilen savaşmak zorunda kalmıştır. Bunlardan yola çıkarak Hz. Peygamberin söz konusu milletlere özellikle düşman olduğunu söylemek mümkün mü? Hz. Peygamber bu gaybî haberleri verirken, yanında Bila-i habeşî, Selman’ı farisi, Suheyb-i rumî vardı ve onlara pek çok değer veriyordu. Peygamberimizin bir ırk, bir millet olarak Türklere düşman olduğunu seslendirenler imandan nasibini almamış kimselerdir. Çünkü, Kur’an ve hadislerde ırk üstünlüğü, ırk ayırımı yapmanın yanlış olduğuna dair pek çok ifadeler vardır. Hz. Peygamber Allah'ı inkar eden Araplara, Türklere, Kürtlere ve sair milletlere düşman olduğu gibi, bu milletlerin mümin olanlarını kardeş olarak kabul ettiği Kur’an’ın “Müminler ancak kardeştir”(Hucurat, 49/10) mealindeki ifadesi çok açıktır. Bu konuda İslam’ın ön gördüğü kriter şudur: Allah’ın sevdiği insanları Hz. peygamber de diğer müminler de sevmek zorundadır. Allah’ın sevmediği, düşman olduğu kimseleri sevmemek, onlara düşman olmak Hz. Peygamberin de diğer müminlerin de zorunlu görevleridir. Hz. Peygamberin en yakın akrabası olan amcası Ebu Leheb’i Tebbet suresinde Allah tarafından cehennemlik bir melun olarak ilan edilmesinden sonra, Hz. peygamberin onu sevmesine imkân var mı? Bedir savaşında yetmiş kafir Arapları öldüren Hz. Peygamberin bu cihadına bakarak, onun Arap düşmanı olduğunu söyleyen kimseyi tımarhaneye götürmek gerekmez mi? Allah için sevmek, Allah için buğzetmek İslam’ın önemli iki prensibidir. Allah’ın sevdiğini sevmemek, onun sevmediğini sevmek imanla bağdaşmaz. Hz. Peygamberin Türklere düşman olduğunu seslendirenler, Allah’ın ve resulullah’ın sevdiği Türkleri sevmezler, ama Allah’ın ve resulullah’ın sevmediği Türkleri candan severler. Çünkü onlar mülhit ve zındıktırlar. “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki, Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allahı severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorludurlar. Allah yolunda mücahede eder ve bu hususta dil uzatan hiçbir kimsenin ayıplamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın öyle bir lütfudur ki dilediğine verir. Allah vâsi ve alîmdir/ihsanı boldur, her şeyi hakkıyla bilir”(Maide, 5/54) mealindeki ayetin bir masadakı Türkler olduğunu ve bu ayetin onlara 14 da işaret ettiğini unutmamak gerekir. (bk. Elmalılı, ilgili ayetin tefsiri; Nursi, Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup) Bediüzzaman şöyle der: “İşte ey ehl-i Kur'an olan şu vatanın evlâdları! Altıyüz sene değil, belki Abbasîler zamanından beri bin senedir Kur'an-ı Hakîm'in bayraktarı olarak, bütün cihana karşı meydan okuyup, Kur'anı ilân etmişsiniz. Milliyetinizi, Kur'ana ve İslâmiyete kal'a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müdhiş tehacümatı def'ettiniz, tâ …(Maide, 5/54.) âyetine güzel bir mâsadak oldunuz. Şimdi Avrupa'nın ve firenk-meşreb münafıkların desiselerine uyup, şu âyetin evvelindeki hitaba mâsadak olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız! Cây-ı dikkat bir hal: Türk milleti anasır-ı İslâmiye içinde en kesretli olduğu halde, dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslümandır. Sair unsurlar gibi, müslim ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir. Nerede Türk taifesi varsa, Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi). Halbuki küçük unsurlarda dahi, hem müslim ve hem de gayr-ı müslim var. Ey Türk kardeş! Bilhâssa sen dikkat et! Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş. Ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın! Bütün senin mazideki mefahirin, İslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefahir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o mefahiri kalbinden silme!”(Mektubat / 26. Mektup / 3. mebhas). Türkler tarafından gerçekleştirilen İstanbul fethi Hz. Peygamber (asm) tarafından müjdelenmiştir: “Kostantiniye/ İstanbul, mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan ve onu fetheden asker ne güzel askerdir.”(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/335; Hâkim, Müstedrek, 4/422) Hz. Peygamberin böyle övgü dolu bir üslupla müjdelediği İstanbul fethinin baş komutanı Fatihi ve diğer ordu fatihlerini, mümin Türk askerini sevmemesi mümkün mü? Fakat, kafatasçı türkçülük perdesi altında Türkleri dinden uzaklaştırmaya yeltenen bazı dinsizler, bunları bildiği halde göz ardı ediyorlar; İslam öncesi kâfir Türkleri de İslam kahramanı müslüman Türklerle aynı tutmadığı için Hz. Peygambere iftira ediyorlar. Ne mutlu Allah’a kul, Hz. Muhammed’e ümmet olanlara.. Dinini dünyaya satanlara yazıklar olsun... İlave bilgi için tıklayınız: Peygamber Efendimiz'in (s.a.) Türklerle savaşmakla ilgili hadisinin açıklaması nedir? Maide Suresi 54. ayet: "Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler..." Bu ayeti açıklar mısınız? 15 Hristiyanlar ve Yahudiler sünnet olur mu? Yahudilikle Musevilik aynı mı? Yahudiler Müslümanlara yakın mıdır? 1. Hristiyanlar sünnet olmazlar. Yahudiler sünnet olurlar. 2. Yahudilik ile Musevilik aynıdır. Bu gün, bu iki kavram da Hz. Musa’ya inen Tevrat’a bağlı olarak şekillenen bir dinin adıdır. Bununla beraber, kelimelerin etimolojik yapıları arasında şöyle bir nüans vardır: Yahudiler, Hz. Yakubu’n soyundan gelen bir kavimdir. Hz. Yakub’un bir diğer ismi İsrail olduğundan Yahudilere İsrailoğulları denildiği gibi, onun 12 oğlundan birinin, hatta en büyğünün ismi olan Yahuda’dan dolayı da Yahudi ismini almışlardır. Bu açıdan Yahudi sözcüğü Mesevî sözcüğünden daha geniş kapsamlıdır. 3. Yahudiler müslümanlara yakın değildir. Bu konuda; “Resulüm! Sen, iman edenlere, düşmanlık besleme bakımından onların en şiddetlilerinin Yahudiler ile müşrikler olduğunu görürsün. Müminlere sevgi bakımından en çok yakınlık duyanların ise “Biz Nasâra’yız (Hıristiyan’ız)” diyenler olduğunu görürsün. Bunun sebebi, onlar arasında bilgin keşişlerin ve dünyayı terk etmiş rahiplerin bulunması ve onların kibirlenmemeleridir” (Maide, 5/82) mealindeki ayetin ifadesi açıktır. Tabii ki bu ifadeden, her zaman bütün Yahudilerin aynı şekilde Müslümanlara karşı düşmanlık beslediklerini anlamayabiliriz. Ancak, ilahî hükümler genel kapsamlı olup istisnalar kaideyi bozmaz.. 16 İbnu Deyba hakkında bilgi verir misiniz? Ebû Abdillâh (Ebü'l-Ferec, Ebû Muhammed) Vecîhüddîn Abdurrahmân b. Alî eş-Şeybânî eşŞâfiî ez-Zebîdî el-Abderî (ö. 944/1537) Tarihçi, hadîs âlimi, fakih ve şair. Buğyetü'l-müstefîd adlı eserinde kendisi hakkında verdiği bilgilerden öğrenildiğine göre Yemen'in Zebîd şehrinde doğdu. Çocukluğunu, anne tarafından dedesi allâme Şerefeddin Ebü'l-Ma'rûf İsmail b. Muhammed b. Mübâriz eş-Şâfiî'nin yanında geçirdi İbnü'd-Deyba', dayısı Zebîd Kadısı Cemâleddin Ebü'n-Necâ Muhammed et-Tayyib b. İsmail b. Mübâriz'den kıraat, Arapça, matematik, ferâiz ve fıkıh dersleri almış bunun yanında devrin meşhur hocalarından da ders almıştır. İbnü'd-Deyba', Zebîd ve Yemen tarihi konusunda kitap yazan tarihçilerin en önemlilerindendir ve onun Memlükler'le Osmanlıların Yemen'e girişlerine bizzat şahit olması önemini arttırmaktadır. Eserleri, özellikle bölgenin 900-923 (1495-1517) yıllarını içeren dönemi için birinci elden kaynaktır ve mahallî tarih yazıcılığının güzel örneklerinin başında gelir. Bu eserler, o yıllarda Aşağı Yemen'deki Şâfii merkezlerinin başlıcalarından olan Zebîd şehrinin, Resûlîler'in ve Yemen Tâhirîleri'nin tarihleri hakkında kaleme alınmış en önemli kaynaklardan sayılmaktadır. Bazı eserleri: 1. Buğyetü'l-müstefîd fî ahbâri medîneti Zebîd. 6 Safer 906'da (1 Eylül 1500) tamamlanan ve bir mukaddime ile on babdan meydana gelen kitap, başlangıçtan 900 (1495) yılına kadar Zebîd şehrinin coğrafî durumu, kurucusu ve kronolojik düzenle siyasî tarihi hakkında bilgi vermekte ve müellifin kendi biyografisiyle son bulmaktadır. 2. el-Fazlü'l-mezîd alâ Buğyeti'l-müsteîîd fî ahbâri (medîneti) Zebîd. 923 (1517) yılına, yani son Tâhiri sultanının ölümü ve Memlükler'in Yemen'e girişine kadar meydana gelen olayları anlatan kitap Buğyetü'l-müstefîd'e zeyil olarak yazılmıştır. 3. el-'İkdü'I-bâhir fî târihi devleti Benî Tâhir. Buğyetü'l-müstefîd'ir ihtisarı olup Sultan elMelikü"z-Zâfir'in isteği üzerine kaleme alınmıştır. (Kaynak ve geniş bilgi için bkz. TDV İslam Ansiklopedisi, İbn Deyba Md) 17