ALIŞILMADIK ÖYKÜLER Yıllarca büyüklerimizden dinlediğimiz öykülerde hep iyi bir son bizi bekler. Öyküler hep aynı örgüyü takip eder. İyiler her zaman kazanır, kötüler de her zaman kaybeder. Şimdi dinlediğimizde veya okuduğumuzda bunlar çok basit geliyor. Öykü dediğimiz zaman bu kadar dar düşünmemek gerekir. Bir öykü de iyi veya kötü olup olmadığı belli olmayan bir karakter… Sadece başından geçenleri anlatıyor. Sonunda ne olacağını kestiremiyorsunuz. Öykünün başlığı da bir o kadar ilginç, o yüzden daha da okuma isteği uyandırıyor. Michel Tournier’in Çalı horozu adlı öykü kitabıyla, benim gibi öyküyü sıkıcı bulan birinin bile öyküyü sevebileceğini göstermiştir. “Robinson Crusoe’nun sonu”… Kesinlikle okuduğum en iyi öykülerden biriydi. Öykünün kitabın başında yer alması, ileride birçok güzel öyküyle karşılaşacağımız habercisi olmuştur. Yazdığı bu öyküyle, diğer yazarlardan daha farklı bir bakış açısının olduğunu gösteriyor. Öyküyü okuduğumda kendimi gerçekten anlatan kişinin yerine koyabildim. Öykü Robinson Crusoe adlı eseri farklı bir şekilde yorumluyor. Öyküyü okuduğumda böyle yorumlamanın eserin kendisine hakaret olduğunu düşünmüştüm. Ama günümüzde nereye bakarsak bakalım her şeyin birbirini tekrar ettiğini görüyoruz. Bu nedenle alışıla gelmedik bir sonun daha eğlenceli olabileceğini düşünmüştüm. Öykü bir nevi bencillikten bahsediyor. Nedense bana da çok uzak olmayan bir tema. İnsanlar kaybettiklerini geri alabilmek için her şeyi göze alabilirken, kendilerine ne yaptıklarını unutuyorlar. Öyküde Robinson kurtulduğu adaya geri dönmek isterken zamanın ona neler yaşattığından habersiz bir şekilde yaşamaya ve isteklerinin peşinden koşmaya devam ediyordu. Bu öyküyü okuyan her birey, kendinden bir parçayı öyküde görecektir. Her insan, isteklerinin peşinden koşarken kendinden ödün vermiştir. Kendime baktığımda buna benzer birçok örnek görüyorum. Özellikle çocukluğumda bir oyuncak için kendimi ne hallere sokardım. Çevremdekiler beni tanıyamazdı. Öyküde ise biraz daha farklı bir durum var. Ada sanki bir kişiymiş gibi ele alınmış. Gemide bir kişi Robinson’a aslında adayı bulduğunu ama tanıyamadığını söylüyor. Belki de öykünün en güzel bölümü burasıydı. Ayrıca adanın da kendisini yaşlandığından tanıyamadığını söylüyor. Aynaya bile bakamayan Robinson üzüntüsünden yıkılıyor. Öykünün gerçekten ilginç bir sonu var. Her zaman kurtulmayı hedefleyen iyi kalpli ana karakter, kitabın sonunda kendi kendini bitiriyor. “Âdem Ailesi” adlı öykü, yazarın ilgimi çeken diğer bir eseri. Okunması ve anlaması biraz zor olmasıyla beraber, biraz da sıkıcı olduğunu söyleyebilirim. Ama ilgimi çeken şey ise sanki yazılan ilk öyküymüş gibi gelmesiydi. Başında çok anlaşılmasa da ortalarına doğru sonunun nasıl olacağı belli olan bir öyküydü. Yehova’nın en sonunda sefil bir duruma düşüp Kabil’in yanına geleceği, Habil ve oğullarını takip etmesinden belliydi. Bir insanın kendisiyle alakalı bir şey bulabileceği bir öyküye çok benzemiyor. Kendini özgürce ifade eden ve bir insan gibi davranan birinin yaptıklarından bahsediliyor. Öykünün bende düşündürdüğü bir diğer şey ise kadın ve erkek ayrımıydı. Etkileyici bir şekilde cinsiyet kavramının iyi aktarıldığını düşünüyorum. Kadının genelde yaşadığı yere bağlı olmasını ve erkeğin sürekli gezip tozma istediğini sanki bir yaratılış kuralıymış gibi aktarmış yazar. İlk okuduğumda yazarın ayrımcılık yaptığını düşünsem de, objektif bir bakış açısıyla ayrımcılığın o kadar da fazla olmadığına kanaat getirebildim. Ama genel hatlarına baktığımızda gerçekten nostajik ve farklı bir şekilde yorumlanmış bir öyküydü benim için. Michel Tournier… Düşünceleriyle ve yazdıklarıyla belki de bütün okurlarını büyüleme yeteneğine sahip bir kişi. Öyküleri kesinlikle es geçilemeyecek türde olan yazar Çalı horozu adlı öykü kitabıyla bunu bir kez daha kanıtlamıştır. Her ne kadar öyküleri sıradan bulsam da, sanki felsefi bir romanmış gibi yazması, kısacık parçalara geniş fikirler sığdırması ile Çalı horozu, kesinlikle okunması gereken bir öykü kitabı olduğu kanıtlamıştır. ARDA SÜMER 21402222