Basitçe Kader Varlık, kader, tesadüf, kaza, iyilik veya kötülük gibi kavramlar yüzyıllarca insanoğlunun aklını en çok meşgul ve rahatsız eden şeyler olmuştur. Bizler de, doğal olarak, çocukluğumuzdan beri bu kavramları anlamaya çalışmış ve sorgulamışızdır. Her insanoğlu gibi ben de kendimi bildim bileli merak içindeydim. Neden varız ya da nasıl dünyaya geldik gibi soruları soran merak içinde bir çocuk olan ben annemden bu sorulara cevap vermesini bekliyordum. Ben anne olsam cevap veremezdim, zaten annem de verememişti. Elbette o sorular sadece o anlık sorulan sorular değildi. Bu bir sorgulama süreciydi ve varlık kavramı da o sürecin başlama noktasıydı. Şu an yirmi yaşındayım ve biyolojik olarak bilimin cevap verebildiği dünyaya nasıl geldik sorusunun cevabını biliyorum ama felsefi olarak neden dünyaya geldik sorusuna hâlâ cevap veremiyorum. Zaten cevap verebilsem sorunun felsefi boyutu kalmazdı. Beş yaşımdayken sorguladığım şeyi yirmi yaşında da sorguluyorum ve sorgulamaya devam edeceğim. Zaten felsefe yolda olmak değil miydi? İşte bu yolda, bir sorgulama durağında, ağırlıklı olarak kader ve tesadüf kavramlarının üstünde duruyoruz. Bu durağın adı bir felsefe kitabının adı ya da bir filozofun derlediği notların adı değil, basit bir animasyon filmi Kung Fu Panda. Kung Fu Panda çocuklar için yapılmış bir animasyon filmi. Aslında iki satır yukarıda basit bir animasyon diyerek filme haksızlık yapmış sayılırım ama demek istediğim şey mananın basitliği değildi. Bahsettiğim basitlik, insanların hayatı boyunca sorguladıkları kavramların fabl diyebileceğimiz bir bağlamda çocukça anlatılmasıydı. Ben bu filmi izlediğimde küçük bir çocuk değildim ama çocukken anneme sorduğum soruların cevabını bu filmle az çok alabilirdim. İşte bahsettiğim basitlik budur. Küçük bir çocuğa kaderi anlatmak için bir kaplumbağayı konuşturmadaki basitlik, sadelikleriyle övünen büyük yazarları kıskandıracak niteliktir. Filmi bir su birikintisi olarak düşünürsek, bu suya tamamen girmeden suyun ne kadar derin olduğunu bilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Film fiziksel olarak çok yeterli olmayan bir pandanın “tesadüfen” beklenen tehlikeye karşı koyacak “ejderha savaşçı” seçilmesini anlatıyor. Daha önce hiçbir Kung Fu eğitimi olmayan bu pandanın ustası bir fare, bu usta farenin de ustası, bilgelerin bilgesi bir kaplumbağa. Usta fare, pandanın tesadüfen seçildiğini düşünse de bilge kaplumbağa evrende hiçbir şeyin tesadüf olmadığını düşünüyor. Bilge kaplumbağaya göre ejderha savaşçı olmak pandanın kaderi. Usta kaplumbağa eğer onun kaderi bu olmasaydı onun zaten ejderha savaşçı olmayacağını düşünüyor. İnsanların yüzyıllardır aklını kurcalayan kader, bir animasyon filmi izlerken bile benim zihnimi yine rahat bırakmamıştı. Acaba insan zihninin ve aklının bir olayı iyi veya kötü olarak değerlendirebilecek kadar yeterli olup olmadığını düşünmüştüm. Yani yaşadığımız olaylara iyi ya da kötü mü demeliyiz yoksa bu olay yaşanması gerektiği için yaşanmıştır, iyi ya da kötü yoktur, olmuşluk ve olmamışlık vardır mı demeliyiz? Kader dediğimiz olay da aslında bu oluyor, inanmayla başlıyor kader. Eğer sebep sonuç ilişkisi arıyorsak ve olması gerektiğini düşünüyorsak bu, ona inandığımızın göstergesidir. Biraz da sevmeye benzetiyorum ben. “Mesela insan annesini neden sever ki?” der demez bile, ”Öyle şey mi olur, anne tabiki sevilir!” diye cevap alırız. Bu durum da biraz ona benzer, insan sebepsiz sever tıpkı kaderi gibi. Sevmek için bir sebep sonuç aramaya gerek yoktur, her ne kadar bilimin her konuda yol gösterici olduğunu düşünsem de o hormon tatavasına girmeyeceğim. Konumuz kaderken şu soru da insanın aklına gelir o zaman: “”Peki neden o hormonlar çalışıyor?”. Bu işin içinden çıkamayacağımı bildiğim gibi düşündüğüm şeyler de bunlar. Kader konusuna elbette ben âcizane fikirlerimle net cevap bulamayacağım ve sorgulamaya devam edeceğim. Bu “basit” animasyon filmi benim için kader kavramını düşündürücü oldu ve umarım başka “basit” kitap ve filmlerle düşünmeye devam ederim. Musab Erayman 21401025 Türkçe102-56