1l-G. l L/L HZ. MUHAMMED. VE EVRENSEL MESAJI SEMP02YUMU' 20-'22 NİSAN 2007 )'ayına Hazırlayari Doç. Dr. Mahfuz Söylemez ·ruı' ·ı~e t11Vatıet vmm hılüm AN\~mm!\lim Maı·k@:ııi Küt!.i!'lhi!Mfll Tas. No: 2-C)J. . 5 2_ \,..-\ A :t_ . 'tl\ · İslami İlimler Dergisi Yayınlan Aralık 2007 . İsliimi İlimler Dergisi Yayınlan: 2 İslfuni İlimler Dergisi Yayınlan Dizgi Kapak: İslfuni İlimler Dergisi Baskı, kapak baskı, cilt: Özkan Matbaacılık Birinci Basım: Aralık 2007 ISBN: 978-975-98073-3-7 İsliimi illm.ıer Dergisi Yayınlan Yeniyol Mahallesi l.Gazi Sok. No:9/2 ÇORUM Web: islamillimlerdergisi.com Tif: o 364 224 81 18 ' e-posta: islami_ilimlerdergisi®yahoo.com Her yazının dil ve bilimsel sorumluluğu yazarına aittir. KUR'AN'A GÖRE HZ. MUHAMMED Hayreddin KARAMAN' Çok değerli ilim adamlan, muhterem İskilipli ve İskilip'e başka yerlerden olan din kardeşlertml Hepinize Allah'ın rahmetini, muhabbetini ve selamım dileyerek sözlerime baŞlamak istiyorum. . gelmiş Bu güzel şclıre gelirken arkadaşlara anlattun. İskilip'e 1950 yılından önce O zaman devri cahiliyetimdi, bu taraklarda bezi.m yoktu, güreş meraklısıydım. İbrahim Karabacak diye de bir yağlı güreş başpehlivanı vardı, ona . haY"randım. İskilip'te bir yağlı güreş müsabakası vardı. Ben ilk gençlik yaşın­ dayım. Onunla beraber buraya geldik. İskilip'iiı meydan gibi bir yerinde o gün güreş oldu. Sonra köfteyle falan karnırmzı doyurduk ve Çorum'a döndük. gelmiştim. İskilip'i ben çok severim; bunun sebeplerini siz de biliyorsunuz. Bu topraktan Allah Teala Hazretleri çok güzel kullar yetiştirmiş. İşte bunlardan bir tanesinin türbesini ziyaret ettik, kendisine Fatiha okuduk. Osmanlı Devletinin yetiştirdiği en büyük alimlerden birisi ve Osmarılınıl:ı. en kudretli padişahlarına şeyhülislanılık yapmış olan Ebu's-Suud Efendi'nin babası olan zat buraaa ve daha başka birçaldan var. Oradan hemen yalan zamanlara atlarsak, işte İskilipli Atıf Hoca gibi bir zat da manevi bakımdan münbit olan bu topraklarda yetişmiş. Bunun için bu şehre bir muhabbetim var. Aynca bana bundan on beş yirmi sene evvel c;Iemişlerdi ki; İskilip'te Ezan-ı Muhammedi okunduğunda esnaf dükkanım kilitlerneden camiye gider, nama- , zım kılar sonra gelir işine devam eder. Buna da çok sevinmiştim ve bunu muhtelif yerlerde anlatıyordum. Bu yıl bir İskilipli arkadaşla konuştum hem de nerede, Mekke de. O dedi ki şimdi kapılan biraz kapatmak gerekiyor, buna da üzüldüm. Ama yine de biraz dediğine göre durumumuz iyi sayılır; şimdi Amerika'da her evde 3 kilit vanmş, İstanbul'da iki kilit vuruluyor, Çorum'da bir ... BUrada az kapatmak gerekiyonnuş, bu da gene hamd edilecek, şükre­ dilecek bir mazhartyet olsa gerek. Şimdi gelelim konumuza: Benden evvel konuşan değerli arkadaşlardan sonuncusu -ki, onu tam olarale dinleme fırsatı buldum- metotlu, düzgün, güzel, planlı programlı bir konuşma yaptı ve başta hangi konuyu seçtiğini, sonra niçin bu konuyu. seçtiğini söyledi. Ben de onun izinden gideyim~ Ben bir konu seçtim sizler için." Kuran-ı Kerim peygambertınizi nasıl tanıtıyor bize veya biz peygambertınizi en iyi nereden öğrenebilirtz? Ben düşünüyorum ve iki kaynak görüyorum bunun için; Prof. Dr. Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajl Sempozywnu 14 bir tanesi onu yaratan, eğiten, terbiye eden, te'dib eden Allah. Allah Teala'mn Allah Teala'mn yetiştirdiğ;i, Allah Teala'mn peygamber olarale gönderdiğ;i bir zatı en iyi kim bilir? Allah bilir. Peki, biz Allah'tan peygamberinlizi ögrenmek istersek, bunun bir tane kaynağı var o da nedir? Kuran-ı Kerim. O halde b:iz Kuran-ı Kerim' e soralım Peygamber Muhanımed Mustafa (sav), nasıl bir varlılc, nasıl bir insandır. yarattığı, Tabi- ikinci kaynak da sirettir. Efendiİrıizi anlaİ:namn iki kaynağı vardır; bir tanesi Kuran-ı Kerim, bir tanesi de sirettir. Siret de Peygamberimiz (sav)'i anlatan kitaplardır. Ben dört gün süren bu sempozyuma katılan ve konuşan· ilim adamlarının listesine baktım, mevzulara baktım, gerçekten Allah'a şük. rettim. Burada, artık sayıları çağalmış bulunan ehliyetli ilim adamlan sirete müracaatla, tabi ki Kuran'a da müracaatla, Aleyhissalatu vesselam Efendimizi bu dört gün içinde anlattılar. "Artık sayıları çağalmış bulunan" derken aynı zamanda bir sevincimi de dile getirmiş oluyorum. Bunu tasavvur edebilmek, beninıle aynı duyguyu paylaşabilmek için insan 1950'den epey önce doğmuş olacak ve 50'den önceki Türkiye'yi bilecek; yani sadece kitaplardan okuyarak değil, yaşayarak bilecek, o gürıleri yaşayan, sonra da bugürıle­ ri yaşayan beni anlar. Benim heyecanımı, benim neden bu olayı bu kadar şayan-ı şükür olari=lk kabul ettiğimi o insanlar daha iyi anlarlar. 1950'de ben bu ulüm-u İslaı;ı:ıiye'yi elde etmeye, yani okuyup hoca olmaya İıiyet ettim ve bir hoca efendiye müracaat ettim. Arapça öğrenerek işe başlamak gerekiyor; O da dedi ki; bir emsilekitabı bul gel. Çorum'da vaktiyle 3-4 tane medrese varmış. Cumhuriyetten sonra kapatılmış. Oradan birçok alim yetişmiş, orıla­ nn bir kısmına bendeniq: çocukluğumda yetiştim. Kürt Hacı Mustafa Efendi burılardan biridir. Elbette burıların kitapları ve kütüphaneleri de vardı. Üç gün Çorufiı'da emsile kitabı aradım. Emsile deyince adama, Kaf Dağı'nın arkasındaki zümrüd-ü anka kuşunu sormuşsun gibi balnyor yüzüne. Ve bana şöyle şeyler söylediler; "vallaha bizim, evet dedemin ya da babanıın kitapları var idi ama korkudan yaktık, korkudan gömdük". Bir kaç tanesi; ''valla bir sandığın dibiride biraz bir şeyler var bir bak bakalım". Orda böyle bir şey varsa diye balayorsun, orada tam kitap nadir; yani sayfaları, bazı fonnaları var. Bir tane kitap buldum o da Izhar'ın Adalı Şerhi. Talilc harflerle yazılmış ki, ben ancak yıllarca sonra okuyabildim o yazıyı. Onu aldım, sevine sevine götürdüm, hocam bir kitap buldum balnn, diye. O da balctı, dedi ki; ''Daha ona çok var". Balnn kitap konusu bu. Gelelim. Hoca konusuna. Ben Arapça okuyacağım bir hoca arıyorum Çorum'da. Dediler ki "Sana burada Arapça okutacak bir tane hoca var, o da Server Efendi". Server Efendi 1937'd~ Rusya'da.ıı. kaçıp gelmiş bir alim. Muhtemelen Server Efendi'nin hocası. Benim anaının d ed esi olan Rüşdü Efendi de Ahıskalı. Ahıska' dıl? gelip Türkiye de okuyup icazet alıp gitmişler,orada müderris olmuşlar, benim Türkiyem böyle imiş ,ben be_nim Türkiye'min bir şehrinde bana Arapça okutacak hoca bulamıyorum . •...,.,-.:_,;!; . • ,...,__..,..,.__ _ _ - Kur'an'a Göre Hz. Muhammed 15 Burayı uzatrnayalıın, çünkü Kuran'da Peygamberimizi anlatacağız, asıl mevzu bu. Ama doğrusu bir heyecanımı da sizinle paylaşmak istedim. Bugünkü durum sebebiyle Allah'a.olan bir şükrümü de sizlerle paylaşmak istedim. Şimdi konuya süratle geleyim arbk. Özetle öyle bir yerden bugün böyle bir yere geldik. Peygamberimiz'i anmak, onu çeşitli yönlerden insanırmza tanıt­ mak istiyoruz. Bursa'dan ve daha başka bir iki yerden gelen arkadaşlarunız var, ama bütün Türkiye'den değil. demek ki, belli bir bölgeden 50 60 tane ilim adamı bulabiliyoruz. Bunlar gelebiliyor, bize İslam'ı ve Efendimizi anlatıyorlar. Buna şükretmek lazım, bunun kıymetini bilmek lazım. Bu kapı bir daha açıl­ mıştır, ümitler kestidikten sonra, birçok insan ye' se düştükten sonra, Allah'ın inayeti ve lütfu, müminlerin gayretiyle. Çünkü gerçek mürnin ye'se düşmez. İşte o gerçek mürnin olup ye'se düşmeyen müminlerin gayret-i diniyyeleri sayesinde bu noktaya tekrar geldik. Bu çok muazzam bir gelişme, bununkadr-u kıymetini bilelim. Bu sizin imanınız sayesinde ·oldu aman imanımız gevşeme­ sin,. bu sizin ümidiniz sayesinde oldu aman ümidiniz gevşemesin, aman ye'se düşmeyin, ani.an dünyayı ahirete tercih etme belasına düşmeyelim, dengeleri bozmayalrm. Bizim hem dünyada mutluluğumuz hem ahirette mutluluğumuz dünyadaki nasibimizirı önemsiz olduğuna, az olduğuna ve bunun sa.dece bir araç olduğuna ilişkin bilgi ve şuurumuzu, iriancrmızı kaybetrnemeye bağlıdır. Şill:ıdi Allah Rasulünü (sav) niye Kuran'ı Kerim'e sorm.ak istiyorum ben? Akademisyenlerin çoğaldığını, bunun şükür vesilesi olması ger~ktiğini söyledim, ama bunların tamamı aynı değerde değil. Sizler dini bilgiyi çeşit­ li kaynaklardan aldığınız için bir konuda dini bilgi almak· gerekse ya kitap okuyarak ya bu araçlardan; radyo, televizyon vb. dinleyerek bilgi alıyorsu­ nuz. Bilgmin kaynağı artık zamanımızda hem tek değil. Ayrıca din konusunda konuşan insanlar üzerindeki murakabe; hem alimierin murakabesi, hem kamuoyunun murakabesi çok gevşemiş durumdadır. Onun için it izi at izine karışmıştır. Ben de akademisyenlerden biri olduğum için nasıl olsa ben kendime hitap ediyorum demektir, buradakiler alınmazlar, hallc da bunu bilsin diye söylüyorum. Artık dinimizi öğrenirken izlere dikkat e~ek, bu it izi mi, at izi mi diye sorgulamak durumundayız. Şimdi bu it izi diyebileceği­ miz bir iz var. İnşallah bu iz kapanır: öteki iz galip gelir. ya da bu iz aslın­ da diğerlerini tahrik eder, doğrunun, hakikatin, hakkın, gerçeğin daha bir güçlü. daha derin araştırmalarla. tetlciklerle ortaya kanmasına vesile olur. Dilerim böyle olur inşallah. İşte o kötü iz. Efendimiz söz konusu olduğun­ da bir benzetme ile ifade etmek istersek şunu diyor: O bir postacıdır, mesaj taŞıyıcıdır. Diyelim ki, Allah ona bir mektup vermiş, "şunu kullanma götür oku; önce sen oku, sonra onlar kendilerine ve birbirlerine okurl~" demiş. Okuduktan sonra da gel bana demiş. Yani Peygamberimizin mahiyeti, rolü, . hususiyeti bundan ibaretriıiş. Nitekim "innemfı aleylce'l- belağ" buyurulmuş: senin işin tebliğden ibarettir". O ayetin başını, sonunu okumuyorlar. Tamam, 16 Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı Sempozywnu peygamberimizin tebliğ fonksiyonu, tebliğ vazifesi var, bunu kimsenin inkar yok, ama "onun tebliğ dışında ne gibi özellikleri var" sorusuna cevap veren birçok ayeti yok sayıyorlar. "Onun işi tebliğ idi bunu da yaptı ve gitti. Bizim elimizde Kur'an var. İslam'ı öğrenmek için Kur'an'a bakarız" diyorlar. İşte bu anlayışa bağlı plarak Kur'an İslam'ı diye de bir terim ortaya çıkmış oluyor. Maalesef birçok hoca, hem gazetelerde yazdıklan yazılarda, hem televizyonlarda, radyolarda yaptıklan konuşmalarında bir İslami meseleyi ele aldıklarında şöyle deyip bitiriyorlar; "Bu Kur'an'da yok, öyleyse İslam'da da yok." Ben bunların yanlış olduğunu, bizim yolumuzu çıkınaza saptıracağını söylüyorum; sanıyorum demiyorum, buna kesin olarak inanıyorum ve bunu söylüyorum. Ve diyorum ki; Peygamberimiz'i devreden çıkardığımızda biz İslam'ı ne doğru anlayabiliriz, ne de onu doğru uygulayabiliriz. Yine dikkat ediyorum birçok insan Kur'an'ı, İslam'ı: peygamberi yeniden anlamaktan söz ediyorlar. Bu söz samimi, ·iyi niyetli de olabilir, ama onun içini açtığımızda çok probleınli bir ifade olduğunu görürüz. Bu söz, gizli olan, perde arkasında duran şöyle bir düşünce ve inanİştan da kaynaklanabilir: Hugüne kadar gelmiş geçmiş ulemanın aniayıp anlattığı Kur'an, İslam ve peygamber doğru değil,·yanlış. Niye yanlış çünkü; bizim kafamızdaki İslam'a uymuyor. Peld. senin kıljandaki İslam nereden oluştu? Yani Allah sana vahiy göndermediğine göre senin kafandaki İslam nereden çıktı? Onun kaynağı nedir? Öyle anlaşılıyor ki,' Kur'an İsl~'ı diyen,· İslam bugüne kadar doğru anlaşılınadı diyen ltişi, bugüne kadar İslam'ı, Kur'an'ı, peygamberi anlamak için uygulanmış olan yol ve yöntemin dışına çıkmıştır. Önce bu farklı yol ve yöntenlerle farklı İslam anlayışına sahip olmuş·, ondan sonra şimdiye kadar anlatılan İslam'a bakmış, bakmış, kendi anlayışına uymadığım görünce "Geliniz, önceki anlayışlan bı­ rakın, İslam'ı yeniden anlayalım" diyor. Demek ki: masum görünüşlü ifade her zaman masum olmayabilir. Bu yaklaşımın arkasında şöyle bir niyetin bulunması mümkün: Anlatılan İslam bizim işimize gelmiyor, .amacımıza.ters 'düşüyor; bu sebeple biz amacımıza uygun bir İslam tanınılayalım. ettiği Madem onlar Kur'an diyorlar, ben de Peygamberimiz'i Kur'an'a soruyorum. Bakalım Kur'an'da Peygamberimiz sadece bir posta memuru olarak· mı anlatı­ lıyor bize? ·:senin işin Kur'an'ı götürüp o günkü muhataplanna okumak, tebliğ etmek, anlatmak, yazdırmak, muhafaza edin demekten ibarettir; başka.bir işin ve özelliğin yoktur" mu demiş? Yoksa O bir beşer, birçok bakımdan bizim gibi bir insan ama kendisine, bizden farklı, bizde olmayan, bizde bulunmayan birtakım özellilder verilmiş mi? Allah Teala ona, bu özellildere bağlı olarak birtakım vazifeler vermiş mi? İşte hem bu özellilder, hem de vazifeler açısından, şurada oturduğum yerde aldıma gelen ayetleri yazdım. Çok yoğun ve yorgun olduğum için oturup çalışarak bir tebliğ hazırlayamadım; zaten benden istenen de bir değerlendirme konuşması idi. Not kağıdıma yazdığım ·ı o ayet üzerinden yürüyerek_ Kur'an'a göre: Kur'an'a Göre Hz. Muhammed 17 "Efendimizin; ı- Tebliğden başka vazifesi var mı? 2- Bir beşer ama her sorulanna cevap beşerde alalım olmayan özellikleri var mı?" diyorum. ı. "İnnaUahe ve melailcetehü yusallüne ale'n-nebiyy Ya eyyuheUezine amenu sallu aleyh ve seUimu teslima ... (AJ::ızab: 33/56)" Ben soruyorum, Efendimiz'den başka böyle bir ayete mazhar olmuş, AIIap ve melekleri salatta bulunduğu gibi bizim de kendisine salatta bulunmamız emredilıniş bir beşer tanıyor musunuz? "Allah ve melekler Peygamber'e salat ederler". Ne demek bu, onu arz etmeye çalışacağım. İnncillahe ve melailcetehu: Öyle bir Peygamber ki, miina ve mahiyeti neyse Allah onunla ona salat ediyor. Biz Türkçe'de ona Salavat okumak diyoruz. Bu manaya göre Allah ona salavat okuyor. Bu, bildiğimiz okuma değil ama biz de öyle alıştı@mız için bu şekilde tercüme ediyoruz. "Allah Peygamber'e salavat okuyor, melekler salavat okuyor. Öyleyse ey müminler sizde ona salavat okuyun ve ona selam verin" diyor. Kim diyor? Allah diyor. Ben şimdi soruyorum, var mı böyle bir beşer. bir insan biliyor musunuz lct, Allah ona salavat okuyor, melekler sı;ılavat okuyor ve bütün müminlere de Allah salavat okuyun ve selam verin diye emrediyor. Ben tanımıyorum, böyle bir insan yok. Bir tek var. Ha başka peygamb_erlere de olabilir; en sonda pey-_ gambertmiz var, onun hakkında bu ayet varid oluyor. Aynı surenin 43. ayetinde Allah'ın ve meleklerin müminlere salatından söz ediliyor, ama onun manası farklı ve bize de emir yok. Pelct ne· demek Allah'ın salat etmesi? Tefsir kitaplannda şöyle deniyor:, "Bu Allah'tan rahmettir. Yani Allah'ın salatı rahmettir, meleklerin salatı istiğfardır, müminlerin salatı duadır". Allah'ın salatı rahmettir diyorlar ama bakıyoruz rahmetle ilgili birçok ayet var Kur'an'ı Kertm'de. Bu ayette "Allah peygamberine rahmet eder" denmiyor, Allah peygamberine salat eder diyor. Bizim ne haklrunız yar ki; "bundan maksat rahmettir" diyoruz. Sonra gelelim Allah Teala bize; "Peygamber'e siz de salat edin diyor. Biz bu emri yerine getirirken "Allahu'm-merham nebiyyelce. Allahun peygamberine rahmet eyle"" deırıiyo­ ruz; "Allahumme salli ala Muhammed" diyoruz. Rahmet manasma gelseydi "Allahu'm-merham nebiyyelce" derdik. Ona rahmet et ya Rabbi... Peygamberine bunu deırıiyoruz, "Salli" diyoruz; ona salat et diyoruz. Şimdi hocalar bilirler, bu "sallf' kelimesi "namaz kıl" manasma da geliri Allah'ın peygambtrrine namaz kıldığını kimse söyleyemez; çünlcü ayette kelime bu manaya gelırıiyor. O zaman saliit kelimesinin kökenine doğru gitmek lazım. Salat kelimesinin kökeninde teveccüh de vardır. Mesela bir ateşe yüzünüzü döneı:ek ısınnıak da vardır. Bir teveccüh, bir hedefe yönelmek vardır. Ben buradan hareketle, Allah'ın Peygambertmiz'e salatım. Allah'ın Peygambertmiz'e teveccühü ve özel 18 Hz.· Muhammed ve Evrenseı Mesajı Sempozyumu tecellisi olarak anlıyorum. Şu halde, Allah Teala Hazretleri, Peygainbertne he~ an bihl inkıta, kesintisiz, dünyaya teşrif etmelerinden önce, teşrif edip, bu dünyayı şereflendirdikleri sürece ve bu dünyadan dam'I-Baka'ya intikal ettikten _sonra inkıtasız olarak teveccüh ve tecelli ediyor. Çünkü bir hadis-işerife göre de Peygamberimiz (sav) buyuruyor ki; "Bana bir kimse selam verdiğ;inde, ister Ravza'nın önünde; yani ben vefat ettikten sonra kabrtınin yanında olsun, ister Sibirya'da ya da Türkiye'de olsun, nerede olursa olsun ümmetimden bir fert "Essalamu aleyk eyyuhenbiyyi: Ey Allah'ın Peygamberi sana selam olsun" dediğ;inde, Allah bana imkan verir ve ben onun selamma mukabele ederim diyor. Şimdi o zaman bir düşünelim; yeryüzünde 1,5 milyar Müslüman yaşıyor ve bunlar 24 saat Peygamberimiz'e salat ve selam ediyorlar. Şu halde Efendimiz'İn şu anda, yani o berzah aleminde bir işi de ümmetille devamlı selam vermek oluyor. Bu da Cenab~ı Hallli'ılı ona has bir alakası, ona has teveccühü, ona has tecelisidir. Demek ki, o bir posta memuru değ;ilmiş, o böyle bir varlıkınış. 2. "Ve ma erselnalce illa rahmeten lil alemin: Seni alemlere aneale rahmet olarale gönderdik" buyurolmuş (Enbiya: 21/107), ama "ve ma erselnalee illa mübelligan lil kuran"; Seni aneale leuranı tebliğ için gönderdile mealinde bir ayet yok. Ama "Senin vazifen ancak tebliğ;dir" mealinde ayetler var ve bu ayetlerin başında, sonunda, yakınında, altında, üstünde, "tebliğ; vazifeni yerine getirdikten sorira yola gelmeyenler için kendini üzme" mealinde ifadeler var. Yani "Ey Habibim! Benim sana verdiğ;im vazife, birinci vazifen tebliğ;­ dir, bunu da yaptın. Başka vazifelerin var onları da yapıyorsun, şu halde üzülme. Çiinkü bütün insanların kendi iradeleri devreye girmeden, kendileri istemeden onları Müslüman yapmak, hidayete erdirmek, Allah kulu haline getirmek senin elinde değ;il. Ben sana öyle bir imkan ve yetki vermedim. Bunu hiç kimseye vermedim". Allah Teala böyle buyuruyor; ilgili ayetleri bir bütün halinde göz önüne aldığ;ımızda. Niye ona böyle bir yetki verilmedi; çünkü Allah insanlara irade verdi, çünkü imanın, ibadetin, kulluğ;un muteber olabilmesi için bunun hür, serbest irade ile seçilmesini/yapılmasım şart koştu. Bir insan bir başkasının icbai:ıyla, tazyikiyle, baskısıyla iman ederse o iman muteber değ;ildir. Yine bir insan bir başkq.sının baskısıyla ibadet ederse o ibadet de muteber değ;il. "Ey peygamberim, sen tebliğ; edeceksin. 'Allah var, bir, O'ndan baŞka mabut yok' diyeceksin. 'Ben de Peygamberim, Allah'ın elçisiyim, Kur'an'a bakın, bu Kur'an'ı herhangi bir insan yazabilir mi? Bir de benim devTimde, benim gibi okuma yazma da bilmeyen herhangi bir hocanın önüne oturup ders de okumamış olan bir insan bunu yazabilir mi bir düşünün" diyeceksin. Bütün bu tebliğ; faaliyetinden sonra insan kendi düşünecek. Kendisi ve evren üzerinde düşünerek, tefekkür ederek, ayetlerin de ışığ;ında ilerleyerek imanı tercih edecek. İşte makbul iman budur. İman ettikten sonra, irrian ettiğ;i Kur'an ona Allah'ı tanıtacak. Allah'ı tanıyınca kendtni tanıyacak, kendini tanıyı~ca da bu imanın tabü· Kur'an'a Göre Hz. Muhammed 19 sonucunun Allah'a kulluk olduğunu ve o tanıdığı Allah'ın sevilmeye layık, bütün sevgilerin menşei, kaynağı, yaratıcısı olan bir varlık olduğunu, Allah'ı sevmeyenin, sevgisinin sahte olduğunu, surette bir sevgi olduğunu, Allah'ı sevmeyenin, hiçbir şeyi sevgi kelimesinin hakkım vererek sevemeyeceğini anlayacak. Seven sevdiğine yaklaşmak ister, yakın olmak ister, onunla ilişki kurmak ister. Bu sevginin kaçınılmaz sonucudur. Mürnin Kur'an'ı okudukça .ve düşündükçe, Allah'a imamn ve Allah'ı sevmenin tabü sonucuna ulaşır ki, bu da kulluk ederek O'na yakınlaşmaktır. Ondan sonra işte; "Cuilet lcurretüayni.fi's-saliit:' olacak. Ya da "Erihna biha· ya Bilal" olacak. Yani, "benim şu dünyada mutlu olduğum bir zaman bir iş, bir meşguliyet soruyorsamz" diyor Efendimiz, "namazda olduğum zamandır". "Cuilet lcurretu ayni .fi's-saliit. .. Efendimiz'in müezzini Bilal-i Habeşi: "Ya Rasulallah, v9ltit geldi ezan okuyayım ım" dediği zamalı "Erihna biha ya Bilal"; "Aman oku da biraz rahatlayalım" diyor. Biz ne diyoruz? "Şu namazı kılalım da rahatlayalım ... " Ama bu çok farklı bir şey ... Peygambeiimiz, "şu ezanı dinleyelim, namazı kılalım da mutlu olalım, rahatlayalım" diyor. İnsanların da çoğu "şu namazı aradan çıkaralım da ondan sonra rahatlayalım" diyorlar. Hasılı Allah'a iman ve Allah üzerinde tefekküİ-, Kur'an vasıtasıyla Allah'ı daha yakından tanımaya, Allah'ı sevmeye götürür. Allah sevgisi de bizi ibadete götürür. Tekrar ayete dönecek olursak: "Vema erselniilce illa rahmeten lil alemin" .. : Alemin kelimesinin bir çok manası vardır. Ama en azından, "bütün dünyaya ve bütün insanlara" demektir. Dünyadan ve insanlık aleminden başka alenıler de olabilir. Madde aleminin ötesinde, alem-i şahadetin, alem-i mülkün mukabili olarak alem-i melekiıt ve alem-igayb için de Efendimiz'in rahmet olduğunda benim şüphem yoktur. Allah, Peygamber'i cahiliye devri Araplarına, Arabistana, Mekke-Medine civarın­ da yaşayan Araplara göndermiş değildir. Kur'an'a bakın. Hem Peygamberimiz'i tanımak, hem onun vazifesini anlamilk için Kur'an'ı Kerim'e bakın. Orada ne diyor: "Vema ersalnalce illa rahmeten lil alemin" diyor. Peygamberimizin misyonunun evrensel olduğuna dair başka ayetler de vardır. Ama yalnızca bu ayetten (başka değil yalmzca rahmet olarak ifadesinden) şu iddiaya da cevap verebiliriz; İslam şiddet dini midir, kılıç dini midir, rahmet ve sevgi dini midir? Hristiyan misyonerler propaganda yapıyorlar; Hz. İsa sevgi ve rahmeti getirdi, merhameti getirçli, Muhammed ~ustafa ise kılıcı ve şiddeti get_irdi diyorlar (Bunu Papa da söyledi). Bu ayet diyor ki; "Sen başka bir şey değil, sadece rahmetsin". Kim için? Sadece mürninler için mi, sadece Türkiye, Osmanlı, Selçuklu ... için mi? Hayır, bütün alenıl.er için. Biz de bu ve benzeri ayetlere dayanarak, Peygambenmiz'e Rahmet Peygamber'i diyoruz. 3. "Kul in küntüm tuhibbünallahe fettebiuni yuhbibkümullah ... " (Al-i 3/31) Bu ayete dayanarak da ona sevgi peygamberi diyoruz; çünkü Kur'an'ı Kerim, Efendimize ait birçok güzel vasıf yamnda, iki vasfın daha alİmran: Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı Sernpozyumu 20 tım çiziyor. Bunlardan biri "o bir rahmet peygamberi"dir, diğeri "o bir sevgi peygamberi"dir. Evet, Efendimiz Kur'an-ı Kerinı'e göre bir rahmet peygamberidir. BÜ rahmetın üzerinde durmak lazım. O, bu kelimeyi sık sık tekrarlıyor. O bir posta memuru değildir, Allahın postası bile olsa o yalnızca bir posta memuru değildir. Çünkü posta memuru rahmet memuru olmaz. Posta memuru sadece mektup getiren bir insandır. Böyle olsa o da sadece Kur'an'ı getiren bir insan olurdu. Bu üçüncü ayette Allah Teala buyuruyor ki; "Siz Allah'ı seviyorsanız", bu şu demek aslında; "Allah'ı sevmek istiyorsanız, "Fettebiuni: Bana uyun, izimden gelin, beni izleyin. Ben Allah'ı seviyorsam, bu sevgiye ulaşmışsam sevmek için başkasına niye tabi olayım ki? Onun için ayetin başına, sevmek istiyorsanız manasını veriyorum. "Siz Allah'ı hakiayla sevmek istiyorsanız, Allah sevgisini yaş8J:!lak istiyorsanız, hem de karşılıklı; hem o sizi sevecek hem de siz onu seveceksiniz, bunu istiyorsanız "fettebiuni" "bana uyun!" Demek ki, Allah'ın sevgisine mazhar olabilmek için Peygamber'e uymak gerekiyor ki, Peygamberimiz'i izlemek gerekiyor ki, "fettebiuni; bana uyun" diyor. Peki uyalım, o zaman ne olur? "Yuhbiblcwnullah" ... O zaman Allah da sizi· sever. Şu halde Allah'ı seviyorsanız, Allah tarafından sevilmek istiyorsanız, sizin peşine düşüp gideceğiniz bir insan var; Peygamber, Habibullah Muhammed Mustafa (s.a.). Allah'ı sevmeninde yolu yordanıı, yöntemi var. Allah nasıl sevilir? Önce bir seveceksin; neyi seversen sev; suyu sev, arkadaşını sev, kuşu sev, ağacı sev, çiçeği sev, yağmuru sev... Önce bir şeyi seveceksin. Çünkü sevmek bir duygu, bunu tanıyacak ve yaşayacaksın. Efendimiz bir gün torunlarını öpüyor. Yeni Müslüman olduğu için Cahiliye ahlakını, adetini, cahiliye onurunu, insan anlayışım hala devaİn ettiren birisi diyor ki, "sen çocuklarını, torunlanm öper ınisin?". "Öperinı" diyor Peygamberinıiz. "Biz öpmeyiz" diyor muhatabı. Efendimiz'in bir vazifesi de bu ham adamlan olgun insan· etmek. Peygamber Efendimiz'in bir büyüklüğü de, bir eşsizliği de buradadır. İşte Peygamberimiz böyle insanlar çıkarıyor. Yani te'dibiyle, taliıniyle, yani yetiştirmesiyle ham adamlan olgunlaştırıyor. Peygamber Efendimiz o adama diyor ki; "Allah senin kalbine bu rahmeti koymanıışsa ben ne yapabilirim". şeyi . Efendimizin sevgi peygamberi oluşunu anlatıyordum, diyordum ki, insan bir şeyi sevmeli. Çocuğunuzu, torununuzu sevmek de böyledir. Bir kere sevgiyi tadacaksın, sevgiyi yaşayacaksın, ondan sonra Allah'ın verdiği bu sevgi duygusu asıl ne için verilmiştir sorusunu soracaksınız. Diğer sevgiler hep mecaz, hani bir türküde vardır: "Leyla Leyla derken Mevla'yı buldum". İŞte bu mecazi sevgiden hakiki olanına geçiştir. Eskilerin mecazi sevgileri de asildir, nezihtir. Mesela Mecnun'a balan; adam zavallı, belki bir kere görmüş Leyla'yı uzaktan, ama bir kitap teşkil edecek kadar onun üzerinde şiirler yazıyor, onun hayaline aşık. Belki bir kapı kıyığından, kapı da yok da, çadır kıyığından görmüş bir Kur'an'a Göre Hz. Muhammed 21 kara kız. Ama onu sevmiş, sevgiyi tatmış, sonra o sevgi mec.rasııu buluyor, hedefini buluyor. Çünkü bütün sevgilertn asıl hedefi Peygamberimiz'den geçerek Allah'a ulaşmaktır. Hani var ya Fuzuli'nin Su Kasidesi'nde, "başııu taştan taşavurup gezer avare su"; su, başııu taşlara vura vura hedefine doğru ilerler, sonunda maşuku ve mahbubu olan deryaya ulaşır; insan da Habibullaha ve Allah'a ulaşır ... Sevginin asıl hedefi budur. Bu nasıl olacak? Biz buna nasıl vasıl olacağız? İkinci bir insan baı:ıa söyleyin, hangi posta memuru götürebilir beni oraya .. Bir ikiiıci insan söyleyin,' ben bunun peşine düştüğümde, beni Allah sevgisine ulaştı,rsın! "İyi ama şeyh falan var, mürş~t filan var, Mevlana var, Yunus var" diyenler olursa, ben de derim ki, bunların hepsi onun peşinde. Sizin Mevlana dediğiniz insan n~ diyor; "Hayatta olduğum sürece Kur'an'ın bendesiyim. Ben Allah'ın seçip, peygaınber olarak gönderdiği Muhammed'in ayağııun tozuyum ... " Şimdi bazı cahiller çıkıyor Mevlana'yı zirveye oturtuyorlar, "Ben onun ayağııun tozuyum" dediği, ona çıraklığı sayesinde belli bir payeye erdiğizatıda bedevilertn mürebbisi olarak telakki ediyorlar. Allah onları ıslah etsin. 4. "Kulİnnema ene beşerun mislulcum yulıa ile yy e ... (Kehif: 181 ll O)". Buna benzer birçok ayet var, diyor ki; "Ben de sizin gibi bir beşeriın". Ayetin bu kısmına bakanlar "Bakın o da bizini gibi bir insanmış işte" diyorlar. "Yulıa ileyye: Bana vahyediliyor"" kısmı var; peki niye orayı düşünmüyorsun tanıını yaparken? Bektaşi'ye demişler ki; niye namaz kılınıyorsun? O da demiş ki; Allah Teala namazayaklaşmayın diyor. Ama onun devaınında "sarhoş iken'' diye bir cünılecik var denince de "Hafız değilim, o kısmı bilmiyorum" demiş. Allah Teala Peygamberimiz için; "sen onlara de ki diyor, ben sizin gibi bir beşerim". Ah vaktilll olsa da size, Peygamberimizin bizim gibi beşer olmasının bize nasıl bir rahmet olduğunu anlatabilsem. İyi ki o bizim gibi bir beşerdi. O bizini gibi bir beşer olmasaydı, biz onun peşine düşerek Allah kulluğuna, Allah sevgisine ulaşamazdık. Ben meleğin peşine nasıl düşeyim, banasöyler misiniz? Yani o bir beşer olmalı. "La kel beşer" olmalı. O bir beşer ama sıradan bir beşer değil. Böyle olmalı ki o bana örnek olabilsin. "Ben de sizin gibi bir beşeriın, ama . Allah bana vahyediyor" diyor. Vahyin sadece size fiziki kısmını hatırlatayıın. Bir gün Efendinıiz . devenin üzertndeyken vahiy gelmeye başlıyor kendisine. . Onun da çok güçlü bir devesi var onun üzerinde vahiy geliyor. Vahiy gelirken hayvanın ayaklan titriyor ve beli tersine kavisleniyor. Böyle bir ağırlık ... Yine bir başka gün peygambertınize vah!y geldiğinde onun dizi ashabdan birinin dizinin üzerinde ... Vahiy geçtikten sonra o sahabi diyor ld: "dizim parçalanacak zarınettiın". Bu vahyin sadece maddi tesiridir. Hayvan ve insan tarafın- . dan hissedilen maddi tesiridir. İşte o vahye mazhar olabilmek, bu ağır yükü taşıyabilınek için gereldi olan bu fiziki, bu biyolojik hazırlık dışında, bir de ruhi hazırlığa ihtiyaç var. Sizin ruhunuzun da o vahyi alınaya müsait olması gerekir. Allah Teala, edepsizlertn posta memuru dedikleri o zatı önce hem maddi olarak hem ruhi olarak vahyi alacak kıvama getiriyor. O vahyi alacak 22 Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı Sempozyumu kıvama gelen de sadece peygamberlerdir. Onlann hatemi de budur. Daha bunun üzerinde çok şey söylenebilir, mesela bir Şakk-ı Sadr olayı vardır. Şimdi bazı pozitl.vistlere sorsanız; olur mu canı:pı der. Valla, olur mu olmaz ını o ayrı bir iş. Ama sonuçta Allah Teala diyor ki; "Ben peygamberi miraca davet ettim, orada kendisine lütfedeceğinı tecellilere mazhar olmasını ve bu mazhariyete de tahaınınül etmesini sağlamak üzere onun göğsünü yardım, kalbini çıkar­ dım, yıkadım, anttım, olgunlaştırdım, tekrar yerine koydum". Tamam yani bunu, operatör bilmem kim gibi yapmış olmayabilir. Yapmış da olabilir. Fakat burada bir olay var. Bunu inlrar etmek yerine, bunun karşısına pozitivizrni dayatmak yerine, biz haddimizi biliyorsak eğer şöyle düşünmeliyiz; demek ki bu vahiy denen şey, mirac denen.şey, Allah'a m uhatap olmak denen şey, kolay değil. Bunun için insarıın hem bedeninin, hem ruhunun adeta yeni baştan yaratılması, buna göre takvim edilmesiicab eder ! 5. "Vema yentılcu ani'l-heva in huve illa vahyün yuhci' buyruluyor. "Kendi heva ve hevesinden, arzusundan, kendiliğinden, kendi kafasından, kendi aklından konuşmaz. Beşeri olarak elde ettiği bilgiye dayanarak din konuusunda konuşmaz, dini kural koymaz. ~eva, heves deyince bunlan da içine katmak gerekiyor. Din konuşuyorsa, size din anlatıyorsa, Allah'ın dini budur diyorsa, o vahiydir. Bu ayet bunu söylüyor. PekiAllah'ın dini budur dediği zaman, Peygamberimiz bunu sadec:e Kur'an'da mı demiş? Hayır. Peygamberimiz, "Allah'ın dini budur, Allah'ın dininde hüküm budur" diye beyan ettiği, açıkladığı alanlarda, kimini Kur' an' da, kimini de Kur'an dışındaki beyanlarında ifade buyurmuştur. Şu halde onun Kur'an'ı tebliğ dışında da önemli yeiliileri ve vazifeleri vardır. 6. "Ya eyyühen nebiyyu inna erselnôlce şahiden ve mübeşşiren ve neziran ve dô.iyen ilailahi biiznihive sırô.cen münira" {Ahzab: 33/46) Bu, levhalık ayet- lerdendir. Yani, ya mealini, ya metnini keşke evinizde bir yere assanız!. Diyor ki; "Ey Peygamber, biz seni şahid, mübeşşir( müjdeleyici ), nezir (uyancı) ve d aiyen ilailahi bi iznihi; onun izni ile Allah'a çağrı cı ... " .ve siracen münira" ... ·Ortalığı, insanların yolunu aydınlatan bir ışık, bir lamba olarak gönderiliyor. Posta memurunuı:ı böyle bir özelliği var mı? Kur'an-ı Kerim bir hidayet kitabı, tabii o da bir sirac, o da bir ışık, ama burada Peygamberimiz'in de ışık olduğundan söz ediliyor. Bunu Kur'an'a irca edemeyiz. Kur'an ayrı, bu aYD:.. · O nasıl bir ışık, niye ışık. bu ışıklık nasıl tahallliuk ediyor, ayrı bahis ama bu bir ışık. Bunu da unutmamak lazım ... Şahidin benim acizane anlayışıma göre ilii manasından burada söz edebiliriz. Biri örnek, biri de tanık... Buradailiimana da vardır. "Seni biz şahit olarak gönderdik" demek; "Biz din gönderiyoruz, bu dinin ne olduğunun, bu dinde neyin doğru neyin yanlış olduğunun örneği sensin ... ". Bu anlamda şahitsin. Sana bakacaklar. İşte bu din, huymuş diyecekler ... İkinci mana: yani t~ldıl\:: Allah'ın yaratıp mükellef kıldığı bütün insanlar dünyadaki hayat- Kur'an'a Göre Hz. Muhammed lanndan, dünyada yapıp ettiklerinden hesaba çekilirken, orada hak ile 23 batıl ·iddialanİıın, doğru ile yanlışın tartışıldığı zamanlarda doğrunun ve hakkın tanığı odur; tanık olarak kendisine baş vurulacak olan zat odur. Niye onun izni ile Allah'a çagncı? Bunun üzerinde düşünmek lazım. Hiçbir Allah'a dayanmadan, Allah'tan izin almadan insanlan Allah'a çağıta­ ·maz. Peki rte demek Allah'ta!l.izin almak? Şu demek: Eğer biri çıkıp da, ben insanlan Allah'a kavuşturacağım, Allah'ın rızasına ka\ruşturacagını_ diyorsa, bunu ancak Allah'ın bu işe yarasın diye gönderdiği bilgiye dayanarak yapabilir. Allah'ın izni budur. Allah'ın izni Kur'an'da tecelli eder. Rasulullah'ın örnekliginde tecelli eder. Ve ancak bunun ile insanlar Allah'a çağınlabilir; aşka yollarla, yöntenılerle, bilgi kaynaklanyla degil. beşer 7. Birçok ayette ~e Allah .Teala Hazretleri; "bana itaat edin, Kur'an'a tabi olun" demekle yetinmiyor, "Rasule de itaat edin" diyor (Al-i İmran. 3/32, 132; Nisa: 4/59 ... ). Rasule, benim peyganıberime, benim elçime itaat diyor. halde biz, yalruzca Kur'an'da olanlara itaat edersek Allah'ın bize verdigi vazifeyi kanıilen yerine getinniş olmayız. Onun yanında bir de Peygamber Efendimiz'e itaatle yükünılüyüz. "Peyganıber'e itaat, Kur'an'a itaatin tıpkısı, aynısı değil mi?" Hayır değil. Başta söylemiştim: "Peyganıber'i devreden çı­ kardığımız zaman, biz Kur:an·ı anlayanıayız, Kur'an'a göre bir hayat düzeni kuranıayız". Çünkü Kur'an-ı Kerim, bırakın adalet gibi, şura gibi, emanet gibi bir takım kavranılan; namazı, orucu, haccı, zekatı bile tarif etmiyor. Oıılan söylüyor ama tanınılamıyor. Oıılann hiçbirinin, pratige dökmek istedigimizde işimizi görecek tanımlan yoktur. Biz o tanımlan, o taİifleri ancak Peygamber Efendimiz'in uygulanıası sayesinde anlıyor, görüyor ve uyguluyoruz. O halde, işte o tarafıyla da Peygamber Efendimiz' e itaatle yükünılüyüz. Onun böyle bir vazifesi daha var. Şu 8. "Mııhaımnedun Rasulullah vellezine maahu eiddô.u ale'l-lcülfô.ri nıhemô.u beynehum terahum nılclcean succeden yebteğunejadlan minçıllahi ve ndvana... "(Fetih: 48/29). Bu ayet, sadece bu ayet insanı heyecandan deli divane etmeye ·yeter. ·"Allah'ın elçisi Muhammed ve onuııla beraber olanlar düşmana karşı sert, kendi aralannda yumuşak (şefkat ve merhamet dolu) kimselerdir. Oıılan, Allah'ın lutfunu ve rızasını dileyerek rükü ve secde halinde görürsün ... " Onuııla beraber olanlar, yanında olanlar birinCi derecede ashabıdır. Ama onuııla beraber olanlar sadece ashab degildir. Ona iman eden, yolunda yürüyen. teblig ettigi dini yaşayan ve yaymaya çalışan bütün mürninler "onun yanında" dır. Peygamberimiz bir hadiste buıılara "kardeşlerim" demiştir. "İhva­ nımı (kardeşlerimi) görmek isterdinı" deyince ashab diyor ki; "Ya Rasulallah, biz senin ihvanın degil ıniyiz?" Yok diyor, siz ashabınısınız. Beni görmedikleri halde bana: iman ederek izimden gelecek olanlar benim ihvanımdır". Şimdi İhvanun Nebiyy, yani Hz: Peygamber'in kardeşleri olmak elimizde demek ki. Biz onun yoluna düştügümüz zaman İhvanun Nebiyy olabiliyoruz. "Vellezine 24 Hz. Muharruned ve Evrensel Mesajı Sempo~ywnu meahu" buna da delalet eder diye düşünüyorum; Allah'ın elçisi ve onunla be- raber olanlar ... Bunlara katılabilmek için ayette geçen özelliklerini de taşımak gerekiyor. Onlar Allah nzasım amaç edinmiş, rüku ve sücud ile mutlu olan, kafirlere karşı zor insanlardır, çetin insanlardır, vakur insanlardır, izzetlerini muhafaza eden insaıiıardır. Kafirin karşısında eğilip. bükülmeyen insanlardır. Kavak gibi değil, minare gibi doğru olan insanlardır. Konya'dan hocamız Hacıveyiszade Mustafa Efendi babası hakkında şöyle demiş: Siz bizi bırakın, biz de doğruyuz ama biz kavak gibi doğruyuz, rüzgar kuvvetli estiğinde kavak eğilir, ama babam, onun nesli minare gibi doğru idiler, martfet minare gibi doğru olmaktır" İşte böyle rüzgara göre eğilip bükülmeyen, birbirlerine karşı rahmet, şefkat, sevgi, yardım, dayamşma, kucaldaşma, kardeşçe ... Bunların özellikleri budur. "Terahum nılclce an succeden;. bu adamlan en çok namaz 1alarlcengörürsün. Şimdi müminlerin bir başka özelliği... Nasıl böyle miyiz? -Yok ' değiliz ... Eğri oturup doğru konuşmak lazım. Nerede bizde rüku, sücud? Allah Tealahergün bize 24 saat ömür veriyor. Bu 24 saatin ne kadarını namazda geçitiyoruz ki, "onlQ[l. hep namaz 1alar1cen rülcuda, secdede görürsün" iltifatina mazhar olalım. De~ek bir kere İhvanun Nebiyy ya da Ashabun Nebiyy olmale için mümkünse bir günde o kadar çok namaz kılmalı ki bizi görenler; ben geldim namaz kılıyordu, gittim yine namaz kılıyor diyebilsin. Ve bunun bir örneğini vereyim; nasıl olur bu kadar işimiz gücümüz var. Mesela bir öğ­ retmenden size örnek vereyim. Ben öğretmenim, sabahleyin gidiyorum. 8:309:00'da ders var, teneffüse çılcıyoruz 5 dk, o da hemen geçiyor. Ondan sonra efendim tekrar giriyoruz. Öğleyin işte iyi kötü bazen hemen farzlayarak, bazen de sünnetle, süratli bir şekilde namaz kılıp, yemek yiyoruz, hazırlamyoruz, tekrar derse giriyoruz.: Yani ipe un serrnek istersek böyle. Bir de size dı=min adını söylediğim Konyalı HoCamızı söyleyeyim. O da bir muallim. Biz Konya'da talebeyken, o da hoca idi. Biz o zatı hep namaz kılarken görüyorduk. Nasıl oluyordu bu iş? Şöyle oluyordu; bir kere Hoca derse giriyordu, başında taldce, oturuyordu. Hepimiz de koro h:ilinde, hani şimdi onuncu yıl marşı söylüyorlar ya, ona mukabil koro halinde başta hamd ediyor ve salavatı şerife okuyorduk. Hamdele sonra salvale... Hele bir söyleme, ağzın lcımıldamasın derhal seni uyarır, ondan sonra hadi babam analarımızın adım bir sayalım, hadi babam 12 imam Efendilerimizin adını bir sayalım. Evet o da_ biz de Alevi değildik, ama 12 İmam'ın adlarını ezbere sayardık. Bunun için Alevi olmale şart mı? Ne zamandan beri ehlibeyt sadece alevi kardeşlerimizin sevdiği büyüider oldu ki. Onlar bizim ortak büyülderimiz. Hatta bizi de hala bu devirde kardeş yapabilecek, doğruda birleştirebilecek kaleler, deniz fenerleri onlar. Onun için . Hoca Efendi, "hadi bir 12 imam Efendilerimizin adiarım sayalım" derdi. Sayarsın, bazen de kaldırır sen sayamazsın bir yerde kalırsın. Muhanımed Ta:ki, Ali Na:ki ... "Ben arkasını getiıivereyim der, sahtekar, sen de ezberle" der, kalaruru 0 sayar. Başka zamanda Allah'ın Esmaü'l-Hüsnası'm, bir başka zamanda Efendimiz'in isimlerini ... O zaten hep ezbere biliyor; o söyler, arkasından Kur'an'a Göre Hz. Muhammed 25 da biz ... Ders böyle başlar: Böyle başlayan ders sizce bir ibadet degil midir? Sonra ders zili çalar, ·6ütün hocalar doğru öğretmenler odasına, laklakiyat yapmaya, Hoca ise haderne odasına gider. Haderne odasında onun bir çardağı (divan) var. Onun üzerinde de raptiyelerle çakılmış, basit, pamuktan dokunmuş bir·seccadesi var. Kayseri halısı değil. Ya abctesti yoktur, gider alır gelir ya da abctesti vardır, çıkar orayaAllahu Ekber, namaza durur ... Biz de o odaya giderdik genellikle, Hoca Efendi'yi seyrederdik. Selam verirdi, "Babam bir diyeceğiniz var mı? -Yok efendim ... Peki o zaman, Allahu Ekber ... Yine namaza durur, zil çalıncaya kadar. Daha bir tuhafını, hayret verici olanını söyleyeceğim, "biz bunu yapamayız" diyebilirsiniz. Yazılı yapacalc, Hoca soruları sorar, bir seccade getiriverin babam der. Seccadeyi getiririz. Allahu Ekber der, 45 dk. niye dursun ki? Ee kopya çekerler. .. Çek balayım. Sen derste namaz kılan bir adamın dersinde bir kopya çek bakıyım. Evvela vicdanın izirı vermez. Şayet şeytana uyarsan, Hoca selam verince hemen sana yönelir, kaşlarını çatar, "sahtekar" der ve tekrar namaza durur. Demek ki insanları hep namaz kılar­ ken, rüku ve secdedeyken görmek mümkün. Bunun daha Herisi var. Eğer sen demir döverken, çift sürerken de namazı yaşıyorsan, zaten öyle isen. farz ve sünnet namazları zaten kemaliyle kılarsın. Onları yapmıyor da çift sürerken namaz kıldığını iddia ediyorsa, sen nefsinin esiri olmuşsun. Şeytan da önüne· düşmüş. Nereye gideceğin de belli ... Allah ıslah etsin demek lazım. 9. "Lelcad. lcane lelcwnfi rasulillahi usvetun hasanetım limen lcane yercullahe vel yevmel ahireve zelcerallahe lcesira:· (Ahz'ab: 33/21). Bu ayette Allah Teala, kendi Rasulü hallliında; "Sizin için benim elçimde güzel örneklik vardır" diyor. Allah Teala, "siz bir güzel örnek istiyorsanız, yapıp edeceklerinizde benim güzel dediğim örneklik istiyorsanız işte size bir örnek" diyor. Bunu ilcinci bir insan için söylememiş. Şimdi güzel örnek olmanın yolu güzel örneğe benzemekten ibaret ... Onun için bu ümmet saçını sakalım bile ona benzetmeye çalışmıştır. Onları doğru anlamak lazım. Bazıları; hoca oldum, prof, Doçent oldum diye, "sakal da dört tane kıl, ne önemi var" diyorlar. Kıl olan sakal mı. bunu diyen prof mu? Adam onu dört tane kıl bırakmıyor; adam, "Benim suratımda ona benzesin" diyor. "O bıraktı, onun sakalı vardı, ben de ona uyuyorum" diyor. Yani suretine baka baka ola ki biraz daha mariasına yaklaşınayı umuyor. Yahut diyebilir ki, "onun bir alarnetini taşıyorum, bu alamete yakış­ mayan hallerden, davranışlardan uzak durmalıyım". Ümmet bu gibi hikmetlere dayalı olarak sakal bırakmışlar. Bir odun, misvak için "Bir odun parçasınırı üzerinde niye bu kadar duruyorsunuz" Bu ümmet bu misvala niye kullanmış? ~fendimiz kullandı diye. Evet, tabi aynı zamanda temizleyici, fakat yalnızca bunun için kullanılmamış. Hatta onun mikrop tutmadığı falan da söyleniyor. Ama ben diyorum ki, asıl mühim olan Peygamberimiz bu misvakı bu kadar tavsiye etmiş, kendisi de kullanmış. Ümmet de o ağacı bu sebeple kullanmış. Tarihte öyle insanlar var ki, hacca gitıniş, sormuş, "Peygamberimiz nereden gitti, nerede yürüdü, nereye bastı adımını... " Abdullah bin Ömer böyle bir 26 Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı Sempozyumu hacc yapmış. Düşünün ayağını bastığı yerlere basmış. Bü onun hamakatinden falan değ;il, bu onun haccın farzı. rüknü olmadığ;ını bilmemesinden değ;il. O sevgiden, o muhabbetten, bağ;lılıktan kaynaklıyor ve diyor ki; madem bu örnek, madem Allah buna güzel örnek diyor, ben bunun zahirini de, batınını da, içini de, dışını da, suretini de; bana tebliğ; ettiğ;i imanı, ·ibadeti, kemali de temsil etmeye çalışayım. 10. "Huvellezi ba'ase... : Üromilere kendi içlerinden, onlara ayetlerini okuyacak, onları arındıracak, onlara kitabı ve hikmeti öğ;retecek bir elçi gönderen O'dur. Oysa onlar daha önce apaçık bir sapkınlılc içindeydiler. / Henüz kendilerine katılmamış bulunan daha başkalanna da (elçi gönderilmiştir). O üstündür, her işi hikmetlidir." Cuma: 62/2-3) Bu ayette üç noktaya dikkatinizi çekmek isterim: 1. Hz. Peygamberin, "arın­ dırma" diye tercüme ettiğ;imiz "terbiye, tezkiye, kemal yolculuğ;unda rehberlik" vazifesi. 2. Onun bu vazifesinin yalnızca çağdaşlarına değ;il. daha sonra gelecek olan bütün insanlara yönelik olduğ;u. 3. Onun yalnızca Kitab'ı (Kur'an'ı) tebliğ; edip öğ;retmelde kalmadığı, bundan başka bir de hilrmeti öğrettiği. Hikmete "sünnet" diyen var, başka mana yükleyenler var, ama benim üzerinde durmak istediğim şey şu; demek ki Efendimiz Kitabı tebliğ ediyor, Kitabı öğ;retiyor, bir de hikmet diye bir şey öğ;retiyor. Ona ister sünnet de, ister "tabaka tabaka, aşağ;ıdan yukarı doğru, insanın kemal yolculuğundaki derecesine paralel olarak İslam'ın esrarım öğ;retiyor" de, sonuçta hilrmet diye bir şey var ve onu öğretiyor. Anndırm~. terbiye, tezkiye vazifesine gelelim. Kur'an'ı Kerim bir başlca ayette diyor ki; "Nefsini arındıran elbette kurtuluşa ermiştir. 1 Onu arzulanyla başbaşa bırakan da ziyan etmiştir" (Şems: 91/9-10). Nefse "özümüz, bizi insan yapan unsurumuz" diyelim, tezkiyeye de "eğit­ me" manası verelim. Bu yapılmadığı takdirde biz kurtuluşa eremiyoruz. Ayet. Efendimiz'in rollerinden bir tanesinin de ümmeti tezkiye etmek olduğunu söylüyor. Posta memuru bize mektubu verince bir de bizi tezkiye ediyor mu? Terbiye ediyor mu? Eğ;itiyor mu? vermek için bekliyor. İşte o tezkiyenin bir tecellisi, zorba, kaba ve sefih Ömer'den, Hz. Ömer'i yetiştirmektir. Böyle bin tane tecellisi var. Allah hepimizi bu yüce insanın, bu rahmet ve sevgi peygamberinin tezkiyesine mazhar kılsın.