Uluslararası AfeDliina Sempozyıımu Bildirileri

advertisement
1
Uluslararası AfeDliina Sempozyıımu
Bildirileri
Birleşmiş Milletler
Eğitim,
Bilim ve Kültür
Kurumu
United Nations
Educational, Scientific: and
Culturaı Organization
2007
Mevlana Celaleddin Rümi
800.
D~um Yıl
Oönümü
800:ıı Anniversaıy of
the Birth of Rumi
Sempozyum tertip heyeti
Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç
Celil Güngör
Ekrem Işın
Nuri Şimşekler
Tugrul İnançer
(Bşk.)
Cilt:
ı
Motto Project yayını
İstanbul, Haziran 2010
ISBN 978-605-61104-0-5
Editörler
Mahmut Erol Kılıç
Celil Güngör
Mustafa Çiçekler
Katkıda bulunanlar
Bülent Katkak
Muttalip Görgülü
Berrin Öztürk
Nazan Özer
Ayla İlker
Mustafa İsmet Saraç
Asude Alkaylı Turgut
Nadir Aksu
Gillay Öztürk Kipmen
YusufKot
Furkan Katkak
Berat Yıldız
Yücel Daglı
Kitap tasanmı
Ersu Pekln
Baskıya hazırlayan
Kemal Kara
Yayıniayan
Bu kitap, 8- ı 2 Mayıs 2007 tarihinde Kültür ve
Turizm Bakanlıgı himayesinde ve Başbakanlık
Tanıtma Fonu'nun katkılanyla İstanbul ve Konya'da
düzenlenen illuslararası Mevlana Sempozyıımu
bildirilerini içermektedir.
Yazılann
bilimsel
sorunılulugu
yazarianna aittir.
Motto Project
Mtt İletişim ve Reklam Hizmetleri
Şehit Muhtar Cad. Tan Apt. No: ı3 /13
Taksim 1İstanbul
Tel: (212) 250 ı2 02
Fax: (212) 250 12 64
www.mottoproject.com
yayinlar@mottoproject.com
Baskı
Mas Matbaacılık A.Ş.
Hamidiye Mahallesi,
Soguksu Caddesi, No. 3
Kagıthane - İstanbul
. Tel. 0212 294 10 oo
Çağdaş
insana Mevlana
prizmasından bakış
Könül Bünyadzade 1 Azerbaycan
FELSEFE tarihinin zengin, karmaşık olduğu kadar da farklı manzarasında irrasyonel düşüncenin, yani bilinç üstü yöntemlerle gerçeği aramanın
gelişim yolunu izlerken ilginç ve reddedilemeyecek bir olaya beşeriyetin ilk oluşum devrelerinden günümüze kadar kırılmayan, sönmeyen ve azalmayan bir ışık
şeridinin uzayıp gelmekte olduğuna tanıklık etmiş oluruz. 1
Aslında, tarihte bir sürü kurala uygunluklan izlemek münıkündür. Öyleyse, ya konuyu yalnızca irrasyonel düşünce açısından ele almaya karar vermenin
sebebi nedir?
İrrasyonel düşünce-her bir insanın Mutlak Varlığ'a - Tann'ya inanç ve sevgisinden doğan ihtiyaç; yani insanın inanarak tapındığı ve sevdiği nesneyi ruhunun talebine göre tanıyarak idrak etmek isteğidir.
İrrasyonel bilgi- maddi ve maddi olmayan doğal ve doğa üstü varlıklarm
saklı, içsel gerçeklerinin insan bilincindeki yansısı, Mutlak Gerçek'in idrak olunması sürecinde insanın rasyonel bilgiyi bütünleştiren ve mükemmelleştiren, rasyonel vasıtalarla semboller şeklinde ifade ettiği bilgi biçimidir.
Şu söylenilenlerle varlığın özü, var oluşun nedeni, çıkış ve dönüş noktalan ve sonunda yaratanın yaratıklanna ulaştırmak istediği gerçeğin bir parçası
olan ışık şeridini insanın, sadece böyle bir düşüncenin ışığında görerek tanımak
yeteneğine sahip olması gibi önemli bir olguya değinmeyi amaçlamışız.
Beşeriyet tarihinin farklı aşamalannda o ışık çeşitli şekillerde, değişik isimlerle bilinmiştir. Dinleri, felsefi öğreti ve akımlan buna örnek gösterebiliriz. Ta-
1
XX. yüzyıl ingiliz yazar Old as Chacsly onu "Ebediyet Felsefesi" olarak
(Chacsly O. 'Veçnaya Filasofıya"; M. 2004).
adlandırmıştır
266
riliten bir sıra hallerde o ışık şeridinin ve onun gerçekliğinin yanlış olarak sadece "bir buluş olduğu" belirli bir döneme ait edildiği veya belli bir bakış açısının,
öğretinin ilkeleri olarak sunulmasına çalışıldığı, hatta bazen başarıldığı da bellidir. Tabü, böyle bir dar çerçeve içine alınıp değiştirlise de, bu o gerçeğin aslının
değil, tersine sunuş şeklinin kusurlu olmasından söz eder. Yani somut bir zaman
dilimi gerçeği bütünlükle kapsayamadığı için tam manzarasının, aslının zamanmekan kavramlan fevkinde araştırılması gerekir.
Allah insanı yaratmakla beraber, ona yaratanını tanımak ve gerçeğirıi idrak
etmek için yükselrnek ve mükemmelleştirme inıkanı da tanımıştır. Allah tarafın­
dan vahiy buluş veya coşkuyla aldıklan, tanık olduklan, yalnızca irrasyonel düşünceyle idrak ettikleri tinsel gerçekleri gah bilimsel, gah bedii yollarla insanlara ulaştıran peygamberler, düşünürler, dehalar o inıkanı gerçekleştirmek amacıy­
la diğer insaniann yardımcısı veya rehberidirler. Değişik dillerde ve farklı dönemlerde, farklı konularda yazılmış kitaplar, eserler insanlara sadece bir gerçeği
anlatmaya çalışmıştır, insan yalnız kendi:
"Ben"ini ve tüm evreni (canlı ve cansız) yalnız varlığın çekirdeğini oluştu­
ran o ışık şeridinin aydınlığında görerek tanımalı, yani o insanın var oluşunun
gerçekliğini-yüksek maneviyatlı kişinin, sivil kültüre sahip bir toplumun oluştu­
rulmasında önenıli rolü alacak vatandaşın ve Allah'ın içten bağlı bendesinin mükemmel vahdaniyetinden oluşan insanı tanıtır, idrak ettirir.
Söz konusu gerçeği olduğu şekilde, tüm yüceliği ve güzellikleriyle ulaştıran
araçlardan biri de İslam'dır. Dinlerin, yazariann karşı karşıya konulduğu bir dönemde insan hakkında yazan, söz söyleyen çoktur. Amacımız çağdaş insana gösterdiğimiz gibi konuyu irrasyonel düşünce açısından ele alarak bölgesel farklan
kaldırmakla, yalnızca tasavvuf, başka deyişle, Mevlana prizmasından bakmak,
kendi kriterleriyle değerlendirmektir.
Küreselleşme
ve insan problemi
Bugünün güncel, maddi ve manevi kültürün az kala tüm dallarını kapsamış olan
probleınlerden biri ve hem de en önde geleni küreselleşmedir söylesek, yarıılmayız.
Küreselleşmeyi gerek değişik prizmalardan tavsif etmek, onun kapsadığı alanların
gelişim yönlerini belirlemek, beşeriyetin gelişim sürecinde zorunlu ve kaçınılmaz
aşama olduğunu doğrulamak açısından, gerekse bilim, kültür ve maneviyata zarar
Könül Bünyadzade
Çağdaş iıısaııa Mevltiııti prizmasiııdaıı bakış
getirebilen, ters etkilerini açıklamak, buna karşı tedbirler almak açısından olsun,
fark etmez, bütün hallerde o bir sıra bilim adamları ve araştırmacıların değindik­
leri bir konu olmuş ve bu konuya değirıenlerin sayısı giderek daha da artmaktadır.
Ansiklopedilerden, bir sıra araştırmalardan elde edilen sonuçlardan irısanın
esasen toplumun bir üyesi olarak hayatının çeşitli alanlarını kapsayan küreselleş­
me ve evrenselleşmenin etkinlik dairesirıirı doğal olarak daha da yaygırılaştığı ortaya çıkar. Azeri filozof S.Halilov şöyle yazar: "Küreselleşme süreç olarak bilim,
teknik ve teknolojiyle-umumbeşeri değerlerirı yamsıra, ulusal kimliyi belirleyen
kültürel, manevi etmenleri de etkilerneye çalışır". 2 Demek ki, küreselleşme sadece
irısanın dışsal hayatım değil, kişiliğinin biçimlenmesirıde de önemli bir etmen olarak onun manevi dünyasına girer ve hatta yönlendirmeğe bile kararlıdır. Fakat burada bir hata görülmektedir: İnsanın maddesel, sosyal, siyasal durumundan ileri giderek maneviyatına baskı gösterilir, yani maddi olan yirıe de başlıca etmen olur.
Günümüzde dünya büyük bir piyasa haline geldi. Alırup satılanlar arasın­
da mecaz anlamında olsun, gerçek anlamda olsun irısan etmeni de vardır. Ekonomi ve maddi refahı güçlü olan egemen devletler küçük ve zayıfların timsalinde maneviyatı, insanlığı yutar, çiğner, ya da karşısındakini kendisini "gönüllü şe­
kilde" alçalmaya, insanlığım kaybetmeye zorlar.
İnsan, ruh ve maddi vücudun vahdetidir. Yani onun bir tarafını önemli bularak,
daha fazla önem ·vererek geliştirmek, analiz yapmak, diğer kısmını ise artetmek, en
azından yadsımak irısan
görüngüsünün açıklanmasında büyük hataya yol açabilir.
Küreselleşme kadar geniş ve yeterince ciddi bir problemin önünde daha fazla dinin, gizemciliğin hedefi olan irısan ruhu, onun tinsel alemle vahdaniyeti,
yüksek manevi değerleri hakkında konuşmak başında ciddi görülmeye, saçma
birşey sayılabilir de, ama konuyu farklı prizmalardan ele alalım.
Zaman ve koşullar değiştikçe değerler, maneviyata bakış, insanlığı belirleyen etmenler de değişti. Bunu söylemeye bize tarih boyunca biribirini izleyen,
hatta bazen belirleyen bilimsel-kültürel olaylar ve fetihler, buluşlar ve onlann
uygulama alam olan savaşlar, dehalar ve dehalığın karşılığı idamlar imkan verir. Örneğin, semavi dinler sevgi, yücelik, barışık ve banş idelerine dayansa da,
onlann bayraklan altında Haçlılar seferi yapılmış, terörizmin ide kaynağı olarak
kullanılmıştır. Atom teorisinin buluşu insanlığa muazzam faydalar sağlamak
2
Halilov S. S., Eğitim, Öğretim, Terbiye, Bakü, 2005 s. 406.
268
amacıyla yapılsa
da, onun sonucu olan nükleer bomba bugün tüm uygarlıklara
son verebilecek bir tehlikeye dönüşmüştür.
Her iki durumda taraflar kendilerine hak kazandırmak için deliller gösterir;
yüksek ideler, istekler üzerine konuşur ve her biri kendisini daha adil ve gerçeğe yakın sayarlar. Tabii, yüzyıllar boyunca mevcut olmuş farklılıklar, hatta tezatlar bile
günümüzde de günceldir. Diğer taraftan tezatların bulunduğu yerde gelişme de vardır
söyleyebiliriz, fakat problem çatışma seviyesine, tarafların biribirilerini yok etmek
derecesine gelince gelişme söz konusu olamaz. Dinler kıyaslarur, düşünceler çarpışır,
değerler aşağılarur,
yüksek ideler bir kişiye hizmet gösterir. Bu halde insanın gerçek
hedefi, yani yaratılışının, dünyaya gelişinin başlıca amaa artedilerek unutulur.
Küreselleşme
ve evrenselleşmenin durdurolamaz süreç olduğu reddedilemez
bir olgudur ve onunla mücadele etmek veya sadece olumsuz taraflannı göstermek düşüncesinden de pek uzağız. Fakat bu presesin unutulmuş önemli bir faktörüne dikkati çekmek isterdik: Toplumun maddisel ve sosyal taraflannın yanı­
sıra, onun bir üyesi ve yaratıcısı olan İNSAN etmeni daha vardır. Bu da küreselleşme
;f
.,
sürecine
insanın
bir bütün olarak, yani ruhsal ve maddi olarak getirilme-
si, insanlık ve maneviyannın evrensel ideleri
kendisine bu zirveden yaklaşım demektir.
Doğu
adam1 ve
Batı
araştınlarak küreselleşme
sürecinin
adam1
Bugün insan kavramının
coğrafi mekanın
etkisi
altında olmasını,
bu etmene
dayanı­
larak niteliklerinin ortaya konulmasını yalnızca kişinin kendi maddi ihtiyaçlarına daha fazla önem vermesi, bunu hayatının, hatta kişiliğinin bile biçimlenmesinde önemli etmen olarak kabullenmesinin sonucudur diye kesin
şekilde doğrulayabiliriz. Çağ­
daş dönenıin
adamıyla Batı adamı,
daha bir başka
ağrılı
problemi olan Doğu
onlann
bakış açılan, düşünce şekilleri, gerçeğe
münasebetlerinin farklı olması söz konusudur.
Felsefe tarihini izlerken, insan düşüncesinin mekana göre bölünmesinin
başlıca
olarak son devirlerde ortaya çıkmış olduğunu ve günümüzde kalıplaşarak
durağan hale geldiğini düşünmek olur. İlginç olan tarafı gerek eski dönemlerde,
gerek Ortaçağ'da uzak menıleketlere bilim için gidenlerden konuşurken kazanıl­
mış
bilgiyi belli mekanla ilgilendirilmesidir. Bilim Çin'de bile olsa arkasınca gitmeyi tavsiye eden Muhammet Peygamber (s.a.v.) mekanı karakterize eden bir
kavramı değil de, gerçek bilimi kastediyordu. Avrupalılar İbn Sina'nın, Ebu Ha-
Könül Bünyadzade Çağdaş iıısaııa Mevliiııli prizmasiııdaıı bakış
mid Gazzali'nin felsefesini ne Doğulu insanın düşünceleri, ne de bilimin Batı'ya
özgü tefsiri gibi öğrenmiyor, sadece gerçeğe götüren bir bilgelik gibi benimserlerdi. Ortaçağ Doğu felsefesinin kanuna uygunluklannı inceleyen Prof. Dr.Z.Kuliyeva "Doğu ve Batı memleketlerinde dikkati çeken özellikler insanlık tarihinin
türlü olmasına rağmen tek bir nesne olarak öğrenilmesine, bireysel prosesin genel kanunlarını belirlemek çabalanna engel olamaz".3 der. Filozoftabiat kurallanna uygunluğu dünyanın ekonomi gelişiminin yanısıra, kültürel gelişmeye de ait
etmenin mümkün olduğunu eklemektedir.
Ekonomi ve siyasal egemenlik çözümleyici etmene dönüşünce dünyanın
manzarası değişerek halklar sınıfıara aynldıkça, güçlü güçsüz ortaya çıktıkça insanlar da bu sürece uygun şekilde tasnif edildiler ve bu değişiklik tabii onların
düşüncelerini de etkilemiş oldu. Bugün gerçekten de Doğu ve Batı düşünürleri­
nin kendi düşüncelerini ifade etme biçimlerinde, hatta düşünce hedeflerinde bile
farklılığın olması reddedilmez olgudur. S. Halilov: "Doğu'da insaniann dünyaya
bakışlan temelde aksiolajik özellik taşır, fakat bireysel maneviyat prizması dışın­
da olay değerlendirilir, ona iyi veya kötü muamele yapılır, sonra da bu ya şiir diliyle vasfedilir (methiye veya hiciv), ya da daha düzensiz ve daha içtepili şekilde
normal bilinç seviyesinde açığa vurulur". 4
Demek ki, Doğu insanı her şeye bir seyirci gibi uzaktan bakmayı tercih eder
ve hem de Doğu'nun vücuduna dar gelen Batı elbiselerine bürünmeye çalıştığı­
nın, Batı'nın ise Doğu'nun ruhunu elinden alarak kendisini reddetmesinin bile
farkına varmayacak kadar uzaktan.
Ya Batı'da manzara nasıl? Wilfred C.Smiht'in anlattığına göre filozofMuhammed İkbal'ın Avrupa'da hayranlık duyduğu üç gerçekten biri buradaki insanlığa
karşı umursamama, deümanizm (insanlıktan çıkma) olmuştur. 5 Çağdaş Batı filozoflarının düşüncelerinden sonuç çıkaran A. Öztürk der: "Beşeriyetin problemini çözeceğini vadeden, dünyaya ekonomi ve sosyal refah getireceğini iddia eden ve bunu
bir bakımdan yerine getirmiş bulunan Batı'nın materyalist ve liberalist anlayışı diğer taraftan açgözlü, amaçsız, doyıımsuz bir insan tipini oluşturmuş bulunuyor. "6
3
Kulizade Z. A., Zakonomemosti razvitiya vostoçnoy filosofii XIII-XVI v.v. i
problema zapad-vostok, Bakü,1983, s.181.
4
Halilov 5.5., Eğitim, Öğreti, Terbiye, Bakü, 2005, s. 411.
5
Fahri M., İslam Felsefesi Tarihi, tercüme: K. Turhan, istanbul, 1998, s. 352.
6
Mevliina'nm Düşünce Dünyasmdan, derleyen: N. Şimşekler, Konya, 2005, s. 227.
270
Görüldüğü
üzere, her iki
mekanın insanı hızla
ters kutuplara çekilmektedir:
Doğu insanı aşın kişiselliğe, Batı insanıysa aşın liberalizme, postınodemizme ve
diğer başka başka izmlere. Doğu insanı bir türlü ruhsal alemden ayrılarak toplumsallaşamaz, ruhu taşıyan maddi vücudun problemleriyle ilgilenmenin gereksiz olduğunu zanneder. Batılıysa vücudunun ruhla bağlı olduğunu, esasını oluş­
turan tinsel gerçeği unutacak kadar toplumsallaşır. En fazla acınılacak durumsa,
ortak noktanın tüm coğrafi rnekaniann "Batı'laştınlmasında" veya "Avrupa'laş­
tırılmasında" aranılmasıdır.
Tabii, söylenilenler ne kadar genel özellik taşısa bile, bu bir gerçektir. Aynca, eskiden beri her iki bölgede yaşamış filozofların inanarak inandırmaya çalıştıklan yegane bir gerçek mevcuttur. Bu da istenilen karşıt noktalardan o vahdete götüren hattın mevcut olması ve o hattı izlemekle birliğe ulaşmanın mümkün olması demektir.
Tasawuf islam ortamında genel i delere götüren yol gibi
Yaratıklann
özünü belirleyen ve bölgesinden asılı olmayarak genel armoni ve
vahdete götüren hattın bulunması ve idrak olunması için çeşitli araçlar mevcuttur ve bu yoUann "rehberierinden" biri ve hem de daha mükemmeli Allah'ın bendesine gönderdiği tinsel bilgiler, bilgelik, yani semavi kitaplardır.
Kutsal kitaplan insanın Allah'a inancının tarihi gibi de değerlendirebiliriz:
Bunlarda ilk yarandığı günden Mahşer'e kadar, yani Adem eviadının yaratılışı ve
gelişmesinde, kalkınma ve tenezzülünde onun tek olan Allah'a inancının rolü
tasvir edilir, inancın önemi defalarca vurgulanır. Bütün tarili boyunca değişen
toplumlar, uluslar, kuruluşlardır, değişmeyen ise yalnız Allah ve O'na iman getirenlerdir. Din insanlığın hayatında ikili role sahiptir: Dışsal ve tinsel. Eğer birinci halde din toplum veya devleti yönetim aracı, halkı itaat altında tutınak için bir
"afyon"sa, ikinci halde o insanın tinsel alemini, düşünce ve ahlakını gerçek inancın yardımıyla etkileyen, ona semavi ve saf ideler benimseten bakış açısıdır.
İnsanlığın sonuncu, kendisinden önceki dinleri de içeren, değiştirmeden günümüze kadar ulaştınlan, aynca, diğerlerinden daha fazla söz konusu olan, kökleri gerçekte ekonomi ve siyasal sebeplere dayanan bir kısım olumsuzluklardan dolayı haksız olarak suçlandınlan din İslam'dır. Batı düşünürlerinin İslam'la ilişkile­
rini araştıran S.Halilov yazar: "Batılı filozoflar düzenli olarak düşüncenin gücüyle
Könül Bünyadzade
Çağdaş
insana Mevliinii prizmasindan
bakış
Vahdet idesine yaklaşsalar da, somut tinsel mensupluklanndan da vazgeçemez, yeri geldikçe kendi idelerine karşı giderek dine bağımsız münasebetleriili de kestirme
yoldan, kendi dinlerine değil, İslfurı'a ünvanianmış şekilde ifade ederler". 7
İslam somut olarak, bir halkın değil, tüm inanç sahiplerinin Allah'a hizmet
eden herbir kişinin dini, Kur'an-ı-Kerim'de o kişinin bilgi kaynağı, dürüst ahlak
ve düşüncesinin yönlendiriricisidir. O, (Kur'an-ı-Kerim) hem Tevrat gibi insanlan belirli kurallara uygun şekilde yaşamaya, yüksek ahlak sahibi olmaya davet
eden dini kitap, hem de İncil gibi insanın tinsel dünyasını geliştiren, ruhunu terbiyelendiren önderdir. Kısacası, Kur'an-ı-Kerim insanın hem maddisel, hem de
tinsel dünyasına bağlı yüce evrensel ideler kaynağıdır.
Bu meseleyi açık bırakarak, yazımızın başka bir kısmını oluşturan İslam ortamında biçimlenmiş düşünce tarzı ve mükemmelleşme sürecinin ifadesi olan tasavvuf üzerine konuşalım.
İslam'ın erken dönemlerinden ortaya çıkan, uzun ve zengin tarihe, derin
felsefeye sahip tasavvuf oluştuğu zamandan itibaren bir taraftan İslam'ın gerçeklerini, temel hattını içeren düşünce tarzı, hayat deneyimi gibi nitelendirilmektedir ki, bu tasavvufun asıl malıiyetidir, diğer taraftan ise İslam'ın kendisini tahrif
eden bir silaha çevrilmektedir. Hem İslam'ı aniayarak yaşayan, kendi dinini bütün aynntılanyla idrak eden, kazandığı deneyimi düzenli teorilerle bir bütün haline getiren ünlümistisizm taraftarlan, hem de İslam ilkelerine kendi görüşlerini
de ekleyerek din içinde din oluşturan, şeyhini kutsallaştırarak putlaştıran bid'at
mistisizm tarikatı ve temsilcileri böyle söylememize esas verir.
Söylenilenleri özetleyerek yalnızca ikinci tarafın, yani bid'at tarikatıann
hizmeti sonucu tasavvuf hakkında yanlış düşüncelerin şekillendiğini söyleyebiliriz. Tasavvuf daha fazla masumluk, zahitlik, dervişlik gibi kavramlarla eşit tutulur, yani tasavvufun her hangi bir kavramı büyük bir düşünce dizgisinin yerine geçebilir. Bizim kastettiğimiz tasavvuf insana kendini idrak ettiren, yaratılışı­
nın asıl amacını açıklayan, onun yaranıştan sahip olduğu erişkinliğe dönmesini
sağlayan idrak aracı, bakış açısı, yüce düşünce şeklidir. Başka deyişle tasavvuf
ilk önce kuramsal bir dizgedir ve daha sonra da bu dizgenin belirlediği ve onun
sadece belirli kısmını içeren bir deneyimdir.
Halilov 5.5., Felsefe: Tarihsel ve Çağdaş (felsefi kampoarativistika}, Bakü, 2006,
s. 204.
7
272
İslam
Allah'a inanan, hizmet eden herbir kişinin dini, Kur'an-ı Kerim de o
kişinin bilgi kaynağı, dürüst ahlak ve düşüncesinin yönlendiricisidir. O, (Kur'anı-Keıim) hem Tevrat gibi insanlan belirli kurallara uygun şekilde yaşamaya, yüksek ahlak sahibi olmaya davet eden dini kitap, hem de İncil gibi insanın tinsel
dünyasını geliştiren, ruhunu terbiyelendiren önderdir, yani İslam'ın hadisçi bilginler, fıkıhlarca derinden öğrenilerek insanlara ulaştıran, şeriat adlandıran dış­
sal tarafı ve tasavvufun ilgilendiği içsel tarafı vardır. İçsel tarafın yolunun yalnız dıştan-şeriattan, yani dürüst terbiye ve ahlaktan geçtiğini eklememiz gerekir.
Ahlak aslında düşüncenin temelidir ve hem ahlaki yönlendiren de düşüncedir. O
halde demek ki, insanın ruhunu, onun tinsel dünyasını hedefleyen tasavvuf İs­
lam'ın
içsel ve dışsal özelliklerini içerir.
Söylediklerimizden şu sonuca varabiliriz: Tasavvuf umumbeşeri bir din
olan İslam'ın dışsal ilkelerinden, içe dönük düşünce, deneyim biçimidir, yani İs­
lam'ın maneviyat ve ruhla bağlı tüm yönlerini, özünü, çekirdek hattını yansıtır
ve demek ki,
umumbeşeriliğini
gösterir.
,1
Mevlana-erişkin
,1
. ,.
insan tecessümüdür
Kültür dünyasına hem bilimsel, hem de bedii eserler gibi inciler b alışetmiş tasavvuf adamlan arasında tasavvufun remzi olan, yani tasavvuf deyince hemen akla gelen değerli kişiler bulunmaktadır. Bunlardan biri de Celaleddin-i Runıi'dir.
Celaleddin-i Rumi üzerine pek fazla konuştilmuş ve de çok şey daha denilecektir. Biz biraz daha farklı prizmadan konuyu ele alarak onun insan hakkın­
daki
düşünceleriyle tanışalım.
Tarille başvurulduğunda Celaleddin-i Rı1nıi'nin ünlü din adamı, şeriate ciddi ve özenle uyan, mürnin bir Müslüman, güzel şair ve bilgili bir insan, bilim
adamı olduğu belli olur. Söylenilenlerin yanısıra, onun tasavvuf tarihinde derin
izlerini bırakmış ve bir kısım özellikleri olan tasavvuf okullan kurmuş bir düşü­
nür
olması
da gerçektir.
Şunlan hatırlatınakta
amaç Mevlana'nın insan hakkındaki görüşlerinde
öneınli rolü olan etınenlerin her zaman dikkat merkezinde tutulmasıdır.
Mevlana insan fenomenini toplum içinde ve ailede, sinirlendiğinde ve sevindiğinde, sevgide ve nefretle ve diğer bu gibi duruınlarda, edep ve ahlakını, düşüncele­
rini tüm aynntılanyla araştırmıştır. Derya ile kıyaslanabilecek bu gerıiş konunun te-
Könül Bünyadzade
Çağdaş
insana Mevlana prizmasindan
bakış
zimizde yalnızca bir damlasına, yazının ruhuna uygun olanına, insanı diğer yaratık­
lardan farklı tutan özelliklerine, onun düşüncesine ve tinsel gelişimine yer verdile
Kur'an-ı Kerim'de şöyle denilir: "Allah-Taaıa kendi ruhundan üflediği ve
yer üzerinde halife diktiği insana tüm nesnelerin ismini öğretti" (Kur'an-ı Kerim,
2/30-31). Sadece bu olgu, yani tüm bilimiere sahip olabilme olanağı insanı diğer
yaratıkların üstünde olmanın yamsıra, hatta onu Allah'tan sonra secde edilebilecek hedef bile yaptı.
Fakat insan tinsel alemle beraber hem de maddi dünyanın sahibidir ve onun
maddi olanlarla ilişkisi ilave istek ve amaçlannı ortaya çıkarnıakla beraber, hatta birincileri unutınasma da neden olabilir. Rumi der: "İnsan büyük şeydir, onda
her şey yazılmıştır, karanlık perdeleri kendisinde olan bilimleri görmek ve onlan okumak imkanı vermiyor. Karanlık perdeleri dünyanın çeşit çeşit eğlenceleri,
törenleri ve arzulandır". 8
Kutsal kitaplara dayanılarak Allah'la insan arasında vasıtasızlığın mekanı­
nın gerçekten ruhun olması düşüncesi kabul edilir. Rumi 'nin söylediği gibi "Dağ
başından hızla akan seller gibi bizim cisnıimizde de aşk ile birleşmiş bir ruh vardır".9 Burada küçük bir nüansa özellikle değinmek gerekir: Allah tüm bilimleri
insanın ruhuna öğretıniştir. Rumi, yalnız ruhun malı olmuş, onu erişkin (mükemmel) yapan bilgiyi kastediyor. Çünkü diğeri sadece "yükten ibarettir" (1/344y) 10
ve hiçbir yaran yoktur. O, içindeki bilgi ambannı göre bilmek için "şehvet ve heves uğruna o bilgi yükünü taşıma" diye uyarır (1/3451). 11
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "Biz emaneti göklere, yere ve dağ­
lara verdik, fakat onlar taşımak istemediler, korktular. İnsan onu yüklendi, o, zalim ve bilgisizdi" (Kur'an, 33/72). Farklı tefsirlerde emanetin ne olduğu hakkın­
da değişik görüşler mevcuttur. Biz emanetin insanın besaret, gönül gözünü açan
inanç nunı olması düşüncesine katılıyoruz. Rumi "Gönüle bir damla cevher düş­
tü; Allah o cevheri denizlere de, evrenede vermemiştir"Y Öğrendiği bilgiler, ta-
8
Rumi C., Fihi ma fih (tercüme A. A. Konuk, istanbul, 1994, s. 48).
Mevlana Celaleddin Rumi, Mesnevi, tercüme ve şerheden: Tahir-ui-Mevlevi.
istanbul, s. 568.
9
10
Mevlana Celaleddin Rumi, Mesnevi, tercüme ve şerheden: Tahir-ui-Mevlevi.
istanbul, s. 568.
11
Mevlana Celaleddin Rumi, Mesnevi, tercüme ve şerheden: Tahir-ui-Mevlevi.
istanbul, s.568.
12
Rüstemov Y.i., Mevlana Celaleddin Rumi'nin tasawuf felsefesi, Bakü, 2002, s. 143.
274
/
'"
1
!\ '
',,
şıdığı
emanet ruhlann belirli gerçekleri içerdiğiili ve bu mahiyette biçim (maddi
vücut) kazandıklannı söylemeye esas verir. Demek ki, fark onlann yaratılışında
değil, üstlendikleri mahiyettedir ve ruhun mükemmelleşmesi bilhassa o gerçeklerin bulunmasıyla ilgilidir.
Ruhun vahiyin mekanı olmanın yanısıra, hem de onu insanlığa ulaştıran bir
araç olması da belli olur. Söylenınesi caizse, peygamberlik, ariflik, bilgisizlik yalnız ruha özgü bir niteliktir. Rumi şöyle yazar: "O parlak suretin canı eksik, git de
o nadir cevheri, yani insanlık ruhunu ara" . 13
Bu, insanı onun gerçek "mekanına", "vatanına"- vahdete geri götüren cevherdir. Rı1mi bu dönüş ve yükselişi şu şekilde tasvir etmektedir: "Her işte irısana
rehber olan derttir. Bir kimsede bir işin derdi o işin heves ve aşkı içinde ortaya
çıkmayınca, o işe kastetmez ve o iş dertsiz kolaylıkla yapılamaz. Dünya olsun,
ahiret olsun, marangozluk olsun veya bilim olsun. ,.4 Demek ki, Allah tarafından
ruha verilen aydınlık ona kendi özünü bulmaya ve bununla da erişkinliğe, Yalı­
daniyete ulaşmanın yolunu gösterir.
Demek, insanın asıl mahiyeti ruhunda, maddiyet fevkinde durduğundan yazar "İnsan için asıl gıda Tann'nın nurudur, ona hayvan gıdasılayık değil." 15 der.
Kur'an-ı Kerim'de de "Gerçekten size Allah'tan bir nur ve açık bir kitap geldi. Allah onunla, O'nun rizası için gidenleri sağlam yollara yönetir, onlan kendi izniyle karanlıktan aydınlığa götürerek doğru yola ulaştım." (Kur'an 5/15-16). Tabii,
ayetde geçen nur kelimesi değişik anlamlarda tefsir oluna bilmenin yanısıra, hem
de insana onun mahiyetini açan tinsel, irrasyonel bilgi gibi yorumlanabilir.
Allah'tan tecelli eden gerçekler ruhun seviyesine, yani onun gerçekleri kabul etıne yeteneğine uygundur. Demek ruh körü körüne ileten değil, düşünen bir
varlıktır. Bunu kasteden Rumi yazar: "Allah her kesin ruhuna den ek taşı koymuş­
sa, o kişi salt olanı şüpheden ayırabilir" . 16
Ruh insan varlığında tek düşünense ve o maddiyet fevkine kalkmalda mükemmelleşir ve insanın idraksürecini tamanılıyorsa, demek insanın mükemmel-
Mevlana Celaleddin Rumi, Mesnevi, tercüme ve şerheden: Tahir-ui-Mevlevi.
istanbul, s. 568.
13
14
Rumi C., Fihi ma fih (tercüme A. A. Konuk, istanbul, 1994, s. 22).
15
Mevlana, Mesnevi, ll, çeviren: V. izbudak, istanbul, 1995, s. 83.
Mevlana Celaleddin Rumi, Mesnevi, tercüme ve şerheden: Tahir-ui-Mevlevi,
istanbul, s. 568.
16
Könül Bünyadzade Çağdaş insana Mevliimi prizmasindaıı bakış
leşmesi
ruhunun da gelişmesi demektir. Bu süreç hem de belirli biçime sahip, yani vücutta kendine yer bulmuş ruha özgü bir özelliktir.
Burada ilk bakışta zıt görülen bir mesele daha ortaya çıkar. Biz hem ruhun
maddiyet fevkine kalkınakla mükemmelleştiğini, hem de yalnız maddiyet kazanmış ruhun bu imkana sahip olduğu fikrini önerdik. Cevap çok basittir. Erişkinlik
sadece insana özgüdür, bu ise maddi olanı reddetmek değil, tersine onu tinsel gelişme için araç olarak kullanma demektir. Bu yüzden de Rılmi der ki, "... tinsel yücelik ve gerçek yücelik temiz ruhlara, yani maddi isteklerden annarak gerçek
Öz'e yönlenen insanın ruhuna hastır." 17
Ruh ve maddi vücudun ilişki seviyesine bağlı olarak düşünürler ruhlan
farklı çeşitlere ayırmışlar. Rumi de bu görüşe dayanarak insanın insani ve hayvanı olmak üzere iki özelliğini vurgulamıştır. Eğer hayvanın mekanı maddisel
dünya çerçevesi içinde mevcutsa, insanın mekanı bu çerçevenin fevkinde, tinsel
vahdettedir ve bu olanağı, ona sağlayan düşüneeli ruhudur. Mevlana'nın söylediği gibi "Su geminin içine girerse onu batınr, altında olursa onu yüzdürür." 18
İnsan ruhunun hayvansal kattan insan katına yükselmesi tinsel süreçtir. Bir
başka deyişle mükemmelleşme - ruhun gelişmesi ve gelişme- ruhun seviyelerinin açığa çıkmasıdır.
Aslında tinsel alemden yaranan ve onunla sıkı bağlarla bağlı olan(ruhun ora
dönmek isteği buna sübut olabilir) bir ruh belli ortam, zaman ve mekanda gah bitkisel, gah hayvansal, gah da insani olabilir. Aynca, ruh kendi mahiyetinde var
olan gerçekleri idrak etmek seviyesinden asılı olarak gah sıradan bir insan, gah da
arif birisi olabilir. Rumi der: "Topraktan yaratılmış olan Adem bilgiyi Allah'tan
öğrendiği için o bilgiyi yedi kat semayakadar parlak şekilde yükseltti."
Böylece, Celaleddin-i Rfuni insan deyince daha fazla onun ruhuna hitap
eder, çünkü insanın mahiyeti onun ruhunda saklıdır, yalnızca ruhundaki anlam
ile maddisel dünyadan asıl vatana, tinsel aleme yükselebilir. Başka deyişle, hayvansal makamdan insani makama yükselebilir, mükemmelleşebilir. Rumi "Sen
bana alemin kutbu olan gönül getir. İnsanın canının, canının canı o gönüldür." 19
Mevlana Celaleddin Rumi, Mesnevi, tercüme ve şerheden: Tahir-ui-Mevlevi,
istanbul, s. 568.
17
Bak. Bünyatzade K. Y., Doğu ve Bott. Tinsel Vahdetten Geçen Kendiniidrak. Bakü,
2006, s. 51-53.
18
19
Rüstemov Y.i., Mevlüna Cei{Jfeddin Rumi'nin tasawuf felsefesi, Bakü, 2002, s. 143.
276
/
'"
'
insanda onun ruhunu görüp degeriendiren Rumi "Gel, her kim olursan ol,
ama gel..." diye bölge, din, düşünce aykmlıklanna ragmen insana hitap eder, onlann ruhunu maddi vücut kazanmadan önce mensup olduklan birlige davet eder.
Söyledigirniz gibi, Celaleddin-i Rumi bir tasavvuf şeyhi olmuş ve bakış açı­
sında tasavvuf en mükemmel ve yüksek şekilde kendi ifadesini bulmuştur. Baş­
ka deyişle insana bu şekilde muamele ve erişkinlik derecesinde insanlar arasın­
da herhangi maddesel ayınnılann kalmaması idesi başlıca olarak tasavvufta yaygındır. Tasavvuf ise İslam'ın çekirdek hattı, mahiyetini içeren düşünce şekli, bakış açıdır. Demek, insana bu şekilde muamele İslam'ın özgüdür.
Belli oldugu gibi Dogu, özellikle de İslam felsefesi birçok hallerde Batı felsefesi için ide kaynagı olmuştur. Bugün insanlık peşinde olan Batı için bu tür ide
kaynaklanndan biri ve belki de birincisi Celaleddin-i Rumi'dir. Eserlerine gerek
kitap ve dergilerde, gerekse internet sayfalannda çok sayıda başvurulan buna delil olarak gösterebiliriz. Başvurulann kökünün daha derine gitligini söyleyebiliriz. Bunlardan sadece bir kısmı üzerine konuşacagız.
Büyük Alman filozofu Hegel Celaleddin-i Rumi'nin görüşlerine dayanarak
şöyle yazar: "Eger Tek olanın idrakına ... onun en güzel saflıgı ve yüceliginde
20
bakınak isterlerse Muhammediler'e hitap etıneleri gerekir."
Diger bir Alman düşünür İ. V. Goethe ise Rumi'nin bakış açısını şöyle betinılemektedir: "Onun niyeti ruhu ögrenmek, yükseltınektir, bir bütün olarak o
kendisinin vahdet hakkında ögretisi ile her türlü üzüntüyü, eziyeti takdir etınese
de, bu üzüntüye hiç olmasa izin vermekle bile herkesin eninde-,sonunda tinsel
varlıgın derinligine düşecegini ve ışıklandıgını gösterir." 21 İ. V. Goethe "Gerçekligin şüpheli ve itibarsız esasa dayanması Celaleddin Rum-i'nin yüregince degil;
o içsel ve dışsal olaylann sımnı manevi açıdan belirlemeye çalışarak onlan keskin akılla çözmek istiyor." 22 der.
Tasavvufun hayranlanndan ve yetenekli araştırmacılanndan olan A. Arberri kendi hislerini şöyle ifade etınektedir: "Mevlana yedi yüz yıl önce dünyayı büyük bir karmaşadan kurtardı. Günümüzde Avrupa'yı kurtaracak olan tek şey de
onun eserleri, görüşleridir. Bundan sonra hayatını Mevlana'nın eserlerinin araş-
20
Gegel G. V. F., Filosofiya Duxa/Ensiklopediya Filosofskix Nauk, C 3, Moskova,
1977, s. 400.
21
Rüstemov Y.
22
Rüstemov Y.
Könül Bünyadzade
Çağdaş
i., Meviuna Celüleddin Rumi'nin tasawuf felsefesi,
i., Mevlüna Celüleddin Rumi'nin tasawuf felsefesi,
insana Mevltinti prizmasindan
bakış
Bakü, 2002, s. 143.
Bakü, 2002, s. 143.
tınlmasına adayacağım.
Çünkü onlardan çağımızın hastalıklan için tinsel ilaç ve
teselli bulmak mümkündür. "23
İngiliz Doğu bilimci R. Nicholson, Ebu Hamid Gazzali ve Celaleddin-i Rumi'nin yaratıcılıklanlll kıyaslamak suretiyle birincinin düzenli, açık şekilde, ikincisinin ise alegori, saklı anlamlarla dolu, karmaşık şekilde yazdığım belirlemiştir.
Şöyle ki, Rumi'nin şiirleri yalnız Sufiler yani vahdet-i vücudu kabul edenler için,
Gazzali'nin eserleri ise tasavvufu anlamak isteyen herkes, tüm okurlar içindir. 24
R. A. Nicholson'un söylediklerine mantıklı bir ilave, zannimizce, tam yerinde
olur: Rumi'nin eserleri remzi dille yazılsa da, bilhassa insanın ruhuyla ilgili olduğundan ruhu uyanık ve tinselışıkla nurianmış bir insan onlardaki derin bilgeliği görüp idrak edebilir.
Şimdi de biraz önce açık bıraktığımız konuya dönelim.
İslam dininden haberdar olan Batı filozoflan İslam'ın mükemmelliğini kabul edemeseler de, kendi inançlanna ihanet ederek tasavvufu daha içtenlikle benimsemiş, ondan faydalanmışlardır. Bu sözler bugün tasavvufa başvuran milyonlarca Batılı'ya da ait. Başka bir deyişle resmi tinsel merasimlerin etkisinden
kurtulamayan zeki insanın ruhu, gönlü, tabii ki, tinsel vahdaniyete yönelmelidir
ve yönelir de, bundaysa vasıtacı Celaleddin-i Rumi, yani tasavvuf olur. Bu, aynca, tasavvufun timsalinde İslamın da ihtişamı sayılabilir.
Tasavvufçu düşünür Azizeddin Nesefi "Peygamber'in söylediklerini kabul
eden herkes din sahiplerinden, Peygamber'in yaptıklannı yapan herkes tarikat
sahiplerinden, Peygamber'in gördüklerini gören herkes ise gerçek sahiplerindendir. Kim bunlardan hangisine sahipse, o kadar nasibini almıştır... Her üçüne sahip
olan kişiler mükemmel kimseler olup yaratılmışlaTin önde geleni eridir. "25 der.
Celaleddin-i Rumi İslam ilkelerini iyice bilen, onlara uyan, insanlan yüceliğe, saflığa, erikinliğe davet eden, aynca, irrasyonel gerçekleri idrak etmek için
tinsel nura sahip bir şahıs olmuştur. Başka deyişle Celaleddin-i Rumi, hem Batı,
hem Doğu, hem Hıristiyan, hem Putperest, hem de Müslüman için mükemmel insan örneğidir.
23
Mevliina'nm Düşünce Dünyas1, derleyen: N.Şimşekler, Konya 2005, s. 223.
24
Nicholson R. A., The idea of Personality in Sufizm.
Nesefı A., Tasawufta insan Konusu, insani-l Kamil, tercüme: M. Ka nar,
istanbul, 1990, s.13.
25
278
Kaynaklar
Bünyatzade K. Y.,
Doğu
ve
Batı.
Tinsel
Valıdetten
Geçen Kendini idrak, Bakü, 2006.
Gegel G. V. F., Filoso.fiya Duxa/Ensiklopediya Filosofskix Nauk, c.3, Moskova, 1977.
Fahri M., İslam Felsefesi Tarihi, tercüme: K. Turhan, İstanbul, 1998.
Mevlana, Mesnevi. II, çeviren: V. İzbudak, İstanbul, 1995.
Mevlaml Celaleddin Rumi, Mesnevi, tercüme ve şerheden Tahir-ul-Mevlevi, İstanbul.
Mevlana Celaleddin Rumi, Filıi ma .fih, tercüme: A. A. Konuk, İstanbul, 1994.
Mevlana 'nın
Düşünce Dünyasından,
derleyen: N.
Nic:holson R. A., The idea of Personality
Kulizade Z. A.,
Bakü, 1983.
Zakonomenıosti
iıı
Şimşekler,
Konya, 2005.
Su.fizm.
razvitiya vostoçnoy .filoso.fii XIII-XVI vv. i problema zapad-vostok,
Rüstemov Y. İ., Mevlana Celaleddin Rumi'nin Tasavvuf Felsefesi, Bakü, 2002.
Halilov S. S., Felsefe: Tarihsel ve
Çağdaş,
Bakü, 2006.
Halilov S. S., Eğitim, Öğretim, Terbiye, Bakü, 2005.
Nesefi A., Tasavvufta İnsan Konusu, İnsan-ı Kamil, tercüme: M. Kanar, İstanbul, 1990.
Könül Bünyadzade Çağdaş iıısaııa Mevliinii prizmasiııdaıı bakış
Download