hipertansiyonlu hastalarda diabetes mellitus`un sol ventrikül

advertisement
T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI
GÖZTEPE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
III. DAHİLİYE KLİNİĞİ
HİPERTANSİYONLU HASTALARDA DİABETES
MELLİTUS’UN SOL VENTRİKÜL DİASTOLİK
FONKSİYONU ÜZERİNE ETKİSİ
TIPTA UZMANLIK TEZİ
Dr. MURAT ARAZ
İSTANBUL - 2008
T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI
GÖZTEPE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
III. DAHİLİYE KLİNİĞİ
HİPERTANSİYONLU HASTALARDA DİABETES
MELLİTUS’UN SOL VENTRİKÜL DİASTOLİK
FONKSİYONU ÜZERİNE ETKİSİ
TIPTA UZMANLIK TEZİ
Dr. MURAT ARAZ
Danışman
Doç. Dr. HİLMİ ÇİFTÇİ
İSTANBUL - 2008
TEŞEKKÜR
Uzmanlık eğitimim boyunca mesleki ve hayata dair bilgi ve deneyimlerini
bizlerle paylaşan, klinik içi çalışmalarda sorumluk almamızı destekleyerek bizlere
mesleki özgüven kazandıran, engin hoşgörüsü ve tevazusu ile bizlerle meslektaşları ve
arkadaşları olarak ilişki kuran, yanında çalışmaktan dolayı kendimi şanslı hissettiğim
klinik şefimiz, değerli hiocam Sn. Doç. Dr. Hilmi ÇİFTÇİ’ ye,
Sürekli eğitim bilincini bizlere aşılayan, her gün bir damla sloganı ile bilgi ve
deneyimlerini bizlerle paylaşırken yorulmak bilmeyen klinik şef yardımcımız, değerli
ağabeyimiz Sn. Uzm. Dr. Nail BAMBUL’ a,
Hastane başhekimimiz Sn. Prof. Dr. Hamit OKUR’ a,
Değerli hocalarım 2. İç Hastalıkları Klinik Şefi Sn. Prof. Dr. Aytekin Oğuz’a,
4. İç Hastalıkları Klinik Şefi Sn. Uzm. Dr. Yavuz ERYILMAZ’a ve 1. İç Hastalıkları
Klinik Şefi merhum Sn. Uzm. Dr. Durmuş ŞENDAĞ’a,
Rotasyonlarım
sırasında
bilgi
ve
deneyimlerini
paylaşan
Enfeksiyon
Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Klinik Şefi Sn. Doç. Dr. Nail ÖZGÜNEŞ’e,
Süreyyapaşa Göğüs ve Kalp –Damar Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi 4.
Göğüs Hastalıkları Klinik Şefi Sn. Doç. Dr. Turan KARAGÖZ’e, Kartal Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Biokimya Klinik Şefi Sn. Uzm. Dr. Asuman ORUÇ’a,
Beraber çalışma imkanı bulduğum diğer uzmanlarıma, asistan arkadaşlarıma,
hemşirelere ve hastane personeline
Teşekkür ederim.
i
KISALTMALAR
ABD
A1C
ADA
AT
BKI
DKB
DM
dp/dt
DZ
EF
GDM
HDL
HOMA
hsCRP
HT
IDDM
IDF
IFG
IGT
IVGZ
JNC
:
:
:
:
:
:
:
:
:
:
:
:
:
:
:
:
:
:
:
:
:
LADA
LDL
MI
MIDD
MODY
MRDM
NIDDM
NYHA
OGTT
PVa
PVd
PVs
PW
SKB
WHO
:
:
:
:
:
:
:
:
:
:
:
:
:
:
:
Amerika Birleşik Devletleri
Glikozillenmiş hemoglobin
American diabetes association
Anjiotensinojen
Beden kütle indeksi
Diastolik kan basıncı
Diabetes mellitus
Basınç azalmasının zirve hızı
Deselerasyon zamanı
Ejeksiyon fraksiyonu
Gestasyonel diabetes mellitus
Yüksek yoğunluklu lipoprotein
Homeostasis model assessment
High sensitive c reactive protein
Hipertansiyon
Insulin dependent diabetes mellitus
Uluslar arası diabet federasyonu
Impaired fasting glucose
Impaired glucose tolerance
İzovolumetrik gevşeme zamanı
Joint national committee on prevention, detection, evaluation
and treatment of high blood pressure
Latent autoimmune diabetes of adult
Düşük yoğunluklu lipoprotein
Miyokard enfarktüsü
Mitochondrial diabetes with deafness
Maturity onset diabetes of the young
Malnutrition related diabetes mellitus
Non insulin dependent diabetes mellitus
Newyork heart association
Oral glukoz tolerans testi
Pulmoner ven akımı
Pulmoner ven diastolik dalgası
Pulmoner ven sistolik dalgası
Pulsed wave
Sistolik kan basıncı
World health organization
ii
TABLO LİSTESİ
Tablo-1
: Hipertansiyonun sınıflandırılması (JNC-7) .................................................. 4
Tablo-2
: Avrupa Hipertansiyon Derneği-Avrupa Kardioloji Derneği’ne göre
erişkinlerde kan basıncı sınıflandırması ....................................................... 4
Tablo-3
: Sekonder hipertansiyon nedenleri................................................................. 8
Tablo-4
: Hipertansiyona neden olabilen bazı ilaç ve toksinler ................................... 9
Tablo-5
: Kardiovasküler majör risk faktörleri........................................................... 10
Tablo-6
: Hedef organ hasarı ...................................................................................... 10
Tablo-7
: Eşlik eden klinik durumlar.......................................................................... 11
Tablo-8
: Hipertansiyonlu hastalarda yapılacak laboratuar testleri ............................ 11
Tablo-9
: Hipertansiyonun prognozunun belirlenmesi için risk gruplandırması........ 12
Tablo-10 : Yeni tanı kriterleri (ADA 2003) ................................................................. 21
Tablo-11 : Metabolik sendrom komponentleri............................................................. 24
Tablo-12 : ADA’ya göre gestasyonel diabetin tanı kriterleri ....................................... 27
Tablo-13 : WHO’ya göre gestasyonel diabetin tanı kriterleri ...................................... 28
Tablo-14 : Metabolik kontrol hedefleri ........................................................................ 28
Tablo-15 : A1C düzeyine denk gelen glisemi değerleri ............................................... 28
Tablo-16 : Değişik diastolik fonksiyon parametrelerinin normalde ve farklı
diastolik fonksiyon derecelerinde aldığı değerler arasındaki ilişki ............ 40
iii
ŞEKİL LİSTESİ
Şekil-1
: Sol ventrikül doluş örneği........................................................................... 36
Şekil-2
: Farklı diastolik fonksiyon derecelerinde transmitral akımlarının
karşılaştırılması........................................................................................... 37
Şekil-3
: Grade I diastolik disfonksiyon.................................................................... 37
Şekil-4
: Vakaların yaş dağılımı ................................................................................ 43
Şekil-5
: Diabeti olan ve olmayan gruplara göre cinsiyet dağılımı ........................... 44
Şekil-6
: Diabeti olan ve olmayan guplarda diastolik disfonksiyon.......................... 45
Şekil-7
: Diastolik disfonksiyonu saptanan gruplarda cinsiyete göre dağılım ......... 46
iv
İÇİNDEKİLER
TEŞEKKÜR....................................................................................................................... i
KISALTMALAR.............................................................................................................. ii
TABLO LİSTESİ............................................................................................................. iii
ŞEKİL LİSTESİ............................................................................................................... iv
GİRİŞ VE AMAÇ............................................................................................................. 1
GENEL BİLGİLER .......................................................................................................... 3
HİPERTANSİYON ....................................................................................... 3
DİABETES MELLİTUS ............................................................................. 13
DİASTOLİK DİSFONKSİYON ................................................................. 31
GEREÇ (HASTALAR) VE YÖNTEM.......................................................................... 42
BULGULAR................................................................................................................... 43
TARTIŞMA .................................................................................................................... 47
SONUÇ........................................................................................................................... 51
ÖZET .............................................................................................................................. 52
ABSTRACT.................................................................................................................... 53
KAYNAKLAR ............................................................................................................... 54
v
GİRİŞ VE AMAÇ
Amerika Birleşik Devletlerinde yıllık olarak 500.000 yeni kalp yetmezliği
hastası belirlenmektedir. Epidemiyolojik araştırmalar yeni başlangıçlı kalp yetmezliği
için risk faktörleri arasında ileri yaş, koroner arter hastalığı, hipertansiyon, sol ventrikül
hipertrofisi ve diabetes mellitusun olduğunu göstermektedir(1).
65 yaşın altındaki hastalarda yeni başlangıçlı kalp yetmezliği en sık olarak
erkek cinsiyet, iskemik kalp hastalığı ve azalmış sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu veya
sistolik kalp yetmezliği ile bağlantılıdır. İskemik olmayan dilate kardiomyopatinin
genetik ailesel formlarının önemi gittikçe daha fazla fark edilmektedir. Bunun tersine
yeni kalp yetmezliği olan 70 yaşından büyük hastaların neredeyse yarısında sol ventrkül
ejeksiyon fonksiyonları normaldir (EF>%50) ve bu hastalarda primer kardiak
anormallik olarak diastolik kalp yetmezliği tespit edilir(1).
Normal sol ventrikül diyastolik fonksiyonu; ventrikülün, istirahat ve egzersiz
sırasında,12 mm Hg yi geçmeyen ortalama bir sol atrial basıncın varlığında, normal
diastol sonu hacme kadar dolabilme yeteneği olarak tanımlanabilir(1).
Sol ventrikül relaksasyon prosesi, kontraksiyondan daha fazla enerjiye bağımlı
olduğu için, sol ventrikül diastolik fonksiyon anormallikleri, kalp hastalıklarında,
sistolik disfonksiyon ile karşılaştırıldığında daha erken ortaya çıkar(1).
Yaşlanma ile birlikte birlikte diastolik kalp fonksiyon anormallikleri artar.
Daha yaşlı olan bu hasta grubunda kadın cinsiyet ve hipertansiyon ön plana
çıkmaktadır. Bu hastalar egzersiz sırasında dispneden ve azalmış egzersiz
kapasitesinden şikayet ederler. Araştırmalar diastolik ve sistolik kalp yetmezliğinin
semptomlarının klinik olarak birbirinden ayırtedilemediğini göstermektedir(1).
Diastolik kalp yetmezliği olan hastalarda yavaş gevşeyen ve katılaşmış sol
ventriküller, ya uygun şekilde distansiyona gelememektedir veya ancak yükselmiş
dolum basınçlarında gereken distansiyon düzeyine ulaşabilmektedir. Bu durum,
pulmoner konjesyon, atrial aritmiler veya daha hızlı kalp atım hızlarında sol ventrikül
1
atım hacminin artırılamamasına bağlı olarak azalmış egzersiz kapasitesine bağlı ortaya
çıkan semptomlar ile sonuçlanmaktadır(1).
Diastolik kalp yetmezliği olan hastaların tanınması, bu hastaların neredeyse
sistolik kalp yetmezliği olan hastalar kadar kötü prognoza sahip olmaları ve diastolik
disfonksiyona sahip asemptomatik hastaların bile istenmeyen kardiovasküler olaylar
yönünden artmış risk altında bulunmaları nedeni ile önemlidir(1).
Ek olarak sistolik kalp yetmezliği olan hastalarda diastolik disfonksiyon
mortalitenin güçlü bir göstergesidir. Diastolik disfonksiyonun en erken dönemlerinde
tespit edilmesinde kullanılabilecek güvenilir, invaziv olmayan yöntemler halen
incelenmekte ve sol ventrikül diastolik disfonksiyonu saptandığında kullanılabilecek
potansiyel tedaviler araştırılmaktadır(1).
Belirlenmemiş ve asemptomatik sol ventrikül diastolik disfonksiyonun
getirdiği yükün genel toplumda daha sık olduğu gösterilmiştir. Popülasyonun
yaşlanması ile birlikte diastolik kalp yetmezliği olan hastaların sayısı artacaktır. Halbuki
sistolik kalp yetmezliği ile karşılaştırıldığında klinik uygulamalara klavuzluk yapacak,
bu hastalarda kullanılabilecek tedaviler üzerinde yapılmış klinik araştırma sayısı
azdır(1).
Biz bu çalışmamızda, koroner arter hastalığı olmayan ve EF si normal
hipertansif hastalarda, diabetin sol ventrikül diastolik fonksiyonlarını nasıl etkilediğini
araştırdık.
2
GENEL BİLGİLER
HİPERTANSİYON
Hipertansiyon gittikçe önemi artan bir medikal ve halk sağlığı sorunudur.
Prevalansı yaşla birlikte artmakta, 60-69 yaş arasınd populasyonun yarısında, 70 yaşının
üstünde ise dörtte üçünde hipertansiyon bulunmaktadır (2).
Dünya çapında yaklaşık olarak 1 milyar kişide hipertansiyon olduğu ve yılda
7,1 milyon kişinin hipertansiyona bağlı olarak öldüğü tahmin edilmektedir (3).
NHANES verilerine göre de ABD’de tedavi edilmesi gereken 50 milyon hipertansif
hasta bulunmaktadır (4). Ülkemizde de TEKHARF çalışmasının verilerine göre
hipertansiyon prevalansı erkeklerde %36,3, kadınlarda %49,1’dir (5).
Son yıllarda hipertansiyonu olduğunun farkında olan, antihipertansif tedavi
gören ve an basıncı kontrol altında olan hasta sayısı artmıştır. Bunun sonucunda koroner
arter hastalığı, alp yetmezliği ve inme nedeni ile olan ölümler de azalmıştır. Fakat buna
rağmen ABD’de hastaların %30’u hipertansiyonu olduğunun farkında değildir.
Hipertansif hastaların %40’ından fazlası tedavi altında değildir ve tedavi altındakilerin
de üçte biri kontrol altında değildir. Ayrıca koroner arter hastalığı ve inme nedeni ile
ölümlerin oranındaki azalma da düşmekte, kalp yetmezliği prevalansı ve kalp
yetmezliğine bağlı ölümler de artmaktadır. Son dönem böbrek yetmezliği de gelişimi de
artmaktadır (2).
Hipertansiyon, sanayileşmiş toplumlarda mortalite ve morbiditenin en önemli
nedenleri olan koroner arter hastalığı ve inme için majör risk faktörlerinden biridir (6, 7,
8). 1 milyondan fazla kişiyi içeren çalışmalar, sistolik kan basıncı 115 mmHg’nın,
diastolik kan basıncı ise 75 mmHg’nın üzerine çıktıkça iskemik kalp hastalığı ve inme
riskinin arttığını göstermiştir. Sistolik kan basıncında her 20 mmHg, diastolik kan
basıncında ise her 10 mmHg’lik artış, iskemik kalp hastalığı ve inmeden dolayı
mortalite iki kat artmaktadır (2).
3
JNC 7 (Joint National Committee on Prevention, Detection, Evaluation and
Treatment of High Blood Pressure) raporu hipertansiyonu yeniden sınıflandırmıştır. 18
yaş ve üstündeki erişkinler için geçerli olan bu sınıflandırmaya göre sistolik kan
basıncının 140 mmHg ve/veya diastolik kan basıncının 90 mmHg’nin üzerinde olması
hipertansiyon olarak tanımlanmaktadır(2).
Tablo-1: Hipertansiyonun sınıflandırılması
Sistolik kan basıncı
Diastolik kan basıncı
Normal
<120 mmHg ve
<80 mmHg
Prehipertansiyon
120-139 mmHg veya
80-89 mmhg
Evre-1 HT
140-159 mmHg veya
90-99 mmHg
Evre-2 HT
>=160 mmHg veya
>=100 mmHg
Daha önceki sınıflamaya (JNC 6) göre normal (120-129/80-84 mmHg) ve
borderline
(130-139/85-89
mmHg)
olarak
tanımlanan
gruplar
birleştirilerek
prehipertansiyon olarak tanımlanmıştır. Yeni sınıflamaya göre prehipertansiyon olarak
adlandırılan grup bir hastalık kategorisi değil, hipertansiyon gelişimi için yüksek riskli
bireyleri tanımlamaktadır. Çünkü bu grupta yer alan bireylerde yaşam tarzı değişikliği
ile kan basıncının hipertansiyon düzeyine ilerlemesinin önleneceği veya geciktirileceği
düşünülmektedir. Prehipertansiyon, ilaç tedavisi için bir endikasyon değildir. Ancak
eşlik eden diabetes mellitus ve kronik böbrek yetmezliği de bulunan hastalarda yaşam
tarzı değişikliği ile kan basıncının 130/80 mmHg’nin altına düşürülememesi durumunda
ilaç tedavisi düşünülmelidir (2)
Uluslararası yaygın şekilde kabul gören diğer bir klavuz, Avrupa Hipertansiyon
Derneği ile Avrupa Kardioloji Derneği nin ortak olarak hazırlamış olduğu kılavuzdur.
Tablo-2:Avrupa Hipertansiyon Derneği-Avrupa Kardioloji Derneğine göre erişkinlerde
kan basıncı sınıflandırması(9)
Sistolik basınç (mmHg)
Diastolik basınç(mmHg)
Optimal
<120
Ve
<80
Normal
120-129
Ve
80-84
Yüksek normal
130-139
Veya
85-89
Evre1 hipertansiyon
140-159
Veya
90-99
Evre 2 hipertansiyon
160-179
Veya
100-109
Evre 3 hipertansiyon
>180
Veya
>110
İzole sistolik hipertansiyon
>140
4
<90
Etyopatogenez:
Hipertansiyonun
patogenezi
multifaktöriyeldir.
Çeşitli
anormallikler
hipertansiyon patogenezinden sorumludur. Her hasta için bunlardan biri veya daha
fazlası bulunmaktadır.
Genetik faktörler hipertansiyon patogenezinde çok önemli rol oynamaktadır.
Çevresel faktörler de etyopatogenezde önemli rol oynamakla birlikte tek başına kan
basıncı yükselmesine neden olmamakta, fakat genetik faktörlerle birlikte sinerjistik
olarak kan basıncını etkilemektedir (10,11)
1. Çevresel faktörler: Artmış tuz alımı, alkol kullanımı, obezite, meslek ve
kalabalık yerlerde yaşam gibi çevresel faktörler hipertansiyon gelişimine katkıda
bulunabilir (10). Bu etkiler özellikle hipertansiyona yatkın bireylerde kan basıncı
yükselmesine neden olmaktadır. Obezite intravasküler volüm artışı ve kardiak outputta
artışa neden olarak kan basıncını yükseltmektedir. Kilo kaybının kan basıncında orta
derecede düşmeye neden olmaktadır (11). Alkol alımı ise plazma katekolamin
düzeylerini arttırarak hipertansiyona yol açabilir. Sigara kullanımı da kan basıncı
üzerine benzer etkiler göstermektedir. Aerobik egzersiz daha önceden sedanter yaşam
süren hipertansiflerde kan basıncını düşürmektedir (11).
2. Sempatik sinir sistemi hiperaktivitesi: Özellikle taşikardik genç
hipertansiflerde önemlidir (11). Sempatik sinir sisteminin uyarılması ile surrenal
bezlerden norepinefrin salgılanır. Bunun sonucunda kalp hızında artış, periferik
vazokonstrüksiyon ve kan basıncında yükselme meydana gelir. Böbreklerde afferent
arteriollerde vazokonstrüksiyona neden olarak böbrek kan akımını azaltır. Sempatik
sinir sistemi ayrıca böbreklerde jukstaglomerüler hücrelerden renin salınımını uyarır.
Böylece hem renin-anjiotensin-aldosteron sistemi aracılığı ile hem de doğrudan böbrek
tübüllerinden su ve sodyum tutulumuna neden olur (12-14). Bununla birlikte plazma
katekolamin
düzeyleri
ile
kan
basıncı arasındaki ilişki zayıftır. Adrenerjik
hiperaktivitenin oluşumunda barorefleks mekanizmalarda duyarsızlık rol oynayabilir
(11).
5
3. Renin-anjiotensin sistemi: Renin, böbreklerde afferent arteriollerdeki
jukstaglomerüler hücrelerde sentezlenen proteolitik bir enzimdir. Azalmış perfüzyon
basıncı, azalmış intravasküler volüm, artmış sempatik sistem aktivitesi, artmış
katekolamin düzeyleri, artmış arteriolar gerilim ve hipokalemi gibi nedenlerle salınımı
uyarılır. Renin, anjiotensin dönüştürücü enzim ile anjiotensin II’ye dönüşen anjiotensin
I’in salınımını uyarır (10-12).
Potent bir vazokonstriktör ve aldosteron salınımının majör uyarıcısı olan
anjiotensin II, etkisini AT1 ve AT2 reseptörleri üzerinden gösterir. AT1 reseptörlerini
uyararak vazokonstrüksiyon ve vasküler düz kaslarda hipertrofiye neden olur.
Böbreklerde afferent arteriollerde vazokonstrüksiyon sonucu böbrek kan
akımını azaltır. Böbrek tübüllerinden sodyum ve su geri emilimini doğrudan ve
aldosteron aracılığı ile arttırır (11,15) Hipertansif hastaların yaklaşık %10’unda plazma
renin aktivitesi artmış iken %60’ında normal, %30’unda ise supresedir (11). Düşük
reninli grupta yer alan hastalar daha fazla intravasküler volüme sahiptir. Bu grupta yer
alan hastalarda tanımlananamamış bir mineralokortikoid nedeni ile sodyum retansiyonu
ve renin supresyonu olduğu düşünülmemektedir. Bazı çalışmalar ise bu hastalarda
surrenal korteksin anjiotensine daha duyarlı olduğunu göstermiştir (10). Nefronlarda
iskemiye bağlı heterojenitenin de değişken plazma renin aktivitesine neden olabileceği,
iskemik nefronların daha fazla renin salgılayarak anjiotensin II artışına neden
olabileceği de ileri sürülmüştür (16).
4. Sodyum atılım bozuklukları: çoğu çalışmada hipertansiyon gelişiminde
böbreklerden sodyum atılımında bozukluğun neden olduğu gösterilmiştir. Normal
bireyler yüksek kan basıncına ve sodyum-hacim yüklenmesine renal sodyum atılımını
arttırarak cevap verirler. Bu duruma basınç diürezi adı verilir. Hipertansif hastalarda ise
artmış sodyumun atılımında bozukluk vardır. Yapılan çalışmalarda esansiyel
hipertansiyonlu hastalara tuz yüklendiğinde total vücut sodyumunda artış olduğu
gösterilmiştir. Bunun altında yatan neden efferent arteriollerde vazokonstrüksiyon,
azalmış böbrek kan akımı ve artmış filtrasyon fraksiyonu olabilir. Peritübüler
kapillerlerdeki azalmış sodyum ve su, artmış onkotik basınca ve sodyum
reabsorbsiyonuna neden olarak daha fazla kan hacmi ve kan basıncına neden olabilir
(11,17).
6
Bazı hastalarda fonksiyon gören nefronlarda ve dolayısı ile filtrasyon
yüzeyinde azalma, artmış kan basıncına neden olabilir (16). Normotansiflerde ve 40
yaşın altındaki hipertansiflerde tuz kısıtlamasının fazla etkili olmaması ve yaşlı
hipertansiflerde tuza duyarlılığın artması, bu görüşü desteklemektedir.
5. İntraselüler sodyum ve kalsiyum: Esansiyel hipertansiyonda hücre içi
sodyum miktarı artmıştır. Bu, Na-K exchange ve diğer sodyum transport
mekanizmalarındaki anormalliklerden kaynaklanıyor olabilir. İntraselüler sodyum artışı,
intraselüler kalsiyum artışına neden olur. Böylece esansiyel hipertansiyon için
karakteristik olan vasküler düz kas hücrelerinde tonus artışı meydana gelir (11).
İntraselüler kalsiyum artışı, genelikle obez hipertansiflerde görülür (18).
6. İnsülin direnci: Hipertansiyon, obezlerde ve tip 2 diabetes mellituslu
hastalarda normal popülasyona göre daha sık görülmektedir. Her iki durumda da insülin
direnci mevcuttur. Hiperinsülinemi, birkaç şekilde hipertansiyona neden olur.
Hiperinsülinemi böbrek sodyum reabsorbsiyonunu ve sempatik aktiviteyi arttırır. İnsülin
mitojenik etkisi ile vasküler düz kas hücrelerinde hipertrofiye neden olur. Bu etkiye
anjiotensin II, endotelin ve vazopressin aracılık etmektedir. İnsülinin diğer bir etkisi ise
intraselüler kalsiyum düzeyini arttırarak vasküler tonusu arttırmasıdır (10,19).
Hipertansif hastanın değerlendirilmesi:
Hipertansif hastanın değerlendirilmesinde üç basamak yer alır: (2)
1.
Sekonder hipertansiyon nedenlerinin belirlenmesi (tablo-3 ve tablo-4)
2.
Yaşam tarzı ve diğer kardiovasküler risk faktörlerinin belirlenmesi (tablo-5)
3.
Hedef organ hasarı olup olmadığının belirlenmesi (tablo-6)
7
Tablo-3:Sekonder hipertansiyon nedenleri(20)
Sistolik ve diastolik hipertansiyon
Sistolik hipertansiyon
• Renal
Renal parenkimal hastalık
Akut glomerulonefrit
Kronik glomerulonefrit
Polikistik böbrek hastalığı
Diabetik nefropati
Hidronefroz
Renovasküler
Renal arter stenozu
İntrarenal vaskülit
Renin salgılayan tümörler
Primer sodyum retansiyonu
Liddle sendromu
Gordon sendromu
• Endokrin
Akromegali
Hipo ve hipertiriodizm
Hiperkalsemi (hiperparatiroidizm)
Sürrenal
Korteks
Cushing sendromu
Primer aldosteronizm
Konjenital hiperplazi
Medulla
Feokromasitoma
Sürrenal dışı kromafin tümörler
Karsinoid sendrom
Eksojen hormonlar
Östrojen
Glukokortikoidler
Mineralokortikoidler
Sempatikomimetikler
Tiamin içeren besinler
Monamin oksidaz inhibitörleri
• Aorta koarktasyonu
• Gebelik toksemisi
•
Nörolojik hastalıklar
Kafa içi basıncını artıran hastalıklar
Beyin tümörü
Ensefalit
Uyku apne sendromu
Akut porfiri
Guillain barre sendromu
Ailevi disotonomi
• Akut stres(cerrahi dahil)
Hipoglisemi,yanık,pakreatit vd.
• Intravasküler hacim artışı
• Artmış kalp debisine bağlı olanlar
Aort yetersizliği
Arteriovenöz fistül
Patent ductus arteriosus
Tirotoksikoz
Paget kemik hastalığı
Beriberi
Hiperkinetik dolaşım
• Aort duvarının sertleşmesine bağlı
Ateroskleroz
Yaşlılık
8
Tablo-4:Hipertansiyona neden olabilen bazı ilaç ve toksinler (20)
• Non-steroidal anti inflamatuar ilaçlar
• Eksojen hormonlar
Östrojen ve analogları
Kotikosteroidler
Sempatikomimetik aminler
• Metilksantinler
Teofilin
Kafein
Teobromin
• Siklosporin
•
Kokain
•
Nikotin
•
Fensiklidin
•
Bitkisel ecstasy(ephedra içeren maddeler)
Hipertansiyonda kardiovasküler risk belirlemesi
Framingham çalışması, kadında ve erkekte değişik kan basıncı seviyelerinde ek
olarak diğer kardiovasküler risk faktörlerinin sayısı ne kadar fazla ise ise, gelecek 10 yıl
zarfında kardiovasküler olayların o nispette fazla olacağını göstermiştir. Bu nedenle
hipertansiyonlu bir hastanın ilk değerlendirmesinde, bireysel tedavi ve prognoz tayini
için hastanın kardiovasküler risk durumunun tayininin önemi büyüktür. Tüm
hipertansiyon klavuzlarında yalnız kan basıncı düzeyine bakarak değil, onunla birlikte
major kardiovasküler risk faktörleri, hedef organ hasarı ve birlikte bulunan hastalıklar
dikkate alınarak bireysel bir yaklaşım tavsiye edilmektedir.(9)
Avrupa Hipertansiyon Derneği ve Avrupa Kardioloji Derneği nin 2003 yılında
yayınlanmış kılavuzunda hastalarda prognozun belirlenmesi amacıyla toplam
kardiovasküler olay riskini, Framingham Çalışması nın verilerinden yararlanarak düşük,
orta, yüksek ve çok yüksek risk gruplarına ayırmıştır. Bu risk gruplarında 10 yıllık
kardiovasküler hastalık riski; sırası ile < %15, %15-20, %20-30 ve > %30 dur. Risk
grupları kardiovasküler risk faktörlerinin sayısına, hedef organ hasarının, diabetes
mellitusun
ve
eşlik
eden
klinik
durumların-hastalıkların
belirlenmektedir(9).
9
varlığına
göre
Hipertansiyonlu hastaların yaklaşık %2 sini düşük riskli hastalar, %60 ını orta
riskli hastalar ve yaklaşık olarak üçte birini de yüksek riskli (çok yüksek riskli) hastalar
oluşturmaktadır(9).
Tablo-5:Kardiovasküler major risk faktörleri(9)
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Sistolik ve diastolik kan basıncı düzeyleri
Erkek >55 yaş
Kadın >65 yaş
Sigara
Dislipidemi
Total kolesterol >250 mg/dl
LDL kolesterol >155 mg/dl
HDL kolesterol
− Erkekte <40 mg/dl
− Kadında <48 mg/dl
Ailede erken kardiovasküler hastalık öyküsü
− Erkek <55 yaş
− Kadın <65 yaş
Abdominal obezite
Karın çevresi
− Erkekte >102 cm
− Kadında >88 cm
C reaktif protein >1 mg/dl
Tablo-6: Hedef organ hasarı(9)
• Sol ventrikül hipertrofisi
• Elektrokardiografi:
Sokolow-Lyons >38 mm
Cornell >2440mm*ms
• Ekokardiografi:
Sol ventrikül kitle indeksi
Erkekte >125 g/m2
Kadında >110 g/m2
• Ultrasonda arteriel duvar kalınlaşması (karotis intima-media kalınlığı >0.9 mm)
veya aterosklerotik plak
• Serum kreatinin düzeyinde hafif yükselme
Erkekte 1.3-1.5 mg/dl
Kadında 1.2-1.4 mg/dl
• Mikroalbüminüri: 30-300 mg/24 saat
10
Tablo-7: Eşlik eden klinik durumlar(9)
• Diabetes mellitus
• Serebrovasküler hastalık
• İskemik inme, beyin kanaması, geçici iskemik atak
• Kalb hastalığı
• Myokard infarktüsü, angina, koroner revaskülarizasyon, konjestif kalp yetmezliği
• Böbrek yetersizliği
• Diabetik nefropati
Serum kreatinini
Erkekte >1.5 mg/dl
Kadında > 1.4 mg/dl
Proteinüri >300 mg/ 24 saat
• Periferik damar hastalığı
• İerlemiş retinopati (kanama, eksüdalar, papilla ödemi)
Hipertansiyon saptanan her hastada rutin testler olan hemogram, serum
elektrolitleri, serum kreatinini, serum glukoz, ürik asid, lipid profili, idrar tahlili ve
elektrokardiogram yapılmalıdır. Hipertiroidi yahut hipotiroidi şüphesi varsa hsTSH
istenmeli,
labil
hipertansiyon,
beyaz
gömlek
hipertansiyonu
yahut
hekim
muayenehanesinde ölçülen kan basıncı ile dışarıda ölçülen kan basınçları arasında
farklılıklar bulunan hastalarda ambulatuar kan basıncı incelemeleri yapılmalıdır. Avrupa
Hipertansiyon Derneği – Avrupa Kardioloji Derneği nin klavuzuna göre hipertansif
hastalarda önerilen testler:
Tablo-8: Hipertansiyonlu hastalarda yapılacak laboratuar testleri (9)
Rutin testler
• Açlık plazma glukoz düzeyi
• Serum total kolesterol düzeyi
• Serum HDL kolesterol düzeyi
• Açlık serum trigliserid düzeyleri
• Serum ürik asid düzeyi
• Serum kreatinin düzeyi
• Serum potasyum düzeyi
• Hemoglobin ve hematokrit
• İdrar tahlili (dipstick ve sediment)
• Elektrokardiografi
Önerilen testler
• Ekokardiografi
• Karotis (ve femoral) ultrasonografisi
• hsCRP düzeyi
• Mikroalbüminüri (diabetiklerde zorunlu)
• Kantitatif proteinüri (dipstick ile pozitif ise)
• Fundoskopi (ağır hipertansiyonda)
Genişletilmiş değerlendirme (uzmanlar için)
• Komplike hipertansiyon:serebral, kardiak ve renal fonksiyon testleri
• Sekonder hipertansiyon için araştırmalar:renin, aldesteron, kortikosteroidler, katekolaminler,
arteriografi, renal ve sürrenal ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi, beynin MR görüntülemesi
11
Tablo-9: Hipertansiyon prognozunun belirlenmesi için risk gruplandırması(9)
Kan basıncı
(mmHg)
Normal
SKB120-129
Veya
DKB 80-84
Yüksek normal
SKB 130-139
Veya
DKB 85-89
Evre 1
SKB 140-159
Veya
DKB 90-99
Başka risk faktörü
yok
Ortalama risk
Ortalama risk
Düşük ek risk
1-2 risk faktörü
Düşük ek risk
Düşük ek risk
Orta derecede
ek risk
Evre 2
SKB 160-179
Veya
DKB 100-109
Orta derecede
ek risk
Orta derecede
ek risk
Evre 3
SKB >180
Veya
DKB >110
Yüksek ek risk
Çok yüksek ek
risk
>3 risk faktörü
veya
Orta derecede
Çok yüksek ek
Yüksek ek risk Yüksek ek risk Yüksek ek risk
hedef organ hasarı
ek risk
risk
veya diabet
Çok yüksek ek Çok yüksek ek Çok yüksek ek Çok yüksek ek
Eşlik eden klinik
Yüksek ek risk
risk
risk
risk
risk
durumlar
Prognoz
Artan kan basıncı ile kardiovasküler mortalite arasındaki ilişki direkt, sürekli
ve diğer kardiovasküler risk faktörlerinden bağımsızdır. Multiple Risk Factor
Intervention Trial (MRFIT) çalışmasında, hipertansif hastalarda kan basıncı düşük
olanlara nispetle yaşa uyarlanmış konjestif kalp yetersizliği riskinin erkeklerde 2.3
misli, kadınlarda 3 misli fazla olduğu bulunmuştur. Koroner kalp hastalığı mortalitesi
için rölatif riskin de hafif-şiddetli hipertansiflerde normotansiflere oranla 2.3-6.9 misli
fazla olduğu saptanmıştır. MRFIT çalışmasına dahil olan hastaların uzun süreli takipleri
sırasında elde edilen bulgular, 61 prospektif gözlemsel çalışmada yer alan yaklaşık bir
milyon erişkinde kan basıncı ile kardiovasküler mortalite arasındaki ilişkiyi inceleyen
bir meta-analiz tarafından da doğrulanmıştır.
Sistolik kan basıncında her 20 mmHg lık bir yükselmenin yahut diastolik kan
basıncında her 10 mmHg lık yükselmenin, inmeden ölüm oranını iki katından fazla ve
koroner arter hastalığından ölüm oranını da iki kat artırdığı saptanmıştır. Tedavi
görmeyen hipertansiyonluların yaklaşık %50 si koroner arter hastalığı yahut konjestif
kalp yetersizliğinden, %33 ü inmeden ve %10-15 i böbrek yetersizliğinden
ölmektedirler. Framingham kohortu da dahil bir çok prospektif takip çalışmasını içeren
‘the Pooling Project’ verilerine göre, diastolik kan basıncı 80-87 mmHg arasında olan
beyaz ırktan erkeklerde 8.6 yıl periyodunda majör bir koroner olay geçirme riski,
diastolik kan basıncı 80 mmHg nın altında olanlardan %52 oranında daha fazla
bulunmuştur. Bu rölatif risk artışı, mutlak risk artışı olarak ifade edilirse 8.6 yıllık
12
periyodda %3.5 erkek hastanın majör bir koroner olay geçirmesi anlamına gelmektedir.
Hipertansif popülasyonun büyüklüğü göz önünde bulundurulursa , hipertansiyona bağlı
kardiovasküler olayların ne kadar büyük bir sosyal problem olduğu anlaşılır.
Yaş ilerledikçe kan basıncı örneğinin değişmesi, yani sistolik kan basıncının
yükselmesi ve diastolik kan basıncının düşmesi, esas itibari ile büyük kapasitans
arterlerin aterosklerotik rijiditesini yansıtır. Sistolik kan basıncını yükselmesi ve
diastolik kan basıncının düşmesi, sonuçta nabız basıncının genişlemesi kardiovasküler
riskin önemli bir prognostik indikatörü olarak bildirlmiştir. Bununla beraber yukarıda
da bahsedilen 61 prospektif çalışmadaki yaklaşık bir milyon erişkinin analizi, inme ve
koroner arter hastalık mortalitesini öngörmekte sistolik kan basıncının diastolik kan
basıncından daha anlamlı olduğunu ortaya koymuştur.
DİABETES MELLİTUS
Diyabetes mellitus, insülin hormon sekresyonunun ve /veya insülin etkisinin
mutlak ve göreceli azlığı sonucu karbonhidrat, protein ve yağ metabolizmasında
bozukluklara yol açan kronik hiperglisemik bir grup metabolizma hastalığıdır(21). Bu
bozukluklara kronik
ve
sürekli
maruz
kalmanın
sonucunda;
mikrovasküler
komplikasyonlar (retinopati, nefropati, nöropati) ve makrovasküler komplikasyonlar
(miyokard infarktüsü, inme, periferik arter hastalığı) sıklıkla eklenir(22).
Diyabetes mellitus; glukoz intoleransının ortak payda olduğu genetik ve klinik
olarak heterojen bir grup bozukluğu içermektedir(21,22). Bu nedenle diyabet tüm vücut
enerji
metabolizmasını
etkilese
de
tanısı
spesifik
olarak
plazma
glukoz
anormallikleriyle konur(23).
Epidemiyoloji
Diyabetes mellitus, bütün toplumlarda ve ırklarda görülen bir hastalıktır.
Dünya Sağlık Örgütü nün (WHO) tahminlerine göre, dünya diyabetli nüfusu halen 200
milyon
civarındadır
ve
bu
sayının
2025
öngörülmektedir(24).
13
yılında
300
milyona
ulaşacağı
Tip1 diyabetin epidemiyolojisi ile ilgili çalışmalar hızla artmakla birlikte,
dünya nüfusunun %5’ine ait veriler mevcuttur(24,25,26). Pek çok çalışma kuzey
yarıkürede, özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika’da yapılmıştır. Hastalık bazı etnik
gruplar dışında her kıtada, hemen tüm toplumlarda gözükebilmektedir(26,27). Bununla
beraber Tip 1 DM insidansı ve riski toplumdan topluma çok büyük değişiklikler
göstermektedir. Önceleri hastalığın en sık İskandinav ülkelerinde görüldüğü ve
kuzeyden güneye gidildikçe sıklığının azaldığının bildirilmesi nedeniyle, bu
epidemiyolojik durum basit bir coğrafi gradyan ile açıklanmaya çalışılmış, ancak daha
sonra Avrupa’nın güneyinde Sardunya’da da Tip 1 diyabet insidensinin yükseldiği
anlaşılmıştır. 1990’lı yıllarda yapılmış çok uluslu Who-Diamond, Eurodiab, Ace ve
Deri çalışmalarına dayanarak Avrupa’da 0-15 yaş grubundaki Tip1 diyabet insidensinin
Finlandiya ve Sardunya’da 30-35/100.000 çocuk/yıl gibi çok yüksek rakamlara ulaştığı,
buna karşılık eski Doğu Bloğu ülkelerinde her 100.000 çocuk için yılda 4- 5,
Makedonya’da ise sadece 2-3 yeni vaka ortaya çıktığı görülmektedir. Tip 1 DM daha
çok kış aylarında ortaya çıkan bir hastalıktır. Bu mevsimsel ilişki hemen tüm yaş
gruplarında fark edilmekle birlikte, hastalık küçük yaş gruplarında her mevsimde
görülebilir.
Tüm diyabet olgularının %90-95’i tip 2 diyabetlidir. Yaşam tarzındaki hızlı
değişim ile birlikte gelişmiş ve gelişmekte olan toplumların tümünde diyabet prevalansı
hızla artmaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde ve bu ülkelerden gelişmiş
ülkelere göç eden topluluklarda diyabet epidemisinden bahsedilmektedir. Dünya’da tip
2 diyabet prevalansının önümüzdeki on yıl içinde yaklaşık olarak %40 artarak 150
milyondan 210 milyona ulaşması beklenmektedir(25). Thrifty (tutumlu) genotip
hipotezinde ileri sürülen genlerin modern yaşam tarzının gerektirdiği şartlara adapte
olamaması ya da thrifty fenotip teorisinde ileri sürüldüğü gibi intrauterin malnütrisyon
ortamına göre ayarlanmış metabolizmanın ileri yaşlardaki zengin beslenme tarzına
adapte olamaması veya basitçe enerji alımının enerji tüketimini aşması bu epidemiden
sorumlu olduğu sanılan başlıca mekanizmalardır(25,26,27).
Ülkemizde 1997-98 yıllarında 270 köy ve 270 mahalle merkezinde
gerçekleştirilen ve random olarak seçılmiş 20 yaş üzerinde 24788 kişiyi kapsayan
TURDEP çalışmasının sonuçlarına göre Tip 2 diyabet prevalansı %7.2, IGT sıklığı
14
%6.7’dir(28). Bu oranlara dayanarak 2000 yılı nüfus sayımına göre ülkemizde 2.6
milyonun üzerinde diyabetli ve 2.4 milyon civarında IGT’ linin yaşadığı tahmin
edilmektedir(28).
Sınıflandırma
Geniş ölçüde kabul gören ilk diabetes mellitus sınıflaması 1980 yılında WHO
tarafından yayınlanmış ve 1985 yılında yapılan değişikliği takiben yakın zamana kadar
geçerliliğini korumuştur. 1980 WHO Uzmanlar Komitesi, diabetes mellitusu IDDM
veya tip 1 ve NIDDM veya tip 2 olarak adlandırdıkları iki grupta toplamayı uygun
bulmuştur. 1985 Çalışma Grubu Raporu nda(9) tip 1 ve tip 2 terimlerinden vazgeçilmiş
buna karşın IDDM ve NIDDM terimlerinin kullanımı sürdürülmüş; ayrıca
malnütrisyona bağlı diabetes mellitus (Malnutrition Related Diabetes Mellitus,MRDM)
adı altında farklı bir diabet tipi de sınıflamaya dahil edilmiştir. Hem 1980 hem de 1985
sınıflamalarında diğer diabet tipleri, IGT ve GDM grupları da yer almaktadır. Yaygın
olarak kullanılmış olan 1985 sınıflaması spesifik sebebi ve etyolojisi bilinmese bile,
bireysel olguları klinik açıdan gruplandırmada yararlı olmuştur.
1997 yılında ADA Uzmanlar Grubu tarafından önerilen değişiklikler, WHO
tarafından gözden geçirilmiş ve yeni sınıflama WHO-1999 Konsültasyon Raporunda
yer almıştır(10).
1. Tip 1 Diyabetes Mellitus (B hücre yıkımı, çoğunlukla mutlak
insülin eksikliği)
• İmmunolojik
• İdiopatik
2. Tip 2 Diyabetes Mellitus (İnsülin direnci veya insülin salgı bozukluğu)
3. Diğer spesifik tipler
a. B hücre fonksiyonundaki genetik defekt
•
Kromozom 12, HNF alfa (MODY3)
•
Kromozom 7, glukokinaz (MODY2)
•
Kromozom 20, glukokinaz (MODY1)
15
•
Mitokondriyal DNA
•
Diğerleri
b. İnsülin etkisinde genetik defekt
•
Tip A insülin resistansı
•
Leprechaunism
•
Lipoatrophic diabet
•
Rabson-Mendenhall sendromu
•
Diğerleri
c. Ekzokrin pankreas hastalıkları
•
Pankreatit
•
Travma
•
Neoplazm
•
Kistik fibrozis
•
Hemakromatozis
•
Fibrokalküloz pankreatit
•
Diğerleri
d. Endokrinopatiler
•
Akromegali
•
Cushing sendromu
•
Glukagonoma
•
Feokromasitoma
•
Hipertirodizm
•
Somatostatinoma
•
Diğerleri
e. İlaç ve kimyasallara bağlı
•
Vakor
•
Pentamidin
•
Nikotinik asit
•
Glukokortikoidler
•
Tiroid hormonu
•
Diazoksid
•
B-adrenerjik agonistler
16
•
Tiazidler
•
Dilantin
•
Proteaz inhibitörleri
•
Atipik antipsikotikler
•
Alfa-Interferon
•
Diğerleri
f. Enfeksiyonlar
•
Konjenital rubella
•
Sitomegalovirüs
•
Diğerleri
g. İmmun-aracılıklı diyabetin nadir formları
•
Stiff-man sendromu
•
Anti-insülin antikorları
•
Diğerleri
h. Diyabetle birlikteliği olan genetik sendromlar
•
Down sendromu
•
Klinefelter sendromu
•
Turner sendromu
•
Wolfram sendromu
•
Laurence-moon-biedel sendormu
•
Miyotonik distrofi
•
Prader-willi sendromu
•
Diğerleri
4. Gestasyonel Diyabetes Mellitus (GDM)
5. Pre-diyabet
17
Etyopatogenez
Tip 1 DM(insüline bağımlı diabetes mellitus)
Tip 1 diyabetin gelişiminde en önemli etyopatogenetik neden otoimmun
destruksiyondur.
Organizmanın savunma sisteminin kendi pankreas beta hücrelerine karşı
başlattığı immun saldırı, sağlam beta hücresi %20’lere ininceye kadar semptomsuz
seyreder. İşlev gören beta hücre sayısı bu oranın altına indiğinde kompansatuar
mekanizmalar yetersiz kalır ve tip 1diyabet semptomları ortaya çıkar(31).
Sağlıklı insanlarda immun sistem efektör hücreleri kendi hücrelerini tanır.
Fakat hücresel bütünlüğü bozan birçok faktör immun toleransın bozulmasına ve
otoimmunitenin aktivasyonuna neden olur. Bu etkenlerin başında virüsler, toksinler ve
bazı gıda maddeleri gelir(32). Virüsler beta hücresini infekte ederek ya da infekte
etmeden moleküler benzerlik yoluyla destrüksiyona uğratabilirler. Virüs ya da
toksinlerle doğal yapısı bozulan beta hücreleri salgıladığı sitokinlerle ya da antijenik
peptidlerle immun sistem elemanlarını uyarır(32,33). Aktive olan T-lenfositleri
destrüktif insülitisi başlatır. Destrüksiyon hızını etkileyen birçok faktör vardır.
Hastalığın başlangıç yaşı küçük olanlarda, puberte döneminde, sekonder
enfeksiyonlarda ve kız çocuklarında daha hızlıdır(33,34). Sağlam beta hücre oranının
%20 civarına inmesi ve mutlak insülin yetersizliğinin gelişmesi klinik dönem tip 1
diyabetin başlamasına neden olur. Bu dönemde halen az da olsa C-peptid mevcuttur.
Birinci yılın sonunda C-peptid düzeyleri sıfıra yakın noktaya geriler ve eksojen insüline
ihtiyaçduyulur(32,33).
Tip 2 DM
Heterojen bir hastalık olan Tip 2 diyabetin patogenezinden beta hücre
fonksiyon bozukluğu, insülin direnci ve hepatik glukoz üretimi artışı gibi üç ana
metabolik bozukluk sorumludur(35). Hepatik glukoz üretimi artışının primer defekt
olduğunu gösteren bulgular azdır. İnsülin eksikliği ve/veya insülin direnci ise asıl
18
nedeni oluşturur. Fakat tip 2 diyabetin ortaya çıkışında insülin eksikliği ile seyreden
beta hücre fonksiyon bozukluğundan veya insülin direncinden hangisinin primer
sorumlu olduğu güncel bir tartışma konusudur(35,36). Normal glukoz toleransından
bozulmuş glukoz toleransına ve hafif tip 2 diyabete geçildiğinde hiperinsülinemi oluşur.
Açlık plazma glukoz düzeyi 80mg/dL’den 140mg/dL’ye yükseldiğinde insülin
düzeyi normal sağlıklı bireylere göre 2-2.5 kat artar. Açlık glukoz düzeyi 140mg/dL’yi
geçtiğinde ise beta hücreleri insülin salgılamasını daha fazla arttıramaz ve açlık
hiperglisemisi arttıkça insülin salgılanması da kademeli olarak azalmaya başlar. İnsülin
salgılanmasında bozukluğa yol açan etyolojik faktörler aşağıda sıralanmıştır(36).
1. İnsülin salgısında kantitatif bozukluklar
2. İnsülin salgılanmasında kalitatif bozukluklar
a. Birinci faz insülin salgılanmasının bozulması
b. Pulsatil insülin salgılanmasının bozulması
3. Proinsülin salgılanmasındaki anormallikler
4. Düşük doğum ağırlığı
5. Glukoz toksisitesi
6. Amilin (Adacık Amiloid polipeptid)
7. Kalsitonin-Gen-Related-Peptid
8. İnkretinler (GLP 1, GİP, Galanin)
9. Lipotoksisite
10. İnsülin salgılama bozukluğunda genetik defektler
Diabet gelişiminde dört klinik dönem gözlenir:
1. Preklinik diyabet dönemi (Normoglisemik hiperinsülinemik dönem):
Tip 2 diyabetin henüz klinik belirti vermediği bu dönemde beta hücre
fonksiyonları nispeten normaldir fakat mevcut olan periferik insülin direnci normale
göre daha fazla insülin salınarak aşılmaya çalışılır ve bu şekilde açlık ve post prandiyal
şekerleri normal sınırlar içinde tutulur.
19
2. Glukoz intoleransı dönemi (postprandiyal hiperglisemik
hiperinsülinemik dönem):
Periferik insülin direncini aşmak için pankreas beta hücrelerinde oluşan aşırı
yük zamanla beta hücre bitkinliğine ve insülin salgısında azalmaya neden olunca
glukoza intoleransı başlar ve bu durumda açlık glisemisi normal olduğu halde
postprandiyal glisemi yükselir.
3. Erken klinik diyabet dönemi(hiperglisemik hiperinsülinemik dönem):
İnsülin direncinin giderek artması ile kompasasyon bozulmaya başlar ve bu
esnada karaciğerde glukoz yapımı artarak plazma glisemisinin yükselmesine yol açar.
4. Klinik diyabet dönemi(hiperglisemik hipoinsülinemik dönem):
İnsülin direncinin zirvede olduğu bu dönemde giderek artan glisemi insülin
salgı artışıyla kompanse edilemediği için glukoz toksisitesi nedeniyle beta hücreleri
insülini daha az salgılamaya başlarlar. Birinci faz insülin salgısının kaybı ve insülin
pulsatilitesinin bozulması gibi insülin salgısında kalitatif anormallikler insülinin
dokularda oluşturacağı etkiyi bozarak doğrudan insülin direncine yol açabilir. Ayrıca
insülin eksikliği altta yatan insülin direncini şiddetlendirmektedir(35). Moleküler
genetikten elde edilen sonuçlarda insülin eksikliği veya insülin direncinden sadece
birisinin primer bir neden olabileceği konusunda belirsizlik gözlenmektedir(37,38).
Sözgelimi insülin reseptörü ve insülin reseptör substrat-1 gibi genlerdeki mutasyonlar
insülin direncine, insülin ve glukokinaz gibi genlerdeki mutasyonlar ise insülin
eksikliğine yol açıyor gibi görünmektedir(38).
Tanı kriterleri (ADA 1997)
DM tanısı üç şekilde konulabilmektedir.(39)
1. Diyabet semptomları ve rastgele plazma glukoz konsantrasyonu ≥200mg/dL
(≥11.1mmol/l). Rastgele kelimesi günün en son alınan yemeği göz önüne katmadan
günün herhangi bir zamanı olarak tanımlanmıştır. Diyabetin klasik semptomları olarak
poliüri, polidipsi ve açıklanamayan kilo kaybı anlaşılmıştır. Veya
2. Açlık plazma glukozu(AKŞ) ≥126mg/dL
Açlık en az 8 saat süren gıda alımının olmadığı süreyi belirtmektedir. Veya
20
3.Oral glukoz tolerans testi (OGTT) 2. saat plazma glukozu ≥200mg/dL. Veya
Test Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün belirttiği gibi üç günlük yeterli
karbonidrat alımından sonra açlık durumunda su içinde çözündürülmüş 75gr glukoz
eşdeğeri
kullanılarak
yapılmalıdır.
Akut
dekompansasyonla
birlikte
anlamlı
hipergliseminin olmadığı durumlarda bu kriterler başka bir günde testin tekrarı ile teyit
edilmelidir. Açlık plazma glukozu 110mg/dL ile 126 mg/dl arasındaki değerler IFG
olarak tanımlanır. IGT ise açlık plazma glukozu 110mg/dL’nin altındadır fakat OGTT
uygulandığında 2.saat plazma glisemi düzeyi 140-199 arasındadır. Açlık plazma glukoz
düzeyi 110mg/dl altında olan ve diyabet açısından yüksek risk taşıyan bireylerde belli
aralıklarla OGTT yapılarak bozulmuş glukoz toleransı veya diyabet aranmalıdır.
Her yıl toplanan Diabetes Mellitus Tanı ve Sınıflaması için Uzmanlar Komitesi
2003 yılı raporunda, ADA 1997 önerilerinin yayınlanmasından bu yana gerçekleştirilen
çalışmaları ve yapılan yorumları dikkate alarak, IFG alt sınırının 100 mg/dl ye
çekilmesini önermiştir(40).
Tablo-10: Yeni tanı kriterleri (ADA 2003)
Açlık plazma glukozu
OGTT 2. saat plazma glukozu
Normal
< 100 mg/dl
< 140 mg/dl
IFG
100-125 mg/dl
IGT
140-199 mg
Diabet*
>126 mg/dl
>200 mg/dl
*test bir başka gün tekrarlanarak diabet tanısının doğrulanması gerekir.
Her iki test yapıldığında:ancak diğer test tanı açısından uygun tanı değilse IFG veya IGT tanısı
konulabilir.
IFG ve IGT nin karşılaştırılması
2001 yılında Uluslararası Diabet Federasyonu (IDF) tarafından düzenlenen ve
dünyanın önde gelen diabet uzmanlarının katıldığı uzlaşma toplantısında IGT ve IFG
nin ‘Prediabet’ olarak kabul edilmesi kararlaştırılmış ve kardiovasküler hastalık riski
açısından önemleri, mevcut bilgiler ışığında gözden geçirilmiştir.(41) Bu toplantı
sonunda yayınlanan kararlara göre;
1. Açlık ve OGTT de 2. sat plazma glukoz düzeyleri ni yükselten mekanizmalar
biribirinden farklıdırlar. Açlık plazma düzeyinin yükselmesinden hepatik glukoz
21
üretimini artması ve erken faz insülin sekresyonundaki defekt sorumludur. Buna karşın
OGTT de 2. saat hipeglisemisinin arkasında periferik insülin direnci vardır. Bu nedenle
IFG ve IGT konkordansının sınırlı olması hiç te şaşırtıcı görünmemelidir. Bu güne
değin yapılmış prevalans çalışmalarında IFG li vakaların %50 ye yakın bir kısmı aynı
zamanda IGT li iken, IGT li vakaların yalnızca %20-30 u aynı zamanda IFG li
görünmektedir.
2. İncelenen toplumların büyük çoğunluğunda IGT IFG den daha yaygındır.
Bozulmuş glukoz regülasyonunun bu iki kategorisi fenotip ve cinsiyet bakımından da
biribirinden farklıdır.
- IFG erkeklerde daha sık görülmektedir. IGT ise kadınlarda biraz daha
yaygındır.
- IFG prevalansı orta yaşlarda plato çizer. Buna karşın IGT prevalansı ileri
yaşlarda artar.
- IFG obezlerde, IGT ise obez olmayanlarda daha yaygındır.
3. Gerek IGT gerekse IFG de diabet riski yüksektir. Hem IGT hem de IFG
bulunan vakalarda risk çok daha yüksektir. Retrospektif incelemelere dayanarak 5 yıl
içinde diabet gelişen bireylerin %60 ında başlangıçta IGT veya IFG bulunduğu,%40
ında ise başlangıçta glukoz toleransının normal olduğu görülmüştür.
4. İstatistiksel kaba analizlerde hem IGT hem de IFG kardiovasküler ve total
mortalite ile ilişkili bulunmuştur.
- DECODE meta analiz çalışmasında(4 2. saat plazma glukozunun mortalite ile
sürekli ve diğer faktörlerden bağımsız biçimde ilişkili olduğu,buna karşılık açlık plazma
glukozu ancak 126 mg/dl yi aştığında mortalite ile ilişkili bulunmuştur(42).
- Glikozillenmiş Hb (HbA1c, A1C) düzeyleri, kardiovasküler ve total mortalite
ile diğer kardiovasküler risk faktörlerinden bağımsız biçimde ve sürekli ilişkili
bulunmuştur.
22
5. A.B.D., Kanada, Batı Avrupa Ülkeleri, Finlandiya ve Çin gibi dünyanın
çeşitli toplumlarında yapılan diabet prevansiyon çalışmaları, yaşam tarzının
değiştirilmesi (zayıflama ve fizik aktivitenin artırılması) ile IGT li kişilerde tip 2 diabet
riskinin düşürülebileceğini ortaya koymuştur. IFG için ise henüz yeterli veri
bulunmamaktadır.
6. Bugüne kadar yayınlanmış sınırlı sayıdaki araştırmalara dayanarak gerek
izole IGT gerekse izole IFG nin birbirine benzer şekilde kardiovasküler risk faktörleri
ile (hipertansiyon, dislipidemi vb.) ilişkili oldukları görülmektedir.
Tip 2 diabetes mellitusun klinik formları
Tip 2 DM heterojen bir hastalıktır. İnsülin direncinin ön planda olduğu obez
hastalar daha sık görülmekle birlikte; tip 2 diabetlilerin %15-20 sini zayıf, insülin
noksanlığı bulunan, ama insüline de duyarlı olan hastalar oluşturmaktadır. Bu tür
hastaların büyük çoğunluğunda tanının yanlış konduğu, gerçek tanının geç başlangıçlı
tip 1 DM (latent autoimmune diabetes of adult, LADA) olduğu sanılmaktadır.
Metabolik sendrom
Tip 2 diabetli olguların yaklaşık olarak %70 inde metabolik sendromun (insulin
rezistans sendromu,ya da sendrom-X) çeşitli komponentleri mevcuttur. Bu sendromun
çeşitli komponentleri için insülin direncinin ortak etyolojik paydayı oluşturduğu kabul
edilmektedir. Bu hastalarda makrovasküler hastalık riski yüksektir. Tip 2 diabetlilerin
%85 inde ölüm nedeni makrovasküler olaylardan kaynaklanmaktadır.
WHO ya göre tip 2 diabetli veya IGT li bir kişide aşağıdaki kriterlerinden
ikisinin bulunması metabolik sendrom tanısı için yeterlidir. Buna karşılık glukoz
toleransı normal olan bir kişide metabolik sendrom tanısı için iki kritere ek olarak
insülin direnci varlığının gösterilmesi gerekir.
İnsülin direncini göstermek için insülin duyarlılığının 25. persantilin altında
olması gerekir. İnsülin duyarlılığı, öglisemik klemp sırasında insülin ile uyarılan glukoz
23
kullanım hızı veya HOMA (Homeostasis Model Assessment) insülin rezistans indeksi
ile ölçülür.
Hiperürisemi, koagülasyon bozuklukları, plazminojen aktivatör inhibitör-1
artışı gibi faktörler de metabolik sendromun komponentleri arasında sayılmakla beraber,
tanı için bunların bulunması şart değildir.
Tablo-11: Metabolik sendrom komponentleri:
1. Bozulmuş glukoz regülasyonu veya tip 2 diabet
2. İnsülin direnci
3. Hipertansiyon (tedavi altında veya kan basıncı ≥140/90)
4. Dislipidemi
• Plazma trigliserid düzeyi ≥150 mg/dl
ve/veya
• HDL kolesterol
erkekte < 35 mg/dl
kadında < 39 mg/dl
5. Santral obezite
• Bel/kalça oranı
erkekte >0.90
ve/veya
• Beden kütle indeksi ≥30 mg/dl
kadında > 0.85
6. Mikroalbuminüri
• Üriner albumin sekresyon hızı ≥ 20 ug/dak
veya
• Albumin / kreatinin ≥ 30 mg/g
Genç yaşta başlayan tip 2 diabet formları:
Çocuk ve adolesanlarda tip 2 diabet
Kilolu; yaşına ve cinsiyetine göre beden kütle indeksi(BKİ)>85. persantilde ve
boyuna göre kilosu >85. persantilde olan, ya da boyuna göre kilosu ideal vücut
ağırlığının > %20 si olan çocuklarda aşağıdaki risk faktörlerinden herhangi birisi varsa
diabet araştırması yapılmalıdır:
1. Birinci veya ikinci derece akrabalarından birinde diabet bulunması diabet
riski yüksek etnik gruplara mensup olmak
24
2. İnsülin direnci bulguları ya da insülin direnci ile ilişkili başka sağlık
sorunlarının bulunması (örneğin polikistik over hastalığı, akantozis nigrikans,
dislipidemi, veya hipertansiyon)
Çocuklarda diabet araştırmasının 10 yaşından itibaren veya puberte erken
başlamış ise puberte başlangıcında yapılması önerilir. Araştırma sıklığı iki yılda bir
olmalıdır. Yöntem olarak açlık plazma glukoz ölçümü tercih edilmelidir. OGTT
yapılması gerekiyorsa, glukoz yükleme dozu 1.75 g/kg (maksimum 75 gr) olmalıdır.
Polikistik over sendromu
Puberte çağından itibaren genç hanımlarda ortaya çıkan, hiperinsülinemi ve
insülin direnci ile ilişkili bir sendromdur. Hiperandrojenizm ve kronik anovulasyon ile
sendromun insülin direncine bağlı olarak geliştiği sanılmaktadır. Kardinal klinik
bulguları amenore, hirsutizm, obezite ve infertilite olan bu hastalarda yapılan klinik
çalışmalarda, kilo kaybı sağlanması ve insülin duyarlılığını artıran metformin veya
tiazolidinedion grubu ilaçlar ile sendromun gerileyebileceği gösterilmiştir.
MODY ve MIDD
Erken yaşta (genellikle 40 yaş öncesi) ortaya çıkan ve tip 2 diabet gibi
seyreden MODY (maturity-onset diabetes of the young), klinik ve genetik olarak
heterojen, ailevi diabet formlarını kapsar. Mitokondrial defekt nedeni ile ortaya çıkan ve
işitme kaybı ile seyreden MIDD (mitochondrial diabetes with deafness) ise daha çok
anneden geçiş gösterir. MODY ve MIDD erken yaşta ortaya çıkan ailevi diabet
olgularının %15-20 sini teşkil eder.
Tip 2 Diabet için araştırılması gereken riskli durumlar(43):
1. Obez veya kilolu (BKI>25 kg/m2) olan, özellikle santral obezite bulunan
kişilerde 45 yaşından itibaren AKŞ ölçülmeli normalse 3 yılda bir tekrar edilmelidir
2. Ayrıca BKI>25 kg/m2 olan kişilerin aşagıdaki risk faktörlerinden birine
mensup olmaları durumunda, daha genç yaşlardan itibaren ve daha sık taranmaları
gerekir:
•
Birinci derece yakınlarında diyabet bulunanlar
25
•
Diyabet prevelansı yüksek etnik guruplara mensup kişiler (Afroamerikalılar, Latinler, Nativ Amerikalılar, Asya-Amerikalılar, Pasific
adaları yerli halkı)
•
İri bebek (>4 kg) doğurma veya daha önce GDM tanısı almış olanlar
•
Hipertansif bireyler (≥140/90)
•
Dislipidemiler (HDL <35 mg/dl ve/veya trigliserid düzeyi >250 mg/dl)
•
Polikistik over sendromu olan kadınlar
•
İnsülin rezistansıyla ilişkili diğer klinik durumlar (akantozis nigrikans)
•
Daha önce IFG veya IGT saptanmış olan bireyler
•
Vasküler hastalık hikayesi (koroner, periferik veya serebral)
•
Düşük doğum tartılı olan kişiler
•
Sedanter yaşam süren veya fiziksel aktivitesi düşük olan kişiler doymuş
yağlardan zengin ve posa miktarı düşük beslenme alışkanlığı olanlar
•
Şizofreni hastaları
•
Atipik antipsikotik ilaç kulanan kişiler
Gestasyonel diabetes mellitus
İlk kez gebelik sırasında başlayan veya tanı konulan karbonhidrat intoleransı ve
hiperglisemiyi ifade etmek için kullanılır. Prospektif çalışmalar,GDM tanısı konulmuş
kadınların %30-50 sinde ileride tip 2 diabet geliştiğini ortaya koymuştur. Bu nedenle
birçok araştırıcı GDM yi tip 2 diabetin önemli bir risk faktörü olarak görmektedir.
Sağlıklı gebelerde, gebeliğin 1. trimestrinde veya ilk yarısında açlık ve
postprandial glukoz düzeyleri gebe olmayan kadınlardakinden daha düşüktür. Bu
dönemde açlık veya post prandial glukoz düzeylerinin yüksek bulunması, diabetin
muhtemelen gebelikten önce başlamış olduğunu düşündürür.
Gestasyonel diabet araştırmasının gebeliğin 24.-28. gebelik haftalarında
yapılması gerekir. Ancak GDM riski yüksek ise bu dönemi beklemeden araştırma
yapılması önerilmektedir.
26
Aşağıdaki durumlarda GDM riski yüksektir:
•
Gebe yaşının 25 ten büyük olması
•
Gebelik öncesinden itibaren normal kilonun üzerinde olmak
•
Birinci derece akrabalarda yoğun diabet öyküsü
•
Diabet riski yüksek etnik gruplardan birine mensup olmak
•
Daha önce makrozomik bebek, spontan abortus ya da obstetrik sorunlu
doğum yapmış olmak
•
Daha önce glukoz intoleransı veya GDM tanısı almış olmak
•
Gebelik sırasında açlık ya da rastlantısal kan glukoz düzeyinin yüksek
bulunması
Gebelikte DM tarama testi olarak 50 gram glukoz yüklemesinden 1saat sonra
plazma glukoz ölçümü kullanılmaktadır. Tarama testleri genelde gebeliğin 24-28.
haftaları arasında yapılmalıdır ve glukoz yüklemesinden 1 saat sonra 140 mg/dl’yi
geçen değerler tam diagnostik test (açlık durumunda 100 gram ile 3 saatlik OGTT)
ihtiyacını doğurur(43).
ADA son yıllarda 100 gr glukoz yerine 75 gr glukoz ile OGTT yapılmasını da
önermektedir. 75 gr ile OGTT’de açlık ve glukoz sonrası 1. ve 2. saat plazma glukoz
düzeylerinden en az ikisinin eşik değerini aşması tanı için yeterlidir. Ancak 75 gr
glukozlu testin validasyonu, 100 gr glukozlu OGGT’deki kadar iyi yapılamamıştır.
Buna karşılık WHO ise özel bir test yapılmasına gerek olmadığını, 75 gr glukozlu
OGTT yapılmasını ve gebe olmayan erişkindeki gibi değerlendirilmesini yeterli
görmektedir(43).
Tablo-12: ADA ya göre gestasyonel diabetin tanı kriterleri(43)
Açlık
1.saat
2.saat
3.saat
100 gr glukoz ile OGTT
(≥ 2 değer tanı koydurur.)
95
180
155
140
75 gr glukoz ile OGTT
(≥ 2 değer tanı koydurur.)
95
180
155
-
27
Tablo-13: WHO ya göre gestasyonel diabetin tanı kriterleri(43)
75 gr glukoz ile OGTT
(≥ 2 değer tanı koydurur.)
Açlık
2.saat
≥126
≥200
Tablo-14: Metabolik kontrol hedefleri
•
•
•
•
•
A1C (HbA1c)
Preprandial plazma glukozu
Pik postprandial plazma glukozu
LDL kolesterol
HDL kolesterol
•
•
Trigliserid
Kan basıncı
< %7
90-130 mg/dl
140-180
< 100 mg/dl
> 40 mg/dl (erkekte)
> 50 mg/dl (kadında)
< 150 mg/dl
< 130/80 mmHg
A1C diabetli hastada son 2-3 aylık metabolik kontrolün izlenmesi açısından
yararlı ve pratik bir laboratuar parametresidir. İyi bir metabolik kontrol için A1C
düzeyinin %7 nin altında tutulması yeterli görülürse de, son yıllarda A1C nin %6-6.5
sınırına çekilmesini öneren örüşler ağırlık kazanmaktadır. Aşağıda A1C düzeyine denk
gelen glisemi değerleri görülmektedir.
Tablo-15: A1C düzeyine denk gelen glisemi değerleri
A1C (%)
6
7
8
9
10
11
12
ortalama glukoz düzeyi(mg/dl)
135
170
205
240
275
310
345
UKPDS çalışmasının sonuçlarına göre, tip 2 diabette A1C yi %1 düşürmekle
aşağıdaki risklerin belirgin olarak azaldığı gösterilmiştir.(44)
•
Diabete bağlı ölüm -%25
•
Tüm nedenlere bağlı mortalite -%7
•
MI riski -%18
•
Mikrovasküler komplikasyon riski -%35
28
Glukolize serum proteinlerinden fruktozamin, serum proteinlerinden başlıca
albüminin nonenzimatik glikolizasyonu sonucu ortaya çıkar. Genelde 1-3 hafta gibi kısa
sürelik glisemi seviyelerini yansıtır. Fruktozaminin normal sınırı 1.5-2.7mmol/L’dir.
Rutin laboratuar incelemeleri kapsamında:
•
A1C (3-6 ayda bir)
•
Açlık lipid profili (6-12 ayda bir)
•
Mikroalbuminüri (tanıdan itibaren her yıl)
•
Kreatinin (her yıl)
•
Tiroid stimulan hormon (gerekirse)
•
Elektrokardiogram (her yıl)
•
İdrar incelemesi (her vizitte) yapılır.
Diabetes mellitusun komplikasyonları
1. Akut (metabolik) komplikasyonlar (45)
• Hiperozmolar non-ketotik koma
• Diyabetik ketoasidoz
• Laktik asidoz
• Hipoglisemi
2. Klinik (dejeneratif) komplikasyonlar (46, 47)
A. Mikrovasküler komplikasyonlar
•
Diyabetik nefropati
•
Diyabetik retinopati
•
Diyabetik nöropati
B. Makrovasküler komplikasyonlar
•
Hipertansiyon
•
Koroner arter hastalığı
•
Serebrovasküler hastalık
C. Diğer kronik komplikasyonlar
•
Gastrointestinal (gastroparezi, diyare)
•
Genitoüriner (üropati, seksüel disfonksiyon)
•
Dermatolojik
•
Kemik ve mineral metabolizma bozuklukları
29
•
Diyabetik ayak
•
Psikolojik ve psikiyatrik problemler
Yeni tanı koyulmuş tip 2 diyabetlilerde %20-30 oranında diyabetik retinopati,
%10-20 mikroalbuminüri (%40’ında hiperfiltrasyon),%30-40’ında HT, %50-80’ninde
dislipidemi ve %80-100’e yakın oranlarda vasküler disfonksiyon görülmektedir. Bu
nedenle erken tanı ve tedavi önemli yer tutmaktadır.(48)
Makrovasküler komplikasyonlar
Diabetin makrovasküler komplikasyonları ilerlemiş ateroskleroza sekonder
olarak olarak gelişirler. Diyabet ateroskleroz için
bir risk faktörüdür. Nondiabetiklerde
de gözlenen kardiovasküler değişikliklerden farklılık göstermezler. Fakat bu
kardiyovasküler değişiklikler diabetik hastalarda daha erken yaşlarda ortaya çıkar daha
süratli ve agresif ilerler. Tip 2 diabetiklerde makrovasküler ölümlerin %80 nedenidir ve
bunların da %60 koroner kalp hastalığındandır. Özellikle insülin rezistansının
bulunduğu Tip 2 DM’da hiperinsülinemi, muhtemelen düz kas hücresi proliferasyonunu
stimüle ederek, makrovasküler hastalık oluşumunda etkili olmaktadır. Hipertansiyon
prevelansı tip 2 diabetiklerde en az 2 kat daha fazladır. Çünkü bu hastalarda obezite ve
insülin rezistansı sıklıkla diabete eşlik eder. Bu hastalarda hipertansiyon iyi bir şekilde
tedavi edildiği takdirde makrovasküler komplikasyonlara ait morbitide ve mortalitenin
önemli derecede azaldığı gösterilmiştir (45).
Diabetin makrovasküler komplikasyonları başlığı altında 3 ana patoloji
incelenmektedir:
1) Diabetik kalp hastalığı (koroner arter hastalığı, dilate kardiomyopati, kardiak
otonom nöropati)
2) Periferik arter hastalığı (kladikasyon, iskemi, amputasyon)
3) Serebrovasküler hastalık (iskemik, Hemorajik)
30
DİASTOL VE DİASTOLİK DİSFONKSİYON
Diastolün değişik tanımlamaları yapılmakla beraber, klinik olarak genellikle
aort kapaklarının kapanmasından mitral kapakların kapanmasına kadar olan dönem
diastol olarak tanımlanmaktadır. Sol ventrikülün normal diastolik fonksiyonu, kalbin
istirahatte ve egzersizde normal diastol sonu volümünü, diastolik basıncı artırmadan (12
mmHg ‘nın üzerine çıkarmadan sağlayabilmesi olarak tanımlanır.(49)
Diastolik disfonksiyon için değişik tanımlamalar vardır. a) ventrikülün doluş
kapasitesinin sol atriyum basıncında kompansatuar artış olmadan sağlanamaması. b)
ortalama pulmoner kapiller basıncının 12 mmHg ‘nın altında olması durumunda
ventrikül doluşunun bozulmasına bağlı kardiyak debide azalma. c) bir veya her iki
ventrikülün doluşuna rezistans varlığı ile birlikte basınç-volüm eğrisinin yukarıya doğru
kayması. (aynı volümün dolması için daha yüksek basıncın gerekmesi.) Bu
tanımlamaların ortak özelliği, ventrikül doluşunun engellenmesi ve ventrikül içi
basıncın artarak konjesyona neden olmasıdır. Diastolik disfonksiyon ventrikülün
gevşemesinin bozulması (erken diastolü kapsar), kompliansın azalması (erken ve geç
diastol boyunca doluşu etkiler) ve perikardiyal sınırlama ile olmaktadır.(50)
SOL VENTRİKÜL DİASTOLİK FONKSİYONLARININ
DEĞERLENDİRİLMESİ
Diastolik fazlar:
İzovolümik gevşeme fazı: Sistolün geç ejeksiyon fazında, ventrikül içinde
hızla basınç düşmesi olur. Ventrikül içi basınç aort sistolik basıncının altına indiğinde
aortik kapak kapanır. Ancak bu esnada ventrikül içi basınç hala sol atriyum basıncından
yüksek olduğu için mitral kapak kapalıdır. Ventrikül içi hacim sabit kalırken miyokardın
relaksasyonu ile basınç azalması devam eder ve bir süre sonra ventrikül içi basınç sol
atriyum basıncının altına düşüp mitral kapağın açılmasına neden olur. Aort kapağının
kapalı olduğu ve mitral kapağın açılmasına kadar devam eden bu döneme izovolümik
veya izovolümetrik gevşeme fazı denir.
31
Mitral kapağın tam açılmasına kadar süren bu dönem normal insanlarda 90110 msn arasındadır.
Hızlı doluş fazı: Erken diastolik hızlı doluş fazı mitral kapak açılması ile başlar
ve ventrikül içi basınç sol atriyum basıncına eşitlendiğinde veya bunu geçtiğinde sona
erer. Mitral kapağın açılması ile birlikte sol ventriküle hızla kan doluşu olur. Bu dolum
bir kaç mmHg atriyoventriküler basınç farkı ile pasif olarak gerçekleşir. Ancak
atriyoventriküler kan akımının hızı; atriyoventriküler basınç farkı yanında, her iki
boşluğun kompliyanslarına/esneyebilirliğine ve ventrikül gevşemesine bağlıdır ve bu
faktörler sol ventrikül erken diastolik doluşunda sol atriyum basıncından çok daha
önemli yere sahiptir. Her ne kadar pasif doluş fazı olarak adlandırılsa da ventrikül
gevşemesi enerji gerektiren bir süreçtir .
Sol atriyum basıncı kanın sol ventriküle geçmesi ile azalır ancak ventrikül
gevşemesi sayesinde, ventrikül basıncı da kan doluşunun başlamasının hemen
sonrasında birkaç mmHg düşer, en düşük değerlerine ulaşır ve hızlı doluş devam
ettirilir. Kan sol ventriküle geçtikçe ventrikül içi basınç artmaya başlar. Başlangıçta
dengelenebilen basınç değeri miyokard gevşemesinin de azalması ile hızla yükselmeye
başlar. Sol atriyum basıncındaki düşüş, sol ventrikül basıncındaki artış sonucunda
atriyoventriküler basınç farkı ve dolayısıyla kanın sol ventriküle doluşu giderek azalır.
Normalde sol ventrikül diyastolik doluşunun yaklaşık olarak %80’ i bu safhada
olmaktadır.
Diyastazis: Bu fazda sol atriyum ve sol ventrikül basınçları hemen hemen
eşittir, atriyoventriküler basınç farkı ortadan kalkmıştır ve pulmoner venlerden sol
atriyuma gelen kanın sol ventriküle akması ile ilave sol ventrikül doluşu gözlenir. Bu
faz, diastolik doluş periyodu nisbi olarak uzun ise görülür ve özellikle egzersizde olduğu
gibi yüksek kalp hızlarında ortadan kalkar.
Geç dolum fazı: Sinüs ritminde sol atriyal elektriksel uyarısı sonrası sol atriyal
kasılma oluşur. Atriyal kasılma yeni bir transmitral basınç farkı oluşturup, diyastazis
fazında yarı açık konuma gelen mitral yaprakçıkları tekrar açarak, geç diyastolde kanın
atriyumdan ventriküle geçişini sağlar. Bu dönem geç dolum fazı olarak adlandırılır ve
32
normal kalplerde tüm sol ventrikül doluşunun %15-20’ si bu dönemde gerçekleşir.
Atriyum kasılmasının olmadığı atriyal fibrilasyon varlığında bu katkı ortadan kalkar.
SOL VENTRİKÜL DİASTOLİK FONKSİYONLARININ
EKOKARDİYOGRAFİK OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ
Sol Ventrikül Relaksasyonunun Değerlendirilmesi
İzovolumetrik gevşeme zamanı(IVGZ):IVGZ, sol ventrikül hacminin sabit
kaldığı aort kapağın kapanmasından mitral kapağın kapanmasına kadar geçen
süredir.Dolayısıyla IVGZ aort kapağın kapanması ve mitral kapağın açılması üzerine
etkili bütün faktörlerden etkilenir.(51)
Basınç azalmasının zirve hızı (-dp/dt):İnvaziv bir gösterge olan ve kateter
sırasında ölçülebilen –dp/dt birim zamandaki basınç azalmasını verir. Peak –dp/dt
değeri, gevşeme sırasında sol ventrikülün basınç azalmasının aldığı en yüksek değerdir
ve bu aort kapağının kapanması sırasında ya da hemen öncesinde olur. Sol venrtikül
gevşeme hızının azaldığı durumlarda azalırken, gevşeme hızının arttığı durumlarda
artar. Peak – dp/dt relaksasyon süresince sadece bir anı yansıtması ve sol ventrikül ve
aort basınçlarından etkilenmesi en önemli dezavantajıdır ve ventrikül yüklenme
durumundan güçlü bir şekilde etkilenmesi nedeniyle bir miktar sınırlıdır (52,53). Son
zamanlarda iki yeni teknik PW doppler doku görüntüleme ile miyokardiyal veya mitral
annüler hareketin değerendirilmesi ve sol ventrikül kavitesi içinde renkli M-mod
propagasyon
velosite
yöntemi
sol
ventrikül
diastolik
fonksiyonunun
değerlendirilmesinde kullanılmaktadır. Doku doppleri miyokardiyal relaksasyon
miyokardial velosıte dinamiklerini değerlendirmesi nedeniyle avantajlıdır (54,55). Oysa
renkli M-mod sol ventrikül relaksasyonunun intraventriküler basınç gradiyenteri üzerine
etkisini ve sol ventrikül kavitesi içinde kan akımı propogasyonunu ölçer (56). Mitral
inflow ve pulmoner ven dopplerinden farklı şekilde, doku doppleri ve renkli M-mod
relatif olarak yükten bağımsızdır.
33
Sol Ventrikül Doluş Gradyentlerinin Pulsed –Wave Doppler
ile İncelenmesi
Doluş basınçlarının ölçülmesinde en doğru sonuçların alındığı standart yöntem
kalp
kateterizasyonudur.
Bu
yöntemin
girişimsel
olması
ve
her
hastaya
uygulanamaması, zor ve pahalı bir işlem oluşu takip amacıyla tekrarının mümkün
olmayışı gibi nedenlerle pratikte kullanım alanı kısıtlı kalmıştır.
Ekokardiografi ise kolay uygulanabilir, tekrarlanabilir, güvenilir ve zararsız
oluşu ile gerek tanı gerekse takipte kullanılabilir. Pulsed wave (PW) doppler
kullanılarak transmitral akım hızlarının kaydı ile sol ventrikül diastolik fonksiyonlarının
değerlendirilmesi ilk kez 1982 de Kitabake ve ark. tarafından uygulanmıştır(57).
Ventriküler doluş esnasında intraventriküler gradyentler ve doppler velosite
değişiklikleri arasındaki ilişki invazif olarak sol ventrikül basınç ölçümleri ile aynı anda
doppler ölçümleri yapılarak gösterilmiştir(58). Şekil-1‘de erken diyastol esnasında sol
ventrikül basınç değişikliklerini, PW doppler mitral inflowu ve miyokardiyal doku
doppler paternini göstermektedir. İzovolumetrik gevşeme zamanı (IVGZ) esnasında,
miyokardiyumun
depolarizasyonondan
önce
dış
miyokard
duvarının
aktif
relaksasyonuna ve hızlı sol ventrikül basınç değişiminin başlamasına yol açar. IVGZ
ölçümü sample volümü mitral yaprakçıkların uçlarına yerleştirip sol ventrikül çıkış
yoluna doğru, aort kapağın kapanması tespit edilene kadar kaydırmakla yapılabilir.
Ayrıca continious wave doppler ile eş zamanlı aort ve mitral akım kayıtları alınarak
hesaplanabilir.Aort ileri akımının bittiği nokta ile mitral diastolik akımının (E) başladığı
nokta arasıdır. IVGZ genellikle deselerasyon zamanıyla (DZ) paralellik gösterir. Aort
kapağın kapanması ile mitral kapağın açılması üzerine etkili bütün faktörlerden etkilenir
(59). Düşük aort diastolik basıncı veya yüksek sol atriyum basıncı gevşeme hızından
bağımsız olarak bu süreyi etkileyerek kısaltır. IVGZ uzaması sol atriyal doluş basıncı
artmadan, 65-90 ms, 50 yaş üstünde 70-110 ms gibi değerler normal kabul edilir.
Ventriküler kan kütlesi sabit olurken sol ventrikül diastolik volümünde artma
kavite basıncında ani ve mutlak bir azalmaya neden olur.Miyokardiyal duvar
relaksasyonu ve intraventriküler basınç düşmesi devamlılık gösterdiğinden sol ventrikül
basıncının sol atriyal basınçtan daha düşük hale gelmesini sağlar ve böylece IVGZ
34
biterek mitral kapak açılır. Sol atriyum- sol ventrikül basınç gradiyenti ve IVGZ ‘yi
takiben emme etkisi erken sol ventrikül oluşuna (E dalgası) olanak sağlar. Erken
diastolde E velositesinin azalma hızı (DZ) ventrikül basıncındaki artma hızına bağlıdır.
Bu süre E dalgasının tepesi ile bitimine kadar olan süredir. DZ mitral kapak
açıldığındaki sol atriyum –sol ventrikül basınç gradienti, sol atriyum kompliyansı, sol
ventriküler kompliyansı (60), gevşeme hızı (61) ,miyokard vizkoelastik güçleri,
perikardial sınırlama - gerilme ve sol –sağ ventrikül etkileşimi gibi birçok kuvvetin
kombinasyonu ile belirlenir (62). Basınçlar middiyastolde eşitlendiği anda inersiyal
güçler nedeni ile içeri doğru akım devam eder. Sonrasında sol atriyal kontraksiyon
tekrar sol atriyal- sol ventrikül gradyentine yol açarak geç sol ventrikül doluşuna neden
olur. (A dalgası). Sol atriyum kasılması genellikle sol ventrikül gevşemesini
tamamladıktan sonra oluşması nedeniyle peak velosite ve süre sol ventriküler boşluk
kompliyansı, atriyal volüm ve atriyal kontraktiliteye bağlıdır.
Mitral inflow, PW doppler örnek volümünün mitral yaprakçıklarının uçları
arasına yerleştirilerek kayıt edilir. Mitral inflow E/A oranı yaşa bağlıdır ve dört majör
paterni mevcuttur (Şekil-2). Normal mitral inflow 60 yaşa kadar sağlıklı insanlarda E/A
oranı >1.0 (63). Diyastolik disfonksiyonun erken evrelerinde relaksasyon süresi mid
yada geç diyastolde uzamıştır ve böylece sol ventrikül basıncında daha yavaş bir
azalmaya neden olur. Bununla beraber normal sol ventrikül ve sol atriyum kompliansı
ile atriyal ve ventriküler basınçları normal seviyede kalır. Küçük E dalgası, uzamış
İVGZ ve DZ ve E/A oranının ters dönmesi yüksek rezidüel atriyal preload ve normal
atriyal kontraktiliteden kaynaklanır. Sol ventrikül hipertrofisinin derecesi ile mitral
inflow A dalgası (64) arasında yakın bir ilişkinin olması atriyal katkının sol ventrikül
hipertrofisinin artışıyla daha önemli hale geldiğini göstermektedir. Sağlıklı bireylerin
aksine ki bu kişilerde atriyal kontraksiyon kardiyak output‘a 20%oranında katkıda
bulunur, anormal relaksasyon lu hastalarda kardiyak outputa 35%katkı yapacak şekilde
sol atriyal kontraksiyona sahip olabilirler (65). İleri evrelerdeki hastalarda ise artmış
miyokardial stiffness diastolik doluş esnasında boşluk kompliyansında azalma ile
sonuçlanır.
Sonuç olarak sol atriyum basıncının artışı bozulmuş sol ventrikül
relaksasyonunu aşar ve altta yatan sol ventrikül relaksasyon anormalliğini gizleyerek
psödonormal mitral inflowa neden olur (66). Transmitral akım velositesinin önyüke ve
35
sol ventrikül relaksasyonuna bağımlılığı mitral inflow akımı ile invazif olarak sol
ventrikül diastolik özellikleri arasında ki kötü korelasyona neden olur (67). Valsalva
manevrası, nitrogliserin veya diüretik uygulaması gibi önyük azaltan girişimler E/A
oranında azalmaya (0.5 den daha fazla bir değişim ile beraber), DZ uzamasına neden
olan psödonormal mitral inflow akımı anormal relaksasyon veya hatta normal inflow
paternine dönüşebilir (grade 2 diastolik disfonksiyon)(68).Ventrikül kompliyansındaki
ciddi anormalliklerde belirgin E dalga velositesindeki artış ile karakterize ileri diastolik
disfonksiyon gelişir. Nonkompliyan ventrikülde sol ventrikül ve sol atriyum
basınçlarının erken diastolik doluşu takiben hızla eşitlenmesi nedeni ile DZ oldukça
kısalır. Kötü sol atriyal fonksiyon ve sol ventrikül diastolik basınç yükselmesi
sonucunda sınırlı geç diastolik sol atriyum –sol ventrikül basınç gradyenti olması nedeni
ile A dalga amplitüdü küçülür. Başlangıçta restriktif mitral akım paterni valsalva
manevrası, nitrogliserin veya diüretik uygulaması ile önyük azalmasına cevap olarak
düzelebilir.
Ancak
sonuç
olarak
önyük
azaltılması
dönüşümsüz.restriktif patern oluşur.
Şekil-1: Sol ventrikül doluş örnegi.
36
ile
düzelmeyen
geri
Şekil -2: Farklı diyastolik fonksiyon derecelerinde transmitral
akımlarının karşılaştırılması
Bir arada incelemek gerekirse anormal doppler örnekleri yukarıdaki şekilde
sınıflanabilir.
Uzamış relaksasyon(grade 1):Uzamış gevşemeye neden olan tipik örnekler;
sol ventrikül hipertrofisi, hipertrofik kardiyomiyopati ve miyokard iskemisidir. Uzamış
gevşeme örneğinde İVGZ ve DZ uzar. E hızında azalma A hızında artma olur ve E/A
oranı 1 den küçük olur(Şekil-3). A hızındaki artma atriyum katkısının arttığının
göstergesidir. E/A oranı 1 den küçük olduğunda daima bozulmuş ve uzamış gevşeme
vardır. Ancak ileri yaş için fizyolojiktir. Uzamış gevşeme örneğinde pvd (pulmoner ven
diastolik dalgası), E hızı ile benzerdir ve azalır, pvs(pulmoner ven sistolik dalgası) artar
pvs/pvd oranı artar. Pva dalga hızı ve süresi genellikle normaldir, ancak sol ventrikül
diastol sonu basıncı yükseldiğinde artmaya başlar. Kalp kateterizasyonu ile eş zamanlı
yapılan çalışmalarda, sol ventrikül diastol sonu basıncı normal değerlerde bulunmuştur.
Uzamış gevşeme örneği grade 1 diastolik fonksiyon bozukluğunda izlenir.
Şekil-3: Grade 1 diyastolik disfonsiyon
37
Psödonormal patern (grade 2): Uzamış gevşeme örneğinin görüldüğü grade 1
diastolik fonksiyon bozukluğundan daha ileri diastolik fonksiyon bozukluklarına
geçişte, transmitral akım pulsed wave doppler analizinde, normal diastolik doluş
örneğine benzeyen kayıtların alındığı bir dönemle karşılaşılır. E/A oranı 1 ile 1,5
arasındadır ve DZ (deselerasyon zamanı) normaldir (160- 200). Bu durum sol atriyum
basıncındaki orta düzeyde olan artışın, gevşeme bozukluğuna eklenmesi ile oluşur.
Burada yalancı normal örnekte doluş basıncı normalin üst sınırlarını aşmış olup genelde
bu değer 15 mmHg nın üstü olarak belirlenmiştir (69).
Yalancı normal örnegin birbirinden ayrılması oldukça önemlidir. Bu noktada en
önemli yardımcılardan biri pulmoner ven akımı PW doppler eğrisidir. Sol atriyum doluş
basıncındaki artma durumunda PVs dalga hızı azalır, PVd dalga hızı artar ve PVs/PVd
oranı tersine döner. PVa dalga hızında artma ve süresinde uzama olur. Hastalarda sol
ventrikül anormal boyutları, sistolik fonksiyon bozukluğu veya artmış duvar kalınlığı ile
birlikte tespit edilen normal E/A oranı sol atriyum basıncı ile maskelenen bozulmuş
gevşemeden şüphelenmemizi sağlayabilir. İlave olarak ayırımın yapılabilmesi için ön
yükü düşürücü veya yükseltici çeşitli testler geliştirilmiştir.
Valsalva manevrası ve nitrogliserin, yalancı normal örnekte altta yatan sol
ventrikül gevşeme bozukluğunu ortaya çıkarabilir. E hızında anlamlı derecede düşme
olur, A hızında düşme olmaz veya artma vardır ve sonuçta E/A oranı < 1.0 olur. Böylece
yalancı normal örnek uzamış gevşeme örneğine döner. Oysa ki gerçek normal örnekte E
ve A hızlarında birlikte, orantılı bir düşüş meydana gelir. E/A oranı 1-2 arasında
seyreder.
Geri dönüşümlü restriktif patern (grade 3): Restriktif diastolik doluş terimi
veya restriktif fizyoloji, restriktif kardiyomyopati’den ayrılmalıdır. Restriktif fizyoloji
sol ventrikül kompliyansında azalma ve sol atriyum basıncında belirgin artış yapan
herhangi bir kalp hastalığı sonucu görülebilir. Dekompanse konjestif kalp yetersizliğine
ilerlemiş restriktif kardiyomiyopati, ciddi koroner arter hastalığı, akut ciddi aort
yetersizliği örnek sayılabilir. Sol atriyum basıncında meydana gelen artış sonucunda
mitral kapak daha erken açılır, İVGZ kısalır ve büyük bir başlangıç transmitral basınç
farkı ile yüksek E hızı gelişir. Erken diastolik doluş, esneyemeyen sol ventriküle
olduğundan erken diastolik basınç hızlı bir artış gösterir, sol atriyum ve sol ventrikül
38
basınçları çabuk eşitlenir ve bu da kısa bir DZ ‘ye neden olur. Atriyal kasılma sol
atriyum basıncını arttırır, ancak A hızı ve süresi kısadır, çünkü sol ventrikül basıncı
önceden hızlı bir şekilde yükselmiştir. Sol ventrikül diastolik basıncı belirgin
yükseldiğinde, diastol ortasında veya atriyal gevşeme anında diastolik mitral kaçak
görülebilir. Sonuçta restriktif fizyoloji; artmış E hızı (> 1 m/sn), azalmış A hızı (A<E)
ve kısalmış DZ (< 160) ve İVGZ (<70 msn) ile karakterizedir (Tablo-16). Tipik olarak
E/A oranı > 2 dir ve bazen 5 den büyük olabilir.Bu dönemdeki bulgular testlerle geri
çevrilebilir olduğundan geri dönüşümlü restriktif örnek olarak adlandırılır ve grade 3
diastolik fonsiyon bozukluğunu gösterir (Şekil-2).
Geri dönüşümsüz restriktif patern (grade 4): Mevcut kalp hastalığının
ilerlemesi, sol ventrikül kompliyansının daha da azalması ve sol atriyum basıncındaki
artış neticesinde saptanan bulgular testlere cevap vermez hale gelir. Geri dönüşümsüz
restriktif örnek olarak adlandırılan bu dönem grade 4 diastolik disfonksiyon
bozukluğunu gösterir. Bu bulgu sol ventrikül sistolik fonksiyon bozukluğuna bağlı
olmaksızın kötü prognozun işaretidir. Fonksiyonel kapasite NYHA sınıf 4 ile
uyumludur. Restriktif örnekte doluş basıncı çeşitli çalışmalarda 25 mmhg ‘nın üzerinde
tespit edilmiştir (70). Geri dönüşümsüz restriktif örnekte, yüksek sol atriyum basıncı
belirgin olarak azalmış sol ventrikül kompliyansında hızlı ve kısa süreli doluşa neden
olur ve yükselen sol ventrikül basıncı A hızının ileri derecede azalmasına neden
olur.Aynı zamanda artmış art yük nedeniyle PVa ters akım kaybolması da izlenir. Bu
dönemde atriyum fibrozuna bağlı atriyum fonsiyon bozukluğu ve atriyal sistolik
yetersizlik tespit edilmiştir. Bazen sağlıklı gençlerde hızlı gevşeme ve hızlı emme
nedeniyle yüksek sol ventrikül doluş basınçlı restriktif örneği taklit eden normal
örneklere rastlanabilir.
39
Tablo-16: Değişik diastolik fonksiyon parametrelerinin normalde ve farklı diastolik
fonksiyon derecelerinde aldığı değerler arasındaki ilişki gösterilmiştir.
Normal
160-240*
70-90
1-2
Grade 1
>240
>90
<1.0
A >PVa veya
A < PVa***
PVs2>>PVd
DZ(msn)
İVGZ(msn)
E/A
A süresi-Pva
A >PVa
Süresi ilişkisi
PVs2-PVd ilişkisi
PVs2 > PVd*
Ortalama sol
N
N-+
Atrium basıncı
* özellikle gençler bazen DZ < 160 ve PVs2 < PVd olabilir.
** önyük düşürücü uygulamalar ile E / A < 1 olur.
*** sol ventrikül diyastol basıncına göre değişir.
Grade 2
160-200
<90
1-1.5**
Grade 3-4
<160
<70
<1.5
A < PVa
A < PVa
PVs2 < PVd
PVs2<<PVd
++
+++
Ventrikül diastol fonksiyonlarının değerlendirilmesi yanında, sol atrial doluş
basıncının bilinmesi gereken her durumda pulmoner ven akımı doppler analizinin yararlı
olduğu bildirilmiştir.
Doku doppler ekokardiografi:
Doku doppler görüntüleme tekniği, konvansiyonel pulsed doppler’in modifiye
şeklidir ve miyokardiyal hızları analiz ederek kardiyak fonksiyonların araştırılmasını
sağlar. İlk olarak 1989’da tarif edilmiştir (71). Konvansiyonel doppler tekniğinde, kalp
içerisinde yüksek hız ve düşük amplitüd ile hareket eden kanın akım hızı elde edilirken,
düşük hız ve yüksek amplitüdü olan duvar hareketleri filtre edilmektedir. Doku doppler
görüntüleme tekniğinde bu filtrasyon en alt düzeye indirilerek ve kazanç ayarı kan akım
sinyalleri kaybolana kadar düşürülerek, miyokarda ait olan yüksek amplitüd ve düşük
hızlı hareketler görüntülenmektedir (72). Temelde aynı prensip olmasına rağmen doku
doppler görüntüleme tekniği iki ayrı kategoride incelenir:
1. Renkli doku doppler : İki boyutlu ve renkli M-mod doku doppler olmak
üzere iki farklı şekilde kullanılmaktadır. Bu tekniklerde duvar hareketleri hız ve
yönlerine göre farklı renklerle kodlanırlar. Transdusere doğru hareket eden kardiyak
dokular kırmızı, transduserden uzaklaşan dokular ise mavi renkle kodlanır. Elde edilen
görüntünün kaydı yapılarak daha sonra post-processing tekniği ile doku hızları kantitatif
olarak değerlendirilir(73). Renkli M-mod doku doppler özellikle endokardiyal ve
epikardiyal hızların farklılığını ortaya koymada kullanım alanı bulmuştur (74).
40
2. Pulsed wave doku Doppler : Sample volüm miyokardda incelenecek
segment üzerine yerleştirilerek kayıt yapılır. Sistolde ve diastolde miyokardın hareket
yönüne göre pozitif veya negatif doppler dalgaları elde edilir. Yüksek temporal
rezolüsyon elde etmek için sample volüm genişliği 2 ile 5 mm aralığına ayarlanmalıdır.
Miyokardiyal hızlar düşük olduğundan dolayı Nyquist limitleri –20 cm/sn ile +20 cm/sn
aralığına ayarlanmalıdır. Monitör hızının 50-100 mm/sn olması, hızların spektral
ayrışımının optimal olmasını sağlayacaktır. Elde edilen veriler sadece sample volümün
yerleştirildiği bölgeye ait olduğu için miyokardın sistolik ve diastolik fonksiyonları her
segment için ayrı ayrı değerlendirilebilir. Doppler dalgalarının ölçümü yapılarak
miyokardın hareketi kantitatif olarak değerlendirilebilir (74).
41
GEREÇ (HASTALAR) ve YÖNTEM
Bu çalışma Sağlık Bakanlığı İstanbul Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi
yerel etik kurulu tarafından onanmış olup, hastalardan ayrıca bilgilendirilmiş onam
alınmıştır.
Temmuz 2007-temmuz 2008 tarihleri arasında Sağlık Bakanlığı İstanbul
Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi 7. ve 8. dahiliye polikliniklerine başvuran ≥ 40
yaş, bilinen koroner arter hastalığı olmayan, hipertansiyonu ( JNC-7’e göre ≥140/90 )
veya hipertansiyon ve diabeti ( ADA 2003’e göre açlık kan şekeri > 126 mg/dl veya 2.
saat OGTT >200 mg/dl ) olan hastalar çalışmaya alınmıştır. Efor testi (+) saptanan
ve/veya transtorasik ekokardiografisinde EF ≤ %50 olan hastalar çalışma dışı
bırakılmıştır.
40-81 yaşları arasındaki ortalama yaşları 60.78 (Std. Dev.:10.627) olan, 42 si
erkek (%38.2) 68 si kadın (%61.8), toplam 110 hasta çalışmaya dahil edilmiştir.
Çalışmaya alınanlardan sadece hipertansiyonu olanlar 62 (%56.4), hipertansiyonu ve
diabeti birlikte olanlar 48 (%43.6) kişi idi.
Tüm ekokardiografiler G.E. Vivid 3 pro marka Eko cihazı ile transtorasik
olarak yapıldı. Hastalar sol lateral dekübit pozisyonunda olacak şekilde, parasternal
uzun, kısa aks, apikal dört boşluk, beş boşluk görüntüleri eşliğinde iki boyutlu, M Mode,
C- Doppler ve akım doppleri kullanılarak ölçümler yapıldı. Amerikan Ekokardiografi
Birliği nin önerileri doğrultusunda; tüm ekolar aynı kişi tarafından ve sirkadyen
değişikliklerin diastolik fonksiyona olan etkisini ortadan kaldırmak için gün ortasında
yapıldı.
Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken istatistiksel analizler için
SPSS 12.0 (Statistical Package for Social Sciences) programı kullanıldı. Verilerin
karşılaştırılmasında Chi Square testi kullanıldı. Anlamlılık p < 0.05 düzeyinde
değerlendirildi.
42
BULGULAR
Vakaların yaşları 40-81 arasında değişmekte olup, yaş ortalaması 60.78
(Std.Dev. 10.627) idi.
20
Frekans
15
10
5
0
40
50
60
70
yaş
Şekil-4: Vakaların yaş dağılımı
43
80
90
Sadece hipertansiyonu olan 62 vakanın 25’i erkek,37’ si kadın; hipertansiyon
ve diabeti birlikte olan 48 vakanın 17’si erkek,31’i kadın idi.
dm
70
VAR
YOK
60
Percent
50
40
30
20
10
0
E
K
cins
Şekil-5: Diabeti olan ve olmayan grublara göre cinsiyet dağılımı
44
Sadece hipertansiyonu olan 62 vakanın 39’unda diastolik disfonksiyon
saptandı, 23’ünde saptanmadı; hipertansiyon ve diabeti birlikte olan 48 vakanın 39’unda
diastolik disfonksiyon saptandı, 9’unda saptanmadı. Her iki grup arasında diabetik
vakalarda istatistiksel olarak diastolik disfonksiyonda anlamlı artış saptandı.
(p < 0.05)
diyas
80
VAR
YOK
Percent
60
40
20
0
VAR
YOK
dm
Şekil-6: Diabeti olan ve olmayan gruplarda diastolik disfonksiyon
45
Diastolik disfonksiyon saptanan sadece hipertansif 39 hastanın 16’sı erkek,
23’ü kadın; hem hipertansif hem de diabetik olan 39 hastanın 14’ü erkek, 25’i kadın idi.
Her iki grup arasında diastolik disfonksiyon varlığında cinsiyete göre istatistiksel fark
saptanmadı.
(p > 0.05)
diastolik disfonksiyon:var
dm
25
VAR
YOK
vaka sayısı
20
15
10
5
0
E
K
cins
Şekil-7: Diastolik disfonksiyonu saptanan gruplarda cinsiyete göre dağılım
46
TARTIŞMA
Tip 2 diabetes mellitus kardiovasküler olaylar ve kalp yetmezliği gelişimi için
risk faktörüdür(75). 1954 te Lundbaek(76) tarafından ilk kez diabetik kardiomyopati
tanımlandı ve bundan sonraki epidemiyolojik çalışmalar da diabetik kardiomyopatinin
başlı başına ayrı bir durum olduğunu ortaya koydu(77). Diabetik kardiomyopati diabetik
hastalarda kalp yetmezliğinin yüksek oranda görülmesi anlamında kullanılabilir.
Diabetik kardiomyopati 1982 de Rubler ve arkadaşları(78) tarafından kalp
kapak hastalığı, hipertansiyonu ya da koroner arter hastalığı ve kardiomyopati
oluşturabilecek diğer nedenlerin olmadığı konjestif kalp yetmezlikli 4 diabetik hastada
tanımlanmıştır. Farklı araştırıcılar diabetik hastalarda konjestif kalp yetmezliğinin klinik
manifestasyonu olmaksızın bile yaygın olarak sol ventrikül diastolik fonksiyon
anormalliklerini göstermişlerdir(79). Bu anormallikler kalpte mikroanjiopatik etkiye ve
metabolik anormalliklere bağlı düşünülse de hala açıklanmış değildir.
İnsan ve hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalarda diabetik kalplerde morfolojik
değişiklikler saptanmıştır. Bunlar myosit hipertrofisi, perivasküler fibrosis ve matrix
kollagen miktarının artması olarak sıralanabilir. Glikozilasyonun son ürünlerinin
myokardda birikmesi sonucu kalbin gevşemesinin bozulduğu tip 2 diabetli bu hayvan
modelinde gösterilmiştir(80). Deneysel kanıtlar alloxanın indüklediği diabetli
köpeklerde myokardial glikoprotein depositlerinin, hipertansiyon yokluğunda, sol
ventrikül end-diastolik basınç/volüm oranını bozduğunu göstermiştir(81).
Jain ve arkadaşları (82), hipertansif hastalarda yüksek açlık hiperglisemisinin
myokard katılığının artması ile ilişkili olduğunu bulmuştur. Strong Heart Study e göre,
kötü glisemik kontrol, bağımsız olarak sol ventrikül abnormal relaxasyonu ile
ilişkilidir(83).
Diastolik
disfonksiyon
kalp
yetmezliğinin
habercisidir(84)
ve
tanısı
ekokardiografi ile non invasive olarak konulabilir. Klinik olarak kardiak hastalığı
olmayan iyi kontrollü tip 2 diabetli hastalarda diastolik disfonksiyon sık görülür. 46
47
asemptomatik, diabetik komplikasyonları Olmayan iyi kontrollü tip 2 diabet hastasında
yapılan bir çalışmada diastolik disfonksiyon görülme oranı %60 olarak bulunmuş(85).
Risk faktörleri yokluğunda (sol ventrikül hipertrofisi, arteriel hipertansiyon,
koroner arter hastalığı, obesite ve diabetes mellitus gibi) diastolik anormallikler ve
diastolik disfonksiyon yaşlı hastalarda bile nadir görülür. 25-75 yaş arası 1274 kişilik bir
grupta yapılmış çalışma verilerine göre risk faktörleri yokluğunda diastolik anormallik
%4.3, diastolik disfonksiyon %1.1; 50 yaşın üzerindekilerde yapılan değerlendirmede
diastolik anormallik %4.6, diastolik disfonksiyon %1.2 saptanmış. Aynı çalışmada
diastolik anormallik erkeklerde kadınlara göre anlamlı olarak yüksek saptanmış
(erkeklerde %13.8, kadınlarda %8.6)(86).
Koroner arter hastalığı olmayan, sol ventrikül sistolik fonsiyonları normal
saptanan 59 u diabetik, 20 si hipertansif, 27 si hem hipertansif hem de diabetik ve 22 si
de kontrol grubundan oluşan bir çalışmada, dobutamin stres ekokardiografi ve doku
doppler ekokardiografi ile myokard fonksiyonlarının değerlendirildiği bir çalışmaya
göre hipertansiyona diabet eklendiğinde sol ventrikül sistolik ve diastolik fonksiyonları
üzerine aditif zararlı etki oluşur(87).
Strong Heart Study nin normotansif ve hipertansif erişkinlerde diabetin sol
ventrikül doluş paterni üzerine etkisini araştırdığı 616 sı diabetik, 394 ü hipertansif, 671
i hipertansif ve diabetik ve 730 u normotansif –non diabetik olan çalışmaya göre;
diabete
bağlı
abnormal
sol
ventrikül
relaxasyonunun
ciddiyeti,
iyi
bilinen
hipertansiyonun bozulmuş relaxasyon ile ilişkisi ile benzerdir. Diabet ve hipertansiyon
kombinasyonunda her iki grubun tek başına durumundan daha ciddi abnormal sol
ventrikül relaxasyonu görülür(83).
Hipertansif hastalarda diabetin sol ventrikül diastolik fonksiyonları üzerine
etkisinin araştırıldığı, 315 i hipertansif, 124 ü hipertansif ve diabetik 439 kişilik bir
grupta; diabeti olanlarda (%80.6) diabeti olmayanlara (%69.2) göre diastolik
disfonksiyon daha yüksek saptanmış. Üstelik diabeti olanlarda diastolik disfonksiyon
derecesi de daha ciddi bulunmuş. Hipertansiyonlu hastalarda yapılan bu araştırmada
cinsiyete özel analize göre diabetin diastolik fonksiyon üzerine etkisi erkeklerde (p <
48
0.003) belirgin olarak fazla saptanmışken kadınlarda (p < 0.624) istatististiksel olarak
anlamlı fark saptanmamış(88).
Liu ve arkadaşlarının(83) bulgularına göre de diabet, diastolik fonksiyonu
geleneksel risk faktörlerinden (yaş, sol ventrikül kitle indexi gibi) bağımsız olarak
bozar. Yine LİFE çalışma grubunun ekokardiografik çalışmalarında da diabetin
hipertansif hastalarda ventriküler fonksiyon üzerine yan etkileri gösterilmiştir(89).
Kardiak fonksiyon üzerindeki diabetin etkisinde, kadın ve erkekler arasında
fark olduğuna dair çeşitli çalışmalarda verilere rastlanır. Geçmişte Rutter ve arkadaşları
(90) glukoz intoleransı ve diabetin sol ventrikül kütlesine etkisinde her iki cinsiyet
arasındaki farkları tarif etmişlerdir. Dahası değişik hayvan deneylerinde cinsiyetin kalbe
özel fenotipler üzerindeki etkileri gösterilmiştir.(91,92) Buna göre erkek kalbi
değişkenlere karşı bayan kalbinden daha hassas bulunmuştur.
Diğer yandan Framingham çalışmasına göre diabetik bayanlarda, diabetik
olmayanlara göre kalp yetmezliği riski 5 kat fazladır. Erkeklerde ise bu oran 2
kattır(75).
CHARM kalp yetmezliği programının geçmişte yapmış olduğu çalışmalarda
erkek cinsiyetin ve diabetin morbidite ve mortalite üzerine bağımsız belirleyici risk
faktörleri oldukları gösterilmiştir(93).
Diabetin hipertansif hastalarda sol ventrikül diastolik fonksiyonu üzerindeki
etkisinin araştırıldığı çalışmamıza göre, diğer çalışmalarla uyumlu olarak diabetli
hastalarda diastolik disfonksiyon anlamlı olarak fazla saptanmıştır. Cinsiyet üzerine
yapılan değerlendirme de ise, diğer çalışmalardan farklı olarak her iki grup arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır.
Çalışmaya alınan hasta sayısının diğer çalışma gruplarına göre daha az olması,
geniş ölçekli yapılmış diğer büyük çalışmalardan farklı olarak, bizim çalışmamızda,
sadece diabeti olanların alınmamış olması ve kontrol grubunun olmaması çalışma
sonuçlarını değerlendirmek için sınırlandırıcı olmuştur.
49
Çalışma dizaynında koroner iskeminin ekarte edilmesinde efor testi
kullanılmıştır, ancak efor testinin duyarlılığının %70 ler seviyesinde olması koroner
iskeminin tespitinde sınırlandırıcı olmuştur. Diastolik disfonksiyon için iyi bilinen bir
risk faktörü olduğundan koroner iskemiyi değerlendirmek için myokard sintigrafisi veya
koroner anjiografi yapılması sonraki çalışmalar için daha az sınırlandırıcı olabilir.
İyi
glisemik
kontrol
diabetiklerde
normal
diastolik
fonksiyonun
sürdürülmesinde yardımcı olabilir. Strong Heart Study’ de gösterilmiştir ki glisemik
kontrolün niteliği, diastolik fonksiyonun ekokardiografik bulguları ile ilişkilidir(83).
Bizim çalışmamızda glisemik kontrolün belirteçleri olan HbA1c ve açlık glisemi
seviyeleri değerlendirmeye alınmamıştır.
Çok değişkenli analizlerin yapıldığı Strong Heart Study çalışmasında göre ACE
inhibitörleri ve AT2 reseptör blokerlerinin diastolik disfonksiyon üzerine olumlu etkileri
bulunmuşken, beta blokerler ve diüretikler de ise ilişki saptanmamıştır(83). Diastolik
disfonksiyon üzerine yapılacak çalışmalarda ilaç etkileri de göz önünde bulundurularak
eğerlendirme yapılması çalışmanın sınırlılığını azaltacaktır.
Strong Heart Study nin yaptığı bir başka çalışmaya göre tip 2 diabetlilerde
albuminuri, sol ventrikül sistolik ve diastolik disfonksiyonu ile bağımsız olarak ilişkili
bulunmuş(94). Bu yüzden çalışmalarda özellikle diabetlilerde renal fonksiyonları
değelendirmek için sadece üre ve kreatinin değerlerine bakmak yeterli değildir. İdrarda
kalitatif veya kantitatif olarak proteinüri bakmak daha yararlı olacaktır.
50
SONUÇ
Hipertansif hastalarda diabetes mellitusun sol ventrikül diastolik fonksiyonu
üzerine etkilerini araştırdığımız çalışmamızda:
1. Sadece hipertansiyonu olan 62 hastanın 39’ unda (%62.9) diastolik
disfonksiyon saptandı. Diastolik disfonksiyon saptanan hastaların 16’ sı
erkek (%41.1), 23’ ü kadın (%58.9) idi.
2. Hipertansiyon ve diabetes mellitusu birlikte olan 48 hastanın 39’ unda
(%81.25) diastolik disfonksiyon saptandı. Diastolik disfonksiyon saptanan
hastaların 14’ ü erkek (%35.9), 25’ i kadın (%64.1) idi.
3. Diabetes mellitusu ve hipertansiyonu olan grupta, sadece hipertansiyonu
olan gruba göre, diastolik disfonksiyon, istatistiksel olarak anlamlı oranda
yüksek saptandı.
4. Diastolik
disfonksiyon
saptanmış
hastalar
cinsiyete
göre
değerlendirildiğinde, iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
saptanmadı.
51
ÖZET
Amaç: Bu çalışmanın amacı; hipertansif hastalarda diabetin sol ventrikül
diastolik fonksiyonu üzerine etkisini araştırmaktır.
Metod: 62 si (%56.4) hipertansiyon, 48 si (%43.6) hipertansiyon ve diabeti
olan toplam 110 hasta çalışmaya alındı. Yaş ortalaması 60.78 (Std dev. 10.627) idi.
Diastolik fonksiyon transtorasik ekokardiografi ile değerlendirildi.
Bulgular:
Diastolik
disfonksiyon
diabetiklerde
(%81.25),
diabetik
olmayanlarla (%62.9) karşılaştırıldığında anlamlı olarak daha yüksek sıklıkta saptandı
(p < 0.05). Erkeklerde, DM(+) grupta %35.9 ve DM(-) grupta %41.1; kadınlarda,
DM(+) grupta %64.1 ve DM(-) grupta %58.29 diastolik disfonksiyon vardı. Cinsiyete
göre yapılan değerlendirmede kadın ve erkek arasında anlamlı fark saptanmadı (p >
0.05).
Sonuç: Hipertansiyona diabet eklendiğinde sol ventrikül diastolik fonksiyonları
olumsuz olarak etkilenir. Bu etki, kadınlarda ve erkeklerde benzer görünmektedir.
Anahtar kelimeler: diabetes mellitus, diastolik disfonksiyon, hipertansiyon
52
THE IMPACT OF DİABETES ON LEFT VENTRİCULAR DİASTOLİC
FUNCTİON İN PATİENTS WİTH ARTERİAL HYPERTENSİON
ABSTRACT
Objective: The aim of this study was to analyse the ımpact of diabetes on left
ventricular diastolic function in patients with arterial hypertension.
Method: A total 110 patients were included in the analysis. Of these, 62
patients had hypertension without diabetes and 48 patients had diabetes and
hypertension. Mean age was 60.78 (std. Dev. 10.627). Transthoracic echocardiography
was used to asses the diastolic function.
Results: Diastolic dysfunction was significantly more prevalent in diabetes
(81.25 %) than in without diabetes (62.9 %) (p < 0.05) . In men, 35.9 %in the DM(+)
group and 41.1 %in the DM(-) group had diastolic dysfunction; In women, 64.1 %in the
DM(+) group and 58.29 %in the DM(-) group had diastolic dysfunction. The difference
between men and women was not significant (p > 0.05).
Conclusion: The addition of diabetes to hypertension has a negative effect on
left ventricular diastolic function. This effect appears similar in men and women.
Key words: diabetes mellitus, diastolic dysfunction, hypertension
53
KAYNAKLAR
1.
Christopher PA. Diastolic heart function. In: Murphy JG, Lloyd MA (eds), Mayo
Clinic Cardioloji Concise Textbook (third ed.) Mayo Clinic Scientific Pres. 2008:
1087-8.
2.
Chobanian AV, Bakris GL, Black HR, Cushman WC, Gren LA, Izzo JL Jr, Jones
DW, Materson BJ, Oparil S, Wright JT Jr, Rochella EJ. Seventh report of the joint
national committee on prevention, detection, evaluation and treatment of high
blood pressure. Hypertension. 2003,42:1206-52.
3.
Guilbert JJ. World Health Report 2002: Reducing risks, promoting healthy life.
Educ Health (Abingdon). 2003,16:230.
4.
Burt VL, Whelton P, Roccella EJ, Brown C, Cutler JA, Higgins M, Horan MJ,
Labarthe D. Prevalence of hypertension in the US adult population. Results from
the Third National Health and Nutrition Examination Survey, 1988-1991.
Hypertension. 1995,25:305-13.
5.
Onat A, Sansoy V, Soydan İ, Tokgözoğlu L, Adalet K. TEKHARF, oniki yıllık
izleme
deneyimine
göre
Türk
erişkinlerinde
kalp
sağlığı.
İstanbul
Türkiye.2003:12-4.
6.
Hernandez-Hernandez R, Armas-Padilla MC, Velasco M, Carvajal AR, de
Hernandez MJA, Guerrero-Pajuelo J, Pacheco B. Effects of amlodipin and
enalapril on platelet function in patients with mild to moderate hypertension. Int J
Clin Pharmacol Ther. 1999,37:323-31.
7.
Nadar S, Blann AD, Lip GY. Platelet morphology and plasma indices of platelet
activation in essential hypertension: effects of amlodipine-based antihypertensive
therapy. Ann Med. 2004,36:552-7.
54
8.
Yamanishi J, Sano H, Saito K, Furuta Y, Fukuzaki H. Plasma concentrations of
platelet specific proteins in different stages of essential hypertension: interactions
between platelet aggregation, blood lipids and age. Thromb Haemost.
1985,54:539-43.
9.
Guidelines Committee: 2003 Europan Society of Hypertension-Europan Society
of Cardiology guidelines for the management of arteriel hypertension . J
Hypertens. 2003,21: 1011-53.
10.
Williams GH. Hypertensive vascular disease. In: Harrison’s Principles of Internal
Medicine (Braunwald E, Fauci AS, Kasper DL, Hauser SL, Longo DL, Jameson
JL ed). 15th edition. McGraw Hill. 2001: 1414-30.
11.
Massie BM, McPhee SJ. Systemic Hypertension. In: Current Medica Diagnosis
and Treatment (Tierney LM, McPhee SJ, Papadakis MA ed). 44th edition.
McGraw Hill.2005: 404- 29.
12.
Kayaalp SO. Antihipertansif ilaçlar. Tıbbi Farmakoloji. 9.baskı. HacettepeTAŞ.2000: 421- 59.
13.
Adamopoulos S, Rosano GM, Ponikowski P, Cerquetani E, Piepoli M, Panagiota
F, Collins P, Poole-Wilson P, Kremastinos D, Coats AJ. Impaired baroreflex
sensitivity and sympathovagal balance in syndrome X. Am J Cardiol. 1998,
82:862-8.
14.
DiBona GF, Kopp UC. Neural control of renal function. Physiol Rev. 1997,
77:76-197.
15.
Myers BD, Deen WM, Brenner BM. Effects of norepinephrine and angiotensin II
on the determinants of the glomerular ultrafiltration and proximal tubule fluid
reabsorption in the rat. Circ Res. 1975, 37:101-10.
16.
Sealey JE, Blumenfeld JD, Bell GM, Pecker MS, Sommers SC, Laragh JH. On
the renal basis for essential hypertension: nephron heterogeneity with discordant
55
renin secretion and sodium excretion causing a hypertensive vasoconstrictionvolume relationship. J Hypertens. 1988,6:763-77.
17.
Rudd
P,
Osterberg
LG.
Hypertension: Context, Pathophysiology, and
Management. Textbook of Cardiovascular Medicine (Topol EJ ed). 2nd edition.
Lippincott Williams Wilkins.2002: 91-122.
18.
McCarron DA, Reusser ME. Finding consensus in the dietary calcium-blood
pressure debate.J Am Coll Nutr. 1999,18:398-405.
19.
Ferrannini E, Natali A, Capaldo B, Lehtovirta M, Jacob S, Yki-Jarvinen H.
Insulin resistance, hyperinsulinemia, and blood pressure: role of age and obesity.
European Group for the Study of Insulin Resistance (EGIR). Hypertension.
1997,30:1144-9.
20.
Kaplandan değiştirilerek;braunwald:heart disease:a textbook cardiovasculer
medicine, 7thed., W.B. Saunders Company. 2005:445.
21.
Lebovitz HE: Diagnosis and classification of Diabetes Mellitus. In: Lebovitz HE,
Ed, Therapy for Diabetes mellitus and related disorders. American Diabetes
Association clinical Education series, Third edition, Virginia.1998:4-7.
22.
National Diabetes data group. Classification and diagnosis of Diabetes mellitus
and categories of glocose tolerance.Diabetes. 1999,28:1039-57.
23.
The expert commitee of the diagnosis and classification of the Diabetes mellitus:
Report of the expert commitee on the diagnosis and clasification of Diabetes
mellitus. Diabetes Care, 1997,20:1183-97.
24.
Zimmet P. Challenges in Diabetes epidemiology –from west to the Rest.Diabetes
Care 1992, 15:232-52.
25.
Zimmet P, Dowse G, Finch C, King H. The epidemiology and natural history of
NIDDM– lessons from South Pasific.Diabetes Metabo Rev. 1990, 6:91-124.
56
26.
Zimmet P, Taft P, Thoma K, et al. The high prevalence of Diabetes mellitus on a
central Pasific Island. Diabetologia .1997,13:111-5.
27.
Zimmet PZ .Diabetes epidemiology as a tool to trigger Diabetes research and
care. Diabetologia.1999,13:111-115.
28.
Satman İ, Şengül AM, Uygur S, Salman S, Baştar İ, Sargın M, Tütüncü Y,
Karşıdağ K, Dinççağ N, et al. The TURDEP group. Diabetologia 2000 supp11-1.
29.
World Healt Organization: Diabetes Mellitus. Report of a WHO Study Group.
Technical Report Series 727, Geneva, 1985.
30.
World
Healt
Organization,
Department
of
Noncommunicable
Disease
Surveillance: Definition, Diagnosis and Classification of Diabetes Mellitus and its
Complications. Report of a WHO Consultation, WHO Publ., Geneva. 1999.
31.
Eisebbarth GS: Type 1 diabetes mellitus; a chronic autoimmune disease. N Eng J
Med .1986, 314:1360-8.
32.
Busehard K, Danisbo P, Röpke C. Activated CD4 + and CD8+T lymphocyet in
newly diagnosed Diabetes mellitus. N Eng J Med. 1986, 315:1360-8.
33.
Harrison LC, Campell IC, Alison J, Miller JEAP (1989): MHC molecules and B
cell destruction.İmmune and non immune mechanism .Diabetes. 1989,38:815-8.
34.
Mitrakou A, Kelly D, Mokan M, Venman T, et al. Role of reduced supression of
glucose production and diminished early insulin release in impaired glucose
tolerance. N Eng J Med. 1992, 326:22-9.
35.
Efendis S, Östensen C. Hormonal response and future treatment of NIDDM. J
Inter Med. 1993,243:127-38.
57
36.
De Fronza RA, Ferrainni E, Simonsen DC. Fasting hyperglycemia in NIDDM:
Controbutions of excessive hepatic glucose production and impaired tissue
glucose uptake. Metabolism. 1989, 38:387-95.
37.
Kahn SE, Prigeon RL, McCullock DK, et al. Quantification of the relationship
between insulin sensitivity and B cell function in human subjects:evidence for a
hyperbolic function. Diabetes. 1993, 42:1642-63.
38.
Ludwing DS, Vidalpuig A, O’Brien RM, et al. Examination of the
phospoenolpyruvate carboxycinose gene promoter in patients with NIDDM. J
Clin Endocrinol Metab. 1996, 81:503-6.
39.
Okubo M, Watanebe H,Fujikawa R, Kawamura T, Egusa G, Yamakido M:
Reduced prevalence of diabetes according to 1997 American Diabetes
Association criteria. Diabetologia. 1999, 42:1168-70.
40.
40.The expert commitee of the diagnosis and classification of the Diabetes
mellitus: Report of the expert commitee on the diagnosis and clasification of
Diabetes mellitus. Diabetes Care.2003, 26: 5-20.
41.
Unwin N, Shaw J, Zimmet P, and Alberti KGMM(Writing committee for
‘İnternational Diabetes Federation IGT/IFG Consensus Statement . report of an
Expert Consensus Workshop 1-4 August 2001, Stoke Poges, UK’): Impaired
glucose tolerance and impaired fasting glycaemia: the current status on definition
and intervention . Diabetes UK. Diabetic Medicine. 2002, 19:708-23.
42.
The DECODE Study Group on behalf of the European Diabetes Epidemiology
Group: Is Fasting glucose sufficient to define diabetes? Epidemiological data
from Europan studies. Diabetologia. 1999, 42: 647-54.
43.
Satman İ. DM tanı ve izleminde yeni kriterler. Türkiye klinikleri Journal of
ınternal Medical Sciences. 2007, 3:1-15
58
44.
UK Prospective Diabetes Study (UKPDS): Intensive blood glucose control with
sulphnylurea and insulin compared with conventional treatment and risk of
complications in patients with type 2 diabetes . Lancet. 1998, 352:837-53 .
45.
İliçin G, Biberoğlu K, Süleymanler G, Ünal S, İç Hastalıkları, Güneş kitapevi.
2003:2311-31
46.
İmamoğlu Ş.Diabetes Mellitus. Ed. Dolar E, İç Hastalıkları, Nobel&Güneş Tıp
Kitabevi İstanbul. 2005: 692-7
47.
Braunwald E, Fauci AS, Kasper DL, Hauser SL, Longo DL, Jameson JL.
Diabetes Mellitus. Harrison İç Hastalıkları Prensipleri, 15. edisyon. Çev. ed:
Sağlıker Y. Nobel Tıp Kitabevleri. 2004, 2: 2109-38.
48.
Satman İ. DM tanı ve izleminde yeni kriterler, Türkiye Klinikleri Journal of
Internal Medical Sciences. 2007, 3:1-15
49.
Litwin SE, Grossman w. Diastolic dysfunction as a cause of heart failure. J Am
Coll Cardiol. 1993,22:49-55.
50.
Lnihan DJ, Gerson MC, Hoit BD, Walsh RA. Mechanisms, diagnosis and
treatment of diastolic heart failure. Am Heart J. 1995,130:153-66.
51.
Oh JK, Appleton CP, Hatle LK, et al . The non invasive assesment of left
ventricular
diastolic
dysfunction
with
two
dimensional
and
doppler
echocardiogarpy. J Am Soc Echocardiography. 1997,10:271-92.
52.
Ishida Y, meisner Js,tsujioka k,et al. Left ventricular filling dynamics; influence
of left ventricular relaxation and left atrial pressure. Circulation. 1986,74:187-9.
53.
Choong CY, Harrmann HC, Weyman AE, Fifer MA. Preload dependency of
doppler derived indices of left ventricular diastolic function in humans. J Am
Coll Card.1987,10:800-8.
59
54.
Fleming AD,Xia X, Mc dicken WN, et al. Myocardial velocity gradients detected
by doppler imaging .Br J Radiol. 1994,67:679-88.
55.
Rashinghani A, Danoghey L, Nozaki S,et al. New approaches to evaluation of LV
function;Assesment of transmural myocardial velocity gradients and diastolic
relaxation rates by doppler tissue imaging.Circulation. 1994,90:320-7.
56.
Pakla P,Lange A,Fleming AD, et al .differences in myocardial velocity gradients
measured throughout teh cardiac cycle in patients with hypertrophic
cardiomyopathy ,athletes and patiennts with left ventricular hypertrophy due to
hypertension. J Am Coll Card.1997,30:760-8.
57.
Uematsu M,Miyataker K,Tanaka N,et al.Myocardial velocity gradient as anew
ndicator of regional left ventricular contraction;detection by two dimensional
tissue doppler imaging technique. J Am Coll Card.1995,26:217-23.
58.
Brun P,Triboilloy C, Duval AM,et al.left nentricular flow propogation during
early filling is related to wall relaxation;a colr M mod doppler analysis J Am.cool.
af cardiology. 1992,20:420 –32.
59.
Kitabake A;Inoue M,Asao M,Tanouchi J,Masuyanma T,Abe H,Morita h, Seanda
S,Transmitral blood flow reflecting diastolic behaviourof the Left ventricle in the
health and disease study by pulsed doppler technique.Jpn Circ J. 1982,46: 92.
60.
Appleton CP, Hatle L,Popp RL .Relation of transmural velocity patterns to left
ventricular diastolic dysfunction;new sights from a combined hemodynamic and
doppler echocardiographic study. J Am Coll Card.1988,12:426-40.
61.
Little WC,Ohno M,Kitzman DW,etal.Determination of left ventricular chamber
sttiffness
from
the
time
for
deceleration
filling.Circ.1995,92:1933-9.
60
of
early
left
ventricular
62.
Courtois
M,Kovasc
SJ,Ludbrook
PA,transmitral
pressure
flow
velocity
relation;importance of regional pressure gradients in the left ventricule during
diastole .Circ.1988,78:661-7.
63.
Thomas JD,Weyman AE,Echocardiordiographic doppler evaluation of left
ventricular diastolic dysfunction;phsysics and physiology.Circ.1991,84:990-7.
64.
Miyatake K,Okomoto M;Kinosito N et al.Augmentation of left atrial contribution
of left ventricular inflow with aging as assessed by intrtacardiac doppler
flowmetry. J Am Coll Card.1984,53:586-9.
65.
Naqvi TZ, Neyman G, Broyde A,etal.Comparison of myocardial tissue doppler
wih conventional transmitral doppler in lef ventricularhypertrophy. J Am Soc
Echo. 2001,14:1153-60.
66.
Matsuda Y,Tomöa Y;Moritani K,et al.Assessment of left atriyal function in
patients with hypertensive heart disease.Hypertension .1986,65:779-89.
67.
Courtois M, Verrd Z, Barzilai B et al.The transmitral pressure –flow velocity
relation;effect of abrupt preload reduction .Circ. 1988,78:459-68.
68.
Sohn DW, Chai IH, Lee DJ,et al . Assessment of mitrl annular velocity by doppler
tissue imagingh in evaluation of left ventricular diastolic dysfunction .J Am Coll
Card.1997,30:760-8.
69.
Brunnazzi MC,Chirillo F, Pasquillani M, et al. Estimation of lef ventricular
diastolic pressures from precordial pulsed wave doppler analysis of pulmonary
venous and mitral flow.Am Heart Jour. 1994,128:293.
70.
Nishimura RA, Abel MD, Hatle HK, Tajik J, Relation of pulmonary vein to mitral
flow velocities by transesophagial doppler echocardiogarhy;Effect of different
loading condition. Circ.1990,81:1488.
61
71.
Isaaz K, Thompson A, Ethevenot G, Cloez JL, Brembilla B, Pernot C. Doppler
echocardiographic measurement of low velocity motion of the left ventricular
posterior wall. Am J Cardiol. 1989, 64: 66-75.
72.
Sutherland GR, Stewart MJ, Groundstroem KW, et al. Color Doppler myocardial
imaging: a new technique for the assessment of myocardial function. J Am Soc
Echocardiography. 1994, 7: 441-58.
73.
McDicken WN, Sutherland GR, Moran CM, Gordon LN. Color Doppler velocity
imaging of the myocardium. Ultrasound Med Biol. 1992, 18: 651-4.
74.
Waggoner AD, Bierig SM. Tissue Doppler imaging: a useful echocardiographic
metod for the cardiac sonographer to assess systolic and diastolic ventricular
function. J Am Soc Echocardiography. 2001, 14: 1143-52.
75.
Kannel WB, Hjortland M, Castelli WP. Role of diabetes in congestih heart
failure: the Framingham study. Am J Cardiol .1974,34:29-34.
76.
Lundbaek K. Diabetic angiopathy; a vasculer spesific disease. Lancet
.1954,266:377-9.
77.
Galderisi M, Anderson KM, Wilson PW, Levy D. Echocardiographic evidence for
the xistence of a distinct diabetic cardiomyopathy,The Framingham Heart Study.
Am J Cardiol. 1991,68:85-9.
78.
Rubler S, Dlugash J, Yuceoğlu YZ, Kumral T, Branwood AW, Grishman A:New
type of cardiomyopathy associated with diabetic glomerulosclerosis. Am J
Cardiol. 1972,30:595-602.
79.
Shapiro LM, Howat AP, Calter MM:Left ventriculer function in diabetes mellitus.
Br Heart J. 1981,45:122-32.
62
80.
Schafer S, Huber J, Wihler C, Rutten H, Busch AE, Linz W. Impaired left
ventricular relaxation in tip 2 diabetic rats is related to myocardial accumulation
of N(epsilon)-(carboxymetil)lysine.Eur J Heart Fail. 2006,8:2-6.
81.
Regan TJ, Ettinger PO, Khan MI, et al. Altered myocardial function and
metabolism in chronic diabetes mellitus without ischemia in dogs. Circ Res.
1976,35:222-37.
82.
Jain A, AvendanoG, Dharamsey S, et al. Left ventricular diastolic function in
hypertension and role of plasma glucose and insulin. Comparison with diabetic
heart. Circulation .1996,93:1396-402.
83.
Liu JE et al. The ımpact of diabetes on left ventricular filling pattern in
normotensive and hypertensive adults:The Strong Heart Study. J Am Coll
Cardiol. 2001,37:1943-9.
84.
Schannwell CM, Schneppenheim N, Perings S, Plehn G, Strauer BE. Left
ventrcular diastolic dysfunction as an early manifestation of diabetic
cardiomyopathy. Cardiology. 2002,98:33-9.
85.
Poirier P, Bogaty P, Garneau C, Marois L, Dumesnil JG. Diastolic dysfunction in
normotensive men with well controlled type 2 diabetes: importance of
manoeuvres
in
echocardiographic
screening
for
preclinical
diabetic
cardiomyopathy. Diabetes Care. 2001,24:5-10.
86.
Prevalence of left ventricular diastolic dysfunction in the community . Europan
Heart Journal. 2003,24:320-8.
87.
Govind S et al. Impaired myocardial functional reserve in hypertension and
diabetes mellitus without coronary arter disease: Seaching fort he possible link
with congestive heart failure in the Myocardial Doppler in Diabetes (MYDID)
Study 2. AJH. 2006,19:851-7.
63
88.
Watcher R et al .Impact of diabetes on left ventricular diastolic function in
patients with arterial hypertension.Eur J Heart Fail. 2007,9:469-76.
89.
Hildebrant P, Wachtell K, Dahlof P, et al. Impairment of cardiac function in
hypertensive patients with type 2 diabetes; a LIFE study. Diabet Med.
2005,22:1005-11.
90.
Rutter MK, Parise H, Benjamin EJ, et al. Impact of glucose intolerance and
insulin resistance on cardiac structure and function; sex related difference s in the
Framingham Study. Circulation. 2003,107:448-54.
91.
CrossHR, Lu L, Steenbergen C, et al. Overexpression of the cardiac Na/Ca
exchanger increases susceptibility to ischemia/reperfusion injury in male, but not
female, transgenic mice. Circ Res. 1998,83:1215-23.
92.
Du XJ, Samuel JS, Gao XM, Zhao L, Parry LJ, Tregear GW. Increased
myocardial collagen and ventricular diastolic dysfunction in relaxin deficient
mice:a gender-spesific phenotype. Cardiovasc Res. 2003,57:395-404.
93.
Pocock SJ, Wang D, Pfeffer MA, et al. Predictors of mortality and morbidity in
patients with chronic heart failure. Eur Heart J. 2006,27:65-75.
94.
Liu JE, et al. Association of albuminuria with systolic and diastolic left
ventricular dysfunction in type 2 diabetes . The Strong Heart Study . J Am Coll
Cardiol. 2003,41:2022-8.
64
Download