Sorularlarisale.com Yirminci Lem'a'daki Dokuz Emri Açıklar mısınız? "1. Müsbet hareket etmektir ki, yani, kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adâveti ve başkalarının tenkîsi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin, onlarla meşgul olmasın." İnsan kendi mesleğinin muhabbeti ve sevgisi ile hareket etmelidir. Kendi mesleğini övmek ya da yüceltmek için ille de başka meslekleri alçaltmak ya da noksan göstermek gerekmiyor. Yani kendi mesleğime muhabbet etmemi başka mesleklere düşmanlık etmeye bağlamamalıyım. "2. Belki, daire-i İslâmiyet içinde, hangi meşrepte olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak ederek," Nasıl aynı anne babadan dolayı kardeş ile kişi arasında kuvvetli bir bağ, sıkı bir akrabalık ilişkisi olur. Halbuki bu bağın nispeti birdir. O tek nispet ise aynı anne babadan olmaktır. Bazen karakter ve huy olarak kardeşler arasında hiçbir münasebet olmaz, hatta iki farklı fikri cepheden dolayı düşman bile olurlar. Ama kardeşlik bağı asla bitmez ve sönmez, ölene dek devam eder. Din kardeşliği ise bir münasebet ile değil, bin münasebet ile insanları bir birlerine bağlar. İman bu münasebetler, bu bağlar içinde en kuvvetli olanıdır. Hatta öyle ki, bazen maddi kardeşlikten bile öteye geçebilir ve geçmiştir. İki mümin arasındaki imani bağlar saymakla bitmez. Aynı Allah’a iman, aynı peygambere, aynı ahirete, aynı kadere, aynı meleklere, aynı kitaba iman; aynı Kabe’ye yönelmek,aynı dine gönül vermek bunların başında gelir. İşte bu bağlar öyle bir kuvvet kazanır ki, maddi kardeşliği bile geçer. Sahabelerin harp meydanında kardeş ve baba ile göğüs göğüse çarpışması meselemizi izah ve ispata kafidir. İman birliği, kalp birliğini, kalp birliği de toplumsal birliği oluşturur. Toplum birlik içinde olunca da kuvvetli ve güçlü bir toplum olur. Zira aynı Allah’a ve aynı dine inanmış müminler arasında ayrılık gayrılık kalmaz. Adeta et ile tırnak gibi iç içe olurlar. İşte Üstat Hazretleri bu emirde, bu bağların kuvvetlendirilmesini çözüm olarak bize ihtar ediyor. Din bağı ne kadar kuvvetli olursa, İslam toplumu da o kadar kuvvetli olur. Halihazırdaki toplumsal zayıflık ve dağınıklık bu iman bağının yeterince page 1 / 4 güçlü olmamasından ileri geliyor. "3. Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, 'Mesleğim haktır.' yahut 'Daha güzeldir.' diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden 'Hak yalnız benim mesleğimdir.' veyahut 'Güzel benim meşrebimdir.' diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek," Üstad Hazretleri bu manayı “Mesleğim haktır veya daha güzeldir" demeye hakkın var. Fakat "Yalnız hak benim mesleğimdir" demeye hakkın yoktur.” şeklinde veciz olarak ifade etmiştir. Bu prensiple de Müslümanlar içinde farklı hak meslek ve meşrep sahiplerinin kardeşlik ve birlik manasını bozacak adımlardan ve davranışlardan kaçınılması gerektiğine vurgu yapılmıştır. İnsan fıtraten kendine uygun olan fikri ya da meslek ve meşrebi ciddi sever ve onun revacını ister. Bu da hakkıdır. Kimse sevme ya da revaç verme diyemez, dese fıtrata zıt olur. Ama kendi meslek ve meşrebimi sevmem ve revaç vermem, başka meslek ve meşrepleri inkar etmemi ya da kötülememi gerektirmez; başkalarını kötülemeden de kendi meşrebimi sever ve revaç verebilirim, güzelliğini ve kemalini yayabilirim. "4. Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlâhînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmekle," Allah’ın yardımı ve bereketi ancak yürekleri bir atan ve aynı maksat etrafında toplanan müminler üzerinedir. Yani müminler birbirlerini sevip, bir maksat etrafında toplanmadıkça Allah’ın yardımı ve bereketi ulaşmaz. Hem dinimizin ve Müslümanların izzeti ancak ittifak ile temin edilebilir. Zira ihtilaf içinde olan müminler zayıf olur ve kuvvetten düşer. Ehli küfür de bundan istifade ederek, izzetimize hücum eder. Bugünkü Irak ve Libya da birilerinin cirit atıp, Müslümanların izzet ve onurunu paralaması bunun en somut misalidir. "5. Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüd sebebiyle, cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı mânevînin dehâsıyla hücumu zamanında, o şahs-ı mânevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlûp düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı mânevî çıkarıp, o müthiş şahs-ı mânevî-i dalâlete karşı hakkaniyeti muhafaza ettirmek," page 2 / 4 Kafirler, hak olan İslam’a kitlesel ve cemaat şeklinde plan ve program dahilinde hücum ediyorlar. Böyle organize bir hücuma karşı Müslümanların da organize ve kitlesel bir karşılık vermemiz gerekir. Yoksa bir şahıs ne kadar dahi ve kuvvetli de olsa, organize ve kitlesel bir hücuma karşı varlık gösteremez. Öyle ise İslam toplumları birlik ve beraberlik içine girip, kafirlere karşı tek vücut olmaları gerekir; yoksa Allah bize galibiyeti tattırmaz. "6. Ve hakkı, bâtılın savletinden kurtarmak için," Batıl hakkı kuşatmış, onu rencide ederken; mümin ihtilaf ile bu duruma seyirci kalmaz ve kalamaz. Yani batıl, müminlerin ihtilaf ve ayrılığından istifade ederek hakka galebe ediyor. Öyle ise mümin hakka tarafgir olmakta samimi ise, bu ayrılık ve ihtilafı bitirerek ittihat ve birliğe yönelir ve hakkı batılın kuşatmasından kurtarır. "7. Nefsini ve enâniyetini," İhlas ve uhuvvetin önündeki en büyük engel; insanın nefsi ve bencilliğidir. İnsan bu nefsine ve benliğine dur demedikçe ihlas ve uhuvveti elde edemez. Bu da hem kendi hayatını hem de mensubu olduğu İslam toplumunu yok etmeye matuf bir durumdur. "8. Ve yanlış düşündüğü izzetini," Bir insan izzet-i İslamiye ile gerçek izzete kavuşabilir. Bazı meseleleri gurur vesilesi yaparak Müslüman kardeşlerine tavır alsa ve cepheyi zayıflaştırsa, bu yanlış izzet düşmana yardım manasına gelir ve sonuç olarak Müslümanların zillete düşmelerine vesile olabilir. Müslamanın izzeti, küfre ve kâfirlere karşıdır. İzzet ile kibir arasında ince bir çizgi vardır. İzzet iman ve ibadetten gelen bir üstünlük iken kibir Allah tarafından emaneten verilmiş meziyetlere insanın kendi malı imiş gibi sahip çıkıp diğer insanlar üstünde üstünlük taslaması ve baskı kurması şeklindedir. Mümin izzetli olabilir, ama asla kibirli olamaz. Mümin izzeti için yani inandığı değerler için gerekirse canını vermekten çekinmez; inancını ayaklar altına almaktansa ölmeyi tercih eder. page 3 / 4 "9. Ve ehemmiyetsiz, rekabetkârâne hissiyatını terk etmekle ihlâsı kazanır, vazifesini hakkıyla ifa eder."(1) Her hizmetin bir sürükleyicisi ve ana dinamiği vardır. Bunun ille de şeyh, sultan, tiran şeklinde olması gerekmiyor. Yani ortada bir hizmet varsa, o hizmeti tedbir edip istihdam edecek karizmatik bir ağabey ya da tecrübeli bir kardeşe ihtiyaç vardır. Bu kainatın değişmez bir kanunudur. Lakin nefis bu fıtri ahvali ve realiteyi bir makam ya da elde edilmesi gereken bir maddi nimet telakki ettiği için, ona elini uzatıyor. Her nefis aynı tavrı sergileyince, bir takım rekabet ve enaniyetler ortaya çıkıyor. Bu rekabet ve enaniyet de o hizmet etrafında halkalanan cemaat arasında bir ihtilafa ve nizaa sebebiyet veriyor. Bu niza ve ihtilafa fırsat vermemek için, her bir Nur talebesi ihlas ve samimiyet ile kardeşinin lehinde feragatte bulunması iktiza ediyor. Kendisi layık ve ehil olduğu halde, makam ve şeref telakki edilen o karizmatik ve dinamik vazifeyi, başka ehil olan kardeşine bırakmalıdır. Bu tarz düşünce ve hareket cemaat arasında hakim olursa, cemaatin hem insicam ve ahengi, hem de Allah katındaki kutsiyeti temin edilmiş olur. Yoksa herkes nefis ve hevasına göre hareket ederse, cemaat ruhu gider, yerine ihtilaf ateşinin kaynadığı bir parti görünümü gelir. Bu da iman hareketine ciddi darbe vurmak demektir. (1) bk. Lem'alar, Yirminci Lem'a (İhlas Risalesi) page 4 / 4 Powered by TCPDF (www.tcpdf.org)