30 Ekim 2015 www.sorularlaislamiyet.com 1 İçindekiler Kıyamet anına kadar İslamı açıktan ve galib olarak devam edecek midir? ..............................3 “Cennetliklerin çoğu eblehlerdir (ahmaklardır)” hadisini nasıl anlamak gerekir? .................4 İnşirah Suresini namazlardan sonra okumakla ilgili rivayet var mı? .......................................5 Arkeolog olmak ve bu gerekçeyle mezar açıp inceleme yapmak haram mı? .............................5 Arap alfabesi vahiy midir? ...........................................................................................................5 Müslüman bir kızın/kadının ahlakı nasıl olmalıdır? ..................................................................6 Bayan öğrenci, okulda sesli olarak Kur'an okuyabilir mi? ........................................................9 Ticaretini yapmak amaçlı bilgisayarda çizilmiş insan ve hayvan figürlerini kumaşa bastırıp satabilir miyim? ..........................................................................................................................10 Hadiscilere göre tabaka arasında kaç yıl vardır? .....................................................................11 Ümmetimin içinde ilhama mazhar olacak biri olsaydı Ömer olurdu hadisine göre ümmet içinde ilhama mazhar olan kimse yok mudur? .........................................................................11 2 Kıyamet anına kadar İslamı açıktan ve galib olarak devam edecek midir? - Hadis-i şerifte İslam ümmetinden her asırda bir mücahid taifenin hak üzerinde özellikle manevi cihadına devam edeceğine vurgu yapılmış ve kıyamet gelinceye kadar bu hareketin devam edeceğine işaret edilmiştir. - Hadiste yer alan “Allah emrini/kıyameti getirinceye kadar…” manasındaki ifadeden “kıyametin kopacağı son ana kadar” şeklinde bir ihtimali anlamak caiz olduğu gibi, “kıyametin yakın olduğu zamana kadar” manasını anlamak da mümkündür. Bediüzzaman hazretleri hadisi bu ikinci manada değerlendirmiş ve bu değerlendirmeyi ebced hesabıyla şöyle desteklemiştir: “( َِهُِ مَابَ َُ للاَى َتاَي َى َتAllah emrini/kıyameti getirinceye kadar) fıkrası dahi (şedde sayılır); makam-ı cifrîsi bin beş yüz kırk beş (1545) olup, kâfirin başında kıyamet kopmasına îma eder. َ غْ ُْمَ ْعَي مل ّٰل غلَل َال غْعْلَ ل Cây-ı dikkat ve hayrettir ki, üç fıkra bil'ittifak bin beşyüz (1500) tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamına manidar, makul ve hikmetli bir surette bin beş yüz altı'dan tâ kırk iki'ye, tâ kırk beş'e kadar üç inkılab-ı azîmin ayrı ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır. Bu îmalar gerçi yalnız birer tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil, fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat'î tarzda kimse bilmez; fakat böyle îmalar ile bir nevi kanaat, bir galib ihtimal gelebilir.” (Kastamonu Lahikası, 28) - Bediüzzaman hazretlerinin “mehdiyet döneminin 300 yıl süreceğine” dair bir ifadesinin olduğunu düşünmüyoruz. Soruda yer alan “300 yıllık tarihin gerisi veya ilerisinden gelen ilim heyetine –farklı üsluplarla da olsa- aynı hakikatleri savunacağına” dair ifadesinden bunu anlamak mümkün değildir. Kaldı ki yukarıda ilgili hadisi açıklarken bu zaman dilimini açıkça ortaya koymuştur. Oysa 300 yıllık zaman dilimi farazi bir süreçtir. 3 “Cennetliklerin çoğu eblehlerdir (ahmaklardır)” hadisini nasıl anlamak gerekir? “Cennetliklerin çoğu eblehlerdir” anlamında bir hadis rivayeti vardır. (Bezzâr, Müsned, Medine 2005, 13/32-33; Beyhakî, Şuabu’l-İman, Beyrut 2003, 2/497-498) Beyhâkî bu rivayetin münker olduğunu söyleyerek zayıflığına dikkat çekmiştir. (Beyhaki, Şuab, 2/497) Ayrıca, Aliyyu’l-Kârî, İbnü’l-Cevzî, Fettenî gibi muhaddisler tarafından bu rivayet “aslı olmayan” şeklinde telakki edilmiştir. Metin itibariyle de rivayetin problemli olduğu söylenebilir. Problem rivâyette zikredilen bülh kelimesi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Söz konusu kelime “ahmak, budala” gibi anlamı itibariyle Kur’an ayetlerine aykırı olduğu görülmektedir. Zira ayetlerde cenneti hak eden kişiler ulul elbâb/akıl sahipleri olarak vasıflanmakta, bu açık ifadeler cennetliklerin çoğunun ahmak olduğunu dile getiren bu rivayet arasında bir tezat oluşturmaktadır. Rivayette geçen bülh kelimesine yönelik olarak lügat âlimleri ve bazı mutasavvıflar “şerden gafil olma, kötülükten uzak durma” gibi anlamları vermektedirler. Bu husus söz konusu anlama göre rivâyetin tevil edildiği izlenimini uyandırmaktadır. Öte yandan özellikle sufilerin bu kelimeyi genellikle “cennetteki meyve ve huri gibi nimetlere gözünü diken ve cenneti bu nimetlerden ibaret bir yer gibi gören” kimselere delâlet ettiği yönünde anlamlandırması ve böyle kişileri de ahmaklar olarak nitelendirmeleri de kelimenin “günahtan uzak, alabildiğine saf ve temiz” manasına gelmediğini gösteren bir diğer delildir. Bülh kelimesine dünya işlerine ilgisiz kalan kimse şeklinde bir mana takdir edilmesine gelince, bu mana takdirinin de rivayetteki delâlet problemini ortadan kaldırmadığı söylenebilir. Zira İslâm dini hiçbir zaman dünya ve dünya işlerini tamamen terk etmeyi tavsiye etmemiş aksine dünya ve ahiret dengesinin sağlanması gerektiği noktasına vurgu yapmıştır. Sonuç olarak bazı kaynaklarda hadis olarak geçen “Cennetliklerin çoğu eblehlerdir (ahmaklardır)” anlamındaki rivâyetin hem isnad hem de metin açısından sahih olmadığı açıktır. Ancak bu rivayetin sahih bir kaynağı varsa, bunu "saf, temiz, dünya işlerine kalp ve ruhunu bulaştırmamış, gönlü ahiret alemlerine yönelmiş, aldanmayı aldatmaya tercih etmiş kişler" olarak değerlendirmek mümkündür. Kaynak ve değerlendirmeler için bk. Muhittin Düzenli, “Cennetliklerin Çoğu Eblehlerdir" Rivayetinin Semantik ve Teknik Analizi, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2013/2, c. 12, sayı: 24, ss. 59-84. 4 İnşirah Suresini namazlardan sonra okumakla ilgili rivayet var mı? Rivayete göre Abdullah b. Mesud şöyle demiştir: “Kim namazının sonuna İnşirah suresini koyarsa (okursa) namazı tastamam olmuş olur.” (Tefsiru İbn Ebi Hatim; Suyutî, ed-Durru’lMensur, ilgili yer) Burada meal olarak yer alan “Namazının sonuna koyarsa” ifadesi, her namazın son rekatında okumak anlamına da gelir. Ancak farz namazların son iki rekatında zamm-ı surenin olmaması bunu böyle anlamaya engeldir. Geriye kalan tek ihtimal namazı bitirdikten sonra okumaktır. Ancak bunun sünnetlerden önce mi sonra mı olduğuna dair bir açıklama yoktur. Bu sebeple, farzdan sonra sünnetlerin olduğu vakitlerde de namaz tesbihatından sonra okumak daha uygun olabilir. Arkeolog olmak ve bu gerekçeyle mezar açıp inceleme yapmak haram mı? Arkeoloji sözlükte; kazı vb. yöntemlerle ortaya çıkarılan tarihi yapıtları kültürel, sanatsal ve tarihsel yönden inceleyen bir bilimdir. Türkçeye yanlış bir şekilde "kazıbilim" olarak çevrilmiş olsa da kazı, arkeolojik araştırma yöntemlerinden sadece bir tanesidir. Arkeoloji asıl olarak insanlığın kültürel geçmişini, kültürlerin değişimini ve birbirleriyle ilişkilerini inceler, şeklinde tarif edilmektedir. Bu yönden bakılınca arkeoloji ilmi ile uğraşmak, arkeolog olmak dinen caizdir. Ancak arkeoloji çalışmalarında mezarların kazılması, açılması ve bu meyanda ölülerin kemikleri veya cesetleri ile ilgilenme meselesine gelince burada farklı bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu konudaki görüşümüz şöyledir. İslam inancına göre, insanın dirisi saygıya layık olduğu gibi, ölüsü de saygıya layıktır. Bu sebeple kabirlerin üzerleri örtüldükten sonra, zaruri bir sebep ve yetkili makamların izni olmadıkça açılması caiz değildir. Bu konuda ölünün Müslüman veya başka bir dinden olması bu hükmü değiştirmez. Bu sebeple arkeologların sırf kültürel vb araştırma için mezarları açma hakkı bulunmamaktadır. Arap alfabesi vahiy midir? - Kur’an hem lafız hem mana ile vahiydir. Arap alfabesi ise elbette vahiy değildir. Ancak alfabe ne lafızdır, ne de manadır, yalnız lafızların görünmesini sağlayan bir projeksiyon hükmündedir. Örneğin Türkçe bir kelime olan “Okudum” kelimesini hem Osmanlıca hem Latince alfabe ile yazılabilir ve bu farklı yazılımlar o kelimenin değişmesine yol açmaz. - Vahiy kelam-ı emrîden gelen Arapça kelimelerin kalıbına giren ve Arap alfabesiyle yazılan ilahi bir lafız-mana bütünlüğüdür. - Kur’an Arap alfabesi dışındaki alfabelerle de yazılabilir ve yazılıyor ve yine semavi kimliğini korumaktadır. Sadece Latin alfabesi gibi yazılarda Arapça alfabenin bütün harflerini kapsamadığı için yazılım eksikliği söz konusu olur. 5 Müslüman bir kızın/kadının ahlakı nasıl olmalıdır? İslam’ın, hayatın çeşitli alanlarında kadınının nasıl davranması gerektiğine yönelik kuralları, ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerle belirlenmiş; kadının, anne-baba, akraba, eş, çocuk, komşu, kardeş, arkadaş ve yaşadığı toplumla olan bütün ilişkilerinde ideal davranış biçiminin ne olduğu genel hatlarıyla çizilmiştir. Öncelikle İslam, önyargıların aksine, kadını sadece evde oturan bir ev hanımı, çocuk bakıcısı ve ev işlerini evirip-çeviren bir düzenleyici olarak görmez. Kadını aynı zamanda, nesilleri eğitip şekillendiren bir eğitimci, bir davetin öncüsü ve hayatın çeşitli alanlarında toplumun bilinçlenme ve kalkınmasının temel unsuru olarak kabul etmektedir. Yani kadın, ailenin ve bütün bir toplumun diğer yarısı, diğer unsurudur. Hatta en önemli direğidir. Aslında kadın ve erkek ayırmadan her insanda bulunması gereken erdemler vardır. Bu nedenle konuya kadın-erkek ayırımı yapmadan genel olarak bakmak gerekir. Bununla beraber, kadının kul olarak Rabbine, ümmete olarak Peygamberine, varlık olarak bütün varlıklara, kız çocuğu olarak anne-babasına, eş olarak kocasına, anne olarak çocuklarına, komşu olarak diğer komşu kadınlara, teyze ve hala olarak yeğenlerine, insan olarak topluma.. karşı görev ve sorumlulukları vardır. Konuya bu açıdan bakınca sorunun cevabının bir kitap hacminde olması gerektiği açıktır. Özetle Müslüman kız/kadın: Allah’a ve ahiret gününe iman eder. Dünyanın fitnelerine ve şeytanın hilelerine karşı dikkatlidir. Rabbi’ne ibadet eder, emirlerini yerine getirir, yasaklarından kaçınır. Allah’a tam bir teslimiyet içindedir. Rabbi’ne çokça tövbe eder; hata, ihmal ve kusurlarından dolayı bağışlanmasını niyaz eder. Aile fertlerine karşı sorumluluğunun bilincindedir. Yaptığı her işte Allah’ın rızasını gözetir. Gücü oranında iyiliği emreder, kötülükten alıkoyar. Kendine karşı görevlerinin bilincindedir. İnsanın akıl, ruh ve bedenden meydana geldiğini ve her birinin kendilerine özgü yapıları ve ihtiyaçları bulunduğunun farkındadır. Bunlar arasındaki dengeye özen gösterir; birine önem verip diğerlerini ihmal etmez. Bu hususta da Allah’ın Kitab’ını, Peygamberinin sünnetini ve büyük zatların yaşantısını kendine rehber edinir. İsraf, aşırılık ve kibre kaçmaksızın giyimine özen gösterir. Allah’ın mükerrem kılıp, meleklerinin secde etmesini emrettiği, gökler ve yerdekileri hizmetine amade kıldığı insana yakışır özeni, iç aleminde de gösterir. Anne-babasına iyilik ve ihsanda bulunur. Onların kıymetlerini bilir, değer verir. Onlara karşı isyankar bir evlat olmamaya dikkat eder. Kocasına karşı olgun, sevecen ve cana yakın bir eş olur. Kocasının hoşnutluğunu kazanmaya çalışır. Onun ailesine karşı saygılı olmaya, iyilik ve ihsanda bulunmaya gayret eder. Kocasının sırrını saklar. İyilik, takva ve salih amel işlemede ona yardımcı olur. Onun gönlünü doldurur, ona mutluluk ve huzur verir. 6 Çocuklarına karşı son derece şefkatli bir annedir. Onların eğitimine yönelik sorumluluğunun farkındadır. Çocuklarına karşı duyduğu sevgi, şefkat ve merhameti onlara hissettirir. Gerektiğinde çocuklarını uyarmaktan, yanlışlarını düzeltmekten geri kalmaz. Böylece gönüllerine güzel ahlakı yerleştirir, onları hayırlı ve şerefli işlere yönlendirerek güzel bir eğitim ile yetiştirmeye çalışır. Akraba ve yakınları ile aralarındaki sevgi bağını devam ettirir. Komşularına iyilik ve ihsanda bulunur. Onların hal ve durumları ile yakından ilgilenir. Komşuluk hakkını bilir ve gözetir. Kardeş ve arkadaşları ile ilişkileri “Allah için sevmek” esasına dayalıdır. Bu ise insanın hayatındaki en yüce, en temiz sevgidir. Zira, her türlü menfaat ve şüpheden uzak bir sevgidir. Bu esas üzerine kurulan ilişki, temizlik ve saflığını Kur’an ve Sünnet’in ışığından alır. Bu yüzden müslüman kadın, kardeşleri ile olan ilişkilerinde dürüst, samimi ve hoşgörülüdür. Bu kardeşlik bağının devam etmesine özen gösterir. Onlarla ilişkilerini kesmez, tartışarak ve sürtüşmeye girerek duygularını incitmez. Mümkün olan hiçbir iyiliği onlardan esirgemez. Onları daima tebessümle, güler yüzle karşılar. Sosyal ilişkileri çok ileri seviyededir. Bu sosyalliğini, dininin esaslarından ve karşılıklı ilişkiler fıkhının üstün ahlaka ilişkin hükümlerden almıştır. Ayrıca, Müslüman kız/kadın: Güzel ahlaklıdır. Bütün insanlara karşı doğru sözlü ve dürüsttür. Hile yapmaz, aldatmaz, ihanet etmez. Yalancı şahitlikte bulunmaz. Nasihat eder. Hayra öncülük eder. Sözünde durur. Haya sahibidir. İffetlidir. Kendisini ilgilendirmeyen işlere karışmaz. İnsanların mahrem meselelerini araştırmaz. Gösterişten uzaktır. Her durumda adaleti gözetir. Zulmetmez. Sevmediği insanlara karşı da insaflıdır. Hiçbir insanın başına gelen kötülüğe sevinmez. Kötü zanda bulunmaz. Gıybet ve koğuculuk yapmaz. Sövmez ve çirkin söz söylemez. Kimseyle alay etmez. İnsanlara karşı yumuşak ve merhametlidir. Zor durumda olana yardımcı olur. Cömerttir. Yaptığı iyilikleri başa kakmaz. Zorluk değil kolaylık gösterir. Kıskançlık yapmaz. Yapmacık söz ve davranışlardan kaçınır. Güler yüzlüdür. Büyüklük taslamaz, alçak gönüllüdür. Boş işlerle uğraşmaz. Hastayı ziyaret eder. İnsanların dertleriyle yakından ilgilidir. Başkalarını kendine tercih eder. Yapılan iyiliğe değer verir ve teşekkür eder. Örf ve adetlerini İslamî ölçülere uydurur. Büyüklere ve faziletli insanlara saygı gösterir. Kadınlara uygun olan işleri tercih eder. Erkeklere benzemeye çalışmaz. Hakk’a çağırır. Davetinde nazik ve hikmet sahibidir. Saliha kadınlarla birarada bulunur. İffetli, hayalı ve edep yerlerini korur. Sadece bedenini değil, gözlerini, kulaklarını haramdan koruduğu gibi, aklını, kalbini, niyetini de her türlü haramdan korur. Sabırlı ve ümitvardır. Allah’ın rahmetinden asla ümidini kesmez. 7 Dini ve ilmi alanda bilgilidir. Faydasına ve zararına olan şeyleri öğrenir ve ona göre hareket eder. Ağırbaşlı ve saygılıdır. Fıtridir, doğaldır, olduğu gibi görünür, göründüğü gibi de olur. Mühim ve tehlikeli vazifelerde asla sarsılmaz, gevşeklik göstermez. Allah’a itimat eder. Beden ve ruh temizliğine önem verir ve buna uygun yaşar. Kumarcı, içkici, düzenci, oyuncu, aldatıcı, dalkavuk ve hilekar değildir. Bilmediği bir şey hakkında hüküm vermez. Her nerede olursa olsun, hatta kendi aleyhine de olsa, hak ve adaletten ayrılmaz. Düşmanlarına karşı da adaleti ve insafı bırakmaz, onların düşmanlıkları dolayısıyla adaleti çiğnemez. İsraf ve cimrilikten sakınır. Ne eliyle ne diliyle hiçbir kimseyi incitmez. Varlık zamanında da, darlık zamanında da başkalarına elinden geldiği kadar yardımda bulunur. Bir kötülük işlemek ister veya bir haksızlık yapacak olursa, hemen Allah’ı hatırlayarak O’ndan af ve mağfiret diler, yaptığına pişman olur. Kim söylerse söylesin, hakkı kabul eder, ilim ve hüneri, hikmet ve hakikati nerede bulursa alır ve bunda taassup göstermez. Tembel değildir. Dünya için hiç ölmeyecekmiş gibi çalışır, yarın ölecekmiş gibi de ahrete hazırlanır;her iki vazifesini eksiksiz yapar. Allah ve peygamber sevgisini her şeyden üstün tutar. Allah sevgisi ve Allah korkusu onun bütün vücudunu kaplar. Her ne suretle olursa olsun, şüpheli şeylerden sakınır. En büyük gayesi, hakiki bir Müslüman olmaya çalışmak, Müslümanlığın tayin ve telkin eylediği faziletleri yaşamak-yaşatmak ve bu suretle bütün insanlara örnek olmaktır... İşte İslam’ın, hidayetiyle şekillendirdiği ve gönlünü hikmetle yoğurup, basiretini aydınlattığı müslüman kadının şahsiyetinden bazı örnekler bunlardır. Günümüz İslam coğrafyasının pek çok yerinde kadının, İslam’ın öngördüğü yüksek seviyenin altında olmasının temel nedeni, dinlerinden uzaklaşmaları, cahiliye bataklıklarında bocalamaları ve İslam dışı unsurların peşine takılmalarıdır. Eğer müslümanlar, fikri ve manevi kaynaklarına dönüp, kana kana o kaynaktan içebilseler ve kendilerine asalet ve üstünlük kazandıran hikmetle azıklanabilselerdi, bugünkünden çok daha farklı bir durumda olacaklardı. İslam alemine yönelik saldırılar, özellikle kadının şahsiyetini hedef almıştır. Bu saldırılar, müslüman kadının üzerinden fazilet elbisesini çıkarmaya; bunun yerine onu görünüm, düşünce ve hayat tarzı olarak yabancılaştırmaya çalışmaktadır. Bu uğurda çok yoğun ve sistemli baskı uygulanmaktadır. Ancak, İslam’a yabancılaştırma çabaları, dinini kavramış, bilgili, şuurlu müslüman kadının karşısında başarısız olmaya mahkumdur. İlave bilgi için tıklayınız: Kadın toplum içinde nasıl davranmalıdır? 8 Bayan öğrenci, okulda sesli olarak Kur'an okuyabilir mi? İslam alimlerinin çoğunluğuna göre ilke olarak kadının sesi avret değildir. Ancak, fitneye sebep olması halinde ittifakla avret kabul edilmiştir. Buna göre türü ve ortamı ne olursa olsun, kadınların; şehevi duyguları tahrik edecek, gönülleri bu yöne meylettirecek şekilde okuması uygun değildir. Zira ayet-i kerimede Peygamber (asm)'in hanımlarının "Başkalarıyla konuşurken takınacakları tavra ve seslerinin tonuna" dikkat etmelerini isteyen Kur'an emri (Ahzab, 33/32) diğer kadınları da uyaran bir husustur. Böyle bir durum sözkonusu değilse yasak da sözkonusu olmaz. Ayrıca Peygamber Efendimiz (asm)'in namazda yapılacak uyarılarda; "Tasfik (Namazda eli ele vurmak) kadınlara mahsus ve (sesli olarak) tesbih söylemek, erkeklere mahsustur." (Buhari, Ezan, 48; Müslim, Namaz, 23 (106) buyurmasından alimlerimiz şu hükmü çıkarmışlardır: "Kadınların yabancı (mahremi olmayan) erkeklerle normal konuşmalarında ve seslerinin duyulmasında dinen bir sakınca yoktur. Ancak kadınların gerek Kur'an-ı Kerim okurken ve gerekse de ilahi söylerken oluşan nağmeli ve cilveli seslerini yabancı erkeklere dinletmeleri uygun olmaz. Bu nedenledir ki, kadınların nağmeli ve müzik tonlu seslerini namahreme duyurmaları uygun değildir." (Redd-ül Muhtar, 1/406) Özetle, bayan öğrenciler, kendilerine nikah düşen erkeklerin yanında, nağmesiz ve müzik tonu olmadan konuşma tarzında Kur'an okuyabilirler. 9 Ticaretini yapmak amaçlı bilgisayarda çizilmiş insan ve hayvan figürlerini kumaşa bastırıp satabilir miyim? Tevhid inancını esas alan İslam, bu inancı korumak için son derece titizlik göstermiştir. Akla ve kalbe, gizli ve açık bir şekilde girebilecek her tür şirk ve putperestlik yolunu kapatmıştır. Bu sebeple Hz. Peygamber (asm) İslam’ın ilk döneminde, ne suretle olursa olsun, tasvir (resimheykel) yapmayı ve tasvirli eşya kullanılmasını yasaklamıştır. Çünkü Hz. Peygamber (asm) şirkle mücadele halindeydi; insanları putlara, heykellere, resimlere ibadetten uzaklaştırıyordu. Nitekim resim ve heykeli şiddetle yasaklayan “Kıyamet gününde en şiddetli azaba maruz kalacak olanlar Musavvirlerdir.” (Buhari, Büyu’, 36; Libas, 89); “Bu tasvirleri yapanlara kıyamet gününde azap edilir ve onlara ‘Hadi bakalım, yaptığınız şu suretlere bir de can verin’ denilir. İçinde suret bulunan eve melekler girmez” (Buhari, Bed’ü’l-halk 7; Libas, 92, 95; Ebu Davud, Taharet 91) gibi hadisler bu dönemde söylenmiştir. Buradan, yasaklanan şeyin bunların kişileri şirke götürmesi, kutsallık ve tapınma aracı yapılması olduğu anlaşılmaktadır. (Ceziri, Kitabü’l-Fıkh ala’l- mezahibi’l-erba’a, II, 34) Daha sonraki dönemlerde ise İslam bilginleri, suret yapmanın hükmüyle ilgili olarak farklı mütalaalarda bulunmuşlardır. Bazı alimler yukarıdaki ayet ve hadislerden hareketle, ayrım yapmaksızın suret yapmayı caiz görmezken, bundan suretin başıyla gövdesinin irtibatsız olması, ya da başsız olması gibi canlı hükmüne girmeyeceği durumları istisna etmişlerdir. Bir kısım alimler ise ibadet ve tazim amacı taşımayan eğitim amaçlı canlı resmi yapılmasına olumlu bakmışlar, böyle bir amaca yönelik olmayan ve daha çok heykel tarzı, tam vücutlu suretleri yapmayı ve duvarlara asmayı caiz görmemişlerdir. (Kasani, Bedaiu’ssanai, V, 127) Resmi caiz görenler, gerek oyuncakların yasaklanmaması (Ebu Davud, Edeb, 62) gerekse, örtülere nakış ve desen şeklinde canlı tasvirlerinin yapılmasının caiz olmasından (Müslim, Libas, 26) hareketle, tapınma ve Allah’ın yaratma sıfatına benzetme gibi bir amaç olmadıkça resim çizmekte beis olmadığını belirtmişler; ancak resmin dinin genel hüküm ve ahlak ilkelerine ters olmaması gerektiğini de vurgulamışlardır. Bu açıdan, İslam alimlerinden bazıları, tapınma ve tazim amacı güdülmeyen, umum adaba ve genel ahlak kurallarına aykırı olmayan canlı varlıkların resimlerinin yapılmasını, evlere ve işyerlerine asılmasını caiz görmüşlerdir. (Tecridi Sarih 6/ 414-421) İçinde yaşadığımız çağın gerçeklerine ve ihtiyaç ilkesine uygunluğu bakımından bu görüş tercih edilebilir. Bu itibarla yukarıda vurguladığımız esaslara uymanız şartıyla bahsetmiş olduğunuz şekilde ticaret yapabilirsiniz. 10 Hadiscilere göre tabaka arasında kaç yıl vardır? Bu konuda farklı görüşler vardır. On yıldan yüz yirmi yıla kadar çıkaranlar vardır. İbn Kesir tabaka teşkilinde kırk yıllık zaman dilimini esas alırken "Nesillerin en hayırlısı benim çağdaşlarımdır..." hadisi ile birlikte şu zayıf hadise dayanır. Ümmetim beş tabakadır. Bu tabakaların her biri 40 yıldır. Benim ve ashabımın bulunduğu tabaka, ehl-i ilm ve iman tabakasıdır. Onların ardından gelip 80 yıla kadar onları takip edenler, iyiler ve müttakiler (ehl-i birr ve takva) tabakasıdır. Daha sonra 120 yılına kadar gelecekler birbirine karşı şefkat ve yakınlık gösterenler (ehl-i terahum ve tevasul) tabakasıdır. Daha sonra 160 yılına kadar gelecek olanlar, aralarındaki bağları koparıp birbirlerine sırt çevirenler (ehl-i tekabur ve tedabür) tabakasıdır. Nihayet 200 yılına kadar gelecek olanlar da çalkantı/anarşi ve harp ehli olanların tabakasıdır. (Emin Aşıkkutlu, Tabakat Kavramı ve Muhaddislerin Tabaka Anlayışı, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007) Ümmetimin içinde ilhama mazhar olacak biri olsaydı Ömer olurdu hadisine göre ümmet içinde ilhama mazhar olan kimse yok mudur? Hadisin manası şöyledir: Beni İsrail'den sizden önce gelip geçenler içinde öyle kimseler vardır ki onlar peygamber olmadıkları halde kendilerine haber ilham olunurdu. Eğer ümmetimin içinde de bunlardan bir kimse bulunursa (ki şüphesiz bulunacaktır) o da muhakkak Ömer'dir.(Müslim, Kıtabu Fedaili’s-Sahabe, 23) Hadisin son fıkrasındaki (bulunursa) şartı, şek için değildir. Bilakis bu fıkranın mazmununu te’kid içindir. Çünkü İslam ümmeti, öbür ümmetlerin efdali olduğundan, öbürlerinde bulunan ilham ile müeyyed kimselerin İslam ümmetinde de bulunması muhakkaktır. Bu hadiste peygamber olmadıkları halde kendilerine Allah tarafından haber ilham olunduğu bildirilen zevata Muhaddesun deniliyor. Şu halde muhaddes nubüvvetin dununda bir vahiy ve ilham mertebesi demek oluyor. Ve bu yüksek paye hazreti Ömere tevcih buyurularak taltif ediliyor. ( Kami Miras, Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi, IX, 352.) Görüldüğü gibi hadiste kastedilen mana ilhamın olmayacağı değil ilhama mazhar olanlardan biri de Hz. Ömer olduğu vurgulanmıştır. Hadis tercümesinde mana tam izah edilmediği için yanlış anlaşılmaya mahal vermiştir. 11