Ekonomik Yaklaşım Cilt: 4, Sayı: 9, 1993 NİÇİN, KİMİN İÇİN VE NASIL GLOBALLEŞME? Tezer ÖÇAL* Demokrasilerde daima tüketici, bazen de vatandaş olarak iki yüze sahibiz. Her iki durumda da insanlık olayın aktörüdür. Çok eski tarihlere dayanan globalleşme, bu aktörün politik iktisadının daha iyi yazılmasına neden olmuştur. 7 Mayıs 1945'de Almanya’nın şartsız teslimini müteakip Monnet ve Marshall planlarının uygulamalarıyla Batı Avrupa ülkelerinde başlayan ekonomik serbestliğin, ve kapitalist ekonominin, pre-kapitalist, kapitalist ve para-kapitalist sektörleri ile işleyişinin hızla yaygınlaştığını görüyoruz. Ka­ pitalist ekonominin bu işleyişi, elektronik alandaki devrimler ve globalleşme ile zamanla alt üst olmuştur. Üye ülke yaşayanlarına dahi iyi ekonomik koşullar sağlama amacı da olan 25 Mart 1957 Roma Antlaşması, globalleşmede başka bir adım olarak karşımıza çıkıyor. 1991 Ocağında aynı amaçla ilgilenen 12 ulusun Ortak Pa­ zar ekonomisinde daha kazançlı olma ümidiyle müşterek bir çabayı başlat­ tıklarını görüyoruz. Sovyetler Birliği’nin 1989'da Demokratik Almanya Cumhuriyeti ve Merkezi Avrupa’daki Cumhuriyetler’e; Çekoslavakya, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan’a serbestlik vermesi, bu ulusları ekonomik yazgılarını yeniden gözden geçirmeye götürmüştür. Batı Avrupa’ya göre bu toplumlarda ekono­ mik fikir ve olaylarda geçmiştekine benzemeyen dönüşler cereyan etmekte­ dir. Sovyetler Birliği ekonomisinin 1990'da tartışmasız çöküşü, bu toplu­ mu, ekonomik kararlarda yeni yapı arayışına götürmüştür. Eski Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucu, yeni bağımsız devletlerin kuruluşu, bu arayışı, bu yeni devletler için de zorunlu kılmıştır. Buraya kadar, 1945 yılından 1993 yılma kadarki bu zaman diliminde, çağdaş ekonomi fikir ve olaylarında sapmanın ana noktalarını belirttik. Fi­ kirler ve olaylardaki değişmeler politik, ekonomik, sosyal ya da kültürel kö­ kenli davranışların baskısıyla ortaya çıkmıştır. (*) Prof. Dr. Gazi Üniv., 1IBF, İktisat Bölümü Başkanı. 6 Tezer ÖÇAL Çeşitli baskılarla ortaya çıkan değişme ve gelişmenin sonuçları “kimin için”dir? Bizim içindir. Ekonomik aktivitenin sonuçlarından insanlar yarar­ lanacaktır. Mal ve hizmet satın alan tüketiciler için birinci plandaki amaç, tekrar satmayı ilk anda düşünmeksizin mal ve hizmetlerden faydalanmaktır. 1990 yılı Sovyetler Birliği’ndeki gibi yokluk ekonomisi aktörleri için sorun, fizyolojik ihtiyaçların tatminidir. Bolluk içindeki ekonominin aktörleri için ise sorun, her gün sayısı artan yeni isteklerin tahmini psikolojik yönlendirme ve bunlara karşı oluşan psikolojik tepkilerden kaynaklanmaktadır. Bu süreç yüzyıllardır devam edegelmiştir. Ancak son yıllarda değişi­ min daha da hızlandığını ve globalleşme ile, ihtiyaçların tatmininin daha rasyonelleştiğini görmekteyiz. 20. yüzyıl büyük değişime sahne olmuştur: 19. yüzyıl büyük üniteler kapitalizmi, dev gruplar kapitalizmine dönüşmüş, Sovyet Bloğu kökenliler monolitik birliğini kaybetmiştir. Sanayi toplumları mensupları o zamana kadar asla ulaşamadıkları bir yaşam düzeyinden ya­ rarlanır hale gelmişlerdir. Tarım toplumları ise, kalkınarak, toplumsal olu­ şumun sınavından geçecekler, kimliklerini araştıracaklardır. Bu değişme sürecinde, savaşlar katalizör gibi rol oynamışlar ve yeni toplumlarm doğuşunda ebelik yapmışlardır. 20. yüzyılın iki büyük savaşı, 1914 ve 1939 Dünya Savaşları, doğrudan ve dolaylı sonuçlarıyla dünyamız insanlarının tümünü etkilemiştir. Bu etkiyle fikirler, adetler ve toprağa bağlı insan yaşamına nüfuz edilmiş, bunlar parçalanmıştır. ' 20. yüzyılın ikinci yarısında globalleşme eğiliminde farklılaşma göz­ lenmektedir. İlk yanda politik alanda gerçekleşen globalleşme, yüzyılın ikinci yarısında ekonomik ve sosyal alana kaymıştır. Tarihi gelişim içinde 1945-1992 arası 47 yıl, ekonomik ve sosyal glo­ balleşmenin ağırlık kazandığı dönemdir. Bu sürede ahlaki, maddi ve siyasi krizler belirmiş, çıkar düzenlemeleri insanlığı az daha yıkacak duruma ge­ tirmiştir. Çeşitli kaynaklardan doğan meydan okumalar hatta bilinçsizliği­ mizden ya da tutarsızlıklarımızdan doğan unsurlar düşüncelerimizi, planla­ rımızı ve yönlenmemizi bozmuştur. Karamsar biçimde yaşamı sürdürme, 20. yüzyıl ikinci yarısının başlangıçlarında, budalalıklarımızın sonucu sonuncu­ su olmuştur. Niçin 1945 ve 1992? Çünkü, 7 Mayıs 1945'de General Jodl ve General Eisenhower, Reims’de Almanya’nın koşulsuz teslim olmasını imza altına al­ dılar. 6 Ağustos 1945 tarihinde Japonya’ya ilk atom bombası Birleşik Dev­ letlerce atıldı ve Hiroşima yıkıldı. 15 Ağustosta da Japonya teslim oldu. Böylece İkinci Dünya Savaşı sona erdi. 31 Aralık 1992’de ise İngiltere’nin bazı engellemelerine karşın, “Büyük Avrupa İç Pazarı” oluştu. İkinci Dünya Savaşı’mn bitimiyle Avrupalı savaşan ülkeler arasındaki düşmanlıkların sona ermesi, hem yenen, hem de yenilenler için bunun geçerli olması, politik, demografik, iktisadi, sosyal ve mali durumu dokunaklı hale getirdi. Ingiltere ve Fransa 1939'da Polonya ve Danzig’i kurtarmak için savaş Ekonomik Yaklaşım 7 ilan etmişlerdi. Halbuki “Yalta” Doğu Avrupa’yı komünizme bıraktı. 1949'da, yani Savaş ilanından on yıl sonra komünizm yeni bir blok oluşturdu. Kapi­ talizmden uzak bu Blok, globalleşmenin o yöre ve yönde gelişmesini engelle­ di. Globalleşmenin kapitalist düzenin ürünü olması globalleşmenin hızlan­ ması için Doğu Bloğu’nda 1989'da başlayan çözülmeyi beklemeyi gerektir­ miştir. İkinci Savaşın ölü sayısı konusundaki tahminler 40 ila 52 milyon kişi arasında değişmektedir. 40 milyon kadar insan Avrupa’da ölmüştür. Bu sa­ vaşın toplam kaybı 1914-1918 Savaşının toplam kaybından dört defa daha fazladır. İkinci Dünya Savaşı’nm ekonomik yıkıntısı da çok fazladır. Maddi kayıplar tahmin ölçülerini aşmıştır. Üstelik, bazı ülkelerin ekonomileri düş­ man işgalinden ciddi biçimde etkilenmiştir. Bu ülkelerde stoklar, her türlü araç, gereç ve yiyecekler tüketilmiş, talan edilmiştir. Savaşan diğer ülkelerde de, işgale uğramadıkları halde, durum farklı değildir. Her yerde hem tarım­ sal, hem sınaî üretim azalmış, bu azalma bazen Savaş öncesi üretiminin % 50'sinden fazla olmuştur. Aynı şekilde iletişim sistemi tahrip edilmiştir. Büyük miktarlarda nü­ fusun yer değiştirmesi beslenme sorunlarını ağırlaştırmış, çoğu zaman ye­ terli yiyecek sağlanamamıştır. Ayrıca, Enflasyon tehdidi, döviz rezervlerinin tükenmesi, tasarrufların fevkalade azlığı, yatırımlardaki düşüş ve diğer mali sorunları da yukarıda belirttiğimiz olumsuzluklara katmamız gerekmekte­ dir. Birinci Dünya Savaşı deneyimi, savaşın zararlarının beklenilen ve dü­ şünülenden daha çabuk, hızla telafi edilebileceğini şüphesiz göstermiştir. 1945'de durum ilk harbe göre daha vahimdir. İktisadi mekanizmadaki sayısız bozukluklar ve organizasyon yoksunluğu her yere hakimdi. Sanayileşmiş ül­ keler ile gıda maddeleri üreticisi ülkeler klasik ayırımı ağırlığını hissettir­ meye başlamıştı. Amerika’nın öncelik üstünlüğü düzensizliğin hakim faktö­ rüydü. ABD’nin 1947 ihracatı, 1938'in % 225'i düzeyinde idi. Ticaret dengesi fazlası önemli boyuttaydı. Diğer ülkelerde ise dolar kıtlığından bahsediliyor, dolar açığından endişe duyuluyordu. Bu kötü manzara karşısında yaşam biçimi karamsar olan insanların hayat görüşleri, 20. yüzyılın ikinci yarısında değişime uğramıştır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi 20. yüzyıl büyük değişmelere sahne olmuştur. Bu deği­ şim sürecinde “globalleşme” daha hissedilir hale gelmiştir. Oldukça eskilere dayanan globalleşme olayı son elli yıldan beri ger­ çekten hissedilmektedir (1). Dünya ekonomisi adlandırılmasına uygun düş­ mesi ile globalleşme, sınırları aşan, çok boyutlu bir olaydır. Globalleşme siyasal, iktisadi, toplumsal ve kültürel (2) karışımlı fak­ törlerin bir sentezidir. Tepki ve karşı tepkili sibernetik sürecine yer veren, hem ürün ve hem üretim faktörleri, hem de insan davranışları ve kültürel olaylarla ilgili bir gerçekliktir. Nitekim, globalleşme tüccarın ufkunun ge­ nişlemesine neden olduğu gibi sanayii serpiştirerek ve karar mekanizmasını dağıtarak üretim ufkunu da genişletir. 8 Tezer ÖÇAL Bugün hiçbir ülke ekonomik gelişmesinin tamamına hakim sayılmaz. Tüm uluslar, bundan böyle, dünya esasına dayalı bir ekonomiye aittirler. Dünya ekonomisinin gelişimi ulusal politikaların seçiminin doğasını ve sını­ rını belirler. Dünya ekonomisinin analizi, ülke içi iktisat politikasıyla ilgili tüm kararların alınmasında zorunlu bir öncü unsurdur. Girişimler, devletler ve uluslararası organizasyonların üçlü etkisi altında, dünya ekonomisinin bütünleşmesini düşünenler dikkate değer ölçüde çoğalmıştır. Büyüklükleri, kalkınma düzeyleri, siyasal rejimleri gibi unsurları her bakımdan uyumsuz uluslardan oluşan bir dünya, siyasal yakınlık ve mübadele ve üretim ilişki­ leriyle birbirlerine bağlanmış çok fazla uluslu bir dünyaya dönüşmüştür. Bu yeni dünya yapısında üreticiler şüphesiz ne dünün ne de yarının üreticileri­ dir. Ülke sınırları içinde dünya ekonomisi sıkı bir biçimde örnek alınmakta ve ticaret her an gelişmektedir. Tabiatıyla, bir yüzyıldan diğerine, bir on yıldan diğer on yıla daima aynı ürünler ön planda değildir. Örneğin, pamuk. 1814'de dünyada kullanılan tekstilin % 4unü pamuklu temsil ederken, 1900'a doğru bu oran % 74 olmuştur. 1890 yılma kadar yıllık üretimi anlamlı bir miktarda değilken, 1890'da 11 milyon tona, 1913'de 53 milyon tona, 1929'da 205 milyon tonu, 1990'da 3 milyar tonun üzerine çıkmıştır. Bu süreç içinde dünya ticareti şeklini değiştirmiştir. Yeni doğal kaynaklardan yarar­ lanmaya da yapay tekstil, plastik maddeler, polyester gibi sentetik ürünlerin kullanımının yaygınlaşması da dünya ticaretinin görünüşünü değiştirmeye devam edecektir. Tarihi gelişim içinde büyük miktarlarda mal arzedenler de değişmiştir. 1815'e kadar buğday, özellikle Avrupa’da üretilirken, günümüzün dev üreti­ cileri Amerika ve Avusturalya’dır. 200 yıl önce İspanya önemli ölçüde yön sağlarken, 1815'den sonra Merkezî Avrupa Ön plana geçmiş, 1900'lerde güney yarımküre ülkeleri olaya hakim olmuşlardır. Japonya 1905'ten sonra ipekte Çin’i geçmiş, Uzak Doğu, Akdeniz ülkelerini geride bırakmıştır. Bir bölümü de eski kolonilerden oluşan yeni devletlerin doğuşu, sana­ yinin ve karar merkezlerinin dağıtılmasını ve yaygınlaşmasını kendisinin peşi sıra sürüklemiştir. Elli yıl önce dünya sanayi kapasitesi, başlıcaları Batı Avrupa ve Kuzey Amerika olmak üzere, az sayıda ülkede toplanmıştı. Gü­ nümüzde dünyanın değişik üretim merkezlerinde yoğunlaşma yönünde bir gidiş vardır. Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’nın yanısıra dünyanın diğer bölgelerinde de sınai üretim kalbi oluşmuştur. Japonya bunun parlak bir ör­ neğidir. Fakat Japonya tek bir örnek değildir, Tayvan, Güney Kore gibi çeşitli ülkeleri de buna katmak gerekir. Ayrıca, gerek sermaye ve kalifiye ve ucuz emek bolluğu, gerekse daha iyi yaşam düzeyi sağlama şansı ve çok yeni ka­ zanılan etkinliklerini tamamlama yolunun sanayi olduğu biçimindeki devlet iradesi, bu yayılmayı devam ettirecektir. Her ulusun uluslararası mübadeleye katılmasındaki artış, İkinci Dün­ ya Savaşı sonundan beri kesilmeden sürmüştür. Bu olay o şekilde gelişmiştir ki, dünya ekonomisine entegrasyon tüm iktisadi faaliyetin ana amacı olarak günümüzde karşımıza çıkmaktadır. Böyle bir gidişin hızı ve biçimi farklılaşsa ya da gecikse, bazen geçici gerilemeler, engeller ortaya çıkarsa bile, malların, Ekonomik Yaklaşım 9 insanların, hayallerin ve fikirlerin dolaşımı ile giderek bütünleşen bir dünya oluşacağından şüphe etmemek gerekir. “Kapitalizmin” bu alanda temel rolü oynayacağına işaret etmeliyiz. Kapitalizmin dışsal dinamiğinde, kapitalist ekonomiler siyasal ve do­ ğal sınırları kaderleri gereği aşacaklardır. Daha açık bir ekonomi, kendi öz kalkınmaları için diğer ulusların mallarına, emeğine daha çok ihtiyaç duyma kaçınılmaz bir eğilimdir. Bu süreçle, Batı girişimlerinin itişiyle gerçekleşmiş ve yaygınlaşmış sanayi devrimi yoluyla, kıyışız bir dünyaya doğru gidiyoruz diyebiliriz. Bu gelişme üç ana dönemlidir. Birinci dönem 1914'te sona ermiştir. Bu dönem, İngiliz ekonomisinin itmesi ve yönetiminde üretim ve mübadele sü­ recinin ağır, fakat düzenli biçimde uluslararasılaşması dönemidir. İkinci dö­ nemimizi iki Dünya Savaşı arasındaki zaman dilimi oluşturmaktadır. Bu dönemde gelişme iyice ağırlaşmış, hatta durmuştur. Üçüncü dönem çağdaş dönemdir ve 1950'den günümüze kadarki süreyi kapsar. Ulusal ekonomilerin globalleşme düzeylerini belirlemek için ulusal ekonomileri çözümlememiz gereklidir. Yazımızın konusu ve amacıda bu ala­ na girilmesini öngörmektedir. Ancak, yazının konusu globalleşmenin dışsal ve içsel faktörlerini araştırmamızı da gerektiriyor. Acaba globalleşmenin dışsal faktörleri nelerdir? Siyasal ve kurumsal faktörler, dünyanın bütünleşmesinde daima temel unsurlar olmuşlardır. Hatta bunlar iktisadi unsurların da önünde gelmişlerdir. Üçyüzyıldan beri oluşan modern devletlerin egemenlik hakkı dünyayı ulusal sınırları ile böl­ müştür. Devleti belirleyen sınırlar, hem bir engel, hem de ulusların çevre ile karşılıklı mübadele noktasıdır. Ülkeyle ilgili sınırlamalar arttıkça devletin etkinliği artmakta, ekonomik ufkun genişlemesi, ulusu ticarete ve mübade­ leye açmaktadır. Uzun zamandır gözlenen globalleşme olgusu, devletlerin politikaları­ nın önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu yolla, çok geniş iktisadi ufuk­ lara ve yeni iktisadi politikalara doğru gidiş ortaya çıkmıştır. Uzun bir tarihi dönem içinde “korumacılık” genel uygulamayı ifade ederken, serbest müba­ dele ve dış ticaret, istisnai hal olarak görülmektedir. 20. yüzyılın büyük krizleri uluslararası ekonomik ilişkileri bozarak, korumacılığın zafer kazan­ masına neden olmuştur. Ancak, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra akılcı ve serbest dış ticaret, gerek uluslararası ve kurumsal antlaşmaların yapılması, gerekse gümrük birliklerinin oluşması yollarıyla, yeniden hayat bulmuştur. Daha önce de kısmen belirttiğimiz gibi, dünya ekonomisi 1950-1973 arası, dikkate değer bir ilerleme ve genişleme göstermiştir. Bu dönem esna­ sında uluslararası mübadele büyüme hızı, zaman zaman ekonomik büyüme hızını aşmıştır. 1960-1974 döneminde dünya üretim hacmi iki katma çıkar­ ken, ihracat üç katı artmıştır. Tüm ülkelerde canlı bir nüfus artışı olmuştur. Öte yandan, 1913-1938 arasında teknik ilerlemede duraklama gözlenirken, 1945'teıı sonraki yeni­ 10 Tezer ÖÇAL likler, özellikle nükleer alanmdakiler sanayide büyük bir hareket ve üretim yaratmıştır. Uluslararası işbirliğinin dünya ekonomisinin yapılanmasında fevkala­ de önemli bir role sahip olduğunu da unutmamak gerekir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası parasal sistem birliğini yeniden oluşturma çabaları ve uluslararası ticareti geliştirme hareketleri 1928 yılından sonra aniden yön değişirmiştir. 1929 Krizi, uluslararası politik durumun endişe verici hal alması, 1925'li yıllara doğru gösterilen çabaları zamanından önce azaltmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası gelişme ise farklıdır. Batı ve Doğu Blokları arasındaki düşmanlığa rağmen, dönemin başlıca ülkelerinin ulus­ lararası para sisteminin yeniden oluşumu ve dış ticaretin geliştirilmesi yö­ nündeki çabaları oldukça başarıya ulaşmıştır. Bu çalışma da, — ticaretin serbestleştirilmesi, — paraların konvertibilitesi, amaçları doğrultusunda gelişmiştir. Bu çerçeve içinde, uluslararası statüdeki özel kuruluşların oluşumu ve yardımı uluslararası ekonomik bütünleşmede etkili olmuştur. Bu konuda Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, Avrupa Ekonomik Topluluğu, Avrupa Serbest Mübadele Birliği gibi kuruluşları zikredebiliriz. Öte yandan, devlet­ lerin aralarında mütabakatla oluşan uluslararası teşkilatlar ve özellikle Birleşmiş Milletler kompleksi hukuki ve teknik kuralların dünya ölçüsünde unifîkasyonunu için bazı faaliyetleri ya da sorumlulukları zorunlu kılarak (Dünya Sağlık Teşkilatı gibi), ekonomik faaliyetleri geliştirerek (Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu gibi), özel sosyal sorunları çözerek (Ulus­ lararası Çalışma Örgütü gibi) globalleşmenin dışsal faktörlerini oluşturmuş­ lardır. Doğası dışsal olan politik faktörler tek başına globalleşme olayını açıklamaz. Ülke içinde, hatta ekonomik yapıda rol alan içsel faktörler dünya entegras3'onunun oluşum ve gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Bunun için çok uluslu büyük girişimlerin faaliyetini bilmek gerekecektir. Dünyanın entegrasyonu, ilk bakışta, ulus-devletlerin politik oyunu ile belirlenmiş gibi görünmektedir. Bu süreçte girişimlerin rolü az değildir. Gerçekte, ulus ile girişimlerarası ilişkiler oldukça karmaşıktır. Devlet, ara­ zisi üzerinde faaliyette olan girişimlerin bütününe, bağımsızlıklarını tama­ men yok edinceye kadar müdahalede bulunabilir. Bu uç hal, ulusallaştırma olarak karşımıza çıkar. Öte yandan, büyük girişimlerden kaynaklanan dünya ölçeğindeki yayılmanın boyut ve etkilerindeki artış silahlı anlaşmazlıklara da neden olabilmektedir. Ancak, girişimlerin yaklaşımları genellikle barışçı tarzda olmuştur diyebiliriz. Burada, devlet yönünden faaliyetin karmaşıklığı ve zorlukları olduğunu unutmamalıyız. Nitekim, dünyanın bütünleşmesi, amaçları aynı olmayıp, bununla beraber, birlikte büyüyecek olan farklı iki tip örgütü ortaya çıkarmıştır. Sert ilişkilerden sıyrılıp yaşayan ve yaşarken bü­ yüyen girişimler ve uluslarüstü çok boyutluluğa ulaşma olanağı olmayan devletler. Ekonomik Yaklaşım 11 Dünya bütünleşmesinin, öncelikle ulusların sonuçları seçme imkanı farklılıklarına, sonra da devlet-girişim ilişkilerine bağlı olduğu görülmekte­ dir. Nitekim, ulusal girişimleri bünyesinde bulunduran devletin genişlemesi nedensel ilişkileri olan girişimleri de sürükler. Böyle bir nedensel ilişkiyi ki­ min başlattığını ortaya koymak zordur. Olay devletin olduğu kadar girişim­ lerin de menfaatinedir. Ayrıca, özellikle yabancı girişimlerin vekaletinden doğan iticiliği bu ilişkide gözönüne almak gerekir. Kimilerine göre, entegrasyon “insanlığın asla bitmediği dünya daya­ nışmasıdır. Her şeyden önce bütün ekonomilerde görülen artan orandaki bir ihracatın sonucudur, ileri derecede sanayileşmiş ülkelerin ihracatı ulusal üretimlerinden çok daha hızlı artmıştır. Nitekim, dünyanın genelinde ihracat büyümesi 1968-1970 döneminde yılda % 13.1 iken, aynı dönemde gayrı safî milli hasıla yılda % 5,6 oranında artmıştır. (3) İhracat artışına, üretken faali­ yetlerin delokalizayoııunun giderek artışını da ilave etmek gerekir. Burada olaya çok uluslu büyük girişimler girmektedir. Çok uluslu girişimler görev­ lerin uluslararasmda dağılımını ve dünyada yapılanma sürecini gerçekleş­ tirmişlerdir. Çok uluslu girişimlerin büyük bölümü, kökenleri olan ulusla­ rından desteklenmişlerdir. Çok uluslu girişimlerin % 55'i A.B.D., % ll'i Ja­ ponya, % 9,4 u İngiltere, % 7'si Almanya kökenli ve desteklidir. Böylece dört ülke dünya ekonomisi ve ufkunun temelini oluşturan çok uluslu şirketlerin tek başına % 80'inden fazlasını oluşturmuştur(4). Bu yeni tür girişimler, yani çok uluslu şirketler, çağdaş kapitalizmin “grup dinamiği”ni oluşturarak globalleşmenin endojen faktörü olarak karşı­ mıza çıkarlar. DİPNOTLAR (1) J. Plassart, “La restauration e l’ordre economique internationale”, Annales d’Economie Politique Session 1988-1989. F. Perroux, L’Europe sans Rivages, Paris, 1954. La Coexistance Pacifique, 3 cilt, PUF, 1958. L’Economie deXXe Siecle, Paris, 1961. W.M. Courcier, L’Economie Mondiale en trois Dimensions, Calmann-Levy, 1981. A. Sauvy, Monde en marche, Calmann,Levy, 1982. (2) Örneğin "moda”da görülen gelişmeler ve bazı boş zamanlan değerlendirme biçimleri he­ men hemen tüm uluslarda benzer şekildedir. Jean ve coca-cola gibi bazı ürünlerin; Western gibi bazı tür Amerikan filmleri; Dallas, Hanedan, Yalan Rüzgarı gibi bazı TV dizileri, Red-Kit, Asterbc gibi bazı çizgi roman kahramanları; Surf, Flipper gibi bazı mekanik eğ­ lence şekilleri dünyanın her yerinde sükse yapmıştır ve tüm bunlar dünya çapında kültü­ rel elemanlardır. (3) A. Colta, la grande transition, PUF, 1979. (4) F. Bouquerel, Cinquante ans d’economie contemporain, SPI, 1991. s. 56.