Fransız Tarihçilerinin “Tarihe Özgürlük” Çağrısının Anlamı Dr. Cüneyt Akalın1 Fransız tarihçiler ve “Bellek Yasaları” Son yıllarda Avrupa’da yaşanan ve Türkiye’yi yakından ilgilendiren bir büyük tartışmanın ülkemize yansımamış olması büyük bir eksikliktir. Fransız diline "Bellek Yasaları" olarak geçen ideolojik-siyasal-hukuksal düzenlemeler, ardından bu yasalara karşı Fransa’dan başlamak üzere seçkin Avrupa’ lı tarihçilerden yükselen "Tarihe Özgürlük" çağrısı , Avrupa hukuku açısından da bir dönüm noktasıdır. Türkiye’de “Ermeni Soykırımı iddialarının” yoğunlaştığı 2000'li yılların başında benzer tartışmaların Fransa' da da yaşandığı ortaya çıkıyor. Bu tartışmaların Türkiye’de yoğunlaşan tartışmalarla bir ilgisi var mı? Öncelikle “Bellek Yasalarına” ve “Tarihe Özgürlük” Çağrısına geçelim. "Bellek Yasaları" Fransa Yönetimi 1990'lı yıllardan başlayarak, halk arasında “Bellek yasaları” adı verilen bir dizi yasa çıkartarak, tarihsel olayları kendine göre yeniden değerlendirdi; deyim yerinde ise tarihi yeniden yazmaya kalkıştı. Bu, masum bir istek miydi? Fransa buna neden gerek duydu? Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra 1990’lı 2000’li yılların başında Avrupa’da kargaşanın sürdüğünü, Fransa’nın AB projesi üzerinden yaşlı kıtaya yeni bir şekil vermeye çalıştığını hatırlatarak “Bellek Yasaların” bir göz atalım. - 13 Temmuz 1990 tarihli Yasa (Gayssot Yasası olarak biliniyor) 1 Siyaset bilimci Yasa, Tarihi ve Yahudi soykırımının anısını (yasadaki ifade ile) inkarcılıktan, anti-semitizmden korumak üzere her türlü ırkçı, anti-semit, ya da yabancı düşmanı fiili cezalandıran hükümler getirdi. Aslında, II. Dünya Savaşı sonrası yapılan düzenlemeler anti-semitizme ilişkin hükümler koymuş, yaptırımlar getirmişti. Yeni düzenlemeye neden gerek duyulduğunu Fransız yetkililere sormak gerekir. - 11 Haziran 1994 tarihli Yasa ( Cezayir'deki kimi kişilerle ile ilgili) asimilasyona tabi tutulan ya da Cezayir'deki tutsaklığın kurbanları olan eski yapıların tamamlayıcı unsurlarına el uzatıyor, Fransa Cumhuriyeti'nin yaptıkları fedakarlıklardan dolayı şükranlarını ( ...) ifade ettiği Harkilere çeşitli yardımlar ve tazminatlar getirmesini öngörüyordu. Yasa, - 18 Ekim 1999 tarihli Yasa (Bazı ifadelerin değiştirilmesi hakkında) Yasa "Kuzey Afrika'da yapılmış operasyonlar" ifadesi yerine " Cezayir Savaşı'ndan Tunus ve Fas'taki çatışmalara kadar" ifadesinin konmasına ilişkin ifadeyle oynadı, bu anlamda askerlere ve savaş kurbanlarına ilişkin tüzüğü değiştirdi. Yani sömürge savaşının tarafları koruma altına alınıyordu. - 10 Temmuz 2000 tarihli Yasa Yasa Fransa devletinin işlediği ırkçı suçların kurbanlarını anmak, vicdanlı Fransızları yad etmek için bir milli anma günü ihdas etti. - 29 Ocak 2001 tarihli Yasa Yasa, Fransa'nın "Ermeni soykırımını" resmen tanıdığını ilan etti. ( La France reconnait le Genoside Armenien) - 21 Mayıs 2001 tarihli Yasa (Tobira yasası). Yasa, köleliğin ve köle ticaretinin "insanlığa karşı suç" olarak tanınmasına yönelikti. Yasa bir yandan Atlantik’ teki ve Hint Okyanusundaki köle ticaretini, öte yandan XV. yüzyıldan itibaren Karayiplere, Hint Okyanusuna yayılan ve Avrupa'da Afrikalılara, Amerikan yerlilerine, Magriplilere ve Hintlilere yönelen kötü muameleyi tespit ediyor, bunların " insanlığa karşı suç" olarak tanınmasın talep ediyordu. - 23 Şubat 2005 tarihli Yasa ana yurttan sürgüne yollanan Fransızlara ilişkin olarak Ulusun şükranlarını ve ulusun katkılarını sunmasını öngörüyor ve " Denizaşırı ülkelerde ve özellikle Kuzey Afrika'da Fransız varlığının oynadığı pozitif role, o topraklardan çıkan Fransız askerlerinin tarihte hak ettikleri yeri sağlayan fedakarlıkların ve Tarih çalışmalarına yer veren " ders programlarının” yüceltilmesini talep ediyordu. Yani açıkça Fransız sömürgeciliğini yüceltiyordu. Yasa Fransa Anayasa Konseyi' nin yasayı iptal etmesinin ardından kamuoyunda büyük tartışmalara yol açan bu tutum, çıkartılan bir tüzükle ortadan kaldırıldı. Fransa bu kargaşayı yaşarken, tepkiler gecikmedi. Tarihsel "Tarihe Özgürlük" Çağrısı "Ermeni Soykırımı Yasasının” da bir unsurunu oluşturduğu "Bellek Yasalarına” tepkiler gecikmedi. Kimi Fransız tarihçilerine göre bazı çevreler, kendilerine göre bir vicdan hesaplaşmasından yola çıkarak ulaştıkları sonuçları Parlamento aracılığı ile kesin hüküm haline getirmeye yöneliyorlardı. Bu, Parlamento'nun tarihi yeniden yazması anlamına geliyordu ve kabul edilemezdi. Jean-Pierre Azéma, Elisabeth Badinter, Jean-Jacques Becker, Françoise Chandernagor, Alain Decaux, Marc Ferro, Jacques Julliard, Jean Leclant, Pierre Milza, Pierre Nora, Mona Ozouf, Jean-Claude Perrot, Antoine Prost, René Rémond, Maurice Vaïsse, Jean-Pierre Vernant, Paul Veyne, Pierre Vidal-Naquet et Michel Winock adlarındaki tarihçiler “Tarihe Özgürlük “ adını verdikleri, “Geçmişi Değerlendirmek Parlamentolara Düşmez” vargısı ile sonlandırdıkları çağrı metnini 13 Aralık 2005'de kamuoyunun dikkatine sundular. Kısa sürede binlerce akademisyenin desteğini alan, 'Geçmiş olayların değerlendirilmesinde giderek sıklaşan siyasal müdahalelerin ve ucu tarihçilere ve tarihsel düşüncelere dokunan hukuki işlemlerin heyecanlandırdığı bizler şu ilkeleri hatırlatmak istedik' sözleriyle başlayan bildirge 'Tarihe' şöyle 'Özgürlük' istiyordu : * Tarih bir din değildir. Tarihçi hiçbir dogmayı kabul etmez, hiçbir yasağa saygı duymaz, tabu tanımaz. Tarihçi, rahatsız edicidir. * Tarih ahlak metni değildir. Tarihçinin rolü, yüceltmek ya da mahkum etmek değildir; olup biteni açıklamaktır. * Tarih güncelliğin kölesi olamaz. Tarihçi geçmişin üzerine güncel İdeolojik şemaları dayatamaz, günümüz duyarlığını geçmişteki olayların içine katamaz. * Tarih bellek değildir. Tarihçi bilimsel bir girişim içinde insanların Anılarını bir araya getirir, aralarında kıyaslamalar yapar, onları belgelerle, nesnelerle, izlerle karşı karşıya getirir, olguları oluşturur. Tarih belleği dikkate alır ama ona indirgemez * Tarih bir hukuksal nesne (obje) değildir. Özgür bir Devlet'te tarihsel gerçekliği tanımlamak ne Parlamentolara ne de yasal mercilere düşer. En iyi niyetlerle yola çıkmış olsa da, devletin siyaseti tarihin siyaseti değildir. Fransız tarihçileri “ideolojik amaçlı” tarih yazımına karşı çıkıyor, özellikle Parlamentoların tarihi, kendi sübjektif niyetine göre, yazmasına itiraz ediyordu. Türkiye'de Aydınlık Gazetesi dışında medyaya hiç yansımayan, ne yazık ki Türk/ Azeri tarihçilere de uzanamayan bu tartışma Avrupa'da ciddi sarsıntıya yol açtı. Sadece Türkleri yakından ilgilendirdiği varsayılan "soykırım iddialarının” değil, bütünü akıldışı bir faaliyet olarak kotarılan "Bellek Yasalarının" siyasal kaygılarla yürütüldüğü kanısı kamuoyunda yaygınlaştı. Evet, günümüzde örneğin "kölelik ve köle ticareti" insanlık suçu olarak kabul ediliyor ama 18.yüzılda bir cariye satın alanı "insanlığa karşı suç işlemiş olmakla” suçlamanın ya da "idam cezasının günümüzde kaldırılmış olmasına” bakarak 19. yüzyılda dönemin hukukuna uygun olarak alınmış idam cezası kararlarını tartışmanın akıl-dışılığı, hukuk dışılığı apaçık ortada idi. Bellek yasalarına tepkiler kamuoyunda şu fikirleri olgunlaştırdı: - Fransız Anayasası tarihsel olaylar hakkında görüş açıklama yetkisini Parlamentoya vermiyor. - Bellek yasaları eğitmenlerin ve araştırmacıların özgürlüğünü sınırlandırıyor. - Tarih disiplinini bilimsel bir disiplin olmaktan çıkartarak, ideolojilerin yönlendirdiği bir disiplin haline sokuyor. - Fransız toplumunu yersiz tartışmalarla kırılganlaştırılıyor. - Bellek yasaları yeni “diplomatik sorunların” tohumlarını saçıyor. Çağrıcı tarihçilere göre “yüzyıl önce bir başka coğrafyada, başka topraklarla, ayrıntıları bilgimiz dışında olan olaylar hakkında yorum yapmanın ötesine geçmek, bu tarihsel olaylar hakkında suç- ceza ihdas etmek, hukuka aykırı” idi. Çağrıya tepkiler Çağrı Fransa başta olmak üzere Avrupa’nın dört bir yanından olumlu tepkiler alırken, başka sesler de yükseldi. Avukat Serge Klarserd ‘ın2 başını çektiği 30 kadar şahsiyet “Her şeyi birbirine karıştırmayalım” başlıklı bir açık mektupla “Tarihe Özgürlük” çağrıcılarını eleştirdiler. Dikkat çekici olan şuydu: İtirazcılar öteki yasaları bir yana bırakıp özellikle 2001 tarihli (Ermeni Soykırımı yasası) yasaya dikkat çekerek “Ermeni soykırımının bir olgu olduğunu, inkarının cezalandırılması gerektiğini savundular. Diğer bir deyişle “Ermeni soykırımcıları” bu kez de uluslararası mahkemelerce hükme bağlanmış “Yahudi soykırımının arkasına gizlenerek “Tarihe Özgürlük” çağrısını engellemeye çalıştılar. 3 Aslında “Bellek Yasaları” tartışmasında karşı karşıya gelen iki kesimin, adını tam öyle koymasalar da, “Ermeni Soykırımı İddiaları” üzerinde yoğunlaştıkları anlaşılıyor. Bunun başlıca kanıtı, Tarihe Özgürlük Derneği başkanı Pierre Nora’nın AİHM Genel Kurulu’nun “Perinçek-İsviçre Davası” kararını 2 Bianet Haber Ajansı’nın 6 Mart 2014 tarihli haberine göre Paris 8 Üniversitesi, Shoah Memorial (Yahudi kuruluşu; y.n.) ve Anadolu Kültür’ün (Fransızların İstanbul’daki Araştırma merkezi; y.n.) İstanbul’da düzenlediği ‘Bir Yüzleşme Serüveni: Holokost Sonrası Fransa’da Hafıza Politikaları’ kapsamında avukat ve tarihçi Serge Klarsfeld bellek militanları üzerine Fransız Kültür Merkezi’nde bir konferans verdi. Konferansta Klarsfeld, Alman asıllı eşi ile birlikte eski Nazi savaş suçlularının Fransa ve Almanya siyasetinden silmek için mücadele ettiklerini anlattı. 1915 Ermeni Soykırımı ile ilgili de konuşan Klarsfeld, bellek mücadelesinde tarihsel belgelerle sağlam bir dosya hazırlamanın siyasi ve toplumsal kazanımla sonuçlandığını ifade etti. Düşündürücü olan, karşı anında İstanbul’a ulaşmasına karşın, “Tarihe Özgürlük” çağrısının Türk aydınlarına ulaşmamış oluşudur. Bu ancak ilgisizlikle, vurdumduymazlıkla açıklanabilir. 3 açıklamasının ardından 5 Kasım 2015’de Dernek adına yayınladığı bildiridir. Nora’nın açıklaması AHİM kararının Avrupa hukuku açısından ne kadar önemli olduğunu apaçık ortaya koyuyor: “ “Tarihe Özgürlük” örgütümüz AİHM Genel Kurulu’nun 5 Ekim 2015’de “Perinçek-İsviçre” davası olarak bilinen davada ifade özgürlüğünü ihlal ettiği için İsviçre hükümetini mahkum eden kararını büyük bir memnuniyetle karşılamıştır. Bu Türk yurttaşı, İsviçre’de verdiği bir konferansta 1915-1915’da yaşanan olayların soykırım olarak görülemeyeceğini, hukuken böyle tanımlanamayacağını belirtmiştir. AHİM kararı, olası başka çağrıların önünü kesiyor. Tarihe Özgürlük Derneği’nin üyeleri olarak bizler, Türklerin Ermenilere karşı uyguladıkları katliamların soykırım olarak nitelemenin meşru Olduğunu düşünüyoruz. Ama her zaman üzerinde durduğumuz husus, tarihsel araştırmanın beraberinde getireceği bütün hukuksal sonuçlarla birlikte soykırımın yasal tanımına uygunluğudur. Demokratik ve özgür bir devlette, ne Parlamentolar ne de Mahkemeler Tarihsel gerçekleri tanımlayarak, araştırma ve ifade özgürlüğünü ceza tehditleri ile sınırlandıramazlar Fransa Anayasa Konseyi’nin 2012’de ulaştığı sonuçları destekleyen bu uluslararası mahkeme kararı yasama güçlerinin geçmişe müdahale girişimine bir son verecek gibi görünüyor. Bu, örgütümüzün geniş ölçüde katkıda bulunmaktan onur duyduğu çabalarda özgürlüğün zaferidir.” 4 Fransa’nın seçkin tarihçilerinin hükmü bu kadar açık ve çarpıcı olabilir. Can alıcı hususları bir kez daha vurgulayalım: - Demokratik bir devlette, Parlamentolar ve Mahkemeler tarih yazamaz. - Tarihsel gerçekleri araştırmak ve ifade etmek ceza tehditleri ile Engellenemez. - AHİM’in ilgili kararı (Perinçek-İsviçre) özgürlüğün zaferidir Avrupa’nın dünyaca ünlü hukukçularından yükselen bu sese kulak kabartan sağduyu/vicdan sahibi herhangi bir kişi, AHİM kararının Türklerin Avrupa hukukuna yaptıkları bir katkı olduğunu inkar edebilir mi? 4 www. lph.asso.fr Sonuç: Fransız Senatosu'nun “Ermeni Soykırımı İddialarının reddi” tasarısını gündeme almayı reddetmesi, Türkiye'ye yönelik büyük bir haksızlığın önüne geçmekle kalmadı, tarihçilerin “Tarih Özgürlük” çağrıları parlamentolarda yankılandı. Türkiye’de Parlamentonun bu mücadelede iyi sınav vermemiş olması, aydınlarımızın ilgisizliği Avrupa’daki tartışmanın önemini azaltmaz. Önce Fransa Anayasa Konseyi’nin “Soykırım iddialarının reddi” yasasını Anayasa’ya aykırı bularak bozması ardından AHİM’in Perinçek-İsviçre davasında İsviçre'yi haksız bulması Perinçek-İsviçre davasının Avrupa hukukunda bir dönüm noktası olabileceği olasılığını akla getiriyor. Son yıllarda Türkiye'ye akıl vermeye gelen (yollanan) birçok Avrupalı tarihçi “Türkiye Tarihi ile Yüzleşmeli” çağrısı yapmıştı. Galiba esas çağrıyı Avrupa'ya yapmak ve modern hukukun temellerinin atıldığı “yaşlı kıtayı” “hataları ile hesaplaşmaya” davet etmek gerekecek.