İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 22 Kış-Bahar 2006, s. 1-8 Önsöz Deliyürek Bumerang Cehennemi’nden Kurtlar Vadisi Irak’a Korkmaz Alemdar İletişim, bu sayısında, 2005 yılında gösterime giren Kurtlar Vadisi Irak filminin incelenmesini özel konu olarak seçti. Bunun iki nedeni var: filmin niteliği, yarattığı etki ve Ortadoğu’da yaşananlara getirdiği yorum. Etkisinin sürekli olmayacağını biliyoruz. Benzer bütün yapıtlar gibi üzerinde konuşulacak, sonra yavaş yavaş unutulanlar listesine eklenecek. Kurtlar Vadisi Irak’ın, Ortadoğu’da olanbitene yeni bir yorum getirmesi de söz konusu değil. A.B.D. ve İngiltere’nin neler yaptığını bilmeyen kalmadı; ama yapılanları yüksek sesle söyleme cesaretini gösteren yapıtlardan biri. Bu özellik de yeni değil, ama gerçeğin bir bölümünü çağdaş bir anlatım biçimiyle kitlelere aktarmayı başardı. Kurtlar Vadisi Irak gösterime girdiği günden itibaren yurtiçinde ve dışında tartışmalara konu oldu. Farklı nedenler farklı duruşları ve yorumları getirdi. Bir film, herhangi bir ürün gibi, kendi içinde ve kendisi için bir inceleme konusudur. Ama aynı zamanda döneminin gelişmelerinin, bazı düşünce ve duyguların dışavurumudur. Bu bakımdan Kurtlar Vadisi Irak, sinema dili açısından tartışılabileceği gibi, Türkiye’de ve Ortadoğu’da yaşananlara ilişkin bir yorum olarak da değerlendirilebilir. Bu yazı ikinci konu üzerinde duracaktır. Kurtlar Vadisi Irak uluslararası gelişmelere ilişkin Türkiye’nin geleneksel politikasına farklı bir yorum getirdi: A.B.D. Ortadoğu’da barışı değil, savaşı desteklemektedir; demokrasiyi değil, teokratik yapıları güçlendirmeye çalışmaktadır; Türkiye’nin geleneksel müttefiki değil, onun sırtından bölgenin haritasını değiştirmeye çalışan güvenilmez bir güçtür. Bu yorum Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde gelinen önemli bir yol ayrımına işaret etmektedir. Çünkü 2 Korkmaz Alemdar Türk Amerikan ilişkileri İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana farklı işbirliği örneklerinin ortaya koyduğu gibi bir dostluk ilişkisidir. Daha doğrusu Türkiye bu ilişkinin böyle bir ilişki olduğuna inanmak istiyordu. Oysa Irak’taki gelişmeler bunun tam olarak böyle olmadığını ortaya koydu. Kurtlar Vadisi Irak da bu noktanın altını sinema dilinin anlatım özelliklerini kullanarak çarpıcı bir biçimde ortaya koydu. Uluslararası ilişkiler tarihimiz gözden geçirildiğinde daha açık görülecektir ki, A.B.D. Türkiye ile ilişkilerini bizim sandığımız ya da sanmaktan hoşlandığımız gibi sürekli bir dostluk ilişkisi üzerine değil, çıkar ilişkisi üzerine kurmuştur. Türkiye, ABD’nin Sovyetler Birliği ile girdiği büyük mücadelede Ortadoğu bölgesinde güvenebileceği, güvenebilmek için de denetim altında tuttuğu bir ülkedir. Türkiye bu ilişkiden, bugün daha iyi görüldüğü gibi, zarar gören taraftır. Daha da önemlisi, Soğuk Savaş ve gelişmeleri, Türkiye’nin ulusal bağımsızlık ve komşularıyla dostluk politikasında önemli sapmalara yol açmıştır. Ama uluslararası gelişmeler, iç politikanın yönlendiricilerine Batı şemsiyesi altında diledikleri politikaları uygulama olanağını verdiği için kamuoyu ve önemli kurumlar bu ilişkinin edilgen tarafı haline getirilmişlerdir. Yanılgılar, yanlışlıklar Türkiye'nin ekonomik ve toplumsal sorunları yıllardır tartışılır; kalkınmanın neden gerçekleştirilemediği sorgulanır. Niyazi Berkes'in iki yüz yıldır neden bocaladığımızı sormasının üzerinden neredeyse elli yıl geçmiştir. Ama sorun hâlâ çözüm beklemektedir. Oysa Ulusal Kurtuluş Savaşı ertesinde devletin girişimleriyle ekonomik ve kültürel kalkınmada önemli mesafeler alınmıştı. Fabrikalar insanların karnını doyurmaya, çıplaklığını örtmeye izin verecek ürünler üretmeye; zihinleri besleyecek eğitim ve kültür politikaları geliştirilmeye başlanmıştı. Bu çabalar yirmi yıl kadar sürdü. İkinci Dünya Savaşı ve sonrasının getirdiği dünya düzeni Türkiye’nin politikalarını sürdürmesine olanak vermedi. Soğuk Savaş cumhuriyetin temel politikalarının geri plana itilmesine yol açtı. Ulusal bağımsızlık ve ekonomik kalkınma yerini, Batı’ya bağımlılığa bıraktı. Tek Parti yönetiminden şikayetçi burjuvazi halkın memnuniyetsizliğinden yararlanarak bu politikaların yürütücüsü oldu. Kalkınma devam etti, ama bu artık bağımlılık içinde bir kalkınma oldu. Bugün tarihimizin en büyük iç ve dış borcuna ve işsizlik oranına sahibiz. Ülkemizi yönetebildiğimiz söylenemez. Alacaklarını tahsil edebilmek için Deliyürek’ten Kurtlar Vadisi Irak’a 3 Dünya Bankası ve IMF’nin müdahaleleri inanılmaz boyutlardadır. Bürokrasi ülke çıkarlarından çok, yaptırım gücü olan Batılıların isteklerine göre tutum almaktadır. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerindeki gibi. Ülke, sorunlarını çözme konusunda her düzeyde tıkanmış görünmektedir. Tek umut Avrupa Birliği üyeliği gibi sunulmaktadır. İş çevreleri, siyasetçiler, onlara yakın gazeteciler ve bazı üniversite çalışanları Avrupa Birliği’ne üye olmakla kalkınılacağına, insan hakları ve demokrasi sorunlarının çözüleceğine inanmaktadırlar. AB üyeliğine mutlaka ulaşılması gerekmektedir, yoksa uygar dünyanın mutlu bir üyesi olmak fırsatı kaçacak; Türkiye yeni ortaçağın karanlıkları içinde kaybolup gidecektir. Bugüne kadar gelişmesi için her türlü devlet desteğinden yararlanan ama hiç bir zaman yeterli bir ulusal ve uluslararası güç haline gelemeyen burjuvazimiz, bu kez de umudunu AB üyeliğine bağlamış görünmektedir. Fabrika kurmak, üretim yapmak, mal satmak, rekabet etmek ona zor gelmektedir. Hele araştırma yapmak olağanüstü güç bir iştir. Dünyanın önde gelen büyük şirketlerine aracılık yapmak bile artık fazla gelmektedir. Cumhuriyet yönetimi boyunca siyasal iktidarların halkın ekmeğinden keserek onlara aktardığı kaynaklarla edindikleri zenginlikleri yabancılara satıp rantiye olmanın zamanının geldiğini düşünmektedirler. Kendilerine yapılacak ödemelerle diledikleri herhangi bir ülkenin sonradan görmeleri ile birlikte hakettikleri mutluluğu bulabileceklerini sanmaktadırlar. Böyle bir yaşamı kurmalarının mümkün olmadığını söylemek bir işe yarar mı? Galata Bankerleri’nin bile Avrupa sermayesine yaranamadığını, işlevlerini bitirdikten sonra yok olup gittiklerini anlatmanın bir yararı olabilir mi? Hayır, çünkü onlar düşüncelere değil, çıkarlarına bakarlar. Bugün kendilerine kuşaklar boyu yeteceğini sandıkları kaynakların efendileri tarafından kısa sürede yağmalanacağını ve beş kuruşsuz bırakılacaklarını anlatmaya çalışmak boşuna bir çabadır. Burjuvazi sadece İstanbul’da oturduğu düşünülen insanlar değildir denebilir. Anadolu’da da güçlenen oldukça becerikli (bazen yeşil olarak nitelenen) bir sermaye olduğu, inançlı insanların ve Almanya’da çalışan yurttaşlarımızın birikimlerini değerlendirme yeteneğini geliştirdiği hatırlatılabilir. Ama daha önce Adana’da, Ankara’da başlayan alçakgönüllü girişimleri dışa bağımlı hale getiren sürecin bunlar için de geçerli olacağını söylemek için Nostradamus’un yeteneklerine sahip olmaya gerek var mıdır? Bu durumda bir iki yüz yıl daha bocalayacak mıyız? Gelişmeler doğru değerlendirilmezse böyle olacağına kuşku yoktur. Kalkınma için güvenilen 4 Korkmaz Alemdar güçlerin güvenilecek yanı kalmamıştır. Göründüğü kadarıyla küresel efendilere hizmet önceliklidir. Bu konularda biraz kafa yormuş, Henri Guillemin adında bir Fransız araştırmacı kendi ülkesindeki gelişmeler için ilginç şeyler söylemektedir. Onun belirlemelerine göre, Fransız burjuvazisi ülke yönetiminde kendi işine gelen her politikayı ulusal politika olarak kabul ettirmekte başarılıdır. Fransız halkının bu politikaları desteklemesi için de gerekli önlemler alınır. 1870 yılında Bismarck yönetimindeki Prusya’nın tahrikleriyle bu ülkeye savaş açan Fransa, ilk çatışmaları kaybeder. Alman orduları Fransız topraklarına girer. Kaybedilen bir çarpışmadır. Fransa, savaşı sürdürecek, kaybettiği toprakları (Alsace ve Lorraine) geri alacak, Bismarck'a kafa tutacak, Alman birliğinin kurulmasına engel olacak güce sahiptir. Ama gelişmeler buna izin vermez. Çünkü Paris Komünü kurulur. İktidar burjuvazinin elinden çıkmaktadır. Bu tehlike karşısında Fransız burjuvazisi ordunun Almanlar karşısında yenilgisini kabul etmesini ve cepheden çekilmesini ister. Böylece ordunun cepheden çekilen güçleri Versay’da toplanıp Paris üzerine yürüyebilecektir. Alman orduları yerine Paris Komünü’nün, Cumhuriyetçilerin, yeni bir yönetim arayışındaki Fransız işçi sınıfının ezilmesi daha kolay olacaktır. Bütün bunlar ulusal çıkarları korumak için yapılır. (Nazım Hikmet yıllar sonra Paris'te 1789 devrimini yapanların Versay’a yürüyüşünü de hatırlayarak şöyle yazar: "Bir keresinde gülüm/Paris yürümüş Versay’ın üstüne/bir başka sefer/Versay Paris’i kurşuna dizmiş...") H. Guillemin, yönetici sınıfların ulusal politika diye kabul ettirmeye çalıştıkları politikaların aslında onların sınıfsal çıkarlarını yansıttığını anlatır. Fransa için anlatılanlar kaygı verici olsa da Türkiye için de geçerlidir. Uzun süren bir Soğuk Savaş dönemi, burjuvazinin sahip olabileceği bütün yaratıcılığı yok etmiştir. Öncülüğünü, üretkenliğini unutmuş, sadece parasal çıkarlarını korumaya odaklanmıştır. Yeni dünya düzenine kolaylıkla uyum sağlayacak esnekliktedir. Ulusal sorunlara duyarsızdır; her şeyi satıp gitmeye hazır hale gelmiştir. Kıbrıs ya da Güneydoğu farketmemektedir. Guillemin’in sözünü ettiği vurdumduymazlık burada da geçerlidir. Geçmişe bakıp bir özeleştiri yapmak yerine, daha önce başarıyla izlenmiş politikaların hatırlatılmasına bile tahammülü yoktur. Devletçilik, Köy Enstitüleri, dünya klasiklerinin yayımı, radyo ve televizyonda kamu yayıncılığı… Hiç birinin adı bile edilmemektedir. Kendi başarısızlıklarını başarı gibi anlatmada kuşkusuz elinde çok büyük bir ikna gücü vardır. Bu 1990’lı yıllardan bu yana dünya sistemine eklemlenmede sistematik biçimde kullanılan ticari radyo ve Deliyürek’ten Kurtlar Vadisi Irak’a 5 televizyon yayıncılığıdır. Kitle iletişim araçlarının bugünkü gücü insanı dehşete düşürecek boyutlardadır. Geçen yüzyılın başlarında kitle iletişim araçlarının kadını erkek ve erkeği kadın yapma dışında her şeyi gerçekleştirebileceği düşünülürdü. Bugün bunu da yapacak güce ulaşmıştır. Bunlara karşı ne yapılabilir? Kapitalizmin küreselleşme sürecini Tanzimat’tan bu yana çok ayrıntılı olarak yaşayan bir toplum olarak başımıza gelenler ve gelebilecek olanlar konusunda biraz kafa yorsak, sadece kendimize değil, insanlığa da büyük iyilik etmiş olacağız. Yoksa olanbitene aklı başında kimsenin yüreği dayanamayacaktır. Düşlerin sonu mu? Türkiye Soğuk Savaş’la birlikte donup kaldı, düşler alemine daldı. 1920’lerde dünyaya örnek olacak bir ulusal kurtuluş savaşı ve kalkınma hamlesinden yorgun düşmüş, Batı’nın sunduğu olanaklarla mutluluk aramaya başlamıştı. Siyasal iktidarları, kurumları Türk insanını bu düşe inandırmıştı. Şimdi rüyadan uyanmak zamanı. Kurtlar Vadisi Irak bu anlamda önemli, ama bu noktaya gelmek kolay olmadı. Nereden nereye gelindiği konusunda eldeki verileri gözden geçirmekte yarar var. Verilebilecek ilk örnek 12 Eylül 1980 askeri müdahalesi sonrası yaşananlarla ilgilidir. Bu satırların yazarı, A.İ.T.İ.A. Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. Aydın Güven Gürkan adına katıldığı Genelkurmay Başkanlığı’nın bir bilgilendirme toplantısında, görevli subaylar tarafından şu bilgilerin aktarıldığına tanık olmuştu: Türkiye dünyanın çok önemli bir bölgesinde yer aldığı için pek çok ülkenin ilgisini çekmektedir. Özellikle doğu ve güneydoğu Anadolu bölgeleri Batılı araştırmacıların yoğun çalışmalar yaptığı bölgelerimizdir. Amerikalı, Kanadalı, Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan, Hollandalı ve İsveçli bilim adamları bölgenin tarihini, kültürünü araştırmakta, geçmişin izlerini taşıyan yapıların onarımı için çaba sarfetmektedirler. Türkiye’nin en duyarlı bölgelerine onu rahatsız edecek biçimde ilgi gösteren ülkeler Batılı ülkelerdir. (Bu gerçeği o tarihte de hemen herkes biliyordu, ama bilmezlikten gelme ya da görmeme erdemli olmanın koşulu idi). Aktarılan bilgilerden sonra ulaşılan sonuç biraz garip olmakla birlikte şöyleydi: Türkiye’nin düşmanı kuzey komşusudur; asıl tehlike kuzeyden gelmektedir. 12 Eylül askeri harekatı sonrasında yapılan resmi değerlendirme bu doğrultudaydı. 6 Korkmaz Alemdar Bu görüşün Türk siyasetindeki ağırlığı önemlidir. Türkiye Batı’ya doğru olan yürüşüyünde öylesine önünü göremez hale gelmiştir ki, dost/düşman tanımı bilerek karıştırılmıştır. Soğuk Savaş’la birlikte zihinlere getirilen baskı, bir dünya görüşünün egemen kılınmasına gözü kapalı razı olmayı beraberinde getirmiştir. Batı kampında yer almanın her şeyi kolaylaştıracağı düşüncesi henüz yeni yeni geliştirilmeye çalışılan ulusal sanayiyi yok ettiği gibi, bağımsızlık düşüncesini de ortadan kaldırmıştır. Bu işbirliği siyasal iktidarları anlamsız bir rahatlığı itmiş, Sovyetler Birliği’ne karşı koşulsuz düşmanlık kampına katılmanın yarattığı rahatlık karşılığında içeride geniş kitlelerin sömürülmesine olanak verecek bir yapının oluşturulmasını sağlamıştır. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın neden ve kime karşı kimlerin desteği ile gerçekleştirildiği unutulmuş/unutturulmuş, dostların düşman, düşmanların dost gösterildiği dönem başlamıştır. Kurtlar Vadisi Irak bu uygulamaların sonucu ortaya çıkan bir dönemin bir eleştirisidir. Hatırlatılması gereken bir başka nokta, 2001 yılında yapılan bir başka filmdir: Deliyürek Bumerang Cehennemi. Bu film Kurtlar Vadisi Irak’ın habercisidir. Çünkü 12 Eylül sonrasının anlamsız açıklamalarını bir kenara bırakarak Ortadoğu’da neler olup bittiğini anlatmaya çalışan bu filmdir. Bu filmin yapılabilmesi için ABD’nin Ortadoğu politikalarının gerçek boyutlarının kavranması gerekmiştir: Türkiye artık büyük müttefikinin neler yapmaya çalıştığının farkındadır. İçeride ve dışarıda ciddi güvenlik sorunları ile başetmeye çalışmaktadır. Eşref Bitlis ve Gaffar Okan cinayetleri ABD ile ilişkilendirilmektedir. Film bölgede Türklere çok benzeyen ve Türk gibi tanınan (Kasap Hasan), Türkçe ve Kürtçeyi çok iyi konuşan Amerikalı görevliden (Kuzey Dakotalı David), çoban kılığında PKK’ya hizmet eden boynunda haç taşıyan imamların varlığından söz etmektedir. Güneydoğu gerçekleri birdenbire değişmektedir. Hizbullah’ı destekleyen, Türk hükümetinin güvenlik kaygılarını boşa çıkarmaya çalışan, bölgede milyarlarca dolara ulaşan eroin, uranyum, kırmızı civa gibi çeşitli madenlerin kaçakçılığını denetleyen, bu arada Kürdistan’ın kurulması için çalışan güçler söz konusudur. Bunlar ABD’nin denetimi ve bilgisinde gerçekleşmektedir. Çünkü “ABD derin devletinin yetiştirdiği, kozmik bilgilerle donatılmış, gayri nizami harbi iyi bilenler” ABD Büyükelçiliğinin denetiminde çalışmakta, kullanabilecekleri herkesle işbirliği yapmaktadırlar. Bu öylesine büyük bir güçtür ki karşı koymaya çalışan herkesi ezip geçmektedir. Mezopotamya tarih boyunca iktidar mücadelesinin odağında bir bölgedir. Herkesin çıkarı ve ilgisi vardır. Bugün de dünyayı denetlemek isteyen güçlerin bu bölgenin denetimini Deliyürek’ten Kurtlar Vadisi Irak’a 7 ele geçirmek için uğraşması söz konusudur. Deliyürek Bumerang Cehennemi Kasap Hasan ya da Kuzey Dakotalı David’in roketle öldürülmesi ile son bulur. Ama ABD ve politikalarına yapılan göndermelerin Kurtlar Vadisi Irak kadar dikkatleri çektiği söylenemez. Kurtlar Vadisi Irak’ın katkısı Kurtlar Vadisi Irak üzerine yazılanlar ya da söylenenler ne ölçüde ciddiye alınabilir? Bir film gerçek dünyayı yansıtıyormuş gibi değerlendirilebilir mi? Bu nihayet bir sinema filmidir demelerine rağmen Amerikalı yetkililer neden filmi ciddiye alma gereği duydular ve ne kadar ilgi çektiğini görüp üzerinde durma gereği hissettiler. Neden? Çünkü hiç bir film nedensiz yapılmaz.1 Uluslararası gelişmeler konusunda Türk halkının ne düşündüğünü Amerikalıların film aracılığı ile izlediği söylenebilir. Kurtlar Vadisi Irak tarihin akışını değiştirecek değildir. Bir film olduğu için değil, Türkiye’de, Türkler için, onların da böyle bir içeriği alkışlayanlarının gelişmeleri etkileme gücü sınırlı olduğu için böyledir. Sinema, iktidarını uluslararası düzeyde güçlendirmeye ve yaymaya çalışan toplumların denetiminde önemli etkiler yaratabilir; kamuoyunu ve siyaseti biçimlendirebilir. Hollywood örneği bunun önemli kanıtıdır. Sadece film üretme kapasitesi ile değil, bu filmlerin pazarlanması, dünya ölçeğinde gösterimi sağlayacak örgütlenmelerin gerçekleştirilmesi ve bütün bu çabalardan elde edilecek gelirin güvence altına alınarak ABD’ye aktarılması bu gücün önemini ortaya koyar. Gücü sınırlı toplumların sinemaları için aynı yargıda bulunmak zordur. Tek bir filmin gösteriminin sağlanması bile zordur. İçerikten mutlu olmayanlar geçerliliği tartışmalı pek çok nedenle bu filmlerin kamuoyuna ulaşmasına engel olabilirler. Filmin hatta onu yaratan Kurtlar Vadisi isimli televizyon dizisinin çok ciddiye alındığı biliniyor. O kadar ki televizyon dizisi önce bir başka televizyon kanalı tarafından satın alındı, sonra parlak bir finalle sona erdirildi. Yani artık yok. Oysa dizi güncel gelişmeleri izliyor, herkesin anlayabileceği biçimde uluslararası gelişmeleri yorumlamaya çalışıyordu. Dizi hakettiği görkemli sonla bitirildi. Türkiye’nin çok önemli gazetecileri Hollywood’a 1 Ayrıntılı bilgi için bkn: Ignacio Ramonet (2001) Hollywood ve Vietnam savaşı (Çev: N. Tutal) Yıllık, s. 217-23; 8 Korkmaz Alemdar kadar gidip, ünlü oyunculara büyük paralar ödeyerek son bölümlerin çekimine tanıklık ettiler. Şu noktanın da vurgulanmasında yarar vardır: Kurtlar Vadisi Irak tuhaf bir biçimde küreselleşmenin yarattığı kuralsızlaştırma (deregulation) politikalarının da bir ürünüdür. Kuralsızlaştırma, herkesin bildiği gibi, Türkiye’de tekelleşmeyi arttıran, kamu yayın kuruluşlarını zayıflatan, meslek örgütlerinin gücünü ortadan kaldıran etkiler yapmıştır. Ticari televizyon kanallarının ortaya çıkması, rekabetleri Hollywood benzeri yapımların ortaya çıkmasını da beraberinde getirmiştir. Daha çok macera, cinsellik, mafya öyküleri bu tür yapımların vazgeçilmez ögeleri olarak zaten keşfedilmişti. Al Capone öyküleri ile büyüyenlerin yaşadıkları coğrafyadaki olağanüstü etkileyici, karmaşık çıkar ilişkilerini konu alan dizi ve filmler yapması kaçınılmazdı ve başladı. Bu her şeyi denetlemeye çalışanların yeni yöntemler geliştirmesini zorunlu kılmaktadır. O nedenle, Kurtlar Vadisi Irak’tan duyulan rahatsızlık dile getirilse de fazla önemsendiğinin belirtilmemesi gerekir; gösteriminin güçleştirilmesi yeterli olabilir. Film için yapılması güç olan, filmi yaratan ve kamuoyunu etkilemeyi sürdüren dizi için yapılabilir. Örneğin daha çok para karşılığı bir başka televizyon kanalı tarafından satın alınması, sonra da ortadan kaldırılması sağlanabilir. Etkileyici bir sona erdirme için de son bölümlerin örneğin Hollywood’da çekilmesi düşünülebilir. Amerikan yapımları ile sıradan öyküleri izlemeye alıştırılmış kamuoyunun, yaygın iletişim araçlarının övgüleri ile ne büyük işler başarıldığına inanmaları bile sağlanabilir. Kurtlar Vadisi Irak bir derstir; iyi okunması, öğrenilmesi gerekir. Anlattıkları, her öykü gibi, bazen ilginç bazen çocukçadır. Ama bir ulusun yaşamı sadece öykülerle değil, gelişmeleri doğru anlayabilen, değerlendirebilen, bilgili kuşakların yönetiminde yüceltilebilir. Yakın geçmişin gelişmeleri bunu yeterince kanıtlamaktadır.