taya koyduğunu, bu arada yabancılaştırma kapasite­ sini arttırdığını, görmeyi başaramaz. Bu çözümleme tipi, O'nu, tekelci kapitalizmi sadece geçişsel (üretimin üst derecede toplumsallaşması anlamında) olarak de­ ğil aynı zamanda cançekişen olarak betimlemeye gö­ türür. Bu çözümleme tipidir ki, O'nun, Avrupa prole­ taryası arasında hızlı bir radikalleşme sürecinin refor­ mist liderlerin etkisini derinden zayıflatarak devam et­ mekte olduğunu düşünmesine sebep oldu. Savaş ve savaşın kitlelere getirdiği felaketler sırasında bu li­ derlerin «ihaneti»nin, kitleleri aydınlatma işini ancak Bolşevik tipte bir devrimci gurubun yapması şartıy­ la, liderler ile kitleler arasında ortaya çıkması zorun­ lu kopmayı tamamlaması gerekiyordu. Lenin işçi hareketi içindeki reformizmin ekonomik temelini neredeyse sadece sömürge ülkelerde görür. Stuart R. Schram ve Helene Carrere d'Encausse'un belirttikleri gibi, «sömürgeleştirmenin Avrupalı işçi­ lerin hayat tarzının iyileştirilmesini ve böylece Avru­ pa'da toplumsal devrimin ertelenmesini olanaklı ha­ le getireceği (fikri)... yirminci yüzyılın başında, ister Kautsky, Hilferding ya da Rosa Lüxemburg gibi sos­ yalistler, Hobson gibi liberaller, ister Cecil Rhodes gi­ bi sömürgeleri iç savaştan sakınmanın bir aracı ola­ rak gören emperyalizmin partizanları olsun, sorun hakkında düşünen herkes tarafından paylaşılan bir inanç idi»35. Lenin işçi sınıfı hareketi içindeki oportü­ nizmin bu açıklanma şeklini benimser, fakat sömür­ ge paylaşımına geç bir tarihte katılan kıta ülkelerinde işçi «yozlaşması» nm sadece küçük bir azınlığı etkile­ diğini düşünür ve buna «işçi aristokrasisi» der; bu ara­ da, Britanya'da bu fenomenin etkisinin kaybolmakta olduğu görüşündedir, çünkü bu ülke sömürge tekelini kaybetmiştir. Kuşku yok, bu ülkelerdeki sömürü (ve şimdi de, bunun yeni-sömürgeci biçimi) reformizmin ekonomik olduğu kadar ideolojik temelini de oluştur­ maktadır. Fakat günümüzde reformizmin, aynı zaman­ da, üretici güçlerin gelişmesi ile bağıntılı olarak kapi72 taiizmde meydana gelen yapısal dönüşümler tarafın­ dan beslendiği açığa çıktı. Lenin zamanında, bu yönü özellikle Bernsteincı revizyonistler çok iyi kavramış­ lardı ve devrimden vazgeçmelerini haklı çıkarmak için, gerçek ya da sahte, mümkün olan bütün motif­ 36 leri bulma konusunda çok istekliydiler . Batılı proletaryanın devrimci olgunluğa ulaşma derecesinin değerlendirilmesi konusunda Lenin'in subjektivizmine sosyolojik bir bakışaçısmm bir sorunu da girer. Derinden kök saldığı ve uzun bir süreç bo­ yunca teoride ve pratikte çözümlediği Rus toplumu ör­ neğinde ekonomik yapılar ve politik-toplumsal güçler düzeyindeki çelişkiler arasında oluşan bağıntıları mü­ kemmel biçimde gören Lenin, aynı bağıntıları, sürgün yıllarını geçirmesine rağmen sadece dışardan, bir göz­ lemci olarak tanıdığı Batı toplumunu ele aldığı za­ man, daha soyut ve basitleştirilmiş olarak anlar. En önemlisi Batı proletaryasının içinde bulunduğu kültü­ rel ortamı gözden kaçırır, örneğin, Batı proletaryası­ nın politik davranışını derinden etkileyen iki Özellik, bu proletaryanın ulusal ve demokratik değerlere derinden bağlılığıdır. Ulus ve demokrasi tarihsel olarak' kapitalizmin ürünleriydi, fakat her ikisi de işçi kitle­ leri tarafından kazanılmışlardı. Sosyal Demokrat li­ derlerin enternasyonalizm ilkesine «ihanet»leri, çalı­ şan halkın bir bilinç özelliği olan ulusal ilkeye bağlı­ lığı mükemmel biçimde ifade (aynı zamanda teşvik) etti. Alman Sosyal Demokratları Çarlık otokrasisine karşı parlamenter demokrasinin «savunulmasına ve­ ya Fransız Sosyalistleri Prusya militarizmine karşı Büyük Devrim'in (Fransız Devrimi) kazanmalarının «savunulması»na giriştikleri zaman, kitlelere derinden kök salmış duyguları seslendiriyorlardı. Avrupa pro­ letaryasının büyük sendika geleneği - Rusya'da yok­ tu - Rus Sovyetleri'nin kitle hareketinin gerçekleşti­ receği biçim olarak dünya çapında yayılacağını ilan eden Lenin'in yaptığı çözümlemeye yeterince güven duyulmamasma yol açan bir diğer unsurdur. 73 Stalin'in «ihanet»inin adı geçen tarihçiler tarafın­ d a n vurgulanan yanı da gerçeklere uygundur: devri­ m i n boğulması ve C u m h u r i y e t i n boyun eğmek zorun­ da bırakıldığı bağımlılık, Fanko'ya bağlı generallerin Almanya ve İtalya'dan aldıklarına en azından eşit mik­ t a r d a askerî yardım sağlanması ile telâfi edilmiş ol­ muyordu. Ayrıca, herkesin bildiği gibi, Sovyet silâh­ larının bedeli İspanyol Bankası'nm altını ile peşin ola­ r a k ödenmekteydi. Yardımın yetersizliği sorunu ilgili Sovyet arşivleri açılana k a d a r açıklığa kavuşturulmuş olmayacak. Ancak o zaman, b u n u n ne ölçüde teknik güçlüklerden (uzaklık, abluka vb.) ve ne ölçüde dış po­ litika kaygıları' nedeniyle «planlı» bir yetersizlikten kaynaklandığını anlamak m ü m k ü n olacak. Şimdilik sorunun gerisinde ikinci faktörün yattığı görülüyor. Stalin, uluslararası stratejisinde değişiklik y a p m a d a n «Batılı demokrasiler» ile ittifak politikasıyla bağdaş­ m a y a c a k ölçüde İspanyol cumhuriyetine yardım ede­ mezdi. Bu demokrasiler de Sovyet yardımının Cumhuriyet'e askerî bir avantaj sağlamasına asla razı ol­ madılar. Azana ve C u m h u r i y e t i n Moskova'daki elçisi (Sosyalist Parti üyesi Marcelino Pascua) b u n u mükem­ mel biçimde anlamışlardı. Başkan'm not defterinde Pascua ile 13 Ağustos 1937'de yapılan bir konuşmanın kayıtlarını buluyoruz: «Öyle sanıyorum ki, (diyordu, Azana) çoğu kez sanılanın aksine, Rusya ile işbirliğin­ de bir sınır var. Bunu belirleyen ablukadan çok Bri­ tanya'nın resmî dostluğudur. Bence SSCB, Britanya ile ilişkilerine z a r a r verebilecek veya Batı'da kendine dost a r a m a politikasını tehlikeye düşürebilecek bir durum­ da bize hiç bir yardımda bulunmayacak.» «Bu konu­ da kuşkuya yer yok (Pascua'nm yanıtı). Çünkü SSCB için İspanyol olayı pek az önemi olan bir mesele»™. Stalin İspanyol Cumhuriyeti'ne, kazanabilmesi için de­ ğil, anti-Hitlerci bir ittifaklar sistemi içinde varlığını sürdürebilmesi ve «Batılı demokrasiler» in kabul ede­ bilecekleri uzlaştırıcı bir çözüme varılabilmesi için yardım etti. 308 Bu sonuç gerçeklerin ve Stalin'in izlediği dış poli­ tikanın incelenmesinden çıkar. Ne var ki, o sırada bü­ t ü n b u n l a r Komünistlere, Komünist olmayan pek çok anti-Faşist İspanyol'a düşünülebilecek en korkunç if­ tira, gibi görünüyordu. Bununla birlikte, d a h a sonraki olaylar, Stalin'in sadece bir devrim olasılığını değil gerçek bir devrimi de raison d'etat'yar k u r b a n etmek­ ten çekinmeyen biri olduğunu açıkça ortaya koydu. Devrim Sovyet sınırlarına yakın bir yerde gerçekleş­ tiğinde ve emperyalist müdahaleye karşı çıkmak için gerekli silâh yardımının yapılmasında hiç bir «teknik» güçlük olmadığı zaman bile d u r u m değişmedi. İkinci Dünya Savaşı'nın sonundaki Yunan direnişi örneği ye­ terince ikna edicidir 6 9 . İki d ü n y a savaşı arasında Sta­ lin'in Komintern ve PCE tarafından uygulanan İspan­ yol politikası, bir devrimin Sovyet raison d'etat'smm çıkarlarına k u r b a n edilişinin en açık örneğini oluştu­ rur . SÖMÜRGE DENEYİMİ Ulusal Kurtuluş Hareketleri ve Komintern'in Politikası Franko'nun Madrid'e, Hitler'in Prag'a girdiği kas­ vetli 1939 b a h a r ı n d a Komintern'in Avrupa'da ayakta kalan tek önemli seksiyonu Fransız partisi idi. Bundan başka, İskandinavya, Britanya, Belçika, Hollanda ve İsviçre'deki hemen hiç bir politik etkiye sahip olma­ yan Komünist partileri legal durumlarını korudular. Avrupa'daki bütün diğer seksiyonlar ağır yenilgilerden sonra yer altına inmişlerdi. Kısa süre sonra Fransız partisi de aynı kaderi yaşadı. İkinci Dünya Savaşı baş­ lıyordu. Kapitalizm dünyayı yüzyılın ikinci büyük katli­ a m ı n a sürükleyebildi, çünkü, birinci savaştan o zama­ na k a d a r geçen yirmi yıl içinde, «ileri» ülkelerdeki proletaryanın çoğunluğu Marksizm'e göre yerine getir309 mesi gereken devrimi misyona, sürekli sırt çevirmiş­ ti. Böylece Komintern kuruluşunda belirlediği a n a he­ defte - işçi sınıfını reformizmden söküp almak ve onu politik ve sendikal olarak devrimci ilkeler temelinde örgütlemek - başarısızlığa uğramıştı. Komintern, kapi­ talizmin metropolü olan ABD'de veya durgunluğuna r a ğ m e n sömürge imparatorluğundan ötürü önem ba­ kımından ikinci d u r u m d a olan Britanya'da, a n a hede­ fi yönünde tek bir adım atmayı başaramadı. Komintern sahneye çıktığında Anglo-Saxon ülkelerdeki proletar­ yanın politik ve ideolojik d u r u m bakımından bu gö­ revin h e r iki d u r u m d a da kolay olmadığını kabul et­ mek gerekir. Fakat Enternasyonal Almanya'da da ba­ şarısızlığa uğradı. Oysa b u r a d a objektif koşullar baş­ langıçta oldukça uygundu ve bir kazanım dünya du­ r u m u n u önemli ölçüde değiştirebilirdi. Komintern'in k u r u l u ş u n d a n on yedi yıl sonra işçi sınıfı içerisinde güçlü bir k o n u m d a bulunduğu yegâne önemli kapi­ talist ülke Fransa idi. Ne var ki, ilerden b a k m a n ı n avantajı ile olayları ele alırsak, 1930'ların ikinci yarısında Komünizm'in F r a n s a ' d a yükselişinin, devrimci Marksizm'in zaferin­ den çok, ileri kapitalist ülkelerdeki Komünist hareketin Sosyal Demokratik yozlaşmasında ilk adım olup ol­ madığını düşünebiliriz. Her d u r u m d a kabul etmek zo­ r u n d a olduğumuz sonuç şudur: Komintern, belirledi­ ği başlıca görevi, yani, Batı proletaryasının öncü par­ tisi olma görevini yerine getiremedi. Komintern'in ta­ rihsel başarısızlığının a n a h t a r ı bu belli başlı gerçeğin içinde yer alır. Burada yaptığım, Komintern'in faali­ yetine yönelik eleştirel çözümlemeyi, bu görevin ye­ rine getirilmesi bakımından en uygun koşulların bu­ lunduğu örnekler üzerinde odaklaştırmamın sebebi bu­ dur. Ne v a r ki, Komintern'in öteki faaliyet alanında elde ettiği sonuçlara da, kısaca, değinmeliyim. Bu alan da k u r u l u ş u n d a n beri Komintern için büyük önem ta­ şıdı. Buradaki görev, emperyalizme karşı, sömürge ve bağımlı ülke halklarının verdikleri savaşa önderlik et310 jmek idi. Ortaya çıkan sonuçlar yine çok etkileyici de­ ğildir. İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen önce Komintern'­ in sömürge ve bağımlı ülkelerdeki üye sayısı hâlâ çok -azdı. Çin bu d u r u m a bir istisna oluşturuyordu. Daha sonra göreceğimiz gibi, Çin'de Komünist Partisi 1930'l a r m son yıllarında güç kazandı. Bu gelişme Komin­ tern'in politikasından ötürü değildi. 1939'da b ü t ü n di­ ğer Asya ülkelerinde Komünistlerin sayısı 22.000'den fazla değildi. Afrika'da 5.000 kadardılar. Cezayir ve Fas'taki Fransızlar ve Güney Afrika Birliği'ndeki be­ yaz işçiler bu sayının çoğunu oluşturuyorlardı. Bütün Latin Amerika'da toplam üye sayısı-90.000 idi 7 0 . Enternasyonal'in direktiflerine uyan Latin Amerika par­ tileri Yankee emperyalizmine ayak u y d u r a n oportünist bir politika izliyorlardı ve üyelerin önemli bir kısmı Komintern'in Yedinci Kongresi'nden sonra kaydolmuş­ lardı. Bu sayısal zayıflık, ulusal kurtuluş hareketi için­ de sömürge ve bağımlı ülkelerdeki Komünist partileri­ nin temsil ettikleri önemsiz politik ağırlığı çok iyi yan­ sıtır. Ulusal kurtuluş hareketi iki d ü n y a savaşı arasın­ da büyük bir ilerleme kaydetti; fakat harekete -1937 Japon işgalinden sonraki Çin dışında- burjuva (hat­ tâ feodal) .milliyetçiler önderlik ediyorlardı. (Burada­ ki «burjuva» ve «feodal» kavramları Avrupa ülkeleri için geçerli olan sosyo-politik kategorilere t a m olarak uymasa da, geleneksel tarzda kullanılıyor.) Komintern'in koloni ve bağımlı ülkelerdeki devrim­ ci mücadelenin sorunları karşısında ilk büyük güçlüğü Marksist teorinin bu soruna o z a m a n a k a d a r büyük il­ gi göstermemiş olması gerçeğinden kaynaklanıyordu. Bu konuda-Marks ve Engels'ten k a l a n miras, özellik­ le strateji ve taktik sorunlar bakımından, oldukça önemsizdi. Aslında Marks, Avrupa kapitalizminin sö­ m ü r d ü ğ ü geri ülkelerdeki devrimler ile sosyalist dev­ r i m arasındaki bağıntı fikrini 1853 gibi erken bir ta­ rihte dolaylı olarak belirtmişti. O yıl, «Taipinglerin m ü t h i ş devrimi,» diye yazıyordu, Avrupa'da devrimin 311 gerçekleşmesine «şu a n d a v a r olan her türlü diğer po­ litik davadan... d a h a fazla» katkıda bulunabilir 7 1 . Marks'ın Avrupa devrimlerinde «ulusal faktör» ile «köylü faktörü» üzerine görüşleri ve çözümlemeleri yirminci yüzyıldaki sömürge kurtuluş hareketinin or­ t a y a çıkardığı sorunlar incelendiği zaman kullanıla­ bilecek önermeler içerir. Marks'ın «Asya tipi üretim tarzı» araştırması, devrimci anti-emperyalist hareke­ tin kurtuluş ve dönüşüm sağlamaya çalıştığı toplum­ lar hakkındaki bilginin derinleştirilmesi bakımından Komintern için çok yararlı olabilirdi. Fakat Marks'ın bu konuda başlıca yazıları 1939'a k a d a r yayımlanmadı ve d a h a önceden de bilinen bu yazılar, Plekhanov ve diğer Marksist teorisyenler tarafından, bizzat Marks'­ ın bir k e n a r a attığı hipotezler olarak görüldü. Çin Ko­ münist Partisi'nin 1927'deki yenilgisinden sonra Sov­ yetler Birliği'nde bu konuda bir tartışma açıldı ve «As­ ya tipi üretim tarzı» kavramı m a h k û m edildi 7 2 . Marks ve Engels'in Avrupa'nın sömürgeleştirdiği pre-kapitalist dünyadaki devrim sorunsalına yaptıkları katkı çok zayıf ve dolaylı hale getirildi. Bir bakıma bu doğaldı, çünkü Marksizm'in kurucuları hayattayken, sorun, pratikte pek ortaya çıkmamıştı. Fakat Marks'ın dün­ ya sosyalist devrimi teorisinin iç mantığı, Komintern üzerinde büyük bir ağırlık meydana getiren başlıca iki «Avrupamerkezci» fikri kapsıyordu. Birincisi, strate­ jik olanı, kapitalizmin sömürdüğü dünyanın kurtulu­ şu Batı'da sosyalist devrimin bir sonucu olmalı, fikri idi. İkincisine, en geniş anlamda kültürel olanına gö­ re, dünyanın sosyalist dönüşümü, dünyanın Avrupalılaştırılması anlamına geliyordu. Lenin bu teorik mirasa dayandı. İkinci Bölüm'de belirtildiği gibi, 1905 Rus devrimini izleyen yıllarda Le­ nin, Doğu'da oluşmaya başlayan yeni devrimci gücün kesinlikle farkına vardı. İkinci Enternasyonal'deki sa­ ğın sömürgeci tavrına ve yegâne «ortodoks» merkezin sözde anti-sömürgeci tavrına karşılık Batı'daki devrim­ ci proletaryanın ezilen halkların davasını benimsenıe312 si, bu davayı kararlı biçimde desteklemesi ve b u n u dünya sosyalist devriminde önemli bir faktör, emper­ yalizmin temellerinin çökmesine katkıda bulunacak bir faktör olarak görmesi gerektiğini, vurgulayarak be­ lirtti. Ne var ki, Ekim devrimine k a d a r Lenin Doğu'daki devrimin sorunlarına değinmenin ötesinde bir şey yapmamıştı 7 8 . Komintern'in Birinci Kongresi konuya pek az önem verdi ve Batılı Marksistlerin kafasında güçlü köklere sahip geleneksel fikirleri çok açık biçim­ de ifade etti: «Kolonilerin kurtuluşu ancak metropol iş­ çi sınıfının kurtuluşu ile birlikte mümkündür. Sadece Annam, Cezayir ve Bengal'in değil, İ r a n ve Ermenis­ tan'ın işçi ve köylüleri de, ancak, İngiltere ve Fransa'daki işçiler Lloyd George ve Clemenceau'yu devirdik­ leri ve iktidarı kendi ellerine aldıkları zaman bağım­ sız var olma fırsatını kazanacaklar» 7 4 . Ne var ki, Birinci ve İkinci Kongreler arasında ulusal sorun ve sömürge sorunu»nun Komintern tar­ tışmalarında önemli bir yer tutmasını sağlayacak üç şey oldu. Birincisi, bir proletarya devriminin gerçekleş­ mesi u m u d u biraz daha uzaklaştı - İkinci Kongre sıra­ sında Kızıl Ordu'nun Varşova önlerinde duraklamasıyla kesilen kısa süreli bir u m u t canlanmasına rağ­ men. İkincisi, anti-emperyalist ulusal kurtuluş hare­ ketinin, Batı'da devrimci kabarışın yatışmasına karşı­ lık, önemli bir gelişme göstermesi idi. Üçüncüsü, ulu­ sal sorun ve sömürge sorunu Sovyet Rusya'nın içinde keskin biçimde ortaya çıkmıştı. Bundan başka İkinci Kongre'de. ilk kez sömürge ve bağımlı ülkelerde oluş­ turulmaya başlanan Komünist örgütlerin delegeleri hazır bulundu. Bütün bu koşulların bir sonucu olarak, Komünist Enternasyonal içinde Avrupa kapitalizminin ezdiği geri ülkelerdeki devrimci hareketin stratejik ve taktik sorunları üzerine ilk büyük tartışma meydana geldi. Tartışma temel olarak iki konu çevresinde dö­ nüyordu: (a) ulusal kurtuluş hareketi dünya sosyalist devriminin ayrılmaz bir parçası olarak nasıl değerlen­ dirilmeliydi, ve (b) Komintern bu cephede nasıl bir 313 politika izlemeliydi (strateji, taktik, örgütlenme vb. sorunları). Bu sorunların tartışılmasına, kısa süre sonra, Ey­ lül 1920'de Komintern tarafından Bakü'de toplanan Doğu Halkları Kongresi'nde devam edildi. Bu kongre­ ye sömürge ve bağımlı ülkelerdeki Komünist partile­ rinin temsilcileri yanı sıra Çarlık'm ezdiği ve Ekim dev­ riminin kurtardığı halkların Komünist örgütlerinin temsilcileri 'de katıldı. Komintern'in Üçüncü Kongre­ si'nde (1921), d a h a sonra açıklanacak nedenlerden ötü­ rü ele alınmayan konu, tekrar, Dördüncü (1922) ve Beşinci (1924) Kongrelerde tartışıldı. Aşağıdaki Çözüm­ lemede Komintern'in bu ilk beş kongresinde ve Baku Kongresi'nde a l m a n tavırları sentezleştirmeye çalışa­ cağım. D a h a sonra Komintern'in sömürge alanında yaşadığı en önemli deneyi, Çin devriminde izlediği po­ litikayı ele alacağım. Yapacağım çözümlemeyi yukardaki (a) ve (b) noktaları üzerinde yoğunlaştıracağım. (a) Ulusal kurtuluş hareketinin dünya sosyalist dev­ riminin ayrılmaz bir parçası olarak değerlendiril­ mesi Birinci Kongre'de k o r u n a n aşırı «Avrupalı» bakış açısı ikincisinde de kısmen korundu. Batı'daki devri­ min gerilemesi karşısında, Lenin ve diğer Bolşevik li­ derler Asya'da gelişmekte olan anti-emperyalist kur­ tuluş savaşının Rusya'nın savunulması bakımından taşıdığı önemi» değerlendirmeye d a h a hazırdılar. Dev­ rimci coşku ile dolu ve sömürgeciliğin ülkelerini sü­ rüklediği katlanılmaz d u r u m u n farkında olan Asya ül­ kelerinin Komünistleri, kurtuluşlarının Londra ve Pa­ ris'teki işçiler iktidarı ele geçirene k a d a r beklemesi gerektiğini kabul edemiyorlardı. Dahası, bu Asyalı Ko­ münistlerin bazıları Batı'da bir proletarya devriminin gerçekleşmesi u m u d u n a pek' güvenmediklerini açıkça dile getirdiler. İçlerinde, teorik bakımdan en gelişmiş­ lerinden biri, Hintli Komünist M.N. Roy, bir ölçüde Ma314 oizm'i hatırlatan «Asyalı» bir bakış açısını savunu­ yordu. Yoldaş Roy, «Avrupa'daki devrimci hareketin kaderi, bütünüy­ le, Doğu'daki devrimin gidişatına bağlıdır fikrini sa­ vunuyor (Sömürge sorunu ve ulusal sorun üzerine kongre komisyonunun r a p o r u n d a n ) . Devrim Doğu ül­ kelerinde zafer kazanmadıkça Batı'daki Komünist ha­ reket hiçbir şey yapamaz... Bu nedenle, enerjimizi Do­ ğu'daki devrimci hareketin gelişmesine ve yükselme­ sine yöneltmemiz ve dünya Komünizminin kaderinin Komünizm'in Doğu'daki zaferine bağlı olduğunu temel tez olarak kabul etmemiz, esastır.» Roy bu görüşü, sömürgelerden sağladığı kaynak­ lar sayesinde Avrupa kapitalizminin Avrupa proletar­ yasına ekonomik tavizler verebilecek bir konumda ol­ duğu hipotezine dayandırıyordu. Kongre'ye sunduğu tezlerinde, «Avrupa işçi sınıfı,», diyordu, «bu k a y n a ğ a kesin olarak son verilmedikçe kapitalist düzeni yık­ mayı başaramayacak.» Lenin Roy'un fikirlerine karşı çıktı: «Yoldaş Roy Batı'nm kaderi, sadece, devrimci ha­ reketin Doğu ülkelerinde gelişme ve güçlenme dere­ cesine bağlıdır, derken, fazla ileri gidiyor. Hindistan'­ da proletaryanın beş milyon olmasına ve 37 milyon topraksız köylü bulunmasına rağmen, Hintli Komünist.ler ülkelerinde bir Komünist partisi kurmayı henüz başaramadılar. Tek başına bu gerçek Yoldaş Roy'ün görüşlerinin büyük ölçüde temelsiz olduğunu gösterir.» Bununla birlikte, Lenin ve İkinci Kongre, Batılı partilerden, İtalyan Serrati gibi bazı temsilcilerin di­ renişine r a ğ m e n Birinci Kongre çizgisini önemli ölçü­ de değiştirdiler. Roy'un yukardaki tezinin değişik bir formülasyonu kabul edildi: «Sömürgelerden sağlanan fazla k â r modern kapitalizmin başlıca dayanağıdır ve kapitalizm, bu fazla k â r kaynağından yoksun bırakıl­ madıkça Avrupa işçi sınıfının kapitalist düzeni yıkma­ sı kolay olmayacaktır» 7 5 . 315 îleri kapitalizm proletaryasının ve o n u n yapacağı sosyalist devrimin dünya devriminin anahtarını, sosyo­ ekonomik ve politik temelini, belirleyicisi u n s u r u n u oluşturduğu şeklindeki geleneksel Marksist anlayış­ t a n vazgeçmeksizin, İkinci Kongre, sömürge halkları­ nın kurtuluş mücadelesine dünya devrimci süreci için­ de ön safta, önemli bir rol verdi ve artık, herhangi bir sömürge devriminin zaferini metropollerdeki pro­ letaryanın zaferine bağımlı görmedi. Bu yeni çizgi da­ ha, sonraki yıllarda iyice güçlendirildi; ve d a h a önce belirttiğim gibi, Lenin, son yazılarında, Çin ve Hint halklarının ve diğer ezilen halkların Sovyet halkı ile birlikte insanlığın büyük çoğunluğunu oluşturduğunu ve bu nedenle dünya devriminin son çözümlemede ga­ ranti edildiğini bir görüş olarak ifade etti. Ne var ki, sosyalist d ü n y a devrimi süreci içinde sö­ mürge devrimine verilen bu olumlu rol Komintern'in teorik ve politik düşünce planında veya pratik faaliyet alanında gösterdiği çabalara yansımadı. «Avrupamerkezci» bakış açısı Komintern liderliğinde ve metropol ülkelerin Komünist partilerinde, z a m a n zaman sömür­ geci renklere bürünerek, devam etti. Üçüncü Kongre'de Roy şunları söylüyordu: «Raporumu sunmam için (Hindistan üzerine) ba^ na beş dakika verildi. Bu konuya bir saat bile yeter­ li olamayacağı için, bu beş dakikayı enerjik bir pro­ testoya ayırmak istiyorum. Bu Kongre'nin doğu soru-" n u n u ele alış tarzı saf anlamda oportünisttir ve d a h a çok bir İkinci Enternasyonal Kongresi'ne yakışır. Do­ ğulu delegelerin söylemelerine izin verilen birkaç cüm­ leden herhangi bir pratik sonuç çıkarmak kesinlikle 76 imkânsızdır» . Dördüncü Kongre'de, Doğu sorunları üzerine Lenin'le birlikte çalışan Safarov şöyle diyordu: «Komü­ nist Enternasyonal'in İkinci Kongresi'nin k a r a r l a r ı n a r a ğ m e n emperyalist ülkelerdeki Komünist partileri ulu­ sal sorunlar ve sömürge sorunları ile olağanüstü dere­ cede az ilgilendiler... Daha kötüsü, Komünizm bayra316 ğı proleter enternasyonalizmine yabancı ve d ü ş m a n şovenist fikirlerin gizlenmesi için kullanılmıştır'» 7 7 . Be­ şinci Kongre'de Japon Komünist Partisi'ni temsil eden Katayama, Zinovyev Doğu s o r u n u n a pek az değindiği için üzüntülerini bildiriyor ve şöyle diyordu: «Yoldaş Varga'nm raporu ve tezleri de yetersizdir. Avrupa ve Amerika dışındaki ülkelerin hiç birini hesaba katma­ maktadır...» (O sırada Komintern Başkanı olan Zi­ novyev Kongre'ye genel raporu, E. Varga ise dünya ekonomik d u r u m u üzerine r a p o r u sunmuştu.) Endo­ nezya Komünist Partisi delegesi S.emaun, Hollanda Ko­ münist Partisi'nin sömürge sorunlarıyla ilgilenmeme­ sinden şikâyet etti ve KEYK'e «sömürgelere d a h a faz la ilgi göstermesi» ni tavsiye etti. Meksika Komünist Partisi'nden Wolfe şöyle diyordu: «Avrupa proletar­ yasının dikkati, Latin Amerika halkları ile Komintern'­ in potansiyel olarak güçlü bir ittifaka sahip oldukları gerçeğine çekilmeli. Komünist Enternasyonal'in b u n u yeterince anlamadığı açıktı. «En ağır eleştiri Nguyen Ai Quoc (Ho Şi M i n h ) ' t a n geldi. Avrupa Komünist partilerini kolonilerin dünya devrimi için taşıdıkları önemi azımsamakla suçladı: «Devrim olanağı ve dev­ rimin gerçekleştirilmesi için kullanılacak araçlar tar­ tışılırken ve yaklaşan savaş için planınız hazırlanır­ ken, siz, İngiliz ve Fransız yoldaşlar ve siz, diğer par­ tilerden gelen yoldaşlar, bu olağanüstü önemli strate­ jik noktayı bütünüyle gözden kaçırdınız. Bu yüzden size bütün gücümle sesleniyorum: 'Dikkatli Olunuz!'» 7 8 Fakat İkinci Kongre'nin ulusal kurtuluş hareketi üzerine yaptığı yüksek değerlendirme aslında sadece Batılı Komünist liderlerin «Avrupalı» bakış açısı ile çatışma d u r u m u n d a değildi. Komintern'in «sömürge» politikası örgütün Avrupa'daki faaliyetinden çok Sov­ yet dış politikası ile ilgili kaygılardan etkilendi. Üçüncü Kongre bu bakımdan açık bir örnek oluş­ turuyordu. Sömürge sorununun tartışılması, Roy'un müdahalesinden aldığımız pasajda da görüleceği gi­ bi, pratik olarak bastırıldı. Zinovyev'in a n a raporu 317