T.C. BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI GÜVENLİK VE STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ İRAN’I ANLAMAK Araştırma, Analiz ve Projeksiyon Çalışması İSTANBUL Temmuz - 2009 İÇİNDEKİLER GİRİŞ ...................................................................................................... 2 1. İRAN’I ŞEKİLLENDİREN TEMEL DİNAMİKLER ........................... 3 Şiilik ................................................................................................... 4 İnanç Esasları ......................................................................................... 6 Siyasi Yansımaları .................................................................................. 9 İran’ın Günümüze Uzanan Tarihsel Süreci........................................... 12 2. İRAN İSLAM DEVRİMİ’NE GİDEN YOL VE SONRASI................... 25 İran’da İslami Rejim ve Yönetim ........................................................... 33 1989 Anayasası .................................................................................... 37 Üç Devlet Başkanı, Üç Farklı Anlayış ................................................... 41 İran’da Siyasi Yaşam ............................................................................ 49 3. 2009 SEÇİMLERİ VE İRAN DENKLEMİNİN OYUNCULARI........... 63 SONUÇ VE DEĞERLENDİRME .......................................................... 82 Neler Yaşandı, Nasıl Bir İran? .............................................................. 82 Devrimin ve Reformun Yapısını Anlamak............................................. 82 SON SÖZ.............................................................................................. 89 EK – 1 ................................................................................................. 92 KAYNAKÇA .......................................................................................... 98 İran’da genel seçimler sonrası başlayan kargaşa ve çatışmalarla ilgili merkezimizce hazırlanan ‘İran, NiçinNereye?’ başlıklı analiz bilgilerinize sunulmuştu. Araştırma çalışmamızın ‘değerlendirme’ bölümünde yer verdiğimiz İran’ın çok yakın geleceğine ilişkin projeksiyonlar geniş ölçüde doğrulanmış olmakla birlikte ‘İran’ı tarihsel süreç içinde içsel dinamikleri’ ve ‘politik figürleri’ temelinde irdeleyen referans kimliğinde bir ikinci analiz hazırlayarak ayrıca bilgilerinize sunmak istedik. İran’da kısa-orta ve uzun vadelerde yaşanması olası değişimler/gelişmelere ilişkin projeksiyonlara yer verilen çalışmamızın bu konularda düşünce ve yorum üretenlere bir katkısı olabilirse kendimizi mutlu sayacağız. Saygılarımızla.. Ercan Çitlioğlu Uluslararası Güvenlik ve Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı 1 GİRİŞ İran, salt 2009 seçimleri dolayısıyla değil, dünyanın en köklü tarihsel arkaplanı ile çok farklı coğrafi eksenlerde etkin biçimde var olduğu için de dikkatle incelenmesi gereken bir “vakıadır”. Bu nedenle, 2009 seçimlerinin yarattığı tabloyu, konjonktürel koşullara indirgeyerek yapılan analizler, işlevsellik bakımından çoğu zaman sonuçsuz kalacaktır. “Tarihsel süreç” olarak adlandırılan kavramın, söz konusu İran olunca; uluslararası ilişkilerin birçok araştırma sahasından daha büyük bir anlam ifade ettiği düşünülmektedir. Bu nedenle söz konusu ülke ve toplumun yakın gelecekte evrilebileceği nokta; belirtilen özel durum dikkate alınarak değerlendirilmelidir. İran’ı oluşturan dinamikleri anlamak için, dünyanın en eski yerleşim alanlarından biri olan bu ülkenin tarihsel süreci ve hakim inanç olan Şii İslam anlayışı göz ardı edilmemelidir. Zira, İslam Devrimi, rejimi değiştiren bir hareket olsa da; İran, tarihsel devamlılığı en fazla ve köklü politik yapılardan biridir. Bu nedenle, rejim değişse de; sosyo–politik dinamiklerde kökten bir değişim beklenmemelidir; çünkü kültürel antropoloji ve sosyoloji açısından, geçmişin tortularının toplum üzerindeki belirleyiciliği yadsınamaz boyutlardadır. Şii inancı, İran’ın tarihsel dinamiklerinden belki de en önemlisidir. Günümüz İran sosyo–politik ve sosyo–ekonomik ilişkileri ile İslam Devrimi’nin oluşturduğu rejim, özünde Şiilik’in genel karakteristiklerini taşıması bakımından büyük önem arz etmektedir. Belirtilen çerçevede, “İran’ı anlamak ve anlatmak” çabasının bir ürünü olan bu çalışma, “İran hakkında herşey” odağı esas alınarak konuya bütünsel bir bakış açısıyla yaklaşacaktır. Son bölümde, geleceğe ilişkin senaryo ve projeksiyonlara da yer verilecek; ayrıca kısa bir zaman çizelgesi “ek – 1” bölümünde bulunabilecektir. 2 BÖLÜM – 1 – İRAN’I ŞEKİLLENDİREN TEMEL DİNAMİKLER Şİİ İNANÇ ESASLARI VE TARİHSEL ARKA PLAN 3 ŞİİLİK Şiilik, İslam Dini’nin en büyük mezheplerinden biridir. İnanç esasları ve ibadet biçimleri İslam’ın en geniş kabul görmüş mezhebi sayılabilecek Sünnilik’e nazaran birçok farklılık barındıran Şiilik, salt demografik benimsenmiş olmakla olarak önemli kalmamış; aynı sayıdaki kitlelerce zamanda İslam coğrafyasına da büyük ölçüde yayılmıştır. İran, Şii mezhebinin resmi mezhep olarak tanındığı ülke iken (İran Anayasası, Madde 21), Irak’ta Şiiler demografik çoğunluğu oluşturmakta; Suriye, Türkiye, Afganistan, Pakistan, Yemen, Suudi Arabistan, Azerbaycan gibi birçok ülkede de Şii nüfus bulunmaktadır (Congressional Research Report, 2006). Şiilik bu yazıda üç ana başlık altında incelenecektir • Şii mezhebinin tarihsel gelişim süreci • İnanç esasları • Siyasi yansımaları Şİİ MEZHEBİNİN TARİHSEL SÜRECİ Öncelikle ‘Şii’ sözcüğünün etimolojik olarak anlamının açıklanması kavramsal bir kargaşa içine düşmemek açısından yerinde olacaktır. Gündelik jargonda ‘Hz. Ali taraftarlığı’ anlamında kullanılan Şiilik, Şia sözcüğünden türemiştir. Şia kelimesi 1 ‘taraflılar’, ‘yardımcılar’ anlamına gelmekte olup halifeliğin Hz. Ali’nin hakkı olduğuna inananlara ‘Şiat-ı Ali’, Hz. Ali’nin yandaşları denmiş ve bu kavram zamanla salt Şia sözcüğüne indirgenmiştir. Günümüzde ise Şia’dan gelme, Şia Mezhebi’ne ait olma, yani Hz. Ali yandaşlığı anlamında Şii kelimesi kullanılmaktadır2. Bu kapsamda çalışmamızda çokça geçecek olan ehl-i beyt kelimesinin de ‘ev halkı’ anlamına geldiği, bu kelimenin Hz. 1 2 www.osmanlicaturkce.com ‘şia’ www.tdk.org.tr ‘şii’ 4 Muhammed’in ev halkını ifade ettiği ve Şiiler’ e göre anılan ev halkının Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Muhammed’in de kızı olan eşi Fatıma ve oğulları Hasan ve Hüseyin’den oluştuğunun bilinmesinde yarar görülmektedir. Şiilik, temel olarak Hz. Muhammed’in ölümünden sonra halifenin kim olacağı tartışmasıyla ortaya çıkmaya başlamıştır. İbn Mace’ nin Mukaddime’sinde de geçen ‘Ben kimin efendisiysem, Ali de onun efendisidir.’ hadisine dayanarak Hz. Ali’nin halife olması gerektiğine inananlar önce Hz. Ebubekir’ in halife seçilmesine karşı çıkmışlar, daha sonra da Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın halife seçilmelerinde de bu tutumlarını devam ettirmişlerdir. Bazı kaynaklara göre bu tepkilerde, hilafet makamı özellikleri üzerine beliren inanç farklılıklarının yanı sıra, Buhari’nin de değindiği üzere Hz. Ebubekir zamanında Hz.Muhammed’in ölümü üzerine ortaya çıkan mirasın paylaşımı konusundaki sorunlar da İslam içindeki ayrılık sürecinde ateşleyici bir rol oynamıştır. Hz. Osman’ın öldürülmesi sonrası Hz. Ali’nin 656 yılında halifeliğe seçilmesi İslam Dini içerisinde bir iç savaşa neden olmuştur. Akrabası da olan Ümeyye oğullarından Halife Hz. Osman’ın ölümünden, Hz. Ali’yi sorumlu tutan Muaviye, Hz. Ali ile Hz. Ayşe tarafları arasında yaşanan Cemel Savaşı’na katılmamış; ancak, Hz. Ali’ye karşı mücadelesini sürdürmüştür (Sarıçam,1997). Ibnü’l-Esir’ in de eserinde bahsettiği gibi Hz. Ali ile Muaviye arasındaki Sıffin Savaşı’nda Muaviye hakeme başvurmayı önermiş Hz. Ali’nin onayını izleyen süreç Hz. Ali’nin halifelikten azli ve Muaviye’nin halife ilan edilmesiyle sonuçlanmıştır. En başından beri Hz. Ali’yi açıkça destekleyen Hariciler bu olay üzerine Hz. Ali’nin dine küfür ettiğini iddia etmiştir ve olaylar Hz. Ali’nin öldürülmesiyle noktalanmıştır. Bu olay sonucu İslam toplumunda Muaviye yanlıları, Hariciler ve Şiiler olarak üç grup belirmiştir. Ancak Hz. Muhammed’ in torunu da olan Hz. 5 Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin’in 680 yılında Kerbela’ da öldürülmesi bu ayrılığı, ‘düşman kardeşliğe’ dönüştürmüştür. İNANÇ ESASLARI Temel olarak Şiiler Kuran-ı Kerim’ e göre3 Hz. Ali’den başlamak üzere halifenin ehl-i beytten seçilmesi gerektiğini savunmuşlar, hatta İbn Hajar gibi kimi Sünni ulemanın da desteğini almışlardır. Sanılanın aksine Hz. Ali tek önder olarak kabul edilmemekte, tıpkı Sünni mezhebinde olduğu gibi Hz. Muhammed’ in Allah’ın elçisi ve peygamberi olduğuna inanılmakta; ancak Hz. Ali’nin ilk halife olduğu iddia edilmektedir4 çünkü Hz. Ali ehl-i beyttendir. Bu bağlamda Şii mezhebinde, Sünni mezhebinden farklı olarak, bir tür yoğun ve Hz. Ali üzerine odaklanmış bir ehl-i beyt sevgisi olduğu söylenebilir. Şii mezhebinin temel inançları; Hz. Ali’nin Hz. Muhammed’ den sonra insanların en erdemlisi ve en üstünü olduğu, halifeliğin kamu işi değil; tıpkı namaz, zekat veya oruç ibadetinde olduğu gibi halka bırakılamayacak dini bir görev olduğu, Hz. Muhammed’ in kendisinden sonra gelecek kişi olarak Hz. Ali’yi işaret ettiği, hilafetin Hz. Ali sonrasında oğulları ve torunları arasında sürmesi gerektiği, seçilmiş olan imamların tüm günahlardan korunmuş ve masum oldukları, Hz. Ali ve soyundan gelen imamlar hariç tüm halifelerin Hz. Ali takipçilerine zulüm ve haksızlık yapmış olduğudur. İbadet biçimi ve inanç esasları açısından Şiiler ile Sünniler arasındaki bilinen en yaygın farklılıklar namaz ve evlilik üzerinedir. Şiiler namazı bazı vakitleri birleştirerek üç vakit kılarlarken, Sünniler ise namazlarını beş vakit olarak kılmaktadırlar. Şii mezhebinde ‘Mut’a Nikahı’ da denilen geçici ve süreli evlilik caiz görülürken, Sünni mezhebi bunu kabul etmemektedir. Cuma namazı saatlerinin farklılığı, ezan içine ek sözler katılması Şiilik ile 3 Sünniliği ayrıştıran Kuran-ı Kerim 42:23 Ayetullah Matry Murtada Mutaharri, Islam and Iran: A Historical Study of Mutual Services, Al- Tawhid. 4 6 diğer uygulamalardandır. Şii inancında imamlar yer almaktadır. Bir kişinin imam sayılabilmesi için Hz. Ali ve eşi Fatıma’nın soyundan gelmesi gerekmektedir (Lewis,2007:106). Her mezhebe göre farklılaşsa da toplam 12 imam vardır. Bunlar sırasıyla: 1- Ali b. Ebu Talib 2- Hasan b. Ali 3- Hüseyin b. Ali 4- Ali b. El-Hüseyin 5- Muhammed el-Bakır b. Ali Zeynelabidin 6- Cafer es-Sadık b. Muhammed 7- Musa el-Kazım b. Cafer 8- Ali er-Rıza b. Musa 9- Muhammed et-Taki b. Ali 10- Ali en-Naki b. Muhammed 11- Hasan el-Askeri b. Ali en-Naki 12- Muhammed el-Mehdi b. Hasan el-Askeri’ dir Şii mezhebinde üzerinde ihtilaf olmayan tek imam Ali ibn Ebu Talib yani yukarıda belirtilen adıyla Hz. Ali’dir. Şii mezhebine ait kollardan günümüzde varlığını geniş kitleler içinde hala sürdürenleri, İmamilik (İmamiye), ki en yaygınları Caferilik ve İsmaililiktir; Zeydilik ve ülkemizde de yoğun olarak İç Anadolu’da, özellikle de Sivas-Tunceli hattı ve çevresinde hakim olan Alevilik ve Hatay-Adana-Mersin üçgeninde yaygın olan, Suriye’de ise iktidarda bulunan Nusayrilik’tir (Önder,2005: 114). İran İslam Cumhuriyeti’nin resmi mezhebi olan Şii kollarından İmamilik (İran Anayasası: Madde 12) Şii mezhebinin en büyük ve Zeydiyelik’ ten sonra en ılımlı koludur. Şii kaynaklar 7 bu kolu 6. imam Cafer-i Sadık’ ın yolundan giderek radikal görüşlerden sakınan kesim olarak tanımlamışken, Sünni kaynaklar ise Zeyd bin Ali’ye sırt çevirenler olarak tanımlamıştır. İmamilik’e göre başta Hz. Muhammed olmak üzere her imam (imamet yani halife anlamında) selefini atamak sorumluluğuna yetkili ve haizdir, Hz.Muhammed de hiç kuşkusuz kendinden sonrası için Hz. Ali’yi atamıştır. Bu günahlardan inanca göre koruduğunu Kuran-ı bunun Kerim, için de Allah’ın imamı imamın yasa oluşturmakta, önder olarak tam yetkili olduğunu söylemektedir5, bir başka anlatımla imamın buyruğu, Allah’ın buyruğudur ve bunlar da şeriatın bir parçasıdır. Bu yetkilendirmenin sebebi Allah’ın Hz. Muhammed’ e ve daha sonra gelen imamlara Şiiler’ i kıyamete kadar koruyacak olan bazı güçler verdiğine dair olan inançtır. Bu bağlamda ‘Takiyye’, her Şii’nin canını korumak, öteki mezheplere karşı siyasi hareketlerini gizlemek için başvurulan ve en az namaz, oruç kadar önemli kabul edilen temel bir ilkedir. Görüldüğü üzere İmamiyelik yol gösterici olan imamı bir nevi insan biçimsel yarı– Tanrısallık modeline sokmuştur. İlk altı imam üzerine İmamilik içinde bir tartışma bulunmamakla birlikte, 7. imamdan itibaren imamlığın kime devredileceği üzerine olan tartışmalar İmamilik’in de temel iki kola ayrılmasına neden olmuştur. Buna göre 6. İmam Cafer-i Sadık’ın beş oğlu arasından İsmail’in 7. İmam olduğuna inananlara İsmailiye (Yediciler), Musa Kasım’ı imam kabul edenlere ise İsnaaşeriye (On ikiciler) denmiştir, (en yaygını Caferilik’tir). On iki imam inanışına mensup olanlar son imamın kayıp olduğuna ve kıyamet yaklaştığında dönerek Şiiler’e önderlik yapacağına inanırlar. Yukarıda yapılan imam sıralamasında da 12 İmamlı İsnaaşeriye görüşü esas alınmıştır. 5 Kuran-ı Kerim 21:73 8 SİYASİ YANSIMALARI Görüldüğü üzere İslam’ın diğer mezheplerinde olduğu gibi Şiiler’de de temel ayrılık noktası siyasi bölünmeler olmuştur. Her ne kadar ibadet biçimlerinde ve inanç esaslarında farklılıklar olsa da Şiiler’i ‘taraf’ yapan politik olarak Hz. Ali yanlısı olmalarıdır. Tarihteki ilk büyük Şii devleti Fatımiler olmuştur. 909-1171 arasında 262 yıl boyunca hüküm sürmüş olan bu devlet İsmailiye mezhebine bağlıdır. Tunus’ta kurulduktan sonra hakimiyetini sadece Fas, Cezayir, Libya, Mısır, Lübnan gibi müslüman nüfus barındıran topraklarda değil, aynı zamanda Malta, Sicilya, Sardinya, Korsika gibi Hristiyan nüfusun yaşadığı yerlerde de sürdürmüş, İslam ile Hristiyanlık arasındaki temas noktalarından biri olan Kuzey Afrika ve Sicilya’da Hristiyanlarla köklü ticari ilişkilerde bulunmuşlardır (Lewis, 2007:109). Fatımi Devleti’ne müteakip, İran coğrafyasına mensup olan önce Safeviler, daha sonra ise Kaçarlar Şii mezhebinin en büyük temsilcilerinden olmuşlardır. Bu devletler Fatımilerin aksine on iki imam inancının bir kolu olan Caferiliği benimsemişlerdir. Özellikle Safevi döneminde, Osmanlı gibi Sünniliğin Hanefi koluna mensup bir imparatorlukla olan ilişkileri incelemek hem tarihsel açıdan hem de günümüz perspektifi için Sünni-Şii ilişkileri üzerine bir fikir verebilecektir. Osmanlı- Safevi ilişkileri Safeviler’in 1501’de Şah İsmail tarafından kurulduğu tarihten itibaren mücadele içerisinde geçmiştir. Özellikle Anadolu’da yaşayan Alevi nüfus nedeniyle Safeviler bu bölgeye ilgi duyarak, etki alanı oluşturmaya yönelik çeşitli faaliyetler yürütmüştür. II.Bayezit hükümdarlığı altında Trabzon Sancağı’nda görev yapan Şehzade Selim bu dönemde Safeviler ve Şiilikle mücadele etmiştir. Şehzade Selim’in tahta çıkmasıyla iki devlet arasında çoğu zaman ‘gerginlik’ olarak tanımlanabilecek olan ilişkiler, Çaldıran Savaşı ile sıcak çatışmaya dönmüştür. Bu savaş sonrasında Yavuz Sultan Selim Osmanlı topraklarından Şiilik tehlikesini uzaklaştırmış; 9 ancak bazı kaynaklara göre Anadolu’da yaşayan 40.000 Alevi’nin de katline neden olmuştur. Şii mezhebinin günümüzde devlet düzeyinde tek temsilcisi İran İslam Cumhuriyeti’dir. Belirtildiği üzere, İran on iki imamlı Caferi öğretisini benimsemiştir (İran Anayasası:Madde 12). Nüfusunun %90’a yakını Şii olan İran’ın dini lideri, ‘Velayete Fakih’ makamının temsilcisidir (Humeyni, 2002). Yukarıda da değinildiği üzere bu kavram ‘yasama’ yetkisine de vekalet edildiği anlamına gelmekte, bir diğer deyişle, İran dini liderini yaşayan bir şeriat uygulayıcısına dönüştürmektedir. Salman Rüştü6 vakası da herhalde Şii mezhebine göre İslam’ın şartlarından olan ‘Cihat’ ın İran dini lideri elinde ne kadar büyük bir güç haline dönüşebileceğinin göstergesi niteliğindedir. Bu noktada Şii inancında ‘dini liderlik’ makamı hususunu daha ayrıntılı açıklamak yararlı olacaktır. “Allah’ın vekili” sayılan İran dini lideri aynı zamanda en üst seviyedeki ayetullah (merci-i taklid) sıfatına sahiptir. Bu makam Şii inancında fetva verebilmenin koşuludur ve kendisine bağlı insanların dinde kesinliği olmayan hükümler konusundaki hareketlerinden kendisinin taklit edilmesi nedeniyle sorumludur (Keskin, 2007:89). Bu konuma dindarlığının gelebilmek, onaylanması ulema ve ve Şii talebeleri fıkhı tarafından üzerindeki üstün uzmanlığının kabulüne dayanmaktadır (Fığlalı,2007:210). Kişinin bu makama gelene kadar zorlu aşamalardan geçmesi gerekmektedir. Arapça, mantık, belagat, İslami bilimler ve Caferi fıkhı öğrenilmelidir. Kabiliyetli olduğuna kanaat getirilenler Şii hadis, tefsir ve fıkhını detaylı olarak öğrenmektedirler. Bu eğitimle birlikte Kur’an ve sünnetten hüküm çıkarma düzeyine ulaşanlar ‘müctehid’ makamına yükselmektedirler. Bahsi geçen aşamaların başarıyla geçilmesi itibariyle taraftar toplamaları ve talebe 6 1988 yılında yazdığı ‘Şeytanın Ayetleri’ adlı kitap nedeniyle İslam dünyasının tepkisini çekmiş ve dönemin İran lideri Büyük Ayetullah Humeyni tarafından öldürülmesi için fetva verilen Hint asıllı İngiliz yazar. 10 durumlarına göre sırayla öce ‘Huccet-ül İslam’, sonra ‘Ayetullah’ ve nihayet ‘Büyük Ayetullah’ (Ayetullah el-Uzma) sıfatlarını hak ederler (Fığlalı, 2007: 215). Toplam Şii nüfusunun, dünya genelinde müslüman demografik yapının %10-15 kadarını oluşturduğu tahmin edilmektedir (Congressional Research Report, 2006) ki bu da bir milyar üç yüz milyon nüfusluk müslüman demografinin yüz otuz milyon kadarını oluşturdukları anlamına gelmektedir (Keskin, 2007: 95). Dünya üzerindeki Şii dağılımı da Congressional Research Service’ in 24.01.2006 raporuna göre aşağıdaki gibidir: Şii demografinin İslam Dünyası’ndaki %10 – 15’lik oranı ilk bakışta bir dezavantaj gibi görünse de; İran’a sağlayabileceği temel jeopolitik avantaj, İslam coğrafyasının hemen her yerine dağılmış olmasıdır. Özellikle Orta Doğu’da, “Şii Uyanışı” olarak adlandırılan sürecin, Körfez ülkeleri yönetimlerinin üzerinde yarattığı panik havasının, söz konusu nedenden kaynaklandığı düşünülmektedir. Zira, Şii Uyanışı olarak adlandırılan süreç, jeopolitik ve sosyo – politik dinamiklerden ötürü hızlı bir domino 11 etkisi oluşturabilecek mahiyettedir. Bu nedenle İran’ın Şii demografiyi dış politik bir avantaj ve müdahale zemini olarak algılaması kaçınılmaz görünmektedir. Özellikle 2003 Irak müdahalesi sonrasında yaşanan çatışmalar, “Arap” etnisite temelindeki kimlik tanımlamalarının, yerini mezhepsel ayrılıklara bırakabildiğini gösteren bir dönemi işaret etmektedir. Dolayısıyla, “Şii” kimliği politik bir olgu ve birçok ülkede; statükoya karşı direnişin sembolü haline gelebilmektedir. Bu duruma; Pasdaran’ın ülke toprakları dışında paramiliter aktivite örgütleme hususundaki performansı da eklenince; tehdidin kaynağı salt retorik bir alana sıkışmamakta; aktüel bir gerçekliğe dönüşmektedir. Belirtilenlerin ardından bu kez İran’ın tarihsel dinamikleri üzerine durulacaktır. Böylelikle; İran’ın kültürel, antropolojik ve sosyolojik tortularının günümüze bıraktığı yansımalar aktarılmaya çalışılacaktır. İRAN’ IN GÜNÜMÜZE UZANAN TARİHSEL SÜRECİ Tarihsel perspektiften yoksun analizler ile İran incelendiğinde Hamas’a, Lübnan Hizbullahı’na verilen paramiliter destek ya da Taliban ile mücadeleden Hazara Toplumu’na duyulan politik ilgiye kadar birçok faaliyet; Tahran’ın revizyonist tutumu ile açıklanabilir. Oysa İran’ın bügün gerçekleştirdiği hemen tüm örtülü operasyon, güç projeksiyonu ve vekaleten savaş sahası; İran tarihinin bizatihi kendisine sahne olan coğrafyadır. Başka bir anlatımla, günümüz İran jeopolitik etki ekseni ile “İran Tarihi” olarak adlandırdığımız olgunun yakından ilgisi vardır. Zira İran Tarihi olarak adlandırılan dönemin sınırları günümüz İran’ının da “yaşam alanını” oluşturmaktadır. “İran Tarihi”; batıda Fırat Nehri, doğuda İndus ve Seyhun Nehri, kuzeyde Kafkasya, Hazar Denizi ve Aral Gölü, güneyde ise Basra Körfezi ve Umman Denizi arasında kalan bölgede yaşanan 12 olayları kapsamaktadır günümüzde İran, (Encyclopaedia Azerbaycan, Iranica). Afganistan, Bu bölge Türkmenistan, Tacikistan, Özbekistan, Türkiye’nin doğusu, Irak ve Pakistan’ın bazı bölgeleriyle sınırlanmıştır. Hakimiyeti bu coğrafya içinde gerçekleşmiş olan İran Tarihi altı temel dönemde incelenebilir: • Erken Dönem (M.Ö. 3200; M.Ö. 625) • İslamiyet Öncesi Dönem (M.Ö. 625; M.S. 651) • Ortaçağ’ da İran (651; 1501) • Erken Modern Dönem (1501; 1925) • Geç Modern Dönem (1921; 1979) • İran İslam Cumhuriyeti (1979- ...) ERKEN DÖNEM İran Platosu’nda bulunan birçok kalıntı, bu bölgede İranlı kabilelerin göçlerinden önce de bazı medeniyetler olduğuna dair kanıtlar barındırmaktadır ancak ilk önemli İran medeniyeti Mezopotamya’nın doğusunda yaklaşık olarak M.Ö. 3000’lerde ortaya çıkan Elamlılar olmuştur (Iran Daily,Panorama;03.03.2007). M.Ö. 9 ve 10. yy.’ larda Modern İranlıların atası olan Aryan kabileleri, bugünkü Ukrayna’nın doğusu ve Rusya’nın güneyinden İran Platosu’na gelmişlerdir. Milattan önceki bu son milenyumda bölgede bulunan Medler, Persler, Bakrialılar ve Partlar’ın, demografik yapının büyük kısmını oluşturduğu anlaşılmaktadır. İSLAMİYET ÖNCESİ DÖNEM Bölgede vermesiyle M.Ö. yaklaşık 646’da otuz yıl Asurlular’ın sürecek Elamlılar’a Asur son dominasyonu başlamıştır. M.Ö. 612’ de ise Medler Asurlulara üstünlük sağlayarak hakimiyetlerini pekiştirmişlerdir. M.Ö. 550’lere gelindiğinde ilk bilinen insan hakları bildirgesinin sahibi olan Büyük 13 Sirus önderliğinde Ahamenişler, Medler ve Persler’ den oluşan bir imparatorluk kurarak yaklaşık üç yüz sene boyunca bölgeye hükmetmişlerdir. Özellikle Sirus döneminde Lidya ve Babil’in işgali ile Mısır’daki kazanımlar, bu imparatorluğu İran Tarihi’nde önemli bir yere taşımıştır. M.Ö. 5. yy.’ da Büyük Darius’un krallığıyla birlikte Pers İmparatorluğu tarihin en büyük imparatorluklarından biri olmuştur. Darius döneminde askeri ve ticari amaçlarla biri Suşa’dan Mezapotamya’ya, diğeri ise Babil’de Hindistan’a uzanan ‘Şahi’ adı verilen iki büyük yol yapılmış, ‘Satrap’lar7 birbirlerine bağlanmıştır8. Bu yüzyıl içinde Yunanlılar’ la yapılan iki büyük savaş sonucunda alınan yenilgiler ve M.Ö. 4.yy.’ da Mısır’daki başarısızlıklar, Pers İmparatorluğu’nun çöküş dönemine girmesine neden olmuştur. M.Ö. 331 yılında Büyük İskender’ in Gaugamela’ da Persler’i hezimete uğratması sonucu İran coğrafyasında Helenistik dönem başlamıştır. İskender’in ölümü üzerine komutanları arasında paylaşılan topraklardan bazıları M.Ö. 3. yy.’ da Partlılar tarafından bir araya getirilerek tekrar kökeni İranlı bir topluluğun eline geçmiştir. Part İmparatorluğu’nun hükmü beş yüz yıl boyunca sürmüş, M.S. 224’ te tebalarından bir grup olan Sasaniler tarafından sonlandırılmıştır. Sasani hakimiyeti, İran uygarlığı için çok önemli ilerlemelerin kaydedildiği geç antik dönemi kapsayan bir süreçte meydana gelmiştir. Bu dönemde komşuları Romalılar ve Bizanslılar’ la büyük ve uzun soluklu mücadelelere girilmiş, bu mücadeleler Mezopotamya, Ermenistan ve Levant (günümüzde Lübnan) üzerinde söz sahibi olabilmek için yapılmıştır. Yorgun imparatorluk, güneyinde yükselen İslam güçlerinin 630’ lu yıllarda 7 Darius’ un imparatorluğunu yaklaşık 20 parçaya bölerek başına güçlü yöneticiler atadığı küçük devletlere verilen ad. 8 www.iran.ir 14 başlayan akınlarına çok dayanamamış ve 651 yılında yıkılmıştır. Bölge ise, 632 yılında El- Kadisiye Savaşı’nda İslam güçlerinin zaferi üzerine İslam’ın yayılmasına elverişli hale gelmiş ve İran’ın günümüzde de devam eden İslam ile olan birlikteliğinin başlangıcı olmuştur. ORTAÇAĞ’ DA İRAN İslami işgaller dönemi İran’da temel olarak iki geleneği kırmıştır: İran kültürünün tekeli ve bölgenin yaygın dini olan, İran kültüründe de önemli yer tutan Zerdüştlük9. Ancak İran coğrafyasında da hüküm süren Emeviler İran uygarlığından çokça etkilenmişler, yani süreç İran kültürünün çöküşüne değil; aksine, gerek idari, gerek mali konularda İran kültürünün Arap kültürü ile kaynaşmasına neden olmuştur. İslam İmparatorluğu’ nun ilk döneminde kullanılan paraların Sasani altınları olması bunun en çarpıcı örneklerinden biridir (numismatic.orgAmerican Numismatic Society,Early Islamic Coins;15-16-17-18-19-20-21) . Emeviler döneminde hakim paradigma olduğu bilinen Arap milliyetçiliği, İran halkında hoşnutsuzluğa sebep olmuştur. Zira İranlılar da diğer Müslüman olduğu halde Arap olmayan toplumlar gibi Emeviler tarafından ‘Mavali’ olarak tanımlanmış ve ikinci sınıf insanlar olarak görülmüştür. Emeviler zamanında var olan ‘Şii’ karşıtlığı da İran’daki bazı gruplar üzerinde olumsuz etkiler yapmıştır. 743 yılında Emevi halifesi Abdülmelik’ in ölmesiyle birlikte İran coğrafyası da, tıpkı tüm Müslüman coğrafyası gibi, bir iç savaş dönemine girmiştir. 747 yılında, azad edilmiş Pers bir köle 9 Yaklaşık 3.500 yıl önce Zerdüşt tarafından İran'da kurulmuştur. MÖ 600 ve MS 650 yılları arasında Pers İmparatorluğu'nun resmi dini olmuştur.İranlılar’ın müslümanlıktan önceki dini olarak bilinmektedir. Zerdüştçülük, tek tanrı olan Ahura Mazda inanışını öğretmektedir; en önemli özelliği, en eski tek tanrılı din olarak kabul edilmesidir. Günümüzde Zerdüştçülük’e dünya çapında inananların sayısının 250,000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Zerdüştiler Batılı kültürlerde sanıldığı gibi ateşe tapmazlar. Zerdüştiler dünyada bulunan elementlerin saf olduğuna ve ateşin tanrının ışığı veya irfanı olduğuna inanırlar. 15 olan Ebu Müslim Horasani önderliğinde Emeviler’e karşı başlatılan isyan giderek yayılmış, 749 yılında Kufe’deki askerler tarafından halife ilan edilmiş mezhep lideri Ebul Abbas’ın 750 yılında yıkılan Emevi Hanedanlığı’nın yerine geçmesiyle Abbasi hükümranlığı başlamıştır (Lewis, Ortadoğu; 2007, 96). Abbasiler’in ilk değişikliği, başkenti Şam’dan Irak sınırları içerisine taşımak olmuştur; ki bu bölge yıllarca Pers kültürü ve tarihinden bilfiil etkilenmiştir. Abbasiler dönemi, İslam’ın İran kültüründen esinlenme açısından zirve yaptığı dönemlerden biri olmuştur. Gerek başkent değişikliği, gerekse Arap aristokrasisinin yerini alan Pers bürokrasisi buna neden olmuştur. Zamanla Abbasi halifesinin gücü ve etkisinin azalmasıyla İran coğrafyası diye tanımlanan bölgede hakim birçok farklı güç merkezinin belirdiği görülmüştür. 9.yy’dan itibaren Tahiriler Horasan’da, Saffariler Sistan’da, Samaniler ise Buhara’da etkili hale gelmişlerdir. Bu dönem İran’ın yeniden bağımsız olma yönünde kıpırdanmaya başladığı bir sürece eşlik etmiştir. Her ne kadar Abbasiler ismen varlıklarını 1258’deki Moğol işgaline kadar devam ettirmiş olsalar da bölge çoğunlukla Selçuklular ve Gazneliler’in etkisi altında kalmıştır. Bu dönemde İranlı bürokratlar, bölgede hüküm süren devletler içinde önemli görevler almışlar, Sasani metinleri Arapçaya çevrilmiş, Sasani saray protokolü ve idari yapılanması adapte edilmiştir (Lewis, Ortadoğu; 2007, 100-101). Kitlelerin mensup olduğu mezhepler açısından bakılacak olursa, dönemin İran’ı bugünün aksine %90’ lara varan oranlarda Sünni’dir10. Bu olgu, ‘Erken Modern Dönem’ içinde göreceğimiz Safeviler’ e kadar böyle sürecektir. Ancak Safeviler’in iktidara gelişiyle İran coğrafyasında Şiilik’in ana mezhep olarak yükselişi görülecektir. Safevilere kadar olan dönemde İran coğrafyası, salt bir gücün mutlak egemenliği içinde kalmamış; siyasi olarak istikrarsız bir dönem geçirmiş olarak kabul edilebilir. Bölge 10 Ayetullah Murtada Mutahhari 16 üzerindeki hakimiyet çoğunlukla Moğol ve Türk kökenli devletlerin elinde olmuş; Timur, Karakoyunlular ve Akkoyunlular da bu dönem içerisinde hüküm sürmüşlerdir. ERKEN MODERN DÖNEM Safevi Hanedanlığı birçok tarihçinin perspektifinden İran’ın modern görülmektedir. devlete Safevi geçiş Ailesi sürecinde ilk üyelerinden adım birinin olarak İran’ın kuzeybatısında Türkçe konuşulan bölgesi Azerbaycan’da kurduğu Safevi tarikatı geniş kitleler içinde yayılarak Anadolu ve Suriye’ ye kadar uzanmış, tarikat şeyhleri önderliğinde Kafkas Hristiyanları’na karşı seferler düzenlenmiştir. Bu aşiretlerden Türk olanlar Safevi tarikatını desteklediklerini göstermek için başlarına sardıkları kırmızı sarıklar nedeniyle ‘kızılbaş’ olarak adlandırılmışlardır. Bu dönemde, hem İran coğrafyasının bugününe temel olacak inanç esaslarından ‘Alevilik’ ve 17. yy.’ dan itibaren de ‘Şiilik’ in yaygınlaşması gerçekleşmiş, hem de modern ulusdevlete giden yolun temelleri atılmaya başlanmıştır. Şah İsmail tarafından kurulan ve 1587-1629 yılları arasında tahtta bulunan Şah Abbas zamanında en güçlü dönemini yaşayan, Türk kökenli bu hanedanlık komşusu olan bir diğer Türk imparatorluğu Osmanlılar’la da mücadele içerisine girmiştir (Önder, 2005: 113). Özellikle Anadolu’ daki Alevileri kışkırtma ihtimali, Osmanlılarca bir tehdit olarak görülmüş, Yavuz Sultan Selim zamanında bu nedenle birçok kez karşı karşıya gelinmiştir; ki bunlardan en bilineni Osmanlı zaferiyle sonuçlanan Çaldıran Savaşı’ dır. Günümüz İran’ının batı komşusu olan Osmanlılar ve devamında da Türkiye ile sınırları temel olarak 1639 yılındaki Kasr-ı Şirin Antlaşması’yla belirlenmiş, sınırın tam olarak çizilmesi ise ‘Geç Modern Dönem’ de ele alınacak Rıza Şah döneminde 1937 yılında gerçekleşmiştir (Oran [ed]; 2001,363). Safevi Hanedanlığı varlığı boyunca sadece Osmanlılar’la değil, Portekiz Donanması ve Özbek Kabileleri ile de mücadele içine girmiştir. 17 Özellikle Afganistan’da yaşanan mücadele, günümüz dinamiklerinin yeni olmadığını göstermesi bakımından önem arz etmektedir. 18. yy. başında Kandahar’da çıkan isyanda Safevi Ordusu başarısızlığa uğramış ve Afganlar, Safevi Hanedanlığı’nı İsfahan’a kadar ilerleyerek yıkmışlardır. 1735'te Nadir Şah İran'ın kontrolünü ele geçirerek Afganlar’ı püskürtmüş ve Afşar Hanedanlığı tahta çıkmıştır. Uzun zaman hüküm süremeyen Afşarlar’ ı, 1794 yılına kadar yaklaşık 40 yıl tahtta kalan Zend Hanedanlığı takip etmiştir. Kaçar Hanedanlığı boyunca (1794-1925) başkent olarak günümüzde de başkent olan Tahran kullanılmıştır. Bu dönemde Kaçarlar, Rus- İran Savaşları nedeniyle Rusya ve İngiltere ile imzaladığı Gülistan ve Türkmençay Antlaşmaları sonucunda ülke topraklarının yarısına yakınını kaybetmiştir. Bu dönemin İran’ına, Büyük Britanya- Rusya emelleri arasında varlığını sürdürmeye çalışan bir ülke olarak bakılabilir. 19 ve 20. yy.’ larda İran, anayasal tartışmaların yaşandığı yeni bir döneme adım atmıştır. Hanedan her ne kadar uzun süre ayak diretmiş olsa da 1906 yılında, Hanedanlık’ın da egemenliğini sürdürdüğü meşruti monarşiye dayanan bir dönem başlamış ve ilk meclis açılmıştır. 1908 yılında Büyük Britanya tarafından Kuzistan bölgesinde bulunan petrol, anılan ülkenin bölgeye olan ilgisini arttırmış ve İran’ın kaderi Rusya- İngiltere arasında 1907 yılında imzalanan, ‘Büyük Oyun’ diye de tanımlanan antlaşmaya bırakılmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında İran her ne kadar tarafsız kalmış da olsa, Rusya ve Büyük Britanya tarafından işgal edilmiştir. Bu dönemde İran’ın tamamen yabancı devletler kontrolüne girdiğini söylemek yanlıştır zira her ne kadar ülke işgal altında da olsa Ahmed Şah, Tahran’daki sarayında egemenliğini devam ettirmektedir. Ruslar’ın iç dinamikleri gereği (Ekim Devrimi) imzaladıkları, Brest- Litovsk Antlaşması sonucu savaştan çekilmesi üzerine İngilizler İran’ı himaye altına almış; fakat bu 18 himaye başarısız olmuş ve uzun sürmemiştir. Anayasal hareketlerden dolayı gücünü iyice yitiren Kaçar Hanedanlığı, aktif olarak bu akımın içinde bulunan ve darbeler döneminde güç kazanan köylü bir Fars ailesinin çocuğu olan ve Kazak Tugayı’nda subaylık yapmış Rıza Han tarafından 1925’ te sonlandırılmıştır (Oran [ed],2001). Rıza Han, önce meclis ve İran yönetimi üzerinde etkili olmuştur. 1921 yılında Şah’ı genç sivil reformcu Seyyid Ziya Tabatabai’yi başbakan olarak atamaya zorlamış, kendisi de ordu komutanlığını üstlenmiştir. 1923’ te başbakanlık makamına geçen Rıza Han 1925’ te kral olarak Şah unvanını almış, Rıza Şah Pehlevi olarak anılmaya başlanmıştır. GEÇ MODERN DÖNEM Rıza Şah Pehlevi 1925-1941 yılları arasında iktidarda kalmıştır. Bu süreç içerisinde milliyetçi, anti-komünist, reformist ve seküler bir yönetim tarzı belirlemiştir. Kurduğu hanedana koyduğu ‘Pehlevi’ adı eski Pers kabilelerinden birinin adıdır. Bu durum Şah’ın milliyetçi tutumunun en açık göstergelerinden biri olarak kabul edilmektedir. Rıza Şah Pehlevi iktidarda kaldığı süre içerisinde batıdaki komşusu Mustafa Kemal liderliğindeki Türkiye ile yalnızca iyi ilişkiler kurmaya çalışmakla kalmamış, Kemalist Türkiye’yi ülkesi için bir model olarak da görmüştür. Bu bağlamda Şah ilk yurtdışı gezisini 1934’te Türkiye’ye yapmış, yine aynı yıl içinde Milletler Cemiyeti Konseyi adaylığından Türkiye lehine çekilmiş, Mustafa Kemal’ in ölümü üzerine Saray’da bir ay yas ilan edilmiştir (Oran [ed], 2001: 357-359). Rıza Şah döneminde Türkiye ile İran arasında 1926’da ‘Dostluk-Güvenlik Antlaşması ve 1937 yılında bölge ülkelerinden Irak ve Afganistan’ ın da katılımıyla bir tarafsızlık ve saldırmazlık antlaşması olan ‘Sadabad Paktı’ imzalanmıştır (Oran [ed], 2001: 360-368). Şah’ın II. Dünya Savaşı’nın ortasında devrilmesiyle 19 yerine oğlu Muhammed Rıza Şah Pehlevi tahta çıkmıştır11. II. Dünya Savaşı, tıpkı birincisinde olduğu gibi İran’ın Rus (SSCB) ve İngilizlerce işgaline sahne olmuştur. Müttefiklerin Rıza Şah’ın Alman yanlısı olduğuna dair inancı, savaşın kaderi açısından hayati bir önem arz eden petrolü koruma amacıyla ülkesinin işgale uğramasına neden olmuştur. Şah tahttan indirilerek Güney Afrika’ya sürgüne gönderilmiş, yerine ise İngiliz yanlısı olarak bilinen oğlu Muhammed Rıza Şah Pehlevi getirilmiştir. 1943 yılında Tahran Konferansı’nda müttefik ülkeler savaş sonrası için İran’ın bağımsızlığını Tahran Deklarasyonu ile garanti altına almışlarsa da; bu antlaşmaya rağmen Sovyetler, İran’ın kuzeybatısından çıkmak bir yana, bölgede sosyalist nitelikli iki özerk cumhuriyet kurdurarak etkinliğini pekiştirmiştir. Sovyetler Birliği İran’dan 1946 yılında petrol yatakları işletmesine dair imtiyazlar elde ederek işgali sonlandırmış ama ABD’ nin İran yanlısı açık tutumu üzerine bu imtiyazlar resmiyet kazanmamıştır. Muhammed Rıza Şah Pehlevi dönemi İran’ın batıya en açık dönemlerinden biri olmuştur. Bu dönemde özellikle ABD ile yakınlaşan İran, bölge liderliğinde de Türkiye ile amansız bir rekabet içine girmiştir. Bu dönemde İran içinde birçok iktidar değişimi de meydana gelmiştir. Sadece 1951’e kadar olan dönemde tam 6 başbakan değişmiş ve bu tarihte Başbakanlık makamına gelen Musaddık’ın, arkasına komünist Tudeh Partisi ve Şii ulemayı da alarak İran petrolünü millileştirmesi bir krize neden olmuştur. Başarısız bir kaç darbe denemesinin üzerine 1953 yılında CIA tarafından MI6 destekli organize edilmiş olan “Ajax Operasyonu”, emekli General Fazlullah Zahidi’ nin Musaddık’ı devirmesine neden olmuştur. Bu dönemden itibaren İran, İslam Devrimi’ne kadar Şah’ ın mutlak kontrolünde kalmıştır. 1955 yılında 11 Bağdat Paktı ve müteakiben www.iran.ir 20 devamı niteliğindeki CENTO’ya imza atarak batı dünyasıyla da yakınlaştığını gösteren İran, 1962’de Şah’ın ekonomik, sosyal ve idari alanlardaki reformlarına sahne olmuş, bunların en tartışılanını ‘Ak Devrim’ olarak da adlandırılan toprak reformu oluşturmuştur. ‘Ak Devrim’ in Şii ulemanın mülkiyetinde olan vakıf mallarına el koyması, ekonomik alanda ‘Çarşı’ adı verilen esnaf-tüccarın etkisini azaltmak amacıyla yabancı sermaye yatırımlarını teşvik etmesi, genel olarak reformların başarısızlığı ve batılı politikalar, halk ve Şii ulemanın muhalefetlerini arttırmalarına neden olmuştur. 1963 Haziran’ında Büyük Ayetullah Humeyni’nin de başı çektiği birçok ayaklanma meydana açıklamalarından gelmiş, dolayı idam Humeyni, cezasına Şah’ı hedef çarptırılmış alan ancak ulemanın direnişi üzerine infaz edilmek yerine 18 ay boyunca tutuklu kalmış, daha sonra önce Türkiye, Irak ve en nihayetinde Fransa’ ya sürgüne gönderilmiştir. Ekonomik olarak hedeflenen kalkınmanın gerçekleşmemesi ve halkın refah seviyesinin düşüklüğü, iç politikada Şah’a yönelen tepkileri her geçen gün arttırmıştır. Dış politikada ise 1970’ lerde yükselen petrol fiyatlarıyla artan gelirler İran ordusunun modernizasyonun finanse edilmesini sağlayarak, İran’ın bölgede, özellikle de Basra Körfezi’nde, ABD’nin de desteklediği bir güç olarak sivrilmesine neden olmuştur. Bu dönemde imzalanan uluslararası antlaşmalar, İran’ ın bölgede başat güç olarak belirdiğini ve komşularıyla ilişkilerini göreceli olarak düzelttiğini ortaya koymaktadır (Oran [ed], 2001:802-803). İRAN İSLAM CUMHURİYETİ İslam Devrimi’ne giden gelişmelerin tohumları 1978’de büyük halk gösterileri ile atılmıştır. Grevler ve gösteriler giderek yoğunlaşarak ekonomiyi felç edince Şah çareyi Ocak 1979’ da ülkeyi terk etmekte bulmuştur. 1 Şubat 1979 günü sürgünde bulunduğu Paris’ten Tahran’a gelen Büyük Ayetullah Humeyni sadece siyasi değil dini bir lider olarak da kabul edilmiştir. Şah yanlıları ile devrimciler arasındaki mücadele çok uzun sürmemiş 21 ve 11 Şubat’ta devrim taraftarları mücadelelerini zaferle noktalamışlardır. 1 Nisan’ da ise İran İslam Cumhuriyeti’i ilan edilmiş; böylece Pehlevi Hanedanlığı da tarihe İran adına son monarşi olarak geçmiştir. Aralık 1979’ da Humeyni ülkenin dini lideri olarak seçilmiş ve İran’da teokratik dönem başlamıştır. Devrimin dinamiklerine bakıldığında devrime neden olarak ekonomik geri kalmışlık, batılı reformlara ulemadan gelen tepkiler ve otokrasiye olan ortak nefret gösterilebilir. Ekonomik olarak her ne kadar 1970’lerde yükselen petrol fiyatlarıyla birlikte İran’ın petrol gelirlerinin artması İran için önemli bir şans oluştursa da, bu refahın halka yansıtılamaması, zenginfakir arasındaki gelir uçurumunun gün geçtikçe derinleşmesi ve petrol gelirlerinin azımsanamayacak kısmının da askeri modernleşme ve başarısız reformlara gitmesi Şah’a karşı tepkilere neden olmuş, bu tepkilerin bir parçası olan büyük grevler ekonomiyi bir kısır döngüye sokmuştur. Humeyni’nin oynadığı en önemli rol ise muhalefeti birleştirmesi, Şah’a karşı tek cephe oluşturarak eleştirileri ustalıkla ve kurnazlıkla Şah’a yönlendirmesi olmuştur. Devrimden sonra da Humeyni yandaşları dışındaki fraksiyonlar başarıyla tasfiye edilmiştir. Dini kanattaki İslami cumhuriyete karşı olan, mehdi gelmeden bahsi geçen idari yapının kurulamayacağına dair endişe taşıyan İslami gruplar Humeyni’nin fetvalarıyla (içtihad) pasifize edilmiş, sol örgütlenmeler ve siyasi haklar isteyen gruplar ise beklediklerini bulamamışlardır. Bahailerin tutuklanması, komünist Tudeh Partisi’nin kapatılması yukarıda belirtilenlere örnek teşkil etmektedir. Ağustos 1979’ da İslami Cumhuriyet Partisi içindeki din adamlarınca kurulan ‘Devrim Muhafızları’ bu geçiş döneminde aktif rol oynamış, parti içindeki din adamları da meclisteki çoğunluğu ele geçirerek halkın %99 onayıyla İslami Anayasa’nın kabulü ve Humeyni’nin başa geçmesinde etkin olmuşlardır. 22 Devrimden sonra, devrimin sürekliliği bakımından iki etmenin kilit role sahip olduğu düşünülmektedir. Bunlardan biri İran - Irak savaşı; diğeri ise batılı güçler karşısında İran’ın kendisini konumlandırma yöntemidir. İki ülke arasında Şah zamanından beri süregelen sınır çatışmaları, İran İslam Devrimi’nden sonra Şii lider Humeyni’nin başa gelmesi ile farklı bir boyuta taşınmıştır. Artık sadece I. Dünya Savaşı’ ndan miras kalan sınır uyuşmazlığı değil, aynı zamanda İslam Devrimi’nin Irak’taki Şii çoğunluğu kışkırtabileceğine dair çekinceler, İran’ın ağırlığını iç siyasete vermesi ve devrim dinamikleri nedeniyle ABD desteğinden yoksun kalması, örneğin Amerikan Büyükelçiliği işgali, Irak Devlet Başkanı Saddam’ı Arap toprakları sayılan Huzistan’a saldırmaya teşvik etmiştir. Savaş 1980 - 1988 yılları arasında sürmüş, her iki taraftan toplam yaklaşık olarak bir milyon kişinin hayatına mal olmuş; neticede savaşın mutlak bir galibi çıkmamıştır. Buna rağmen, savaş İran açısından birleştirici bir rol oynamış; devrim, savaş boyunca süreklilik kazanma fırsatı bulmuştur. Özellikle Güney Azerbaycan’da kapsamlı ve milliyetçi–ayrılıkçı vatanseverlik odaklı hareketlerin; bir İran daha geniş milliyetçiliği ile dengelenmesi ve savaş dönemi koşullarının yarattığı psiko – politik faktörler ile ülke bütünlüğünün ve devrimin yerleşmesinin sağlanması mümkün olmuştur. Diğer yandan, Humeyni İran’a hedefler göstererek iç dinamiklerin odak noktasını dış politikaya çevirmiştir. Bunun en somut örneği ABD ve İsrail’in yeni düşman olarak algılanması ve bu çerçevede gelişen ABD Büyükelçiliği baskınıdır. Baskında 52 ABD görevlisi Humeyni yanlısı öğrenciler tarafından 444 gün boyunca esir tutulmuş, elçilik görevlilerini kurtarmaya yönelik ABD operasyonları da başarısızlığa uğramıştır. 1989’da ‘Velayete Fakih’12 doktrinine 12 göre Şiiler’ in İslami yönetim olarak da bilinen Velayet-e Fakih kavramı, hukukçuların vesayeti 23 önderi olan Humeyni’nin ölmesiyle boşalan ‘rehberlik’e halihazırda da liderliği devam eden Ali Hamaney getirilmiştir. İran bu süreç içerisinde sadece iç işlerinde hoşnutsuzluklar ya da insan hakları konusunda batılı devletlerle olduğu gibi mezhep farkından dolayı Arap ülkeleriyle, rejim ihracı çabaları nedeniyle de Türkiye gibi laik ülkelerle sorunlar yaşamış ve terörizmin destekçilerinden biri olarak görülmüştür (US Department of State, 2007). Bu aktarılmasına noktaya kadar çalışılmıştır. İran’ın Bu tarihsel aşamada, arka günümüz planının İran’ını oluşturan sosyo – ekonomik ve politik yelpaze aktarılacak, olaylı 2009 seçimlerinin şifrelerinin çözülmesi amaçlanacaktır. (jurists’ guardianship) anlamına gelmektedir. Dini kuralların toplumsal hayatın işeyişi ile ilgili kuralları belirlediğine inanılan Şeriat kurallarına göre yönetilen sistemde, Rehber aynı zamanda yargı organının denetleyicisi ve uygulayıcısıdır 24 BÖLÜM – 2 – İRAN İSLAM DEVRİMİ’NE GİDEN YOL VE SONRASI SOSYO – POLİTİK VE SOSYO – EKONOMİK BASKI VE ÇIKAR GRUPLARI 25 11 Şubat 2009’da 30. Yılını dolduran İran İslam Devrimi’nin ömrü, kimi araştırmacıların öngörülerinin aksine kısa süreli olmamış, uluslararası ilişkilerin Soğuk Savaş ve sonrası dönemdeki başat gücü ABD’ye karşıt bir rejim oluşturmasına13 ve birçok iç siyasi karışıklıkla mücadele etmesine karşın; temel değerlerine bağlı kalarak günümüze kadar gelmiştir. Bu süre içinde İran yalnız siyasi rejimi ile değil, dış politikasıyla da farklılaşmış ve kendini Soğuk Savaş sonrası konjonktürde etkin bir bölge ülkesi olarak konumlandırmıştır. Bu çalışmanın perspektifi ile İran; Kafkaslar, Orta Doğu, Orta Asya ve Avrupa olmak üzere dört farklı stratejik ekseni etkileme kabiliyetine sahip konumu, petrol ve doğalgaz rezervleri, radikal yönetim şekli İslami cumhuriyet ile mevcut sosyo–politik kutuplaşmanın “İslam faktörünü” taşıyabilecek potansiyele sahip bölgesel bir güç olarak değerlendirilmektedir. İslam Cumhuriyeti tarihi boyunca, 1979’dan beri İran’ın iç dinamikleri ile dış politika gündemi ve yaklaşımı karşılıklı olarak birbirlerini doğrudan etkilemişlerdir. Bu nedenle, İran’ın uluslararası sistemdeki yeri, Orta Doğu Bölgesi’ndeki rolü, İslami rejimin geleceği ile ilgili analiz ve değerlendirmeler yapabilmek için öncelikle İran İslami Rejimini, sonrasında ortaya çıkan siyasi tabloyu ve günümüze kadar uzanan iç istikrarsızlık ortamını irdelemek önemlidir. 1979 yılında Şah’ın devrilmesinin ardından, İslami cumhuriyetin inandırıcılığı ile birlikte halkın devrime olan bağlılığı da günümüze kadar önemli ölçüde muhafaza edilebilmiştir. İran İslam Cumhuriyeti, 8 yıl süren İran- Irak Savaşı’nın yıkıcı etkilerine, uluslararası izolasyonlara ve kurucu lider Humeyni’nin ölümüne rağmen ayakta kalmayı başarabilmiştir. İran Halkı, İslami rejimle yönetildiği 30 yıl boyunca siyasi kültür ve ideolojinin 13 Radikal İslami yönetim şekli ile bölgesinde ve dünyada farklılaşan, ABD ve İsrail emperyalizmine karşı olan İran Rejimi dürüst, doğru ve ahlaklı yapının İslami yönetimde olduğu vurgusuyla öne çıkar. Bu durum dünyanın “süper gücü” olan ABD ‘nin karşısında ideolojik anlamda bir rakip olarak algılanmasına neden olabilir. 26 vurgulandığı bir sosyal dönüşümden geçmiştir. Etkin ve sosyal kontrol mekanizmaları güçlü bir İslami siyasi kültürün inşa edilmesi, rejimin sözü edilen başarısının anahtarı olarak değerlendirilmektedir. İran içinde devrime; ülkenin siyasal, toplumsal, ekonomik, ve hukuk yapısını değiştiren “bir afet” denmiştir (Cleaveland: 2008; 467). Monarşinin tamamen ortadan kaldırıldığı, şeriat kanunlarının uluslararası kabul gören hukuk kurallarının yerini aldığı ve yeni dini elitlerden oluşan bir seçkinler sınıfının oluşturulduğu sistem, halkın büyük çoğunluğunun desteği ile kurulmuştur. Radikal sağdan, sol hareket ve gruplara kadar birçok farklı görüşü içinde barındıran ve bu anlamda nitelikli bir çoğunluğu temsil ettiği düşünülen devrim yanlısı kitle, gerçekte devrim sonrasında oluşması muhtemel siyasi görüş ayrılıklarının ve siyasal yaşamda kendilerini yeniden konumlandıracak hiziplerin temelini oluşturmaktadır. Temel siyasi hizipler İran’da iç ve dış siyasetin dinamiklerini belirleyen en önemli değerlendirilmelidir. Devrim sonrası faktörler olarak İran’da öncelikle iç siyasi ortam, devrim öncesinden miras alınan sağ ve sol gruplar arasında ekonomik temelli düşünce farklılıklarının konu edildiği bir anlaşmazlığa sahne olmuştur. Politik farklılıkların uyum içinde yönetilmesinin kritik önemi haiz olduğu bir dönemde, devrimin karizmatik lideri Büyük Ayetullah Humeyni’nin ölümünü, İran’da devrimin hangisinin cumhuriyetçi, veya İslami hangilerinin ve ekonomik yaşatılacağına temellerinden ya da baskın olacağına ilişkin tartışmaların yoğunlaşması izlemiştir. Sözkonusu tartışmaların sonuçlanması yalnızca İran’ın iç siyasi parametreleri için değil, Orta Doğu’nun dinamikleriyle birlikte, siyasal İslam’ın ve Samuel Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” tezinin geçerliliği için de kritiktir. Anılan konuların derinlenmesine incelenebilmesi için bu bölümde, öncelikle İran İslam Devrimi’nin nasıl gerçekleştiği, ardından İslami rejimde yönetim ve siyasi kültür, son olarak da İran’ın sosyo-kültürel ve 27 ekonomik yapısını belirleyen baskı ve çıkar grupları incelenecek ve İran siyasi yelpazesi anlamlandırılmaya çalışılacaktır. 1979 İRAN İSLAM DEVRİMİ İran’da İslami Devrim’den önce yönetimde bulunan Şah’ın politikalarının halk arasında neden olduğu hoşnutsuzluk, İran’da İslami devrime giden yolun önünü açan önemli bir etmendir. İran İslam Devrimi’nin başarısı çoğu araştırmacı tarafından Şah’ın politikalarının başarısızlığı olarak değerlendirilmiştir. Genellikle kendi iktidarını politikalarının”, pekiştirmek üzerine meşruiyetinin ve yoğunlaşmış işlevselliğinin önemli “Şah bir bölümünü Batı ile uyumlu ilişkilere dayandırması, halk arasında sözü edilen hoşnutsuzluğun temel nedenlerinden biri olarak görülebilir. Batılı yönetim modelinin iki ana öğesi ekonomik liberalleşme ile birlikte saydam ve katılımcı demokrasi olarak tanımlanmıştır. Şah yönetimi ise ekonomik liberalizasyonu gerçekleştirme konusunda güçlü adımlar atmaya çalışmasına karşın; otoriter bir anlayıştan demokrasiye geçememesi, Batı yanlısı monarşik yönetimin çıkmazı olarak görülmelidir. Şah rejiminin devrilmesi ve yerine İslami cumhuriyet kurulmasının dinamiklerini anlayabilmek için İran Halkı’nın mevcut rejimden hoşnutsuzluğuna neden olan sosyo–ekonomik nedenler, İran İslam Devrimi’nin ideolojik altyapısı ile birlikte devrime yön veren olaylar incelenmelidir. Sosyo- Ekonomik Nedenler Muhalif grupları bastırmak ve halk arasındaki popülariteyi arttırmak için 1963 yılında uygulamaya konulan reform programı, Şah’ın destek yitirmesinin arkasında yatan en önemli sebeplerden bir olarak değerlendirilmektedir. “Şah’ın ve Halkın Devrimi” olarak bilinen Ak Devrim, 26 Ocak 1963’de kabul edilmiştir. Anılan “devrim” kapsamında, toprak reformu, devlete ait fabrikaların 28 özelleştirilmesi, kadınların haklarını da koruyan yeni bir seçim kanunu, ormanların millileştirilmesi, köylü eğitim birliklerinin kurulması, ve işçilere sanayi karlarının bir bölümünü paylaştırmayı öngören bir plan hazırlanmasına karar verilmiştir. Şah’ın 1963 yılında batılı liberal ekonomi ve sosyal haklar düşüncesiyle uygulamaya koyduğu Ak Devrim reformları ise çeşitli nedenlerle Şah’a karşı olan hoşnutsuzluğu tırmandırmıştır. Anılan hoşnutsuzluğun en temel nedenlerinden biri toprak reformu ile ilgilidir. 1963 Ak devrim ile gerçekleşen toprak reformu feodal yapıyı ortadan kaldıran ve toprak ağalarını merkeze bağlayan bir reform hareketidir. Başta toprak yerine sanayileşmede hissedar olma fırsatı bulan feodal seçkinler hoşnut gözükmüştür. Ancak sanayi işçilerinin maaşlarının düşük olması ve millileşen tarım alanlarında tarım yapan işçilerin de mağdur duruma düşmesi nedeniyle halk rejime karşı pozisyon almıştır. Ayrıca 1973’de OPEC devletleri tarafından uygulanan fiyat yükseltme politikaları sonucunda, dünyanın önemli petrol üreticilerinden İran’ın da gayri safi milli hasıla yükselmiştir. Ancak GSMH’nın batı kültürünün etkisine girmiş sanayi ve ticaret burjuvazisi “Butik” sınıf ile geleneksel orta sınıfı temsil eden “Bazara” sınıfı arasında dengeli dağılmaması, sınıfsal uçurumlar yaratmış ve huzursuzluğu tırmandırmıştır. Zenginleşen butik sınıf yapay kabul edilebilecek batılı kültürün etkisinde kalırken; bu durum, zenginleşmeden faydalanamayan geleneksel, muhafazakar orta Çarşı /Bazara Sınıfı için muhalefet zemini yaratmıştır. Anılan çatışma, yapay batılılaşmanın etkileri olarak görülen pornografi, lüks tüketim, alkol ile gelenekselliğin “ikonları” olarak değerlendirilen simgeleşmiştir din, ahlak ve düzen çatışması ile (Arı, 2004: 334). Öte yandan, batılılaşmak için ABD’ye bu kadar yakın olmak, tarihsel koşullardan ötürü önemli bağımsızlık hassasiyetlerine sahip İran Halkı tarafından kabul edilebilir bir durum olarak görülmemiştir. 29 “Çarşı” sınıflarının, söz konusu çatışma ortamında Şah rejimi ile ilgili başka ortak sorunsalları da bulunmaktadır. Hem batılılaşma hedefi ve hevesi içindeki Butik Sınıf hemde haksızlığa uğradığını düşünen Geleneksel Orta Sınıf, tepeden inen batılılaşmanın siyasi düzleme yansımamasından şikayetçidir. Farklı sorunları olan söz konusu toplumsal gruplar için, Şah tarafından, siyasi katılım forumu yaratılamamış; batılılaşmanın siyasi hayattaki gereği olan demokrasi yerine Şah, Monarşi rejimine bağlı kalmayı tercih etmiştir. Siyasi katılımın, yani sorunların dışa vurumunun yönetileceği bir arena bulunamaması daha sonraları solcu, İslamcı ve bunların varyantları küçük muhalif örgütlenmeler ile kendini göstermiştir ki; aslında bu örgütlenmeler 1978-79 arasında devrime katkı sağlayan örgütler olacaklardır. İdeolojik Nedenler: Velayet-e Fakih kavramı ve İslami Rejim Kitleleri Şah’a karşı Devrimi’ni gerçekleştiren harekete geçirerek, İran İslam Büyük Büyük Ayetullah Humeyni, devrimin ideolojik alt yapısının da hazırlayıcısı olmuştur. Bu nedenle İran İslam Devrimi ve günümüz rejimini analiz edebilmek için, Humeyni’nin düşünce ve eserlerinin dikkatle incelenmesi gerekmektedir. Büyük Büyük Ayetullah Humeyni 1943 yılında yazdığı “Esrarın Keşfi” (Kashf Al- Asrar) isimli kitabında Şah tarafından benimsenen dini engellenmesi, dini okulların kapatılması, mahkemelerin devlet ruhani vaazların mahkemeleri ile değiştirilmesi politikalarını eleştirmiş; alkolün ve günaha iten müzik kültürünün teşvik edildiğini, çadorun (çarşaf) yasaklanarak kadınların çıplak sokağa çıkmaya teşvik edildiklerini iddia etmiştir. Şah politikalarına karşılık monarşinin dine saygı duyması gerektiğini, mecliste daha çok ruhaninin bulunmasını ve devlet yasalarının dini yasalar ile uyumlu hale getirilmesi gereğini vurgulamıştır (Abrahamian, 1993: 19). 30 Şah döneminde, en üst dini yetkinlik makamı anlamına gelen “Ayetullah El Uzma” sıfatına sahip beş kişiden biri olan Humeyni, İslam Devrimi’nin ideolojik altyapısını oluşturacak olan “Houkumat-e İslami”(1971) devrime ihtiyaç adlı kitabında ise neden İslami bir duyulduğunu ve İslami rejimin inanışına göre nasıl yapısallaştırılabileceğini anlatmıştır. Günümüz Şii mezhebinin Hz. Peygamber’e sorulduğu zaman “Ali kardeşim, varisim, vasiym, benden sonra da her inananın velisidir; sonra oğlu Hasan, sonra Hüseyin sonra da Hüseyin’in evladından dokuz kişidir” diyerek 12 İmamı sıralamıştır. 12. İmam Mehdi (Imam-e Montazar) babası Hasan el- Askeri’nin vefatından sonra ortadan kaybolmuştur ve bir gün dürüstlük ve adaleti sağlamak için geri geleceğine inanılmaktadır (Fığlalı, 2007). Humeyni, Mehdi’nin dönüşüne kadar doğru yolu ve dürüstlüğü topluma dini kurallar (şeriat) ışığında gösterecek İslami bir yönetimin gerekliliğine inanır ve (Velayet-e Fakih) kavramını ortaya atar. “Fakih” toplumda hakem görevi görecek, Kur’an öğretileri ışığında örnek alınacak ve model olabilecek yetkinliğe sahip olan uzmanlığı temsil etmektedir. Temel olarak “Fakih” olgusu ve kurumuna neden olan mantık silsilesinin, “peygamberden sonra imamlara gereksinim var ise, imamlar (son ve geri dönecek imam) yok ise müslümanları kimin yöneteceği” sorusuna dayandığı açıktır. Konuya bu açıdan bakılacak olursa, Şii dünyasında dini liderlerin kitleler üzerindeki geniş ve güçlü otoritesi daha iyi anlaşılabilecektir. Kanımızca bu durumun uluslararası ilişkiler anlamındaki temel yansıması; İran ve Şii ekseni özelinde, birey bazındaki figürlerin daha güçlü bir önem ve belirleyicilik ile ön plana çıkmalarıdır. Bu gerçeğin, Şii dünyasında etkin olmak isteyen içsel ve dışsal güçleri iki temel teolojik / politik seçeneğe zorladığı düşünülmektedir. Bunlar: - Birey bazındaki figürlerin iktidarını, sistemi ya 31 da kurumları güçlendirerek dengelemek (Örn, tek bir rehber yerine bir mollalar konseyi istemleri) - Birey bazındaki geliştirerek figürler geniş ile kitleleri iyi ilişkiler bu şekilde yönlendirme çabası (Örn, Iraklı Şii liderler ile müzakere çabaları) Bu çerçevede bakılacak olursa, Velayet – e Fakih kavramı, İran için salt sembolik bir dini liderlikten çok daha fazlası; sistemin özü, ruhu ve hatta bizzat kendisidir. Anılan kavram anlaşılmadan ve nitelikleri aktarılmadan, İran’a ilişkin yapılacak hemen tüm analizlerin geçerliliği oldukça kuşkulu bir nitelik taşıyacaktır. İran İslam Devrimi’ne Yön Veren Olaylar Büyük Ayetullah Humeyni, 1963 Ak Devrim sonrasında Amerikan yanlılığının İran kültürünü yok ettiği ve İran’ın Amerika’nın piyonu haline geldiğini savunarak Şah’ı eleştirmiş ve önce Türkiye’ye daha sonra da Fransa’ya sürgüne gönderilmiştir. Humeyni’nin tutuklanması dini ulemanın şehri olarak bilinen Kum’da ayaklanmalara neden olmuş, söz konusu ayaklanmalar çok sayıda kişinin bastırılabilmiştir. Kum’da Tebriz’de çıkan ölümüyle sonuçlanan çatışmalarla ölenlerin anısına 1978 Şubatı’nda yapılan anma törenlerinde, polis ve halk arasında çatışmalar yine çok sayıda İranlı’nın ölümüyle sonuçlanmıştır. Tebriz olayları, devrimi tetikleyen olaylar zincirinin başı olarak kabul edilmektedir. Takip eden aylarda, özellikle Ramazan ayında Humeyni’nin sürgün yeri Fransa’dan halkı camilere, toplu ibadete çağırması ve Şah rejiminin haksızlıklarına karşı harekete geçme çağrılarında bulunmasıyla küçük grupların din merkezli örgütlenmesi büyüyerek devam etmiştir. Şahlık rejiminin, Humeyni’nin otoritesini sarsmak için düzenlediği sinema kundaklama olayı, devrimi tetikleyen ikinci olay 32 olarak gösterilebilir. Batı kültürünün İran’da ki simgesi olarak algılanan Abadan Rex sineması kundaklanmış, söz konusu kundaklamanın batı kültürüne karşı düşünceleri ile bilinen Humeyni tarafından planlandığı öne sürülmüştür. Olaydan bir süre sonra, Humeyni’ye kaşı tepki oluşturmak isteyen Şah’ın bu kundaklamayı planladığı öğrenildiğinde, Şah’ın ve monarşik iktidarın otoritesi önemli ölçüde sarsılmıştır. Şah’ın sıkıyönetim ilan etmesi, halkın polisten çekinmeyerek etten duvar örmesi ve Humeyni’yi İran’a geri çağıran sloganlar atmasıyla ortaya çıkan durum karşısında; Şah son olarak muhafazakar dinci kesimden yandaş toplayarak otoritesini kurtarmaya çalışmışsa da, bunun da işe yaramaması üzerine Ocak 1979 ‘da İran’ı terk etmiştir. Şubat 1979 Humeyni’nin İrana ayak basması, Bazergan’ı geçici hükümet başkanı olarak atamasının ardından yeni rejim programı okunmuş, 1 Nisan 1979’da ise resmen yeni rejim ilan edilmiştir. İRAN’DA İSLAMİ REJİM ve YÖNETİM İran İslam Devrimi’nin (1 Nisan 1979) ardından Büyük Ayetullah Humeyni önderliğinde uygulamaya konulan yönetim şekli İslami cumhuriyettir. Kanun-i Esasi’nin (Anayasa’nın) din kurallarına dayandırıldığı bu sistemde, kanunların uygulayıcılığını ise Anayasa Koruyucular Konseyi (Shoura-ye Negahban) ile birlikte devletin en yetkili makamı olan Rehber (Velayet-e Fakih) yapar. İran Anayasası’nın 110. Maddesi’ne göre Rehber aynı zamanda başkomutandır, askeri istihbaratın kontrolüne sahiptir, savaş ve barış ilan etme yetkisine sahiptir (Diro, 2005: 39). İran’da bağımsız bir güç olarak nitelendirilen yargı erkini de elinde bulunduran Rehber, yargı organının başına beş yıl süre ile görev yapmak üzere bir müçtehit atar. Ayrıca, devrim ve dini uygulamalar ile ilgili meselelerin görüşüldüğü yüksek yargı mahkemeleri de doğrudan Rehber’e bağlıdır. Rehber aynı 33 zamanda ulusal çıkarlara uygunsuzluğunu veya anayasada belirtilen görevlerini yerine getirmediği gerekçesiyle Danışma Meclisi’nin 2/3 oy çoğunluğuyla devlet başkanını ve bakanlar kurulunu görevden alma yetkisine sahiptir. Büyük Ayetullah Humeyni’nin ölümünden sonra Rehber olan Ali Hamaney halen bu görevini sürdürmektedir. İran rejiminin dini, devrimci ve popülist olmak üzere üç temel niteliği ve Hamaney’in sağlayabilecek kişisel özelliklerden yoksun olması, ilk ikisini Hamaney’in liderliği döneminde devlet başkanlarının etkinleşmesini sağlamıştır (Moslem; 2002:83). Anayasa Koruyucular Konseyi (Shora-ye Negahban-e Qanun-e Assassi) bir dini uzmanlık meclisidir. 6’sı Rehber tarafından atanan konsey üyelerinin diğer 6’sı yargı tarafından önerilir ve meclis tarafından onanır. Toplam 12 üyeden oluşan konseyde Rehber’in atadığı 6 üye fakih olup; uygulamaya konulacak kararların İslami öğretilere uygunluğuna karar veren sözkonusu 6 üyedir. Öte yandan meclis tarafından onanan diğer altı üye, İslami hukukun çeşitli branşlarında eğitim almış olmalıdır. Yargı üyelerinin de Rehber tarafından atandığı ve denetlendiği düşünüldüğünde Rehber’in konsey üzerindeki büyük etkisi değerlendirilebilir. Koruyucular Konseyi Rehber tarafından denetlenir ve gerek görmesi durumunda üyeler görevlerinden azledilebilirler. Anayasa Koruyucular Konseyi, İran Anayasası’nın 99. maddesine göre Rehber, Devlet Başkanı ve İslami Şura Meclisi adına Uzmanlar Meclisi seçimlerini denetleme yetkisine sahiptir (İran Anayasası). Ayrıca Meclis aldığı bütün kararları Anayasa Korucular Konseyi’ne onanması için göndermek zorundadır. Ayetullah Ahmad Jannati Massah halen bu Konsey’in başkanlığını yapmaktadır. İran’da Rehber’e bağlı diğer bir önemli kurum Milli Güvenlik Yüksek Konseyi’dir (Şuraye Ali-e Emniyete Melli). Kuruluş amacı İslam Devrimi’ni korumak olan konsey İran’ın en üst 34 güvenlik, savunma ve istihbarat makamıdır. Genelkurmay Başkanı, Silahlı Kuvvetler komutanları, Bütçe ve Planlama Teşkilatı Başkanı, Dışişleri, İçişleri, ve İstihbarat Bakanları ile Devrim Muhafızları Komutanı bu konseyin üyesidir. İran rejim yapısında, rehberlikten sonra en yetkili makam cumhurbaşkanlığıdır. Cumhurbaşkanı, devlet başkanıdır ve 4 yılda bir yapılan seçimle iş başına gelir. İran’da Humeyni’nin ölümünden sonra sırasıyla iki dönem Haşimi Rafsanjani (1989-1997), iki dönem ise Muhammed Hatemi (1997-2005) devlet başkanlığı görevini sürdürmüştür. Devlet başkanının İran Halkı üzerindeki yetkisi İran Anayasası’nda açıklanmıştır. İran Anayasası’nın 56. maddesine göre “Dünya ve insan üzerindeki mutlak otorite Allah’a aittir ve Allah insana sosyal kaderini tayin etme sorumluluğu vermiştir. İnsanlar Allah tarafından verilen bu yetkiyi aşağıdaki maddelerde belirtildiği gibi uygular” demektedir. 56. madde devlet başkanına bir sonraki, 57. maddede verilecek sorumluluğun Allah tarafından onandığına ilişkin bir madde olarak yorumlanabilir. 56. madde, yasama, yürütme ve yargı güçlerinin birbirinden bağımsız olduğunu ve devlet başkanının bu üç erk arasındaki iletişimi sağlamakla yükümlü olduğunun altını çizmektedir (Diro; 2005: 40). Cumhurbaşkanına bağlı olarak görev yapan İran İslam Cumhuriyeti İslami Şura Meclisi (Majles-e Şura-ye Eslami) ise 290 üyeden oluşur ve seçimle iş başına gelir. İran İslam Cumhuriyeti’nde günümüzde ılımlılar ve radikaller arasında yaşandığı öne sürülen ikiliğin yakın tarihteki ilk örneği Ocak 2004’de bir meclis oturumu sırasında yaşanmıştır. 50-120 meclis üyesinin üç hafta süren protestosunda Anayasa Koruyucular Konseyi’nin halen mecliste bulunan 83 üyenin bir sonraki seçime katılmasını engellemesi protesto edilmiştir. Rehber Ali Hamaney’in tartışma ortamının kızışması nedeniyle kararların tekrar gözden geçirilmesini istemesi sonucunda ise sayı 83’den 89’a çıkarılmıştır (Diro; 2005: 28). İslam Devrimi’nin ardından oluşturulan ilk mecliste din 35 adamları, sivilleri sayıca az bir farkla geçmiştir. Cumhur-i İslam’ın 85, Cumhuri İslam yandaşlarının 45, Liberal Hareket’in 2014 ve bağımsızların 84 üyesi bulunmaktadır. İkinci mecliste ise hiçbir tarafın çoğunluğu bulunmamaktadır. Humeyni meclisin dengeli dağılımını tercih ettiği için Hamaney de bu eğilime uymak durumunda kalmıştır. Şura Meclisi’nin başkanı devrime bağlılığıyla bilinen muhafazakar Ali Laricani’dir. Daha önce İran Milli Yüksek Güvenlik Konseyi Sekreterliği ve Nükleer Program Başmüzakereciliği yapan Laricani, anılan görevlerine istinaden en üst düzey güvenlik gündemlerini yönetmiştir. İran’da Cumhurbaşkanı’na bağlı İslami Şura Meclisi ve Rehber’e bağlı Anayasa Koruyucular Konseyi dışında görev yapan bir Maslahat/ Danışma Konseyi (Mecme-e Teşhis-e Meslehet-e Nezam/ Expediency Council) ve bir de Uzmanlar Konseyi (Majlese Khobregan/ Assembly of Experts) bulunmaktadır. 1988 yılında Humeyni’nin ölümünden sonra kurulan ve günümüzde Haşimi Rafsanjani’nin halen başkanlığını yürttüğü Maslahat /Danışma Konseyi Meclis ve Anayasa Koruyucular Konseyi arasında anlaşmazlık çıktığı durumlarda uyumu sağlamak ve Rehber’e danışmanlık vermek üzere görevlendirilmiştir. Teknik olarak Uzmanlar Konseyi’nin Rehber’i atama ve görevden alma yetkisi vardır. 14 Mehdi Bazargan ve Ayetullah Mahmud Talekani tarafından 1961 yılında kurulmştur. 36 1989 ANAYASASI İran İslam Cumhuriyeti’nin ilk anayasası 1979 yılında kabul edilmiştir. Bugün İran’daki rejim aşırı muhafazakar olmakla suçlanmakla birlikte muhafazakar olarak Cumhuriyeti’nin 1979 Anayasası’nın nitelenmesi Anayasa’sına güçtür. tam anlamıyla Fransa’nın dayandırılan 5. metinde Montesquieu’nun yasama, yürütme, yargı erklerinin ayrılması konusundaki fikirlerinin dikkate alınmasından yola çıkılarak metnin muhafazakar olarak değerlendirilemeyeceği düşünülmektedir (Abrahamian;1993: 19). İslam’ın bastıran değil, bastırılan kesimlere ait olduğu iddia edilerek hazırlanan metinde eşitlik ve sosyal adalet kavramları ön planda tutulmuş, sınıfsal farklar yok edilmeye çalışılmış, ve kitlelerin İslam Cumhuriyeti önünde eşit olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca kadınların elinden oy hakkının alınmasının İslama aykırı engellenmemiştir. olduğu savıyla Humeyni İlahi kadınların Vasiyet oy (Matn-e kullanması Kamel-e Vasiyetnameh-e Elahiva Siyasi-ye Imam Khomeyni) adlı kitabında, İslam Devrimi’nin bastırılmış sınıfların ve büyük kitlelerin desteğini 37 alarak başarıya ulaştığının altını çizerek, kitlelerin desteğinin kaybedilmesi durumunda İslamcı lider kadronun sonlarının Şah gibi olacağı konusunda uyarmıştır (Abrahamian; 1993: 37). Söz konusu uyarı, 2009 seçimleri sonrasında İran’da yaşanan çatışma ortamının ardından eski Devlet Başkanı Muhammed Hatemi’nin sözleri ile birlikte düşünüldüğünde daha da anlam kazanmaktadır. İranda reform yanlılarının seçim sonuçları ile birlikte muhafazakar kanadı da protesto etmelerinin ardından şiddete başvurularak gösterilerin durdurulmak istenmesini ve Rehber Ali Hamaney’i eleştiren Muhammed Hatemi “insanların taleplerini dile getirmelerini engellemenin dehşet verici sonuçları olabilecektir” diyerek Humeyni’nin yaptığı çıkarımın halen geçerli olduğu yönündeki eğilimi güçlendirmektedir (Juan Cole Websitesi; 22 Haziran 2009). 1989 yılında ölümünden önce Humeyni’nin yönetim kadrosunda muhafazakarlar, liberaller ve laikler arasındaki ayrışmayı farkettiği değerlendirilmektedir (Ehteshami; 1995: 5). İran’da İslamcı kesim arasındaki politik farklılaşmalar ve görüş ayrılıkları, Anayasa’ya yeni eklemeler ile birlikte bazı değişiklikler yapılmasına giden yolu açmıştır. Siyasi alandaki farklılaşmanın toplumsal alana da sıçrayabileceğinin farkında olan Humeyni, kendi liderliği döneminde somut bir hizipsel ayrılığa izin vermemesine rağmen, siyasi sistemin yeni düzenlenmesi için girişimlerde bulunmuştur. Bu nedenle Ayetullah Meşkini tarafından batılı kaynaklarda “Council for the Reappraisal of the Constitution” olarak anılan yapı kurulmuştur. Humeyni’nin ölümünün ardından kabul edilen 1989 Anayasası İran’da siyasi rejimin sağlamlaştırılması ve Devrimin öncüsü Büyük niteliklerine Ayetullah dayanan15 Humeyni’nin otoritesinin karizmatik liderlik rasyonelleştirilmesi ve rutinleştirilmesi “gereksinimine” dayalı olarak kabul edilmiştir. 15 Humeyni’nin otoritesinin kaynakları arasında gösterilecek söz konusu olgu için Weber’in karizmatik lider kavramı incelenebilir. 38 Humeyni’nin otoritesinin kurumsallaşması paternalizmden başkanlık sistemine geçiş olarak da tanımlanabilir. Humeyni’nin ani ölümünün ardından 9 Temmuz 1989’da referanduma sunulan yeni maddelerle birlikte İran’ın yeni Anayasası kabul edilmiştir. 1989 Anayasası ile önceki anayasanın 5., 57., 64., 69-70., 85., 87-91., 99., 107-113., 121., 122., 124., 126-128., 130-142., 157-158., 160-162., 164., 173-176. maddeleri değiştirilmiş, 109, 112 ve 176 olmak üzere üç yeni madde eklenmiştir (Ehteshami; 1995: 38). 176. Madde Milli Güvenlik Yüksek Kurulu’nun kurulması ve devlet başkanının kontrolünde olması için yetki vermiştir. 109. Madde fakihin sahip olması gereken özellikler ile birlikte görevlerini yeniden tanımlayarak, bazı organların fakihe danışmanlık yapmasını, ve kararlar üzerinde bir denetleme mekanizması kurulmasını sağlamayı amaçlamıştır. Fakihin pozisyonunun liderlik konseyi ile değiştirilmesi fikri ortaya atılmış ancak daha sonra söz konusu fikir uygulamaya konulmamıştır. İslami cumhuriyet ile ilgili alınan tüm kararlarda son sözün yasama erki olan fakihte olması durumu değişmemiştir fakat anayasanın yeniden düzenlenmesi ve yönetici kadrosu içindeki sorunların giderilmesini amaçlayan ve geçici bir süreliğine rehbere danışmanlık vermek için kurulan Maslahat Konseyi, 1989 Anayasası’nın 112. Maddesi ile kalıcı hale getirilmiştir. Ayrıca 5. maddede yapılan değişiklik ile halk tarafından seçilerek oluşturulan Uzmanlar Konseyi’ne, lideri atama ve görevden alma yetkisi verilmiştir. 1989 Anayasası ile devlet başkanının otoritesi arttırılmış, Anayasa Korucular Konseyi’nin yetkileri sınırlandırılmış, fakih ve marja birbirlerinden ayrılmıştır. (Brumberg; 2001: 147) Anayasa’nın 109. Maddesine göre belirlenen liderlik özellikleri Humeyni tarafından da dile getirilmiştir. Lider’in marjaiyyat mertebesinde olmasına gerek olmadığı uzmanlar tarafından 39 seçilen adil bir müçteahid olmasının yeterli olacağı vurgulanmıştır (Brumberg; 2001: 148). Liderin, siyasi ve sosyal bilimlerde, özellikle İslam hukukunda yetkin, iyi yönetim özellikleri ile tanınan bir kişi olması gerektiğinin altı çizilmiş, böylece gelecekte toplumdaki dini sıfatları olan kişilerle lider arasında görüş ayrılığından doğabilecek olası meşruiyet krizlerinin engellenebileceği düşünülmüştür. Ayrıca fakihin yetkilerinin sınırlandırılması sonucunda, doğal olarak, devlet başkanının yetkilerinin gerekliliğinin ortaya çıkışından söz edilebilir. güçlendirilmesi Bu nedenle 1989 anayasası ile başbakanlık sistemi ortadan kaldırılmıştır. İran’da, İslam Devrimi ile birlikte seçilmişler ve atanmışlar şeklinde ikili bir siyasal sistem oluştuğu söylenebilir. İran Anayasası güçlü kontrol denge mekanizması ile İslami rejimin yapısal devamlılığını korumaktadır. İran’da herkesin seçilme hakkı yoktur. Seçilmişlerin pratikte atanmışlar tarafından yönetildiği, ya da en azından atanmışların seçilmişler üzerindeki anayasal haklarının daha fazla olduğu düşünülebilir. Hemen hemen tüm yönetim organlarının Rehber tarafından denetlenip kontrol edildiği sistemde rehberi dahi görevden alma yetkisine sahip olan Uzmanlar Konseyi Başkanı vardır. Anılan yetkinin Rehberin tüm yönetim organları üzerindeki etkisi düşünüldüğünde işlevsel olamayacağı akla gelebilir. Ancak yine de İran’da hem reformistler hem de din adamları üzerinde saygınlığı olan Rafsanjani’nin Uzmanlar Meclisi Başkanı olması, Rehber Hamaney’in mutlak otoritesinin sarsılmasının, en azından imkansız olmadığını gösterebilecek bir faktör olarak değerlendirilmelidir.16 16 2009 seçimlerinin ardından Rafsanjani’nin kızının ve yakınlarının 21 Haziran günü Musevi yanlısı gösterilere katıldıkları için tutuklanmış olmaları Rafsanjani’nin pek de etkin olamadığının düşündürülebilir. Öte yandan bu gelişme ülkede siyasi elitler arasındaki kutuplaşmanın daha da somutlaştığının, ve İran’da yaşanan eylemlerin yakın gelecekte tırmanabileceğinin bir göstergesi olarak da değerlendirilebilir. 40 ÜÇ DEVLET BAŞKANI, ÜÇ FARKLI ANLAYIŞ Rafsanjani, Hatemi ve Ahmedinejad Humeyni ölümünden (1989) önce kendi halefi olarak, dini yetkinlik bakımından kendi statüsünde olmayan Huccet-ül İslam Hamaney’i göstermiştir. İslami rejim rehberin mutlak otoritesine dayandırıldığı için Humeyni’nin ölümünün ardından son söz Hamaney’in olmuştur. Ancak; Rehber Hamaney dönemindeki cumhurbaşkanları Rafsanjani, Hatemi ve Ahmedinejad’ın farklı kesimler açısından arz ettikleri populist ve popüler niteliklerinden ötürü Hamaney aktif siyasetteki etkinliğini sınırlamıştır (Moslem: 2002; 82). Bu nedenle; Humeyni’den sonraki dönemler İran’da cumhurbaşkanlarının adları ile anılmıştır. Haşimi Rafsanjani (1989-1997) Humeyni’nin ölümünden önce devlet başkanlığına seçilen Ali Akbar Haşimi Rafsanjani, 1934 yılında, İran’ın merkezinde Rafsanjan ilinde çiftçi bir ailenin oğlu olarak doğmuştur. Humeyni tarafından Kum’da teoloji eğitimi alarak yetişmiştir. 1960’larda ve 70’lerde Şah’ın Amerikan yanlısı politikalarına karşı gösteriler düzenleyen öğrenci gruplarının içinde yer almıştır. Devrime önayak olan Cumhur-e İslam partisinin ve Humeyni’nin ölümüne kadar varlığını sürdüren Devrim Konseyi’nin önemli üyesidir. 1980 – 89 arası dönemde Meclis Sözcülüğü yapmış, İranIrak Savaşı’nın son yılında ise Humeyni tarafından, İran Silahlı Kuvetleri’nin Başkomutanı olarak atanmıştır.17 Birleşmiş Milletler çözüm önerisini kabul ederek İran- Irak savaşının sonlanmasını sağlamıştır. Humeyni’nin cumhurbaşkanlığı ölümünden yapan Rafsanjani, 17 sonra 2005 iki seçimlerinde “Historical Personalities, Ali Akbar Haşemi Rafsanjani , IranChamber Society “http://www.iranchamber.com/history/arafsanjani/akbar_rafsanjani.php 41 dönem Ahmedinejad karşısında kaybetmiştir. Halen İslami Şura Meclisi ve Anayasa Koruyucular Konseyi arasında arabuluculuk görevi yapan ve uzlaşamadıkları durumlarda yürütmeyi kolaylaştıran kararlar alan Uzlaşma/Maslahat Meclisi’nin (Expediency Council) başkanlığı ile birlikte dini lideri görevden alma ve atama yetkisine sahip olan Uzmanlar Meclisi başkanlığını yürütmektedir.18 Rafsanjani dini eğitimi ve Büyük Ayetullah Humeyni ile olan yakın ilişkisi sebebiyle, İran’daki muhafazakar kesime yakın; aynı zamanda uluslararası arenada faydacı – pragmatik ve barışçıl bir politika izlenmesi gerektiğini savunan bir liberaldir. Rafsanjani, ekonomik olarak liberal, politik olarak otoriter ve felsefe olarak gelenekselci bir lider profili çizmektedir. Rafsanjani Dönemi İran’da liberalizm yanlısı G6 hareketinin ön plana çıktığı “onarım dönemi”19 olarak adlandırılır. Onarım dönemi devrimci değil ancak reformcu/yapısalcı bir dönemdir, savaş döneminde kaybedilen ekonomik güç ve istikrarın yeniden inşa edilmesini amaçlamıştır. Bunun içinde Weber’in akılsalcılığını anımsatan bir tutumu kendine ilke edindiği söylenebilir. Kişisel doktrinler yerine uzmanlığın öne plana çıkarıldığı, devrim yerine faydacı reelpolitiğin, “devletin eli” yerine liberal, girişimci ekonomik politikaların tercih edildiği dönem olmuştur.20 Rafsanjani, Rehber Hamaney’den daha etkin bir nüfuza ve yetkin bir İslami altyapıya sahiptir. Buna karşın liberal politikalar gütmesi İran iç politikasında hem “fakih” kavramının mutlakiyetinin sorgulanmasına hem de devrimin İslami özelliğinin mi, cumhuriyetçi özelliğinin mi ön plana çıkacağı/çıkarılacağı 18 Historical Personalities, Ali Akbar Haşemi Rafsanjani , IranChamber Society “http://www.iranchamber.com/history/arafsanjani/akbar_rafsanjani.php 19 Oğuz, S. , Çakır, R. (2000) “Hatemi’nin İran’ı” İstanbul, İletişim 20 Moslem, M. (2002) “Factional Politics in Post Khomeini İran” USA, Syracuse, ss. 114-124 42 ikileminin doğmasına neden olmuştur. Rehber Hamaney’in temsil ettiği muhafazakar grup ve Rafsanjani tarafından temsil edilen liberal grup ile İran ‘da çift başlı bir yönetim oluşmasının kolaylaşmış olduğu düşünülebilir.21 Muhammed Hatemi (1997- 2005) 1997 yılında gerçekleştirilen başkanlık seçimlerinde adaylığını koymadan önce sol eğilimli Militan Din Adamları Birliği üyesi olan Muhammed Hatemi, köklü akademik altyapıya sahip bir din adamıdır. Haşimi Rafsanjani’nin önderliğindeki liberal G-6 grubu tarafından, gelenekselci muhafazakar aday Natık Nuri’ye karşı 1997 seçimlerinde ılımlıların adayı olmuştur. O dönemde İran siyasi geleneğine uygun olarak meclis başkanının cumhurbaşkanı seçilmesi olağan olduğundan, 1997 seçimlerini de Natık Nuri’nin kazanacağına kesin gözüyle bakılmıştır. Ancak İran’da başta kadın hareketleri ve daha sonra öğrenci hareketleri ile belirginleşen aşırı baskıcı rejime karşı tepki oylarının birleşmesi, Rehber Hameney’in Natık Nuri’yi desteklemesine rağmen, Hatemi’nin Cumhurbaşkanı seçilmesini olanaklı kılmıştır. Hatemi ılımlı, idareci ve akılcı tavrı ile tanınmaktadır. 1997 seçimlerinde Rehber Hamaney’in Natık Nuri’yi desteklediğini açıkça ilan etmesinin ardından “Eğer lider benim bu göreve uygun olmadığımı düşünüyorsa bu fikrine uyacak ilk kişi ben olurum”22 şeklindeki demeci ile aslında seçim sonucunun kendi lehine olmasını sağladığı söylenebilir. Bunun nedeni İran’da halkın katılımı ve rızası ile cumhurbaşkanı seçilmesinin rejimin meşruiyeti üzerinde oldukça etkili olabilmesidir. açıklaması üzerine Nitekim Hatemi’nin anılan Rehber Hamaney bir açıklama yapmak zorunda kalmış ve “Halkın oylarını alan aday halk meşruiyetine sahiptir ve yasal cumhurbaşkanı olacaktır” diyerek Hatemi’nin çekilmesini engellemek durumunda kalmıştır. 21 Akdevelioğlu, A. , Kürkçüoğlu, Ö., “Orta Doğu’yla İlişkiler” Oran, B. (ed.), Türk Dış Politikası Cilt 2: 1980-2001, İstanbul, İletişim, 2001 s. 124-158, 579. 22 Oğuz, S. , Çakır, R. (2000) “Hatemi’nin İran’ı” İstanbul, İletişim 43 Hatemi’nin reform anlayışı Rafsanjani’nin anlayışından farklıdır. Rafsanjani liberal politikalar ekonomisini ön plana çıkarmıştır. ve serbest pazar Hatemi ise halk grupları arasında eşitliği öne çıkarmak isteyen ılımlı İslam modeline eğilmiştir. Rafsanjani ile Hatemi arasındaki siyasi gelişmeleri anlamak için bu nokta önemlidir. Rafsanjani liberal eğilimli olmasına karşın muhafazakar kesimin içinden biridir ve onların desteğini her zaman alabilmiştir. Oysa Hatemi’nin seçilmesinden itibaren uygulamaya koyduğu reformist politikaları (halk hareketlerine izin verilmesi, hukuki kuralların işlemesi, Avrupa’daki diplomatik temsilciliklerin yeniden açılması) aşırı muhafazakar kesim tarafından aynı desteği görmemiştir. Sonuç olarak, 1997 ‘de Hatemi’nin cumhurbaşkanı seçilmesi ile İran’da çift başlı bir yönetim ortaya çıkmıştır. Hatemi siyasi, dini, sosyal altyapısı ile reformistler uygun için umut vaat etmiş olsa da, İran’da siyasi rejime olarak son sözün rehbere ait olması Hatemi’nin etkinleşmesini engellemiştir. Devlet başkanı ve dini lider arasında yaşanan çekişme, hem iç hem de dış politikada ikilikler doğmasına neden olmuştur. Anılan ikilikler, siyasi yapının muhafazakarlığa dönük bir hamle yapılmasına, ve muhafazakar Mahmud Ahmedinejad’ın devlet başkanı seçilmesine fırsat tanımıştır. Mahmud Ahmedinejad (2005-..) Mahmud Ahmedinejad 1956 yılında İran’ın merkezine yakın bir bölgede Garmsar’da doğmuştur. İçinde büyüdüğü yoksulluğun, Ahmedinejad’ı İslami muhafazakarlığa ittiği söylenmektedir (Al-Ahram Web Sitesi, 20 Haziran 2009). Lisans eğitimini ve doktorasını mühendis olarak tamamlayan Ahmedinejad; 1979 yılında Elmo İlim - Sanat Üniversitesi’nde İslami Öğrenci Örgütünü kurmuş, üniversitelerde teolojik seminerler verilmesini (OSU) ön plana çıkarmıştır. Bu grubun Kasım 1979’da yaşanan “Rehineler Krizi”’nden sorumlu olduğu iddia edilmektedir. 1980 yılında devrimin batı karşıtı kültürel 44 boyutunu vurgulamak üzere yapılan eylemler daha sonra “1980 Kültür Devrimi” olarak anılmıştır. Üniversitelerin takip eden üç yıl içerisinde kapanmasına neden olan bu devrimin, Ahmedinejad’ın liderlik ettiği grup tarafından planlandığı bilinmektedir. Ahmedinejad, Kültür Devrimi sonrasında Saddam Hüseyin’in önderliğindeki Irak’ın, İran’a girmesiyle başlayan İranIrak savaşında Devrim Muhafızları’na bağlı olarak istihbarat ve güvenlik birimlerinde çalışmıştır. Savaş sonrasında Amerika’nın Irak’a yardım ettiğinin anlaşılmasıyla İran’da ABD’ye karşı kızgınlığın büyüdüğü dönemde Ahmedinejad’da içinde bulunduğu ortamdan etkilenmiştir (Global Security Web Sitesi; 23 Haziran 2009). İran Devrim Muhafızları (Pasdaran- Iranian Revolution Guards) iç güvenlik departmanınına bağlı olarak Evin Hapisanesi’nde siyasi düşünce suçlularının infazında görev almıştır. 1990-93 yılları arasında Kuzey İran’da çeşitli illerde yaptığı ardından belediye başkanlıklarının kültür bakanlığı danışmanlığı da yapmıştır. 1993’de Erdebil Valisi olan Ahmedinejad, 1997’de dönemin devlet başkanı Hatemi tarafından görevden alınınca Elmo –Sanat okuluna öğretim görevlisi olarak geri dönmüş Abadgaran-e Iran-e İslam-e isimini alan yeni radikaller olarak bilinen genç kesimi örgütlemiştir. Sözü edilen grubun, İran’daki genç nüfus potansiyeli de düşünüldüğünde, Ahmedinejad’ın seçilmesinde çok büyük etkilerinin olması şaşırtıcı değildir (AlAhram Web Sitesi, 20 Haziran 2009). Ahmedinejad İslamcı ve popülist görüşleri savunan bir dini muhafazakardır. Seçim kampanyası ve seçim sonrası çalışmaları genellikle yoksulluk, yolsuzluk ve işsizlik üzerine yoğunlaşmıştır (Al-Ahram Web Sitesi, 20 Haziran 2009). Sade yaşantı tarzı, iyi eğitim mazisi ve dürüstlük retoriğini ön plana çıkaran politikaları ile halkın daha fakir kesimlerinde popülerlik kazanmıştır. 45 Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanı seçilmesi İran’da yaklaşık 15 senedir devam eden reformist hareketlerin siyasi arenadaki yükselişinin duraklama dönemine girişi olarak algılanabilir. Bu yükselişin durması Ahmedinejad dönemi ile “İran’da muhafazakar çizgiye geri dönüş” olarak değil, “dini kadro ve siyasi kadro arasında yaşanan ikilem ve çatışma ortamının yerini uzlaşmacı, dengeli ve tekelci bir ortama bırakması” olarak algılanmalıdır. İncelenen dönem, hem bir lider olarak Ahmedinejad’ın kimi zaman provoke edici ve agresif duruşu, hem de uluslararası konjonktürün yarattığı tehdit algılamaları nedeniyle İran için statükocu bir çizgi olarak nitelendirilebilir. İran’da kuvvetle algılanan ve “öteki” olarak tanımlanan ABD tehdidi, İran’ı devlet olarak farklılaştıran rejim faktörünün güçlendirilmesi gereksinimini doğurmuştur. Batı karşıtlığı İran’da etkin bir birleştirici etmen olarak kalmış olmasına rağmen, Ahmedinejad’ın söz konusu katı dış poltika uygulamaları iç politikada da kendini göstermiştir. 10 Haziran 2009 tarihinde yapılan başkanlık seçimlerinde de Ahmedinejad oyların çoğunluğunu almış, ancak seçim zaferinin meşruiyeti İran’da hatırı sayılır bir kesim tarafından kuşkuyla karşılanmıştır. 2009 Seçimleri İran’da 12 Haziran 2009’da gerçekleşen seçimin sonuçları pek çok gözlemciyi şaşırtmıştır. Seçimden önce birçok analist Ahmedinejad’ın yeniden seçilme ihtimalini göz ardı etmemekle birlikte, oylarında radikal bir düşüşle karşılaşmanın sürpriz olmayacağını düşünmüştür. İranlı seçmenlerden reformculara yakın olan kesimin önemli bir bölümünün, Hatemi döneminde varlıklarını gösterip önemli bir sonuç alamadıklarına inandıkları için bu seçimlerde oy kullanmayabilecekleri ve seçime katılımın düşük olabileceği ihtimali ise Ahmedinejad’ın her şeye karşın seçimi kazanmasına yönelik senaryoların geçerliliğini güçlendirmiştir. 46 Ancak beklenen olmamış, resmi olarak açıklanan sonuçlara göre Ahmedinejad’ın, ılımlı lider Musevi’nin yaklaşık iki katı oy alarak yeniden cumhurbaşkanı seçildiği ilan edilmiştir. Anımsanacağı üzere bu çalışma, Ahmedinejad dönemini hem politik bir figür olarak Ahmedinejadın provokatif ve agresif duruşu hem de uluslararası konjonktürün yarattığı tehdit algılamaları nedeniyle İran için statükocu bir dönem olarak nitelemişti. Musevi liderliğindeki reformist kanat da, Ahmedinejad’ın batı karşıtı politikalarının ve Yahudi soykırımını kabul etmeyerek dış politikada anti semitizmi öne çıkarmasının İran’ı uluslararası alanda yalnızlığa sürüklediğini öne sürmüştür. Ahmedinejad ise bu iddialar karşısında “Bağıntısızlar Hareketi”ne mensup 118 ülkenin kendilerini desteklediğini ve 60 kadar ülke başkanının kendi başkanlığı döneminde İran’ı ziyaret ettiğini vugulayarak bu suçlamaların asılsız olduğunu dile getirmiştir. Ahmedinejad kendisini devrimin çekirdeği olarak görmeye, devrimin korunması ile yükümlü saymaya ve Batı karşıtı, anti–semitist politikaları ile İran’ın “karakterini” savunmaya devam etmiştir. 2009 seçim sonuçları üzerindeki tüm tartışmalara karşın Ahmedinejad’ın anılan politikalarının İran Halkı’nın çoğunluğunca onaylandığını düşündürebilecektir. İran’da seçime yaklaşık 40 milyon kişi katılmış23 ve resmi olarak açıklanan sonuçlara göre Mahmut Ahmedinejad 24, 527,516 oy alarak oyların % 62.63’ünü, Mir Hüseyin Musevi ise 13,216,411 oy ile oyların %33. 75’ini almıştır(BBC Web Sitesi, 12 Haziran 2009). Bağımsız muhafazakar aday Muhsin Rızai 678,240 oy ile oyların %1,3’ünü, Mehdi Kerrubi ise 333,635 oy ile oyların %0,85’ini almıştır. 23 38 755802 seçmenin oy kullandığı seçimde, İran genelinde katılım yüksek olmuştur. İran’lı seçmenlerin %85’i sandık başına gitmeyi tercih etmiştir. 47 2005 seçimlerinde muhafazakar kanadı temsil eden Mahmud Ahmedinejad, İran’ın önemli siyasi figürlerinden liberal ve pragmatik politikaları ile tanınan Haşimi Rafsanjani’ye galip gelmiş, 17, 284, 782 oy ile %61.6 oy oranına ulaşmıştır. Katılım oranının çok daha düşük olduğu 2005 seçimlerine kıyasla Ahmedinejad’ın hem oy sayısını hem de oy oranını yükselttiği görülmektedir. Katılım oranının yükselmesi ile, Hatemi’nin son döneminde yaşanan sert politikalarla 2005 seçimlerine girerken umudunu kaybeden ve seçimlere katılmaya gerek görmeyen seçmenin 2009 seçimlerinde söz konusu “öğrenilmiş çaresizlik” algısını üzerinden attığı gözlemlenmektedir. 2009 seçim sonuçlarının reformistler tarafından hileli kabul edilmesi sonucunda çıkan çatışmalar, The Independent Gazetesi yazarı Robert Fisk’in 19 Haziran tarihinde yayınladığı ve Musevi’nin seçimlerin asıl galibi olduğuna ilişkin gizli bir mektuptan bahsettiği yazı sonrasında daha da kızışmıştır (The Independent Web Sitesi, 19 Haziran 2009). İran’da muhafazakar Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın seçim zaferini hileli bulan reform yanlısı Musevi’nin, kısmi sayım ile isyanı bastırmaya çalışan dini lider Hamaney’e ve hükümete meydan okuması seçim sonuçlarını değiştirmeyecek gibi görünse de, yaşanan karmaşanın İran halkının hafızalarından kolay silinmesi beklenmemelidir. Oluşan gergin ve kaotik ortamın önümüzdeki dönemde İran iç politikasında ne tür olayların yaşanabileceğini ve bu olayların dış politikaya ilişkin ne tür sonuçlara neden olabileceğini öngörebilmek için İran’ın rejimi ve günümüze kadar gelen dönemde etkili olmuş sosyo–politik ve sosyo–ekonomik yapılanmaların ve eğilimlerinin anlaşılması gerektiği düşünülmektedir. Bu noktadan itibaren, anılan eksenlerde İran yelpazesini değinilecektir. 48 oluşturan unsurlara İRAN’DA SİYASİ YAŞAM İran’da Sosyal Sınıflar, Baskı ve Çıkar Grupları Başat Gruplar: Çarşı, Ruhban ve Entellektüeller Gelinen noktada, reformistler ve muhafazakarlar arasında seçimleri takiben anlayabilmek için devam İran’daki eden çatışmanın siyasal yapılanma nedenlerini ve kültürün irdelenmesi gereği belirtilmiş idi. İran’daki siyasal yapılanma, sosyal yapılanmanın ayrıştırdığı grupların, siyasi alanda partiler zemininde varlık göstermelerinin sonucu olarak nitelendirilebilir. İran’da sosyal yapılanma “Esnaf”, “Ruhaniler” ve “Aydınlar “olarak üç gruba ayrılmıştır. Çarşı İran’da “Çarşı”, Kaçar Hanedanlığı’nın hüküm sürdüğü yıllarda Gülistan sarayının (Kakh-ı Golestan) yakınında küçük marketlerin birleşmesiyle yaklaşık 150 sene önce kurulduğundan beri önemli bir aktör olmuştur. Yalnız ekonomik ve ticari değil sosyal ve siyasi alanlarda da söz sahibi olan etkin bir sınıftır. Çarşı’nın dine bağlılığı ve devrimci özelliği ise 18. Yüzyılın başına kadar dayandırılabilir. 1905’de Kaçar Hanedanlığı’nda yaşanan anayasal devrim şeker ticareti yapan çarşı grubunun ekonomik koşulları beğenmeyerek ruhban sınıfı ile birlikte ayaklanması sonucu vuku bulmuştur. Çarşı’nın cami ile bağı ise İslam’ın ilk çağlarına tekabül eder. Hz. Muhammed ve eşi Hz. Hatice’nin de ticaretle ilgili olması ve Mekke’den başlayıp Kudüs’ten geçerek Şam’a giden kervanları yönetmeleri ticari sınıf ile ruhban sınıfı arasındaki bağların temelini oluşturmuştur. İran’da da diğer müslüman ülkelerde olduğu gibi dini ulema aynı ailelerden gelir ve ticaret adamları bu ailelere en fazla vergiyi ödeyerek onların eğitim, sosyal yardım ve dini 49 konulardaki hizmetlerine olanak sağlar. Bu durum dini ulemanın toplum içindeki saygınlığının artmasına da neden olmuştur. Ayrıca İran’da da ticaret adamları müminler ve marja-e taqlid denilen ulema sınıfı arasında aracı görevi görmüştür (Hiro: 2005; 5-7). “Çarşı” (Bazara) sınıfı İran’da sosyal, siyasi, ve ekonomik alanlarda söz sahibi olan etkin bir sınıftır. Çarşı sınıfı da kendi içinde sanayi burjuvası, “butik” sınıf ve tüccar burjuvası, “geleneksel orta direk”, olarak ayrıştırılabilir (Arı: 2006; 333). Butik sınıf liberalizm yanlısı, batı medeniyetine eğilimli, burjuva sınıfıdır. “Geleneksel orta direk” ise gelenekçi ve muhafazakar orta sınıftır. İslam rejiminden önceki dönemde liberalizasyon politikalarına, Rafsanjani dönemindeki Şah’ın uyguladığı rejimden sonra ise Hatemi ve liberalizasyon hareketlerine karşı çıkmışlardır. İran çarşısı, her dönem halkın içinden gelen muhalefetin temsilcisi olarak görülen bir sınıf iken, İslam devrimi süresince iktidar yanlısı olmaları ve değişim rüzgarlarını desteklememeleri ilgi çekicidir. Bu durumun, İslami rejim içinde Çarşı‘nın halk temsilcisi kimliğinden çok muhafazakar kimliğinin ön planda olduğunu gösterdiği söylenebilir. Bonyadlar İran’da çok sayıda özel ve devlete bağlı, İslami yardım amaçlı vakıf bulunmaktadır. Sadece İran’ın dini liderine hesap vermek durumundadırlar ve vergiden muaf tutulurlar. Ticaretten üretime; dini–siyasi propogandadan, sanata her alanda faaliyet gösterirler. Bu vakıflardan en büyükleri patronaj kitleleri harekete geçirme ve siyasi baskı uygulama konusunda daha büyük kapasiteye sahiptir. Bonyadlar finansal ve hukuki olarak bağımsız bir kurumlardır ve yalnızca Imam’ın onların eylemleri üzerinde gücü vardır. İran’da en özerk yapı konumunda bulunan bonyadların devlet kaynaklarını sınırsız kullanma hakkı bulunmaktadır ve 50 devlet bütçesinin %58’ini oluştururlar. Bütün vakıflar, moluk-e tavayef (küçük kral) adı verilen önemli dini figürler tarafından yönetilirler. En büyük ve etkin vakıflar aşağıda sıralanmıştır: • Bonyad-e janbazan va mostafazan (Özürlüler ve Bastırılmışar Vakfı) • Bonyad-e shahid ( Şehitler Vakfı) • Bonyad-e astan-e god-e rezavi (İmam Rıza Vakfı) • Bonyad-e panzdah-e khordad (15. Khordad Vakfı) • Bonyad-e eqtesad-e eslami (İslami İktisat Vakfı) • Bonyad-e Resalat (Kutsal Görevler Vakfı) • Bonyad-e Maskan (İmar Vakfı) • Bonyad-e Refahat (Refah Vakfı) • Sazeman-e Tablighat-e Eslami (İslami Propoganda • Bonyad-e Farabi (Farabi Vakfı) Örgütü) Ruhaniler Ruhaniler; Humeyni’nin de devrim öncesinde dahil olduğu manevi değerlerin savunucusu olarak anılan grubu temsil eder. Dini hiyerarşide en üst kademe Marja-e Taqlid-e Motlaq’dır. Mutlak emülasyon kaynağı olarak algılanır. Ayatullah el- Uzma, Allah’ın büyük işareti anlamına gelmektedir. Dünyada 20’yi aşkın Ayetullah el- Uzma bulunmakta, ve bunlardan birçoğu da İran’da ikamet etmektedir. Ayetullah, Allah’ın işareti, Huccet-ül İslam İslam’ın kanıtı, Tekat’ül İslam Allah’ın güvendiği anlamına gelmektedir. Aydınlar Aydınlar, uluslararası sistemde farklı dönemlere göre öne çıkan milliyetçi, sosyalist ve dini akımları takip eden entelektüel elit sınıfı temsil etmektedirler. Aydınlar temel olarak siyasi ve 51 ekonomik amaçlarına göre iki farklı gruba ayrılmıştır; daha fazla demokrasi talep edenler ve kaynakların eşit dağılımını savunanlar. Radikal İslam’ın eleştirisi sonucu ortaya çıkan bu iki grubun ortak noktası batı karşıtı olmalarıdır. Anılan iki görüşten birincisi, İslam’ın sınırlandırılması, sosyal hukuk hayat devleti üzerindeki kurulması ve etkisinin demokrasinin desteklenmesi gibi düşünceleri savunmaktadır. İkinci tür aydın görüşü ise ekonomik olarak sosyalist eşitlikçi bir düzeni savunmakla birlikte; radikal İslam’a karşı daha ılımlıdır. Ulemanın günlük hayatla ilgili olaylara karışmasını eleştirirken, yalnızca alınan kararların İslami kurallara uygun olup olmadığına karar vermesi gerektiğini düşünmektedir. Diğer Gruplar: Kadın Hareketleri, Öğrenciler ve Dış Baskı Grupları Rejim ve sivil toplum arasında kendini konumlandırmış olan etki grupları ve bireyler de vardır. Bunlar yarı muhalefet (semi-opposition) olarak nitelendirilirler; Kiyan Okulu, Montazeri gruplaşması, İran Özgürlük Hareketi, Iran-e Farde gruplaşması, İslami Kadın Hakları örgütü bu gruplaşmlara örnek olarak verilebilir. Kadın Hareketleri İran İslam Devrimi öncesinde, Şah zamanında ülkenin geneline yayılmış olan sosyo ekonomik eşitsizlik iki tür kadın tipi yaratmıştır: daha zengin, lüks tüketimi olan ve batılı modern kadınlar; tarımla, toprakla uğraşan, ekonomik açıdan daha güçsüz kadınlar. İslam Devrimi sosyo ekonomik olarak farklı olan bölünmüş kadın gruplarını, tek tip İslami kadın yaratarak bir araya getirmeye çabalamıştır. Şah döneminin ardından kadınların sahip olduğu haklar fazlasıyla sınırlandırılmıştır. Kadınların madencilik ve tarım okuması ya da avukat olarak çalışması yasaklanmış; sokağa çıkarken hicab giymeleri zorunlu hale getirilmiştir. Ayrıca erkeklerin 52 tek taraflı boşanma hakkı ve çok eşli olabilme hakkı tekrar gündeme gelmiş, kadınların çocukların velayetini alabilmeleri yasalar ile neredeyse imkansız hale getirilmiştir. 1990’ların başında ise İslami feminizm olgusunun ortaya çıkışı ile İslami hukukun modern ve demokratik yorumunun yapılmasını savunan “Yeni Dini Düşünce” (Now-Andishi-ye Dini) akımı güçlenmiştir (MirHusseini; 2006: 25). Öğrenci Hareketleri Günümüzde İran’da genç kuşağın hafızasında Şah döneminin ya da İslam Devrimi’nin gerçekleştiği dönemin yer aldığını söylemek güçtür. Bu durum, İran’da var olan İslami rejimi devrimci olarak algılamalarını oldukça güçleştirmektedir. Dolayısıyla İslam Devrimi döneminde doğan yeni genç neslin olgunlaşmaya başlamasıyla24 sisteme karşı eleştirel duruşları da etkinleşmeye başlamıştır. İran’da öğrenci hareketleri yirmili yaşlarının başında olanlar ve daha genç olanlar şeklinde iki grupta sınıflandırılabilir (Khosrokovar; 2002: 8). İlk grup, Hatemi’nin destekçisi ve takipçisidir, temelde eleştirel duruşları daha fazla siyasi özgürlük alabilmek ile ilgilidir. Öte yandan yaşları daha küçük olarak nitelenen orta okul ve lise çağındaki gençlerin isteklerinin ise daha çok sosyal yaşam ile ilintili olduğu göze çarpmaktadır. Karşı cinsle ilişkilerinde daha özgür olmayı, partiler düzenleyip, alkol tüketebilmeyi ve müzik dinleyebilmeyi istemektedirler. Genç grup devlet politikasını kendilerine karşı duyulan güvensizlik olarak algılamakta ve daha fazla sorumluluk talep etmektedir. Öğrenci hareketinin ortaya çıkışı devrimci siyasetin gözden geçirilmesi ve yeni bir sosyal gücün İran’ın siyasi hayatına girmesi anlamına geldiğinden kritiktir. Öğrencilerin önemli bir bölümü sosyal sisteme neredeyse tümden karşı çıkmaktadır. 24 İran’ın 2006 sayımına göre 70.472.846 kişi olan nüfusunun %65’i 25 yaşın altındadır. 53 1968’de Avrupa’daki öğrenci hareketlerinden ilham alan öğrenciler, Şah’ın rejimine karşı çıkan ve İslam Devrimi’ni destekleyen en önemli gruplardan biri olarak çıkmıştır (Ali M. Ansari: 2006; 118). Günümüzde de reformcu kampa dahil olmaları azımsanmamalıdır. Dış Baskı Grupları: İslami Marksistler, Kürtler ve Sünniler İran İslam rejimine dışarıdan karşı olan gruplar Monraşistler, İslami Marksistler, Kürtler ve Sünniler olarak belirtilebilir. Bu noktada, anılan gruplardan söz edilecektir. İslami Marksistler Devrim öncesindeki Tudeh partisinin devamı olan grup, totaliter tek parti sistemine dayalı sosyal devlet anlayışını savunmaktadır. Irak’ta konumlanmış olan Halkın Mücahitleri Örgütü temel olarak İslami Marksist kabul edilmektedir. Mücahit ve İran Zamin İslami marksistlerin yayın organı olarak bilinmektedir. Kürtler İran nüfusunun %51’ini Meşhed, Şiraz, Kirman ve İsfahan da yaşayan Farslar, %24’ünü kuzeybatıda yaşayan Azeriler , %8’ini kuzeyde yaşayan Gilek ve Mazandaraniler, % 7 sini Irak ve Türkiye sınırına yakın yaşayan çoğunluğu Sünni olan Kürtler , %3’ünü petrol zengini Kuzistan bölgesinde yoğunlaşan Araplar, %2 ‘si göçebe hayat süren ve genelde batıda bulunan Lurlar, %2 sini Pakistan sınırına yakın Belluçlar, %2’sini Türkmenler ve % 1’ini diğer etnik gruplar oluştururlar.25 İran’da yaşayan beş milyon Kürt’ün %30’unun Şii kökenli olması, ve söz konusu Şii Kürtlerin bölgedeki diğer Kürtlerle işbirliğine yanaşmamaları, İran Devleti’nin yakın tarihte Kürtleri yönetebilmesini kolaylaştırmıştır. Bununla birlikte özellikle PKK’nın uzantısı olarak görülen PJAK ve İran, 25 Ayrıca Farsça ve Lehçelerini toplumun %58’i, Türkçe ve lehçelerini %26’sı, Kürtçe %9’u, Luri %2si, Belluca’yi % 1’i konuşur. 54 Türkiye, ve Suriye’de Kürt yoğunluklu nüfusun olduğu bölgeleri alarak otonom bir Kürt bölgesi kurulmasını hedefleyen İran Kürdistan Demokratik Partisi son dönemde Şii Kürtlerin diğer Kürtlerle birleşmeme yönündeki dirençlerini kısmen de olsa kırabilmiştir (Keskin; 2008). ABD’nin 2003 Irak müdahalesinin ardından, ABD ile Ortadoğu’da Kürt Toplumu’nun ve liderlerinin yakınlaşması İran’da rejimi tehdit eden unsurlardan biri olarak görülmektedir. Sünniler Şiilerin çoğunluğu, Farslardan ve Azerilerden; Sünnilerin çoğunluğu ise Kürt, Türkmen ve Belluçlardan oluşmaktadır. Nüfusun %90’a yakınının Şii olması dini olarak homojenite sağlamasına rağmen; Şiilerin İslami rejimin kurucusu ve doğal olarak başat gücü konumunda bulunması Sünnileri rahatsız etmektedir. İran içinde Sünnilerin Şiilerle eşit haklara sahip olmasını isteyen Sünniler, Pakistan ve Londra’yı üs olarak kullanarak diplomatik araçlarla birlikte agresif politikalar izlemektedirler. Sünni gruplar İran içinde silahlı çatışmalar, Amerika ve İngiltere’de yapılan lobicilik faaliyetleri ve batılı medyanın kullanılması ile etkinleşmeye çalışmaktadırlar. İran Devrimi sonrasında Siyasi Parti Sistemi İran’da söz konusu sosyal sınıflar koşullara göre gruplaşarak siyasi hayata dahil olurlar. Anılan gruplar, yaygın ve etkin bir parti kültüründen çok etkin olarak örgütlenemeyen küçük gruplar oluştururlar. Bu gruplar varolan rejimlerden hoşnutsuzluğun en üst düzeye çıktığı dönemlerde ortak bir çatı altında kendilerini tanımlar ve pragmatik bir birleşme eğilimi gösterirler. İstenen reform ya da devrimin gerçekleşmesinden sonra baskın olan grup diğer(ler)ini tasfiye eder ve pragmatik bütünlük kendi arasında tekrar küçük gruplara ayrışır. Bu durum 55 İran’da siyasi bir ritüel halini almıştır. İran İslam Devrimi döneminde tam da aktarılan ritüelin yaşandığı söylenebilir. Örneğin, Devrim’den önce İslami kesim ile işbirliği yapan radikal sol parti Tudeh, seçimden sonra Humeyni tarafından tasfiye edilmiştir. İran’da sosyo- ekonomik eşitsizliğin neden olduğu toplumsal huzursuzluk, Şah iktidarına karşı oluşturulmuş küçük grupların din şemsiyesi altında birleşerek, büyük bir muhalefet hareketine dönüşmesine olanak sağlamıştır. (İran sosyal ve kültürel yapısının % 90 gibi bir çoğunlukla Şii olması ve bu anlamda homojen yapısı anılan küçük grupları birleştiren, kolaylaştıran etmen olarak anlaşılmalıdır). 2009 seçimlerinin ardından yaşanan olayların olası bir devrim veya reforma işaret edip etmediğini anlamak için İran İslam Devrimi öncesinde var olan ve sonrasında oluşan gruplar değerlendirilmelidir. İran İslam Devrimi radikal sağdan, komünizme farklı birçok görüşü bir araya getirdiği için Humeyni’nin muhafazakarlığına dayalı İslami rejim aslen kaygan bir zemine oturtulmuştur. Söz konusu kaygan zemin, Humeyni’nin taraftarlarının kendilerini yeni bir terimle bonyadegar olarak tanımlamalarıyla farklılaşmıştır (Abrahamian; 1993: 19). Kendilerini muhafazakar ve Humeyni ye bağlı olarak tanımlayan bu grubun aksine, Humeyni daha çok sosyopolitik konular ve üçüncü dünya popülizmi ile ilgilenmiştir. Orta sınıfın daha alt sınıfları harekete geçirdiğine inanan söz konusu eğilim, populist politikalar, karizmatik bir lider ve figürlerle işlevsel zemin bulabilmekte idi. Humeyni de, aktarılan paradigma ile paralellik gösterecek şekilde kişisel karizmasını pekiştirmeyi ve küçük burjuvaya dayalı özel mülk prensibini ortadan kaldırmayı amaçlamıştır (Brumberg; 2001: 11). Böylece halkın desteği ile gücün kendi üzerinde toplanmasını sağlayabilmişti. 56 Devrim Öncesi Gruplar Devrim öncesi gruplar radikal İslamcılar, ılımlı İslamcılar, milliyetçiler, liberaller, ve ılımlı solcular olarak farklılaşmaktadır.26 Radikal İslamcılar, kendilerini Şah’a ve monarşiye karşı olarak tanımlamıştır. Devrim döneminde devletin önemli pozisyonlarına gelecek olan devrim öncesi radikal İslamcı isimlerden bazıları; Büyük Ayetullah Humeyni, Haşimi Rafsanjani, Ali Hamaney gibi kilit figürlerdir. Humeyni’nin son dönemlerine kadar varlığını sürdürecek olan Cumhur-i İslami partisi de bu grup tarafından kurulmuştur. Ilımlı İslamcılar, Şah’ın yetkilerinin, dolayısıyla monarşinin sınırlandırılmasını istemişlerdir. Ilımlı İslamcılar için milliyetçilik itici güç olmuştur. kimliğiyle ön Meşrutiyeti savunan bu grubun içinde Azeri plana çıkan Ayetullah çekmektedir. İran’ın kuzeyinde adlandırılan bölgedeki Azeri Güney Şeriatmaderi dikkat Azerbaycan olarak Toplumu’nun sesi olarak, parlementer sisteme dayanan meşrutiyeti istemesi anlamlıdır. Milliyetçiler, demokrasiye dayalı İslami Cumhuriyeti savunmuşlar, İslam otoritesine karşı olmuşlardır. Ilımlı solcular, devrimin gerekliliğine inanmakla birlikte, devrimin İslami yapısının öneminden çok toplumsal ve ekonomik alanda yapılacak radikal değişikliklerle, sosyal eşitliği sağlamanın önemini vurgulamışlardır. Devrim sonrasında rejim muhalifleri olarak, çeşitli ülkelerde ve İran’da faaliyet gösterecek olan Halkın Mücahitleri Örgütü, (Mujaheddin-i Khalq) tam anlamıyla sosyalist olmamakla birlikte İslam’ın sosyalist sayılabilecek bir yorumunu yapmalarından ötürü bu grubun parçası olarak değerlendirilebilir. Radikal Solcular ise komünizm yanlısıdır. Devrim öncesinde İslami kesimden sonra en güçlü oluşum komünizm yanlısı sol parti Tudeh’tir. Devrimden sonra anılan gruplar homojenite sağlamak amacı ile çeşitli nedenlerle Humeyni tarafından tasfiye edilmiştir. 26 Oğuz, S., Çakır, R., “Hatemi’nin İran’ı” İstanbul, İletişim, 2000. 57 İran’da İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra 1989 yılında Rafsanjani’nin isteği ve Humeyni’nin onayı ile kapatılana kadar Cumhur-i İslam adlı verilen İslam Devrimi’nin gerçekleşmesinde de aktif rol almış olan parti etkindir. İran-Irak Savaşı’nın bitişinin ardından dış tehditlerin görece azaldığı bir dönemde Cumhur-i İslam partisi içinde gruplaşmalar başladığı gerekçesi ile Rafsanjani, Humeyni’den Cumhur-i İslam partisinin kapatılmasını istemiştir. İran İslam Devrimi Dönemi’nde Siyasi Yelpaze İran’da İslam ardından başlayan Devrimi’nin gerçekleşmesinin hemen İran-Irak Savaşı (1980-1988), rejim içinde farklılaşan grupların dış tehdide karşı birleşmelerine sebep olmuş ve savaşın bitimine kadar İran iç siyaseti istikrarlı bir görünüm çizmiştir. Savaşın sonlarına doğru İran’da iç siyasetinde var olan eğilimler ön plana çıkmıştır. Anılan eğilimler; Hüseyin Musevi’nin desteklediği Muhafazakar sol, Haşimi Rafsanjani’nin başını çektiği Ilımlı liberaller, özellikle Ruhanilerin başkenti olarak görülen Kum Merkezli Muhafazakar kanat olarak tanımlanabilir. Anayasa revizyonunun gündemde olduğu, rehber ve cumhurbaşkanı ile birlikte devletin yönetim kadrosunun yeniden belirleneceği bir dönemde, 1988’de Iran–Irak Savaşı’nın bitişinin hemen ardından yaşanan kriz İslami rejimdeki söz konusu gruplaşmaların yansıması olarak da düşünülebilir. İran’da Humeyni’nin ardından Büyük Ayetullah Hüseyin Montazari’nin Rehber olması beklenmiştir. Dini yetkinliği ve halk arasındaki saygınlığı nedeniyle bu göreve uygun görünen Montazari, Humeyni’nin ölümünden önce yaptığı liberal olarak değerlendirilebilecek açıklamalar nedeniyle üyesi olduğu Anayasa Korucular Konseyi’nden istifaya zorlanmış ve Rehber olması engellenmiştir. Büyük Ayetullah olan Hüseyin Montazari’nin İran’da siyasi sistemin revize edilmesi gerekliliğini dile getirmesi muhafazakar kanat tarafından hoş karşılanmamıştır. Montazari, 58 İran’da daha açık ve höşgörülü bir devlet anlayışının benimsenmesi gerekliliğini vurgulaması, İslam Devrimi’nin 10 senesinin eleştrisinin yapılması gerektiğinin konuşmalarının yazılı ve sözlü medyada altını çizen yayınlanması gibi sebeplerle Uzmanlar Konseyi tarafından Rehber olmak için uygun aday olarak görülmemiştir. Montazari yalnız iç siyaseti konu edinen eleştirileri nedeniyle değil, aynı zamanda İran’da resmi politika olarak benimsenen batı karşıtlığı görüşünü de ihlal ettiği gerekçesiyle de dışlanmıştır. 1986 yılında İran-Contra adıyla tarihe geçen olayda Hüseyin Montazari ile birlikte çalışan Mehdi Haşemi’nin Amerika’dan silah alma girişimlerinde bulunduğu iddia edilmiştir. Mehdi Haşemi’nin ve Hüseyin Montazari’nin söz konusu eylemleri devrim karşıtı olarak algılanmış, Mehdi Haşemi öldürülmüş, Hüseyin Montazari’nin ise, belirtildiği üzere, istifası istenmiştir. Henüz Humeyni ölmeden gerçekleşen bu olaylar İslam Devrimi’nin tek tip düşünceden ortaya çıkmadığını göstermektedir. Söz konusu olayda Rafsanjani- Hamaney ittifakına karşın Haşemi– Montazari ittifakı gözlemlenmiştir. Anılan devlet adamlarının günümüzde halen etkin olmaları ve özellikle Rafsanjani’nin karşı kampa yaklaşmış olması dikkatlerden kaçmamalıdır. 1989’da yaşanan anayasa ve siyasi düzen ile ilgili krizlerin ardından 1994’de sol eğilimli Asr-e Ma gazetesinde Behzad Nabavi tarafından yayınlanan yazı dizisinde, İran’da siyasi yaşamının yeni kategorilerinden söz edilmiştir (Moslem, 2002: 9293). Humeyni’nin ölümü ve müteakip olarak 1992’de yapılan 4. meclis seçimlerinin ardından İran’da var olan gruplanmalar yeniden tanımlanmıştır. Ekonomi temelli bir gruplaşmaya gidildiği düşünülerek, siyasi yelpaze geleneksel sağ ve dinamik sağ olarak ikiye ayrılmıştır. Dinamik sağ Rafsanjani yanlılarını tanımlamak için kullanılmıştır. Rafsanjani ve onu destekleyenler sosyo–kültürel olaylarda daha liberal bakış açısını benimsemişler ve modern 59 endüstriyel ekonomiye dahil olunarak dış borçlanma, yüksek oranlı vergilendirme, ve Dünya Bankası tarafından yapılandırılan kalkınma programlarına uyum sağlamaktan yana olmuşlardır. Siyasi spekturumun diğer tarafında ise geleneksel sağ olarak nitelendirilen Natık Nuri yanlıları bulunmuştur. Çarşı’nın ekonomik sistemini devam ettirmesini istemişler, modern vergilendirme ve bankacılık sistemini yerleştirilmesine karşı çıkmışlar, kurallarının sosyo–kültürel hayatta daha fazla şeriat etkinleşmesi gereğini vurgulamışlardır. Yukarıda sözü edilen iki grubun anlaşabildikleri tek nokta, faydacı dış politika eğilimleri gibi görünmektedir. Siyasi sağ kanat dışında, sol kesimde de “yeni sol” diye bir oluşum gözlemlenmiştir. Yeni Sol Hareketi, 1996 yılında kurulan İslami Devrimin Değerlerini Savunma Birliği (jame’-e defa’-e az arzeshha-ye engelab-e eslami) ile yeni sol hareketi bir anlamda kurumsallaşmıştır (Buchta, 2000: 18). “Yeni sol” eşitlikçi İslami cumhuriyet ve anti Amerikan görüşleriyle eski soldan, şeriata bağlılıkları ve Batı kültürünü reddedişleriyle ise geleneksel sağdan izler taşımaktadırlar. 1994 yılında tanımlanan siyasi yelpaze, günümüze kadar küçük çaplı değişiklikler ve sapmalarla ulaşmıştır. Siyasi parti kültürünün yeni oluşturulmaya başlandığı çoğu İranlı siyasetçi halen siyasi baskı grupları ile çalışmayı tercih etmektedir. Siyasi partiler ise genellikle seçimlerden önce kurulup, seçimlerin ardından kısa bir süre sonra dağıtılmaktadırlar. İslami Devrim’den Sonra Yapılanan Siyasi Oluşumlar Cumhur-i İslam’ın kapatılmasından ve Humeyni’nin ölümünden sonra muhafazakar gruba yakın ancak nispeten daha ılımlı ve liberal Rafsanjani cumhurbaşkanı olduğunda, devrim öncesi dönemde ayrışan, ancak Humeyni’nin devrim söylemleri ile bir araya gelebilmiş olan küçük gruplar, yeniden partilere ayrışmaya başlamışlardır. Aslında hepsi de Devrimin Çocukları olan bu partiler, muhafazakar sağ, liberal sağ, geleneksel sol ve 60 modern sol olarak ayrışmıştır ( Oğuz ve Çakır, 2000: 7). Militan Din Adamları Topluluğu (Came-ye Ruhaniyet-i Mübariz-CRM) Cumhur-i İslami’nin kapatılmasından sonra gelenekçi ticari sermayeyi elinde bulunduran Çarşı sınıfının (Bazara) desteklediği, sağ, İslami muhafazakar partidir. 2000 seçimlerinde reformist Hatemi’ye yenilen muhafazakar Natık Nuri ile 2005 seçimlerinde Ahmedinejad’a yenilen, uzlaşma meclisi başkanlığı yapmakta olan liberal görüşlü Rafsanjani bu partinin konsey üyeliğini yapmışlardır. Onarımın Uygulayıcıları (Kargozaran-ı Sazendegi-G6) İran – Irak Savaşı’nın uzun sürmesi, dolayısıyla maliyetli olması ve petrol fiyatlarındaki düşüş sonucunda kötüye giden İran ekonomisini onarmak amacıyla başlatılan ekonomik, toplumsal ve kültürel liberizasyonu savunan örgüttür. Başta Haşimi Valisi Rafsanjani ve Hatemi döneminin Tahran Gülamhüseyin Kerbasçi olmak üzere çeşitli bürokrat ve teknokratlar tarafından 1996 yılında kurulmuştur. Bu grup reformist Hatemi ile Muhafazakar Natık Nuri’nin mücadelesine dönüşen 1997 seçimleri sırasında Hatemi’yi destekleyerek seçilmesini sağlamışlardır. Basını politikada etkin bir silah olarak kullanan bu grubun yayın organları İran, İran Daily ve İttialat gazeteleridir. Militan Din Adamları Birliği (Mecma-yı Ruhaniyun-u Mübariz-MRM) Mart 1988’de Humeyni’nin izni ile CRM’den ayrılarak kurulan MRM, reformist çizgide kendini “geleneksel sol” olarak tanımlayan bir örgüttür. 1997- 2005 döneminde cumhurbaşkanlığı yapmış olan Muhammed Hatemi ve Hücettülİslam Mehdi Kerrubi bu grubun kurucularındandır. Bireysel özgürlükleri ve sınıfsal eşitliği ön plana çıkarmışlardır (Oğuz ve Çakır, 2000: 58). İran İslam Devrimi’nin Mücahitleri Örgütü (Sazıman-ı Mücahiddin-i İnkılab-ı İslami-yi İran) 61 “Modern sol” olarak kendini tanımlayan bu grubun genel hatlarıyla bakıldığında geleneksel sola yakın bir duruşu vardır. Geleneksel İran İslam Devrimi siyasi kültüründen, uluslararası sistemdeki değişikliklere göre esneklik gösterebilen, ılımlı kültürel politikalar yürütebilen ve diğer gruplarla etkileşim içinde kalmayı tercih eden bir grup olarak ayrışabilir. Ensar-i Hizbullah (Allah’ın Partisi’nin yoldaşları) Sağ ve sol gruptan bağımsız olarak, İslami rejime bağlı bir gruptur. Humeyni’ye ve Muhafazar kanadın aktif gücü olarak da tanımlanabilir. Batılı yaşam tarzını simgeleyen alışveriş merkezleri ve semtlerde gösteriler düzenlemiş, Hatemi döneminin ılımlı, reformist Tahran Valisi Kerbasçi gibi siyasi aktörlere yönelik gösteriler ile muhafazakar kanadı desteklemişlerdir. Nehzet-i Azadi-yi İran (İran Özgürlük Hareketi) İslam Cumhuriyeti yanlısı olan, siyasi iktidarın dini tekel kontrolünde olmasına karşı çıkan gruptur. Rehberin mutlakiyetine karşıdırlar ve rejimin cumhuriyetçi yanının demokrasi ile ön plana çıkması gerektiğini savunurlar. Son dönemde ise kurulan iki yeni parti özellikle dikkat çekmektedir. 2005 başkanlık seçimlerinde 6. Meclis sözcüsü olan Mehdi Kerrubi Ulusal Güven Partisi’ni kurmuştur. 2004 meclis seçimlerine yeni bir parti olarak katılan İran Kalkınma Koalisyonu (Abadgaran) koltukların çoğunluğunu alarak takip eden dönemde etkinleşmiştir. Humeyni’nin ölümünün ardından ortaya çıkan söz konusu gruplar, İran iç siyasetinde görülen ayrışmaların da temelini oluşturmaktadır. İran’da ılımlı ve radikal gruplar arasında 2009 seçimlerinin ardından yaşanan politik çekişme yeni değildir. Kanımızca uluslararası kamuoyunu meşgul eden ya da İslam Devrimi sonrası dönem için “yeni” kabul edilebilecek olan husus; politik ayrışma değil, ayrışmanın doğurduğu şiddetinin yükselmesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır. 62 BÖLÜM – 3– 2009 SEÇİMLERİ VE İRAN DENKLEMİNİN OYUNCULARI ETKİN FİGÜRLERE İLİŞKİN BİYOGRAFİK DEĞERLENDİRMELER 63 Her ne kadar, günümüz uluslararası sistemi, devletlerin uluslararası ve ulus–ötesi kurumların hatta sistemin kendi dinamiklerinin etkisi ve devletlerin geçmişten gelen klasik iktidarlarının etkisindeyse de; özellikle İran gibi bir ülkede birey bazındaki politik figürlerin önemini koruduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca İran seçkinleri son dönemde, Türk kamuoyuna hitap eden görsel ve yazılı basın organlarında “sıkça yinelenen Farsça sözcükler” halini almış, söz konusu şahısların geçmişleri ve eğilimlerine hemen hiç değinilmemiştir. Bu tip “analizler” ile çok yanlış sonuçlara varmak, örneğin örneğin Musevi’yi “sisteme geçmişten beri muhalif bir reformist”, Ahmedinejad’ı “eğitimsiz ve kariyeri olmayan bir politikacı”, Hamaney’i “Rehberlik görevi öncesinde Humeyni’ye denk bir dini makam sahibi molla” olarak görmek hiç de zor değildir. Gelinen noktada, Türk kamuoyunu bilgilendirmek açısından İran elitlerine yönelik kısa bir “kim, kimdir?” bölümünün bilgilendirici olacağı düşünülmektedir. Bu bölümde, salt 2009 seçimleri baz alınmamıştır. Kuşkusuz bu analiz, bir düşünce kuruluşunun ortaya koyduğu bir çalışmadır ve yalnızca sistemi gerçekten belirleyen figürleri esas almaktadır. Örneğin, Pasdaran’ın Komutanı General Caferi, sistemin kritik bir belirleyeni olarak düşünülmektedir. Böylelikle amaçlanan, okuyucunun salt bu çalışma kapsamında değil, İran’a ilişkin tüm entelektüel etkinliklerinde, okuduğu metinlerin yabancı “Farsça isimler” ile dolu olmamasını ve konuyu olduğundan çok farklı bir içerikte sunan yanlış değerlendirmelerden kaçınmasını sağlayabilmektir. Özellikle, İran ile komşu olan ve söylenegeldiği üzere Kasr-ı Şirin’den itibaren sınır anlaşmazlığı olmamasına karşın, bu ülke ile yakın geçmişte önemli sorunlar yaşamış olan Türkiye’de, söz konusu gereksinim önemli ölçüde hissedilmektedir. 64 a. ‘Ayetullah’ Ali Hamaney Ayetullah Ali Hamaney, İran’ın dini lideri olup en yüksek otoriteye sahip kişidir. Hamaney’in veto yetkisi, İran’ın politik işlemlerinde nihai karar muhafazakar kurumlarının kimliğindedir. görünen yüzü Rehber, ve ülkenin devrimin üç tanımlayıcı etki unsurundan biri olarak yaygın bir şekilde kabul görmüştür. 2005’te göreve gelişinden günümüze Batı’nın dikkatini üzerinde toplamış olan Cumhurbaşkan Ahmedinejad’a rağmen, anayasal olarak İran’daki en önemli kişilik, Yüce Lider (rehber) rolünü üstlenen kişi Ayetullah Hamaney olmuştur. Ayetullah Hamaney 1989 yılında İran İslami Cumhuriyeti’nin kurucusu ve de ilk Yüce Lider olan Büyük Ayetullah Humeyni’nin yerine geçmiştir. Ondan önce de 19811989 yılları arasında art arda iki dönem cumhurbaşkanlığı yapmıştır. Büyük Ayetullah Humeyni ruhban sınıfının en yüksek mevkisinde (merci-i taklid) yer almaktaydı. Bu nedenle Ayetullah Hamaney göreve geçtiğinde daha alt mevkideki bir ilahiyatçının göreve gelebilmesi için anayasanın değiştirilmesi gerekmiştir. Sorgulanan Güçler Cumhurbaşkanlığı süresince sol eğilimli olduğunu düşündüğü ve o dönemde başbakan olan Ali Hüseyin Musevi ile aralarında sık sık anlaşmazlıklar meydana gelen Hamaney’in Büyük Ayetullah Humeyni’nin ölümü üzerine Yüce Lider görevini üstlenmesinden sonra aldığı ilk kararlardan biri başbakanlığı kaldırmak olmuştur. Ayetullah Hamaney genellikle selefinin sahip olduğu etkileyicilik ve halk desteğinden yoksun olarak değerlendirilmiştir. Cumhurbaşkanı görevinde edindiği yetki ve ilişkilerini Yüce Lider kurumuna taşıyarak ve İran’daki güvenlik güçleri ile diğer kurumlarla temaslarını geliştirerek sağlamlaştırmıştır. 1997 yılında hiyerarşide daha üst sırada yer alan Alim 65 Ayetullah Hüseyin Ali Montazari ile fikir ayrılığına düşmüştür; çünkü İran’ daki başlıca muhaliflerden biri olan Ayetullah Montazeri, Yüce Lider’in yetkilerini sorgulamıştır.Montazari’nin söz konusu hareketi okulunun kapanması, Kum’ daki ofisinin saldırıya uğraması ve bir süreliğine gözaltına alınması ile sonuçlanmıştır. Muhafazakar Kontrol Yüce lider (rehber) olarak Ayetullah Hamaney’in Koruyucu Konsey’in üyelerini doğrudan ve dolaylı olarak seçme yetkisi vardır. Bu meclis seçimlerden, hem oylamadan hem de adayların saptanmasından, sorumludur. 2004 yılında muhafazakarların oyların %70’ini aldığı seçimlerde, Koruyucu Konsey, içinde ılımlı, reformcu görüşe sahip kişilerin ve önceki hükümet üyelerinin de bulunduğu yüzlerce kişiyi seçim dışında bırakmıştır. Yüce Lider’in kardeşi Hadi Hamaney dahi anılan durumu İran demokrasisini zedelediği iddiasıyla eleştirmişse de, Ayetullah Hamaney muhafazakar Koruyucu Konsey’ in denetleyici rolünde ısrarcı olmuştur. Dini Yönetim Yüce Lider Hamaney, Ağustos 2009’ da Meclis’ in basın yasasıyla ilgili olarak verdiği kanun taslağını Koruyucu Konsey’ in reddetmesini desteklemişir. Devletin haber ajansında belirtildiği üzere Parlamento’ ya yazdığı bir mektupta mevcut yasanın İslam düşmanlarının basını kontrol etmesini önlediğini söylemiş, mektupta “Bunun içindir ki yasanın herhangi bir şekilde tekrar yorumlanması, ülke menfaatlerine hizmet etmez” demiştir. Mektup meclis içinde “Meclis’in ve Koruyucu Konsey’in” gücü üzerine tartışma ve kavgalara neden olmuş sonuçta basınla ilgili kanun tasarısı geri çekilmiştir. Ayetullah Hamaney reformcu akademisyen Haşim Aghajari olayına da müdahale etmiştir. Kasım 2002’ de Aghajari, Müslümanlar’ın liderlerini koşulsuz izlemektense Müslümanlık’ı tekrar yorumlamaları gerektiğini 66 söylemiş, bunun üzerine mahkeme protestolar Aghajari’ yi artarken ölümle cezalandırmıştır. Hamaney cümlenin Başkentte tekrar gözden geçirilmesini gerektiğini söylemiş ve idam cezası hapis cezasına çevrilmiştir. Mayıs 2003’ te yüzün üstünde milletvekili Ayetullah’ a açık bir mektup yazarak, İslami sistemin devam etmesi yönündeki engelleri reformlarla kaldırmadığı sürece sistemin tehlikede olacağı yönünde uyarıda bulunmuşlar ve İran’ın dikatatörlükle demokrasi arasında kesin bir yol ayrımında olduğunu söylemişlerdir. Mektup iki İran websitesine yollanmış, ancak 24 saat sonra görevliler tarafından kaldırılmıştır. Dış İlişkiler 1981’deki Cumhurbaşkanı olarak yaptığı açılış konuşmasında Ayetullah Hamaney sapmaları, liberalizmi ve Amerikan etkisi altındaki solcu hareketleri bastıracağına dair yemin etmiştir. Haziran 2003’te reformcu öğrenciler ayaklandığında Ayetullah Hamaney geç kalmadan bu tarz hareketlerin tolere edilmeyeceğini açıklamış ve ABD’yi olayları yönlendirmekle suçlamış, “ Liderlerin, düşmanların paralı askerlerine karşı merhamet duyma hakları yoktur” demiştir. ABD’ nin Irak’la yaptığı savaş boyunca ve sonrasında Washington’un politikalarını sert bir dille eleştirmiş ve “Irak işgali ABD’nin yutabileceği bir lokma değildir” demiştir. 2009’da ABD Başkanı İran’a diplomatik bağlantılarda yeni bir başlangıç yapmayı önerdiğinde ise Hamaney’in cevabı suskun kalmak olmuştur. İran Yeni Yılı Mesajı’nda (2009) öğrencilere hitap ederek, Amerika’nın İsrail’ e desteğini seslendiren ve teyit eden tutum ve politikalarında değişim görmediğini ancak Başkan Obama’nın ABD’nin pozisyonunu değiştirmesi halinde İran’ın da aynı şekilde hareket etmeye hazır olacağını söylemiştir. 67 b. Dr. Mahmud Ahmedinejad Dr. Mahmud Ahmedinejad 1956 yılında, Garmsar şehri Aradan köyünde doğmuştur. Bir yaşında ailesiyle birlikte Tahran’ a taşınmış, ilk ve orta dereceli okulları burada bitirmiştir. 1975’ te yüksek bir puanla üniversiteyi kazanmış, Tahran’ da Bilim ve Teknoloji Üniversitesi İnşaat Mühendisliği’nde akademik hayatına başlamıştır. 1986 yılında eğitimine aynı üniversitede yüksek lisans seviyesinde devam etmiştir. 1989 yılında Bilim ve Teknoloji Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Fakültesi Kurulu üyesi olmuştur. 1997’ de Ulaşım ve Planlama Mühendisliği üzerine Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’nden doktorasını almıştır. Üniversitede ders verdiği süre içinde birçok bilimsel makale yazmış, birçok dalda bilimsel araştırmalara katılmıştır. Aynı dönemde master ve doktora düzeyindeki öğrencilerin yapı işletmesi, inşaat mühendisliği, yol ve ulaştırma gibi konulardaki tezlerinde danışmanlık yapmıştır. Dr. Ahmedinejad İslam Devrimi öncesinde henüz bir öğrenciyken dini ve siyasi toplantılara katılmaya başlamıştır. İslam Devrimi’ nin başarılması sonucu Bilim ve Teknoloji Üniversitesi İslami Öğrenciler Topluluğu’ nun kurucu üyesi olmuştur. Savaş yılları boyunca Dr. Ahmedinejad, Gönüllü Kuvvetler (Besiç)’ in savaş alanındaki farklı bölüm ve bölüklerinde, özellikle de savaş mühendisliği bölüğünde, savaşın sonuna kadar aktif olarak hizmet etmiştir. Dr. Ahmedinejad evli ve ikisi erkek biri kız üç çocuk babasıdır. Kariyer Geçmişi • Maku idarecisi • Khoy idarecisi • Kürdistan Bölgesi Genel Yönetimi Danışmanı 68 • Kültür ve Yüksek Eğitim Bakanlığı Kültürel İşler Danışmanı (1993) • Ardabil Bölgesi Genel İdarecisi (1993-1997) • Bilim ve Teknoloji Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Kurulu üyesi (1989-...) • Tahran Belediye Başkanı (2003-2005) • 24 Haziran 2005’ te yapılan 9. Başkanlık Seçimleri’ nde İran Halkı tarafından Devlet Başkanı seçilmiştir. • 12 Haziran 2009 tarihli Başkanlık Seçimleri’nde tekrar Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. İdari pozisyonları, akademik kariyer ve bilimsel ilgilerinin ötesinde Dr. Ahmedinejad aşağıda sunulan alanlarda çalışmalar yürütmektedir. • Gazetecilik; çeşitli politik, kültürel, ekonomik, sosyal makaleler yazma, • Hamshahri Gazetesi yöneticiliği görevini yürütme, (Hamshahri gazetesinde düşünürler, öğrenciler vb. için Hamshahri for Passangers, Diplomatic Hamshahri, Youth Hamshahri, Monthly Hamshahri ve birçok ekstra sayfa bulunmaktadır.) • Iran Tunnel Society üyesi, • İran İnşaat Mühendisleri üyesi, • Bilim ve Teknoloji Üniversitesi İslami Öğrenciler Topluluğu ilk merkez konseyi üyesi, • İran’ da Üniversite ve Yüksek Eğitim Enstitüleri İslami Topluluklar Birliği ilk merkez konseyi üyesi, c. ‘Huccet-ül İslam’ Ali Ekber Haşimi Rafsanjani Ali Ekber Haşimi Rafsanjani, 1980’ den beri İran siyasetinin dominant bir figürüdür. Pragmatik-muhafazakar 69 olarak tanımlanmakta, dini yapının bir parçası olmakla birlikte, geniş bir spektrumda her türlü düşünceye açık ve Batı’yla ilişkiler üzerine oldukça faydacı biridir. Rafsanjani 1997’ye kadar sekiz yıl boyunca cumhurbaşkanlığı yapmış, 2005 yılında tekrar girdiği seçimlerde ikinci turda Ahmedinejad’a karşı kaybetmiştir. Bu tarihten itibaren Ahmedinejad’a açıkça muhaliftir. Rejimin en güçlü iki unsurunun başı olarak hala İran siyasetinin önemli bir figürü olmayı sürdürmektedir. Bunlardan biri Maslahat Konseyi (yasama alanındaki sorunları yargılayan organ), diğeri ise Uzmanlar Meclisidir (lideri atayan ve teorik olarak görevden alan organ). Ahmedinejad’a bir ikinci dönem veren 2009 seçimlerinde, Mir Hüseyin Musevi’nin başlıca destekçilerinden biri olmuştur. İran endüstrisi ve iş çevreleriyle yakın bağları vardır ve İran’ın en zengin insanı olduğu düşünülmektedir. Siyasi bağları nedeniyle büyük bir servet oluşturduğu yönünde, sürekli yalanladığı yoğun iddialar vardır. Humeyni Takipçisi İran’ın güneydoğusunda, çiftçi bir ailenin çocuğu olarak 1934’ te doğmuştur. Yakın takipçisi olduğu Büyük Ayetullah Humeyni ile birlikte, kutsal şehir olan Kum kentinde teoloji okumuştur. Şah döneminde birçok kez hapse girmiştir. Rafsanjani 1980-1989 arasında meclis başkanlığı yapmış, Irak’la yapılan savaşın son yılında Büyük Ayetullah Humeyni tarafından ordunun başkomutanlığına atanmıştır. Savaşı bitiren İran ‘ın BM Güvenlik Konseyi kararının kabulünde baş aktör olarak görülmüştür. Rafsanjani’ ye başkanlığı döneminde, Batı’ yla olan yakınlaşmayı destekleyen ve İran’ı bölgesel güç olarak tekrar ortaya çıkaran kişi olarak bakılmıştır. Lübnan üzerindeki etkisi 70 1990’ ların başında Lübnan’ da bulunan Batılı rehinelerin serbest bırakılmasına yardımcı olmuştur. Pragmatik Siyaset İç siyasette, sosyal adalet dağıtımında başarısız olduğu yönünde eleştirilen liberal ağırlıklı bir ekonomik politika izlemiştir. Yine de idam cezalarının karşısında olmuş, kadınlar için daha iyi iş imkanları sağlamıştır. Finansal politikaları İran’ı, savaş yıllarında uygulanan devlet kontrollü sistemden, piyasa ekonomisine daha yatkın bir sisteme geçirmeyi amaçlamıştır. Son yıllarda Ahmedinejad’ ın ekonomi politikalarını eleştirmiş, bunların İran’a ciddi zararlar verdiği yönünde suçlamalarda bulunmuştur. Nükleer faaliyetler konusunda Batı’yla anlaşma yanlısı olmasına karşın, Batı’nın ‘kabadayılığını ve fikirlerini empoze etmesini’ kabul etmemektedir. Washington’u da tehditlerinin sonuçsuz kalacağı yönünde uyarmıştır. 2007’ deki Cuma hutbelerinde nükleer silaha karşı olduğunu, ancak nükleer silahları olan ABD’nin, nükleer gücü barışçıl amaçlarla kullanmak isteyen İran’ı engellemeye çalışmasından dolayı hayal kırıklığına uğradığını söylemiştir. 2002’ de, Meclis ve onu bloke edebilen Koruyucu Konsey arasındaki anlaşmazlıklara hakemlik eden güçlü Düzenin Yararını Teşhis Konseyi ‘nin başına atanmıştır. 2006’da Uzmanlar Meclisi’ne seçilmiş ve bir yıl sonra da lideri atama yetkisi olan bu kuruma başkanlık etmeye başlamıştır. Ahmedinejad’a muhalif olduğu 2009 seçimlerinde Musevi’nin baş destekçilerinden olmuştur. Rafsanjani ve Ahmedinejad arasındaki ilişkiler 2009 seçim kampanyası Ahmedinejad, başladığından Musevi’yi yozlaşmış beri oldukça politikacılar gergindir. tarafından desteklenmekle suçlamış ve bu sırada adını açıkça andığı Rafsanjani, Ayetullah Hamaney’e seçimlerle ilgili birçok iddia varken sesiz kalmakla suçlar görünen bir mektup yazmıştır. 71 d. Mir Hüseyin Musevi Resim ve şiir sevgisiyle bilinen Musevi, İran Sanat Akademisi’nin de başkanıdır. İran’ ın muhafazakar başkanı Ahmedinejad’ ın en büyük rakibi olan Mir Hüseyin Musevi daima liberal çemberde hareket etmemiştir. Musevi, başbakanlık makamı kaldırılana kadar sekiz yıl boyunca bu makamda bulunmuştur. Yirmi senelik aranın ardından 2009 seçimlerine “ılımlı duruşuyla dönmüştür”. Ahmedinejad’ ın sert duruşuna nazaran liberal bir görüntü çizse de 1988’ de ekonomistler tarafından “sıkı bir radikal” olarak anıldığı bilinmelidir. Radikal Devrimci Musevi İran’ın Doğu Azerbaycan Bölgesi’nde doğmuş, mimarlık eğitimi almak için Tahran’ a taşınmış, burada İslam mimarisi üzerine uzmanlaşmıştır. Eşi Zehra Rahnavard ile birlikte, Şah’ ın devrildiği İslam Devrimi’nde aktif olarak yer almıştır. Günümüzde “reformcu aday” olarak nitelenen Musevi, İranlı militanlar tarafından Amerikalılar’ın Büyükelçilik baskınında esir alınması ve tutulmasını devrimin amaçlarına hizmet ettiği gerekçesiyle savunmuştur. Öyle ki, 1981 yılında New York Times’ da yayımlanan bir röportajında “Bu (Amerikan Elçiliği Baskını) olaydan sonra gerçek İslami kimliğimizi tekrar keşfettik.” demiştir. Musevi, başbakan olarak devrimin lideri Büyük Ayetullah Humeyni’nin destekçiliğini yapmıştır; bu dönemde kabine içi çekişme bulunmayan bir hükümetin başbakanı olarak anımsanmaktadır. Ayrıca ekonomi açısından da İran-Irak Savaşı döneminde koşulların elverdiği ölçüde başarılı bir performans sergilediği düşünülmektedir. Savaş Ağustos 1988’de bittiğinde, dönemin meclis başkanı Ayetullah Ali Ekber Haşemi Rafsanjani ile, İran’ın yeniden yapılanma için Batı yardımını kabul etmesi gerektiği yönündeki 72 teklifi üzerine ateşli bir tartışma yaşamıştır. Rafsanjani 1989’ da başkan olduğunda, yeni hükümetine katılması için Musevi’ye davette bulunmayı reddetmiştir. Bu olay, her ne kadar yüksek seviyeli iki rejim konseyinin başında bulunuyor da olsa Musevi’nin kamu hayatından tamamen uzak kalma sürecinin başlangıcı olmuştur. Bu süreçte Musevi, bir yandan resim ve şiire olan tutkusunu geliştirirken bir yandan da mimarlığa ve öğretmenliğe odaklanmıştır. Işıkların Uzağında 1997’den itibaren Musevi reformist hareketin bir parçası olmuş ve bu da, onun başkan olabilmesi için en iyi fırsatı olarak görülmüştür. Yine de Muhammed Hatemi’nin seçim çalışmalarında bulunmayı reddetmiştir. Sonrasında ise Musevi ve eşi, sekiz yıllık başkanlığı boyunca Hatemi’ye danışman olarak hizmet etmişlerdir. Eski Başkan Hatemi, Mart ayında adaylığını Musevi’nin seçim kampanyasına destek için geri çekmiştir. Musevi aynı zamanda eski rakibi ve halihazırda iki önemli yapının başındaki Rafsanjani’nin desteğine yönelik de güvence almıştır. Musevi, siyasete dönüşünün temelinde, İran’ın büyük bir tehlike içinde olduğuna inanmasını ve bu tehlikenin Ahmedinejad’ın ikinci kez seçilmesiyle daha da büyüyeceğini görmesi olduğunu söylemiştir. Musevi aynı zamanda İran’ ın yurtdışındaki radikal imajıyla da mücadele edeceğine dair söz vermiştir. Kampanyası boyunca daha fazla kişisel özgürlük çağrısında bulunmuş ve özel televizyon kanallarına karşı olan yasağı eleştirmiştir. Nükleer güç ve silahlama arasında ayrım yaparken, Batı’nın İran’ın nükleer zenginleştirme programının askıya alınması çağrılarına karşı durmuştur. Bu çerçevede Financial Times’ a “ Nükleer teknoloji ile nükleer silah arasındaki farkı belirten güncel konuşmalar iyidir. Ne kadar bu farlılık vurgulanırsa, yumuşama ihtimali o kadar olur” şeklinde bir demeç 73 verdiği bilinmektedir. Musevi’nin Arkasındaki Güç Kampanya boyunca Musevi’nin en büyük propaganda silahı, İran’ın en güçlü kadınlarından biri, eşi Zehra Rahnavard olmuştur. Zehra Rahnavard, eşinin yanında ve kampanya posterlerinde yer alıp, hatta kocasıyla elele tutuşarak, İran’ın siyasi geleneklerinden birini yıkmıştır. Bayan Rahnavard, konuşmalar yapan, tek başına mitinglere katılan ve görevdeki başkan Ahmedinejad’ ı kadınlara yönelik tutumunda dolayı açıkça eleştiren aktif bir kampanyacı olmuştur. Kendisini “sorumlu bir öğretim görevlisi ve sanatçı” olarak tanımlayan Bayan Rahnavard, kocasını ‘olağandışı’ şeklinde nitelemektedir. e.Muhammed Hatemi Pek çok reformcu girişimi muhafazakar direnişler tarafından bastırılan Muhammed Hatemi, 8 yıl boyunca İran Devlet Başkanı olarak görev yapmıştır. 2005 yılının Ağustos ayındaki istifasından sonra da ABD’nin ülkesi üzerinden yürüttüğü dış politikaya eleştirel yaklaşarak reformlarını savunmaya devam etmiştir. 2009 seçimlerinin başında cumhurbaşkanlığına adaylığını koymuş ancak daha sonra, başkanlığı süresince kendisine danışmanlık yapan Mir Hüseyin Musevi’yi desteklemek amacıyla yarıştan çekilmiştir. Saygın bir ayetullahın oğlu olan Muhammed Hatemi, 1943 yılında Yezd Vilayeti’nde doğmuştur. Önceki görevleri arasında Kültür ve İslami Rehberlik Bakanlığı, kendisinden önceki Devlet Başkanı Haşimi Rafsanjani’nin Kültür Danışmanlığı ve İran Milli Kütüphanesi’nin müdürlüğü yer almıştır. 74 “Demokrasi ihraç edilecek bir şey değildir.”27 1997’de başkanlık seçimlerini büyük çoğunlukla kazanmıştır. İfade özgürlüğü kapsamını genişletme, işsizlikle başa çıkma ve özelleştirmeyi destekleme, seçim kampanyasında vermiş olduğu vaatlerdendir. Başarısının kaynağı “dini demokrasi” görüşünden etkilenmiş olan gençler ve kadınlardan gelen büyük desteğe atfedilmiştir. Başkan Hatemi’nin bu terimi, yazılı basının yeniden doğmasında ve ABD ile geliştirilen ilişkiler üzerinde örneklenen serbestide öncülük yaratmıştır. 1998 yılında CNN’e verdiği demeçte “Amerikan Halkı’nı” işaret ederek onlara karşı herhangi bir “düşmanlık” beslemediklerinin altını çizerek uzlaşı umudunu dile getirmiştir. Yine 1998 yılının Eylül ayında, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na 2001 yılını “Medeniyetler Arası Diyalog Yılı” olarak ilan etmesini önermiş, küresel toleransı genişletmeyi amaçlayan söz konusu önerisi kabul edilmiştir. İslami Demokrasi Ülkesinde ‘islami demokrasi’yi gerçekleştirme çabası ülkenin muhafazakar kurumlarınca engellenmiştir. Medyadaki ilk hareketlenmeleri, gazetelerin kapanması ve muhabirlerin tutuklanması izlemiştir. Söz konusu dirence ve petrol fiyatlarındaki düşüşün neden olduğu ekonomik sıkıntılara karşın, Hatemi 2001 yılının ikinci dönem seçimlerini de kazanmayı başarmıştır. Anılan seçimlerde katılım, 1997’ye nazaran düşük olsa da oy oranı yükselmiştir. Reformlarının önüne konulan engellerden dolayı hayal kırıklığına uğrayan Hatemi, başkanlık yetkisini artıran bir önergeyle Koruyucu Konsey’in rolüne bir kısıtlama daha getirmiştir. Kanun taslağı, parlamento tarafından 2003 yılının Nisan ayında kabul edilmiş ancak Danışma Kurulu tarafından anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. 27 2006 yılında BBC’ de yer alan bir konuşmasından. 75 2003 yılının Mayıs ayında parlamentoda okunan ve “aksi takdirde İran’ın Saddam Hüseyin’in Irak’ı ile aynı kaderi paylaşacağını belirten” 153 milletvekili imzalı açık bir mektup, muhafazakarları reformların önünü açmaya itmiştir. Bir zamanlar Hatemi’ yi oylarıyla desteklemiş olan öğrenciler, 2003 yılının Haziran ayında reformların yavaşlatılmaması için sokaklara döküldüklerinde, Hatemi ve yandaşlarının istifasını istemişlerdir. Televizyondaki açıklamalarında Hatemi, öğrencilerin söz konusu hareketi için: “Öğrencilerimizin protesto gösterisi düzenleme hakları mevcuttur ve bunu yaparken bu konudaki olgunluklarını sergilemişlerdir” yorumunda bulunmuştur. Aynı zamanda Hatemi, ABD Başkanı George W. Bush’un gösterilerin İranlıların özgürlük istediğini işaret ettiği değerlendirmesine karşılık olarak hiçbir yabancının iç meselelere müdahale etmesine izin vermeyeceklerini belirterek tepkisini göstermiştir. Ilımlı Ses Muhammed Hatemi 2005 yılında İran anayasasının izin verdiği ard arda iki dönemlik görev süresini tamamlayarak makamını terk etmiştir. Hatemi’den sonra cumhurbaşkanlığı görevine, Yahudi Soykırımı hakkındaki tutumu Batı’da büyük tartışmalara yol açan aşırı muhafazakar Mahmut Ahmedinejad gelmiştir. Hatemi, Batı tarzı demokrasiyi Orta Doğu’da uygulamaya çalışmanın bir sonuç getireceğine inanmadığını ve kendisini dünyadaki ekstremizm ile savaşmaya adadığını belirtmiştir. İran’ın nükleer enerji sahibi olmasını destekleyen Hatemi, aynı zamanda dış dünyanın haklı kaygılarının hafifletilmesi gerektiğine de inanmaktadır. f. Ali Larijani 1958’de Irak’ ın Necef kentinde doğan Ali Laricani, İran Parlementosu başkanı, filozof ve siyaset adamıdır. Larijani 15 76 Ağustos 2005’ den 20 Ekim 2007’ ye kadar ‘Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi’ sekreterliği yaptığı göreve Başkan Ahmedinejad tarafından Hasan Ruhani’nin yerine atanmıştır. Larijani’nin bu görevden istifasının kabulü (2007), daha önceki istifasının da Başkan Ahmedinejad tarafından geri çevrildiğini ifade eden İran Hükümet Sözcüsü Golam Hüseyin Elham tarafından açıklanmıştır. Larijani, Yüce Lider Ali Hamaney’in konseydeki iki temsilcisinden biridir (diğer temsilci ise Hasan Ruhani’dir). Sekreter olarak atandığı eski görevinde, İran’ın nükleer programı da dahil olmak üzere ulusal güvenlik konularında baş müzakereci olarak etkin bir şekilde çalışmıştır. g. ‘Huccet-ül İslam’ Golan Hüseyin Muhsini Ejei Kesin bilgiye dayanmamakla birlikte 1956 yılında İsfahan Bölgesi’nde doğan Golam Hüseyin Muhsini Ejei, SAVAMA ya da VEVAK olarak da bilinen İran İstihbarat ve Ulusal Güvenlik Bakanlığı Başkanlığı’na 24 Ağustos 2005’te Mahmut Ahmedinejad tarafından atanmıştır. Söz konusu organizasyon, 1979 İran Devrimi’nin hemen sonrasında Şah’ın istihbarat örgütü SAVAK’ın yerini almıştır. Haghani Okulu’nda okumuş olan Muhsini, yurt dışında eğitimi sürdürdüğü yıllardan sonra uluslararası hukuk üzerine yüksek lisansını almıştır. 1984 -1985 yılları arasında İran İstihbarat Bakanlığı seçme komitesinde başkanlık yapmıştır. 1986-1988 yılları arasında yargı erki başkanının Enformasyon Bakanlığı’ndaki temsilcisi olmuştur. 1989-1990 yıllarında ekonomi işleriyle ilgilenen savcılıkta başkanlık yapmıştır. 1991-1994’te Enformasyon Bakanlığı’nda yargı erki başkanı temsilcisi olarak görev yapmış, 1995-1997 yılları arasında ise ‘Din Adamları Özel Mahkemesi’nde hakim olarak bulunmuştur. Muhsini muhafazakar radikallerden biri olarak değerlendirilmektedir. 77 h. Tümgeneral Muhammed Ali Caferi 1957 yılında Yezd’de doğan Ali Caferi, Devrim Muhafızları’ nın komutanı olup; bu göreve 1 Eylül 2007’de Yüce Lider Ayetullah Hameney tarafından Tümgeneral Yahya Rahim Safevi’nin yerine atanmıştır. Caferi, Muhsin Razai (eski Devrim muhafizları Komutanı) ve Muhammed Bekir Kalibaf ( Devrim Muhafızları eski üyesi ve Tahran Belediye Başkanı)ın da yer aldığı muhafazakar gruba yakın olarak bilinmektedir. Safevi’nin yerine Caferi’nin atanması Ayetullah Ali Hamaney’ in, Ahmedinejad etrafındaki radikalleri muhafazakar hiziple dengeleme hamlesi olarak yorumlanmıştır. Uzmanlar Caferi’yi taktisyen, organizatör ve gayri nizami harp konusunda uzman bir asker olarak tanımlamaktadırlar. Caferi ilk ve orta öğrenimini doğduğu yer Yezd’de tamamlamış, 1997 yılında yapı teknolojisi okumak üzere Tahran Üniversitesi’ne kabul edilmiştir. Öğrencilik yıllarında Tahran’da Şah’a karşı yapılan protestolara katılmış, bu nedenle yakalanmış ve hapse atılmıştır. Üniversitedeki bölümünü ‘Tahran Üniversitesi İslami Organizasyonu’nda temsil etmiştir. Caferi aynı zamanda ABD Elçiliği baskınında da yer almıştır. 1981 yılında Devrim Muhafızları’nın mensubu olmuş, ‘Güney ve Batı Savaş Alanları Operasyon Komutanlığı’na kadar yükselmiştir. Caferi çeşitli savaşlarda aktif olarak yer almış, Aşura Tugayı, Kudüs ve Necef Karargahları Komutanlığı yapmıştır. 1992-1993’te Devrim Muhafızları Harp Akademisi’nde ders vermiştir. Caferi’nin gayri-nizami ve asimetrik savaş üzerine bir çok doktrin oluşturduğu söylenmektedir. Caferi Devrim Muhafızları’na lider olarak atanmadan önce aynı ordunun 13 yıl süreyle Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevini ve Devrim Muhafızları Strateji Merkezi Başkanlığı’ını üstlenmiştir. Caferi, İçişleri Bakanı vekili Muhammed Bekir Zolkadr’ın 78 damadı olup, 24 Pasdaran komutanı tarafından Hatemi’ye gönderilen uyarı mektubunun (liberal politikalara karşı) yazarları arasındadır. ı. ‘Ayetullah’ Seyyid Mahmut Haşimi Şahrudi 1948 yılında Irak’ın Necef Kenti’nde doğan Ayetullah Seyit Mahmut Haşimi Şahrudi, İranlı siyasetçi ve Şii din adamıdır. 1999 yılından beri, koltuğu devraldığı Muhammed Yazdi’nin yerine İran Yargı Sistemi’nin başına geçmiştir. Öncesinde, Şahrudi ‘Irak İslam Devrimi Yüksek Konsey’i (SCIRI) olarak da bilinen Şii direniş örgütünde liderlik yapmıştır ki, birçok uzmana göre yargı sisteminin başına getirilmesinin en büyük nedeni bu görevidir. 1999 Aralık’ında Devlet Başkanı Hatemi’yle yargı sisteminde reform yapılması konusunda fikir birliğine varmış, bunun ilk uygulaması olarak 2000 yılında, aralarında hakimlerin de bulunduğu kırk kişinin rüşvet ve yolsuzluk suçlamasıyla tutuklanması yaşanmıştır. Şahrudi aynı zamanda ekonomik suçlarla mücadeleye öncülük etmiştir. 2002 yılında Yargı Sözcüsü, Şahrudi’ nin siyasete müdahalelerini protesto etme amacıyla görevinden istifa etmiştir. Şahrudi Batı’ da en çok, 2002’deki, idam cezası olarak başvurulan taşlama (recm) yönteminin durdurulması kararıyla gündeme gelmiştir. Bu karara rağmen recm cezası halihazırda fiilen varlığını sürdürüyor olsa da bu karardan geri dönüş olasılığı tümden ortadan kalkmamıştır. Şahrudi tarafından başlatılan söz konusu durdurma kararına rağmen recm cezasının halka kapalı yerlerde ve hapishanelerde halen uygulanıyor olması, bu dönüş ihtimalinin kanıtıdır. Şahrudi’ nin İran Parlamentosu onayına sunduğu yasa taslaklarından en önemlilerinden biri ‘Ghanoon-e Mojaazaat hay-e Jaay-gozin’ adıyla da bilinen, cezası 6 ay hapisten az olan bütün küçük suçların sosyal cezalara düzenleme önerisi olmuştur. 79 çevrilmesini içeren yasal i. ‘Huccet-ül İslam’ Mehdi Kerrubi Orta düzey bir din adamı olan Huccet-ül İslam Mehdi Kerrubi, 1937 Luristan doğumlu olup, Militan Din Adamları Birliği’nin kurucu üyesi ve eski başkanıdır. Şah dönemi olan 1970’lerde birçok kez tutuklanarak hapse giren Kerrubi, 1989-1992 ve 2000-2004 yılları arasında meclis başkanlığı yapmış, 2004 seçimlerinden sonra ise meclisteki sandalyesini kaybetmiştir. Yüce Lider Hamaney tarafından atandığı danışmanlık görevi ve Maslahat Konseyi üyeliğinden 1995 yılı Başkanlık Seçimleri’nin ilk turu sonrası istifa etmiştir. Yüce Lider Hamaney’in destekçisi olan Kerrubi, Anayasa Koruyucular Konseyi’ni tenkit eden isimlerden biri olmakla birlikte, kendisini Büyük Ayetullah Humeyni’nin izinde olan biri şeklinde tanımlamaktadır. Anayasa Koruyucular Konseyi’nin 20 yıl önce uygunluk denetimi yapmak için oluşturulduğunu söyleyen Kerrubi, günümüzde bunun seçimlere doğrudan yön veren bir hal aldığını iddia etmiştir. Ahmedinejad’ın dış politika anlayışını sıklıkla eleştiren Kerrubi, en ünlü çıkışlarından birini Yahudi Soykırımı’nın bir olgu olduğunu söylediği açıklamasıyla yapmıştır. 2009 seçimleri kampanyasında seçmenlere dağıttığı broşürlerinde insan haklarını koruma, sivil toplum kuruluşlarını geliştirme, kadınların sosyal statüsünü yükseltme gibi birçok vaatte bulunmuştur. 2008 yılında İtimat-ı Milli Partisi’nin başına geçen Kerrubi, ‘ılımlı’ ve çoğu zaman da ‘köylü’ olarak değerlendirilmektedir. j. Muhsin Rızai Devrim Muhafızları’nın eski lideri Muhsin Rızai, 2009 Başkanlık Seçimleri’nin Anayasa Koruyucular Konseyi tarafından onaylanmıştır dört adayından biridir. 1954 Kuzistan doğumlu olan Rızai, ekonomi üzerine 80 doktorası da olan eski bir askerdir. Askeri geçmişi, 1979 İslam Devrimi öncesi ABD destekli Şah’a karşı mücadele eden milis kuvvetlerden birinin üyeliğiyle başlamıştır. Sekiz yıl süren İran-Irak Savaşı sırasında henüz daha 27 yaşında iken Devrim Muhafızları Birlikleri’nin komutasına atanmıştır. Rızai 1994 yılında Arjantin’de 85 kişinin ölümüne neden olan Yahudi merkezi saldırısında yer aldığı iddia edilen beş İranlı’dan birisi olarak aranmaktadır. Rızai, 1997 yılında ülkenin en üst uzlaşma yapısı olan Maslahat Konseyi’nin sekreterliğine getirilmiştir. Muhsin Rızai 2005 seçimlerine de katılmış ancak daha sonra çekilmiştir. Rızai görevdeki başkan Ahmedinejad’ın seçimlerdeki tek muhafazakar rakibi idi. Genel olarak enflasyon, işsizlik, yoksulluk gibi konularla mücadele edeceği taahhüdünü veren Muhsin Rızai, Ahmedinejad’ı ülkeyi uçuruma sürüklemekle itham etmiş, İran’ın sorunlu ekonomisi için reformlar yapacağı vaadinde bulunmuştur. Nükleer program konusunda da rakibinden farklılaşan Rızai, Ahemedinejad’ın ‘maceracı üslubu’nu eleştirmiş, kendisinin ‘ne pasif ne de maceraperest’ olacağını söylemiştir. 81 SONUÇ VE GENEL DEĞERLENDİRME NELER YAŞANDI? NASIL BİR İRAN? Devrimin ve Reformun Yapısını Anlamak Totaliterlik sonrası rejimlerde reformcular, kurumlar ve devrimin kurucu dökümanlarında varolan politik mirasla mücadele etmek durumundadırlar. Anılan mücadeleden sonuç alınabilmesi için yalnızca siyasi ittifaklar değil, aynı zamanda muhafazakarlara tehdit oluşturmadan reformu geliştirebilecek ılımlılar da işlevsel bakımdan “gereklidir”. Bir tür geçiş olarak nitelenebilecek bir reform çabasının yönetici seçkinler tarafından farkedilmesinin ise kaotik bir ortam yaratabilecek çatışmaların eşlik edebileceği açıktır (Brumberg, 2001: 153). İran’da bugün yaşanan durumun, söz konusu perspektifle analiz edilebileceği düşünülmektedir. Humeyni’nin otoritesinin karizmatik ve patrimonial olarak nitelendirilmesi aslen İran Toplumu’nun geleneksel kalma eğiliminde olması ile açıklanabilir. İran İslam Cumhuriyeti sosyal anlamda Pehlevi İran’ının özelliklerini taşımaya devam etmiştir. Siyasi ilişkilerideki patron- client ilşkileri varlığını sürdürmüştür. Halen ekonomik gücü elinde tutan ayrıcalıklı bir sınıf olarak bonyadlar bulunmaktadır. İran İslam Devrimi’ni yalnızca yönetici sınıfın el değiştirdiği bir siyasi olay olarak yorumlayan ve sosyal dengelerde çok radikal bir değişiklik yaratamayan rejim olarak eleştiren birçok düşünürün varlığı, bu çerçevede özellikle değerlendirilmesi gereken bir husustur. İslam düşündüren Devrimi’nin 2009 kitleleri seçimleri memnun sonrasında edemediğini yaşanan çatışma ortamının analiz edilmesi, kanımızca büyük önem arz etmektedir. Zira, Humeyni’nin İslam Devrimi’ni gerçekleştirirken olayları yalnız dikte etmediği aynı zamanda olaylara tepki vermek durumunda kaldığı unutulmamalıdır. Başka bir anlatımla, İslam Devrimi’nin olağanüstü güçlü bir destekle 82 gerçekleşmesi şaşırtıcı görülmemiştir. 25 yıl baskı altında yaşadıktan sonra, bastırılmış özgürlüklerin dışa vurumunun “görkemli” olması şaşırtıcı olmamalıdır. Kimi uzmanlara göre söz konusu durumun yeniden yaşanmaması, İslami rejimin yıkılmaması için aynı hata yapılmamalı, kitlelerin istekleri gözardı edilmemelidir (Ansari, 2006: 43). İran İslam Devrimi Rejimi’nin Güvenlik Sigortaları Bununla birlikte rejimi ayakta tutan güvenlik mekanizmalarının, muhalefetin imkan ve kabiliyetini fazlasıyla aşan güce sahip olduğu inkar edilemez bir gerçektir. Bu çerçevede, olayların bastırılmasında kullanılan “şiddet unsuru” paradoksal bir şekilde yorumlanmaya da açıktır. Anımsanacak olursa, İslam Devrimi sırasında rejimi korumakla görevli olanların “isteksiz” tutumları; söz konusu hareketin başarısı ve iktidarın el değiştirmesi bakımından kilit bir rol oynamıştır. Dolayısıyla, güvenlik birimlerinin olayların bastırılmasında gösterdiği kararlılık; reformistlerin üzerinde, “başarı şansının oldukça sınırlı olduğu” kanaati yaratmak suretiyle sonuç alıcı olmaya oldukça elverişlidir. Ayrıca, Pasdaran ve bağlı Besiç unsurlarının potansiyeli düşünüldüğünde, olayların “tam kapasiteye ulaşmış orantısız güç” kullanılarak bastırıldığını öne sürmek de olanaklı değildir. Pasdaran’ın “kapasitesinin hemen hemen dörtte biri” dahi İran’da binlerce kişinin hayatını kaybedeceği çok büyük trajedilere neden olabilecek kimlikte görülmelidir. Kanımızca, son dönemde yaşanan olaylar yorumlanırken; mollaların ve Pasdaran’ın aldığı eğitim göz önünde bulundurulması gereken bir husustur. Mollalar, sıradan ve salt teolojik unsurları içeren bir dini eğitimden geçmedikleri gibi; Pasdaran da salt iç güvenliğe ilişkin “sert güç unsurları” kullanımına dayalı bir formasyona sahip değildir. Dolayısıyla yaşanan gelişmeler karşısında, İran güvenlik birimlerinin tepkilerini “kriminal ya da toplumsal bir olay karşısında polisin alışılmış 83 tepkileri” çerçevesinde ölçerek imkan ve kabiliyetini değerlendirmek, analistleri oldukça yanlış sonuçlara götürebilir niteliktedir. Bunun yerine, İran güvenlik seçkinlerinin ve Kum’un tepkileri; istihbari–operasyonel ölçütler çerçevesinde değerlendirilmeye gereksinim duymaktadır. Anılan çerçevede güvenlik birimlerinin asıl misyonu; olayları ilk çıktığı yerde, eldeki tüm imkanlarla bastırmak değil; bir süre gelişmesine izin vererek; - olayların seyrini, - rakip grupların olanak ve eğilimlerini, - destek veren iç ve dış unsurların hangileri olduğunu, - rakip grupların hareket tazları ve alışkanlıklarını, - rakip lider kadroyu, zaaflarını ve grup dinamiklerini, - uluslararası ve ulusal kamuoyu tepkilerinin nasıl şekilleneceğini, - kullanacakları araçların hangileri olması gerektiğini, - karşı karşıya bulunulan hareketin perde arkası liderlerini ve benzer unsurları görerek, rasyonel ve soğukkanlı tepkiler vermek olarak değerlendirilmektedir. Bu aşamada, dünyada yaratılan panik havasının, Kum dinsel – politik seçkinleri ve Pasdaran arasında görülmediğine değinilmesi gerekmektedir. Ayrıca, Musevi’nin bu çalışma kapsamında verilen özgeçmişi ve eğilimleri de düşünülecek olursa; dünyada ya da protestocular arasında gözlemlenen reformist heyecanın; “kendisini lider konumunda bulan” Musevi tarafından aynı isteklilikle benimsendiğini söylemek güçtür. Bu durum, Hatemi’nin yakın döneme kadar danışmanlık hususunda Musevi ve eşinden yararlandığı, başkanlık seçimlerine girecekken; Musevi lehine çekildiği de anımsandığında daha anlamlı olacaktır düşüncesindeyiz. Zira Hatemi–Musevi örneğinde gözlemlenen hususun, daha önce de belirtildiği üzere, rejime değil; Hamaney, Ahmedinejad ve Pasdaran’ın, İran siyasi sistemini domine 84 etmesine muhalefet olarak nitelendirilmesi daha doğru olacaktır. Sonuç olarak, 2009 seçimleri sonrası yaşanan gelişmelerin kısa ve orta dönemde büyük devrimler yaratacağını beklemek fazlasıyla irrasyonel bir yorum olarak tanımlanabilir. Bununla birlikte olayların hiçbir sonuç vermeden sonlanması da beklenmemelidir. Kanımızca bu noktada “Musevi” ve “İran’da rejim değişiyor mu” başlıkları ile gözden kaçan iki husus bulunmaktadır: - Muhalif unsurlar rejim karşısında kolektif eylem pratiği kazanmışlar ve ani tepkisellikle organize olma becerilerini göstermişlerdir. - Rafsanjani örneğinde belirginleştiği üzere; Hamaney’in, Humeyni’nin kişisel karizmasından oldukça uzak olması sonucu ortaya çıktığını düşündüğümüz yönetsel zaafiyetler, Rehberlik makamının şekli üzerine tartışmaları yinelemiş ve dini elitin bütünlüğü sarsılmıştır. Anılan iki sonuç; popüler değerlendirmelerin aksine, İran’da sistemi gerçekten de değiştirebilecek potansiyele sahiptir. Zira, Rehberlik makamının birkaç figürden oluşacak bir “grup” tarafından doldurulması; dış politik reaksiyonları kuvvetle etkileme potansiyeline sahiptir. Başka bir anlatımla, gösterilerin arkasında aranan “dış odaklar”, böyle bir durumda gerçekten İran’daki sistem içinde “işbirliğine” açık ve en yüksek dini etkinliği haiz figürler bulmakta zorlanmayacaklardır. Bununla birlikte yukarıdaki ifadeden anlaşılması gereken, nükleer program gibi ulusal damarı doğrudan ilgileyen konularda “batı ile tam bir uyum içinde çalışacak mollalar” anlamına gelmemelidir. Bununla birlikte; Yahudi Soykırımı’nın açıkça reddedilmesi, İsrail’in yok edilmesi gerektiği yönündeki demeçler ya da nükleer programın, nükleer silah üretmeye yönelik bir mahiyet kazanması gibi hususlarda; örneğin Rafsanjani, işbirliği ve diyaloğa çok daha açık görünmektedir. Bu durumda, yaşanan 85 gelişmelerin salt Kum ya da Pasdaran tarafından değil, aynı zamanda Rafsanjani tarafından da dikkatle izlendiği düşünülmektedir. Kanımızca söz konusu iki “dikkatli gözlem”, Musevi’nin politik çabalarından çok daha fazla belirleyiciliği haiz görünmektedir. Bundan Sonra Nasıl Bir İran? İran’da uzun dönemde farklılaşmaların beklenmesi kaçınılmaz görünmektedir. Kanımızca sözü edilen olası sonucun nedeni, organize bir reformist muhalif hareket değil; Rafsanjani, Musevi örneklerinde görüldüğü üzere, İslam Devrimi’ne de dahil olan İran elitleri arasında yaşanan kırılma olacaktır. Anılan kırılmaların, orta vadede (Büsam analistleri ölçütleri [B.a.ö.] ile 5 – 10 yıl) göreli geniş sosyal kitlelerin reform talepleri ile taban bulma gayreti içine girmesi beklenmelidir. Başka bir anlatımla; İran iç siyasetinde, orta–uzun (B.a.ö. 10–15 yıl ) ve uzun dönemde (B.a.ö. 15–30 yıl), liderleri pragmatik ancak tabanları reformist politik kitle hareketlerine rastlamak oldukça mümkün görünmektedir. Bu hususta oluşturulan senaryo ve İran’da orta–uzun ve uzun dönemde beklenen tablo: “kendilerine sistemden rahatsız kitleler arayan; rejime değil iktidar paylaşımına muhalif elitler” ya da tersinden okuyacak olursak; “kendilerine iktidar paylaşımından rahatsız liderler arayan, sisteme muhalif kitleler” gözlemlenmesi olasıdır, şeklinde özetlenebilir. İran Yönetici Eliti Değişiyor mu, Ahmedinejad Yeni Putin mi? Yukarıdaki alt başlık ile özetlenen soru, İran’a ilişkin Türkiye’deki literatürde fazla rastlanmayan bir gelişmeyi de okuyucunun dikkatine sunmak amacıyla sorulmuştur. Daha ayrıntılı irdelemek gerekirse; Ahmedinejad, muhalefete ve kısmen de Rehbere karşı iktidarını güçlendirmek için kendisinin de mensubu olduğu Pasdaran’a nasıl bir işlevsellik yüklemektedir? 86 Son Ahmedinejad kabinesinde 21 bakanlıktan 9’unun eski üst düzey Pasdaran komutanlarından oluştuğu ve anılan bakanlıklar arasında; enerji, refah ve sosyal güvenlik, endüstri ve madenler, adalet, kültür ve İslami rehberlik, petrol, savunma, ticaret gibi kritik pozisyonlar olduğu bilinmektedir (Alfoneh, 2008). Ayrıca yaklaşık otuz vali, Ahmedinejad tarafından Pasdaran yöneticileri ile değiştirilmiştir. Bu noktada Hamaney’in, bu gelişmelere kendi iktidarını da düşünerek kısmen sessiz kaldığı bununla birlikte; sonunda “postu ve iktidarını koruyarak hareket serbestisini kaybedebileceği” yönünde değerlendirmeler olduğu da bilinmektedir (Alfoneh, 2008). Dolayısıyla, özellikle Türkiye’de gözden kaçırılan başka bir gerçek; İran’da artık merkezi domine eden tek başat gücün dinsel elit değil; dinsel elit ile pragmatik bir işbirliği içinde bulunan ve Ahmedinejad ile birlikte devlet başkanlığı düzeyinde “temsil edilen” Pasdaran olduğudur. Bu durumda, Pasdaran’ın, yalnızca korumakla görevli olduğu değil, aynı zamanda sahip olduğu bir iktidar için de faaliyet göstereceği gözardı edilmemesi gereken bir olgu kimliğinde karşımıza çıkmaktadır. 1979’da İran Ordusu’ndan bağımsız olarak, Yüce Lider, Büyük Büyük Ayetullah Humeyni tarafından kurulan İran Devrim Muhafızları (Pasdaran); rejimin korunmasından, stratejik füzelerin yönetimine; gayri nizami harp icrasından, yurt savunmasına; ideolojik kontrolden, örtülü operasyonlar düzenlenmesine ve ülke dışında paramiliter aktivite örgütlenmesine kadar çok geniş bir görev tanımına sahiptir. Besiç ile iç güvenliği sağlayan, kendine ait kara, hava ve deniz kuvvetleri olan; Kudüs Güçleri ile yurt dışında örtülü faaliyetler yürüten bu yapı, yarı – bağımsız bir ordu şeklinde nitelenebilir. Yalnızca Rehber’e hesap vermekle yükümlü olan, özellikle “rejim güvenliğinin sağlanması” gibi ucu fazlasıyla açık bir görevi haiz Pasdaran, anılan “görevini” ülke içindeki hakimiyetini pekiştirmek için kullanma pratiğine de sahiptir. Dönemin Başkanı Hatemi’ye (1999), 12 komutan 87 imzalı bir uyarı mektubu gönderdiğinin anımsanmasında fayda görülen bu yapının yeni komutanı Caferi; Eylül 2007 tarihli konuşmasında, günümüzde muhafızların temel görevinin iç tehditler ile mücadele olduğunu belirterek; “Pasdaran’ın salt askeri değil aynı zamanda politik ve ideolojik bir organizasyon olduğunu” söylemiştir28. Bu durumun, Rus istihbarat geleneğinin müdahale pratiğini akla getirdiğini söylemek yerinde olacaktır. Bu nedenle, Ahmedinejad’ın, iktidara gelmesini müteakip, devlet kadrolarını Pasdaran mensubu “sadık dostları” ile doldurması, Orta Doğu’da sıklıkla gözlemlenen basit bir kadrolaşma çalışması olarak değerlendirilmemelidir. Son dönemdeki protesto gösterileri ve Rehberlik makamı üzerindeki değişim talepleri göz önünde bulundurulduğunda, Hamaney’in pragmatik nedenlerle anılan kadrolaşmaya karşı çıkmaması ya da sınırlı bir muhalefet göstermesi beklenebilir. Özellikle muhalefetin protesto gösterilerinin Tahran ve Kum’u endişelendirmesi, sarılmaya” politik itebilecek seçkinleri başlıca Pasdaran’a motivasyon daha unsuru “sıkı olarak değerlendirilmektedir. “Dış Güçlerin” Tutumu İran, alışılageldik bir refleks ile meydana gelen gelişmeler nedeniyle batılı güçleri sorumlu tutmuştur. Musaddık İktidarı’nın nasıl devrildiği müdahalesi düşünülecek tamamen değerlendirmesinde olursa; dışlanması bulunmak “İran’a gereken doğru yönelik bir servis seçenektir” olmayacaktır. Bununla birlikte, bu çalışmada verilmeye çalışıldığı üzere, bu denli geniş sosyo–politik ve sosyo–ekonomik yelpazeye sahip bir toplumda içsel dinamikleri tamamen yok saymak da fazlasıyla irrasyonel görünmektedir. Başta ABD olmak üzere batının genel tepkiselliği, gösterilerin bastırılmasında kullanılan göreli şiddet ve insan haklarının kısıtlanması odağında olmuştur. 28 Hamsahri Gazetesi 29 Eylül 2007, Agahsazi (Tahran) 29 Şubat 2008. 88 İran’ın, ABD’den daha fazla suçladığı İngiltere Başbakanı G. Brown İran’a en sert eleştirileri yönelten figür olmuştur. İran’ın uluslararası toplumun bir parçası olması yönündeki istemini yineleyen ve temel haklara saygı gösterilmesini talep eden Brown, şiddet kullanılmasını ve medyanın susturulmasını şiddetle kınadığını belirtmiştir. ABD Başkanı Obama, İran’ın iç işlerine karışma niyetinde olmadıklarını ancak (Kahire Konuşması’na da atıf yaparak) düşüncelerin baskı ile yok edilemeyeceğini söylemiş; İran’ı olayları bastırma biçimi, gösteri ve söylem özgürlüklerine saygı göstermesi hususunda eleştirmiştir. Almanya’dan göreli daha hafif bir tepki gelirken; Rusya Federasyonu, olayların ve seçimin İran’ın iç meselesi olduğunu belirtmiştir.29 SON SÖZ ABD’nin stratejik odağı, Afganistan – Pakistan eksenine kaymak durumunda kalmışken ve özellikle Irak’tan çekilme sürecinde İran ile yeni bir çatışmaya girmek istemediği değerlendirilmektedir. Belirtilen faktörlere, Washington’un Başkan Obama ile birlikte yumuşak güç unsurlarını yeniden güçlendirme dönemine girdiğide de eklenecek olursa; ABD tarafından yapılacak sınırlı ya da geniş kapsamlı bir askeri müdahale seçeneğinin bu aşamada masada olmadığını söylemek mümkündür. Bununla birlikte, nükleer programın, nükleer silaha evrilmesi İsrail için bir beka sorunu niteliğinde olup Tel Aviv’in kayıtsız kalması da beklenmemelidir. İran’da iktidarın sertleşerek Pasdaran’ın hakimiyetine geçmesi, beklenenin aksine ABD değil, İsrail eksenli bir çatışmayı tetikler nitelikte ortaya çıkabilir. Bu nedenle seçim sonuçları ve sonrasında yaşanan gelişmelerin, Türkiye – İran ilişkilerinden çok, İsrail – İran ilişkilerinde güçlü bir yansıma bulacağı değerlendirilmektedir. İran İslam Devrimi, hemen her devrim gibi belirli bir sürecin ardından, “sistemin kendisi” olmaya başlamıştır /olmuştur ve 29 Reuters Haber Ajansı 89 devinim, revizyonizm gibi özellikleri yerini statükocu bir yaklaşıma bırakmıştır. Son yaşanan gelişmeler, bir “karşı devrime” işaret eder nitelikte değildir. Bunun nedeni; ne Türkiye’de görülen ve iç politik kaygılar sonucu zorlamayı da içeren “dindarlar da ayaklanıyor” yorumları ne de göstericilerin pragmatik niteliğidir. Çok basit bir anlatımla İslam Devrimi, Şah’a karşı yapılmıştır ve sonucunda monarşi yıkılmıştır. Olayların ve sürecin yöneticisi ya da parçası Şah (Monark Aile) olmadığı sürece; yaşananları “karşı devrim” olarak nitelemek, esasen teknik olarak mümkün değildir. Buna karşın, memnuniyetsiz kitlelerin, pragmatik birliktelik kültürleri, İran’da önemli bir politik belirleyendir ve yaşananlar bu çerçevede değerlendirilmelidir. Bununla birlikte, analizimiz; İran’da olabilecek en muhtemel değişikliğin beklenenin tam aksi yönde yaşanabileceğidir. Zira, gelişmelerin etkisiyle Hamaney’in ve Kum’un artan endişeleri ve Ahmedinejad’ın dört yıl daha ofiste bulunacak olması nedeniyle; Pasdaran’ın gücünü arttırması ve politik – bürokratik alana daha da yayması beklenmektedir. Başka bir anlatımla gösteriler, Pasradan’a; “Gorbaçov ve Yeltsin döneminin FSB’ye verdiği zemini andıran” bir müdahale zemini verebilecek niteliktedir. Bu durumda Rafsanjani ve yandaşlarının politik yaşantısına dair gelişmeler, Rus oligarklar ile benzeşme potansiyelini de haiz olacaktır. Tahran’ın gösterilerin bastırılması ya da göstericilerin potansiyelinin kırılması amacıyla sosyal özgürlükler sağlaması şaşırtıcı olmamalıdır. Bununla birlikte; geri adım atılması beklenmeyen husus; Ahmedinejad’ın ve Hamaney’in iktidarlarının muhalefetle; özellikle yapısal reformlar ile paylaşılması şeklinde değerlendirilmektedir. 90 EK – 1 1979 Sonrası, Kısa Kısa... 1979 Ocak- Şah ve ailesi ülkeyi terk etti. 1979 1 Şubat- 14 yıllık sürgün sonrasında Ayetullah Humeyni İran’a döndü. 1979 1 Nisan- Yapılan referandum sonrası İran İslam Cumhuriyeti ilan edildi. 1979 Kasım- İslami militanlar Tahran’ daki Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçiliği’nde bulunan 52 kişiyi esir aldılar. ABD’ de tedavi gören Şah’ın yargılanmak üzere iade edilmesi talep edildi. 1980 Ocak- Beni Sadr İslami cumhuriyetin ilk cumhurbaşkanı seçildi. Hükümeti büyük bir millileştirme politikası üzerinde çalışmaya başladı. 1980 Temmuz- Sürgündeki Şah kanser nedeniyle Mısır’da öldü. 1980 22 Eylül- 8 yıl süren İran-Irak savaşı başladı. 1981 Ocak- 444 günlük eylemden sonra Amerikalılar serbest bırakıldı. 1981 Temmuz- Beni Sadr azledilmesini müteakip Fransa’ya kaçtı. 1985- ABD ve Sovyetler Birliği askeri desteğini kestikten sonra, ABD, İran’a Lübnan’daki esirlerin serbest bırakılması için gizli silah anlaşmaları teklif etmeyi denedi. Bu olay, Contra- İran olarak adlandırıldı. 1988 Temmuz- İran Havayolları’na ait 290 yolcu ve mürettebatı olan Airbus tipi uçak USS Vincennes tarafından yanlışlıkla vuruldu. 1988 Temmuz- İran BM nezaretinde sürdürülen pazarlıklar sonucu Irak’la ateşkes antlaşması imzalamayı kabul etti. 1989 Şubat- Ayetullah Humeyni İslam’a hakaretler içerdiği iddia edilen ‘Şeytanın Ayetleri’ kitabının yazarı Salman Rüşdü’nün öldürülmesine yönelik fetva verdi. 91 1989 Haziran- Ayetullah Humeyni öldü. Yerine Cumhurbaşkanı Hamaney yeni ‘önder’ olarak atandı. 1989 Ağustos- Rafsanjani yeni devlet başkanı olarak yemin etti. 1989 Kasım- ABD 567 milyon dolar değerindeki dondurulmuş İran varlığını serbest bıraktı. 1990 Haziran- Yaklaşık 40.000 kişiyi öldüren büyük deprem İran’ı vurdu. 1990- İran, Irak’ın Kuveyt’i işgalinde tarafsız kaldı. 1990 Eylül- İran ve Irak diplomatik ilişkileri yeniden başlattı. 1995- ABD, terörizme yardım ettiği ve nükleer silah elde etmeyi hedefleyerek Orta Doğu sürecine düşmanca yaklaştığı gerekçesiyle İran’a yönelik ticari ve petrolü içeren yaptırımlar koydu. İran suçlamaları yalanladı. 1997 Mayıs- Muhammed Hatemi, muhafazakar eliti %70’lik oy oranıyla mağlup ederek devlet başkanı seçildi. 1998 Eylül- Taliban’ın 8 İranlı diplomat ve 1 İranlı gazeteciyi Mezar-ı Şerif’te öldürdüğünü kabul etmesi üzerine İran, birliklerini Afganistan sınırına yığdı. 1999 Temmuz- Tahran Üniversitesi’ndeki demokratik öğrenciler reformist gazete Selam’ın kapatılmasına karşı gösteri yaptılar. Güvenlik güçleriyle 6 gün süren mücadele sonucunda 1000’i aşkın öğrenci yakalandı. 2000 Şubat- Meclis seçimlerinde liberaller ve Hatemi yanlıları ilk kez kontrolü muhafazakarların elinden aldı. 2000 Nisan- Yargı, 16 reformist gazetenin yayımlanmasını yasaklayan basın kanununu kabul etti. 2000 Mayıs- İran Parlamentosu’nun 6. dönemi açıldı. 2001 Haziran- Başkan Hatemi tekrar seçildi. 2002 Ocak- ABD Başkanı Bush İran, Irak ve Kuzey Kore’yi ‘şer üçgeni’ olarak tanımladı ve bu ülkelerdeki uzun menzilli füzelerin 92 çoğaldığını belirtti. Açıklama, İran’da reformistler ve muhafazakarlar tarafından öfkeyle karşılandı. 2002 Eylül- ABD’nin sert uyarılarına rağmen Rus teknisyenler Buşehr’de İran’ın ilk nükleer reaktörünün inşasına başladılar. 2003 Haziran- Tahran’da binlerce öğrencinin katılımıyla ‘ruhban sınıfı’ yapısına karşı protestolar düzenlendi. 2003 Ekim- Hukukçu ve insan hakları aktivisti, İran’ın 1975’te ilk kadın avukatı olan ancak 1979 İslam Devirimi’ nden sonra istifa etmek zorunda kalan Şirin Ebadi İran’ın ilk Nobel Barış Ödülü kazanan ismi oldu. 2003 Kasım- İran uranyum zenginleştirme programını durdurduğunu açıkladı ve nükleer tesislerinin BM tarafından sıkı bir şekilde incelenmesine izin verdiğini bildirdi. IAEA nükleer silah programına dair bir kanıt olmadığını bildirdi. 2003 Aralık- Bam Şehri’nin de harap olduğu depremde 40.000 kişi öldü. 2004 Şubat- Muhafazakarlar parlementonun kontrolünü tekrar ele aldı. Binlerce reformist aday seçimlerden önce Koruyucular Konseyi tarafından elendi. 2004 Haziran- İran, IAEA tarafından, nükleer araştırmalarda tam olarak işbirliği yapmadığı gerekçesiyle şikayet edildi. 2004 Kasım- İran uranyum zenginleştirilmesini AB ile yapılacak bir anlaşma üzerine durduracağına karar verdi. 2005 Haziran- Tahran’ın aşırı muhafazakar belediye başkanı Ahmedinejad, din adamı ve eski devlet başkanı olan Rafsanjani’yi seçimlerde ikinci tur sonucunda mağlup etti. 2005 Ağustos,Eylül- İran nükleer dönüştürmeye İsfahan’daki tesislerde tekrar başladığını ve programın barışçıl amaçlar güttüğünü yineledi. 2006 Ocak- İran, IAEA’nın Natanz Nükleer Araştırma Tesisi’ne 93 koyduğu mührü kırdı. 2006 Şubat- IAEA, İran’ın nükleer faaliyetlerini BM Güvenlik Konseyi’ne rapor edilmesini oyladı. İran, Natanz’ daki uranyum zenginleştirmesine tekrar başladı. 2006 Nisan- İran, Natanz Tesisleri’nde uranyum zenginleştirmeyi başardığını açıkladı. 2006 31 Ağustos- BM Güvenlik Konseyi’nin İran’a nükleer yakıt üzerinde çalışmalarını durdurması için verdiği zaman doldu. IAEA, Tahran’ın programı durdurmadığını açıkladı. 2006 Aralık- İran ‘Yahudi Soykırımı’ üzerine ihtilaflı bir konferansa ev sahipliği yaptı; konferansta soykırımı inkar eden delegeler de bulundu. BM Güvenlik Konseyi İran’ a nükleer materyal ve teknoloji ticareti üzerine yaptırımlar empoze etti. İran kararı kınadı ve uranyum zenginleştirme çalışmalarını hızlandıracağını açıkladı. 2007 Şubat- IAEA uranyum zenginleştirme çalışmalarını durdurmak için Tahran’a verilen mühletin dolduğunu; ancak çalışmaların durdurulmadığını, bu nedenle de Tahran’ın yeni yaptırımlara maruz kalacağını açıkladı. 2007 Mart- İran’ın, Irak ve İran’ı ayıran Şattül Arab Nehri’ nin ağzında 15 İngiliz askeri personeli tutuklaması üzerine İranİngiltere ilişkileri kopma noktasına geldi. 2007 Nisan- Başkan Ahemedinejad İran’ın endüstriyel nükleer yakıt üretebileceğini söyledi. 2007 Mayıs- IAEA İran’ın, isterse 3-8 yıl arasında nükleer silah üretebileceğini açıkladı. 2007 Temmuz- İran sadece petrolle çalışan araba üretimini durdurmayı ve gazla da çalışabilen çift yakıtlı araçlar yapmayı planladığını açıkladı. İran IAEA ile yapılan görüşmelerin ardından, denetçilerin Arak 94 Nükleer Tesisleri’ ne girmesine izin verdi. 2007 Ekim- ABD 30 yıl sonra ilk kez bu kadar sertleşen genel yaptırımları ilan etti. 2007 Aralık- Yeni bir Amerikan istihbarat raporunun, İran kaynaklı nükleer tehdidi küçümsediği ortaya kondu. 2008 Şubat- İran yeni bir uzay merkezi kurulmasına başlamak için araştırma roketi fırlattı. 2008 Mart- Ahmedinejad Irak’a, yabancı kuvvetlerin çekilmesi çağrısında bulunduğu savaş sonrası dönemin ilk ziyaretinde bulundu. Birçok reformist adayın en başından elendiği seçimlerde muhafazakarlar parlamentonun 2/3’ ünü ele geçirdi. BM Güvenlik Konseyi Tahran’a karşı ekonomik ve ticari yaptırımları sıkılaştırdı. 2008 Mayıs- IAEA, İran’ın nükleer programını hala kesmediğini açıkladı. İran’daki yeni parlamento başkanlığına eski nükleer müzakereci Laricani geldi. 2008 Haziran- Javier Solana, İran’ a ticari yararlar içeren bir teklif yaptı. İran teklifi değerlendireceğini ancak nükleer programın kesilmesi şartı içerdiği takdirde reddedeceğini açıkladı. 2008 Temmuz- İran İsrail’i vurabileceği söylenen uzun menzilli Şahap-3 füzelerinin denemesini gerçekleştirdi. 2008 Ağustos- faaliyetlerini Batılı görevliler durdurması yönünde tarafından, verilen İran’a teşvik nükleer paketinin bilgilendirme mühleti karşılık verilmeden bitti. İran uzaya uydu taşıyabilecek kapasitesi bulunan bir test roketini başarıyla fırlattığını bildirdi. 2008 Eylül- BM GüvenliK Konseyi İran’ın nükleer faaliyetlerini durdurmasına yönelik yeni yaptırımlar içermeyen isteklerini 95 oybirliğiyle onayladı. Metin, Rusya’nın yeni yaptırımları desteklemeyeceği açıklaması üzerine belirtilen haliyle kabul edildi. 2008 Kasım- Parlamento, Oxford Üniversitesi’nden aldığı diplomanın sahte olduğunu kabul eden İçişleri Bakanı Ali Kordan’ı görevden aldı. Hareket Ahmedinejad’ın yaklaşan seçimlere yönelik bir hamlesi olarak algılandı. Ahmedinejad seçimlerde ABD Başkanlığı’nı kazanan Obama’yı tebrik etti. Obama İran’a nükleer programı hakkında koşulsuz ve açık diyalog önerdi. 2008 Aralık- Polis, Nobel Barış Ödüllü Şirin Ebadi’nin öncülüğünü yaptığı insan hakları grubunun ofisine baskın yaptı ve ofisi kapattı. Görevliler, merkezin yasadışı siyasi organizasyon olarak çalıştığını bildirdi. 2009 Şubat- İran İslam Devrimi’nin 30. Yılı Kutlaması’nda konuşan Ahmedinejad, karşılıklı saygı oldukça ABD ile diyaloğu seve seve kabul edeceğini söyledi. 2009 Mart- Yüce Lider Ali Hamaney, Obama’nın takip ettiği yolun aslında Başkan Bush’un da izlediği ‘aynı yanlış yol’ olduğunu düşündüğünü söyledi. 2009 Nisan- Bir İran Mahkemesi İran-Amerikalı gazeteci Roksana Saberi’nin ABD için casusluk yapmaktan suçlu olduğuna karar verdi. Saberi sekiz yıl hapis cezasına çarptırıldı. 2009 Mayıs- İran, Amerika Dışişleri Bakanlığı’nın hazırladığı, İran’ın ‘en aktif şekilde terörizme sponsorluk yapan ülke’ olduğuna ilişkin raporu reddetti. Hapsedilen Saberi serbest bırakıldı. Saberi ABD’ye döndü. 2009 Haziran- Ahmedinejad 12 Haziran’da çok büyük bir seçim zaferi kazandığını ilan etti. Baş rakipleri seçimlerde hile olduğuna dair sonuçlara itiraz etti. Taraftarları protesto gösterileri için sokaklara indi. 96 KAYNAKÇA • ABD Nümizmatik Toplumu Yayınları, • Abrahamian E., Khomeinism, London and Newyork, I.B. Tauris, 1993. • Al Ahram Web Sitesi • Alfoneh, Ali. “The Revolutionary Guards’ Role in Iranian Politics”, Middle East Quarterly, Fall 2008. • Ansari, Ali. M., Iran, İslam and Democracy: The Politics of Managing Change, UK, Chatham House, 2006. • Arı, T.,Irak, İran ve ABD: Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya, İstanbul, Alfa Basım,2004. • Brumberg, D., Reinventing Khomeini: The Struggle for Reform in Iran, Chicago and London, The University of Chicago Press, 2001 • Buchta, W., Who Rules Iran: The structure of Power in the İslamic Republic, Washington, The Washington Institute for Near East Policy and the Konrad Adenauer Stiftung, 2000. • Cleaveland, W., Modern Orta Doğu Tarihi, Mehmet Harmancı (çev.), İstanbul, Agora, 2008. • Congressional Research Report, Islam Sunnis and Shiites;11.12.2006 • Ehteshami, A., After Khomeini: The Iranian Second Republic, London and Newyork,Routledge, 1995. • Encyclopaedia Iranica, Columbia University Press, 1973. • Fığlalı, E.R., “Şiiliğin Ortaya Çıkışı ve İran’da Din-Siyaset İlişkisi”, ASAM Avrasya Dosyası, 2007, Cilt 13, Sayı 3. • Global Security Web Sitesi • Hiro, D. Iran Today, London, Politico’s, 2006. • Humeyni, Ruhullah. Islamic Government: Governance of 97 the Jurist. Hamid Algar (çev.), The Institute For Complation and Publication of Imam Khomeini’s Works, 2002. • İran Anayasası • Juan Cole Web Sitesi • Keskin, Arif. “Şii Jeopolitiği ve İran” Avrasya Dosyası; 2007, Cilt 13 Sayı 3, 89 • Lewis, Bernard. Ortadoğu, İstanbul, Arkadaş Yayınevi 2007 • Moslem, M., Factional Politics in Post Khomeini Iran, Newyork, Syracuse, 2002. • Mir- Hosseini, Z., Tapper R., İslam and Democracy in Iran, London and Newyork, I.B. Tauris,2006. • Oğuz S., Çakır R., Hatemi’nin İran’ı, İstanbul, İletişim, 2000. • Oran, Baskın. [ed]. Türk Dış Politikası, İstanbul, İletişim, 2001. • Önder, A. Tayyar, Türkiye’nin Etnik Yapısı, Ankara Fark Yayınları, 2005, 114. • Sarıçam, İbrahim. Emevi-Haşimi İlişkileri, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,1997. • The Independent Web Sitesi • US Department of State, Reports on Terrorism, Chapter 6, Washington, 2007. • Wright R. Son Büyük Devrim, Şeniz Türkömer (çev.), İstanbul, Doğan, 2001. • Zweiri, M. Ehteshami A., Iran and The Rise of Its Neo- Conservatives: The Politics of Tehran’s Silent Revolution, London Newyork, I.B. Tauris, 2007. 98