GELEN KĐM? 13 Ağustos 2007 Toplumsal yapıda ortaya çıkan değişimin bireye yansıması her zaman gecikmeli olur. Yeni yapıların kurulması insanın da hemen bu yeni toplumsal koşulların gerektirdiği gibi olmasını sağlamaz. Çoğu zaman yeni olanın içinde kıvranan eski insan, karmaşık bir dünyada olduğunu yaşantılar. Zorlu bir süreçtir. Değişim çoğunlukla korku ve coşku sarkacında sallandırır ruhları. Gelmekte olanın belirsizliği karşısında sürekli bir kaybolma tehlikesi içinde debelenir insan. Korku ve coşku sarkacının hangi kutbunda olduğuna bağlı olarak insanın dünyayı ve kendini görme biçimi de değişir. Coşkuyu belirleyen başarmış olma hissidir. Başarmak, kaybolmamanın garantisi haline gelir. Hayatın ilkesi "kazanan her şeyi alır" haline gelir. Kazandıysam doğruyum hissi, aslında artık korkmama gerek yok demektir. Başarıyla gönenen, şişen ruh dünyayı artık kendisinin belirleyeceği duygusunu besler. Her başarı bizi değiştirir ve yeniden yeniden kurar, her yenilgi de öyledir. Yenildikçe eskiye olan bağlılık artarken, kazandıkça yeni olanın girdabına biraz daha kapılının Bu ruh hali toplumsal yapıdaki değişimin insanı da değiştirmeye başladığının en somut göstergesidir. Đşte asıl mesele bu değişimin kurduğu yeni insanın nasıl biri olması gerektiğine dair verilen karardır. Hayatın bir hayat olarak değerini belirleyen de budur aslında. Başardıkça yakalanan, yenildikçe tutunulan hayat ilkeleridir belirleyici olan. Bu gerilimli yenen yenilen, başaran kaybeden ilişkisi toplumsal yapıların görece durağan olduğu dönemlerde kendisini masum bir kuşak çatışması şeklinde gösterir. Dingin bir dünyanın babaları oğullarının yüzüne kızsalar da içten içe gurur duyarlar ve evlatlar da babalarını köhne bulsalar da sadakatlerini yitirmezler ruhlarının derinliklerinde. Oysa "değişim insan kavramını da değiştiriyorsa" artık kuşak çatışmasından değil miras ve evlat reddinden söz etmek gerekir. Başaran mirası reddeder, yenilense evlatlarını. Türkiye'de olup bitenin bireye yansımasıdır bu hikaye. Artık kaybeden babaların reddettikleri evlatlarıyla, kazanan evlatların reddettikleri mirasın dönemi başlamaktadır. Daha yukardan manzaranın tümünün görülebildiği perspektiften bakıldığında meselenin köylülükten kentliliğe geçiş ve onu sağlayan kapitalist üretim ilişkilerinin kurduğu yeni insan (birey) kavramı olduğunu görmek mümkün olur. Bu hikayeyi Erbakan/Kutan, Erdoğan/Gül ikilileri üzerinden okumak belki sol için daha az incitici olabilecektir. Burada da bir isyan var(dı). Erdoğan ve Gül için, artık di'li geçmiş zaman kipiyle bile anımsanamayan isyan, hazin bir başarı hikayesidir. Bütün garipliğine, komikliğine karşın onların isyanı da kapitalizme karşıydı. Hızla yerleşen kapitalist hayat tarzına karşı, eskiyi köylülüğü, kır dinsel yaşamının maneviyatını korumaya ve yeni gelen bireyi yenmeye çalışıyorlardı. Sonucu biliyoruz. Evlatlar isyan ettiklerinin kahramanları haline geldiler. Başardılar ve şimdi her şeyi alıyorlar. Öyleyse gelenin "kapitalist birey" olduğunu kabul etmemiz gerekli önce. Đlkin bunun ayırtına varmalıyız. Kendisini kahraman gibi hissediyor ve bir anlamda haklı da. Değişimin altüst eden dünyasında başarmak ayakta kalmayı ve korkudan sıyrılmayı vaad ediyor çünkü. Peki kötü mü bu durum? Hayır ne iyi ne de kötü denilebilir. Bu sıfatların yeri yok bu bahiste. Kaçınılmazdı çünkü ve devam edecek. Kemalistlerin içine düştükleri trajedi de tam da buradan kaynaklanıyor. 'Atatürk' evlatsızdı, o yüzden ardılı olamıyor. O tam da adı gibi şimdiki tüm yenilerin Ata'sı olmaktan başka bir baba değil. Onunla yetinmek zorunda kalacak. Peki yeni gelen hayırlı mıdır? Ezilenler için hayır, kazananlar için evet. Miras kavgasının olmayacağı bir değişimden geçiyoruz. Mirası devretmek isteyende yok, hak iddia eden de. Peki isyan? O artık bir edebiyattır ve mutlak yazılacaktır. Hep isyandan yana olup hep kaybedenlerin mirasını reddetmek, artık isyanı reddetmekten başka bir anlamı içermez çünkü.