Yoksulluk politikaları tarihi 09/05/2008, Radikal Kitap DİDEM GÜRSES Yoksulluk sorununa karşı, Türkiye?de hemen her zaman hayırseverliği vurgulayan sosyal politika anlayışı etkili oldu. Oysa yoksulluk siyasi bir sorundur ve ?hak temelli? siyasi müdahale gerektirir Geçmişte yapılan ‘yoksulluk’ tanımlarında ‘gelir azlığı’ temel yoksulluk nedeni olarak belirtilirken son dönemde sorunun çok boyutluluğuna vurgu yapılıyor. 1999’da 23 ülkeden 20.000’den fazla yoksul kadın ve erkekle yapılan çalışmada yoksulluğu yaşayanlar, maddi yoksunluklarla birlikte manevi yoksunlukları dile getiriyor, açlık ve sefaletin yanısıra güçsüzlük, toplumsal dışlanmışlık ve sesini duyuramamayı yoksulluğun en can acıtıcı biçimleri olarak ifade ediyorlar (Narayan ve dig., Voices of the Poor, A Scream for Change, 2000). Prof. Dr. Ayşe Buğra’nın Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika kitabı, yoksulluk sorununun evrensel ve yerel görünümlerini bünyesinde barındıran bir çalışma. Kitapta, yoksulluk konusu kapitalizmin gelişim sürecinde ortaya çıkan yaklaşımlardan hareketle değerlendiriliyor ve ülkemizde yoksullukla mücadele, Cumhuriyet döneminde uygulanan sosyal politikalar analiz edilerek ele alınıyor. İlk bölümden başlayarak kitabın arka planında, kapitalizmle birlikte var olan yoksulluk sorunu, birbirine karşıt iki sosyal politika anlayışı ve bu anlayışların temel temaları yer alıyor. İnsanı sadece işgücü, emeği bir meta olarak gören sosyal politika yaklaşımı, yoksulluğu bireysel bir sorun olarak nitelemekte, yoksullukla mücadelede devlet müdahalesine ve kamu kaynaklarının ayrılmasına karşı çıkarak iyiliksever insanların çabaları ve hayırseverliği önermektedir. Bu yaklaşımın karşısında yer alan ‘hak temelli’ sosyal politika anlayışı ise, yoksulluğu siyasi bir sorun olarak değerlendirir ve bireyin toplumsal yaşamını sürdürebilmesi için yurttaş olmaktan kaynaklanan hakları olduğunu vurgular. Bu yaklaşım, insanı salt emek gücü olarak değil, toplumda hak sahibi bir birey olarak nitelemekte ve bu durumun sürmesi için devlete sorumluluklar yüklemektedir. İşte kapitalizmin gelişim süreci boyunca çatışma halinde olan bu iki anlayışın mücadelesi, kapitalizmin saf haliyle varlığını sürdürmesini isteyen kesimlerle, kapitalizmin temel özelliklerini sorgulayan ve onu dönüştürmeye çalışanlar arasında bir mücadeledir özünde (s. 13). Kitap, ikinci bölümden başlayarak Türkiye’ye yöneliyor ve sırasıyla devletçi dönem, İkinci Dünya Savaşı sonrası, 1960’lar, Özal dönemi ve AKP’nin sosyal politika uygulamaları üzerinden yoksullukla mücadelenin tarihsel bir analizini sunuyor. Devletçi dönemde temel önceliğin köyün çözülmesini önleyerek yoksulluğu denetlemek olması, kente yönelik yoksulluk politikalarını da biçimlendiriyor. Tek Parti yönetimi 1930’lar ve 40’lar boyunca yoksullukla mücadeleyi gönüllü iyilikseverlerin bireysel girişimlerine terk ederek, devletin bu alandaki sorumluluklarını gündeme dahi getirmiyor. DP iktidarında da sağlık ve konut alanında geniş kitleleri etkileyen sorunların sürmesi, çıkarılan sigorta yasalarına rağmen kapsanan nüfusun oranının sınırlı kalması, DP iktidarının yoksullukla mücadele konusunda kapsamlı ve çok yönlü bir politikasının olmadığının göstergeleri. Ayrıca döneme antikomünizmin damgasını vurması, yoksulluk ve sosyal politikanın gündeme getirilmesini zorlaştırmakta, sorunların tartışılmasına bile imkan vermemektedir (s.159-177). 1960 Askeri darbesinin ardından ithal ikameci sanayileşme stratejisi, planlı kalkınma anlayışı ve 1961 Anayasası’nda yer alan sosyal haklar dönemin sosyal politika uygulamalarını da şekillendirmiştir. Bülent Ecevit’in Çalışma Bakanlığı döneminde işçilere tanınan grev ve diğer sendikal haklar, 1964’te Sosyal Sigortalar Kurumu’nun, 1967’de DİSK’in kuruluşu çalışanlar açısından olumlu uygulamalardır. Bu olumlu adımlara karşılık, bu dönemde de sosyal politika uygulamaları toplumun tüm kesimlerini kapsayamadı. ‘Fakir Fukara Fonu’ Dördüncü bölümde, ANAP ve DYP döneminde kabul edilen Yeşil Kart Uygulaması ele alınıyor. 24 Ocak 1980 kararlarıyla Türkiye’nin ithal ikameci sanayileşme modelini terk ettiği ve ihracata ağırlık vererek küresel ekonomi ile hızla bütünleşmeye yöneldiği yeni dönemde, uygulanan siyaset ve iktisat politikaları, o güne kadar yoksulluğu kontrol etmeye yarayan mekanizmaların da sona ermesine yol açtı. Bu toplumsal koşullarda, 1986’da, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu (SYDTF) kuruldu. Yasalaştığı sırada kamuoyunda çok da ciddiye alınmayan ve biraz da küçümsemeyle ‘Fakir Fukara Fonu’ olarak adlandırılan SYDTF, 1999 Marmara Depremi sonrasında ihtiyaç duyan kesimlere kaynak aktarılmasında önemli bir işlev kazanacaktı. 2001 finansal krizi sonrasında Dünya Bankasından gelen kaynaklarla Türkiye’de ilk kez uygulanmaya başlanılan Şartlı Nakit Transferi Projesi de bu kurum aracılığıyla uygulanacaktır (s.200-212). ANAP’tan sonra iktidarı devralan DYP-SHP iktidarı döneminde kabul edilen yasayla, sağlık güvencesi olmayan yoksulların sağlık hizmetinden yararlanmasını sağlayan Yeşil Kart uygulaması yürürlüğe girdi. Kitapta, ülkenin sosyal politika tarihinde geçmişten bugüne hakim olan iki yaklaşımın bu iki sosyal güvenlik uygulamasında belirginleştiğine dikkat çekiliyor. SYDTF hayırseverliğe dayanan boyutu ağır basan bir kurumsal düzenleme iken, Yeşil Kart uygulamasının ‘hak temelli’ sosyal politika anlayışına örnek olduğu ve bu iki birbiri ile çatışan sosyal politika yaklaşımlarının AKP iktidarı döneminde sık sık karşımıza çıkacağı belirtiliyor (s. 218). 2002 sonrasının toplumsal, ekonomik koşulları çerçevesinde AKP iktidarının sosyal politikaya yaklaşımı, sosyal güvenlik reformu nedeniyle kamuoyunda yürütülen tartışmalara da yer verilerek aktarılmış. Türkiye’de 1980 sonrası uygulanan iktisat politikaları, Güneydoğu Anadolu bölgesinde süren çatışma ile büyük kentlere gerçekleşen göç ve 2001 finansal krizinin geniş kitleler üzerindeki etkisi, AKP iktidarını ilk günlerinden başlayarak ciddi bir yoksulluk sorunu ile yüzleşme durumunda bıraktı. Bu somut durum, AB entegrasyonu çerçevesinde yürütülen çalışmalar ve IMF’ye verilen taahhütler iktidarı yoksulluk, yoksullukla mücadele ve sosyal güvenlik reformu konularında bir tavır almaya itti. Bu ortamda uygulanan politikaların ikili niteliği kitapta örnekleriyle belirtilmiş. AKP iktidarı, bir yanda muhafazakar ve İslamcı dünya görüşü doğrultusunda yoksullukla mücadelede devletin sorumluluğunu en alt düzeyde tanımlar, aile kurumu ve hayırseverliğe vurgu yaparken; öte yandan dönemin somut koşulları, 1990’larla birlikte ön plana çıkan ‘yönetişim’ anlayışı, hükümeti, yoksullukla mücadelede kamu kaynaklarını kullanmak, devletin sorumluluğunu hatırlamak zorunda bırakmaktadır. Bu dönemde yurttaşlık hakkını temel alan uygulamalarla (Sosyal Riski Azaltma Projesi kapsamında uygulanan Şartlı Nakit Transferi, ilk öğretim kitaplarının ücretsiz dağıtımı gibi), yoksullukla mücadeleyi Sivil Toplum Kuruluşlarına (STK) havale eden yaklaşımların birarada gündeme geldiğini görmekteyiz (İsrafı Önleme Derneğinin çalışmaları, Mikrokredi uygulamaları). Son dönemlerde özellikle AB ile bütünleşme çalışmalarının zayıflaması, AKP hükümetinin vatandaşlık hakkı temelli sosyal politika uygulamalarından uzaklaşmasına, yoksullukla mücadelede iyiliksever birey ve STK’ların yürüttüğü çalışmalara ağırlık verilmesine yol açıyor (s. 233-254). Tek parti dönemietkileri Kitabın sonuç bölümünde, Türkiye’de hemen her dönemde, yoksullukla mücadele konusunda, yoksulluk sorununun kapitalist sistemle yapısal bağlantısını göz ardı ederek hayırseverliği vurgulayan sosyal politika anlayışının güçlü olduğu belirtiliyor. Bu durumun nedenleri arasında çalışma hayatının yapısal özellikleri, devlet-toplum ilişkisinin niteliği ve hayırseverlik anlayışının tek parti dönemine uzanan köklü bir geçmişe sahip olması var. Oysa yoksulluk siyasi bir sorundur ve yoksullukla mücadele siyasi bir müdahale gerektirmektedir. Müdahalede hak boyutunun ağırlık taşıması, birey hastalandığı, yaşlandığı veya iş bulamadığı durumlarda sadece yurttaş olmaktan doğan hakları nedeniyle kamu kaynaklarından yararlanması gerektiği anlayışına götürür bizleri. Sosyal politikayı yurttaşlık hakları çerçevesinde tanımlayan bu anlayış, yalnızca kapsamlı bir yoksullukla mücadele paketi sunmakla kalmıyor, onun ötesinde ticarileşme ve metalaşma eğilimlerini sınırlandırarak, kapitalizmi dönüştürme potansiyelini de bünyesinde kapsıyor. Tüm bölümlerde yer alan bu görüş sonuç bölümünde altı çizilerek vurgulanmış. Bu çalışma, okurları yoksulluk ve Türkiye’de 1930’lardan günümüze sosyal politika uygulamaları konusunda bilgilendirmenin yanında, temel sosyal politika konuları üzerinden kapitalist sistem ve gelecekte alacağı görünümler üzerine düşünmeye de sevk ediyor. DİDEM GÜRSES: Yıldız Teknik Üniversitesi KAPİTALİZM, YOKSULLUK VE TÜRKİYE’DE SOSYAL POLİTİKA Ayşe Buğra, İletişim Yayınları, 2008, 275 sayfa, 17.5 YTL.