REİS PAŞA - AHMET YAVUZ REİS PAŞA AHMET YAVUZ 1 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ 2 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Büyük Türk Milletine... 3 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Selanik herşeyden habersiz bir lideri bekliyordu. Bir liman şehriydi. Osmanlı'nın gelişmiş şehirlerinden olan Selanik yeni düşence ve siyasi akımların barındığı kozmopolit bir şehirdi. Yokluk Osmanlı'nın tüm şehirlerinde olduğu gibi Selanik'te de baş gösteriyordu. Dar sokaklar , akrep kaynayan evler , rutubet kokusu... Eğitimi yetersizdi , toplumda kadının yeri yoktu. Düzen bozuk , sanayi sıfıra yakın. Birisi gelecekti. İmparatorluğu bu bataklıktan çekip çıkaracak , herkesin ihtiyaç duyduğu birisi. Türk milleti izinden gideceği liderini bekliyordu... Nice kahramanlar görmüştü bu millet. 'Ya ben İstanbul'u alacağım ya da İstanbul beni ' diyen Peygamber'in övdüğü 4 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Fatih'i , İmparatorluğun sınırlarını 3 kıtaya yayan Kanuni'yi , 40 çerisiyle Çin Sarayı basan Kür Şad'ı , atlarının ayak sesleriyle Roma'yı titreten Atilla'yı , tekbirlerle Anadolu'nun kapasını açan Alparslan'ı ve daha nicelerini... Böyledir Türk'ün töresi. Bir lider çıkar yol gösterir. Bağımsız yaşar , bağımsızlığı uğruna can alır , can verir. Ölür yine de boyun eymez düşmana. Peygamber'in hadislerinde yer bulmuş kutlu bir millet. Orta Asya'dan Anadolu'ya sevda getirmiş bir millet. Nice canlar yitip gitti bu ülkü uğruna. Öyle kolaymıydı bu toprakları bırakıpta gitmek. Öyle kolayda olmadı. Bırakmadıkta. Bırakmayacağızda... Bir ara tıknazca bir adam yanımıza geldi. Kendisi halkevi başkanlarındanmış. Yavaşça paşaya yaklaşarak ; ‘Paşam hangi ay , hangi tarihte doğdunuz bize lutfeder misiniz ?’ dedi. Bu soru üzerine Atatürk şaşırdı , birazda kızdı. Ama yine de bu saf adamın saf sorusuna ters birşey söylemek istemedi. Biranda mavi gözlerini etrafındakiler çevirdi ve ; ‘ Ben ne zaman doğdum cevaplayınız’ dedi. Bu soru üzerine etrafındakiler ne yapacaklarını bilemediler. İçlerinden biri atılarak cevapladı ‘ 19 Mayıs 1919 da doğdunuz Paşam’ 5 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ dedi. Bu cevap üzerine Atatürk ün yüzü gevşemiş , verilen cevapten gayet memnun kalmıştı. Soruyu soran adama dönerek ‘ İşte ben o gün doğdum’ dedi. Gece olmuştu. Ali Rıza uyumak için gözlerini kapadı. Çokta uzun sürmedi uykuya dalması. Ak saçlı , nur yüzlü bir pir rüyasına geliverdi. Uzakta duran sarışın kızı gösterdi ; ' Bu senin kısmetindir. ' dedi ve kayboldu... Ali Rıza uyanınca hemen ablasının yanına gitti ; ' Abla bana evlenmek için hemen bir sarışın kız bul ' dedi ... Dönemin adeti gereği hemen kız bakılmaya başladındı. Görücüler sokağa çıktılar. Ali Rıza'ya uygun sarışın bir kız aranmaya başladı. Sordular , soruşturdular. Sonunda Sarıgüllü Hacı Sofulardan Feyzullah Ağa'nın kızı; kumrala çalan sarışın, beyaz tenli, orta boylu, mavi gözlü, dalgalı kıvırcık saçlı Zübeyde bulundu. Zübeyde Lankaza da doğmuş çocukluğu ve ilk gençlik yılları burada ailesi ile birlikte geçmişti. Güçlü bir beden yapısına ve güçlü bir iradeye sahipti. Fazla bir eğitim görmeyen Zübeyde okumayı biliyordu ve kendini geliştirmiş bir kadındı. Kendisine de annesinin lakabı olan molla (bilgin) lakabı takılmıştı. Dini geleneklerine bağlı , muhafazakar bir kadındı. 6 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Ali Rıza Efendi, "Gülzar-ı Cennetim Zübeydem" dediği Zübeyde Hanım'la 1870 lerin başında evlendi. Ali Rıza Efendi'ye babası Ahmed Efendi'den kalan 2 katlı ahşap evde oturmaya başladılar. Evlendikten bir yıl sonra Zübeyde hamile kaldı. Rüyasında gördüğü , aşık olduğu kadından bir çocuğu olacaktı Ali Rıza'nın. Fatma adında bir kızları oldu. Ancak Fatma bir yaşını dolduramadan hayatını kaybetti. Bu durum Ali Rıza'yı da Zübeyde'yi de derinden etkiledi. Fatma'nın ölümünden sonra Ahmet ve Ömer adında iki çocukları daha oldu. Ama onlarda dönemin şartlarında hayatta kalamadılar... Zübeyde Hanım ve Ali Rıza Efendi uzun süre kaybettikleri çocuklarının acısını yaşadılar. Tarihler yaklaşık olarak 1880 i gösterdiğinde Zübeyde Hanım yeniden hamile kaldı. Eve gelecek yeni bir çocuk , yeni bir umut demekti. Artık doğum yaklaşmış ,Ahmet Subaşı Mahallesi'ndeki pembe evde heyecan artmıştı. Nihayet Zübeyde Hanım ın doğum sancıları başladı. O sırada evde Ali Rıza Efendi nin annesi Ayşe Hanım da bulunuyordu. Hemen ebe olarak Hatice Kadın çağırıldı. Doğum gerçekleşti. Zübeyde Hanım ebeye kız mı erkek mi diye sormaya cesaret edemedi. Bir süre sonra ebe ‘Müjdeler 7 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ olsun kızım, bir oğlan çocuğun oldu. Nur topu gibi. Allah uzun ömürlü etsin.’ dedi. Eve yeni bir umut gelmişti. Kaybettikleri üç çocuğunun acısını dindirecek yeni bir umut. Sarı saçları , mavi gözleriyle Selanik'de ki 2 katlı ahşap evde doğan bebek. Adını Mustafa koydular... Farklıydı Mustafa. Doğuştan gelen bir farklılığı vardı. İsyankardı. Boyun eğmezdi. Yaşıtlarından çok farklıydı... Selanik'in yoksul sokaklarında büyümeye başladı Mustafa. Kendisini farklı görüyordu. Bundan önce kaybetiği kardeşlerinin, annesini derinden etkilediğini biliyor , kendisini kurtarıcı olarak görüyordu. Annesinin acısını kendisinin dindireceğine inanıyordu. Yaşıtları gibi çocukca oyunlar ilgisini çekmiyordu. Ama silahlara düşkünlüğü vardı. Evlerinin bahçesinde bulunan dut ağaçına çıkmayı çok severdi. Ağaça çıkar hayallere dalardı. Sorguluyordu. Anlamaya çalışıyordu. Bakımlıydı Mustafa. Üstüne başına dikkat ederdi. Temiz giyinirdi. Mustafa'yı görenler ' Zübeyde Hanım'ın oğluna bak ' derlerdi. Selanik bir lider yetiştiriyordu... 8 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Okul çağına gelince evde bir tartışma koptu. Ali Rıza Efendi Mustafa'nın modern bir eğitim almasını istiyor , Zübeyde Hanım ise Mustafa'nın hoca olmasını , mahalleden dualarla , ilahilerle uğurlanmasını istiyordu. Evde otorite Zübeyde Hanım'da idi. Mustafa mahalle mektebine başladı. Birkaç gün mahalle mektebine gittikten sonra Şemsi Efendi okuluna geçti. Bu durum Mustafa'nın hoşuna gitti. Mahalle mektebinin dersleri O’na ağır gelmişti. Ağır gelmesi derslerin zorluğundan değil, konuların ağır yani yavaş işlemesindendi. Mustafa, hocanın birinci derste anlattığı konuyu hemen kavrıyor, ikinci derste yeni bir konuya geçmesini bekliyordu ama hoca sadece birinci derste değil, bütün bir gün aynı konuyu anlatıyordu. Bu durum Mustafa gibi yaşı küçük aklı büyük, yaşına göre, dünyada eşine ender rastlanacak üstün zekâlı bir çocuk için, sıkıcı bir durumdu. ' Kimse benden koşmam gereken bir durumda yürümemi beklemesin ' , diyordu. Şemsi Efendi okuluna geçince hemen fark edildi. Adını duyurmuştu. Derslerinde başarılı , hocaların gözünde değerliydi. Öğretmenler odasında Mustafa'dan bahsediliyordu. Bir gün matematik hocası derste üçüncü sınıfların kitabında aldığı bir soruyu sınıfa sordu. Biranda herkes soruyu çözmek için mücadele etmeye başladı. Birkaç cevap 9 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ geldi. Cevap verenlerden biri de Mustafa'ydı. Doğru cevabı verende Mustafa'ydı. Derslerdeki başarısı hocaları tarafından her geçen gün fark ediliyor , Mustafa'nın ileride parlak bir geleceği olacağından söz ediyorlardı. Mustafa mahalledeki diğer çocuklardan farklıydı. Onların oynadığı oyunları oynamıyordu. O daha farklı düşüncelerdeydi. Çalıdan çırpıdan ev yapıyor , kardeşi Makbule'yi de bu evin baş köşesine oturtuyordu. Silahlara da büyük ilgi duyuyordu. Askerliğe sempatisi vardı. Belki de bu yüzden silahlara ilgisi vardı. Bir gün babasından kalan silahi temizlemek için Makbule'den yardım istedi. Makbule abisinin karşısına geçti. Dikkatle onu izlemeye başladı. Mustafa silahın lüverini temizlemeye başladı. Birden korkunç bir patlama sesi duyuldu. Makbule Hanım içerdeydi birden koştu geldi. Odaya girdiğinde göz gözü görmüyordu. Makbule Hanım korkuyla ' Eyvah ne yaptın Mustafa , kardeşini öldürdün ' dedi. Makbule de gözyaşları içinde ağabeyinin öldüğünü sanıyordu. Tabancanın patlamasıyla odayı kaplayan toz bulutu dağılınca kimseye birşey olmadığı anlaşıldı. Mustafa derslerindeki başarısıyla adından söz ettirirken o dönem Ali Rıza Efendi tifüs hastalığından yatağa düştü. 10 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Bir gün Mustafa'yı yanına çağırdı. Duvarda asılı duran kılıcı işaret etti ve ' Büyüyüp şerefli bir asker olunca bu kılıcı kuşanırsın ' dedi. Annesini ve kız kardeşini Mustafa'ya emanet etti. Çok geçmeden Ali Rıza Efendi vefat etti. Mustafa için hayat artık daha zordu. Babasının ölümünden sonra evin erkeği O'ydu. Sağlam ve güçlü bir karaktere sahipti. Babasının ölümü onu derinden etkilemişti. Çevresine karşı daha hırçındı. Evlerinin civarında oturan Rum çocuklarla kavga etmeye başladı. Ali Rıza Efendi'nin ölümünden sonra parasızlık baş göstermeye başlamıştı. Zor geçinir olmuşlardı. Gün gelip son paraları da tükenince Selanik'te yapacak birşeyleri kalmadı. Zübeyde Hanım'ın aklında Lazasan köyünün dışında bir çiftlikte çalışan ağabeyinin yanına gitmek vardı. Ve öylede yaptı. Mustafa'da doğup büyüdüğü Selanik'ten ayrılmanın verdiği hüzün vardı. Okulu yarıda bırakmış , evinden ayrı kalmıştı. Çiftliğe yerleştiklerinde Mustafa'da eğitimine ara vermek zorunda kalmış , dayısına yardım eder olmuştu. Çiftlikdeki görevi tarlaya dadanan kargaları kovalamaktı. Ama onun istediği bu değildi. Onun hedefleri vardı. ' Ben büyük adam olacağım , ben Türk'üm ' diyordu. Kararını vermişti. Gidecekti... 11 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ O akşam annesi ve kız kardeşiyle yemek yedikten sonra annesine Selanik'e geri dönmeye karar verdiğini söyledi. Kafasına koymuştu artık. Zübeyde Hanım'da bunun farkındaydı. Yarım bıraktığı okuluna devam etmek , doğup büyüdüğü Selanik'e yeniden kavuşmak istiyordu. Selanik'e geldikten sonra sivil eğitim veren bir okula kaydoldu. Selanik Mülkiye Rüştiyesi... Yaratılışında asilik vardı. Düzene ayak uydurmada zorlanıyordu. Okulun katı disiplinine , hocaların donuk tavırlarına alışamadı. Alışamayacaktıda... Hocaların söylediğine hemen inanan , düşüncesini söyleme çekinen ödleklelerin , sersemlerin olduğu bir yerdi okul onun için. Bütün bu olumsuzluklara rağmen derslerinde üstün başarı sergiliyordu. Özellikle matematik , tarih ve coğrafya derslerinde çok daha başarılıydı. Diğer öğrencilerin aksine hocalarıyla tartışmaya girebiliyor , sorguluyor , öğreniyordu. Yanlışları hocaların yüzüne söylüyordu. O farklıydı... 12 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Bir gün sınıfta okulun müdürlüğünü de yapan Kaymak Hafız lakaplı Hüseyin Efendi ile herkesin ortasında tartışmaya girdiler. Tartışma giderek hararetlendi. Mustafa karşısında kimin olduğunu umursamıyor , kendi gerçeklerini açıkca ifade ediyordu. Kaymak Hafız Mustafa'ya susmasını söyledi. Mustafa ise bu söze itaat etmedi. Hiçbir zaman itaat etmemişti. Yine etmiyordu. Bu onun karakteriydi. Bu Mustafa'yı Mustafa yapandı. Sonunda Kaymak Hafız eline kızılcık sopasını aldı ve Mustafa'nın bedenine kamçılar indirmeye başladı. Daha fazla dayanamayan Mustafa çelimsiz kollarıyla bir yumruk savurdu. Kaymak Hafız neye uğradığını şaşırdı. Böyle bir hareket beklemiyordu. Yumruğuyla Kaymak Hafız'ı sersemleten Mustafa hemen oradan uzaklaştı. Zübeyde Hanım olanları duyunca bağırdı çağırdı. Babasının ölümünden sonra daha da hırçınlaşan Mustafa annesine ' Ben artık o okula gitmem ' dedi. Dediği gibi de bir daha o okula gitmedi. Mahallelerinde oturan Binbaşı Kadri Bey'in oğlu Ahmet'i ünüformaya görüyor oda Ahmet gibi askeri ünüforma giymek istiyordu. Annesine ' Ben askeri okula yazılacağım ' dediğinde Zübeyde Hanım korktu. Asker olmak istiyordu Mustafa. Bir asker. 13 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ 'Ama askerlik ' dedi Zübeyde Hanım... Askerlik demek savaş demekti. Kan demekti... Karşı çıktı , olmaz dedi. Ama Mustafa kafasına koymuştu... Kafasına koyduğunu da yapmıştı. Annesinden gizlice askeri sınavlara girdi ve başarılı oldu. Selanik Askeri Rüştiyesi'nde okuyacaktı. Askeri Rüştiye'ye çabuk alıştı Mustafa. Burda onu bağlayan , ilgisini çeken birşey vardı. Burada da derslerindeki başarısıyla kısa sürede adından söz ettirmeyi başardı. Zübeyde Hanım'da bu durumu kabullenmiş , oğluna ünüforma bile dikmişti. Oğlunu bu ünüforma içinde gördükçe gururlanıyor , göz yaşlarına hakim olamıyordu. Daha on üç yaşındaydı. Babasını kaybetmiş , eğitimini yarıda bırakmış , çok defa okul değiştirmişti. Ama sonunda kendini ait olduğu yerde hissediyordu. Asker olmak için doğmuştu. Sağlam iradesi , keskin bakışları vardı. Doğru bildiğinden şaşmıyor , kafasının dikine gidiyordu. Sınıfta arkadaşlarıyla da bu yüzden anlaşamıyordu. Ama hocaları Mustafa'yı çok seviyorlardı. Mülkiye'de olduğu gibi Askeri okulda da Tarih ve Matematik'te başarılıydı. Okulun matematik hocası Yüzbaşı Mustafa , dersinde gösterdiği başarı ve zekasından dolayı genç Mustafa'ya ayrı 14 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ bir ilgi duyuyordu. Üstün zekasıyla okula ilk geldiğinde hocasının dikkatini çekmeyi başarmıştı. Genç öğrencisinin yeteneklerinden oldukça etkilenen Yüzbaşı Mustafa Efendi onu benzersiz kılmak için adına “Bilgi ve erdem bakımından olgunluk ve eksiksizlik” anlamına gelen Kemal ismini ekledi. O artık Mustafa Kemal ' di ... Çok hırslı bir yapısı vardı. Okuyor , araştırıyor , kendini inşa ediyordu. Askerlik onun için bir tutku haline gelmişti. Vaktinin çoğunu okul kütüphanesinde geçiriyordu. Kütüphanede okumadığı askeri taktik ve strateji kitabı kalmadı. Okuyor , okudukça hırslanıyordu. En iyisi olmak için uğraşıyordu. Mükemmeliyetçilik onun doğasında vardı. .. Askeri Rüştiye' de okurken derse gelemeyen hocaların yerine matematik derslerine girmeye başladı Mustafa. Kendini o derece yetiştirmiş , geliştirmişti. O ara Şevki Paşa'nın kızına da ders vermek için evlerine gider olmuş , gönlünü Şevki Paşa'nın kızına kaptırmıştı. Fakat Mustafa'nın bunlarla uğraşacak vakti yoktu. O hedefine sağlam adımlarla gitmek istiyor , bunun dışında hiçbirşey düşünmüyordu. Öyle de yaptı. Ders dışında hiçbirşey görüşmedi... 15 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Dersler dışında başka işlerle de uğraşıyordu. Yazılı sorular hazırlıyor, matematik öğretmeni de yazılı cevaplar veriyordu. Bir gün hoca ''Aranızda kendine güvenenler kalksınlar, onları müzakereci yapacağım. '' dedi. Mustafa önce tereddüt etti. Öyleleri ayağa kalktı ki o kalkmamayı doğru bulmadı. Hocası bunlardan birinin müzakeresinin altına verdi Mustafa'yı. Fakat müzakererini ortasında tahammülü son dereceye geldi. Ayağa kalkarak hocaya ''Ben bundan daha iyi yaparım'' dedi. Bunun üzerine hoca onu müzakereci yaptı, öteki arkadaşı da altına verdi. Yine sivri zekasını konuşturmuş , hocalarını kendine hayran bırakmıştı. Mustafa Kemal Selanik Askeri Rüştiyesi'nden hocalarının hafızasına kazınmış , takdirini toplamış bir öğrenci olarak mezun oldu. Aklında Kuleli Askeri İdadisi'ne girmek vardı. Ancak o dönem ona ağabeylik yapan Selânikli bir subay Hasan Bey’in tavsiyesine uyarak Manastır Askerî İdadisi’ne kaydoldu. Daha on beş yaşındaydı ve doğup büyüdüğü Selanik'ten ilk defa ayrılıyordu. Manastır onun için yeni bir hayat demekti. Evinden , annesinden ayrılmıştı. On beş yaşında çıktığı bu yalnız yolculuk hayatının sonuna dek yalnız sürecekti. Yalnız ve bağımsız ... 16 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ 1896 yılında Manastır Askeri İdadisi'ne kaydını yaptırdı. Apolet numarası 7348 di. Yeni bir çevre , yeni arkadaşlar... O dönem Manastır işgalci birliklerin ayak tozları ve sesleriyle sarsılıyordu. Yunanlılar Girit i almış , Osmanlı'ya savaş ilan etmişlerdi. Şimdi birlikler hızla cephelere gidiyorlardı. Kanı hızlı akan Mustafa'da biran önce okulu bitirip cepheye koşmak istiyordu. Ama öncelikli hedefi okulu başarıyla bitirmekti. Manastır'da genellikle okulun bahçesindeki havuzun başında oyalanır , ağzından şu sözler dökülürdü ; Manastır'ın ortasında var bir havuz Dimetoka kızları hepsi yavuz Manastır ortasında var bir çiçek Dimetoka kızları hepsi köçek Biz yanar oynarız İlk defa anasının yanından ayrılan Mustafa için hayat koşulları da pek iyi değildi.Düzensiz bir hayatı vardı. Sağlam bir bünyeye sahipti ama biyere kadar dayanabildi. Okulun ilk döneminde sıtmaya yakalandı. Ateşler içindeydi. Gün boyunca yatakta baygın halde yatıyordu. Babasının ölmeden 17 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ önce kendisine hediye ettiği saati de çaldırınca iğne ipliğe dönmüştü Mustafa. Oğlunun hasta olduğunu öğrenen Zübeyde Hanım telaşlandı. Hemen eşinin dostlarından olan Selanik Askeri Hastahanesi'nin başhekimi olan Muhsin Bey'e giderek '' Oğlum ağır hastaymış , onu buraya getirtiniz '' dedi. Muhsin Bey bunun üzerine Manastır'a telgraf çekti ve Mustafa için okuldan üç ay izin aldı. Mustafa Selanik'e döndüğünde ateşler içindeydi. Zübeyde Hanım neden bana hasta olduğunu söylemedin deyince '' Senin heyecanlanacağını bildiğim için sana bildirmedim '' cevabını verdi. Zübeyde Hanım Mustafa'ya güzelce bir yatak hazırladı. Rahatına , gıdasına dikkat etmesi gerekiyordu. Öyle de yaptı. Gerek Zübeyde Hanım , gerekse kız kardeşi Makbule Hanım kendisine özenle baktılar. İki ay kadar istirahat ettikten sonra kendisini topladı ve okuluna döndü. Hastalığı geçtikten sonra tekrar Manastır'a dönen Mustafa buraya alışmakta zorlanıyordu. Doğup büyüdüğü Selanik'i unutamıyordu. Okulların Ramazan Aylarında tatil olması vesilesiyle ellerinde çeşitli hediye ve Manastır Dolma Şekerleriyle ailesini ziyarete gelirdi. Ama Manastır onun düşüncelerinin oturmaya başladığı bir şehirdi. Burada Vatan ve Hürriyet Şairi Namık Kemal’i ve 18 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ eserlerinde Türkçülüğü ön plana çıkaran Mehmet Emin Yurdakul’u tanıdı. Bu dönemde Türk kültür ve tarihi ile okuduğu eserler sayesinde fikir hayatı şekillendi. Bazı Fransız düşünürlerin eserleriyle de tanıştı. Bu düşünürlerin fikirleri üzerinde de arkadaşları ile uzun soluklu tartışmalar yaptı. 1897 yılında Türk-Yunan savaşı başladı. Bir ay kadar süren savaşı Osmanlı kazanmış ama büyük devletlerin baskıyla Girit'i Yunanlılara bırakmak zorunda kalmıştı. Mustafa Kemal o dönemi ilerde şöyle anlatacaktı ... “Gençlik hayatımın en heyecanlı günlerini yaşadım. Yaşımın küçük olmasına rağmen bu savaşa katılmayı çok istemiştim.” 1898 yılı Aralık ayının ortalarında Manastır Askerî İdadisi'ni, notları kendisiyle aynı olan Selanikli Ahmet Tevfik'le birlikte birinci olarak bitirdi.Bu onun için doğup büyüdüğü , çocukluğunun geçtiği Makedonya topraklarından ayrılacağının habercisiydi... Yeni bir hayata atılacağı, kişiliği ve düşüncelerinin daha da olgunlaşacağı İstanbul'a 1899 yılının Mart ayında ayak bastı. Henüz 18 yaşındaydı. Osmanlı Devleti'nin başkentini ilk defa görüyordu. 19 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Mustafa Kemal, o sene sınıf mevcudu 900'ü geçen Harp Okulu'nda altı kısma ayrılan birinci sınıfların birinci kısmında idi. Apolet Numarası 1283'tü. Harp Okulu binlerce öğrenciyle tıka basa dolu , sağlıksız ve padişahın casuslarıyla doluydu. Öğrenciler beş vakit namaz kılmaları için zorlanıyordu. Okulda yeterli musluk olmadığından çoğu doğru dürüst abdest bile alamadan namaz kılıyorlardı. İlk zamanlar hiç arkadaşı olmadı Mustafa'nın. Ama daha sonra bu okulda yıllarca dost kalacağı Ali Fuat Cebesoy ve Asım Gündüz’le tanıştı. Harp Okulu’ndaki birinci yılı gençlik hayalleri ve çok sevdiği İstanbul’un çarpıcı havası içinde geçdi. Derslerini aksattı. Padişahın yasaklamasına rağmen Ali Fuat'la sık sık kaçak olarak barlara ve kahvelere gidiyordu. Pera aklını başından almıştı Mustafa Kemal'in. İlk yıl kendini eğlenceye , İstanbul'un havasına kaptıran Mustafa Kemal ikinci sınıfta Ali Fuat'ın babasının kendisiyle konuşması sonucu kendine geldi. O dönem Mustafa Kemal'e ''Sen bizler gibi yalnız Erkân-ı Harb zabiti olarak normal hayata atılmayacaksın. Keskin zekân ve yüksek kabiliyetin memleketin geleceği üzere müessir olacaktır. Bu sözlerimi bir kompliman olarak alma, sen de memleketin başına gelen büyük adamların daha gençliklerinde gösterdikleri müstesna kabiliyet ve zekâ emareleri görmekteyim. İnşallah yanılmamış olurum.'' dedi. 20 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Yanılmamıştıda... Mustafa Kemal Harp Okulu'nu bitirdikten sonra 10 Ocak 1902’de teğmen rütbesi ile Harp Akademisi'nde öğrenimine başladı. Harp Akademisi'ne girdikten sonra uykusuzluk derdi başladı. Sabahlara kadar not defteriyle dertleşiyordu. 11 Mart 1904 Cuma , Saat 7 “Selanik’ten geleli 3 ay kadar oldu. İlk günlerde düzenli bir hayata başladım zannediyordum. Manen ve maddeten tutsağı olduğum ıstırabımdan kurtulduğumu düşünüyordum. Lakin heyhat! Bugün bilmem kaç yüzüncü defa olmak üzere yine kalbimin bütün şikâyet iniltilerini işiterek ağlıyorum. Her zamanki gibi, bu dakika dahi...” 21 Mart 1904 Pazartesi , Saat 6 “Bugün para durumumu inceledim. Harcamaları gelirin pek ziyade üzerinde buldum. Şimdiye kadar cüzdanıma girip çıkan parayı hesap etmek hatırıma bile gelmemişti. Bu hesapsızlığın vahim sonuçlarıyla, pek büyük ıstıraplar altında manen ve maddeten ezildim. Şimdi sarf olunan paranın harcandığı yerin ve zamanın kaydına baktığım zaman, hareketimdeki düzensizlik dikkatimi çekiyor. Her zaman bu defterimin gözden geçirilmesiyle hissettiğim 21 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ pişmanlıklar, ihtimaldir ki yaptığım hareketleri düzenlememe neden olacak. Fakat ben henüz bunun tesirini anlayamıyorum. Masrafların sebebi, fazlalığından ziyade, gelirlerin azlığıdır.” Mustafa Kemal için ülkenin sorunları hep aklının bir köşesindeydi. Ülkenin siyasetinden memnun olmadığını her zaman çevresindekilere anlatıyordu. Düşüncelereni daha da geniş kitleye yaymak için gazete çıkarmaya başladı. Gazete az kullanılan bir dershanede hazırlanıyor, elden ele dolaştırılıyordu. Gazetenin baş yazılarını ise Mustafa Kemal kaleme alıyordu. Ancak gazete işi bir süre sonra Mektepler Nazırı Zülüflü İsmail Paşa tarafından öğrenildi.Gazeteyi bastıkları dershanede basıldılar ve suçüstü yakalandılar. Komutan konu hakkında soruşturma yapmayıp sert bir ihtarla yetindi. Mustafa Kemal 11 Ocak 1905’te üç yıllık notlarının toplamına göre akademiyi beşinci olarak bitirdi. Biran önce görevi başlamayı beklerken gizli örgüt kurduğu gerekçesiyle tutuklandı. Taşkışla'da bir hücreye atıldı. Arkadaşlarından ayrıldı , haftalarca yalnız başına hücrede kaldı. Ya ordudan atılacak ya da sürgüne gönderilecekti. Karar sürgündü. Sürgün yeri ise Şam'dı... Şam'a sürgün edildiğinde henüz 24 yaşındaydı. Şam, Mustafa Kemal’in istediği siyasi ortama sahip değildi. Arap kabileleri sürekli isyan hâlindeydi. Mustafa Kemal’e göre 22 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ burası imparatorluğun unutulmuş bir köşesiydi. Mustafa Kemal,Şam'a sürgüne gönderildiği zaman oradaki bazı subayların davranışlarını ve Türklere karşı Arapları desteklemelerini değerlendirerek not defterine şu satırları düşmüştü ; ''Bu subaylar askeri fikir ve bilgiden tamamen yoksundurlar.Bu cahil ve kötümser adamlar,aynı zamanda hırsızdırlar.Bence Osmanlı ordusu dünyanın en talihsiz ordusudur... Bu ordu ile kaz sürüsüne bile karşı konulamaz...'' Kaz sürüsüne bile karşı konulamaz dediği orduyu adam edecek , o orduyla nice zaferler kazanacaktı. 1906 ekiminde “Özgürlüğün olmadığı yerde ölüm ve yıkım vardır. Her türlü ilerleyişin ve kurtuluşun çözümü özgürlüktür.” parolasıyla Vatan ve Hürriyet cemiyetini kurdu. Teşkilatçılık Türk'ün yapısında vardı. Nice devlet kurmuştu bu milletin evlatları. Nice teşkilatlanmalar. Mustafa Kemal bir Türk'ün vasıflarını son derece belirgin bir şekilde yansıtıyordu. Özgürlük onun için herşeydi. Özgürlük onun karakteriydi. Bu karakterini Sivas'ta topladığı kongrede ''Ya istiklal , ya ölüm'' sözüyle herkese gösterecekti... 23 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Şam'ın bunaltıcı gecelerinde Mustafa Kemal'in gözüne uyku girmiyordu. Kafasında her zamanki gibi vatanı kurtarmak ve hürriyeti getirmek vardı. Birşey yapmalı cemiyeti yaymalıydı. Cemiyet Şam’ın dışına yayılmalı , genişlemeliydi. İlk olarak Kudüs’te, Beyrut’ta, Yafa’da, Hayfa’da cemiyetin şubelerini kurdu. Ancak gözler sürekli onun üzerindeydi. Daha 25 yaşındaydı ve sürgünlük bir karabulut gibi peşindeydi. Ama o hiçbirşeye aldırmıyor kararlarını tek tek uyguluyordu. Cemiyetin tam anlamıyla faaliyete geçebilmesi için Makedonya’da ve Selanik’te yapılanması gerektiğini düşünüyordu. Şam'da bile rahat gezemezken o Selanik'te cemiyetin şubesini açmayı düşünüyordu. Bir yolunu bulup Selanik'e gitme çabalarını düşündü. Hemen Selanik'te bulunan arkadaşı Ahmet Tevfik'e telgraf çekerek bir Yunan gemisiyle Selanik'e geleceğini bildirdi. Ancak ne zaman geleceğini yazmadı. Ahmet Tevfik telgrafı aldıktan sonra her gün bir kayığa binerek Selanik limanına giren Yunan vapurlarını birer birer ziyaret ediyor ve her defasında aradığını bulamadan, dönüyordu. Nihayet Mustafa Kemal’in bindiği vapur Selanik önüne demirledi. Selanik'e iner inmez Askeri Rüştiye’den öğretmeni olan Hasan Bey’e gitti ve onun sayesinde 4 aylık bir hava değişimi aldı. Artık saklanmasına gerek kalmamıştı. Hemen işe koyuldu ve arkadaşlarından Hatip Ömer, topçu zabitlerinden Hüsrev’i (Hüsrev Kızıldoğan) ve Hakkı Baha’yı buldu. Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni konuşmak için bir gece Hakkı Baha’nın 24 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ evinde toplandılar. Atatürk hemen söze girdi : “Arkadaşlar, bu gece burada sizleri toplamakta maksadım şudur. Memleketin yaşadığı vahim anları size söylemeye lüzum görmüyorum. Bunu cümleniz müdriksiniz. Bu bedbaht memlekete karşı mühim vazifelerimiz vardır. Onu kurtarmak yegâne hedefimizdir. Bugün Makedonya’yı ve tekmil Rumeli kıta’sını vatan camiasından ayırmak istiyorlar. Memlekete ecnebi nüfuz ve hâkimiyeti kısmen ve fiilen girmiştir. Padişah zevk ve saltanatına düşkün, her zilleti irtikâp edecek menfur bir şahsiyettir. Millet zulüm ve istibdat altında mahvoluyor. Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve izmihlâl vardır. Her terrakinin ve kurtuluşun anası hürriyettir. Tarih bugün biz evlatlarına bazı büyük vazifeler tahmil ediyor. Ben Suriye’de bir cemiyet kurdum. İstibdat ile mücadeleye başladık. Buraya da bu cemiyetin esasını kurmaya geldim. Şimdilik gizli çalışmak ve teşkilatı taazzuv ettirmek zaruridir. Sizden fedakârlıklar bekliyorum. Kahhar bir istibdada karşı ancak ihtilal ile cevap vermek ve köhneleşmiş olan çürük idareyi yıkmak, milleti hâkim kılmak hulasa vatanı kurtarmak için sizi vazifeye davet ediyorum.” Mustafa Kemal'in bu sözlerinden sonra odada büyük bir sessizlik oluştu. Bu sessizliği ise Ömer Naci bozdu. Ayağa kalkarak : “Mustafa Kemal, arkandayız, seni takip edeceğiz; ölümler, cellâtlar, işkenceler bile bizi bu azmimizden 25 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ çeviremeyecektir. Hürriyet verilemez o ancak alınır. Zulüm ve istibdat altında inleyen bu masum ve biçare milleti kurtaracağız, yaşasın hürriyet ve ihtilâl.” Ömer Naci'nin yürekleri coşturan bu sözünden sonra Mustafa Kemal tekrar sözü aldı. “Arkadaşlar, gerçi bizden önce birçok teşebbüsler yapılmıştır. Fakat onlar muvaffak olamadılar çünkü teşkilâtsız işe başladılar. Biz kuracağımız teşkilât ile bir gün mutlaka ve behemehal muvaffak olacağız. Vatanı, milleti kurtaracağız.” Mustafa Kemal konuşması bittikten sonra Hüsrev Kızıldoğan'a döndü. '' Hüsrev tabancanı çıkar ve masanın üzerine koy'' emrini verdi. Bunun üzerine Hüsrev Kızıldoğan taşıdığı brovnik tabancasını masanın üzerine koydu. Hepsi ellerini tabancanın üzerine koydu ve and içtiler. Türk'ün töresiydi yemin. Yaratıcıya , silaha ve bayrağa yemin... Mustafa Kemal Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'nin Selanik şubesini kurduktan sonra Suriye’deki görevine döner. Mustafa Kemal Suriye'ye döndükten sonra cemiyet hiçbir ciddi iş yapamadı. 26 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Vatan ve Hürriyet Cemiyeti Selanik'te kurulan bu tür cemiyetlerin ilkiydi. Daha sonra Talat Paşa önderliğinde Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kuruldu. Şam'da bulunan Mustafa Kemal'in Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'nin kuruluşundan haberi olmadı. O dönem en aktif cemitlerin başında İttihat ve Terakki Cemiyeti geliyordu. Vatan ve Hürriyet Cemiyeti ie Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'de İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birleştiler. Mustafa Kemal'in bu birleşmeden Selanik'e geldiğinde haberi oldu. ttihat ve Terakki Cemiyeti bünyesinde sağlanan bu birleşme; bölgesel nitelikli, küçük çaplı örgütleri kendi yapısı içine alan bir kaynaşmayı sağlamıştı. 20 Haziran 1907'de 5. Ordu Kurmay Dairesi'ne kolağası olarak atanan Mustafa Kemal arkadaşlarının da devreye girmesiyle tayininin 3. Orduya çıkmasını sağladı. Tayini 16 Eylül 1907'de gerçekleşti. Tayin olduğu 3. Ordunun merkezi Manastır'da olmasına rağmen Selânik'te kalmaya çalıştı ve bunu başardı Mustafa Kemal Selanik'e geldikten sonra Hakkı Baha (Pars)'ın evinde Kur'ân ve tabanca üzerine yemin ederek İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdi. Ancak bunu gönülden yapmadı. Ali Fuat'a "Bu emrivakiyi kabul zorunda kaldım ve ben de İttihadın bir üyesi oldum'' dedi. Selanik'te temellerini attığı cemiyetleşmenin bir ürünü olan İttihat ve Terakki'nin 27 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ sıradan bir üyesi gibi muamele görmek Mustafa Kemal'i derinden etkiliyordu. O kendisinin daha yüksek mevkilerde olması gerektiğini düşünüyordu. O yönetmek için yaratılmıştı. Selanik’in meşhur Olimpos gazinosunda oturdukları bir akşam Mustafâ Kemal sofradaki dostlarına ilerde nasıl iktidara geleceğini anlatmaya başladı. Sonra arkadaşlarına tek tek ilerde hangi görevlere geleceklerini söyledi. Herkese bir görev verdi. Sıra Salih ( Bozok ) e gelince de '' Salih sen benim yaverim olacaksın. Seni kendime yaver yapacağım '' dedi. Bunun üzerine masadakiler kendisinin ne olacağını sorunca '' Ben sizleri o görevlere tayin eden adam olacağım '' cevabını verdi. Bu onun inancının bir göstergesiydi. O yönetilen değil yöneticiydi... İttihat ve Terakki Cemiyeti ileri gelenleriyle arası açıktı. Bazı konularda onlar gibi düşünmüyordu. Ordunun siyasetin dışında kalması gerektiğini düşünüyordu. Fakat onu anlayan , destek veren kimse yoktu. O dönem İstanbul’da Genelkurmay Birinci Şubeye tayin edilmişti. Ancak devrin Harbiye Nazın Şevket Paşa, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ileri gelen subaylarına yaranmak için O’na burada hiçbir iş vermedi. Fiilen işsiz kalmıştı. Ama o boş durmadı. İçindeki lideri büyütmeye devam etti. Askerlikle ilgili kitaplar okudu , kendini inşa etti. 28 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ 1911 yılının Eylül ayında İtalyan'lar Osmanlı Devleti’nin bir vilâyeti olan Trablusgarp ve Bingazi'ye saldırdı. Mustafa Kemal , Mahmut Şevket Paşa'ya Tranblusgarp'a gitmek istediğini bildirdi. Mahmut Şevket Paşa İngilizler’in kendisini Mısır’dan geçirmeyeceklerini söylesede aldırmadı ve ısrarlarına devam etti. Daha fazla ısrara dayanamayan Mahmut Şevket Paşa , Mustafa Kemal'in Trablusgarp'a gitmesine onay verdi. Bu büyük bir liderin ilk savaşı olacaktı. Mustafa Kemal Trablusgarp'a gitmeden önce Beyazkule bahçesinde arkadaşı Ali Fuat ile buluştu. Ali Fuat o geceyi daha sonra şöyle yazacaktı ; ''Kolağası Mustafa Kemal, bu akşam mahzundu. Selanik'te Beyazkule bahçesinde başbaşa oturuyorduk. Saatlerce konuştuk, nerede ise gün ağaracaktı. O gece ay Olimpos dağlarının arkasında kaybolurken, Mustafa Kemal içini çekerek: - Ah Selanik, dedi. Seni bir daha Türk olarak görecek miyim? Baktım, ağlıyordu. O altın sarı saçlarını okşadım. Teselli etmeye çalıştım. Ben, Mustafa Kemal'in müşterek hayatımız boyunca bu derece duygulandığını görmedim.'' 29 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Mustafa Kemal 15 Ekim 1911’de Urla Karantinası Rus vapuruyla Trablusgarp'a hareket etti. Rus vapurunda Fuat Bulca'ya bir mektup yazarak Trablusgarp'ta başına birşey gelirse yapması gerekenleri anlattı. '' Kardeşim Fuat, ”Bilirsin ki, Trablus meselesi ortaya çıktığından beri oraya gitmek teşebbüsünden geri durulmadı.İstanbul’dan hareket edildi. Maksadımız ebedi bir mücadele sahası açmaktır. Muvaffakiyet Allah’tan. Lüzum ve fayda görürsem seni ve daha bazı arkadaşları da isteyeceğim. Şimdilik temin edilecek noktalar var. Benim nerede olduğumu duyurmayın. Daha bir müddet için validemi de haberdar etmeyin. Ara sıra benim tarafımdan İstanbul’dan gelmiş gibi kendisine mektup gösterin. Vatanı kurtarmak için şimdiye kadar olduğundan fazla gayret ve fedakarlık elzemdir. Endülüs tarihinin son sayfalarını okuyunuz. Faydalı sohbetlerinizde bulunamadığım için üzgünüm. Beni unutmayın. Alaydaki arkadaşlara çok selam, beraber yaptığımız talim ve terbiye programını takipte çok güzel neticeler vardır. Yorulmasınlar, eski tembellikle hiçbir şey olmaz. Başka kâğıdım yok. Nuri’ye ayrıca mektup yazamayacağım. İstersen bu mektubumu aynen gönder. Veyahut bahisle bir 30 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ mektup yaz. Ve o kıymetli kardeşimize de ki, benim için hatırası kalp ve vicdanımdan bir an çıkmayan bir öz kardeş varsa Nuri’dir. Bu karanlık seferi onunla beraber yapmak isterdim. Allah nasip ederse mücadele sahasında birleşiriz. Cenab-ı Hak takdir etmişse ahrette kavuşuruz.Salih’in gözlerinden öperim. Kalbinin vefasına, vicdanının saflığına ve inceliğine şükran borçluyum. Senin ve Salih’in Selanik’te bulunması, valideye yardım etmesi, kalbimin kuvvetini arttırıyor. İstanbul’da bulunan Kerim Bey’e mektup yazın. O zavallı oradaki mücadelede yalnız kaldı. Mektuplarınız ona kalp kuvveti verir. Allahaısmarladık Fuat’ım. '' Trablusgarp'a ulaşmak için birçok zorluk çeken Mustafa Kemal kimi zaman tanınmamak için Arap kıyafetleri giydi , kimi zaman deve üzerinde çöllerde yolculuk etti. Trablusgarp'a vardıktan sonra Arap önderlerle görüşmeler yaptı. Şeyhleri ve Sünusîleri teşkilâtlandırmak için çaba harcadı. Şeyhler ve aşiret reisleriyle toplantılar yapıyor ve düzensiz kalabalığı teşkilâtlandırmaya çalışıyordu. Onlara din kardeşim diye hitap ediyor , kafirlere karşı birlik olmaya çağırıyordu. Bu onun teşkilatçılığını gösteriyordu. O liderdi. Gittiği yerde herkesi etkisi altına alıyor , teşkilatlandırıyordu. Teşkilatın lideri herzaman O'ydu. Uzun süredir beklediği haber ise 30 Kasım 1911'de geldi. Enver'e gönderilen telgrafta, Erkânıharbiye Kolağası Mustafa 31 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Kemal Bey’in Binbaşılığa terfi ettirildiği bildiriliyordu. Binbaşı Mustafa Kemal, 22 Aralık’ta Tobruk’ta başarılı muharebe yaptıktan sonra 30 Aralık 1911’de arkadaşlarıyla birlikte Derne’ye geçti. Mustafa Kemal 16 Ocak günü Kasr-ı Harun'da az sayıda arkadaşıyla hücuma geçti. Fuat Bulca kendisini engellemeye çalışsada dinlemedi koca yürekli Mustafa Kemal. Sanki bozkırda at koşturuyormuş gibi düşmanın üzerine sürüyordu atını. Yanındaki az sayıda arkadaşı ile Kasr-ı Harun’un merkez binasına kadar ilerledi. Bu sırada gökyüzünden bir gürültü duyuldu. İki İtalyan hücum uçağı bomba yağıdırıyordu. İtalyan uçağının attığı bombanın etkisiyle fırlayan kireçli bir taş parçası Mustafa Kemal'in sol gözüne isabet etti. Bu ölene dek taşıyacağı bir savaş hatırası olacaktı... Mustafa Kemal bu vaziyeti arkadaşı Kerim Bey'e yazdığı bir mektupla anlattı. “Aziz Kardeşim Kerim Bey, Tobruk’ta birkaç gün kalarak başarılı bir netice veren 22 Aralık 1911 Muharebesi’ni yaptıktan sonra Derne’ye geldik. Yollarda oldukça yorulmuş, ıslanmış, üşümüş, sefalet çekmiştik. 16/17 Ocak 1912 Baskını’yla başlayan 17 Ocak Muharebesi gecesi ve günü zaten hastalıklı görünen sol gözüm kanlandı ve görmez oldu. Istırabın derecesi vazife 32 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ yapmama mani oldu. Hilâliahmer (Kızılay) Hastanesi’ne yattım. Bir ay tedaviden sonra tam olarak göremediğim halde hastaneden çıktım. Bugün de olağanüstü yorgunluk ve açlık ve muharebe geceye kaldığından soğuğa maruz kaldık. Bunun sonucu olarak gözümün rahatsızlığı ertesi gün nüksetti. On beş gün kadar yataktan kalkamadım, gözlerimi açamadım. Nihayet ıstırap geçti, tekrar işe başladık. Fakat sol gözüm daha az görür oldu. Doktorlar Mısır’a gitmemi tavsiye ettiler. Ben razı olamadım. Nihayet bugüne kadar görme derecesinde bir fark görülemeyecek o derecenin yerleştiğine hükmedilmiştir. Gerçi uzman doktor zamanla açılacaktır diyor, fakat ben inanmıyorum. Bu harbin bitmesinden sonra askeri hayata veda ederek istirahat köşesine çekilebilmek ihtiyacı bilmem nasıl sağlanacak ? Bu mektubun salimen size ulaşacağından emin olduğum için bu kadarla yetiniyor ve mektubunuzu, hatta telgrafınızı bekliyorum. Hürmetle gözlerinizden öperim kardeşim.” Mustafa Kemal 33 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ 34 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Daha Trablusgarp'ın yarası sarılmaya çalışılırken bu seferde Balkan Savaşı patlak vermişti. Osmanlı birlikleri Bulgar, Yunan ve Sırp taarruzları karşısında ağır kayıplar verdi. Selanik tek kurşun atılmadan boşaltıldı. Yollarda binlerce muhacir şimdi Anadolu topraklarına dönüyordu. Haberi alan Mustafa Kemal hemen İstanbul'a geldi. Babıali’de bulunan Meserret Kıraathanesi’nde Salih'le buluştu. Salih'i görünce gözyaşlarını tutamadı.'' Salih! Salih! Selanik’i, o güzel memleketimizi nasıl bıraktın? Düşmana niçin teslim ettiniz de buraya geldiniz? '' dedi... Doğup büyüdüğü , çocukluğunun geçtiği Selanik artık yalnızca hatıralarında yaşayacaktı. Selanik'in tek kurşun atılmadan düşmana bırakılmasını hazmedemedi.Çok öfkeliydi. Doğduğu , büyüdüğü şehrin bu kadar çabuk bırakılmasını kabullenemedi. Daha sonra bu kızkınlığını dostlarıyla sohbeti sırasında şöyle anlatacaktı... “Balkan harbi başladığı zaman ben Trablusgarp’ta bulunuyordum. Eğer bu sırada ben Rumeli’nin her hangi bir noktasında bulunsaydım, o Balkan faciası olmazdı. Çünkü Selanik Kolordusu’nda bulunurken küçük Balkan devletlerinin birleşerek bir taarruz yapmaları ihtimalini düşünüyorduk. Ben öyle bir ihtimale karşı tatbik edilecek müdafaa planı üzerinde çalışmıştım. Ben iş başında olsaydım Rumeli elden çıkmazdı .” 35 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Mustafa Kemal İstanbul'da bulunduğu sürede Beyoğlu'ndaki evinde gece partileri düzenleyen Madam Corinne ile tanıştı. Bu partilerde sosyete hayatını gözlemliyor , Madam Corinne'ye olan ilgisi artıyordu. Bulgaristan ile barış antlaşması imzaladıktan sonra Mustafa Kemal 27 Ekim 1913’te Sofya ataşemiliterliğine atandı. Hükümetin izlediği politikaya çetin bir biçimde karşı olan ve bunu her fırsatta açıklamaktan geri kalmayan Mustafa Kemal’i İstanbul’dan uzaklaştırmak için uydurulmuş bir görevdi bu. Bir sürgündü... Sofya görevi çıkınca Madam Corinne'yi İstanbul'da bırakmak zorunda kalmıştı. Ancak mektup yazmayı ihmal etmedi. 29 Kasım 1913 , Sofya " Sevgili Corinne, İstanbul’u çarşamba akşamı seninle geçirdiğim günün tatlı anılarıyla terk ettim. Seni benden uzaklaştıran tren sandığım gibi 16.30’da değil 15.30’da kalkıyormuş meğer. Tren saatini soran bütün dostlarım da benim gibi yanıldılar. Kalkışta hiç ama hiç kimseyi görmedim, hiç kimseyle vedalaşamadım. Yol arkadaşım bir Almandı ve Almanca’dan başka bir dil de bilmiyordu. Seninle yaptığımız dil derslerine güvenerek bu beyefendiyle konuşmaya çalıştımsa da benim dilbilgim ve senden 36 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ ayrılmanın acısı nedeniyle başarılı olamadım. Tren istasyonundan aldığım gazeteyi okuyarak ve birlikte geçirdiğimiz güzel saatleri, parktaki gezintilerimiz, Sceting palastaki buluşmalarımız, Edith’in korkusu, bir rüya gibi yeniden yaşayarak, kısacası yalnızca seni düşündüm. Hayalimde yalnızca seninle ilgili güzel anılar var. Seni bütün yüreğimle öpüyorum ve bana burada tek teselli olacak mektubunu bekliyorum sevgili Corinne ” Madam Corinne'i İstanbul'da bırakarak yeni bir sürgüne Sofya'ya gitti Mustafa Kemal. İlk zamanlar maddi durumun bozukluğundan dolayı zor günler yaşadı. 1 Mart 1914'te Yarbaylığa yükselmişti. Yaz başlangıcında ise maddi durumunu düzelterek istediği gibi bir ev bulmuş ve oturmuştu. Mustafa Kemal Sofya'da da boş durmuyor okuyor , Avrupa lı hayatını gözlemliyordu. Ancak bu hayatın içine çevresi olmadığından dahil olamıyordu. Avrupalıları daha iyi tanımak , gözlemlemek için karşına beklediği fırsat 11 Mayıs 1914'de Bulgarların ulusal bayramında çıktı. Ulusal günde verilen bir baloya davet edilmişti. Geceye gösterişli bir kıyafetle katılmak isteyen Mustafa Kemal İstanbul Merkez Kumandan Muavini Kazım Bey'e mektup yazarak, müzeden bir yeniçeri kıyafeti yollanmasını istedi. Sofya'dan trenle İstanbul'a giden bir arkadaşı dönüşünde kıyafeti aksesuarlarıyla birlikte kendisine getirdi. Gösterişli , geniş ve bol ışıklı salonda devam eden muhteşem gecede Mustafa 37 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Kemal yeniçeri kıyafetiyle içeri girdi. Bütün gözler onun üzerindeydi. Bütün gözler ona hayranlıkla bakıyordu. Bulgar Kralı Ferdinand, Mustafa Kemal'i yanına davet ederek iltifatlarda bulundu, kıyafetinden ve başarısından dolayı da tebrik etti. Mustafa Kemal amacına ulaşmıştı. Sabaha kadar devam eden balonun sonunda İspanya Maslahatgüzarı, Mustafa Kemal'i evine davet etti ve üzerinde hayranlık uyandıran yeniçeri kıyafetiyle şark köşesinde resmini çekti. 12 Ocak 1914 , Sofya '' Çok aziz dostum, Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri, fakat bu ihtiraslar, yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük meblağlar elde etmek gibi maddi emellerin tatminine taalluk etmiyor. Ben, bu ihtirasların gerçekleşmesini vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da liyakatle ifa edilmiş bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın prensibi bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu muhafaza etmekten geri kalmayacağım. '' Dünyanın ilk topyekün savaşı başladığında Mustafa Kemal Sofya'da idi. Osmanlı bu savaşta tarafsız kalacağını 38 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ açıklamıştı. Mustafa Kemal'de aynı fikirdeydi. Sofya’dan Dr. Tevfik Rüştü (Araş)’ye yazdığı bir mektupta ''Bu harp çok uzun sürecektir, ona girmekte geç kalınmaz, bundan korkup acele etmeyelim.'' dedi. Bu satırları daha savaşın başında yazmıştı. Dediği gibi savaş uzun sürmüştü. Büyük bir lider o zamandan ileri görüşlülüğünü konuşturmuştu. Bir an önce harbe sokma gayret ve baskılarına dayanamayan Osmanlı 29 Ekim 1914'de savaşa dahil oldu. Haberi alan Mustafa Kemal derhal memlekete dönüp , orduda aktif görev almak istedi. Harbiye Nazırı Enver Paşa’ya başvurarak görev istedi.Ancak Enver Paşa buna sıcak bakmadı. Mustafa Kemal'e “Sizin için orduda her zaman bir görev vardır. Ancak Sofya ataşemiliterliğini daha önemli gördüğümüzden sizi orada bırakıyoruz” cevabını verdi. Aldığı cevabı beğenmeyen Mustafa Kemal , Enver Paşa'ya cevap yazarak '' Vatanın müdafaasına ait fiili vazifelerden daha mühim ve mübeccel (yüce) bir vazife olamaz. Arkadaşlarım muharebe cephelerinde ateş hatlarında bulunurken ben Sofya’da ataşemiliterlik yapamam. Eğer birinci sınıf zabit olmak liyakatından mahrumsam, kanaatiniz bu ise, lütfen açık söyleyiniz.'' dedi. O kardeşleri cephelerde savaşırken duramazdı. Buna ruhu isyan ediyordu. Enver Paşa'dan karşılık alamayınca eşyalarını topladı ve İstanbul'a dönmeye karar verdi. Tam İstanbul'a hareket edeceği sırada bir telgraf ulaştı eline. İsmail Hakkı imzasıyla 39 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ gelen telgrafta 19 ncu Tümen Komutanlığına atandığı yazıyordu. Mustafa Kemal zaten yola çıkmak üzere hazırlanmış olduğundan birkaç gün sonra İstanbul’a geldi. İstanbul’a geldikten sonra karşılaştığı durumu anılarında şöyle anlatıyor... ''Sofya’dan İstanbul’a geldiğim zaman Enver Paşa da Sarıkamış’tan avdet etmiş (geri dönmüş) bulunuyordu; evvelâ kendisini ziyaret için makamına gittim. Haber gönderdim, gelecek cevaba kapıda intizar ediyordum (cevabı kapıda bekliyordum); bu aralık muamalat-ı zatiye (personel işleri) müdürü Osman Şevket Bey’i elindeki dosyasıyla orada gördüm; kendisine sordum: — Beni 19 ncu denilen fırkaya (tümene) tayin eden Harbiye Nazırı Vekili İsmail Hakkı Paşa mıdır?Osman Şevket Bey pek ciddî ve biraz mahrem (gizli) bir lisanla (diliç): — Hayır, dedi. Doğrudan doğruya Başkumandan Vekili Enver Paşa Hazretleridir; Erzurum’dan telgrafla emir buyurdular; emin olunuz Beyefendi…Bir an sonra Enver Paşa ile karşı karşıya bulunuyorduk. Enver biraz zayıf düşmüş, rengi solmuş bir haldeydi. Söze ben başladım: — Biraz yoruldun, dedim. — Yok, o kadar değil, dedi. — Ne oldu? — Çarpıştık, o kadar… — Şimdiki vaziyet nedir? 40 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ — Çok iyidir, cevabını verdi.Ben daha fazla Enver Paşa’yı üzmek istemedim. Mükâlemeyi (konuşmayı) kendi vazifeme intikal ettirdim: — Teşekkür ederim, beni numarası ondokuz olan bir fırkaya kumandan tayin buyurmuşsunuz. Bu fırka nerededir, hangi kolordu ve ordunun emrinde bulunuyor?Cevap verdi: — Ha evet! Belki bunun için Erkân-ı Harbiye (Genelkurmay) ile görüşseniz daha kati (kesin) malûmat (bilgi) alırsınız.Enver’i çok meşgul ve yorgun görüyordum; sözü uzatmadım: — Pek iyi, O halde sizi fazla rahatsız etmeyeyim, Erkân-ı Harbiye ile görüşürüm, dedim.'' Mustafa Kemal, işte böyle bir ortamda 19 ncu Tümen' in emir ve komutasını üstlendi. 2 Şubat 1915 günü Tekirdağ’a geldi. Fakat Tekirdağ'a gelişinden kısa süre sonra görülen lüzum üzerine 25 Şubat 1915'te tümen Maydos 'a nakledildi. Mustafa Kemal, burada 19. Tümene ilâveten 9. Tümenin 2.Piyade Alayı ve bazı topçu birlikleri de emrine verilerek Maydos Mıntıkası Kumandanı oldu. 18 Nisan 1915’te, Atatürk’ün komutasındaki 19. Tümen, Çanakkale’ye yeni atanan Alman Mareşal Liman von Sanders’in komutasındaki 5. Ordu’nun “yedeğine” alınarak Bigalı köyüne gönderildi. Liman von Sanders, Çanakkale’ye İngiliz çıkarmasının, Saroz Körfezi ve Anadolu kıyılarından, özellikle Bolayır’dan yapılacağını düşünüyordu.Ancak Yedek Tümen Komutanı 41 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Yarbay Mustafa Kemal, Çanakkale’ye İngiliz çıkarmasının Anafartalar bölgesinden; Alçıtepe ve Kocaçimen’den yapılacağını ileri sürdü. Gelişmeler, Mustafa Kemal’i kararlarından yine haklı çıkarmıştı. 25 Nisan 1915’te İngiliz, Fransız ve Anzak birlikleri Çanakkale’ye sabaha karşı Arıburnu, Seddülbahir ve Kumkale sahillerinden çıkarma yapmaya başladı. Arıburnu yönünden gelen top sesleri üzerinde çıkarmanın başladığını anlayan Mustafa Kemal Gelibolu'daki 3. Kolordu Komutanlığı'na düşmanın konumunu ve durumunu bildiren bir rapor gönderdi. Ancak bir yanıt alamadı. Bunun üzerine insiyatifini kullanarak 57. Alayı bir batarya ile Kocaçimentepe yönünde harekete geçirdi. Kendiside durumu izleme için Conkbayırı çıktı. Burada savaş halini izlerken Arıburnu kesminde bazı birliklerin çekilmekte olduğunu gördü. Mustafa Kemal bu durumu Ruşen Eşref Ünaydın ile yaptığı görüşmede şöyle anlatıyor... “...Bu esnada Conkbayırının güneyindeki 261 rakımlı tepeden sahilin gözetleme ve korunmasıyla görevli olarak orada bulunan bir müfreze askerin Conkbayırına doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm... Bu askerlerin önüne kendim çıkarak: -Niçin kaçıyorsunuz ? dedim. -Efendim düşman dediler! -Nerede? -İşte! diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler. 42 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Gerçekten de düşmanın bir avcı kuvveti 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve tam bir serbestlik içinde ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün. Ben kuvvetleri (geride) bırakmışım, askerler on dakika istirahat etsin diye...Düşman da bu tepeye gelmiş...Demek ki düşman bana benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman benim yere gelse kuvvetlerim çok kötü bir duruma düşecekti. O zaman artık bilemiyorum, bilinçli bir düşünme ile midir, yoksa önsezi ile midir, bilmiyorum. Kaçan askerlere: - Düşmandan kaçılmaz, dedim. - Cephanemiz kalmadı, dediler. - Cephaneniz yoksa süngünüz var,dedim. Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırına doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile dağ bataryasının yetişebilen askerlerinin ‘ marş marşla’ benim bulunduğum yere gelmeleri için, yanımdaki emir subayını geriye yolladım. Bu askerler süngü takıp yere yatınca, düşman askerleri de yere yattı. Kazandığımız an, bu andır...” Daha sonra, Kolordu Komutanı Esat Paşa'nın izniyle, 27. Alay’dan geri kalan birlikleri de emrine alan Tümen Komutanı 43 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Mustafa Kemal, karşı saldırıya geçmek üzere 57.Alay'a şu emri verdi : “ Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında, yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir.” 27. Alayın birlikleri ve 57. Alayın yaptığı karşı saldırı ile süngü hücumları sonucu Anzaklar çok sayıda kayıp verdiler ve sahile çekilmek zorunda kaldılar. Savaş, ölüm, acı, gözyaşı ve yıkım demekti. Mustafa Kemal bu yıkımın içinde Madam Corinne'e yazdığı mektupta içinde bulunduğu durumu şöyle özetlemişti... 20 Temmuz 1915 , Maydos Aziz Madam, Karargâhımın kâtiplerinden Hulki Efendi'nin İstanbul'a seyahatinden faydalanarak size bu mektubu yazıyorum. Burada hayat, o kadar sakin değil. Gece gündüz, her gün çeşitli toplardan atılan şarapneller ve diğer mermiler başlarımızın üstünde patlamaktan hali kalmıyor. Kurşunlar 44 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ vızıldıyor ve bomba gürültüleri toplarınkine karışıyor. Gerçekten bir cehennem hayatı yaşıyoruz. Çok şükür, askerlerim pek cesur ve düşmandan daha mukavemetlidirler. Bundan başka hususi inançları, çok defa ölüme sevk eden emirlerimi yerine getirmelerini çok kolaylaştırıyor. Filhakika onlara göre iki semavi netice mümkün: Ya gazi veya şehid olmak. Bu sonuncusu nedir bilir misiniz? Dosdoğru cennete gitmek. Herkesi teshir eden sevimli ve nükteli konuşmanızdan en büyük zevki almak benim için imkânsız olmasaydı, aşk duygularından ve kendisiyle nadiren fikirlerimin birleştiği bir insanın hayat görüşünden başka bir şey ilham etmeyen bir romanın tefrikalarını okumak ihtiyacını duymazdım. Fakat cereyan eden ve bana kısa bir müddet içinde bitecek gibi görünmeyen hadiseler beni Hulki Efendi'ye birkaç roman ismi vermenizi rica etmek zorunda bırakıyor. Gidip satın alabilsin diye. Valideniz hanımefendiye ve pederiniz beyefendiye hürmetlerimi ve Matmazel Edith'e en samimi hislerimi arz etmenizi ve en hararetli ve hürmetkârâne bağlılıklarıma inanmanızı rica ederim aziz madam. 19. Fırka Kumandanı , Miralay M. Kemal 45 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ 25 Nisan kara çıkarmalarından sonra İtilaf birlikleri, kayda değer bir ilerleme yapamadılar. Anafartalar Grup Komutanı Albay Mustafa Kemal, tümen karargâhından almış oldu bilgiler ışığında 10 Ağustos sabahı saat 04.30’da baskın şeklinde bir taarruza karar verdi. Askerler gelecek emri beklemekteydi. Hücum zamanı yaklaşmıştı. Mustafa Kemal o anı şöyle anlatıyor : “Gün doğmak üzereydi. Çadırımın önüne çıktım. Hücum edecek askeri görüyordum. Oradan hücumun yapılmasını bekleyecektim. Gecenin karanlık perdesi tamamen kalkmıştı. Artık hücum anıydı. Saatime baktım. Dört buçuğa geliyordu. Birkaç dakika sonra ortalık tamamen ağaracak ve düşman askerlerimizi görebilecekti. Hemen ileri koştum. Tümen Kumandanı’na rastladım. O da ve her ikimizin refakatimizde bulunanlar beraber olduğu halde hücum safının önüne geçtik. Gayet seri ve kısa bir tefriş yaptım. Önünden geçerek yüksek sesle askerlere selam verdim ve dedim ki: “Askerler! Karşımızdaki düşmanı mağlup edeceğimize hiç şüphe yoktur. Fakat siz acele etmeyin. Evvela ben ileri gideyim. Siz, ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birden atılırsınız.” Kumandan ve subaylara da işaretime askerlerin dikkatini çekmelerini emrettim. Ondan sonra hücum safının önünde bir yere kadar gidildi ve oradan kırbacımı havaya kaldırarak hücum işaretimi 46 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ verdim.” İşaretimin verilmesi üzerine süngü takıp hazır halde bekleyen Mehmetçik ok gibi süperlerinden fırlayarak karşı siperlere daldılar. Conkbayırı sırtlarında olan Yeni Zelanda askerlerinin iki taburluk kuvvetinden kurtulabilenler, yamaçtan aşağıya doğru düzensiz bir şekilde geri çekildiler. Ön siperlerde bulunana düşman askerleri bu seri saldırının üzerine silahına davranamadı ve kısa sürede imha edildi. Sağ kanattan ise 23 ncü Alay askerleri, geriye çekilen Yeni Zelanda ve İngiliz askerlerini takibe başladı. Ağıldere yönüne saldıran Türk askerleri ile Tuğgeneral Boldwin komutasındaki dört taburluk bir kuvvet saat 10.00’da şiddetli bir çarpışmaya tutuştu. Bu saldırı sonucu General Bolwin ve Kurmay Başkanı hayatını kaybetti. Ağıldere kısa süre sonra Osmanlı birliklerinin eline geçti. ” Savaş bütün şiddetiyle sürüyordu. Her taraf duman içinde kalmıştı. Düşmanın topçu ateşi gülleleri büyük çukurlar açıyor, her tarafa şarapnel ve kurşun yağıyordu. Bu sırada büyük bir şarapnel parçası Mustafa Kemal'in kalbine isabet etti. '' Büyük bir şarapnel parçası tam kalbimin üzerine çarptı, sarsıldım, elimi göğsüme götürdüm, kan akmıyordu. Olayı Yarbay Servet Bey'den başka kimse görmemişti. Ona parmağımla susmasını emrettim. Çünkü vurulduğumun duyulması bütün cephelerde panik yaratabilirdi. Kalbimin üzerinde cebimde bulunan saat paramparça olmuştu. O 47 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ gün akşama kadar birliklerin başında daha hırslı olarak çarpıştım. Yalnız bu şarapnel vücudumda kalbimin üzerinde aylarca gitmeyen derin bir kan lekesi bırakmıştı.'' Türk askeri dünyada eşine az rastlanır bir azimle düşmanı geri püskürtmüş , İstanbul'a geçidi kapatmıştı. Binlerce asker şehit düştü. Ertesi günü Conkbayırı sırtları cesetten görünmez haldeydi. Birçoğu tüfeklerine sarılıp ölmüşlerdi. Cepheyi gezen bir komutan Mustafa Kemal'e: - Kuvvetleriniz nerede? diye sordu. Mustafa Kemal, önünde uzanan vatan evlatlarını işaret ederek: - Kuvvetlerim mi? diye sordu: -İşte burada... Şu yatan ölüler benim kuvvetlerim... Çanakkale zaferiyle savaşın kaderi değişmişti ama Kafkas Cephesi zor durumdaydı. Muş ve Bitlis düşman işgali altındaydı. Başkomutanlık Erzurum’u geri almak düşüncesiyle Trakya’da bulunan 2. Ordu’nun Doğu Cephesi’ne gönderilmesine karar verdi. 16. Kolordu da bu orduya bağlandı ve komutanlığına Çanakkale savaşlarında Anafartalar Kahramanı ünvanını alan Mustafa Kemal getirildi. Mustafa Kemal 16. Kolordu komutanlığına atandığı haberini alınca yola koyuldu. Uzun bir yolculuk yaptı. Bu yolculuğu mektubuyla Madam Corinne'e anlattı. ''Aziz Madam, 48 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Bu defa size hakiki dostluğumuzu hatırlatmak için ilk önce ben kalemi elime alıyorum. Batıdan doğuya kadar devam eden uzun ve yorucu bir yolda iki ay kadar seyahat ettikten sonra bir istirahat ânı bulunabileceğine inanılır, değil mi? Fakat, heyhat! Görülüyor ki, bu ancak ölümden sonra mümkün olacak.'' Mustafa Kemal bir yandan da yanında bulunan not defterine bu yolculuk sırasında gözlemlediklerini yazıyordu. 7 Kasım 1916 Silvan’dan Bitlis’e gitmek üzere hareket ettim… Batman köprüsünü geçer geçmez yol üzerinde ölü gibi yatmış, kalmış bir adam, açlıktan. Köprü ile konak mahallimiz arasında aynı halde iki adam. Muhacir imişler. Batman köprüsü ile Silvan arasında ve köprüden sonra yeni ölmüş iki beygir, insanlar ve hayvanlar açlıktan ölüyorlar. 9 Kasım 1916 Saat 8 evvelde Ziyareti Veyselkarani’den hareket olundu. Eşyalarımız saat 7 evvelde. Ziyaret önünde Şeyh Hazret gönüllülerinden 150 kişiye tesadüf ettik.Bunları gözden geçirdim, iaşelerinin temini istirhamında bulundular. Erzak 49 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ taşıyan bir Kürt istidası (3 hayvanını Kürtler almışlar). Yolarda birçok muhacir gördük, Bitlis’e avdet ediyorlar. Cümlesi aç, sefil, ölüme mahkum bir halde 4-5 yaşlarında bir çocuğu ebeveyni yol üzerinde terk etmişler, bu da bir karı kocanın peşine takılmış. Onları ağlayarak 100 metreden takip ediyor. Kendilerini niçin çocuğu almadıkları için tekdir ettim. “Bizim evladımız değildir” dediler. Destumi civarında büyük mola 2 saat. Buradaki Sıhhiye İstasyonu’nu Şükrü Efendi’ye teftiş ettirdim. Binalar muhtacı tahkim, bakılmamış… 10 Kasım 1916 Öksürükten ve çadırın fena kurulmuş olmasından ve rüzgârdan dolayı pek fena uyudum. Saat 1 sonrada uyandım. Öksürüğü teskin için çay içtim. Tekrar yattım. Yol boyunca iki yerde insan laşesi ve kemikleri görüldü. Açlıktan ölüp kalan hayvanat gibi… Savaş devam ederken ağır bir böbrek hastalığı geçiren Mustafa Kemal tedavi için Haziran 1918 'de Karlsbard'a gitti. Burada da günlük tutmaya ve Karlsbard'ta yaptıklarını yazmaya devam etti. 8 Temmuz 1918 , Pazartesi 50 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Her günkü gibi doktorun programı takip olundu. Fazla olarak saat 3'ten sonra da Emin Bey'le beraber bütün tertibat ve devairini gezdik. Saat 5'ten sonra araba ile Kayzerpark'a gittik. Sonra ...... Bugün akşam taamını Pupp'da yaptım. 9 Temmuz 1918 , Salı Ramazan Bayramı'nın birinci günü.İlk defa olarak Karlsbad'ın Furtnu Bad denilen mahallinde banyo yaptım. Saat 10'dan saat 12.30'a kadar muallim ile birlikte büyük bir araba tenezzühü yaptık. Aieh'de bir çini fabrikasını ziyaret ettik. Beraber yemek yedik. Sonra evde uyudum; saat 4'de üzerimde hissettiğim ağırlığın izalesi için bir banyo aldım. Onu müteakip bayram tebrikine gelen Cemal ve Hüsnü Beylerle görüştük! 21 Temmuz 1918 , Pazar Sabahleyin saat 8'de uyandım. Bir kadeh su içtim. Evde hamam aldım. Çamur banyosu çok yorgunluk verdiği için, doktorun fikrine müracaat etmeksizin, ondan sarfınazar ettim. Saat 11'e kadar kahvaltı ve tuvaletle vakit geçirdim. Saat 7.30'da Kâzım Emin Bey ve refikasını bekliyorum. Kendilerini bu gece Pupp'da yemeğe davet ettim. Mustafa Kemal Kalsbard'da bulunduğu bir gün İmperial otelde elçilik görevlisi ve eşiyle buluştu. Yemek yedikten 51 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ sonra oturdukları salonun bitişindeki dans salonuna geçtiler. Burada zarif, tatlı birkaç genç kadının smokinli erkeklerle danslarını izlediler. Dans Mustafa Kemal'in çok hoşuna gitti. Elçilik görevlisinin eşi de dansı çok sevdiğini söyledi. Arkasından 'bu yaşamın bizde yerleşmesi ne kadar güç' deyince Mustafa Kemal sinirlendi. O gece yaşadıklarını Karlsbard'da tuttuğu not defterine yazdı. ' Benim elime büyük bir yetki ve güç geçerse ben toplumsal yaşantımızda istenilen değişimi bir anda bir ’coup’ (vuruş) ile uygulayacağımı sanırım. Neden ben bunca yıllık yüksek öğrenim gördükten, uygar yaşamı ve toplumları incelemek ve özgürlüğün tadına varmak için yaşam ve zaman harcadıktan sonra cahil halkın derecesine ineyim? Onları kendi dereceme çıkarayım. Ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar. ' Dört yıl süren savaşta , dokuz cephede savaşan Osmanlı 400.000'i aşkın şehit verdi. Savaş 30 Ekim 1918 de yapılan Mondros Ateşkes Antlaşması ile son buldu. Mustafa Kemal Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalandığını Sadrazam ve Genelkurmay Başkanı Ahmet İzzet Paşa’nın 31 Ekim 1918 tarihli telgrafıyla öğrenmiş, antlaşmanın metnini ise 3 Kasım 1918’de görmüştü. 52 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ “Bu antlaşmayı baştan sona incelediğimde bende meydana gelen kanaat şu idi: Devlet-i Aliye-i Osmaniye bu antlaşma ile kendini kayıtsız şartsız düşmanlara teslim etmeye razı olmuştur. Yalnız razı olmamış, düşmanların memleketi işgali için ona yardım da vaat etmiştir. Bu beni çok hazin düşüncelere sevk etti.” Mustafa Kemal Mondros Antlaşması imzalandıktan bir gün sonra Adana’ya gelerek Liman Von Sanders’ten Yıldırım Orduları Komutanlığı’nı devraldı. Devir teslim töreni sırasında bir ara Von Sanders, “Bizim için her şey bitti!” deyince Mustafa Kemal ; “Savaş müttefikler için bitmiş olabilir, fakat bizi ilgilendiren savaş, istiklal savaşımız şimdi başlıyor!” dedi. Bu sözleri onun ileride yapacaklarının bir belirtisiydi. O inanıyordu. Ülkenin kurtuluşunun kendisi olduğuna tüm kalbiyle inanıyordu. Alman general Liman Von Sanders’ten Yıldırım Orduları Komutanlığı’nı devralan Mustafa Kemal'in ilk işi eldeki dağınık birlikleri derleyip toparlamak oldu. “Elim altında bulunan iki ordunun arzu ettiğim tarzda güçlendirilmesi halinde bütün felaketlere rağmen Türk sesini işittirebileceği kanaatindeydim. Bu yolda işe başladım” diyerek kararlılığını ortaya koyuyordu. Mondros Ateşkes Antlaşması’nın bütün baskılarına ve kısıtlamalarına rağmen O büyük bir inançla Türk sesini işittirmek için çalışıyordu. 53 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Adana'da devralmış olduğu Yıldırım Ordu Grubu Komutanlığı ise sadece 8 gün süren Mustafa Kemal buradan İstanbul'a hareket etti. İstanbul'a geldiğinde İtilaf Devletleri’ne ait büyük bir filo boğaz açıklarına demir atmıştı. İngiliz donanmasına ait zırhlıların toplarının yönü Dolmabahçe Sarayına çevriliydi. Bu durum karşısında gözyaşlarını tutamayan Salih Bozok , Mustafa Kemal'e dönerek düşman zırhlılarını gösterdi. Mustafa Kemal derin bir kararlılıkla “Geldikleri gibi giderler” cevabını verdi. Mustafa Kemal o dönem Ahmet İzzet Paşa’nın kabine kurmak üzere olduğunu duyunca Vahdettin'e telgraf çekerek 'Ahmet İzzet Paşa'nın başkanlığında Fethi Okyar, Tahsin Uzer, Rauf Orbay, İsmail Canbulat, Azmi Bey, Hayri Bey ve ben denizin de dahil olduğu bir kabine kurun.' dedi. Amacı Harbiye Nazırı olmaktı. Fakat bu isteği yerine getirilmedi. Amacı işgallere karşı Anadolu’da bir direniş hareketi başlatmaktı. Gerek milletvekilleriyle yaptığı temaslardan, gerekse padişahla gerçekleştirdiği görüşmeden sonra, İstanbul’da bir şeyler yapmanın pek kolay olmayacağını anlamıştı. O dönem bir İngiliz istihbarat subayı Londra'ya İstanbul'dan uzaklaştırılması gereken kişilere dair bir telgraf çekti. Bu kişiler arasında Mustafa Kemal'de bulunuyordu. Bu telgraf üzerine Harbiye Nezareti , kendisini Karadeniz'deki olayları araştırmakla görevlendirdi. Askeri ve mülki yetkiyle donatılmak kaydıyla görevi kabul etti. Bu görev zaten Anadolu’ya geçmeyi planlayan Mustafa Kemal’in işini daha 54 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ da kolaylaştırdı. 30 Nisan 1919’da Mustafa Kemal padişah emriyle 9. Ordu Kıtat-ı Müfettişliğine tayin edildi. Görevi, Samsun ve civarındaki karışıklıkları önlemek, mütareke gereği ordunun terhisini kolaylaştırmak ve asayişi bozmaya yönelik olaylara fırsat vermemekti. Beraberinde götüreceği heyeti kendisi belirledi. Hazırlıkları hızla tamamladıktan sonra gitmeden önce Yıldız Sarayı’nda Sultan Vahdeddin ile bir görüşme yaptı. Görüşmede Sultan Vahdettin ile diz dize oturmuşlardı. Salonun Boğaziçi'ne doğru açılan penceresinden , birbirine paralel hatlar üzerinde demirlemiş düşman zırhlıları görünüyordu. Odada bir masa ve üstünde bir kitap vardı. Vahdettin söze girerek ; ' Paşa paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir , tarihe geçmiştir. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa paşa, devleti kurtarabilirsin! ' dedi. Samsun'a çıkmadan önce kız kardeşi Makbule'ye bir tabanca verdi. Son gün arkadaşlarına veda ederken ' bu geceyi annem ve kardeşimle geçireceğim ' dedi. Arkadaşlarıyla vedalaştıktan sonra Makbule'ye ' Makbuş annemin karyolasın karşısına yer sofrası yap bu gece sizinle biraz dertleşmek istiyorum. ' dedi. Makbule , Zübeyde Hanım'ın karyolasının karşısına bir yer sofrası kurdu. Mustafa Kemal , Zübeyde Hanım'ın karşısına geçti ve ' Anneciğim ben gidiyorum. Buralarında Selanik gibi olma ihtimali vardır. 55 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Ben gittikten sonra yanılıpta sokağa çıkmayın. Benim işim mühim bu işte başarılı olabilmem için huzur kalble çalışmam lazım. Beni merak ve endişede bırakmayın. Memleket için çalışırken sizden yana bir üzüntü duymak istemem.' dedi. Bu sözler üzerine Zübeyde Hanım heyecanla düşüp bayıldı. Hemen Doktor Rasim Ferid Bey’i çağırdılar. O ilaç bu ilaç derken Zübeyde Hanım biraz kendine geldi. O gece sabaha kadar uyumadılar. Sabah olunca kapıya bir araba dayandı. Anayla oğulun vedaları çok hazin oldu. Annesinin ellerini tekrar tekrar öptü. Arabaya binip uzaklaşırken Makbule gözyaşlarını daha fazla tutamadı. Bunun üzerine Zübeyde Hanım ' sen asker kardeşisin , ayıp ağlanır mı hiç askerin ardından ' diyerek teselli verdi. Mustafa Kemal , beraberindeki heyet ile birlikte 16 Mayıs günü akşam üzeri kalkan bir motorla Bandırma vapuruna geldiler. Vapur, Kızkulesi açıklarında demir atmış bekliyordu. Hemen hareket ettiler. Çarenin kapılarını zorlamaya , Anadolu'da işgalci örgütleri toparlamaya , tarih yazmaya gidiyordu. O akşam Karadeniz’de müthiş bir dalga vardı. Vapur adeta bir beşik gibi sallanıyordu. Dalganın verdiği sarsıntıyla dayanamayıp kusanlar oluyordu. Kamaradan çıkmak dahi mümkün değildi. Mustafa Kemal ve beraberindeki heyet 18 Mayıs günü, öğleye doğru Sinop’a ulaştılar. Vapur Sinop açıklarına demirledi. Mustafa Kemal gemiye istenen bir sandalla sahile çıkıp telgrafhaneye gitti. 56 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Samsun Tümen Komutanlığı’na çektiği telgrafta Samsun’a gelmekte olduğu ve ordu müfettişi olarak gösterişli bir karşılama yapılmasını istediğini bildirdi. Bu gösterişli karşılamayı istemesinin amacı dış güçlere karşı bir gözdağı vermekti. Sinop'tan hareket ettikten sonra deniz yine çoşmuştu. Vapurda bulunan herkes “Allah’ım, sahile hayırlısı ile bir çıksak!” diye dua ediyordu. Nihayet 19 Mayıs 1919 günü sabah saat altı sularında gün ağarırken Samsun görüldü. Mustafa Kemal tıraş olup, tertemiz paşa elbiselerini giyindi. Vapurda bulunan deniz subaylarının hali perişandı. Mustafa Kemal'i görünce hepsi kendilerinden utandılar. Hemen kamaralarına koşarak kendilerine çeki düzen verdiler. Mustafa Kemal bir kara subayı olmasına rağmen dimdik durmuş , yolculuğun yorgunluğunu hissettirmemişti. Küçük bir sandalla sahile çıktılar. Sahilde kendilerini derme çatma bir bando ve oradan buradan toplanan derme çatma küçük bir askeri birlik ve halk karşıladı. Mustafa Kemal , Samsun'a ayak basar basmaz emrindeki bütün askeri birlik ve idare amirliklere telgraf çektirerek son askeri durum hakkında acele rapor ve bilgi vermelerini emretti. Erzurum ve Ankara'da bulunan kolordular ile iletişim kurarak Türk direniş topluluklarının dağıtılmamasını emretti. Samsun direniş hareketinin başlatılması için uygun bir ortam değildi. Şehir İngiliz denetimindeydi. Bu ortamda ulusal hareketin yönetilemeyeceğine kanaat getiren Mustafa Kemal 25 Mayıs günü beraberlerindekiler ile birlikte üç hurda Mercedes 57 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ marka otomobille Havza’ya gitmek üzere Samsun’dan hareket etti. Otomobiller çok eskiydi. Mustafa Kemal'in bindiği otomobil sık sık arıza yapıyordu. Havza’ya yakın Karageçmiş köyü civarında araç yine arıza yaptı ve durdu. O vakitte ve orada kalmak istemeyen Mustafa Kemal ve arkadaşları yola yayan devam etme kararı aldılar. Bir süre sonra Kemal Paşa arkadaşlarına dönerek “ Dağ Başını Duman Almış marşını biliyor musunuz ?” dedi. Kimseden ses çıkmayınca şu dizeleri söyleme başladı... Dağ başını duman almış, Gümüş dere durmaz akar. Güneş ufuktan şimdi doğar, Yürüyelim arkadaşlar! Sesimizi yer, gök, su dinlesin; Sert adımlarla her yer inlesin! Bu gök, deniz nerede var, Nerede bu dağlar, taşlar. Bu ağaçlar, güzel kuşlar Yürüyelim arkadaşlar! Sesimizi yer, gök, su dinlesin; Sert adımlarla her yer inlesin! Her geceyi güneş boğar 58 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Ülkemizin günü doğar, Yol uzun olsa da ne var, Yürüyelim arkadaşlar! Yavaş yavaş sesler, Mustafa Kemal Paşa’nın sesine katıldı. Sanki tüm ulus Mustafa Kemal ile bu marşı söyluyordu. Bu marş bir milletin kurtuluş marşıydı. Mustafa Kemal Havza'da 17 gün kaldı. Bu süreçte Anadolu'nun ve halkın genel durumu hakkında bilgi aldı. Burada ulusal direnişin fikirsel temellerini attı. İşgallere karşı ilk resmi tepkisini 28 Mayıs 1919 günü müdafaa-i hukuk cemiyetlerine gönderdiği bir genelgeyle gösterdi.Gönderdiği genelgede İzmir'in İşgali'nin protesto edilmesini istedi ve Anadolu'da mitingler düzenlemeye başladı. Bu eylemlere İngilizler tarafından hemen tepki geldi. İngiliz komiseri Calthorpe bir telgraf çekerek durumu İngiltere Yüksek Komiserliği'ne bildirdi. Ekselansları, Samsun sancağından, bazı kötü niyetli şahısların kargaşaya sebep oldukları ve sıkıntı yarattıklarına dair rahatsız edici haberler aldığımı zât-ı âlînizin bilgisine sunmaktan şeref duyuyorum. Mustafa Kemal Paşa’nın bu harekette başrolü oynadığı bildirilmektedir. Bu bakımdan Karadeniz Kuvve-i Askeriyesi başkumandanı tarafından Osmanlı Harbiye Nezâreti’ne Mustafa Kemal’in görevinden alınması talimatı gönderilmiştir. Zât-ı âlînizin dikkatini, dahilde özellikle ırkçı 59 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ ve dinî mahiyet kazanan kargaşalardan doğacak çok vahim sonuçlar üzerine çekmek istiyorum. Bu sebeple ilgili bütün sivil görevlilere, görevli oldukları bölgelerde herhangi bir sorun çıktığı takdirde şahsî olarak sorumlu tutulacakları hususunda derhal talimat verilmesini talep ediyorum. Ayrıca, Samsun bölgesindeki durumdan yakînen bilgilendirilmek istiyorum. Saygılar. Yüksek Komiser Calthorpe İngilizler tarafından çekilen telgrafın Osmanlı Harbiye Nezareti'ne ulaşmasından sonra Mustafa Kemal'in İstanbul'a dönmesi emredildi. Ancak Mustafa Kemal bu emre itaat etmedi. Havza'da çalışmalarını tamamladıktan sonra 12 Haziran 1919'da Amasya'ya geçti. Artık çalışmalar daha da hızlanmıştı. Hüseyin Rauf Orbay, Refet Bele ve Ali Fuat Cebesoy birlikte Amasya Genelgesi'ni hazırladılar. Hazırlanan genelge 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir'e de onaylatıldıktan sonra 22 Haziran 1919'da Abdurrahman Rahmi tarafından telgrafla tüm mülki amir ve askeri komutanlara ulaştırıldı. Genelgede İstanbul hükümetinin sorumluluğun gereğini yerine getiremedi , bağımsızlığın yine milletin azim ve kararına bağlı olduğu bildirildi. İşgalci güçlere karşı bir direniş meşalesi yakılmıştı. Türk milletini titretip ayağa kaldırmak için ilk aldım atılmıştı. Bu millet bir defa ayağa kalktımı durur muydu hiç... 60 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Genelgede alınan kararlardan biriside 10 Temmuz’da Erzurum’da bir kongre yapılacak olmasıydı. Mustafa Kemal Paşa Tokat-Sivas-Erzincan üzerinden 3 Temmuz 1919 günü Erzurum’a geldi. Paşa şehrin ilk göründüğü nokta olan Ilıca’da karşılandı. Kemal Paşa ile arkadaşları yol yorgunluğunu atmak için kaplıcaların önünde bir kahve molası verdiler. Mustafa Kemal kendilerini süzen bir ihtiyar görünce muhabbete başladı. - Ağa böyle nereden geliyorsun? - Paşam, Çukurova’da muhacirdim. Şimdi köyüme dönüyorum. - Ağa, yoksa oralarda geçinemedin mi? -Hayır Paşam, Çukurova cennet gibi bir yer. Bir eken yüz biçiyor. Hamdolsun uşaklar da çalışkandırlar. Geçimimiz padişahta bile yoktu. Yalnız son günlerde işittim ki, İstanbuldaki “Irzıkırıklar” bizim Erzurumu Ermenilere vereceklermiş. Geldim ki göreyim, kimin malını kime veriyorlar? İhtiyarla yaptığı bu muhabbet Paşa'yı çok etkiledi. Gözleri yaşardı. Arkadaşlarına dönüp ; “Bu milletle neler yapılmaz!” dedikten sonra ihtiyarla vedalaştı. 61 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Mustafa Kemal kongre hazırlıkları yaparken Padişah Vahdettin ve Damat Ferit İstanbul’a dönmesi için telgraflar çekiyordu. Ancak Kemal Paşa her seferinde bu isteklerini reddeti. 8 Temmuz gecesi telgraf başına çağırıldı. Telgrafda ordu müfettişliği görevinden alındığı yazıyordu. İstanbul’un görevden alma telgrafı üzerine Mustafa Kemal Paşa , saat 22.50’de Harbiye Nezareti’ne ve 23.00’da Padişah’a gönderdiği telgrafla aşık olduğu yüce askerlik mesleğinden istifa ettiğini bildirdi. 9 Temmuz 1919 - Erzurum Mübarek vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak, Yunan ve Ermeni isteklerine kurban etmemek için açılan milli savaşmalar uğrunda milletle beraber serbest surette çalışmağa askeri ve resmi sıfatım artık engel olmaya başladı. Bu gaye-i mukaddese (kutsal amaç) için milletle beraber sonsuza kadar çalışmağa mukaddesatım (kutsal şeylerim) adına söz vermiş olduğum cihetle, pek aşıkı bulunduğum yüce askerlik mesleğine bugün veda ve istifa ettim. Bundan sonra milli ve kutsal gayemiz için her türlü fedakarlıkla çalışmak üzere sine-i millette (milletin bağrında) bir ferd-i mücahit (savaşçı kişi) suretiyle bulunmakta olduğumu tamimen arz ve ilan eylerim. Mustafa KEMAL 62 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Hem hükümetdeki görevinden , hem çok sevdiği askerik mesleğiden istifa etmişti. O artık hiçbir rütbesi olmayan bir sivildi. İstanbul hükümeti Mustafa Kemal'in yakalanıp tutulanması , idam edilmesi için Kazım Karabekir’e telgraf çekti. Telgrafta Mustafa Kemal’in 9. Ordu müfettişliğinden azledildiğini ve derhal tutuklanması gerektiği yazılıydı. Saatler ilerledikçe Mustafa Kemal'in sinirleri daha da geriliyor , kolordu’dan gelecek haberi bekliyordu. Tam o sırada yaver Cevat Abbas , Mustafa Kemal’in odasına girdi. -Kumandan (Karabekir) Paşa geliyorlar.Arkalarında bir bölük süvari askeri var! Bu söz üzerine Kemal Paşa heyecanlandı. Yavaşca yerinden kalktı ve o delip geçici mavi gözlerini kapıya dikti. Biraz sonra Kazım Paşa kapıda göründü. Arkasını subaylar çevirmişti. Sakinliğini korumaya çalıştı. Kazım Paşa biraz ilerleyip Mustafa Kemal'e doğru iyice yaklaştı. Askerce selam vaziyetini aldı. –Emrinizdeyim paşam.Ben,subaylarım,erlerim,kolordum,hepimiz emrinizdeyiz! Kazım Paşa'nın da desteğini arkasına alan Kemal Paşa milli mücadele için çalışmalarını daha da yoğunlaştırdı. Şimdi önündeki hedek Erzurum Kongresi'ydi. Erzurum Müdafaa-i Hukuku'nun girişimi ve Kazım Karabekir'in desteği ile 63 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Erzurum Kongresi toplanmış ve ulusal birliğin ilk aşaması sağlanmıştı. Kongre bittikten sonra Mahzar Müfit Kansu o geceyi şöyle anlatıyordu ; '' Erzurum’da ve kongrede gördüğüm samimiyet, mertlik ve fedakarlık, azim ve iman, beni doğrusu çok cesaretlendirdi. Memleketimi kurtarmak yolundaki cesaretimi artırdı. Paşa coşmuştu: -Erzurum’da ve Kongre’de gördüğüm samimiyet, mertlik ve fedakârlık, azim ve iman, beni doğrusu çok cesaretlendirdi. Memleketimi kurtarmak yolundaki cesaretimi artırdı. Erzurum’a ilk geldiğim günkü vaziyetimi biliyorsunuz. Ben burada rütbemi, Yaveri Hazreti Şehriyarîliği, resmî mevkiimi, üniformamı attım ve bütün kâinata sine-i millette bir fert olduğumu ilân ettim. Arkadaşlarım da böyle. Üniformalı olanlar üniformalarını, memur olanlar memuriyetlerini terk ettiler. Hepsine minnetta-rım ve hepsinin takdirkârıyım. Şu hâlde ihtirassız, yalnız vatan ve memleket selâmetini gaye edinen insanlar olarak çalışıyoruz. Allah koruyucumuzdur. Mutlaka muvaffak olacağız. Paşa, emir eri Ali’ye seslendi: -Ali, kahve yap bize… 64 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Paşa, “Vatanın kurtulmasından sonra cumhuriyet ilânının şart olduğu” hakkındaki düşünce ve inancını bir kere daha sağladıktan sonra: – Mazhar not defterin yanında mı? diye sordu. – Hayır Paşam… dedim. – Zahmet olacak ama bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel. dedi. Nerede ise sabah olacaktı. Fakat onun yanında iken dünya, gecesi gündüzü olmayan bir âlemden ibaretti. Bundan dolayı, uyku ihtiyacı da yoktu. Hemen aşağıya indim. Not defterini alıp geldim. O, hatıra defterime ve günü gününe her olayı not edişime hem memnun olur hem de bazen lâtife etmekten kendisini alıkoyamazdı: – Hafızalarımız zayıfladığı zaman Mazhar Müfit’in defteri çok işimize yarayacak… derdi. Defteri getirdiğimi görünce, sigarasını birkaç nefes üst üste çektikten sonra: – Ama bu defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar mahrem kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir de sen bileceksin. Şartım bu… dedi. Süreyya da, ben de: – Buna emin olabilirsiniz Paşam… dedik. Paşa, bundan sonra: – Öyle ise önce tarih koy!.. dedi. Koydum: 7-8 Ağustos 1919. Sabaha karşı. Tarihi, sayfanın üzerine yazdığımı görünce: 65 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ – Pekâlâ… Yaz!.. diyerek devam etti: – Zaferden sonra şekli hükûmet (hükûmet şekli) cumhuriyet olacaktır. Bunu size daha önce de bir sualiniz münasebetiyle söylemiştim , bu bir. İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır. Üç: Tesettür kalkacaktır. Dört: Fes kalkacak, medenî milletler gibi şapka giyilecektir. Bu anda ister istemez kalem elimden düştü. Yüzüne baktım gayri ihtiyarî o da benim yüzüme baktı. Paşa ile zaman zaman senli benli konuşmaktan çekinmezdim. – Neden durakladın? deyince: – Darılma ama Paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var. dedim. Gülerek: – Bunu zaman tayin eder. Sen yaz dedi. Yazmaya devam ettim: – Beş:Lâtin hurufu (harfleri) kabul edilecek. – Paşam kâfi… kâfi.. dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insan edası ile: – Cumhuriyet ilânına muvaffak olalım da üst tarafı yeter! diyerek, defterimi kapadım ve koltuğumun altına sıkıştırdım. İnanmayan bir adam tavrı ile: 66 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ – Paşam sabah oldu. Siz oturmaya devam edecekseniz hoşça kalın diyerek yanından ayrıldım. Mustafa Kemal Erzurum'da çalışmalar bittikten sonra 29 Ağustos tarihinde Erzurum'dan Sivas'a hareket etti. İdam fermanı çıkartılmış , görüldüğü yerde tutuklanması emredilmiş bir sivildi. Zor ve tehlikeli bir yolculuktan sonra 2 Eylül günü Sivas'a ulaştı. Sivas'ta vatan bütünlügü ve bütün millet adina bir kongre toplamaya karsi olanlar çoktu. İşgal kuvvetleri , İstanbul hükümetiyle birlik olarak bu kongrenin toplanmasını engellemeye çalışıyorlardı. Binbasi rütbesinde bir Fransız jandarma subayı, yanına bir tercüman alarak Sivas valisine geldi. "Eğer burada kongre toplanırsa Fransızlar Sivas'ı işgal edecekler" dedi. Bu tehtidin üzerine vali korktu. Mustafa Kemal'e ikinci bir kongreden vazgeçilmesini veya kongrenin Erzincan'da toplanmasını söyledi. Kemal Paşa her zamanki gibi sakinliğini koruyarak , bu blöflere kulak asılmaması gerektiğini söyledi. Bu tehdit yüzünden telaşlanıp korkan bir genci gören Mustafa Kemal "Gençler için vatan işlerinde ölmek olabilir, korkmak asla '' diyerek kendi inancını gençlerede aşıladı. Sivas Kongresi'nin toplanması için bir lise binası okul müdüründen zar zor alınarak hazırlandı. Sivas'a gelmeye başlayan üyeler, Şekeroğlu İsmail Bey tarafından misafir ediliyordu. Kongre 4 Eylül 1919'da toplandı. Mustafa Kemal 67 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Paşa kongrenin başlangıç saati olan 14'den beş dakika önce liseye giriş yaptı. Kongre Kemal Paşa'nın konuşmasıyla açıldı. Bütün dernekler "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği" adı altında birleştirildiler. "Heyet-i Temsiliye vatanın bütününü temsil eder." kararıyla Temsil Heyeti'nin yetkileri bütün ülke için geçerli kabul edildi. Sivas'ta alınan karararın neticesinde seçilen temsilcilerin toplanacağı bir yer gerekiyordu. Bu yer Ankara idi. Ankaralılar, Mustafa Kemal’i ve halk temsilcilerini Ankara’ya davet ettiler. Ankara, Anadolu’nun ortasında bakımsız , dar sokakları olan bir şehirdi. Şehirde yaşayanların çoğu Müslüman Türkler'di. Telgraf sistemi iyi denilebilecek seviyedeydi. Anadolu’nun hemen her tarafı ile irtibat sağlanması kolaydı. Kemal Paşa ve temsil heyeti 27 Aralık 1919’da Dikmen sırtlarından Ankara’ya geldiler. Halk Paşa'yı ve heyeti coşkuyla karşıladı. Davullar çalındı, halaylar çekildi, seğmenler gösteriler yaptı. Paşa bu coşku karşısında oldukça duygulandı. Orada yurdun içinde bulunduğu durumu ve bu durumdan nasıl kurtulacağımızı belirten bir konuşma yaptı. Ankara'da karargah olarak Ziraat Mektebi belirlenmişti. Kemal Paşa vali odasında bir çay içtikten sonra Ziraat Mektebi’ne geçti. Mektebin bir odası çalışma mekanı , bir odasıda telgraf amaçlı olarak düzenlenmişti. 68 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ 16 Mart 1920′de gelen bir telgrafta İtilaf Devletleri'nin yönetime resmen el koyduğu yazıyordu. İşgal haberinin duyulmasıyla ülkede tam bir kaos başladı. Mustafa Kemal hemen harekete geçerek bir bildiri yayınladı. ...Bugün, İstanbul’u zorla işgal etmek suretiyle, Osmanlı Devleti’nin yedi yüz yıllık hayat ve hakimiyetine son verildi.Yani, bugün Türk milleti, medenî kabiliyetinin, yaşama ve bağımsız kalma hakkının ve bütün bir geleceğinin savunulmasına çağrıldı. İnsanlık dünyasının takdirlerini kazanmak ve İslâm dünyasının kurtuluş emellerini gerçekleştirmek, Hilâfet makamının yabancı etkilerden kurtarılmasına ve millî bağımsızlığın şanlı geçmişimize yaraşır bir imanla savunulup kazanılmasına bağlıdır. Vatanımızı ve istiklâlimizi kurtarmak için giriştiğimiz kutsal mücadelede Allah'ın yardım ve koruyuculuğu bizimledir. 17 Mart günü komutanlara ve valiliklere bir telgraf yollayarak 15 gün içinde Ankara'da bir "Kurucu Meclis" toplanması için fikirlerini sordu. Olumlu yanıt alınca 19 Mart'ta bir bildiri yayınlayarak, Ankara'da bir meclis toplanacağını bildirdi. Bunun için gereken işlemlerin yapılmasını ve seçilecek milletvekillerinin en kısa sürede Ankara'ya gönderilmelerini istedi. Ama Ankara'da toplanacak büyük bina yoktu. İttihat ve Terakki için yapılan bina, yarım olduğu için, bitirilmesi hızlandırıldı ve açılışa hazırlandı. 69 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Kemal Paşa 21 Nisan 1920 tarihinde bütün memlekete bir tebligat yayınladı. 1- Allah'ın lûtfuyla Nisanın 23′üncü Cuma günü, cuma namazından sonra, Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır. 2- Hacı Bayram Velî Câmi-i Şerifinde cuma namazı kılınarak Kur’an’ın ve namazın nurlarından da feyz alınacaktır. Namazdan sonra, Sakal-ı Şerif ve Sancâk-ı Şerif alınarak Meclisin toplanacağı yere gidilecektir. 3- Meclise girmeden önce bir dua okunarak kurbanlar kesilecektir. Bu merasimde Câmi-i Şeriften başlayarak Meclis binasına kadar Kolordu Komutanlığı’nca askerî birliklerle özel tören düzeni alınacaktır. 4- Açılış gününün kutsallığını belirtmek için bu günden başlayarak vilâyet merkezinde, Vali Beyefendi Hazretlerinin düzenleyeceği şekilde, hatim indirilmeye ve Buhari-i Şerif okunmaya başlanacak ve Hatm-i Şerifin son kısımları uğur getirsin diye cuma günü namazdan sonra Meclis’in toplanacağı yerin önünde tamamlanacaktır. Meclis denildiği gibi dualarla , hatimlerle açıldı. Cuma Namazından sonra topluca Meclis binasına gelindi. Başkanlığa ilk olarak en yaşlı üye olan Sinop Milletvekili Şerif Bey getirildi. 24 Nisan'da yapılan seçimle Mustafa Kemal Meclis Başkanı seçildi. İlk meclis konuşmasını da kendisi yaptı. 70 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Bundan sonra zor günler bekliyordu Mustafa Kemal ve arkadaşlarını. Bu zorlukların başında da maddi yokluk geliyordu. Kemal Paşa elde avuçta birşey kalmayınca annesine ait birkaç parça zineti Osmanlı Bankası'na rehin vermek zorunda kalmıştı. Ama oda kısa sürede tükenmişti. Gün geldi mum alacak bile para kalmadı. Karargah olarak kullanılan gar binası hepten karanlıkta kalmıştı. Üç beş kuruş bulup Ali Çavuş'u mum alması için gönderdi. Ali Çavuş döndüğünde 'Paşam mum bulamadık. Zaten çok da paramız yoktu, alamadık. Bugün karanlıkta yatacaksınız' dedi. Bu cevap üzerine Kemal Paşa 'Çocuk bak bir çaresine ben karanlıkta yatamam' deyince Ali Çavuş paşanın başına dibinde biraz gaz kalmış gaz lambasını koydu. Sabah odaya girdiğinde odayı is içinde buldu. Kemal Paşa gaz lambasından zehirlemişti. Paşa biraz kendine gelince 'Zehirlenmişim eyvah çocuk. Hemen doktorları çağır bana' dedi. Doktorlar gelip muane ettiler ama göğsündeki bu tahribat aylarca geçmedi. Mustafa Kemal Paşa içine düştüğü bu yokluktan çıkmak , emperyalist güçlerle mücadele etmek için 26 Nisan 1920 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak Lenin'e bir mektup yazdı. “Emperyalist hükümetler aleyhine harekâtı ve bunların tahakküm ve esareti altında bulunan mazlum insanların kurtuluşu gayesini hedefleyen Bolşevik Ruslarla mesai ve 71 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ harekat birliğini kabul ediyoruz. Evvela, milli topraklarımızı işgal altında bulunduran emperyalist kuvvetleri kovmak ve gelecekte emperyalizm aleyhine vuku bulacak ortak mücadelelerimiz için dahili kuvvetlerimizi şekillendirmek üzere, şimdilik ilk taksit olarak beş milyon altının ve kararlaştırılacak miktarda cephane ve diğer fenni harp vasıtaları ve sıhhi malzemenin ve yalnız Doğu’da harekât icra edecek olan kuvvetler için erzakın, Rus Sovyetler Cumhuriyeti’nce temini rica olunur.” En zor zamanda Bolşeviklerden gelen yardımla Ankara biraz rahatlamış , Millet Meclisi'nin eli güçlenmişti. Şimdi ilerdeki tek hedef emperyalist güçleri vatan topraklarından söküp atmak , bağımsızlık için savaşmaktı. Yunanlılar, 22 Haziran 1920′de Milne (Miln) hattından genel taarruza geçtiler. Bursa’yı ve Uşak'ı ele geçirdiler. 6 Ocak 1921'de yeni bir harekata geçerek üç koldan ilerleyip İnönü önünde birleşmeyi amaçlayan Yunanlılar , 3 günlük yürüyüşten sonra 9 Ocak günü İnönü mevzilerinin önünde bir araya geldiler. Millet Meclisi Ordusu ilk kez düşmanın karşısındaydı. Savaş 10 Ocak günü sabah saat 6.30'da Yunanlıların taarruza geçmesi ile başladı. Türk ordusunun güçlü savunması karşısında ağır kayıplar veren Yunan kuvvetleri Bursa civarındaki eski mevzilerine çekilmek zorunda kaldı. Meclisin kurduğu ordu başarılı olmuş , halkın 72 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ güvenini toplamıştı. Yunan kuvvetleri bu bozgunla hırsa kapıldı. Durumu biran önce kendi lehlerine çevirmek için 23 Mart 1921'de Bursa'dan İnönü istikametine ilerlemeye başladılar. Türk ordusunun karargahı Eskişehir'de bulunuyordu. Eskişehir hattındaki ordunun başında bulunan Fevzi Paşa beklenmeyecek bir hücum emri vererek Yunanlıları gafil avladı ve ağır kayıplar verdirdi. Bu zafer, Kemal Paşa'nın ifadesiyle, milletin maküs talihini de yenen bir zafer olmuştu. Yeni birliklerle iyice güçlenen Yunan kuvvetleri 10 Temmuz'da yeni bir saldırıya geçtiler. 20 Temmuz'a kadar yaptıkları saldırılarla kuvvetlerimizi geri çekilmeye zorladılar. Cephe durumu ile ilgilenen Mustafa Kemal Paşa Sakarya'nın doğusuna çekilme emrini verdi.Bu çekilmeyle zaman kazanılacak , ordunun toparlanması sağlanacaktı. Mustafa Kemal Paşa'nın muhalifleri; "Ordu nereye gidiyor, millet nereye götürülüyor? Bu hareketin elbette bir sorumlusu vardır, o nerededir? Bu çok acı veren durumun ve yürekler acısı görünümün gerçek sorumlusunu ordunun başında görmek isterdik" diyerek fırsatı değerlendirmek istedi. Büyük Millet Meclisi'nde ve dışarıda son çare ve son tedbir olarak Mustafa Kemal Paşa'nın ordunun başına geçmesinde fayda umulduğu yolunda bir kanaat oluştu. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, 4 Ağustos 1921'de Büyük Millet Meclisi'ne verdiği bir önerge ile Başkumandanlığı kabul ettiğini bildirdi 73 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ ve Meclis'in elindeki yetkileri fiilen kullanmayı talep etti. 5 Ağustos 1921 tarihli kanunla Mustafa Kemal Paşa iki yıl önce çıkardığı üniformasını yeniden giydi. Şimdi Başkomutan'dı... 12 Ağustos 1921'de Polatlı'daki Cephe Karargahına giderek ordunun başına geçti. Düşman Polatlı’ya kadar gelmişti. Kemal Paşa cephede teftiş yaparken, attan düşerek birkaç kaburga kemiğini kırdı.Çevresindekiler dinlenmesini önerdiysede dinlemedi. Savaşı cephede yaralı ve kaburga kemiği sarılı bir şekilde idare etti. 23 Ağustos'ta düşman kuvvetleri yeni bir taarruza kalktı. 13 Eylül'e kadar gece gündüz aralıksız yirmi iki gün devam eden bu kanlı savaşla düşman ordusu ağır kayıplar verdi ve perişan bir şekilde cepheyi terketti. Bu zaferle halk coşkuyla sokaklara döküldü. Memlekette günlerce süren coşkun sevinç gösterileri ve heyecanlı kutlamalar yapıldı. Bu zaferden sonra İsmet ve Fevzi Paşa Büyük Millet Meclisine 16 Eylül 1921 tarihinde bir önerge sunarak Mustafa Kemal Paşa´ya "Gazi" ünvanı ile "Mareşallık" rütbesinin verilmesini talep ettiler. Türk tarihinde bir dönemeç niteliği kazanan bu büyük Meydan Muharebesi ve görkemli zaferden sonra Başkomutan Mustafa Kemal Paşa´ya 19 Eylül 1921´de 153 sayılı kanunla ″Mareşallık″ rütbesi ve ″Gazilik″ ünvanı verdi. Mustafa Kemal'de 20 Eylül'de çektiği bir telgrafla orduya teşekkür etti. 20 Eylül 1921 74 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Kurtuluş için yaptığımız bu savaştan çok daha evvel sizi başka muharebe meydanlarında da tanımış idim. Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle hiçbir korkunun yıldıramadığı demir gibi pak kalbinle düşmanı nihayet alt eden büyük gayretin için minnet ve şükranımı söylemeyi nefsime en aziz bir borç bildim. Sizin gibi kumandanları, zabitleri, neferleri olan millete, yad elleri altında köle olmak mümkün değildir. Bu defa Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hakkımda yeni bir rütbe ve Gazi unvanıyla tecelli eden iltifat ve teveccühü, doğrudan doğruya size racidir. Milletin verdiği bu rütbe ile yükselen ordu, en şerefli, en ulu bir gaza ile mümtaz olan gene ordudur. Sizin kahramanlığınızla, sizin gösterdiğiniz nihayetsiz kahramanlıklar bu unvanı ve rütbeyi ancak size izafe ederek, bütün askerlik hayatımın en büyük sermaye-i iftiharı olarak taşıyacağım. Cenabı Hak giriştiğimiz kurtuluş mücadelesinde şerefli silah arkadaşlarıma kendilerinin temyiz eden asaletin, civanmertliğin, kahramanlığın hakkı olan kati halası nasip etsin. Başkumandan Mustafa Kemal 75 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Oğluna mareşallık ve gazilik ünvanı verildiğini öğrenen Zübeyde Hanım bir telgraf çekerek sevinçlerini dile getirdi. 27 Eylül 1921 Müşir ve Gazi Oğlum Mustafa Kemal Paşa'ya... ″Milletin hakkınızdaki mareşallık ve gazilik ünvanı ile bu sevgi ve itimadı, benim kadar kimseyi duygulandıramaz. Kız Kardeşinle beraber anlından öperek ve bağrımıza basarak, seni tebrik ederiz. Muhafaza-i din ve istikrarı vatan uğruna çalışan mücahitlerle beraber seni cenabı hakkın birliğine emanet eder ve hakkınızda gece gündüz sıhhatler ve muratlar temenni ederim sevgili oğlum.″ Valideniz Zübeyde 29 Eylül 1921 ″Benim için dünyevi mükâfatların en yücesi olan tebrikatınızla mesut oldum.″ Gazi Mustafa Kemal Sakarya Meydan Muharebesi'nde kazanılan zaferle kamuoyunda ve TBMM'nde taarruz için sabırsızlık baş göstermişti. Artık savunma değil hücum vaktiydi. Gazi Mustafa Kemal Paşa, 4 Mart 1922'de endişe ve huzursuzluk 76 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ duyanlara açıklamalar yaptı. "Ordumuzun kararı, taarruzdur. Fakat bu taarruzu tehir ediyoruz. Sebebi, hazırlığımızı tamamen bitirmeye biraz daha zaman lazımdır. Yarım hazırlıkla, yarım tedbirlerle yapılacak taarruz, hiç taarruz etmemekten çok daha kötüdür" diyerek hem akıllardaki şüpheyi yok etmiş , hem de orduyu son zaferi sağlayacak bir taarruz için hazırlamıştı. Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa 1922 Haziran'ı ortalarında taarruza geçme kararı aldı. ordu birlikleri arasında bir futbol maçı organize edilmesi bahanesiyle ordu komutanlarını Akşehir'e davet etti. Bu bahaneyle Yunan ordularının dikkati çekilmeyecekti. 28 Temmuz gecesi komutanları Akşehir'de toplayan Gazi Paşa , genel taarruz hakkında bilgi verdi. Daha sonra 20 Ağustos 1922'de Ankara'dan Akşehir'e geçti. 26 Ağustos 1922 Cumartesi sabahı düşmana taarruz emrini verdi.Gazi Paşa taarruzun tam bir baskın şeklinde olması için 21 Ağustos'da Çankaya köşkünde bir çay daveti verileceğini gazete ve ajanslara bildirdi. Yola çıkmadan önce annesinin elini öpüp vedalaşırken çay ziyafetine gittiğini söyledi. "Oğlum, seni bekledim. Gelmedin. Çaya gittiğini söylemiştin bana. Ama cepheye gittiğini biliyorum. Senin için dua ettiğimi bilmeni isterim. Savaşı kazanmadan geri gelme." Valideniz Zübeyde 77 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Yola çıkmadan önce arkadaşlarıyla Keçiören’de bir evde sofrada buluştular. Vedalaşırkende arkadaşlarına ''Taarruz başladıktan 15 gün sonra İzmir'deyiz'' dedi. Çankaya köşkünde bir çay daveti verileceği haberi çıktığında Kemal Paşa cepheye gitmek için çoktan yola çıkmıştı. 26 Ağustos 1922 Cumartesi sabah saatlerinde ordu Kocatepe sırtlarında taarruz için gelecek emri bekliyor ,Fevzi Paşa Kuran-ı Kerim okuyordu. Gazi Paşa saatine bakarak ' hocam vakit tamam' dedi. Daha ellerini göğe açarak, ' İnşallah zafer bizimdir, hayırlı olsun ' diyerek topçular ateşe başlasın ve şarapnel kullansın emrini verdi. Topçular ateşe başladılar. Bir buçuk saat süren topçu ateşiyle muharebe sahasını alt üst oldu. Güneş doğmaya başladıktan sonra durumun iyiye gittiği daha net görülüyordu. Kıtalardan iyi haberler gelmeye başlamıştı. 30 Ağustos günü Dumlupınar' ın kuzey ve kuzeydoğusunda Çalköyü ve Adatepeler bölgesinde beş tümenlik Trikupis grubu ağır yenilgiye uğratıldı. Artık düşman yenilmiş, zafer kazanılmıştı. Büyük komutan düşmanın arkasını bırakmamak kararındaydı. 1 eylül 1922’de: ' Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri ' emrini verdi. Bozulan düşman geri çekiliyor , hatta kaçıyordu. Anadolu, adım adım düşmandan temizleniyordu. Büyük Taarruz'dan 14 gün sonra 9 Eylül'de Türk Ordusu üç yılı aşkın süredir yas çeken İzmir halkının sevinç göz yaşları 78 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ arasında İzmir' girdi. Keçiören’deki evde arkadaşlarına ''Taarruz başladıktan 15 gün sonra İzmir'deyiz'' diyen Kemal Paşa imalı şekilde yanıldığını ifade ederek ' Sadece bir gün yanılmışım ama bu kusur bende değil düşmanda ' dedi. 79 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ 80 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ O dönem İzmir'in ünlü ailesi Uşakizadeler'in kızı Latife Sakarya Savaşı'nın ardından çok heyecanlanmış, ' Ben artık buralarda duramam ' diyerek, 1921 sonbaharında, üniversite eğitimi gördüğü Paris'ten ayrılıp İzmir'e dönmüştü. Mustafa Kemal Paşa'nın fotoğrafını bir dergiden kesip boynundaki madalyona yerleştirmişti. Mustafa Kemal Paşa'ya büyük bir hayranlık duyan Latife , Paşa'yı evinde misafir etmek için bir mektup yazdı. Bu davetten büyük mutluluk duyan Kemal Paşa daveti kabul etti. İzmir'de ki yeni karargahları Göztepe'de bulunan iki katlı bu beyaz köşktü. İlk gelişinde bu köşkte 16 gün kalan Gazi Paşa , burada yerli ve yabancı birçok devlet adamı ve gazeteciyle görüştü. 29 Eylül'de İzmir'den ayrılırken Latife Hanım'a bir fotoğrafını armağan ederek arkasına ' Benim güzel , zarif Latifeceğim ' notunu düştü. Kemal Paşa iyi eğitim görmüş ve kültürlü bir kız olan Latifen Hanım'dan etkilenmişti. Yakın dostları bu ilişkinin evliliğe gideceğini düşünüyordu. O dönem evlilik hakkında fikrini soranlara ' Ben, sadece evlenmek için evlenmek istemiyorum. Vatanımızda yeni bir aile hayatı oluşturmak için önce kendim örnek olmalıyım.' dedi. Paşam hiç sevdiniz mi? sorusuna ise şu cevabı verdi 'Sevmek mi? Vakit bulabildik mi ki ? Dağda bayırda kurulmuş çadırlarda,karargahlarda insan sevmeye vakit bulabilir mi ? Ama biz de insanız, bizim de çarpan bir kalbimiz, bizim de bir his tarafımız var. Askeriz diye kuşkuya mı düştünüz yoksa? ' . 81 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Kemal Paşa 17 Aralık 1922'de hastalığı ağırlaşan validesi Zübeyde Hanım'ı İzmir'e yanına aldı. Ayrıca validesini mektuplarda sürekli ' Görsen anne, sen de beğeneceksin. Çok anlayışlı kız ' diye bahsettiği Latife Hanımla da tanıştırmak istiyordu. Kemal Paşa 14 Ocak 1923’te yurt gezisine çıktı. İzmit’te gazetecilerle görüşecekti. Yola çıktıktan bir gün sonra Ali Çavuş'u çağırarak validesi hakkında bir haber olup olmadığını sordu. Ali Çavuşv ' Şifreli bir telgraf geldi ama çözülmedi ' cevabını verdi. Mustafa Kemal emir Çavuşu Ali'ye hüzünle baktı ' Annemin öldüğünü biliyorum çocuk , Bir rüya gördüm, yeşil tarlalarla annemle dolaşıyordum. Birden bir fırtına çıktı, Anamı alıp götürdü.'... Ali Çavuş İzmir'e geri döneceklerini düşünürken Mustafa Kemal Paşa ' İzmir'e gitmiyoruz. Treni İzmit'e çevirsinler.' emrini verdi. ' Acil görev, büyük validemiz vatanı yaşatmaktır. ' Yedi yıl boyunca cepheden cepheye koşan, en güzel günleri karargahlarda, çadırlarda geçen Mustafa Kemal anasının ölüm haberini bir trenin vagonunda almıştı. Annesinin ölüm haberini bildiren Başyaver Salih Bozok'a şu telgrafı yazdı ; 82 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Başkumandanlık Seryaveri Salih Bey'e Verdiğiniz elim haber, beni çok müteessir etti. Merhumenin munasip bir tarzda merasim-i tedfiniyesini ifa ettiriniz. Cenab-ı Hak millete hayat ve selamet versin." Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Kemal Paşa İzmir'e döndüğünde validesinin mezarını ziyarete gitti. Ancak yaptırılan sandukalı ve uzun kitabeli mezarı beğenmedi. Hasan Soyak' a ' Dağdan iki büyük ve uzun taş getirirsin. Birini olduğu gibi temel üzerine tespit ettirir diğerini de baş tarafa diktirirsin. Ve yerini biraz düzelterek: Atatürk'ün anası Zübeyde Hanım burada gömülüdür diye yazdırırsın. Altına da ölüm tarihini koydurursun. ' dedi. Mezarlık ziyareti sonrası Mustafa Kemal ile Latife Hanım 29 Ocak 1923’te sade bir nikahla evlendiler. Mareşal Fevzi Çakmak ve Kâzım Karabekir Mustafa Kemal’in, Mustafa Abdülhalik Renda ile Salih Bozok ise Latife Hanım’ın tanıkları idi. Kurtuluş Savaşı ezici zaferimizle sona ermiş, düşman denize dökülmüştü. Şimdi sıra, yeni Türkiye Devleti'ni bütün dünyaya resmen kabul ettirmeye gelmişti. Lozan'da başlayan konferansın ilk oturumundan netice alınamayınca 83 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ görüşmeler, 4 Şubat 1923'e ertelendi, delegeler ülkelerine döndüler. Kemal Paşa görüşmelerde Türkiye'yi İsmet Paşa'nın temsil etmesini istemişti. Fethi Okyar 'Bu adam bizim kadar bile lisan bilmiyor, orada ne işi var? diyerek itirazda bulundu. Ancak Kemal Paşa Türk milletine temin edebileceği siyasi menfaatlar hakkındaki görüşlerinin en çok İsmet Paşa tarafından anlaşılmakta olduğunu ve bu fikirleri en iyi İsmet Paşa'nın dile getireceği düşüncesindeydi. Konferans 23 Nisan 1923 günü tekrar toplandı. İsmet Paşa gelişmeleri düzenli olarak T.B.M.M. Hükümeti'ne bildiriyordu. İlkelerinden ödün vermiyor, gerektiğinde de tavır koyuyordu. Temsil Heyeti'nin çabaları sonucunda 24 Temmuz 1923'de Lozan Barış Antlaşması imzalandı. Konferansta buunan ABD Delegesi John Grew o dönem tuttuğu günlüklerinde İsmet Paşa’ya yönelik tutumunu ve İsmet Paşa’nın direnişini not almıştı. “ (...) Toplantıda İsmet önceden de sanıldığı gibi uzlaşmaya hiç yanaşmayan bir tutum takındı. Curzon, Barreré, Garroni, Hayashi ve Bombard kapitülasyonların kaldırılması yolunda şimdiye dek Müttefiklerce verilen ödünlere karşı Paşa’nın böyle bir tavır takınmasını şiddetli deyimlerle protesto ettiler. Curzon’un konuşması alışılmış tonunu korumakla birlikte çok zayıftı. Türklerin “mahkemelerine yabancı yargıçlar kabul ederlerse milli egemenliklerinin 84 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ baltalanmış olacağı” yolundaki şikayetlerine karşı Curzon, “milli egemenlik” deyiminin Türklerin kafasında değişmez fikir durumuna gelmiş olduğunu, ne zaman bir imtiyaz [ayrıcalık] söz konusu olsa hemen milli egemenliklerinin tehlikeye düştüğü sanısına kapıldıklarını, fakat bu garip fikrin hiç kimsenin zihninde var olmadığını söyledi. Curzon alay etmek istiyordu, ama bu kere pek beceremiyordu.” İtalyan Baş Delegesi Marki Camille Garroni’de İsmet Paşa’nın konferansdaki başarısından bahsetmişti. “ Lozan Konferansında Türk delegasyon heyetinin üstünlüğü kesin idi. İsmet Paşa her itibarla konferansa hakimdi. Görüşmeleri daima iyi idare etti. Karşısındakilerin zayıf noktalarını buldu. Bilgi ile, anlayışlılık ile, zeka ile mücadeleden yılmayarak uğraştı. İsmet Paşa, büyük askeri başarısından sonra Türk tarihinde örneği olmayan bir siyasi zafer kazandı. Yalnız mükemmel bir asker değil, mükemmel bir diplomat olduğunu da gösterdi. Ben şahsen onun bu konferansta oynadığı büyük siyasi role hayranım.” İsmet Paşa büyük gayret ve çabalarıyla masadan istediğini alarak kalkmıştı. Kendisini ilk tebrik eden ise Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal'di. 24 Temmuz 1923, Ankara 85 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Lozan Türk Delegasyonu Başkanı ve Dışişleri Bakanı İsmet Paşa Hazretlerine ; Ulus ve hükümetin Zât-ı devletlerine verdiği yeni görevi başarıyla tamamladınız. Memlekete bir dizi yararlı hizmetlerden ibaret olan ömrünüzü bu def’a da tarihi bir başarıyla taçlandırdınız. Uzun mücadeleden sonra vatanımızın barış ve bağımsızlığa kavuştuğu bugünde parlak hizmetlerden dolayı Zât-ı devletlerinizi, muhterem arkadaşlarımız Rıza Nur ve Hasan Beyleri ve çalışmanızda size yardım eden bütün heyet delegelerini teşekkür borcumla tebrik ederim. Gazi Mustafa Kemal Şimdi sıra yeni bir devlet kurmak için kolları sıvamaya gelmişti. Yeni , bağımsız bir Türk Devleti. Peki ama yeni Türk Devleti'nin rejimi ne olacaktı ? Kemal Paşa yıllardır aklında sakladığı sırrı açığa çıkarmanın vakti geldiğini biliyordu. Kafasında yıllar önce Mazhar Müfit'e not ettirdiği gibi Cumhuriyet rejimi vardı. Artık bunu uygulama zamanıydı. Kimileri düşmanın mağlup edilmesiyle işlerini bittiğini düşünüyor , bundan sonrasını halifenin bileceğini söylüyordu. Meclis yeni atılımlar yapma konusunda çekimserdi. Savaşın bittiğini artık herkesin işine bakması 86 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ gerektiğini düşünüyordu. Ama Kemal Paşa'ya göre iş daha yeni başlıyordu. Artık rejimin adını koyma vakti gelmişti. Yeni rejimin adının konulması için ilk hazırlıklara basını ve kamuoyunu hazırlamakla başlandı. Eylül 1923’te Anadolu Ajansı, Anayasa’da bir değişiklik yapılacağını ve bu konuda bir komisyonun tasarı hazırlamakta olduğunu ilan etti. 27 Eylül 1923 günü Türk basını, Mustafa Kemal Paşa’nın Avusturyalı bir gazeteciye verdiği şu beyanatı yayımladı ; “Anayasa’ya göre hâkimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir. Yürütme kudreti, yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde toplanır. Bu iki hamleyi bir kelime ile anlatabilmek için hangi sözlükte aranırsa aransın, sözü geçen kelime, cumhuriyet olacaktır. Bundan ötürü, Türkiye’nin iç tekâmülü henüz tamamlanmamıştır. Daha başka değişmeler ve gelişmeler, cumhuriyet esasına varacaktır. Bugün olduğu kadar gelecekte de daha ziyade demokratik bir cumhuriyet teşekkül edecek ve bu cumhuriyet, hiçbir suretle Batı cumhuriyetleri esaslarından farklı olmayacaktır.” Cumhuriyet'in ilanına zemin hazırlamak için Mustafa Kemal Paşa müthiş bir strateji geliştirdi. Kendi tarafından organize edeceği kaosun içinden Türkiye Cumhuriyeti'ni doğuracaktı.23 Ekim günü Ali Fuat Paşa , Meclis ikinci başkanlığından istifa etti. Bir gün sonrada Fethi (Okyar) 87 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Bey’in başkanlığındaki hükûmet istifa etti. Böylece bir kriz doğmuş oldu. 26 Ekim günü Kemal Paşa kabineyi Çankaya Köşkü'ne çağırarak bakanlara düşüncelerini anlattı ve hepsine görevlerinden istifa etmelerini söyledi. Meclis onları yeniden görevlendirse bile görevleri kabul etmemeleri emrini verdi. 27 Ekim Cumartesi günü Fethi Bey mecliste yaptığı konuşmada hükümetin istifa ettiğini ve yeni bakanlar kurulunun 29 Ekim Pazartesi günü seçileceğini duyurdu. Yeni hükûmetin oluşturulması için toplanan parti grubunda da hükûmet listesi üzerinde anlaşma sağlanamadı. Mustafa Kemal Paşa, konunun bir hükûmet bunalımı değil, rejim bunalımı olduğunu söylüyordu. 28 Ekim gecesi Kemal Paşa yakın arkadaşlarını Çankaya'da bir yemekte topladı. Yemekte Latife Hanım'da vardı. İçi içine sığmıyordu. Çünkü o akşam yemeğinin gündemini biliyordu. Sofradakiler seçim heyecanı, seçim dedikoduları, yeni seçilenler, bu kez meclise giremeyenler hakkında konuşmalar yaparken Gazi Paşa eline bir bıçak aldı ve hafifçe tabağına vurdu. Herkes dikkatini Gazi Paşa'ya yoğunlaştırmıştı. Paşa derin bir nefes aldıktan sonra ' Efendiler , yarın Cumhuriyet'i ilan edeceğiz. “Türkiye Devleti’nin hükümet şekli Cumhuriyet’tir. ' dedi. Masadakiler üzerlerinden şaşkınlığı attıktan sonra bu anı hep birlikte kutladılar. 88 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ O gece masada bulunanlar birer birer dağıldılar. Sofrada bulunanlardan yalnızca İsmet Paşa Çankaya'da kaldı. Kemal Paşa ve İsmet Paşa birlikte 1921 Anayasası’na bazı maddeler ekleyen ve bazı maddeleri değiştiren kanun tasarısı hazırladılar. Yeni Anayasa'nın birinci maddesi 'Türkiye Devleti’nin hükûmet şekli cumhuriyettir.' idi. Halk Partisi grubu , 29 Ekim 1923 Pazartesi günü saat 10.00'da Grup Yönetim Kurulu Başkanı Fethi Bey'in başkanlığında toplandı. Bakanlar Kurulu üyelerinin seçimi görüşmelerine başlandı. Görüşmelerde bir netice alınamayınca Kemalettin Sami Paşa bir önerge vererek sorunu genel başkanın çözmesi gerektiğini söyledi. Önergenin kabul edilmesi üzerine o sırada Çankaya'da bulunan Kemal Paşa meclise geldi. Meclise gelince direk toplantı salonuna geçti. Hemen kürsüye çıkarak ' Baylar , Bakanlar Kurulu seçiminde görüş ayrılığına düşüldüğü anlaşılmıştır. Bana bir saat kadar izin verin. Bulacağım çözüm yolunu bilginize sunarım. ' dedi. Bu bir saat içerisinde mecliste bulunan grupların liderlerini ikna etmek için tek tek görüşmelere başladı. Bir saatin sonunda Kemal Paşa çözüm önerisini açıklamak için kürsüye çağırıldı. Sakin bir şekilde kürsüye çıkan Kemal Paşa ''Muhterem Arkadaşlar, hallinde müşkülâta duçar olduğunuz meselenin sebep ve illeti, bütün rüfekaca 89 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ (arkadaşlarca) taayyün etmiş olduğu kanaatindeyim. Heyeti edileniz bu müşkilin halline beni memur kıldınız. Ben de arz ettiğim kanaatten mülhem olarak düşündüğüm şekli tespit ettim. Onu teklif edeceğim. Teklifim mazharı kabul olursa kuvvetli ve mütesanit bir hükümet teşkili kabil olacaktır. Devletimizin şekil ve mahiyetini tespit eden ve hepimiz için gaye olan Teşkilâtı Esasiye Kanunumuzun bazı noktalarını tavzih (açıklık) lâzımdır. Teklif şudur'' dedi ve gece İsmet Paşa ile birlikte hazırladıkları kanun tasarısını okunması için Meclis'e sundu. Tasarının ilk maddesi mecliste şok etkisi oluşturdu. Herkes sorunun çözümü için bir hükümet formülü beklerken Kemal Paşa onlara bir rejim değişikliği teklifiyle gelmişti. İlk şok atlatıldıktan sonra milletvekilleri aralarında tartışmaya başladılar. İlk sözü Sabit Bey aldı. Vehbi Bey : Bizim, şimdiye değin; görüşüldüğünü duyduğumuz Anayasadan bir bilgimiz yoktur. Gerçi gazetelerde gördük. Bu yeter mi? Onun için, biz önce bunu, bir bütün olarak görüşmek üzere sonraya bırakıp bunalımı giderelim. Sabit Bey : Kabine yöntemini benimsiyorum. Ancak, Anayasanın değiştirilmesi önerisi ile bugünkü bunalım giderilemez. Biz şimdi bir bakanlar kurulu başkanı seçelim. Anayasanın değiştirilmesini sonra düşünürüz. 90 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Hâzım Bey : Anayasayı biz yapabilir miyiz? Sanırım yapamayız. Yetkimiz varsa bu, partide olmaz. Partide görüşüldükten sonra oturumda kimse söz söyleyemiyor. Ulusun varlığı ile ilgili yasalara burada kesin bir biçim verilmesine karşıyım. Bu gibi yasalar açık oturumda ve serbestçe görüşülmeli. Her şeyden önce hükümet bunalımını giderelim. Hamdullah Suphi Bey : Dört yıl önce, ayrı ayrı seçimlerin kötülüğünü söylemiştim. Bugün de yine o durum ortaya çıktı. Gazi Paşa'nın önerisine gelince, bu yeni değildir. Dört yıl önce yapılan bir yasanın daha açık bir biçimde anlatılmasıdır. Durum bu olduğuna göre, buna karşı söz söyleyecekler gelsin, düşüncelerini söylesinler. Ama uzun uzadıya beklemeye zamanımız elverişli değildir. Eyüp Sabri Efendi : Biz Gazi Paşa Hazretlerini yargıcı yaptık. "Bizim, Anayasayı değiştirmeye yetkimiz yok." demek, yasaya aykırı bir Meclis olduğumuzu kabul etmek demektir. Meclisin Anayasayı değiştirme yetkisi apaçıktır. Ne olursa olsun, hükümetimizin biçimi kesinlikle cumhuriyet olacaktır. Milletvekilleri arasında cumhuriyet rejimini destekleyen de vardı , karşı çıkanda. Vekiller söz alarak görüşlerini belirtiyordu. İsmet Paşa'da söz istedi ve şu konuşmayı yaptı ; 91 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ ' Parti Başkanının önerisini kabule kesin gerekseme vardır. Bütün dünya bizim, bir hükümet biçimi görüştüğümüzü biliyor. Bu görüşmelerimizi bir sonuca bağlamamak, güçsüzlüğü ve düzensizliği sürdürmekten başka bir şey değildir. Bir deneyimden söz edeyim. Avrupa diplomatları bu konuda beni uyardılar: 'Devletinizin başkanı yoktu. Şimdiki durumunuzda başkanınız, Meclis başkanıdır. Demek ki, siz ayrı bir başkan bekliyorsunuz.' dediler. Avrupa düşüncesi işte budur. Oysa biz böyle düşünmüyoruz. Ulus, egemenliğine ve alınyazısına kendisi el koymuştur. Öyle ise, bunu yasa ile belirtmekten neye çekiniyoruz? Cumhurbaşkanı olmadan, başbakan seçme önerisi yasa dışı olur. Bunda kuşkuya yer yoktur. Başbakanı yasaya uygun olarak seçebilmek için Gazi Paşa Hazretlerinin önerisinin yasalaşması gerekir. Genel güçsüzlüğün sürdürülmesi doğru değildir. Partinin, bütün ulusa karşı yüklendiği sorumluluğun gereklerine göre iş yapmak zorunludur.' İsmet Paşa'dan sonra Abdürrahman Şeref Bey söz aldı ve 'Hükümet biçimlerini saymak gereksizdir. Egemenlik sınırsız ve koşulsuz ulusundur. Kime sorarsanız sorunuz, bu, cumhuriyettir. Doğan çocuğun adıdır. Ama, bu ad kimilerine hoş gelmezmiş,varsın gelmesin! ' diyerek kestirip attı. 92 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Şeref Bey sözlerini tamamladıktan sonra Yusuf Kemal Bey tasarının yasalaşması için oylamaya geçilmesi gerektiğini söyledi. Ama Abdullah Azmi Efendi yeni bir itirazda bulunarak konunun yeniden görüşülmesini önerdi. Bu itiraza karşı görüşmenin yeterliği kabul olundu. Anayasa değişikliği için maddeler teker teker oylanmaya başlandı. Saat altıyı geçerken son maddede oylanarak görüşmeler son buldu. Türkiye Devleti'nin yeni yönetim biçimi Cumhuriyet'ti. Mustafa Kemal yıllarca bir sır gibi taşıdığı fikrini sonunda uygulamaya geçirmeyi başarmıştı. Cumhuriyet'in ilanından sonra Cumhurbaşkanı seçilmesi için Meclisin oyuna baş vuruldu. Yapılan oylama sonucu Gazi Mustafa Kemal Paşa 158 vekilin oyunucu alarak Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı oldu. Oylamanın sonucunu kürsüde bulunan ikinci Reis Vekili Başkan İsmet Bey açıklamıştı. ' Türkiye Cumhuriyeti Riyaseti için yapılan intihabat (seçim) arasına yüz elli sekiz zat iştirak eylemiş ve Cumhuriyet riyasetine yüz elli sekiz âza müttefikan Ankara Mebusu Gazi Mustafa Kemal Hazretlerini intihab eylemişlerdir. ' Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı Gazi Paşa kürsüye gelerek bir konuşma yaptı. Ancak konuşmasını kısa 93 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ tuttu. 1933 yılında Onuncu yıl nutkunu hazırlarken Afet İnan'a neden kısa bir konuşma yaptığını şöyle anlatacaktı ; 'Cumhurbaşkanı seçildiğim vakit söylediğim nutuk da en kısa beyanlarımdan birisidir. Çünkü dişlerimi yeni çektirmiştim. Yeni yapılan dişlerim tecrübe devresinde idi. Söz söylemeye başladığım vakit ıslık gibi bir ses çıkıyor veyahut da ağzımdan düşüyordu.' 94 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ 95 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Cumhuriyet'in ilanına sevinenlerde oluyor , karşı çıkanlarda oluyordu. Rauf Bey ve Dr. Adnan Bey gibi Mustafa Kemal'in bazı eski arkadaşları da halifeden yana tavır alan isimlerdi. Ama Kemal Paşa büyük bir kararlık içerisinde yeni rejmden ödün vermeyeceğini belli ediyordu. Bütün engellemelere karşı yeni rejim getirilmişti. Şimdi sırada Cumhuriyet ışığında yeni atılımlar yapmaktaydı. Bu atılımların ilki 3 Mart 1924 de gerçekleşti. Meclis’te bütçe görüşmeleri yapılırken son oturumda Urfa Milletvekili Şeyh Saffet (Yetkin) Efendi ve 53 arkadaşı meclise bir önerge sundular. Önergede ; Halifeliğin hem ülke içinde, hem de dış ilişkilerde iki başlılık oluşturduğu, Hanedanın yüzyıllardır bir felaket olduğu ve Türk milletinin yıkımına sebep olduğu, Halifeliğin Türkiye’nin bekası açısından yeni tehlikelere gebe olduğu söylendi ve ilgası (kaldırılması) istendi. Verilen önergeye Kastamonu Mebusu Miralay Halid (Akmansü) Bey ile Gümüşhane Mebusu Zeki (Kadirbeyoğlu) dışında karşı çıkan olmadı. Bunun üzerine oylamaya geçildi. Oturuma katılan 158 üyenin 157’sinin oyuyla bir devirde kapanmış oldu. Halifelik resmen kaldırıldı. Bu durumu Halife Efendi’ye bildirme işi İstanbul Valisi Haydar Bey’e ve Polis Müdürü Sadettin Bey’e düştü. Abdülmecid Efendi ilk başta bu karara inanamadı. Haberi vermek için gelen heyeti kovmaya kalktı. Ama daha sonra 96 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ sakinleşti. Olayı kabullendi. Ertesi sabah, saat 5.00’te Halife ve ailesi İsviçre’ye gitmek üzere Çatalca İstasyonu’na getirildiler. Abdülmecit Efendi’nin istasyona gitmek üzere otomobile binerken “Mademki milletin ve memleketin saadet ve selameti için çalışıyorsunuz. Allah muvaffak etsin,” dedi. Başkumandanlık Kanunu’nun uzatılması , Lozan’a gidecek heyetin belirlenmesinde paşalara sorulmaması , Cumhuriyetin ilanını sırasında Rauf Bey'in Halife ile görüşmesi Mustafa Kemal ile eski silah arkadaşlarının arasını açmıştı. Özellikle Mustafa Kemal'in yakın arkadaşı Rauf Bey halifeliğin kaldırılmasına karşı çok tepki göstermişti. “Ben saltanat ve halifeliğe hem vicdanımla hem de duygularımla bağlıyım. Çünkü benim babam padişahın ekmeği ve nimetleriyle yetişerek Osmanlı Devleti’nin önemli kişileri arasına girmiştir. ” diyerek çıkıştı. Cumhuriyet’in ilan edilmesi, halifeliğin kaldırılması derken Meclis üyeleri arasında çeşitli görüş ayrılıkları görülmeye başladı. Kazım Karabekir, Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Refet (Bele), Adnan (Adıvar) ve Rauf (Orbay) öncülüğündeki muhalif grup Halk Fırkası’ndan ayrıldılar. Mustafa Kemal Paşa , etrafında ilk halkayı teşkil eden bu isimlerle fikir ayrılığına düşmüştü. Kazım Paşa bu durumdan memnuniyetsizliğini anılarında şöyle anlatmıştı ; 97 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ “ Tıpkı Cumhuriyetin İlanı’nda olduğu gibi, Hilafetin lağvı ve hanedanın hudut dışı edilmesi kararı da birkaç kişi arasında kararlaştırılıyor ve Halife, benim mıntıkamda olmasına rağmen bana bu hususta bir haber dahi verilmiyordu. ” Paşalar , Kazım Karabekir önderliğinde 1924 Anayasası’nın çok partili rejime geçmesine imkân tanımasından yararlanarak 17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdular. Yeni partinin başkanı Kazım Karabekir, ikinci başkanı Rauf (Orbay) oldu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası , Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk muhalefet partisi olarak tarihe adını yazdırmıştı. 1925 yılının Şubat ayında ilk isyan patlak verdi. Cumhuriyet yönetimini kendi çıkarlarına aykırı gören Şeyh Sait önderliğindeki isyancılar ' Din elden gidiyor ' diyerek halkı isyana teşvik ettiler.Meclis Cumhuriyet rejiminin ve inkılaplarının korunması amacıyla 3 Mart 1925'te Takrir-I Sükun Kanunu çıkararak hükümete tam yetki verdi. İsyan üç ayda bastırıldı. Şeyh Sait idam edildi , Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı. Kemal Paşa türlü sıkıntılarla yeni bir devlet inşa etme çabasında iken yoğun olan devlet ve bürokrasi işleri Latife Hanım’ı rahatsız ediyordu. Yeri geldikçe de Gazi Paşa’ya bu memnuniyetsizliğini bildiriyordu. Bardağı taşıran son damla 98 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ ise Latife Hanım'ın ona herkesin içinde ona' Mustafa' şeklinde hitap etmesi oldu. Bu olaydan sonra Kemal Paşa İsmet paşa’yı telefonla arayarak kararının kesin olduğunu boşanmak istediğini ve kararının Anadolu Ajansına bildirilerek radyodan tüm yurda bildirilmesinini söyledi. Boşanma haberi, 5 Ağustos 1925 günü radyoda yayımlanan bir hükümet bildirisi ile duyuruldu. Evliliği 2 yıl 6 ay 4 gün sürmüştü. Gazi Paşa boşandıktan sonra ' Koskoca orduları idare ettim, ama bir kadını idare edemedim ' dedi. İsyan bastırıldıktan sonra Mustafa Kemal Paşa artık kafasındakileri gerçekleştirmek için harekete geçti. Kemal Paşa mareşal üniformasıyla 25 Ağustos Salı günü, beraberindekilerle İnebolu’ya hareket etti. Amacı halka şapkayı tanıtmak , kendisi şapka takarak örnek olmaktı. 27 Ağustos Perşembe günü sivil elbise ve elinde şapkası ile bir konuşma yaptı. ' Medenî ve beynelmilel kıyafet bizim için, çok cevherli milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu iktisa edeceğiz. Bu serpuşun adına şapka derler. ' 99 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ 100 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Kemal Paşa şapka inkilabını gerçekleştirip Kastamonu'dan döndü. Otomobille eski meclis binası önünden geçerken kapı önünde bulunan Mazhar Müfit'i yanına çağırdı ve ' Azizim Mazhar Bey, kaçıncı maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun ? ' diyerek yıllar önce yazdırdığı maddeleri hatırlattı. Mazhar Müfit'in o zaman inanmayarak yazdığı maddeleri , Kemal Paşa bir bir gerçekleştiriyordu. Şapka inkilabının ardından teker teker yenilikler geldi. Tekke, zaviye ve türbelerde çalışan kişilerin tüm unvanları bir yasa çıkartılarak yasaklandı. Uluslararası saat ve takvim kabul edildi. Medenî Kanun kabul edilerek Türk kadını medenî haklara kavuştu. Çok evlilik yasaklandı. Hukuk düzeni çağdaşlaştırıldı. Türkiye modern bir yapıya kavuşmuştu. Kemal Paşa yenilikleri yerinde görmek için sık sık yurt gezilerine çıkıyordu. 16 Haziran 1926 Çarşamba günü İzmir'e gitmek için yola çıktı. Ancak gelen bir ihbar sonucu İzmir'e gitmekten vazgeçti. Gelen ihbarda Paşa'ya karşı suikast yapılacağı söyleniyordu. Suikast olayının Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası bir kısım mensupları ile ilgili bulunduğu ortaya çıkmış ve eski İttihat ve Terakkicilerin de bu olayın tahrik ve düzenleyicileri oldukları anlaşılmıştı. Suikastçilerin yargılanması için hemen İstiklal Mahkemleri kuruldu. Kazım Karabekir , Ali Fuat Cebesoy , Refet Bele ve Adnan Adıvar gibi Kemal Paşa'nın silah arkadaşları da suikastin diğer 101 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ sanıklarıyla birlikte İzmir İstiklal Mahkemesi'nde yargılandılar. Mahkeme 14 kişinin idamına karar verdi. Mustafa Kemal Paşa suikast sonrası 18 Haziran 1926'da Anadolu Ajansı’na verdiği röpörtajda demecini şu cümleyle bitirdi ; ' Benim naciz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır , fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır. Ve Türk milleti emniyet ve saadetini zamin prensiplerle medeniyet yolunda tereddütsüz yürümeye devam edecektir. ' Kemal Paşa 1927 yılının Temmuz ayında zaferden sonra ilk kez İstanbul'a geliyordu. Bütün İstanbul Paşa yı görebilmek 102 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ için toplanmıştı. Kemal Paşa Ertuğrul Yatı'nın güvertesinden İstanbul’luları selamlarken Hamdullah Suphi Paşa'nın yanına yaklaşarak ; ' Kimbilir ne kadar heyecanlısınız ? ' dedi. Kemal Paşa , Hamdullah Suphi'nin elini alarak kendi kalbine götürdü ve ; ' Heyecan var mı orada? ' dedi. Hamdullah Suphi ' Yok efendim ' cevabını verince ; ' Bak neden yok söyleyeyim, çünkü iyi biliyorum, gün gelebilir, bu aynı yoğun kalabalık bizi linç etmek için de böyle toplanır. ' dedi. Kemal Paşa , İstabul halkı temsilcileriyle Dolmabahçe Sarayı’nın bayramlaşma salonunda bir görüşme yaptı. Orada şu konuşmayı yaptı ; Sekiz yıl önce rahatsız ve ağlayan İstanbul’dan kalbim sızlayarak çıktım, uğurlayanım yoktu. Sekiz sene sonra kalbim rahat olarak, gülen ve daha güzelleşen İstanbul’a geldim. Bütün İstanbulluların ruhuma heyecan veren sıcak ilgileriyle karşılandım. Sekiz yıl, sosyal heyetimizin yeni dahil olduğu devrin tarihi, içine aldığı ihtilâllerle, inkılâplarla ve sonuçlarıyla az dolu değildir. Sekiz yılda milletimizin siyasal, sosyal ve uygar gelişme yolunda gösterdiği kabiliyet ve yararlılık derecesi yüksektir. Bu dereceyi her gün daha fazla yükseltmek için çok dikkatle ve kararlılıkla çalışacağız. Vatanın bayındırlaştırılması, milletin refahı, daha çok gayret ve çalışma istemektedir. 103 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Duyguları ve vicdanlarında kabullenmeyi ilim ve fenle arttırarak ve eğiterek sosyal heyetimizin gerçek huzur ve mutluluğuna çalışmak yüce bir görüştür. Gazi Paşa 1930 yılının başında yurt gezileri kapsamında Antalya'ya hareket etti. Burada memleketin içinde bulunduğu durumu görecekti. Memleket yokluk içindeydi. Dünya ve Türkiye ekonomik krizle boğuşuyordu. Gazi Paşa'yı gören elinde bir şikayet mektubuyla geliyordu. Vatandaş bunalımdaydı. Gazi Paşa akşam olduğunda kendisi için hazırlanan eve geçti. Çok sinirli ve yorgundu. Koltuğa yığılırcasına oturdu. Cebinden tabakasını çıkardı ve elleri titreyerek bir sigara yaktı. Yanında bulunan Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak'a dertlendi ; ' Bunalıyorum çocuk; büyük bir ıstırap içindeyim, bunalıyorum! Görüyorsun ya, gittiğimiz her yerde, durmaksızın dert, şikayet dinliyoruz. Her yer derin bir yokluk, maddi, manevi perişanlık içinde. Beni en çok üzen şey nedir, bilir misin? Halkımızın zihninde kökleştirilmiş olan, her şeyi başta bulunandan bekleme alışkanlığı. Herkes büyük bir tevekkül ve rehavet içinde, bütün iyilikleri bir şahıstan, yani şimdi benden bekliyor. Fakat nihayet ben de bir insanım be birader, kutsi bir kuvvetim yoktur ki ' . 104 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ 23 Aralık 1930 günü Cumhuriyet yeni bir tehlikeyle karşı karşıyaydı. Derviş Mehmet ve altı silahlı arkadaşı Menemen'e gelerek halkı ayaklanmaya teşvik ettiler. Derviş Mehmet halka hitap etti ve ; 'Ey Müslümanlar, ne duruyorsunuz; Halife Abdülmecit hududa geldi, Sancak-ı Şerif çıktı, gelin altında toplanalım, şeriat isteyelim' dedi. Mesleği öğretmen olan Yedek Asteğmen Kubilay toplanan halkı dağıtmak istedi. Ancak bu çağırısına silah sıkılarak karşılık verildi. Asteğmen Kubiley silahtan çıkan kurşunla yaralandı. Yerde yaterken üstüne atılarak boğazından kesip başını gövdesinden ayırdılar. Hasan adlı mahalle bekçisini de şehit ettiler. Olayı haber alan Mustafa Kemal Menemen halkının olaya duyarsız kalmasına çok sinirlendi. Olay karşısında verdiği emir çok açıktı ; ' Bu ne haldir, mürteciler hükümet meydanında ordunun subayını din adına boğazlayabiliyorlar. Binlerce Menemenliden kimse çıkıp mani olmuyor, bilakis tekbirlerle teşvik ediyorlar. Yunan idaresi altındayken bu hainler neredeydiler? Onların namusunu ve dinini kurtaran ordunun bir subayına reva gördükleri bu saldırının cezasını yalnız hain katiller değil, hepsi en ağır şekilde çekmelidir. Bu Cumhuriyet'i ve bizim başımızı kesmektir. Menemen'i haritadan silin ' . Takvimler 1933'ü gösterdiğinde Cumhuriyet onuncu yılına giriyordu. Gazi Paşa yanındakilere ' Onuncu yıldönümünde ne söyleyeceğiz? Düşünüp bir şeyler hazırlayalım ' dedi. 105 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Paşa'nın bu sözü üzerine herkes seferber oldu. Ama Kemal Paşa o gün gece yatmamış , 10. yıl nutkunu hazırlamıştı. Hikmet Bayur kendisini görmeye gidince ona hazırladığı nutku okudu. Son sayfayı okurken duygulandı. Son sayfada ' Bu söylediklerim hakikat olduğu gün, senden ve bütün medeni beşeriyetten dileğim şudur: Beni hatırlayınız! ' sözleri vardı. Bu bir nevi veda mesajıydı. Hikmet Bayur kendisinden bu cümleyi kaldırmasını rica etti. Daha sonra hazırladığı nutku gören hemen herkes aynı şeyi tekrarlayınca bu sözlerin üzerini çizdi. Türk Milleti! Kurtuluş Savaşı'na başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun! Şu anda, büyük Türk milletinin bir ferdi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim. Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bundaki muvaffakiyeti, Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak, azimkârane yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla 106 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ kâfi göremeyiz; çünkü, daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi, en geniş, refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız, daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü,Türk milletinin karakteri yüksektir; Türk milleti çalışkandır; Türk milleti zekidir. Çünkü, Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin, yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihî bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini ve millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî 107 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ ülkümüzdür. Türk milletine çok yakışan bu ülkü, onu, bütün beşeriyette, hakikî huzurun temini yolunda, kendine düşen medenî vazifeyi yapmakta muvaffak kılacaktır. Büyük Türk milleti! On beş yıldan beri, giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiç birinde milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu, bütün medenî âlem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, atinin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır. Türk milleti! Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. 108 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE ! 109 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Dipçe : Kemal Paşa'nın üzerini karaladığı satırların orjinali. 110 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ 21 Haziran 1934’te meclisten çıkan bir kararla herkesin bir soyadı alması kararlaştırıldı. Gazi Mustafa Kemal için de bir soyadı almak gerekti. İleri gelen dil ve tarihçilerin de katılmasıyla bir toplantı düzenlenerek Gazi Paşa'ya uygun soyadı arandı. Konya Milletvekili Naim Hazım Onat Bey Paşa'dan söz istedi. Gazi Paşa ' Arkadaşlar lütfen hocamızı dinleyelim' , diyerek sözü Onat'a verdi. Onat söz alarak düşencesini şöyle açıkladı ; ' Türkata, Türkatası gerek yazılışta, gerek söylenişte bana biraz tuhaf geliyor. Arkadaşlar biliyorsunuz tarihimizde bir 'Atabey' sözü ünvanı vardır. Anlamı da, yine biliyorsunuz: Beyin, emirin, şehzadenin, hatta hükümdarın ilimde, idarede, askerlikte mürebbisi, müşaviri, hocası demektir. Atabey, kullanılmış, tarihe geçmiş bir ünvan-ı resmidir. Bu ünvanı taşıyan bir çok Türk büyüğü vardır. Binaenaleyh biz de Türk'e her alanda atalık etmiş, Türklüğü kurtarmış, istiklaline kavuşturmuş olan büyük Gazimize 'ATATÜRK' diyelim, bu soyadını verelim. Bu bana şivemize de daha munis , daha uygun gibi geliyor. ' Bu öneri Gazi Paşa'nın çok hoşuna gitti ve Naim Hazım Onat'a teşekkür etti. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na üç maddelik bir kanun teklifi verilerek Mustafa Kemal , ATATÜRK soyadını aldı. O artık Mustafa Kemal ATATÜRK ' tü. 111 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Atatürk 55'ine geldiğinde işleri İsmet Paşa'ya devretmişti. Eşinden ayrılmış , silah arkadaşlarıya arası açılmış , annesini kaybetmişti. Artık yalnızlığı daha da hissediyordu. Gün boyu tek başına bilardo oynuyordu. Uyanır uyanmaz sigaraya başlıyor , gün boyu sayısız kahve içiyordu. Bir gün bilardo oynarken Hasan Rıza Soyak elinde belgelerle geldi. Atatürk Hasan Rıza’yı elinde dosyalarıyla görünce ‘Gel bakalım çocuk’ dedi. İmzalaması gereken evraklar vardı. İmzaladıktan sonra Hasan Rıza'nın izin istemesine fırsat vermeden ‘ Haydi sen gidesin evine. Yoruldun, kısmetse yarın görüşürüz’ dedi. Hasan Rıza odadan çıktıktan sonra Kılıç Ali'ye dönerek ' Bak Kılıç… Evine gidiyor. Çarşıya uğrayacak, evdekilerin istediklerini alacak, kapıda karşılayacaklar, hanımı ile çocuğu ile kucaklaşacak, sohbet edecek gönlünde görevini tam yapmış insanların huzuruyla uyuyacak. Akşama doğru kalkacak, hep birlikte gezmeye gidecekler, hem gönüllerince, istedikleri gibi… Protokol yok kontrol yok. Öğrenmek, duymak, bilmek istediklerine gönüllerince sahipler. Acaba bizim Hasan Rıza saadetinin farkında mı? ' dedi. Bu bütün ömrü koşturmacayla geçmiş , sakin aile hayatına özlem duyan Atatürk'ün içindekilerin dışarı vuruşuydu. Ve bir gün çevresindekilere ' Beni Reisicumhursun diyerek Çankaya’nın kayalıklarına ve Dolmabahçe’nin rutubetli, karanlık odalarına hapsediyorsunuz, sonra siz istediğiniz gibi geziyor, eğleniyorsunuz ' diyerek sitem etti. 112 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Yalnızdı. Yalnızlığından her fırsatta şikayet ediyordu. Bir keresinde Hasan Rıza'yı dışardan geldiğini görünce ' Nereden geliyorsun ' diye sordu. Hasan Rıza ' Dışarıda eski bir arkadaşıma rastladım. Onunla etrafı seyrederek biraz yürüdük. Daha sonra buraya geldim ' cevabını verince Atatürk , sıkıntısını bütün çıplaklığıyla anlatan şu konuşmayı yaptı ; ' Ben burada bir nevi mahpus hayatı yaşıyorum. Çünkü gündüzleri ekseriye yalnızım. Herkes işinde gücünde. Benim ise çoğu günler, bütün günümü değil, bir saatimi dahi dolduracak işim yok. Şu halde ya uyuyabilirsem uyuyacağım, yahut birşeyler yazacağım. Arada biraz dinlenmek ve hava almak ihtiyacını duyarsam şehir içinde ve dışında ancak otomobiller ile gezinti yapacağım. Ya sonra? Sonra gene bu hapishaneye döneceğim. Ve kendi kendime bilardo oynayıp,sofra zamanını bekleyeceğim. Bari sofrada bir değişiklik olsa.Ne gezer. Bu sofra nerede kurulursa kurulsun karşımda aşağı yukarı hep aynı insanlar. Aynı yüzler. Hasılı bıktım usandım çocuk. ' Florya deniz köşkünün yeni yapıldığı günlerde Atatürk bir sofra kurdurdu. Gecenin sanatçı konuğu Selahattin Pınar'dı. Kemal Paşa o gece hüzünlüydü. Selahattin Pınar , ' Gel gitme 113 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ kadın ' parçasını okumaya başlayınca Atatürk'ün mavi gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Ertesi gün Sabiha Gökçen dün gece neden ağladığını sorunca sigarasından derin bir nefes çekti ve şöyle cevapladı ; ' Gökçen, ben bu toprakları seviyorum, yurdumun topraklarını, dağlarını, taşlarını. Gökyüzünü, havasını seviyorum. İnsanlarını seviyorum memleketimin. Köylüsünü, çiftçisini, işçisini, balıkçısını, çobanını, sanatçısını, gencini, ihtiyarını, tüm insanlarını seviyorum memleketimin. Bazı şarkılar bana bu insanlardan bir gün kopacağımı hatırlatıyor. Onlardan uzak düşeceğimi. Bir gün onlarla olamayacağımı. İşte o zaman, şarkının sözleri ne olursa olsun içime bir ateş düşüyor. Sonradan gözyaşı olarak akıp gidiyor. Unutma; Mustafa Kemâller de insandır ve onlar da zaman zaman şu ya da bu nedenlerle ağlamak isterler. ' . Atatürk 'ü içinde bulunduğu bunalımdan çıkartan Hatay meselesi oldu. ' Dava benim şahsi davamdır ve icap ederse yine şahsen halletmem gerekir ' diyerek Hatay meselesini sahiplenmişti. Fransa Hatay'dan çekilirken yerini Suriye'ye bırakıyordu. Ama Atatürk Hatay'ın mirasçısı olarak Türkiye'yi görüyordu. Fahrettin Altay'a Park Otel'de ' Paşa biliyor musun ben Cumhurbaşkanlığını bırakıp Hatay'a çete reisi olacağım ' dedi. Ancak kendisini frenleyen İsmet Paşa oldu. Hükümetin başında bulunan İsmet İnönü Atatürk'ü 114 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ diplomatik çözüm için ikna etti ve kendisinden sorunu çözmek için 15 gün izin istedi. Fakat Atatürk, Hatay’ı bir an evvel almak istiyordu. 15 gün bekledi. Daha sonra Kurun Gazetesi’nde Asım Us takma adıyla hükümeti eleştiren beş mekale yazdı. Atatürk bütün bir ömrünü koşturmaca içinde geçirmişti. Çocukken geçirdiği sıtma , gençlik yıllarında yaşadığı böbrek ağrıları , devletin omuzuna yüklediği yükler onu güçsüz bırakmıştı. Son zamanlarda halsizlik , yorgunluk gibi şikayetleri başladı. Ten renginde ve yüzünde değişiklikler meydana gelmişti. Tahammül derecesi azalmış , çabuk sinirlenir olmuştu. Sık sık da burnu kanar olmuştu. Hastalık geliyorum diyordu. O günlerde Atatürk'ün durumunu Falih Rıfkı Atay şöyle özetliyoru ; ' Bilhassa 1937'den sonra sinir dengesinin gitgide bozulduğunu görüyorduk. Pek alıngan olmuştu. Devamlı bir boşanma ihtiyacı içinde kıvranan sinirlerini güç tuttuğunu hissederdik. Hele sofra biraz uzadıktan sonra pek dikkatli davranırdık. ' Atatürk'ün kolunda ve bacaklarında yaralar çıkmaya başlamıştı. Bir gün köşkün bahçesinde konukları ile otururken Dr. İhsan Özkaya'ya kolundaki yaraları gösterdi. ' Bu nedir doktor ? Son zamanlarda sık sık oram buram böylece kabarıyor ' dedi. Doktor Özkaya eğilerek baktıktan 115 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ sonra ' Karınca efendimiz. Bunlar karınca ısırmasıdır. ' diye cevap verdi. Gerçektende köşkü karıncalar basmıştı. Doktorlar Atatürk'e kaplıca tavsiye ettiler. Atatürk kür tedavisi için ani bir kararla Yalova'ya gitmeye karar verdi. 22 Ocak 1938 günü Termal’deki köşkünde vaktini geçirirken kaplıcanın kurucusu ve hekimi olan Prof. Dr. Nihat Reşat Belger'i yanına çağırdı ve yaralarını bir kez de ona gösterdi. Belger'in muaynesinden sonra Atatürk kaşıntının sebebinin ne olduğunu sordu. Belger ' Efendim, bu kaşıntı kanaatimce yemekle, daha doğrusu içmekle ilgilidir ' dedi. Bu cevap Atatürk'ü şaşırttı. İnanmak istemedi. ' Buna kati olarak emin misiniz? ' dedi. Bunun üzerine Belger o acı cevabı verdi ; 'Evet efendim karaciğeriniz normale nazaran büyük ve sert . Kaşıntının sebebi budur. ' . Teşhis için geç kalınmıştı. Bu güne kadar kimse sirozdan şüphelenmemişti. Bundan sonra yapılacak olan şey sıkı bir perhiz ve düzenli bir hayattı. Ama Atatürk yoğun tempoda çalışmaya , sigaraya ve içkiye devam etti. Hastalığını öğrendikten bir hafta sonra 2 Şubat 1938 günü Bursa’ya Merinos fabrikasını açmaya gitti. Son resmi notunuda fabrikanın defterine yazdı. ' Sümer Bank Merinos Fabrikası, çok kıymetli bir eser olarak milli sevinci arttıracaktır. Bu eser yurdun, hususiyle Bursa bölgesinin endüstri inkişafına (gelişimine) ve büyük milli ihtiyacın giderilmesine yardım edecektir. Eserin 116 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ başarılmasından Ekonomi Bakanlığını tebrik ederim. Sümer Bank Direktörlüğüne teşekkür ve fabrikayı gördüğüm gibi yüksek bilgi ve tam düzenli idarede direktörüne başarılar temenni ederim. ' Gece belediye salonunda Paşa'nın onuruna balo vardı. Baloda çok neşeli görünüyordu. Sanki hastalığı unutmuş gibiydi. Balonun sonuna gelindiğinde orkestraya dönerek ' Sarı Zeybek ' in çalınmasını söyledi. AAnında Ödemiş ve Aydın efelerini de hayrana düşürecek bir kahraman zeybeğin figürlerini icraya başladı. Rejime riayet ederse en az 9 ay yaşayabilir teşhisi konulan bu adam dizlerini yere vura vura zeybek oynuyordu. Gecenin sonunda sabaha yakın 117 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ otomobiller fabrika kapısı önüne dizilmişti. Ama Atatürk arabaya binmedi. Bursa’nın sabaha karşı sert, rutubetli ve hatta yakıcı havasında tek başına yürümeye başladı. Etrafındakiler onu uzaktan takip ediyorlardı. Sonunda bir yol kavşağına gelince durakladı. Sert bir sesle ' Fakat bizim bir arabamız olacaktı. Yayan mı gideceğiz yoksa? ' dedi. Bu söz üzerine araba hemen Paşa'nın yanına yanaştı. Paşa arabaya biner binmez başı bir tarafa yasladı ve şöföre ' Çabuk ol çocuk üşür gibi oluyorum ' dedi. 27 Şubat 1938 günü köşkte Balkan Antantı üyeleriyle toplantı vardı. Ama Atatürk katılamadı. Çünkü burnu kanıyordu. O gün Celal Bayar yabancı bir doktor çağırılmasını teklif etti. Ancak Atatürk reddetti. Hastalığının duyulmasıyla Hatay meselesinin zora gireceğini düşünüyordu. ' Beni Türk hekimlerine emanet edin ' dedi. Son anına kadar , ülke menfaatlerini düşünüyordu. Türk doktorlar Atatürk'ü muayne ettikten sonra alkole bağlı siroz teşhisini koydular. Ama Atatürk hastalığının alkolden kaynaklı olduğunu düşümüyordu. Doktorlara ; ' Ben alkolü çok eskiden beri kullanıyorum. Bir şey olmadı, şimdiki hastalığımda başka bir sebep aramanız lazımdır ' dedi. Celal Bayar yabancı doktor meselesini tekrar açtı. Atatürk bu defa direnmedi. ' Çocuk ne yapacaksan çabuk yap ben 118 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ hastayım. ' dedi. 28 Mart 1938 günü Fransız Doktor Fissenger Ankara'ya getirtildi. Fissenger , Atatürk'ü muayne ettikten sonra ' Ben sizi iyi edeceğim. Fakat benden evvel siz kendi kendinizi iyi edeceksiniz; Şüphesiz ki siz, büyük bir kumandansınız. Büyük zaferlerin sahibisiniz. Fakat bu işin kumandanı benim. Bana yardım edeceksiniz. ' dedi. Bundan sonra ağır bir tedavi süreci başladı. Alkol ve sigara yasaktı. Paşa üç aylık bir dinlenme sürecine girdi. 19 Mayıs 1938' günü Ankaralılar Atatürk'ü son defa görüyordu. Bütün şıklığıyla törenlere katıldı. Günün büyük bir bölümünü istirahatle geçirmesi gerekiyordu. Ama dinlemedi. Ortada Hatay meselesi vardı. 20 Mayıs günü Mersin'e doğru yola çıktı. Sağlığı üzerindeki olumsuz düşüncelerin Hatay meselesini zora sokacağını düşünerek askeri birlikleri denetledi, resmigeçitlerde sürekli ayakta bekledi. Atatürk Hatay için resmen ayakta ölüyordu. Birkaç gün sonra Celal Bayar İngiliz ve Fransız elçiliklerin tüm koşulları kabul ettiğini bildirdi. Hatay sorunu bitmişti ama Atatürk de kendini bitirmişti. Atatürk Ankara'ya döndüğünde çok bitkindi. Ertesi günü İstanbul'a gitmek için gara geldi. Arkadaşları da onu yolcu etmek için garda toplanmışlardı. Bu Atatürk'ün Ankara'ya ve dostlarına son vedasıydı. Garın salonuna kadar güçlükle gelebildi. Atatürk'ün bu durumunu gören Saracoğlu yanında 119 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ bulunan Falih Rıfkı Atay'a dönerek ' Falih, Atatürk'ün derisinin rengine bak. Bir ölü rengi ' dedi. 31 Mayıs 1938'de Atatürk'ün sabırsızlıkla beklediği Savarona Yatı Dolmabahçe önüne demirlemişti. Atatürk bu yatı uzun süredir bekliyordu. Burayı kendisi için yeni bir umut olarak görüyordu. Ama beklediği gibi olmadı. Ağzından şu cümleler dökülmüştü ; ' Ben bu yatı bir çocuğun oyuncağını beklemesi gibi bekledim, meğer bana bir hastane olacakmış ' . 25 Temmuz akşamı fenalaştı ve Dolmabahçe sarayına taşındı. Atatürk son günlerini Pembe Salon’da geçirecekti. Bir gün Köşk’ün genel sekreteri Hasan Rıza Soyak’ı çağırarak vasiyetname işini halletmek gerektiğini söyledi. Vasiyetiyle tüm taşınmaz mallarını CHP’ye, bu malların gelirleri kız kardeşi Makbule ve 5 manevi kızına ödenecekti. İnönü’nün oğullarının yüksek öğrenimi için de para ayrılacaktı. Gelirin geri kalanı TDK ve TTK arasında paylaştırılacaktı. Hastalığı iyice ilerlemişti. 26–27 Eylül günü ilk kez komaya girdi. Ölüm onu teğet geçmişti. Kendine geldiğinde baş ucunda bulunan Afet İnan'a yılllardır özlemini duyduğu hayalini birkez daha yeniledi... ' Gidelim Afet… Bir orman kenarına gidelim. Her şeyi bırakalım. Şöyle basit bir ev, ocaklı bir oda… Evet… Evet… 120 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Hemen çekip gidelim ormanlara… Hele ben bir iyi olayım da ' . 29 Ekim 1938 Cumhuriyet'in 15. yılıydı. Atatürk'ün tek isteği kutlamalarda Ankara'da olabilmekti. Ankara'ya gidelim diyordu , ne olacaksa orada olsun. Ama doktorlara buna müsade etmediler. Yerinden bile kalkması çok riskliydi. 29 Ekim törenlerinden dönen Kuleli Askeri Lisesi öğrencilerini alan vapur Dolmabahçe Sarayı önünden geçiyordu. Öğrenciler Atatürk’ü görmek istiyoruz diye bağırdılar.. Atatürk tüm itirazlara rağmen pencere kenarına geldi öğrencileri selamladı. Öğrenciler de hep bir ağızdan 10. yıl Marşı'nı söylediler. Atatürk göz yaşlarına hakim olamadı. Atatürk, 8 Kasım 1938 günü şiddetli bir rahatsızlık daha geçirdi. Midesi bulanıyor ve kusuyordu. Hemen Neşet Ömer Bey'e haber edildi. Neşet Ömer Atatürk'e ' Dilinizi göreyim efendim. ' dedi. Atatürk dilini yarıya kadar dışarı çıkardı. Neşet Ömer ' Biraz daha uzatınız efendim. ' diye seslenince Atatürk dilini iyice içeri çekti. Başını biraz sağa çevirdi ve ' Ve aleykümüsselam ' dedi. Bu Atatürk'ün son sözüydü. 10 Kasım 1938 günü saat 8 gibi Atatürk'ten hırıltı sesleri geldi. Hasan Rıza yanında bulunan Kılıç Ali'ye dönerek ' Kılıç bak koca bir tarih göçüyor ' dedi. 121 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ Saat 09:05 de Atatürk mavi gözlerini son birkez açtı. Etrafına baktı ve gözlerini kapayarak başını sağ tarafa çevirdi. Doktorları son nöbet defterine şunları yazdı: ' Saat 09:05 vefat etmişlerdir. ' 122 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ 123 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ KRONOLOJİ →1881: Selanik'te doğdu. →1893: Askeri Rüştiye'ye girdi ve Kemal adını aldı. →1895: Selanik Askeri Rüştiyesi'ni bitirdi, Manastır Askeri İdadisi'ne girdi. →1899 Mart 13: İstanbul Harp Okulu Piyade sınıfına girdi. →1902 Harp Akademisi'ne girdi ve burada gazete çıkardı. →1905 Ocak 11: Harp Akademisi'ni Yüzbaşı olarak bitirdi, Şam'a 5. Ordu'nun 30. Süvari Alayı'nda staj yapmak için atandı. →1906 Ekim: Şam'da Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'ni kurdu. Şam'da topçu stajını yaptı ve Kolağası oldu. →1908 Temmuz 23: Meşrutiyet'in ilan edilmesi için çalışmaları. →1909 Mart 31: 31 Mart ihtilalinde Hareket Ordusu Kurmay Subayı olarak çalıştı. →1911 Eylül 13: Mustafa Kemal, İstanbul'a Genelkurmay'a naklen atandı. →1911 Kasım 27: Mustafa Kemal, Binbaşılığa yükseldi. →1912 Ocak 9: Mustafa Kemal, Trablusgarp'ta Tobruk saldırısını yönetti. →1913 Ekim 27: Mustafa Kemal, Sofya Ateşemiliterliği'ne atandı. →1914 Mart 1: Mustafa Kemal, Yarbaylığa yükseltildi. →1915 Şubat 2: Mustafa Kemal, Tekirdağı'nda 19. Tümeni kurdu. →1915 Şubat 25: Mustafa Kemal'in Maydos'a gidişi. →1915 Nisan 25: Mustafa Kemal, Arıburnu'nda İtilaf Devletleri'ne karşı koydu. →1915 Haziran 1: Mustafa Kemal'in Albaylığa yükselişi. →1915 Ağustos 9: Mustafa Kemal, Anafartalar Grup Komutanlığı'na atandı. →1915 Ağustos 10: Mustafa Kemal, Anafartalar'dan düşmanı geri attı. →1916 Nisan 1: Mustafa Kemal'in Tuğgeneralliğe yükselişi. 124 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ →1916 Ağustos 6: Mustafa Kemal, Bitlis ve Muş'u düşman elinden kurtardı. →1917 Eylül 20: Mustafa Kemal, memleketin ve ordunun durumunu açıklayan raporunu yazdı. →1917 Ekim: Mustafa Kemal, İstanbul'a döndü. →1918 Ekim 26: Mustafa Kemal, Halep'in kuzeyinde bugünkü sınırlarımız üzerinde düşman saldırılarını durdurdu. 1918 Ekim 30: Mondros Mütarekesi'nin imzalanması. →1918 Ekim 31: Mustafa Kemal'in Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı'na atanması. →1918 Kasım 13: Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı'nın kaldırılması ve Mustafa Kemal'in İstanbul'a dönüşü. 1919Nisan 30: Mustafa Kemal'in Erzurum'da bulunan 9. Ordu Müfettişliği'ne atanması. →1919 Mayıs 15: İzmir'e Yunan'lıların asker çıkarması. →1919 Mayıs 16: Mustafa Kemal, Bandırma vapuruyla İstanbul'dan ayrıldı. →1919 Mayıs 19: Mustafa Kemal, Samsun'a çıktı. →1919 Haziran 15: Mustafa Kemal, 3. Ordu Müfettişi ünvanını aldı. →1919 Haziran 21: Mustafa Kemal, Ulusal Güçleri Sivas Kongresi'ne çağırdı. →1919 Temmuz 8 / 9: Mustafa Kemal, askerlikten çekildi. (Saat: 20:50) →1919 Temmuz 23:Mustafa Kemal'in başkanlığı altında Erzurum Kongresi'nin toplanması ve bir Temsil Kurulu seçerek dağılması. (7 Ağustos 1919) →1919 Eylül 4: Mustafa Kemal'in başkanlığı altında Sivas Kongresi'nin toplanması ve 11 Eylül'de sona ermesi. →1919 Eylül 11: Mustafa Kemal, Anadolu ve Rumeli Müdafaayı Hukuk Cemiyeti Heyet Temsiliyesi Başkanlığı'na saçildi. →1919 Ekim 22: Amasya Protokolü'nün imzalanması. →1919 Kasım 7: Mustafa Kemal, Erzurum'dan milletvekili seçildi. 125 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ →1919Aralık 27: Mustafa Kemal, Heyeti Temsiliye'yle birlikte Ankara'ya geldi. →1920 Mart 20: İstanbul'un İtilaf Devletleri tarafından ele geçirilmesi, Mustafa Kemal'in protestosu, Ankara'da yeni bir Millet Meclisi toplama girişimi. →1920 Mart 18: İstanbul'da Meclis-i Mebusan'ın son toplantısı. →1920 Mart 19: Mustafa Kemal tarafından Ankara'da üstün yetkiyi taşıyan bir Millet Meclisi toplanması hakkında illere duyuruda bulunulması. →1920 Nisan 23: Mustafa Kemal, Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açtı. →1920 Nisan 24: Mustafa Kemal, Büyük Millet Meclisi Başkanı seçildi. →1920Mayıs 5: Mustafa Kemal'in başkanlığında ilk Hükümet'in toplantısı. →1920 Mayıs 11: Mustafa Kemal, İstanbul Hükümeti tarafından ölüm cezasına çarptırıldı. →1920Mayıs 24: Mustafa Kemal'in cezası Padişah tarafından onaylandı. →1920 Ağustos 10: Osmanlı İmparatorluğu delegeleriyle İtilaf Devletleri arasında Sevr Antlaşması'nın imzalanması. →1920 Ocak 9 / 10: Birinci İnönü Savaşı. →1921 Ocak 20: İlk Teşkilat-ı Esasiye (Anayasa) Kanunu'nun esas maddelerinin kabulü. →1921 Mart 30 / Nisan 1: İkinci İnönü Savaşı. →1921 Mayıs 10: Mustafa Kemal tarafından Büyük Millet Meclisi'nde Anadola ve Rumeli Müdafaai Hukuk Grubu'nun kurulması ve Mustafa Kemal'in Grup Başkanlığı'na seçilmesi. →1921 Ağustos 5: Mustafa Kemal'e Başkumandanlık görevinin verilmesi. →1921 Ağustus 22: Mustafa Kemal'in yönetiminde Sakarya Meydan Savaşı'nın başlaması. 126 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ →1921 Eylül 13: Sakarya Meydan Savaşı'nın kazanılması. →1921 Eylül 19: Mustafa Kemal'e Mareşallik rütbesinin verilmesi ve Mustafa Kemal'in Gazi ünvanını alması. →1922Ağustos 26: Gazi Mustafa Kemal'in Kocatepe'den Büyük Taarruz'u yönetmesi. →1922 Ağustos 30: Gazi Mustafa Kemal'in Dumlupınar Başkumandanlık Meydan Savaşı'nı kazanması. →1922 Eylül 1: Gazi Mustafa Kemal'in: "Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir, İleri !" emrini vermesi. →1922 Eylül 9: Türk Ordusu'nun İzmir'e girmesi. →1922 Eylül 10: Gazi Mustafa Kemal'in İzmir'e gelişi. →1922 Ekim 11: Mudanya Mütarekesi'nin imzalanması. →1922 Kasım 1: Gazi Mustafa Kemal'in önerisi üzerine saltanatın kaldırılması. →1922 Kasım 17: Vahdettin'in bir İngiliz harp gemisiyle İstanbul'dan kaçması. →1923 Ocak 29: Gazi Mustafa Kemal'in Latife Hanım'la evlenmesi. →1923 Temmuz 24: Lozan Antlaşması'nın imzalanması. →1923 Ağustos 9: Gazi Mustafa Kemal'in Halk Fırkası'nı kurması. →1923 Ağustos 11: Gazi Mustafa Kemal'in 2. Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na seçilmesi. →1923 Ekim 29: Cumhuriyet'in ilan edilmesi. →1923 Ekim 29: Gazi Mustafa Kemal'in ilk Cumhurbaşkanı olması. →1924 Mart 1: Gazi Mustafa Kemal'in Büyük Millet Meclisi'nde Halifeliği kaldırması ve öğretimin birleştirilmesi hakkında açış nutkunu söylemesi. →1924 Mart 3: Hilafetin kaldırılması, öğrenimin birleştirilmesi, Şer'iyeve Evkaf Vekaletiyle (Bakanlığıyla), Erkanıharbiyei Umumiye Vekaletinin kaldırılması hakkındaki yasaların Büyük Millet Meclisi'nce kabul edilmesi. 127 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ →1924 Nisan 20:Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye (Anayasa) Kanunu'nun kabul edilmesi. →1925 Şubat 17: Aşarın kaldırılması. →1925 Ağustos 24: Gazi Mustafa Kemal'in ilk defa Kastamonu'da şapka giymesi. →1925 Kasım 25: Şapka Kanunu'nun Büyük Millet Meclisi'nde kabul edilmesi. →1925 Kasım 30: Tekkelerin kapatılması hakkındaki kanunun kabulü. →1925 Aralık 26: Uluslararası takvim ve saatin kabulü. →1926 Şubat 17: Türk Medeni Kanunu'nun kabulü. →1927 Temmuz 1: Gazi Mustafa Kemal'in Cumhurbaşkanı sıfatı ile ilk kez İstanbul'a gitmesi. →1927 Ekim 15 / 20:Gazi Mustafa Kemal'in Cumhuriyet Halk Partisi 2. Kurultayı'nda tarihi Büyük Nutku'nu söylemesi. →1927 Kasım 1: Gazi Mustafa Kemal'in 2. Kez Cumhurbaşkanlığı'na seçilmesi. →1928 Ağustos 9: Gazi Mustafa Kemal'in Sarayburnu'nda Türk harfleri hakkındaki nutkunu söylemesi. →1928 Kasım 3: Türk Harfleri Kanunu'nun Büyük Millet Meclisi'nde kabul edilmesi. →1931 Nisan 15: Gazi Mustafa Kemal tarafından Türk Tarih Kurumu'nun kurulması. →1931 Mayıs 4: Gazi Mustafa Kemal'in 3.kez Cumhurbaşkanlığı'na seçilmesi. →1932 Temmuz 12: Gazi Mustafa Kemal tarafından Türk Dil Kurumu'nun kurulması. →1933 Ekim 29: Gazi Mustafa Kemal'in Cumhuriyet'in 10. Yıldönümünde tarihi nutkunu söylemesi. →1934 Kasım 24: Gazi Mustafa Kemal'e Büyük Millet Meclisi tarafından Atatürk soyadının verilmesi kanununun kabul edilmesi. →1935 Mart 1: Atatürk'ün 4. kez Cumhurbaşkanlığı'na seçilmesi. 128 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ →1937 Mayıs 1: Atatürk'ün çiftliklerini Hazine'ye ve taşınamaz mallarını da Ankara Belediyesi'ne bağışlaması. 1938 Mart 31: Atatürk'ün hastalığı hakkında Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği'nin ilk resmi duyurusu. →1938 Eylül 15: Atatürk'ün vasiyetnamesini yazması. →1938 Ekim 16: Atatürk'ün hastalık durumu hakkında günlük resmi duyuruların yayınına başlanması. →1938 Kasım 10: Atatürk'ün ölümü. (Perşembe, saat: 09.05) →1938 Kasım 11: İstanbul Şehir Meclisi'nin olağanüstü toplantı yapması. Saraydaki Cumhurbaşkanlığı forsunun indirilerek yerine yarıya kadar indirilmiş Türk Bayrağı'nın çekilmesi. →1938 Kasım 12: Atatürk'ün ölümü dolayısıyla, Yüksek Öğretim gençliğinin üniversite Konferans Salonu'nda toplanması. →1938 Kasım 13: Gençliğin Taksim Cumhuriyet Anıtı önünde toplanarak Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet'i koruyacaklarına ant içmeleri. →1938 Kasım 14: Büyük Millet Meclisi çok hazin bir toplantı yaptı. →1938 Kasım 15: Hükümet Atatürk'ün Ankara'da ebedi istirahat yerine konulacağı 21 Kasım 1938 tarihini ulusal yas günü olarak duyurdu. →1938 Kasım 16: İstanbul'lular Atatürk'ün Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu'ndaki katafalkı önünde sabahın ilk saatlerinden gecenin son saatlerine kadar saygı ve üzüntü içinde son görevlerini yaptılar. →1938 Kasım 19: Büyük bir törenle, Atatürk'ün Dolmabahçe'den alınan yüce cenazesi, önce Sarayburnu'na, oradan Zafer torpidosuyla Yavuz zırhlısına götürüldü.Yavuz zırhlısıyla İzmit'e kadar götürülen tabut, oradan Ankara'ya yolcu edildi. →1938 Kasım 20:Atatürk'ün sevgilinaşı Ankara'ya ulaştı ve Ankara'da Büyük Millet Meclisi önündeki katafalka konuldu. Ankara'lılar da son görevlerini saygıyla yaptılar. 129 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ →1938 Kasım 21: Atatürk'ün cenazesinin Etnoğrafya Müzesi'ndeki Geçici Kabre konulması. →1938 Kasım 25: Atatürk'ün vasiyetnamesinin açılması. →1938 Aralık 26: Atatürk'ün "Ebedi Şef" sanıyla anılmasının kabul edilmesi. →1953 Kasım 4: Atatürk'ün Geçici Kabri'nin açılması. →1953 Kasım 10: Atatürk'ün cenazesinin Anıt-Kabir'e nakledilmesi. ___________________________________________________________ 130 REİS PAŞA - AHMET YAVUZ 131