Avrupa İslam Üniversitesi İSLAM ARAŞTIRMALARI Journal of Islamic Research Yıl 1 Sayı 1 Şubat 2008 Tasavvufa Göre Dünya Hayatı ve Dünyevileşme Dr. Mustafa ÖZDEN Çubuk İmam-Hatip Lisesi Meslek Dersleri Öğretmeni The Matter Of Temporality In Mysticism Abstract After the death of Mohammad, some of the Muslims deprived of his leadership, especially in the time of Umayyads, starts to adopt a negative manner towards the world and its kindness due to the fact that they show excessive addiction to the world and its enticing kindness, extravagance and dissoluteness, stay indifferent to the moral and Islamic merits, and the fact that the politicians widely apply constraint and violence. Whereas, what the Qur’an disapprove is not the world and its kindness but is the matter of forgetting Allah, neglecting the next world and have no connection to the divinity as a result of the aim of behaving cruelly and despotically as being nailed on to the world, to be able to get the so-called kindness Giriş Tasavvuf, kalbi dünya sevgisinden arındırma ve Allah’a bağlama cehdinin adıdır. Bilindiği gibi Kur’an’da “dünya hayatının ancak bir oyun ve eğlenceden ve aldatıcı bir geçimlikten ibaret olduğu” (Hadid 20) bildirilmektedir. İnsan ise fıtrî olarak yeme, içme ve barınma ihtiyacıyla birlikte, evlenip çocuk sahibi olma, mal-mülk edinme, sosyal hayatta bir mevki ve statü elde etme gibi duygu ve arzulara sahiptir. 164 Yıl 1 Sayı 1 Şubat 2008 İSLAM ARAŞTIRMALARI Fıtrî olarak bu ihtiyaç ve duygulara sahip olan insanın kalbini dünya sevgisinden arındırması mümkün müdür? Böyle bir şey insandan istenmiş midir? Bu soruların cevabı, bazı İslam düşünürleri tarafından, İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur’an ve sünnet’in dünya ve dünya hayatı ile ilgili değerlendirmeleri esas alınarak verilmeye çalışılmış ve ortaya “dünyaya değer vermemeyi” ilke olarak kabul eden bir “İslam yorumu” çıkmıştır Bu makalede Hz. Peygamber ve sahabenin zühd anlayışından başlayarak, bu anlayışı bir ekol haline getiren mutasavvıfların dünya hayatı ve dünyevileşme ile ilgili görüşleri ele alınacak ve değerlendirilecektir. I. İslam’ın İlk Döneminde Din ve Dünya Algısı 1. Hz. Peygamber’in Zühdü Hz. Peygamber (sav) sade ve mütevazi bir hayat yaşamış, sahabeler de genel anlamda O’nun bu yaşayış tarzını içselleştirmişlerdir. Bu dönemde genel olarak Kur’anî ölçülere uyulmasına rağmen, zaman zaman bazı sahabilerde, rahiplerdeki gibi, içgüdülerin bastırılması ve yok sayılması, cinsel perhiz vb. eylemlere özenti duyulduğu görülmüştür. Hatta insana hoş gelen şeyleri yapmanın zühd’e, takva’ya aykırı olacağını düşünen, söyleyen kişileri, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) uyardığı, engellediği de bilinen bir husustur: Bir gün üç sahabi, nasıl ibadet ettiğini sormak için Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hanımlarının yanına gelmiş, hanımlarından O’nun ibadet şeklini öğrenince, bunu azımsayarak: “Biz nerede, Allah’ın Rasulü nerede? Muhakkak ki Allah, peygamberlerinin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamıştır” dediler. İçlerinden birisi:”Ben geceleri daima namaz kılacağım” dedi. Diğeri: “Ben de ömür boyu oruç tutacağım”dedi. Bir başkası da: ”Ben de ömür boyu kadınlardan ayrı yaşayacağım” dedi. Onlar böyle konuşurken Hz. Peygamber (s.a.v.) yanlarına gelerek,”…şunu biliniz ve iyi düşününüz ki; ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve en ileri seviyede takva sahibi olanınızım. Bununla birlikte gecenin bir kısmında namaz kılarım, bir kısmında da uyurum, bazen oruç tutarım, bazen de tutmam, kadınlarla da evlenirim. İşte benim sünnetim budur…” dedi. İmam Gazali gibi tasavvuf teorisyenlerinden birisi olan Kâdî İyaz (Ö.1149) da Hz. Peygamber’in (s.a.v.) örnek ahlakı hakkında yazdığı Şifa-i Şerif kitabının Hz. Peygamber’in (s.a.v.) dünyadaki zühd’ü başlığı altındaki bölümde, O’nun dünyaya karşı tutumuna ilişkin şunları söylemektedir: “Biliyoruz ki o dünya ve menfaatlerine pek önem vermezdi, azı ile yetinirdi. Dünyanın debdebe ve şatafatından şiddetle kaçınırdı.Vefat edinceye kadar kendisine birçok imkânlar verilmiş ve birçok beldeler fethedilmiştir. Ama yine de vefat ettikleri zaman silahı, çoluk çocuğunun nafakası için aldığı bir mal karşılığında, bir Yahudi’nin yanında Yıl 1 Sayı 1 Şubat 2008 165 İSLAM ARAŞTIRMALARI rehindi. O, dua ederken şöyle derdi:“Allahım, Âli Muhammed’in rızkını kıt (Kifa-i nefs edecek kadar azık) kıl.” Kâdı İyaz Hz. Peygamber’in (s.a.v.) dünyaya karşı ilgi ve tutumunu ifade eden Hz. Aişe (r.a.) nın rivayetlerini zikretmektedir. “Rasulullah (s.a.v.) dünyaya gözlerini yumuncaya kadar, üç gün ardı ardına (yavan) ekmekle doymamıştır.” Hz. Aişe (r.a.): “Rasulullah vefat ettiğinde, evinde, rafta bir parça arpadan başka bir şey bırakmamıştır. O, şöyle demiştir: “Bana Mekke’nin taşı, toprağı altın olması sunuldu, hayır ya Rabbi, dedim; bir gün aç kalayım, bir gün tok, aç kaldığım gün, sana yalvarıp dua ederim. Tok kaldığım gün sana hamdü senada bulunurum”. Diğer bir hadiste şöyle varit olmuştur:“Cebrail (a.s.) Ona inip dedi ki:“Allah’ın sana selamı var, isterse şu dağları ona altın yapayım, nereye giderse gitsin o altın dağları onunla beraber olur, diyor.( ne dersin?)” Bir an düşündü ve şöyle konuştu: - Ey Cibril, dünya, yurdu olmayanın yurdudur… Ve yine (o), malı olmayan kimsenin malıdır. Aklı olmayan kimse toplar bunları! Cebrail (a.s.)’in cevabı şu oldu: “Ya Muhammed! Allah seni kavl-i sabit ile dimdik kılmıştır.” Hz. Aişe (r.a.) şöyle buyurur: “Zaman olurdu tam bir ay beklerdik, evimizde (yemek için) ateş yakmazdık ve sadece hurma ile su bulunurdu.” Peygamber’in (s.a.v.) karnı (hiçbir zaman) yemekten doymamıştır. Bu hususta hiç kimseye yakınmamıştır da. İhtiyaç, onun için zenginlikten daha iyi idi. Bütün gece açlıktan kıvransa bile, onun bu durumu, gündüz onu orucundan alıkoymazdı. İsteseydi Rabbinden yeryüzünün bütün hazinelerini, meyvelerini ve refah hayatını isterdi. And olsun ki onun o halini gördüğüm zaman, acırdım ve ağlardım. Elimle karnını sıvazlardım ve derdim ki: Canım sana feda olsun! Sana güç verecek şu dünyadan bazı menfaatler (yiyecek içecekler) temin etsen olmaz mı? “– Ey Aişe, benim neyime! Ulu’l Azm’dan olan peygamber kardeşlerim, bunlardan daha çetin olanına karşı tahammül gösterdiler. Fakat o halleri ile yaşayışlarına devam ettiler, Rablerine kavuştular, bu sebeple Rableri onların kendisine dönüşlerini çok güzel biçimde yaptı, sevaplarını artırdı. Ben müreffeh bir hayat yaşamaktan hayâ ediyorum. Çünkü böyle bir hayat beni onlardan geri bırakır. Benim için en güzel ve sevimli şey kardeşlerime, dostlarıma kavuşmak ve onlara katılmaktır.” Kadı İyaz’ın Şifa-i Şerifi’nde buna benzer yüzlerce hadis mevcuttur. Bu rivayetlerin genel ortak özellikleri, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in açlığı ve fakirliği iradi olarak tercih ettiği ve istediği yönündedir. Dolayısıyla müslümanlar da Hz.Peygamber (s.a.v.) gibi açlığı ve fakirliği iradi olarak istemelidirler. Hâlbuki rivayetlerde anlatılan durumlar, bize göre o günkü ekonomik şartlardan dolayıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.) yiyecek içecek bir şey bulamadığı için aç kalmıştır.Yoksa kendisine eziyet etmek için aç kalmamıştır. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) mal-mülk edinme ve zengin olmak gibi özel bir gayreti, çabası ve amacı olduğu söylenemez. Çünkü O’nun tebliğ ve tebyin görevi buna manidir 166 Yıl 1 Sayı 1 Şubat 2008 İSLAM ARAŞTIRMALARI 2. Hz. Peygamber’den Sonra Zühd Hayatı Hz. Peygamber (s.a.v.) hayatta iken O’nun önderliğinde dini bir bütün olarak anlayıp yaşamaya çalışan sahabenin din anlayışı ve uygulamasında, O’nun vefatından sonra, farklı bazı yorumlar ve ihtilaflar ortaya çıktı. Nitekim zahid sahabelerden birisi olan Ebu Zer el-Gıfari (ö.32/652) ile Şam valisi Muaviye arasında “Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamayanlara acıklı bir azabı haber ver” ayetinin, Müslümanlar hakkında mı, yoksa ehl-i kitap hakkında mı indirildiğine ilişkin tartışmalar yaşanmış ve Şam valisi ile Ebu Zer arasında ihtilaf meydana gelmiştir. Bundan dolayı Ebu Zer (r.a.)’in Halife Hz. Osman tarafından Medine yakınlarındaki Rebeze köyünde ikamet etmeye zorlanması, bu konuda, daha sahabe döneminde bile farklı görüş ve kabullerin olduğunu göstermektedir. Bu örneklerden anlaşılacağı üzere Müslümanlar arasında zühd hayatı İslam’ın ilk dönemlerinde başlamıştır. Daha sonra “Tasavvuf ” diye adlandırılacak olan bu “zühd hayatı”nın siyasî ve iktisadî buhranlar sonucunda İslam dünyasında meydana gelen bir takım sosyal değişmelere bir reaksiyon olarak geliştiği ifade edilmektedir. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) vefatından sonra, onun önderliğinden mahrum kalan Müslümanlar, ilerleyen zaman içinde, özellikle de Emevîler döneminde, ortaya çıkan “dünyevileşme” ye karşı, İslam imparatorluğunun dünyevî bir saltanat haline dönüşmesi, israf ve sefahatin ön plana geçmesi, baskı ve şiddet politikasının yaygın bir şekilde kullanılması, toplumun ahlakî dejenerasyona ve İslami değerlere karşı kayıtsız bir kimliğe doğru sürüklenmesi gibi nedenlerle tavır koymaya başlamışlardır. Tasavvuf tarihi kitapları, başlangıçtan beri, tarihsel süreç içinde Müslümanlarda gözlenen dünyevileşme temayülü ile tasavvuf hareketlerinin güçlenmesi arasında doğru bir orantı bulunduğunu göstermektedir. İslam’ın ilk iki asrında “zühhâd” veya “ubbâd” ismi verilen zümrenin dünyaya bakışlarında, dünyaya karşı mesafeli durma bilincinde genel anlamda yadırganacak bir durum söz konusu değildi. Bu dönemin temel özelliği, Müslümanların dünya nimetlerine karşı soğuk ve mesafeli durmaları ve bu dönemde dünya nimetlerinin ayartıcı ve azdırıcı özelliklerine daha çok vurgu yapılmasıdır. Müslüman toplumlarda zamanla ahlaki anlamda yozlaşma ve bozulmalar ortaya çıktıkça, bu söz konusu zümrenin zühd konusundaki ısrarları artmış; dünya ve nimetlerini yerme, aşağılama konusunda üsluplarında sertleşmeler ve kasdı aşan ifadeler görülmeye başlamıştır. Bu zümre, dünyaya karşı mesafeli durma konusunda, dinin amacına uygun olmayan aşırılıklara kaçmıştır. II. Tasavvuf Önderlerinin Dünya Hayatına Bakışı Şimdi “Tasavvuf ” kavramının tanımından başlayarak İslam dünyasındaki “dünyevileşme” olgusunun temellerine inelim. Yıl 1 Sayı 1 Şubat 2008 167 İSLAM ARAŞTIRMALARI Tasavvuf kelimesinin genel olarak suf ’tan geldiği, “kamis” (gömlek) giyene, “gömlek giydi” anlamında (tekammasa) denildiği gibi, yün ve yünlü elbise anlamındaki (sûf)’u giyene de “yünlü elbise giydi” anlamında (tesavvefe) denildiği ve böylece tasavvuf kelimesinin doğduğu kabul edilmektedir. Terim olarak tasavvuf için: “Hakkın seni senden öldürmesi ve kendisi ile diriltmesidir. Maddî ve nefsanî şeylerden alakayı keserek Allah ile beraber olmaktır.” “Tasavvuf; ne bir şeye malik olman, ne de bir şeyin sana malik olmasıdır.” “Tasavvuf; ahlaktır, senin ahlakını artıran ve geliştiren, senin saflığını artırmış olur.” “Tasavvuf; boş el ve hoş gönüldür.” “Tasavvuf; hakka boyun eğmektir”. “Tasavvuf; kalbi yalnız Allah’a bağlayıp masiva’dan ilgiyi kesmektir.” şeklinde tanımlar yapılmıştır. Şimdi bu tariflerin ışığında bazı tasavvuf klasiklerinden ve konuyla ilgili günümüz eserlerinden nakiller yaparak, tasavvufçuların dünya hayatına nasıl baktıklarını ve dünyevileşmeyi nasıl değerlendirdiklerini görelim: Tasavvuf teorisyenlerinin en önemlilerinden birisi olan Abdülkerim Kuşeyri(ö.1072) tasavvufa dair yazdığı “er-Risale” isimli kitabında, insanlara dünyaya karşı zâhid olmalarını, kanaat sahibi olmalarını ve “tul-i emel” (uzun emel) den uzak olmalarını tavsiye etmekte ve iyi kişilerin dünyanın kirine bulaşmadıklarını söylemektedir. Kuşeyri, Risale’de “zühd”ü; “dünyayı terk etmek, sonra da kimin eline geçerse geçsin aldırmamaktır”, şeklinde tanımlar. Kuşeyri eserinin müritlere tavsiyeler bölümünde de tüm dünyevi alaka ve bağları kesmeden tûl-i emelden kurtulunamayacağını, dolayısıyla dünya ve nimetlerini reddetmeden huzura erişilemeyeceğini ifade etmektedir. İslam dünyasını asırlarca etkilemiş ve hâlâ da etkilemeye devam eden bir tasavvuf otoritesi olan ve Huccetü’l-İslam lakabıyla isimlendirilen Gazalî (ö.1111), Müslümanlara dünyaya karşı nasıl bir tutum içinde olmalarını önermektedir? Bunun cevabını Gazalî’nin İhya’sından öğrenmeye çalışalım. Gazalî, ahiret saadeti elde etmek ve Allah ile beraber olmak için dünyanın reddedilmesi gerektiğini ileri sürer. İhya’nın mukaddimesinde Gazalî’nin dünyaya karşı tutumu son derece açıktır: “Hamd Allah’a mahsustur ki dostlarına dünyanın gâile ve afetlerini bildirmiş, dünyanın kusur ve noksanlarını onlara göstermiştir. Gazalî, dünyayı şuh bir kadına benzeterek şöyle tanımlar: 168 Yıl 1 Sayı 1 Şubat 2008 İSLAM ARAŞTIRMALARI “Bu dünya görünüşte güzel bir kadın gibi güzel yüzü ile insanları kendisine çekmekle beraber, kendisine vuslata heves edenleri, görülmeyen kötülükleri ile helak etmektedir. Aynı zamanda peşinde koşanlardan uzaklaşmakta olup onlara yaklaşmakta cimrilik göstermektedir. Şayet yönelirse de kötülüğünden emin olunmamaktadır. Bir saat iyilik ederse, bir sene kötülük etmektedir. Bir defa kötülük yaparsa, bir yılda ondan kurtulmak mümkün olmamaktadır. Onun insana yönelmesi, helak ve hüsranın delilidir. Onun afetleri devamlı olup daima taliplilerini zillete sokmaktadır. Dünyaya aldanan herkes zillete mahkûmdur…” Gazalî’nin sadece dünyayı sevmeyi, ona karşı ilgi - alaka göstermeyi değil, bizzat, zenginliği, mal ve makamı, madde ve eşyayı da reddettiği, Hz. Peygamber (s.a.v.) ve Hz. İsa (a.s.) dan rivayet ettiği haberlerden anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v.):“Dünyaya meyleden, suda yürüyen insan gibidir. Suda yürüyen kimse ayaklarını ıslatmadan suda yürüyebilir mi?” buyurmuştur. Gazalî bu rivayeti şöyle yorumlar: ”Bu hadis bütün mevcudiyetleri ile dünyalığa daldıkları halde kalplerinin bundan uzakta kaldığını sananların cehaletlerini ortaya koymaktadır. Bu zan şeytanın aldatmasından başka bir şey değildir. Hâlbuki bu gibiler içinde bulundukları servetten uzaklaştırılsalar, en büyük acıyı duyan kimseler olurlar. Su üzerinde yürüyenin mutlak surette ayakları ıslanacağı gibi dünyalığa dalanların da kalpleri ile dünyalığa karşı temayül göstermeleri yüzünden bir zulmetin bulunacağı muhakkaktır. Kalbin dünya ile alakalanması ise, ibadetin zevkini almaya manidir”. Gazalî, dünyayı reddetmeye yönelik olarak Hz. İsa (a.s.)’ın ağzından şunları nakleder: “Dünyayı kendinize efendi edinmeyin ki o da sizi kendisine köle edinmesin” “Ey havarilerim, sizin için dünyayı ben sırtüstü yere vurdum. Sakın benden sonra onu ayağa kaldırmayın. Dünyanın habis olduğunun bir delili, onda Allah ‘a isyan edilmesi, diğer delili de ahiretin ancak onu terk etmekle elde edileceğidir. Dünyadan geçin, imarına bakmayın ve iyi biliniz ki bütün kötülüklerin başı dünya sevgisidir. Kısa bir şehvetin uzun bir pişmanlık vereceği unutulmasın. “Dünyalık peşinde koşan, durmadan deniz suyunu içen gibidir. İçtikçe harareti artar ve nihayet helak olur.” Gazalî Hz. Adem (a.s.) dan şu haberi rivayet eder: Adem (a.s.) yasak olan ağaçtan yediği zaman, bağırsakları sıkıştı ve dışarı çıkmak istedi. O ana kadar öyle bir şey yoktu, yediği diğer yemeklerden ihracat yapıyordu. Bu ağaç bu sebepten yasaklanmıştı. Vakta ki sıkıştı, cennet içinde dolaşmaya başladı. Allah Teâla bir melek vasıtasıyla kendisine sordurdu. Niye dolaşıyorsun? Âdem (a.s.) dışarı çıkmak istiyorum dedi. Kendisine hangi minderi, hangi ağacın gölgesini kirletmek istiyorsun? Burada böyle bir şey olmaz, çık dünyaya denildi. Bu da dünyanın adiliğini gösterir. Yıl 1 Sayı 1 Şubat 2008 169 İSLAM ARAŞTIRMALARI Şu rivayetler Gazalî’nin “dünya” konusundaki görüşlerini özetler mahiyettedir: Hz. Musa (a.s.): “Ateş ile suyun bir kapta toplanması mümkün olmadığı gibi, hem dünya, hem de ahiret sevgisinin bir gönülde toplanması mümkün değildir”. “Dünya bir lâşedir. Bundan faydalanmak isteyen, köpeklerle düşüp kalksın” demiştir. Hz. Ali: Dünya ile ahiret birer kuma gibidir, birisini memnun ettiğin nispette diğerini gücendirmiş olursun. Bişr b. Kab: Bişr “gelin size dünyayı göstereyim” der ve mezbelelikten onlara yedikleri çeşitli yemeklerin neticesini göstererek “İşte dünyanın sonu budur” der. İmam Gazalî, İhya’sında buna benzer yüzlerce hadis, haber, hükema ve tasavvuf önderlerinden rivayet ettiği sözlerle dünyayı reddetmeye ve kötülemeğe çalışır. Mukâşefetü’l-Kulûb isimli eserinde de Gazalî dünyayı zemmederek, dünyanın bir fitne olduğunu ve dünyaya aldanılmaması gerektiğini söyler. Muhammed İbrahim es-Semerkandi (ö.993) nin de Tenbihu’l-Ğafilin ve Bustânu’lArifîn isimli eserlerinde, dünyaya yaklaşım tarzının Gazalî’den pek farklı olmadığı görülmektedir. Semerkandî, bu iki eserinde, insanın dünyada geleceğe yönelik emellerinden sökülüp atılması yani hırs ve tul-i emelin kötülenmesinden, kanaatkâr ve fakir olmanın faziletlerinden ve dünyanın reddedilmesi gerektiğinden bahseder. 1. Bazı Tarikat Önderlerine Göre Dünya ve Dünya Hayatı a) Abdülkadir Geylani (ö.561/1165) Kadiri tarikatının lideri, aynı zamanda tasavvuf çevrelerinde Gavsü’l-Vasilin olarak nitelenen Abdulkadir Geylani (ö.561/1165), Fethur-Rabbani isimli kitabında dünyayı şöyle değerlendirmiştir: “Ey dünya ile uğraşanlar, onu bırakın, söz etmeyin, yalnız dille konuşuyorsunuz, kalbinizle konuşmuyorsunuz.” “Yazık sana, ahireti dünya ile nasıl kirlettin? İnsan, kendine mal etmek istediği mevhum varlıktan soyunmalıdır, ebdal olmalıdır.” “Ey dünya ile uğraşan, yakında hüsran başlıyor, pişman olacaksın. Bu pişmanlık önce dünyada başlayacak sonra öbür âlemde..”. “Ey evlat! Ahireti dünyada öne al; böyle yap, ikisini birden kazanırsın. Dünyayı ahiretten öne alacak olursan ikisini de kaybedersin, bu sana bir ceza olur. Dünya ile kalbini meşgul etmezsen Allah sana yardımcı olur. Bulunduğun dünya halinde rahatlığı pek bulamazsın. Çünkü orası keder ve üzüntü yuvasıdır. Ondan oldukça uzak ol.” “İman sahibi dünyada dünya için çalışmaz. Dünyada kaldığı sürece öbür dünya için çalışır.” 170 Yıl 1 Sayı 1 Şubat 2008 İSLAM ARAŞTIRMALARI “Ey dünyayı bilmez! Dünyanın içini bilseydin onun kötü şeylerini almaya bakmazdın, onun tamamı bir derttir, gelse insanı yorar, gelmeyecek olsa üzer.” “Büyük zatlar, dünyayı ve cümle yaratılmışı bırakmıştır. O zatlar, arş altından yerin dibine kadar dünyalık işleri ve halkı bırakmışlardır, hepsine veda etmişlerdir.” “Dünyaya güvenip üstünde köşkler kurmak, su üstünde ev yapmaya benzer. İman sahibi dünyayı tutmaz.” “Şehvet duygularını, din işlerinden sonraya bırak. Ahiret işlerini dünyadan önce düşün.” Görüldüğü gibi Abdulkadir Geylani de dünyadan uzak durulmasını tavsiye etmektedir. b) Eşrefoğlu Rumi (ö.1469) Yine bir başka tasavvuf lideri Abdullah b. Eşref b. Muhammed (ö.1469), Müzekki’nNüfus isimli eserinin giriş bölümünden hemen sonraki ilk bölümünü dünyaya ayırmıştır. Müellif kitabının bu bölümünde, dünyaya bağlanmanın ve tul-i emel’in zararlarını, fakirliğin faziletlerini ve mal biriktirmenin zararlarını anlatmıştır. c) İmam Rabbani (ö.1624) Yine meşhur tasavvuf liderlerinden İmam Rabbani (ö.1624) de, Mektubat’ında insanlara dünyaya karşı şöyle bir tavır sergilemelerini tavsiye etmektedir: “Ey oğul! Bu dünya, imtihan ve iptila(deneme) mahallidir. Onun yüzü yıldızlarla ve çeşitli süslerle tezyin edilmiştir. Sureti nakışlıdır. Çirkin bir kadın gibi kaş çekilmiş, yanaklar boyanmıştır. İlk bakışta tatlı gelir; göze tazelik ve canlılık hayali verir. Lakin hakikatte o, üzerine koku atılmış cifeye benzer. Sineklerin ve kurtların içine dolduğu bir mezbele gibidir. Su gibi görünür, o bir seraptır. Şeker suretinde zehirdir. Onun içi harap ve pek kötüdür. O, bu boyası, süsü, hayâsızlığı ile söylenenlerin ve anlatılanların tümünden şerlidir. Dünyaya yönelen hizlana uğrar; onun fitnesine kapılan çıldırır. Dünyanın hükmü altın kaplı necasettir. Onun zehrinin benzeri şeker karışımıdır. İmam Rabbani, din ile dünyanın bir arada tutulmasının zorluğuna ilişkin düşüncesini şöyle açıklar: Din ile dünyayı bir arada cem etmek iki zıddı bir araya getirmek gibi bir şeydir. Netice itibariyle İmam Rabbani de insanlara, dünya ile hem ilgi, alaka, bağlılık ve meyil olarak ilişkiyi kesmeyi; hem de mal, mülk, zenginlik ve madde olarak ilişkiyi alabildiğine zayıflatmayı öğütlemektedir. d) Mehmed Nuri Şemsuddin e n-Nakşibend î (ö. h. 1282) El-Hac Mehmet Nuri Şemsuddin en-Nakşibendî (ö.h.1282) Miftahü’l-Kulub isimli Yıl 1 Sayı 1 Şubat 2008 171 İSLAM ARAŞTIRMALARI eserinde dünya ile ilgili düşüncesini, “..Kalbin meylini dünyadan kesmeli, hatta cesedinden ve ruhundan da ilgisini keserek, vücudunu Hak’ta mahv ve fani etmeli” şeklinde ifade ederek dünyadan mümkün olduğunca uzak durulmasını önermektedir. e) Mehmed Zahid Kotku (ö.1401/1980) Yakın tarih tasavvuf önderlerinin en önemlilerinden birisi olan Mehmet Zahid Kotku (ö.1401/1980), zühdü ve dünya ile ilişkinin boyutunu şöyle ifade eder: Zühd, dünyaya iltifatsızlıktır…Dünya için dünyada olan ihtiyaçlarımız kadar, ahiret için de ahirete olan ihtiyacımız kadar çalışmak lazım” dır demektedir. f) Mahmud Sami Ramazanoğlu Yine yakın tarihimizin bir diğer önemli tasavvuf şahsiyetlerinden birisi olan Mahmud Sami Ramazanoğlu dünyayı şöyle niteler:” Dünya mel’undur. Onda olanlar da mel’undur, ancak Allah’ı ananlar müstesna” dır. Daha bunlara benzer yüzlerce tasavvuf menşeli kitap, uzun bir tarihi süreç içinde Müslümanlara dünyaya sırt çevirmeyi öğütlemiştir.Tasavvuf merkezli vaaz ve irşad kitapları, zaruri ihtiyaçlar dışında dünyaya bulaşılmaması gerektiğini tavsiye etmişledir. Sonuç ve Değerlendirme Yukarıda inceleme imkânı bulduğumuz, İslam dünyasını uzun bir süreden beri etkileyen, hâlâ da etkilemeye devam eden meşhur tasavvuf teorisyenlerinin eserleri ve tasavvuf merkezli vaaz ve irşad kitaplarının büyük ekseriyeti itibariyle ana karakteri, dünyayı dışlama, ebedi mutluluğun her türlü dünyevi nimet ve değerden vazgeçmekten geçtiğini savunma, dünya ve ahiret ayrımı yapma, hayatı dinî ve dünyevî şeklinde bölme, insani duyguları tatil etme veya yok sayma, başka bir ifadeyle insan fıtratına aykırı bir dünya tasavvuru sunmadır. Oysa kendisi dünyaya yönlenmemesine rağmen, Hz. Peygamber’in (s.a.v.), etrafındaki arkadaşlarının zengin olmalarına, ticaret yapmalarına karşı çıkmadığı ve onları ticarete teşvik ettiği de bilinen tarihi bir gerçektir Tasavvufçuların bakış açısına göre, genel olarak ahiret ve Allah için yapılacak iş ve ibadetler, kesinlikle dünya işlerinden ayrıdır. Böylece Kur’an-ı Kerim’in sık sık vurgu yaptığı “salih amel” dünya işlerinden soyutlanarak, sırf ibadet ve zikir gibi direkt ahirete yönelik amellere indirgenmiştir. Geri kalmışlık, eğer bilgi üretmeme, plan yapmama, ekonomi ve değer üretmeme, bilgiye, plana, programa itibar etmeme, tabiî olaylara karşı tedbir almama vs. ise bütün bu tür olumsuzlukların toplandığı bir dünyada, bunun böyle olmasının en önemli nedenlerinden birisi de hiç şüphesiz, orada yaşayan insanların uzun bir zaman boyunca yaşamla bağlarının, ilgilerinin bir hayli gevşetilmiş olması ve üzerinde yaşadıkları dünyanın “fani ve “yalan” olduğunu ileri sürerek tul-i emel’e itibar etmemeleri olsa gerektir. 172 Yıl 1 Sayı 1 Şubat 2008 İSLAM ARAŞTIRMALARI Hâlbuki Kur’an-ı Kerime göre, dünya ve onun nimetleri Allah tarafından yaratılmış ve insanın kullanımına sunulmuştur. Hatta Allah’ın insanların istifadesine sunduğu nimetleri saymak da mümkün değildir. Yine Kur’an-ı Kerim’e göre dünya ve nimetleri bizatihi kötü değildir. Dünyanın maddi ve zevk veren değerlerlerinden yararlanmak insan için masum bir davranıştır. Çünkü Kur’an dünyaya sırt çevirme yerine onunla ilgilenmeyi, ahlaki moral değerleri bozmadan taşkınlık yapmadan, Allah’ı unutmadan, ahireti göz ardı etmeden, dünyaya bağlanılmasını, onun imar ve ıslah edilmesini istemektedir. Kur’an bu anlayışla, dine bağlılığı, ahireti ve cenneti elde etmenin yolunu, dünyadan vazgeçmede değil, aksine onunla ilgilenmede ve onu kendi öngördüğü ilkeler doğrultusunda mamur etmede görmektedir. Aynı zamanda, Kur’an’ın dünya ve ahiret nimetleri arasında bir kategori farkı gözettiği de gözden kaçırılmamalıdır. Dünya ve nimetlerinin geçiciliği, Kur’an’da sık sık vurgulanır. Ancak, Kur’an’da hiçbir yerde bu nimetler kötülenmez, lanetlenmez. Aksine Kur’an-ı Kerim, dünya nimetlerinin insanlar tarafından yararlanılmasının mubahlığı bir tarafa, bu nimetlerin kullanımlarını yasaklayıcı bir tavır ve tutum içinde olanları şiddetli şekilde tenkit eder. “Allah’ın kendilerine verdiği rızıkları haram sayanlar, sapıtmışlardır. Bu ilim dışı, heva ve hevese uyularak yapılan bir iştir. Allah’ın insanların kullanımına sunduğu temiz dünya nimetlerini, insanlara yasaklamak O’nun koyduğu sınırları aşmak demektir. “De ki: Allah ‘ın kulları için yarattığı ziynet ve temiz rızıkları haram kılan kimdir?” Onlar dünya hayatının geçim vasıtası ve süsüdürler, ancak, ahiret nimetleri daha iyi, kalıcı ve ebedidir. Kur’an’ın yerdiği, kötülediği, benimsemediği, dolayısıyla karşı çıktığı dünya yahut onun bizatihi nimetleri değil, söz konusu nimetleri elde etmek için, dünyaya çakılı kalarak, Firavunlaşma temayülü neticesinde, Allah ‘ın unutulması, ahiretin göz ardı edilmesi ve aşkın olanla tüm bağların koparılması hususudur, anlayışıdır. Sonuç itibariyle Kur’an, hayatı bölmemiş ve hayatın tümüne yönelik esaslar, prensipler ortaya koymuştur. İslam, her şeyden önce bir dünya dinidir.Yani İslam, dünya-ahiret ayrımına onay vermez. Çünkü İslam, dünya hayatında uygulanacaktır. Kur’an’ın öngördüğü sistemde, ahiret dünya hayatının bir alternatifi, zıddı değil, onun tamamlayıcısı ve devamı niteliğindedir. Yani ahiretin yolu, mutluluğu bu dünyadan geçmektedir. Kur’an, bizlerden dünya ve ahiretin dengede götürülmesini istemiş ve bununla ilgili mü’minlere şöyle tavsiyede bulunmuştur.”…Allah’ın sana verdiği şeylerde, ahiret yurdunu da gözet, dünyadaki payını da unutma!”… “Rabbimiz, bize dünyada ve ahirette iyilik ver.” Yıl 1 Sayı 1 Şubat 2008 173 İSLAM ARAŞTIRMALARI Hz. Peygamber (s.a.v.) de bu husus ta:”Allah’ım kâfirlikten ve fakirlikten sana sığınırım.” “Veren el alan elden daha üstündür.” “Dünyaya sövmeyin, zira mümin için o ne güzel binektir. Hayra onun üzerinde erişir. Şerden de onunla kurtulur.” “Dünya ahiretin tarlasıdır.” buyuruyor. Yukardaki ayet ve hadislerde görüldüğü gibi hem Kur’an, hem de Hz. Peygamber (s.a.v.) müminlere dünya ve ahiretin birlikte ve dengede götürülmesini tavsiye etmektedir. Ne var ki tasavvuf kültür ve felsefesinde, Kur’an’ın öngördüğü dünya ve ahiret algısından farklı bir dünya tasavvurunun varlığı söz konusudur:Tasavvuf kültüründe, Ortaçağ Hıristiyanlığına benzer, dünya ve ahiret ayrımına dayanan bir dünya tasavvurunun kurgulandığı, arzu edildiği görülmektedir. Yani tasavvuf kültüründe, dünyanın aşağılanması, reddedilmesi, ihmal ve göz ardı edilmesini öneren bir dünya algısı mevcuttur. Hâlbuki Kur’an, tasavvuf ’un aksine, insanın dünya ve ahireti birlikte algılamasını ve her ikisine de gereken önem ve değeri verebilmesini önemser. Kötü olanın ise, insanın sadece dünyaya veya sadece ahirete yönelerek hayatı bölmesidir. 174 Yıl 1 Sayı 1 Şubat 2008