T.C. DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANA BİLİM DALI İSLAM TARİHİ VE SANATLARI PROGRAMI YÜKSEK LİSANS TEZİ HZ. MUHAMMED’İN TEBLİĞ MÜCADELESİNDE TÂİF YOLCULUĞU Emine ÖZTÜRK Danışman PROF. DR. Rıza SAVAŞ 2010 YEMİN METNİ Yüksek Lisans Tezi olarak sunduğum “Hz. Muhammed’in Tebliğ Mücadelesinde Tâif Yolculuğu” adlı çalışmanın, tarafımdan, bilimsel ahlâk ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurmaksızın yazıldığını ve yararlandığım eserlerin kaynakçada gösterilenlerden oluştuğunu, bunlara atıf yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve bunu onurumla doğrularım. Tarih .../…/… Emine ÖZTÜRK İmza ii ÖZET Yüksek Lisans Tezi Hz. Muhammed’in Tebliğ Mücadelesinde Tâif Yolculuğu Emine ÖZTÜRK Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslâm Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı İslâm Tarihi ve Sanatları Programı Tezimizin konusu, İslâm tarihinde Hz. Muhammed’in tebliğ çabası ve bu yolda çektiği sıkıntılar denince akla ilk gelen olaylardan biri olan Tâif yolculuğudur. Çalışmamızın giriş bölümünde, Hz. Muhammed’in İslâm daveti için Tâif’i seçme sebeplerini iyi anlamak adına Tâif şehri ve bu şehirde hâkim kabile olan Sakif kabilesi sosyo-kültürel, siyasi, ekonomik ve dini açıdan incelenmiştir. İki ana bölümden oluşan tez çalışmamızın ilk bölümünde Hz. Muhammed’in Tâif’e gitmesini gerektiren tarihi şartlar ve Tâif yolculuğu anlatılmıştır. Resûlullah’ın Tâif’te tebliğ çabası ve bu uğurda çektiği sıkıntılar tarihi veriler doğrultusunda ortaya konmuştur. İkinci bölümde ise Tâif dönüşünde gerçekleşen olaylar incelenmiştir. İlk önce, Tâif dönüşü gerçekleştiği konusunda genel kabul olan cinlerin Kur’an dinlemesi ve iman etmesi olayı Kur’an-ı Kerim ve hadisler ışığında ele alınmış, tarihi rivayetler ile birlikte değerlendirilmesi yapılmıştır. Daha sonra ise Mekke’ye dönüş konusu yine tarihi rivayetler doğrultusunda anlatılmış ve yorumlanmıştır. Çalışma son olarak genel bir değerlendirme yapılarak sonuçlandırılmıştır. Anahtar Kelimeler: Tâif, Hz. Muhammed, Tebliğ. iii ABSTRACT Master Thesis PROPHET MUHAMMED’S TA’IF JOURNEY AT THE NOTIFICATION EFFORTS Emine ÖZTÜRK Dokuz Eylül University Institute of Social Sciences Department of Islamic History And Arts Islamic History And Arts Program Our thesis subject is Prophet Muhammed's journey to Ta’if; one of the first things that comes to mind when the Prophet Muhammad's notification efforts and the encountered difficulties on this path is said. In the introductory section of our study, the Ta’if city and Thaqif tribe are examined to understand Prophet Muhammed's reasons to choose Ta’if to invite to Islam, in aspects of socio-cultural, political, economical and religional. In the first chapter of the thesis, which is consists of two main parts, historical conditions requiring a trip to Ta’if for Prophet Muhammed and Ta’if trip are explained. Prophet Muhammed's notification efforts in Ta’if and suffered hardships in this cause have been revealed with the support of the historical datas. In the second chapter is examined the events that occured on the return from Ta’if. The firstly, Jinns to listen to Quran and to become Muslim, in generally acceptation that the event occured on the return from Ta’if, discussed in the light of the Quran and Hadith and assessed with historical reports. Then the subject of return to Mecca, again in line with historical reports have been described and interpreted. The study have been concluded by conducting a general assessment. Key Words: Ta’if, Prophet Muhammed, Notification. iv İÇİNDEKİLER HZ.MUHAMMED’İN TEBLİĞ MÜCADELESİNDE TÂİF YOLCULUĞU YEMİN METNİ ........................................................................................................... ii ÖZET ..........................................................................................................................iii ABSTRACT................................................................................................................ iv İÇİNDEKİLER ............................................................................................................ v KISALTMALAR……………………………………………………………………vii GİRİŞ ........................................................................................................................... 1 A. Kaynaklar .......................................................................................................... 1 B. Araştırmalar ...................................................................................................... 5 C. Araştırmanın Amacı ve Metodu ........................................................................ 7 TÂİF ŞEHRİ VE SAKİF KABİLESİ ...................................................................... 8 Sakif Kabilesi ve Kökeni ...................................................................................... 8 Tâif İsminin Nereden Geldiğine Dair Rivayetler ............................................... 14 Sosyal, Kültürel, Ekonomik ve Dini Açıdan Tâif............................................... 17 Tâif ve Mekke Arasındaki Münasebetler............................................................ 24 a) Ticari Münasebetler ................................................................................. 24 b) Tâiflilerle Mekkeliler Arasındaki Akrabalık İlişkileri ............................. 26 BİRİNCİ BÖLÜM ..................................................................................................... 30 TÂİF’E GİDİŞİNDEN ÖNCE HZ.MUHAMMED’İN MEKKE’DEKİ DURUMU VE TÂİF’E GİDİŞİ ...........................................Hata! Yer işareti tanımlanmamış. 1.1. Tâif’e Gitmeyi Gerektiren Sebepler ............................................................ 30 v 1.2. Hz.Muhammed’in Tebliğ İçin Tâif’e Gidişi................................................ 34 1.2.1. Kabile Liderleriyle Görüşme................................................................. 35 1.2.2. Hz. Muhammed’in Tâif’te Yaşadığı Sıkıntılar ve Addas’ın Müslüman Olması ............................................................................................................. 38 İKİNCİ BÖLÜM...................................................................................................... 488 HZ.MUHAMMED'İN TÂİF’TEN MEKKE’YE DÖNÜŞÜ İLE İLGİLİ RİVÂYETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ...................................................... 488 2.1. Cinler ve Cinlerin Kur’an Dinlemesine Dair Rivayetler ........................... 488 2.1.1. Cin Kelimesinin Anlamı ve Çeşitli Milletlerde Cin Algısı................. 488 2.1.2. Arapların Cin Algısı ve Kur’an-ı Kerim’de Cinlere Dair Verilen Bilgiler ......................................................................................................................... 50 2.1.3. Cinlerin Kur’an Dinlemesine Dair Rivayetler ve Konuyla İlgili Kur’an’dan Ayetler ....................................................................................... 522 2.2. Mut’im b. Adiyy’in Himayesinde Mekke’ye Dönüş ................................. 699 SONUÇ .................................................................................................................... 833 BİBLİYOGRAFYA ................................................................................................. 855 EKLER………………………………………………………………………………94 vi KISALTMALAR a.s: Aleyhisselam AÜİFD: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi b. : ibn Bkz: Bakınız c. : Cilt çev. : Çeviren DİA: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi DİB. : Diyanet İşleri Başkanlığı H.No: Hadis numarası Hz: Hazreti İA. : İslam Ansiklopedisi ks. : Kısım s. : Sayfa t.y. : Basım tarihi yok vd.: ve diğerleri thk. : Tahkik Yay. : Yayıncılık vii GİRİŞ A. Kaynaklar Başlığından da anlaşılacağı üzere tezimiz, Hz. Muhammed’in tebliğ yapmak ve yeni bir yurt bulmak gayesiyle Tâif’e gidişi ve oradan dönüşü ile sınırlıdır. Olayları sebep ve sonuçlarına göre incelemek, tarih ilminde bir zorunluluk olduğundan Resûlullah’ın yer olarak kendisine Tâif’i seçme sebeplerinin doğru anlaşılması gayesiyle çalışmaya öncelikle Tâif şehrini ve orada yaşayan Sakif kabilesini anlatmakla başladık. Şüphesiz ki İslâm dini ve tarihi alanında yapılan araştırmaların temel kaynaklarından biri Kur’an-ı Kerim’dir. Bundan dolayı da tez konumuzla doğrudan ilgili ayet bulunmamasına rağmen genel olarak Arapların inanışları, Tâif’teki Lât putu, Arapların cin algısı ve cinlerin Kur’an dinlemesi gibi konularda Kur’an-ı Kerim’den istifade ettik. Konumuz ile ilgili hadisler için ise hadis literatüründe Kütüb-ü Sitte olarak tanınan kaynaklar arasında yer alan Buhâri’nin es-Sahih’i, 1 Müslim’in el-Câmîu’s-Sahih’i, 2 Tirmizi’nin es-Sünen’i, 3 Ahmed b. Hanbel’in elMüsned’i, 4 Ebu Davud’un es-Sünen’i 5 ve bunların dışında Zebidi’nin Tecrid-i 1 Buhâri, Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail (ö.256/870), Sahihu’l-Buhâri, Çağrı Yay., İstanbul 1992, I-VIII. 2 Müslim, Ebu’l-Hüseyin Müslim b. el-Haccac (ö.261/875), el-Câmîu’s-Sahih, Çağrı Yay., İstanbul 1992, I-III. 3 Tirmizi, Ebu İsa Muhammed (ö.279/892), Sünen, Çağrı Yay., İstanbul 1992, I-V. 4 Ahmed b. Hanbel (ö.241/855), Müsned, Çağrı Yay., İstanbul 1992, I-VI. 5 Ebu Davud Süleyman b. Eş’as (275/888), Sünen, Çağrı Yay., İstanbul 1992, I-V. 1 Sarih’i 6 kullanılmıştır. Ayrıca hadis şerhlerinden Aynî’nin Umdetü’l-Kâri’i 7 ve İbn Hacer’in Fethu’l-Bâri’i 8 de yararlandığımız kaynaklar arasındadır. Tâif ve Sakif kabilesini anlatırken Yâkut el-Hamevî’nin bir coğrafya sözlüğü olarak kaleme aldığı Mu’cemu’l-Büldân’ı 9 , Endülüslü coğrafyacı el-Bekrî’nin Mu’cem Mesta’cem 10 adlı eseri ve yine bu eserin mukaddime kısmını Türkçeye kazandıran Levent Öztürk’ün Cahiliye Arapları adlı çeviri eseri 11 temel başvuru kaynaklarımız olmuştur. Çalışmamızda, klasik İslâm tarihi kaynakları olarak İbn İshak’ın Sire 12 , İbn Kelbî’nin Kitâbu’l-Esnâm, 13 Vâkıdî’nin Kitâbü’l-Meğâzî, 14 İbn Hişam’ın esSiretü’n-Nebeviyye, 15 İbn Habîb’in el-Muhabber 16 ve Münemmak, 17 el-Belâzurî’nin Fütûhu’l-Buldân 18 ve Ensâbü’l-Eşrâf, 19 Taberî’nin Târihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, 20 el- 6 Zebîdî, Zeynü’d-din Ahmed b. Ahmed b. Abdi’l-Latif (ö.279/893), Sahih-i Buhâri Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, çev. Ahmed Naim-Kâmil Miras, DİB Yayınları, Başbakanlık Basımevi, Ankara 1981, I-XI. 7 Aynî, Bedruddin Ebu Muhammed Mahmud b. Ahmed el-Hanefi (ö.855/ 1451), Umdetü’l-Kâri li Şerhi Sahihi’l-Buhâri, Dâru’l İhyai’t-Türasil Arab, Beyrut t.y., I-XXV. 8 İbn Hacer Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed el-Askalânî (ö.852/1449), Fethu’l Bâri bi Şerhi’l Sahihi’l-Buhâri, Thk. Abdülaziz b. Abdullah, Daru’l-Fikr, Beyrut 1991, I-XI. 9 Yâkut el-Hamevî, Ebu Abdullah b. Abdullah (626/1229), Mu’cemu’l-Buldân, Menşuratü Mektebeti’l-Esedi, Tahran 1965, I-V. 10 el-Bekrî, Ebû Ubeyd Abdullah b. Abdilaziz b. Muhammed b. Eyyub b. Amr (ö.487/1094), Mu’cem Mesta’cem min Esmâi’l- Bilâdî ve’l-Mevâdi’, thk. Mustafa es-Sakka, Alemu’l-Kütüb Beyrut 1983, I-II. 11 el-Bekrî, Ebû Ubeyd Abdullah b. Abdilaziz b. Muhammed b. Eyyub b. Amr (ö.487/1094), Câhiliye Arapları, çev. Levent Öztürk, İz Yayıncılık, İstanbul 1998. 12 İbn İshak, Ebû Abdillah Muhammed b. İshak b. Yesâr b. Hıyâr el-Muttalibî el-Kureşî el-Medenî (ö.151/768), Sîretü İbn İshak, thk. Muhammed Hamidullah, Hayra Hizmet Vakfı, Konya 1981. 13 İbnü’l-Kelbî, Ebû Münzir Hişam b. Muhammed b. es-Sâib (ö.204/819), Putlar Kitabı, çev. Beyza (Düşüngen) Bilgin, Pınar Yayınları, İstanbul 2003. 14 Vâkıdî, Muhammed b. Ömer b. Vâkıdî (ö.207/822), Kitâbü’l-Meğâzî, thk. Marsden Jones, Alemü’l-Kütüb, Beyrut t.y., ( London 1966’dan ofset), I-III. 15 İbn Hişam, Ebû Muhammed Cemalüddin Abdülmelik b. Hişam b. Eyyûb el-Himyerî el-Meafirî elBasri el-Mısrî (ö.218/833), es-Siretü’n-Nebeviyye, thk. Mustafa es-Sakka, Dâru’l İhyai’t-Türasil Arab, Beyrut 1936, I-IV. 16 İbn Habîb, Ebû Ca’fer Muhammed b. Habîb ibn Ümeyye b. Amr el-Hâşimî (ö.245/ 859), elMuhabber li’l-alâmeti’l-ahbâri’n-nesâbeh, thk. Eliza Lichten Stadter, Dâru’l-Mifâku’l-Cedîde, Beyrut t.y. 17 İbn Habîb, Kitâbu’l-Münemmak, thk. Hurşid Ahmed, Alemü’l-Kütüb, Beyrut 1985. 18 el-Belâzurî, Ebu’l-Hasen Ahmed b. Yahya b. Câbir b. Davud el-Belâzurî (ö.279/892-93), Fütûhu’lBuldân, çev. Mustafa Fayda, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002. 19 el-Belâzurî, Ensâbü’l-Eşrâf, thk. Dr.Muhammed Hamidullah, Dâru’l-Meârif Bimısr, Kahire 1959, I. 20 Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerir (ö.310/922), Târihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, Dâru Süveydân, Beyrut t.y., I-XI. 2 İsbahânî’nin Kitâbu’l-Eğâni, 21 es-Süheylî’nin İbn Hişam’ın Sire’sine şerh olarak kaleme aldığı er-Ravdü’l-Ünüf, 22 İbnü’l-Cevzî’nin el-Muntazam, 23 İbnü’l-Esir’in elKâmil fi’t-Tarih, 24 İbn Seyyidinnâs’ın Uyûnü’l-Eser, 25 İbn Kayyım el-Cevziyye’nin Zâdü’l-Mead, 26 İbn Kesir’in el-Bidâye ve’n-Nihâye 27 ve es-Siretü’n-Nebeviyye,28 ed-Dımeşkî’nin Peygamber Külliyatı, 29 ez-Zehebî’nin Târîh’ul-İslâm, 30 İbn Haldun’un Kitâbü’l-İber, 31 Diyarbekrî’nin Târîhu’l-Hamîs, 32 el-Halebî’nin İnsânü’lUyûn 33 adlı eserleri sürekli başvurduğumuz kaynaklar arasında yer almışlardır. Araştırmamızda temel başvuru kaynaklarından İbn Manzûr’un Lisânü’lArab 34 ve Râgıb el-İsfahânî’nin el-Müfredât fî Ğarîb’il-Kur’an 35 adlı lügatlerinden istifade edilmiş, Hz. Muhammed’in hayatına dair bilgiler içermesi 21 el-İsbahanî, Ebü’l Ferec Ali b. El-Hüseyin b. Muhammed b. Ahmed el-Kureşi (ö.356/957), Kitabu’l-Eğâni, Daru’l-Kütübü’l-Mısri, Mısır 1970, I-XXIV. 22 es-Süheylî, Abdurrahman (ö.581/1185), er-Ravdü’l-Ünüf fî Şerhi’s-Sireti’n-Nebeviyyeti li İbni Hişam, thk. Abdurrahman el-Vekîl, Dâru’l-Kütübü’l-Hadis, Kahire 1969, I-VII. 23 İbnü’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec Cemâlüddin Abdurrahmân b. Ali b. Muhammed el-Bağdadi (ö.597/1201), el-Muntazam fî Târihi’l-Mülûk ve’l-Ümem, thk. Muhammed Abdülkâdir Atâ, Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut 1992, I-XVIII. 24 İbnü’l-Esir, Ebü’l-Hasen İzzüddîn Ali b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybâni el-Cezerî (ö.630/1233), el-Kâmil fi’t-Târîh, Dâr Beyrut Dâr Sader, Beyrut 1965, I-XII. 25 İbn Seyyidinnâs, Ebu’l-Feth Fethuddîn Muhammed b. Muhammed b. Muhammed el-Ya’merî (ö.734/1334), Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Meğâzî ve’s-Siyer, Dâru’l-Meârif, Beyrut t.y., I-II. 26 İbn Kayyım el-Cevziyye, Ebû Abdillah Şemsüddin Muhammed b. Ebî Bekr b. Eyyûb ez-Züraî edDımeşkî el-Hanbelî (ö.751/1350), Zâdü’l-Mead fî Hedyi Hayri’l-İbâd, thk. Şuayb el-Arnaûd, Müessesetürrisale, Betrut 1988, I-V. 27 İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ’ İmâdüddî n İsmail b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr b. Dav’ b. Kesîr el-Kaysî elKureşî el-Busrâvî ed-Dımaşkî eş-Şafiî (ö.774/1373), el-Bidâye ve’n-Nihâye, thk. Ahmed Ebû Mülhim, Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut t.y., I-XIV. 28 İbn Kesir, es-Siretü’n-Nebeviyye, thk. Mustafa Abdülvahid, Dârül’l-Meârif, Beyrut 1976, I-IV. 29 ed-Dımeşkî, Muhammed b. Salih (744/1343), Peygamber Külliyatı, çev. Hüseyin Kaya, Ocak Yayınları, İstanbul 2006, I-XII. 30 ez-Zehebî, Şemseddin Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman (784/1383), Târîhu’l-İslâm, thk. Ömer Abdüsselam Tedmürî, Dâru’l-Kitabi’l Arabî, Beyrut 1994, I-XXXVI. 31 İbn Haldun, Ebû Zeyd Veliyyüddîn Abdurrahman b. Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Hasen el-Hadramî el-Mağribî et-Tûnisî (ö.808/1406), Kitâbü’l-İber ve Divânü’l-Mübtede’ ve’lHaber fî Eyyâmi’l-Arab ve’l-Acem ve’l-Berber ve men âsarahüm min zevi’s-sultâni’l-ekber, Müessesetü’l Âlemi li’l-Matbûât, Beyrut 1971, I-VII. 32 Diyarbekrî, Kâdı Hüseyin b. Muhammed b. El-Hasen (ö.990/1582), Târîhu’l-Hamîs Fî Ahvâli Enfesi Nefîs, Müessesetü Şaban, Beyrut t.y., I-II. 33 el-Halebî, Ebu’l-Ferec Nûruddin Ali b. Burhâniddîn İbrahim b. Ahmed el-Halebî (ö.1044/1635), İnsânü’l-Uyûn fî Sîreti’l-Emîni’l-Me’mûn, Matbaatü Mustafa, Mısır 1964, I-III. 34 İbn Manzûr, Ebû’l-Fazl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem el-Ensarî (ö.711/1311), Lisânü’lArab, Dâru’l Mısrıyyetü’t Te’lif ve Tercüme, Kahire t.y., I-XX. 35 el-İsfahanî, Ebü’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed b. El-Mufaddal er-Râgıb (ö.V/XI. yüzyılın ilk çeyreği), el-Müfredât Fi Ğarîb’il-Kur’an, Kahraman Yayınları, İstanbul 1986. 3 bakımından Ebû Nuaym el-İsfahanî’nin Delâilü’n-Nübüvve 36 ve el-Beyhakî’nin Delâilü’n-Nübüvve 37 adlı eserleri de sıkça kullandığımız kaynaklar olmuştur. Özellikle ilk devir İslam tarihi ile ilgili araştırmaların vazgeçilmezlerinden biri de şüphesiz tabakat kitaplarıdır. Araştırmamızda İbn Sa’d’ın et-Tabakâtü’lKübra, 38 İbn Kuteybe’nin el-Meârif, 39 Ebû Nuaym el-İsfahanî’nin Ma’rifetü’sSahâbe, 40 İbn Cülcül’ün Tabakâtü’l-Etıbba’ ve’l-Hukema’, 41 İbnü’l-Esir’in Üsdü’l-Ğâbe, 42 İbn Hacer’in el-İsâbe 43 adlı tabakat kitapları sürekli başvurduğumuz eserler olmuştur. Tezimizde özellikle cinlerle ilgili ayetlerin tefsiri için klasik tefsir kaynaklarından Taberî’nin Câmiu’l-Beyan, 44 er-Râzî’nin Mefâtihu’l-Gayb,45 Kurtubî’nin el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 46 İbn Kesir’in Tefsîru’l-Kur’an’ilAzim, 47 adlı eserleri kullanılmış, son dönem tefsir kitaplarından ise Seyyid Kutub’un Fî Zılâli’l-Kur’an, 48 Mevdudi’nin Tefhîmu’l-Kur’an, 49 Elmalılı Hamdi Yazır’ın 36 el-İsfahanî, Ebû Nuaym Ahmed b. Abdillah b. İshak (ö.430/ 1038), Delâilü’n-Nübüvve, thk. Muhammed Ravvas Kal’acî, Dâru’n-Nefâis, Beyrut 1991, I-II. 37 el-Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyin b. Ali (ö.458/1066), Delâilü’n-Nübüvve ve Ma’rifetü Ahvâli Sâhibi’ş-Şeria, thk. Abdülmu’tî Kal’acî, Dâru’l-Kütübü’l-Ilmıyye, Beyrut 1985, I-VII. 38 İbn Sa’d, Ebû Abdillah Muhammed b. Sa’d b. Menî’ el-Kâtib el-Haşimî el-Basrî el-Bağdadî (ö.230/845), et-Tabakâtü’l-Kübra, Dâru Sadır, Beyrut 1957, I-VIII. 39 İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed-Dineverî (ö.276/889), el-Meârif, thk. Servet Ukkâşe, Dâru’l-Meârif, Kahire t.y. 40 el-İsfahanî, Ebû Nuaym Ahmed b. Abdillah b. İshak (ö.430/ 1038), Ma’rifetü’s-Sahâbe, thk. Muhammed Hasan Muhammed, Dâru’l Kütübü’l Ilmiyye, Beyrut 2002, I-V. 41 İbn Cülcül, Ebû Dâvûd Süleyman b. Hassân b. Cülcül el-Endelüsî (ö.384/994(?) ), et-Tabakâtü’lEtıbba’ ve’l-Hukema’, thk. Fuad Seyyid, Müessesetürrisale, Beyrut 1985. 42 İbnü’l-Esir, Ebü’l-Hasen İzzüddîn Ali b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybâni el-Cezerî (ö.630/1233), Üsdü’l-Ğâbe Fî Ma’rifeti’s-Sahâbe, el-Mektebetü’l-İslâmiyye, Riyad t.y., I-V. 43 İbn Hacer Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed el-Askalânî (ö.852/1449, el-İsâbe fî Temyizi’s-Sahâbe, nşr. Ali Muhammed el-Bicâvî, Dâru Nehdati Mısır, Kahire 1971, I-VIII. 44 Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerir (ö.310/922), Câmiu’l-Beyan fî Te’vîli’l-Kur’an, thk. Hani el-Hac, İvad Zeki Barudi, Hayri Said, Mektebetü’t-Tevfîkıyye, Kahire 2004, I-XXX. 45 er-Râzî, Ebu Abdillah (Ebu’l-Fazl) Fahruddin Muhammed b. Ömer b. Hüseyin er-Râzî etTaberistânî (606/1210), Tefsîr-i Kebîr Mefâtihu’l-Gayb, Şirket-i Sahhafıye-i Osmaniye, İstanbul 1308, I-VIII. 46 Kurtubî, Muhammed b. Ahmed Ebû Abdillah Muhammed b Ahmed b. Ebi Bekr b. Ferh (ö.671/1273), el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Dâru’l-Kütübü’l-Mısrıyye, Kahire 1950, I-XX. 47 İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ’ İmâdüddî n İsmail b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr b. Dav’ b. Kesîr el-Kaysî elKureşî el-Busrâvî ed-Dımaşkî eş-Şafiî (ö.774/1373), Tefsîru’l-Kur’an’il-Azim, thk. Dr.Muhammed İbrahim el-Bina, Dâru Kahraman, İstanbul 1984, I-VIII. 48 Kutub, Seyyid (ö.1966), Fî Zılâli’l-Kur’an, çev. Yakup Çiçek vd. , Emir Yayınevi, İstanbul 1994, I-XII. 49 Mevdudi (ö.1979), Tefhîmu’l Kur’an, çev. Muhammed Han Kayani vd. , İnsan Yayınları, İstanbul 1991, I-VII. 4 Hak Dini Kur’an Dili, 50 İzzet Derveze’nin et-Tefsîrü’l-Hâdis, 51 Süleyman Ateş’in Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 52 Muhammed Esed’in Kur’an Mesajı MealTefsir, 53 Zeki Duman’ın Beyânu’l-Hak, 54 Diyanet İşleri Başkanlığı’nca bir komisyon tarafından hazırlanan Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir 55 eserlerinden istifade edilmiştir. B. Araştırmalar Cahiliye dönemi tarihini geniş bir şekilde ele alan Cevâd Ali’nin elMufassal 56 adlı eseri, ayrıca İslâm’dan önceki dönemi ele alan Neşet Çağatay’ın İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı 57 ve Şemseddin Günaltay’ın İslâm Öncesi Araplar ve Dinleri, 58 adlı eserleri zaman zaman başvurduğumuz araştırmalar olmuştur. Hasan İbrahim Hasan’ın Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi, 59 Nâdiye Hüsnî Sakr’ın kaleme aldığı, Cahiliye döneminden Emevilere kadar gelen bir dönemi içine alan müstakil bir çalışma et-Tâifu fî’l-Asri’lCâhiliyyeti ve Sadri’l-İslâm, 60 Asım Köksal’ın İslâm Tarihi, 61 Muhammed 50 Elmalılı M.Hamdi Yazır (ö.1942), Hak Dini Kur’an Dili, sadeleştiren: İsmail Karaçam vd, Azim Dağıtım, İstanbul t.y., I-X. 51 İzzet Derveze (ö.1984), et-Tefsîrü’l-Hadîs Nüzul Sırasına Göre Kur’an Tefsiri, çev., Ahmet ÇelenMehmet Çelen, Ekin Yayınları, İstanbul 1997, I-VII. 52 Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 1990, I-XII. 53 Muhammed Esed (ö.1992), Kur’an Mesajı Meal-Tefsir, çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul 2002. 54 Zeki Duman, Beyânu’l-Hak (Kur’an-ı Kerim’in Nüzul Sırasına Göre Tefsiri), Fecr Yayınevi, Ankara 2006, I-III. 55 Hayreddin Karaman vd. , Kur’an Yolu Türkçe Meal Ve Tefsir, DİB Yayınları, Ankara 2007, I-V. 56 Cevâd Ali (ö.1987), el-Mufassal fî Târihi’l Arab Kable’l-İslâm, Câmiatü Bağdat, Bağdat 1993, IX. 57 Neşet Çağatay (ö.2000), İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1982. 58 Şemseddin Günaltay (ö.1961), İslâm Öncesi Araplar Ve Dinleri, Sadeleştirenler: M. Mahfuz Söylemez, Mustafa Hizmetli, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 1997. 59 Hasan İbrahim Hasan, Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi, çev. İsmail Yiğit, Sadrettin Gümüş, Kayıhan Yayınevi, İstanbul 1991, I-VI. 60 Nâdiye Hüsnî Sakr, et-Tâif fî’l-Asri’l-Câhiliyyeti ve Sadri’l-İslâm, Dâru’ş-Şuruk, Cidde 1981. 61 Asım Köksal (ö.1998), İslâm Tarihi (Hz. Muhammed ve İslâmiyet) Işık Yayınları, İzmir 2008, IVIII. 5 Hamidullah’ın İslâm Peygamberi, 62 Mevdudi’nin Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, 63 İbrahim Sarıçam’ın Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, 64 adlı eserleri de bize geniş bilgiler sunmuş ve kaynaklara ulaşma noktasında fayda sağlamıştır. Murat Sarıcık’ın Hz. Muhammed'in Çağrısı Mekke Dönemi, 65 Mehmet Azimli’nin Siyeri Farklı Okumak, 66 Abdülkadir T. Hamid’in Mekke Döneminde Siyasi Düşünce Metodolojisi 67 adlı çalışmalar ise, farklı yorumları ile ufkumuzu açmıştır. Ali Osman Ateş’in Kur’an ve Hadislere göre Cinler-Büyü 68 isimli çalışması cinler konusunda temel olarak kullandığımız eser olmuştur. Muhammed Hamidullah’ın “Hz. Peygamberin İslâm Öncesi Seyahatleri”, 69 İrfan Aycan’ın “Sakif Kabilesi ve Tâif Şehrine İslâm Tarihi Açısından Bir Bakış”, 70 Mehmet Azimli’nin “Mekke Döneminde Boykot Yılları Üzerine Bazı Mülahazalar” 71 makaleleri de istifade ettiğimiz araştırmalardır. Çalışmamızda kullandığımız harita ve fotoğraflar için ise Hüseyin Mûnis’in Atlas-u Târihi’l-İslâm, 72 Süleyman Genç ve Rıza Savaş’ın hazırlamış oldukları İslâm Tarihi Atlası 73 ve Necati Öztürk’ün Hicaz Albümü 74 adlı eserinden yararlanılmıştır. 62 Muhammed Hamidullah (ö.2002), İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İrfan Yayımcılık ve Ticaret, İstanbul 2001, I-II. 63 Mevdudi (ö.1979), Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, çev. Ahmed Asrar, Pınar yayınları, İstanbul 1992, I-III. 64 İbrahim Sarıçam, Hz.Muhammed ve Evrensel Mesajı, TDV Yayınları, Ankara 2000. 65 Murat Sarıcık, Hz. Muhammed'in Çağrısı Mekke Dönemi, Nesil Yayınları, İstanbul 2006. 66 Mehmet Azimli, Siyeri Farklı Okumak, (I- Mekke Yılları), Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2009. 67 Abdülkadir T. Hamid, Mekke Döneminde Siyasi Düşünce Metodolojisi, çev. Vahdettin İnce, Ekin yayınları, İstanbul 2001. 68 Ali Osman Ateş, Kur’an ve Hadislere göre Cinler-Büyü, Beyan Yayınları, İstanbul 1995. 69 Muhammed Hamidullah, “Hz. Peygamberin İslâm Öncesi Seyahatleri” çev: Abdullah Aydınlı, Atatürk Üniversitesi İslâmi İlimler Fakültesi Dergisi, Ankara 1980, sayı:4. 70 İrfan Aycan, “Sakif Kabilesi ve Tâif Şehrine İslâm Tarihi Açısından Bir Bakış”, AÜİFD, Ankara 1993, XXXIV, s.209-235. 71 Mehmet Azimli, “Mekke Döneminde Boykot Yılları Üzerine Bazı Mülahazalar”, İSTEM, İslâm San’at, Tarih, Edebiyat ve Mûsıkîsi Dergisi, Yıl:4, Sayı:7, Konya 2006 72 Hüseyin Mûnis, Atlasu Târihi’l-İslâm, ez-Zehra li’l-İ’lâmi’l-Arabî, Kahire 1987. 73 Süleyman Genç, Rıza Savaş, İslâm Tarihi Atlası, , İzmir İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İzmir 2002. 74 Necati Öztürk, Fotoğraflarla Kutsal Topraklar, Hicaz Albümü, DİB Yay., Ankara 2009. 6 C. Araştırmanın Amacı ve Metodu İslâm davetinin Mekkeli müşrikler tarafından engellenip, Müslümanlara yapılan baskı ve işkencelerin şiddetlenmesi üzerine artık Mekke’de davetin yapılamayacağını anlayan Hz. Muhammed kendisine bir çıkış yolu olarak Tâif’e gitmeyi düşündü. Resûlullah’ın tebliğ gayesiyle Tâif’e gidişi, orada yaşadığı sıkıntılar ve umduğunu bulamayarak dönüşü, dönüşte gerçekleşen olaylar ve bunların değerlendirilmesi araştırmamızın amacıdır. İlk dönem İslâm tarihinde önemli bir konu olan tebliğ için Tâif’e gidiş gibi spesifik bir konuyu derinlemesine incelemek de temel hedefimiz olmuştur. Tezimiz için öncelikle Hz. Muhammed’in bir üs olarak Tâif’i düşünme sebeplerini iyi kavramamız gerekmektedir. Bunun için de konuya Tâif şehri ve Sakif kabilesini anlatmayla başlayacağız. Ardından Tâif’e gitmeyi gerektiren tarihi şartlar, Tâif’e yolculuk ve orada yaşanan sıkıntılar ele alınacaktır. Genel kabul gören cinlerin Tâif dönüşünde Kur’an dinlemesine dair rivayetler incelenecek ve değerlendirilmesi yapılacaktır. Mekke’ye dönüş sırasında Hz. Muhammed’in eman talebi ele alınacak ve buradan hareketle tarihi değerlendirmeler yapılacaktır. Tezimize kaynaklık eden eserleri ilk kullanışımızda yazarın adını soyadını, eserin tam adını, basım yeri ve yılını belirttik. Sonraki geçtiği yerlerde ise yazarın soyadı ve eseri ile ilgili hatırlatıcı kısa bir ad kullandık. Müellifin vefat tarihine ulaşabilmişsek bu tarihi yazarın adından sonra parantez içinde verdik. Karışıklığa sebebiyet vermemek için “age” (adı geçen eser) kısaltmasını kullanmadık. Tezimizde gerekli gördüğümüz yerde yapmış olduğumuz kısaltmaları ise, “Kısaltmalar” bölümünde tam ismiyle verdik. Şimdi araştırmamıza giriş mahiyetinde olup tezin doğru anlaşılması için elzem olan Tâif şehri ve Sakif kabilesi konusuna geçebiliriz. 7 TÂİF ŞEHRİ VE SAKİF KABİLESİ Bilindiği gibi tarih araştırmalarında bir vâkıayı kendi döneminin sosyokültürel siyasi şartlarını göz önünde bulundurarak sebep sonuç ilişkisine göre açıklamak onu doğru anlamlandırabilmek adına önem arz eder. Bunun bilincinde olarak biz de, Resûlullah’ın tebliğ gayesiyle Tâif’e gerçekleştirdiği yolculuğun iyi anlaşılması için önce bu şehrin ehemmiyeti ve tarihte oraya egemen olan Sakif kabilesinin tanınmasının faydalı olacağını düşünüyoruz. Bu itibarla araştırmamızda önceliği Tâif’e yerleşen Sakif kabilesine veriyoruz. Sakif Kabilesi ve Kökeni Bilindiği gibi Araplar, soy bakımından Ârab-ı Ârabe ve Arab-ı Müsta’rebe olmak üzere iki ana kısma ayrılır. Asıl Araplar olan Ârab-ı Ârabe’ye, Kahtânîler veya Güney Arapları adı da verilir. Arab-ı Müsta’rebe ise, Kuzey Arapları, Arab-ı Mütearrebe, Hz. Muhammed’in yirmi birinci göbekten atası olan Adnan’a nisbetle Adnânîler, Nizâriler veya Maadîler isimleri ile bilinir. Adından da anlaşılacağı gibi Arab-ı Müsta’rebe, aslen Arap olmayıp zamanla Araplaşmış demektir. Hz. İbrahim, eşi Hacer’i, oğlu İsmail ile birlikte Mekke’ye yerleştirdikten sonra, Hz. İsmail Kahtanilerden olan Cürhüm kabilesinden bir kız ile evlendi. İşte onun soyuna, sonradan Araplaşmış anlamında Arab-ı Müsta’rebe adı verildi. 75 Adnânîlerin Maad-Nizar-Mudar yoluyla Kays Aylân’a bağlı oymaklarından birisi de Hevâzin kabilesiydi. Hevâzin kabilesi de birçok kola ayrılmıştı. Hevâzin kabilesinin önemli kolları, Benî Sa’d b. Bekir, Benî Münebbih b. Bekir ve Benî Muaviye b.Bekir, tâlî kolları ise Benî Cüşem b. Muaviye, Benî Nasr b. Muaviye, 75 Cevâd Ali (ö.1987), el-Mufassal fî Târihi’l Arab Kable’l-İslâm, Câmiatü Bağdat, Bağdat 1993, I, 375; Hasan İbrahim Hasan, Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi, I, çev. İsmail Yiğit, Sadrettin Gümüş, Kayıhan Yayınevi, İstanbul 1991, 28–30; İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, TDV Yayınları, Ankara 2000, s.34. 8 Âmir b.Sa’saa b. Muaviye, Benî Hilâl b. Âmir b. Sa’saa ve Benî Sakif (Kasiyy) b. Münebbih idi. 76 Kaynaklarda bu şekilde Hevâzin kabilesinin tâlî kollarından biri olarak gösterilen Sakif kabilesinin kökenini araştırdığımızda, konunun biraz karışık olduğunu gördük. Şöyle ki rivayetlerin bir kısmı Sakif’i, İyad'a nisbet ederken bir kısmı da Kays Aylan’a yani Hevâzin kabilesine bağlamaktadır. Ancak kesin olan şey, “sakif” kelimesinin, kabilenin atası olan Kasiyy b. Münebbih’in, “becerikli” manasına gelen lakabı olduğudur. Sakif kabilesi için öne sürülen bu iki neseb şu şekildedir: a) Kasiyy b. Münebbih b. Nebît b. Mansur b. Yakdûm b. Efsâ b. Du'mî b. İyad (b. Nizar) b. Maad b. Adnan’dır. 77 b) Kasiyy b. Münebbih b. Bekr b. Hevâzin b. Mansur b. İkrime b. Hasafa b. Kays Aylan, b. Mudar b. Nizar b. Maad b. Adnan'dır. 78 Sakif kabilesinin atası kabul edilen Kasiyy’e dair pek çok hikâye anlatılır. Anlatılan bu hikâyelere göre Kasiyy ile Nehâ, İyad kabilesine 79 mensup hala 76 Cevâd Ali, el-Mufassal, I, 405; Mehmed Ali Kapar, “Hevâzin”, DİA, İstanbul 1998, XVII, 276; Schleifer, J. , “Hevazin”, İA, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1993, V/I, 446; Hasan İbrahim Hasan, Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi, I, 31. 77 İbn Hişam, Ebû Muhammed Cemalüddin Abdülmelik b. Hişam b. Eyyûb el-Himyerî el-Meafirî elBasri el-Mısrî (ö.218/833), es-Sîretü’n-Nebeviyye, thk. Mustafa es-Sakka, Dâru’l İhyai’t-Türasil Arab, Beyrut 1936, I, 48; İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed-Dineverî (ö.276/889), el-Meârif, thk. Servet Ukkâşe, Dâru’l-Meârif, Kahire t.y. s.64; el-Belâzurî, Ebu’l-Hasen Ahmed b. Yahya b. Câbir b. Davud, (ö.279/892-93), Ensâbü’l-Eşraf, thk. Muhammed Hamidullah, Dâru’l-Meârif Bimısr, Kahire 1959, I, 25; el-İsbahânî, Ebü’l Ferec Ali b. El-Hüseyin b. Muhammed b. Ahmed el-Kureşi (ö.356/957), Kitâbu’l-Eğânî, Daru’l-Kütübü’l-Mısri, Mısır 1970, IV, 302; İbnü’lEsîr, Ebü’l-Hasen İzzüddîn Ali b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybâni el-Cezerî (ö.630/1233), elKâmil fi’t-Târîh, Dâr Beyrut Dâr Sader, Beyrut 1965, I, 684; Cevâd Ali, el-Mufassal, IV, 148. 78 İbn Hişam, es-Sîre, I, 49; İbn Sa’d, Ebû Abdillah Muhammed b. Sa’d b. Menî’ el-Kâtib el-Haşimî el-Basrî el-Bağdadî (ö.230/845), et-Tabakâtü’l-Kübrâ, Dâru Sadır, Beyrut 1957, I, 60; İbn Kuteybe, el-Meârif, s.64; el-Belâzurî, Ensâb, I, 25; el-İsbahânî, el-Eğânî, IV, 303; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 684; Cevâd Ali, el-Mufassal, IV, 148. 79 İyad, Nizar b. Mead b. Adnan’ın oğludur. Önceleri Tihame ile Necran arasında yaşayan Beni İyad’ın bölge kabileleri içinde önemli bir yeri vardı. Bir ara Kâbe’nin bakımını üstlenmişlerse de miladi üçüncü yüzyılın başlarında Mudar kabilesiyle giriştikleri mücadelede mağlup olmuşlar ve Mekke’yi terk etmek zorunda kalmışlardır. Önce Bahreyn’e aynı yüzyılın ortalarında Irak taraflarına göç etmişler ve Hire’nin güneyindeki bölgelere yerleşmişlerdir. Kabilenin bir kısmı burada yerleşik hayata geçmiş ve Hıristiyanlığı benimsemiş, bir kısmı Sâsâni devletinin hizmetine girmiş, bazıları da bedevi olarak yaşamaya devam etmiştir. Bkz. el-Bekrî, Ebû Ubeyd Abdullah b. Abdilaziz b. Muhammed b. Eyyub b. Amr (ö.487/1094), Mu’cem Mesta’cem min Esmâi’l- Bilâdî ve’l-Mevâdi’, 9 çocuklarıdır. Bunlar kırlarda koyun otlatırlar. Bir gün Yemen hükümdarının görevlendirdiği bir vergi memuru Kasiyy ile Nehâ'nın yanına gelerek onlardan süt veren bir koyun ister. Onlar, memura sürüde bir tane kuzulu koyun bulunduğunu, onun sütüyle kendilerinin beslendiğini, onun dışında istediğini alabileceğini söylerler. Fakat vergi memuru, isteğinde diretince Kasiyy ile Nehâ, onu öldürmeye yeltenirler, okla ağır bir şekilde yaralarlar. Sonra biri diğerine, muhtemelen Yemen hükümdarının kendilerini cezalandıracağından korkarak, burada kalamayacaklarını, dolayısıyla buradan ayrılarak doğuya ve batıya doğru gitmelerini önerir. Nehâ, Yemen bölgesine gider, burada bir müddet yaşamını devam ettirdikten sonra, ailesi çoğalarak nüfusu artınca, ailesiyle birlikte Deseniyye bölgesine yerleşir. Kasiyy ise batıya doğru giderek, Vâdiü’l-Kurâ’ya kadar ulaşır ve çocuğu olmayan, yaşlı, Yahudi bir kadının yanına yerleşir. Gündüzleri ona hizmet edip, geceleyin de onun yanında kalır. Yaşlı kadın Kasiyy'i kendisine evlat, Kasiyy de kadını kendisine anne edinmiştir. Rivayete göre yaşlı kadın vefatından önce Kasiyy'e bir miktar altın ve biraz asma çubuğu vererek, vefatından sonra bunları su bulabileceği bir araziye dikip faydalanmasını vasiyet eder. Kısa bir süre sonra kadın vefat eder ve Kasiyy vasiyeti gerçekleştirmek için altın ve asma çubuklarıyla Vâdiü’l-Kurâ’dan ayrılır. Kasiyy, altını ve üzüm çubuklarını alarak Vecc'e 80 kadar gider. Sonradan Tâif adı ile meşhur olacak bu Vecc toprakları öteden beri Advân b. Amr b. Kays b. Aylân b. Mudaroğulları’na aittir. 81 Orada koyun otlatan bir cariyeye rastlar. Kasiyy'in niyeti, cariyeyi öldürüp koyunlara el koymaktır. Ancak onun bu niyetini sezen cariye, kendisinin Kays Aylan kabilesinin başkanı olan Âmir b. ez-Zarib elAdvânî'nin cariyesi olduğunu ve eğer kendisini öldürüp sürüyü ele geçirmeyi düşünüyorsa yanılacağını, hem canının hem de malının elinden gideceğini, koyunlardan da olacağını söyler. Efendisinin yardımsever kişiliğini belirterek, Kasiyy'e ona başvurmasını teklif eder. Kasiyy bu teklifi dikkate alarak kabile reisi thk. Mustafa es-Sakka, Alemu’l-Kütüb Beyrut 1983, I, 52-53; Cevâd Ali, el-Mufassal, I, 397; İbrahim Sarıçam, “İyâd” DİA, XXIII, 496. 80 Vecc, Tâif vâdisine, Tâif sahrasına veya Tâif şehrinin tamamına da denilir. Amâlika kabilesinden Vecc b. Abdülhay'a nispet edilir. Bu bölge verimli arazileri ve bol ürünleriyle bilinmektedir. Muz, üzüm, nar ve diğer birçok meyvenin yetişmesiyle birlikte akarsu ve yeşilliğe sahiptir. Bkz. Yâkut elHamevi, Şihâbuddîn Ebî Abdillah Yâkut b. Abdillah el-Hamevî er-Rûmî el-Bağdâdî (626/1229), Mu’cemu’l-Buldân, Menşuratü Mektebeti’l-Esedi, Tahran 1965, III, 495-496; Nâdiye Hüsnî Sakr, etTâifu fî’l-Asri’l-Câhiliyyeti ve Sadri’l-İslâm, s.20. 81 el-Bekrî, Mu’cem, I, 77; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 684. 10 Âmir b. ez-Zarib el-Advânî'den kendisini misafir etmesini, himayesine alıp, evlendirmesini talep eder, teklif de kabile başkanı tarafından kabul görür. Âmir b. ez-Zarib el-Advânî, kızlarından önce Zeyneb'i, o öldükten sonra da Âmine'yi Kasiyy'le evlendirmiştir. Böylece Kasiyy bölgede Kays Aylan kabilesiyle kan bağıyla akrabalık kurmuş oldu. Kasiyy, Vecc vâdisinin ılıman iklimi ve elverişli topraklarını görerek yaşlı Yahudi kadının verdiği üzüm çubuklarını Vecc'te dikmiş ve üzüm çubukları yeşerip bir süre sonra da en iyi cinsinden bol sulu üzümler elde etmiştir. Böylece Vecc vâdisinde üzüm bağlarının oluşması için ilk çalışmalar Kasiyy’in öncülüğünde başlatılmış olur. Hayvancılıkla uğraşan ve ziraatla ilgisi olmayan Kays Aylan kabilesi mensupları Kasiyy’in çabalarının en güzel şekilde neticelenmesine çok şaşırmışlardır. Kasiyy'i kıskanan kimseler “Allah hayrını versin, bu ne maharet! ( ) اﻟﻠﱠ ُﻪ د ر ُﻩ ﻣَﺎ أﺛﻗﻔﻪ82 veya “…Allah canını alasıca! Âmir’i elde etmeyi nasıl da becerdi ( ) ﻗﺎﺘﻠﻪ اﻟﻟﻪ ﻜﻴف ﺜﻗﻓﻪ ﻋﺎﻤرا83 Âmir’in emânını alıp kızıyla evlendi ve üzüm çubuklarını da dikip yetiştirdi…” dediler. İşte o günden itibaren Kasiyy'e “mâhir” ve “becerikli” anlamına gelen "Sakif" adı verildi. 84 Bu anlatılan hikâyeden Sakif’in aslen İyad kabilesine mensup olduğu anlaşılmaktadır. Sakifli meşhur şair Ümeyye b. Ebi Salt’ın bir şiirinden de Sakif kabilesinin İyad’a bağlı olduğu sonucu çıkmaktadır. 85 Kasiyy'i Hevâzin kabilesine nisbet eden rivayetlere göre de olayın aslı şöyledir: Kasiyy’in aslen mensup olduğu İyad kabilesi ile Mudar kabilesinin yaptıkları bir savaştan İyad kabilesi mağlup çıkmış ve yerleşim merkezlerini terk etmek zorunda kalmışlar; Kasiyy ise, Tâif’te kalarak Kays Aylân'a intisab edip Hevâzin'e dâhil olmuştur. Bu sebeple onlara İyad'tan geride kalanlar denilmiştir. Nitekim Sakif’li şairlerin şiirlerinde de bu duruma işaretler vardır. 86 82 el-Belâzurî, Ensâb, I, 27; el-İsbahânî, el-Eğânî, IV, 304. el-Bekrî, Mu’cem, I, 66; Yâkut, Mu’cem, III, 498. 84 el-Belâzurî, Ensâb, I, 27; el-İsbahânî, el-Eğânî, IV, 304; el-Bekrî, Mu’cem, I, 64-66; Yâkut, Mucem, III, 496-498; Cevâd Ali, el-Mufassal, IV, 146-147. 85 İbn Hişam, es-Sîre, I, 49; el-Bekrî, Mu’cem, I, 79; el-Bekrî, Câhiliye Arapları, çev. Levent Öztürk, s.92-93. 86 el-İsbahânî, el-Eğânî, IV, 121; el-Bekrî, Mu’cem, I, 69. 83 11 Sakif’in İyad’a mı Hevâzin’e mi dâhil olduğu tartışmalarının yanında bir başka iddia daha vardır. Buna göre Sakif kabilesi, bir rivayete göre zalim bir yönetici olan, başka bir rivayete göre de Kâbe’yi yıkmayı amaçlayan fil ordusuna kılavuzluk etmiş olan Ebu Riğal’e ve Semud kavmine dayandırılır. 87 Ancak Sakif kabilesinin aşağılık bir kabile olduğunu ifadeye yarayan bu Ebu Riğal ve Semud kavmi rivayetleri ilim adamlarınca muteber görülmemiştir. 88 Rivayetlerden birine göre Kâbe’yi yıkmak üzere Yemen’den yola çıkan Ebrehe, Vecc vâdisine yaklaşınca Sakiflilerle karşılaştı. Ebrehe’nin niyetini anlayan Sakifliler ona aradığının Tâif’teki Lât mâbedi değil, Kureyş’in evi olan Kâbe olduğunu söylediler. Ebrehe bölgeyi iyi bilmediği için onlardan bir kılavuz istedi. Bu rivayete göre Sakifliler, Hüzeyl’li Nüfeyl denilen bir adamı, 89 başka bir rivayete göre ise Ebû Riğal isimli Sakif’e mensup bir kimseyi 90 rehber olarak görevlendirdiler. Rivayetlerde Ebu Riğal’in Mekke ile Tâif arasında görevini tamamlayamadan öldüğü ve orada gömüldüğü bilgisi vardır. Mekkeliler sonraları Ebu Riğal’e karşı olan nefretlerini göstermek için onun mezarını taşlamayı bir gelenek hâline getirdiler. 91 Ebu Riğal’e olan kin o kadar büyüktür ki bazı kaynaklarda Resûlullah’ın bu mezara uğradığı ve yanındakilere taşlamalarını emrettiği rivayeti de vardır. 92 87 el-Belâzurî, Ensâb, I, 25-26; el-İsbahânî, el-Eğânî, IV, 305; Zehebi, Şemseddin Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman (ö.784/1383), Târihu’l-İslâm, thk. Dr.Ömer Abdüsselam Tedmürî, Dâru’l-Kitabi’l Arabî, Beyrut 1994, s. 372. 88 Lammens, j. , “Sakif ” İA Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1993, X, 97-98. Not: Sakif hakkında uydurulan birtakım rivâyetler ve bunların değerlendirilmesi için bkz. İrfan Aycan, “Sakif Kabilesi ve Tâif Şehrine İslâm Tarihi Açısından Bir Bakış”, AÜİFD, Ankara 1993, XXXIV, 213. 89 İbn İshak, Ebû Abdillah Muhammed b. İshak b. Yesâr b. Hıyâr el-Muttalibî el-Kureşî el-Medenî (ö.151/768), Sîretü İbn İshak, thk. Muhammed Hamidullah, Hayra Hizmet Vakfı, Konya 1981, s.38. 90 İbn Hişam, es-Sîre, I, 49; et-Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerir (ö.310/922), Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, thk. Muhammed Ebu’l-Fazl İbrahim, Dâru Süveydân, Beyrut t.y., II, 132; İbnü’l- Esîr, el-Kâmil, I, 443; Zehebi, Târihu’l-İslâm, s. 372; Cevâd Ali, el-Mufassal, IV, 148; Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İrfan Yayımcılık ve Ticaret, İstanbul 2001, I, 485; Ahmet Lütfi Kazancı, “Ebû Riğal”, DİA, İstanbul 1994, X, 217. 91 İbn Hişam, es-Sîre, I, 49; Taberî, Târîh, II, 132; el-İsbahânî, el-Eğânî, IV, 303; es-Süheylî, Abdurrahman (ö.581/1185), er-Ravdü’l-Ünüf fî Şerhi’s-Sîreti’n-Nebeviyyeti li İbni Hişam, thk. Abdurrahman El-Vekîl, Dâru’l-Kütübü’l-Hadis, Kahire 1969, IV, 259; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 443; Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 485; Ahmet Lütfi Kazancı, “Ebû Riğal”, DİA, İstanbul 1994, X, 217. 92 el-Belâzurî, Ensâb, I, 26; el-İsbahânî, el-Eğânî, IV, 303; Zehebi, Târîhu’l-İslâm, s.372. Bir rivâyete göre de onun mezarına iki altın ağaç dalının gömülmüş ve Resulullah Tâif seferine çıkıldığında onun mezarının açılmasını ve bu hazinenin çıkarılmasını emretmiştir. Bkz. Ebu Davud, 3, Hadis No: 3088; el-İsbahânî, el-Eğânî, IV, 303; İbn Kesir, el-Bidâye, IV, 346; Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 485; Asım Köksal, İslâm Tarihi (Hz. Muhammed ve İslâmiyet) Işık Yayınları, İzmir 2008, VII-VIII, 75-77.Eğânî’de geçen bir rivâyete göre Semud kavminden olan Ebu Riğal, Salih (a.s)’ın vergi toplamak üzere görevlendirdiği bir kişidir. Haksızlık yaparak Kasiyy’in koyunlarına el 12 Buraya kadar elde ettiğimiz bilgilerden aşağıdaki sonuçlara ulaşmak mümkündür: a) Kasiyy, aslen İyad kabilesine mensuptur. b) Kasiyy, İyad-Mudar mücadelesinden çok sonraları Vecc vâdisine gelmiş ve Kays Aylan kabilesi reisi Âmir b. ez-Zarib el-Advânî'nin iki kızıyla evlenmiştir. c) Kasiyy, Vecc vâdisi sâkinleri olan Kays Aylan kabileleri ile kaynaşarak Hevâzin'e intisab etmiştir. Hevâzin kabilesinin reisi Mâlik b. Avf en-Nasrî ve Sakifli Mes'ud b. Muattib es-Sakafî'nin şiirlerinde bu düşünceleri kuvvetlendiren unsurlar mevcuttur. 93 Yurdundan çıkıp Vecc vâdisine yerleşen Kasiyy’in soyu zaman içerisinde çoğalarak belli bir güce ulaştı ve babalarının lakabına nispetle Sakif kabilesi olarak isimlendirildiler. Sakiflilerin Vecc’te güçlenmesiyle Sakifliler ve Advânîler arasında siyasi ve sosyal hâkimiyet çekişmeleri başlamış oldu. Kasiyy (Sakif) kavmine isyan etti, yakınlarına ve komşularına kötü davranmaya başladı. İki kabile arasındaki hâkimiyet mücadelesini o dönemde daha güçlü olan Advânîler kazandılar ve Sakifliler sonradan yerleştikleri bu güzel Vecc vâdisini terk etmek zorunda kaldılar. 94 Diğer taraftan Vecc vâdisinde Advânîlerin evlilik yoluyla akrabaları konumunda olan Âmir b. Sasa’ b. Muaviye b. Bekr b. Hevâzin b. Mansur b. İkrime b. Hafsa b. Kays b. Aylan kabilesi-Âmir b. Sasa’nın annesi, Amre bint Âmir b. Zarib’tir- nüfusları çoğalınca şiddetli bir savaş sonucu şehri ele geçirip Advânîleri şehirden çıkardılar. Bu şekilde Tâif’te konumlarını sağlamlaştıran Âmiroğulları, yaz aylarını meyvelerinin bolluğu ve ikliminin yumuşaklığı dolayısıyla Tâif’te kışı da koymak istediği için ileride Sakif lakabını alacak olan Kasiyy tarafından öldürülmüştür. Bkz. elİsbahânî, el-Eğânî, IV, 306; Köksal, İslâm Tarihi, VII-VIII, 76-77.İbn Kuteybe’nin rivâyetine göre ise Ebu Riğal imanlı bir kişidir ve Kasiyy tarafından haksız yere öldürülmüştür. Bundan ötürüdür ki Kasiyy, katı kalpli anlamında Kasiyy adı ile anılır olmuştur. Bkz.İbn Kuteybe, el-Meârif , s.91. Görüldüğü gibi Ebu Riğal rivâyetleri birbiri ile tenakuz halindedir ve birbirini tutmamaktadır. 93 el-Bekrî, Mu’cem, I, 79; Aycan, “Sakif Kabilesi”, s.212. el-Bekrî, Mu’cem, I, 77; Yâkut, Mu’cem, III, 498; Hasan İbrahim Hasan, Siyasi-Dini-KültürelSosyal İslâm Tarihi, I, 34; el-Bekrî, Câhiliye Arapları, çev. Levent Öztürk, İz Yayıncılık, İstanbul 1998, s.100. 94 13 otlarının güzelliği, meralarının bolluğu ve genişliği sebebiyle Necid’te geçirmeye başladılar. 95 Ancak tarımla ilgili bilgi ve beceriden yoksun olan Beni Âmir, Sakifliler’den geriye kalan bağ ve bahçeleri işlemekte iseler de eskisi kadar bol ve kaliteli ürün elde edemiyorlardı. Bu nedenle daha çok çayır ve meralardan yararlanarak geçimlerinin büyük bölümünü hayvancılıktan kazandılar. Vecc vâdisinin imkânlarını ve kendilerine getirdiği faydanın bilincinde olan Sakif kabilesi de Vecc vâdisine tekrar geri dönebilmenin çarelerini arıyordu. Sakifliler, Âmir b. Sasa’ oğullarına teklif götürüp anlaşma yoluna gittiler. Buna göre Sakifliler, eğer Beni Âmir de uygun bulursa, Vecc vâdisine yerleşip bağ ve bahçeleri işlemeyi buna karşılık da ürünün yarısını onlarla paylaşmayı teklif ettiler. Beni Âmir, becerikli Sakif kabilesinin bu anlaşma teklifini kabul edince Sakifliler özlem duydukları vâdiye geri döndüler ve kendilerine verilen çalışma imkânını en güzel şekilde değerlendirmek için tüm gayretleriyle çalışmaya başladılar. Sakifliler dere ağızlarını kapatıp kuyular kazdılar, Âmiroğullarının verimli olarak kullanamadığı araziler Sakifliler tarafından bağ ve bahçe ile dolduruldu. Âmiroğulları da rahatça hayvancılık yapabilmek için kışları Necid’te geçiriyor, yazın tekrar geriye dönüp hasat zamanında anlaşma şartına uygun olarak toplam ürünün yarısını alıyorlardı. Sakifoğulları geçen süre içerisinde Vecc vâdisinin tamamına yakınını tarım alanı olarak kullanmaya başladılar. Her iki taraf anlaşma şartlarına bağlı kaldığı için Âmiroğulları ve Sakifliler arasındaki bu anlaşma uzun süre sorunsuz bir şekilde işlerliğini korudu. 96 Tâif İsminin Nereden Geldiğine Dair Rivayetler Sakif isminin nereden geldiğine dair bilgi verdikten sonra Vecc vâdisinin Tâif olarak şöhret bulması ile ilgili rivayetlere geçebiliriz. Bu konudaki rivayetleri üç ana başlıkta toplayabiliriz. 95 el-Bekrî, Mu’cem, I, 77; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 684; el-Bekrî, Câhiliye Arapları, çev. Levent Öztürk, İz Yayıncılık, İstanbul 1998, s.100-101. 96 el-Bekrî, Mu’cem, I, 77; Yâkut, Mu’cem, III, 498-499; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 684-685; Nâdiye Hüsnî Sakr, et-Tâifu fî’l-Asri’l-Câhiliyyeti ve Sadri’l-İslâm, s.24-25. 14 a) Vecc vâdisinin giderek zenginleşmesi civar bedevi kabilelerinin iştahını kabartmıştı. Bunun sonucunda Vecc vâdisine baskınlar ve saldırılar olmaya başladı. Vecc sâkinleri de güvenliklerini sağlama derdine düştüler. Bu sırada Hadramevt bölgesindeki Sadîf mevkîinden amcaoğlunu öldürerek kan davasından kaçmak için gelen Demûn b. Abdülmelik isimli ilim sahibi ve tüccar bir kimse Vecc vâdisine sığındı. Demûn, Vecc vâdisinin ileri gelenlerinden biri olan Mes’ûd b. Muattib’e kendisini himaye etmeleri karşılığında şehri koruyacak bir sur yapmayı teklif etti. Teklifi kabul edilince de kaçarken yanına aldığı servetini sur yaptırmak üzere harcadı. Böylece Vecc halkı saldırgan bedevî Arap kabilelerine karşı kendilerini koruyacak surlara ve kaleye kavuşmuş oldu. Demûn ise, yaptığı bu hizmet karşılığında Mes’ûd b. Muattib tarafından ödüllendirilerek Sakifoğulları’na mensup bir kızla evlendirildi. Daha sonraları bu surlar nedeniyle Vecc vâdisi “çepeçevre saran, dolanan” anlamında “Tâif” diye anılır oldu. 97 b) İbn Abbas'a göre bu yerleşim birimine Tâif isminin verilmesi şu şekilde olmuştur: Hz. İbrahim zürriyetini Mekke'ye yerleştirdiği zaman Allah'a dua ederek ehlini rızıklandırmasını istemiş, Allah da bu duanın karşılığında ağaçlık, sulak bir arazi parçası yaratmış ve bu arazi parçası Kâbe’yi tavaf etmiştir. Allah da onu Tâif 'e mekân kılmıştır. Beytullah’ı tavafı sebebiyle bu mekâna Tâif ismi verilmiştir. 98 c) Bir ağacın yerinden sökülerek Beytullah’ın etrafında tavaf ettirilmesi nedeniyle şehir “Tâif” adını almıştır. Zikredilen ağaç Cebrail tarafından Filistin’de bulunan asıl mekânından alınarak Kâbe’ye getirilmiş ve Kâbe’yi tavaf ettirilmiştir. Daha sonra son ve daimi durağı olan Tâif’in bulunduğu bölgeye getirilerek buraya dikilmiş ve şehir ismini bu hâdiseden almıştır. 99 Bunların dışında Hamidullah’ın zikrettiği bir rivayet daha vardır. Buna göre Sakif kabilesinden biri, İran imparatorunu ziyaret etmiş ve bu ziyaretten çok memnun kalan İran hükümdarı, Sakiflilerin isteklerini yerine getireceğini vaat etmiş ve Vecc vâdisine bir mühendis göndermiştir. Mühendis, çevre kabilelerin 97 el-Bekrî, Mu’cem, I, 67; Yâkut, Mu’cem, III, 495; Cevâd Ali, el-Mufassal, IV, 144-145. Yâkut, Mu’cem, III, 496. 99 Yâkut, Mu’cem, III, 496; Cevâd Ali, el-Mufassal, IV, 143. 98 15 baskınlarından bunalan Sakif kabilesi için Vecc vâdisini inceleyerek vâdinin uygun bulduğu kısımlarına surlar ve kale inşa etmiştir. Böylece şehir de “duvar” veya “şehir suru” anlamında “ Tâif” diye isimlendirilmiştir. 100 Ancak Hamidullah’ın elEğâni’den naklettiği bu rivayeti araştırdığımızda Arap Yarımadası’ndan İran’ın idaresinde bulunan Irak’a yapılan ticari bir sefer esnasında Gaylân b. Seleme’nin Kisrâ’nın huzuruna çıkarak, aralarında Ebû Süfyan’ın da bulunduğu tüccar kafilesinin sözcülüğünü yaptığı ve Kisrâ’dan elde ettiği imtiyaz sayesinde İran’dan gönderilen bir mimarın Tâif’teki ilk “utum”u yaptığı ortaya çıkmıştır. 101 Görüldüğü gibi atıf yapılan kaynakta kale veya sur değil utum geçmektedir. Eğâni’de de açıklandığı üzere “utum”, kare şeklinde yapılan ve savunma amaçlı kullanılan yapılardır. Kale kadar büyük olmayan bu yapıların büyük tehlike anında sığınak olarak kullanılabilecek konak tarzı binalar olduğu anlaşılmaktadır. Yukarıda verdiğimiz üç rivayet içerisinde Tâif şehrinin tabii şartlarıyla uyuşmakta olan ilk rivayetin gerçeğe en uygun olduğu görülmektedir. Buna göre önce Vecc vâdisine yerleşen Sakîf, nüfus bakımından çoğalıp, ekonomik bakımdan da geliştikçe buna paralel olarak kendisine dost edinip düşman kazanmış, buna bağlı olarak da kendine bir savunma yöntemi oluşturmuştur. 102 Son iki rivayet hakkında ise, bunların muhtemelen Tâif şehrini dini bir mekân olarak göstererek bu bölgeye kudsiyet atfetme gayesiyle Sakifliler tarafından uydurulduğu söylenir. Zira öteden beri Sakiflilerce Mekke ve Kâbe’nin alternatifi olarak düşünülen Tâif ve Lât putunun daha çok rağbet görmesi ve ilginin buraya çekilmesi amaçlanmıştır. 103 Bu şekilde Tâif olarak anılan Vecc vâdisinde Sakifliler, nüfuslarının artması ve yerlerinin muhkemliği sayesinde kendilerini güçlü hissedip Âmiroğulları’ndan yüz çevirmeye, anlaşmalarına eskisi gibi riâyet etmemeye başladılar. Âmiroğulları ve Sakifliler arasındaki anlaşmazlık büyüyünce iki kabile birbirleriyle savaştı. Âmiroğulları tüm güçlerini ortaya koymalarına rağmen sağlam kale surlarını aşıp 100 Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 483. el-İsbahânî, el-Eğânî, XIII, 207; İbn Hacer, Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed elAskalânî (ö.852/1449), el-İsâbe fî Temyizi’s-Sahâbe, nşr. Ali Muhammed el-Bicâvî, Dâru Nehdati Mısır, Kahire 1971, V, 333. 102 Aycan, “Sakif Kabilesi”, s.215. 103 Cevâd Ali, el-Mufassal, IV, 144; Nâdiye Hüsnî Sakr, et-Tâifu fî’l-Asri’l-Câhiliyyeti ve Sadri’lİslâm, s.22. 101 16 Sakiflileri mağlup edemediler. 104 Artık Tâif’te hâkimiyetini kuran Sakifliler’in ise şımarıklığı artmıştı. Her fırsatta soylarının üstünlük ve meziyetleriyle övünür oldular. Bu durum onların yazdıkları şiirlere de yansıdı. 105 Sosyal, Kültürel, Ekonomik ve Dini Açıdan Tâif Arap Yarımadası’ndaki en gözde şehir, şüphesiz ticâri ve dîni açıdan cazibe merkezi olan Mekke idi. Mekke’den sonraki en önemli şehir ise, Mekke’nin 120 km. güneydoğusunda bulunan Tâif’ti. Mekke ve Tâif halkı ticaret alanında Arap yarımadasının diğer bölgeleri üzerinde büyük bir üstünlüğe sahipti. Kur’an-ı Kerim’de de “Karyeteyn” olarak geçen 106 bu iki şehir, “Karyetan” veya “Mekketan” ortak adları ile anılıyordu. 107 Gazvân dağlarında bulunan Tâif, deniz seviyesinden 1650 m. yüksekliğe sahip bir yayla özelliğindeki eski bir yerleşim yeriydi ve yüksek yerlerinde kışın suların donduğu bile görülebilirdi . 108 Vecc bölgesinde birçok vâdi ve akarsu mevcuttu. Tâif halkı Sakif, Hamir ve Kureyş kavminin çevresindeki Gazvân dağının sırt bölgelerini Huzeyl kabilesiyle paylaşarak yaşarlardı. Tâif, aralarını bir vâdinin ayırdığı iki bölgeden meydana geliyordu. Burada yaşamını devam ettirenler hayvancılıkla uğraştıklarından, vâdiden deri tabaklanması işleminin atık sularının oluşturduğu yapışkan ve ağır kokulu bir dere geçmekteydi. 109 Genel olarak verimsiz araziler ve çöl ile kaplı olan Arabistan’da Tâif, verimli topraklarından ve bol miktarda akarsu varlığından dolayı Arap Yarımadası’nda tarıma en uygun yerdi. Sakifliler, ellerindeki imkânları doğru bir şekilde kullanmayı 104 Yakût, Mu’cem, III, 499; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 685; Cevâd Ali, el-Mufassal, IV, 147; el-Bekrî, Câhiliye Arapları, çev. Levent Öztürk, s.102. 105 Şiirler için bkz. el-Bekrî, Câhiliye Arapları, çev. Levent Öztürk, s.102-103. 106 “Onlar,’Bu Kur’an, iki kentten büyük bir adama indirilseydi ya?’ dediler.” (Zuhruf 43/31) 107 Çağatay, İslâm Öncesi, s.153; Nâdiye Hüsnî Sakr, et-Tâifu fî’l-Asri’l-Câhiliyyeti ve Sadri’lİslâm, s.30. 108 Yakût, Mu’cem, III, 496; Çağatay, İslâm Öncesi, s.154; Nâdiye Hüsnî Sakr, et-Tâifu fî’l-Asri’lCâhiliyyeti ve Sadri’l-İslâm, s.19; M. J. De Goeje, “Arabistan”, İA, I, 474; H. Lammens, “Tâif”, İA, XI, 672. 109 Yakût, Mu’cem, III, 496; Cevâd Ali, el-Mufassal, IV, 153. 17 bilmişlerdir. Sakif kabilesi, deri işlemeciliği, kuru üzüm, zeytinyağı, bal ve şarap üretimi bakımından büyük üne sahipti. Kuru ve yaş üzümün tüm çeşitleri Tâif’te elde edilmekte ve Sakiflilerin bağcılığı ve özellikle de şarapları darb-ı mesel haline gelmişti. Kureyş kabilesine mensup pek çok kimsenin Tâif'te gayr-ı menkulleri ve bağları vardı. Hz. Muhammed’in amcası Abbas b. Abdulmuttalib de bunlardan biriydi. Kâbe ile ilgili görevlerden Rifade ile sorumlu olan Abbas, cahiliye döneminde Kâbe’yi ziyarete gelen hacılara Tâif’teki bağlarından getirdiği özel bir cins kuru üzümü, zemzem suyu ile şerbet yaptırarak dağıtırdı. Tâif'in çekirdeği çok küçük, yumuşak ve ağızda hissedilmeyen cinsten güzel bir üzümü de meşhurdu. Bu üzümler Kureyş tüccarları vasıtasıyla Suriye, Mezopotamya hatta Horasan’a kadar pazarlanıyordu. Bu ürünlerin yanında zeytinyağı ve bal da Tâif'in meşhur ürünlerindendi. Kureyşli Ebu Süfyân b. Harb, bu zeytinyağlarının başlıca pazarlamacısıydı. Hz. Ali’nin Küfe’de halifeliği zamanında Tâif’ten bal getirttiği bilinir. Tatlımsı bir tutkal veya reçine gibi olan mağfur da Tâif’te çok bulunurdu. 110 Yâkut’un verdiği bilgiye göre bölge akarsu ve verimli topraklarından dolayı muz, üzüm, nar ve diğer birçok meyvenin yetişmesine elverişliydi. 111 Araplarda derinin tabaklanması (dibâgât) çok eski zamanlardan beri bilinmekteydi. Tâif dericiliğin gelişmiş olduğu şehirlerden biriydi. Sakif kabilesi, işledikleri sahtiyan, kösele ve derileri ya kendileri götürüp satıyorlar ya da yarımadanın dört bir yanından bunları satın almak için ticaret kervanları geliyordu. Dibâgât sanatında üstünlüğü ellerinde bulunduran Sakifliler, bu işin sırrını kimseye öğretmiyorlardı. Derilerden ayakkabı, at eyerleri, çadırlar, su kovaları ve tulumları, yağ tulumları, hurçlar yapılıyordu. Kâğıdın bulunma güçlüğü ve çok pahalı oluşundan dolayı yazılar da ince deri tabakalarına yazılıyordu. Deri işlemeciliği için gereken bol su Tâif’te fazlasıyla mevcuttu. Zira Tâif yağmur mevsimlerinde bol yağış alıyor, bunları içinde depo eden Tâif dağlarından pınarlar akıyordu. 112 Ancak Tâiflilerin evleri muhtemel bir sele karşı sık ormanın korumasındaydı. 113 Harp 110 Belâzurî, Fütûhu’l-Buldân, çev. Mustafa Fayda, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002, s.80; Çağatay, İslâm Öncesi, s.154; Mustafa Sabri Küçükaşçı, “Sakif”, DİA, İstanbul 2009, XXXVI, 10. 111 Yâkut, Mu’cem, III, 495-496. 112 Çağatay, İslâm Öncesi, s.152. 113 Yakût, Mu’cem, III, 496. 18 aletlerinin yapımında da kullanılan derinin tabaklanması işi Tâif’te çok yaygın olup debbağhanelerin çevresinde hava ağır kokudan teneffüs edilemez hale gelmişti. 114 Tâifliler, Sasaniler ve Bizans’ın yanında Yemen’den Mısır’a kadar geniş bir coğrafyada ticari ilişkiler kurmuşlardı ve Mekkelilerin ticari faaliyetlerine, kervan ticaretine katılarak ve sermaye katarak ortak oluyorlardı. Tâifliler faizle meşgul idiler, tefecilik yapıyorlardı. 115 Tâifliler zirâî mahsullerini Mekke’ye satar, buna mukâbil Mekkeliler de yaz aylarında Tâif’in sahip olduğu mûtedil iklimi için bu şehre gelir, konaklarlardı. Bu şartlar altında önemli sayıda Mekke’linin Tâif’te arazisi veya mülkü bulunurdu. Buna mukabil, Tâiflilerden bir kısmı da ticari maksatlarla Mekke’de ikamet ederdi. Tâif’teki refah ve bol vakit, kültürel hayatın gelişmesine zemin hazırlamış, bu nedenle şehir halkının tefekkür ve düşünce seviyesinin yükselmesi sağlanmıştır. 116 Tâif’te ünlü hekimlerin yetiştiğini, Tâif’in hekimlerine tedavi olmak isteyen kimselerin sıkça Tâif’e geldiğini biliyoruz. Bilgi ve şöhreti ile Hâris b. Kelede, 117 bu hekimlerin başında geliyordu. Tâif’te halk unsuru Mâlikoğulları ve yabancı olup müttefik durumundaki kişiler yani Ahlâf olmak üzere iki ana unsurdan oluşuyordu. Sakiflilerin Âmiroğullarına karşı koymasında Ahlâf’ın büyük etkisi olmuştu. Bu sebeple Ahlâf, Mâlikoğullarına karşı bir itibar kazanmış oldu ve buradaki ikametlerini bu itibar ve üstünlük üzerine devam ettirdiler. Ancak tarih içinde Ahlâf ile Mâlik arasında sürekli bir mücadele ve savaş ortamı da varlığını devam ettirmişti. 118 Mâlik’e nispetle daha az asil bir boy olan Ahlâf, Lât putu mâbedinin bakımını üstlenmeyi başarmış ve dini üstünlüğü ele geçirmişti. Ahlâf, rakipleri olan Beni Mâlik'e nazaran servet ve arazi 114 H. Lammens, “Tâif”, İA, XI, 672. Belâzurî, Fütûh, s.80; Çağatay, İslâm Öncesi, s.154; Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 484. 116 Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 483; Nâdiye Hüsnî Sakr, et-Tâifu fî’l-Asri’l-Câhiliyyeti ve Sadri’l-İslâm, s.19; H. Lammens, “Tâif”, İA, XI, 672. 117 el-Hâris b. Kelede b. Amr b. İlac b. Ebu Seleme es-Sekafi (ö.13/634), Klasik kaynaklarda yer alan bilgilere göre Sakif’e mensup olan Haris, İran’ın Huzistan bölgesindeki Cündişapur tıp okulunda eğitim gördü, b urada hekimlik yaptığı dönemde önde gelen devlet adamlarını tedavi ederek ün kazandı. Bkz. İbn Cülcül, et-Tabakâtü’l-Etibba, s.54. Özellikle kalp hastalıkları konusunda uzman bir hekim olan Haris’in ismi sahabe biyografilerinde geçmesine rağmen İslâm’ı kabul ettiğine dair kesin bir bilgi yoktur. Veda haccı sırasında kalbinden rahatsızlanan Sa’d b. Ebu Vakkas için Resulullah’ın Haris b. Kelede’yi çağırtarak onu tedavi ettirdiği kaynaklarda geçmektedir. Bkz. İbnü’lEsir, Ebü’l-Hasen İzzüddîn Ali b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybâni el-Cezerî (ö.630/1233), Üsdü’l-Ğâbe Fî Ma’rifeti’s-Sahâbe, el-Mektebetü’l-İslâmiyye, Riyad t.y., I, 345; İbn Hacer, elİsâbe, I, 594; Abdullah Köşe, “Haris b. Kelede”, DİA, İstanbul 1997, XVI, 198. 118 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 685-687. 115 19 bakımından da daha aşağı bir derecede bulunmakla beraber, bu noksanlarını daha mâhirane bir siyaset ve daha disiplinli bir askerî teşkilatla telafi etmesini bilmişlerdi. Tâif’in en iyi şairleri ve en meşhur reisleri Ahlâf’tandır. 119 İbn Kuteybe de Haccac, Ümeyye b. Ebi’s-Salt, Haris b. Kelede gibi kişilerin hep Ahlâf’tan olduğunu belirtir. 120 Tâif’te bu iki ana unsurun yanında birçok Mekkeli’nin ve Yahudilerin, ayrıca çok sayıda kabileden çıkmış “mevla” statüsündeki insanların da yaşadığı bilinmektedir. 121 Tâif’te siyasî olarak etkin olan birçok ünlü sîma da yaşamıştır. Bunlardan birisi de Gaylan b. Seleme’dir. 122 Sakif kabilesinin reislerinden olan Gaylan, şiirleri, bilge kişiliği ve hikmetli sözleriyle, ayrıca kabilesi içinde işlerini günlük programlar dâhilinde yürütmesiyle tanınmıştır. Gaylan b. Seleme, haftanın belirli bir gününde kendisine kabilesi tarafından çözüme kavuşturulmak üzere getirilen davalara bakar, bir başka gün, sadece şiirle meşgul olur, diğer bir gün de ziyaretçileri ile ilgilenirdi. 123 Câhiliye döneminde Benî Âmir b. Sa’saa kabilesi ile Sakif kabilesi arasında Tâif’te çıkan bir savaşta Sakif kabilesi kumandanları olan Gaylan b. Seleme sayesinde galip gelmiştir. 124 Yine bu dönemde Arap Yarımadası’ndan İran’ın idaresinde bulunan Irak’a yapılan ticari bir sefer esnasında Gaylan b. Seleme Kisrâ’nın huzuruna çıkarak, aralarında Ebû Süfyan’ın da bulunduğu tüccar kafilesinin sözcülüğünü yapmıştır. Gaylan; bu görüşme esnasında hikmetli sözleriyle ve diplomatik tavırlarıyla Kisrâ’yı etkilemiş, böylece izinsiz ticaret yapmak gibi büyük bir suç işlemiş olmalarına rağmen cezalandırılmaktan kurtulmuşlardır. Gaylan b. Seleme Kisrâ’dan öyle bir imtiyaz elde etmiştir ki bu sayede bir ricasıyla Tâif’e 119 Lammens, “Tâif”, İA, XI, 672. İbn Kuteybe, el-Meârif, s.91. 121 Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 484. 122 Gaylân b. Seleme b. Muattîb es-Sekafî (ö.23/644 ) İki büyük şehirden adamdan birinin Tâif’li Gaylân b. Seleme olduğu da söylenir. Bkz. el-İsbahânî, el-Eğânî, XIII, 200; İbn Hacer, el-İsâbe, V, 330. Gaylan Tâif’in fethinden sonra İslâm’ı kabul etmiş ve Hz. Ömer’in hilafetinin sonlarında vefat etmiştir. Bkz. el-İsbahânî, el-Eğânî, XIII, 200; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, IV, 172-173; İbn Hacer, elİsâbe, V, 330. 123 İbn Habib, el-Muhabber, s.135; Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 484; Mehmet Ali Sönmez, “Gaylân b.Seleme”, DİA, İstanbul 1996, XIII, 415. 69 İbn Habib, el-Muhabber, s.135; İbn Hacer, el-İsâbe, V, 335-336; Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 484; Mehmet Ali Sönmez, “Gaylân b.Seleme”, DİA, İstanbul 1996, XIII, 415. 120 20 Kisrâ’nın emriyle İran’dan bir mimar gönderilmiş ve Tâif’teki ilk “utum”u bu mimar yapmıştır. 125 Tâif şehrinde de Araplar, aynen Mekke’de olduğu gibi şirk içerisinde bir yaşam sürüyorlardı. Yüce Allah’ın yaratıcılığını kabul etmekle beraber O’nun dünya düzeniyle ve yaratılmışlarla ilgilenmediğini, evreni yaratıp çekildiğini kabul ediyorlardı. Kullarından çok uzak olarak düşündükleri yaratıcıya yakınlaşmak için ise birtakım putları kendileri ile Allah arasında aracı yapıyorlardı. Nitekim Arapların bu durumu Kur’an-ı Kerim’de de ifade edilmiştir. 126 Tâifliler’in tapındıkları ve saygı gösterdiği put ise el-Lât idi. Lât putu bulunduğu çevreye göre farklı şekiller almaktaydı. Tâif’te kare şeklinde beyaz bir taş şeklinde tasvir edilmişti. Lât en ilkel şekliyle Hicaz’da tasvir edilmiş, sadece altında hediyelerin muhafaza edildiği bir çukur bulunan dört köşe nakışlı beyaz bir kaya parçası ile simgelenmişti. “Lât” kelimesinin kökü hakkında pek çok görüş vardır. Bunlardan biri de şudur ki “Lât” “kırıp ezmek, karıştırmak, yoğurmak” anlamındaki lett kökünden türemiştir. Araplar özellikle arpa veya buğday ununu su veya yağla karıştırmaya lettü’s-sevik bunu yapana da “lat” diyorlardı. Rivayetlere göre bu şekilde hazırladığı yemeği Tâif’teki bir kayanın yanında ziyaretçilere ikram etmeyi adet haline getirmiş bir kişi Lât diye adlandırılmış, ölünce de kabri ziyaret yeri haline gelmiş ve kendisine tapınılmaya başlanmıştır. Bu kişinin Sakifli biri olduğu ve Amr b. Luhayy tarafından putlaştırıldığı veya Amr b. Luhayy’ın kendisi olduğu rivayet edilir. 127 Sakifliler Kureyşliler ile arasındaki rekabet ve düşmanlık sebebiyle Tâif’teki beyaz taşı, Mekke’deki siyah taşın (Hacerü’l-Esved) karşılığı olarak kabul etmişler ve üzerinde örtü bulunan Beytürrabbe adlı bir binada koruyup tapmışlardır. Bundan dolayıdır ki Tâif bir tür hac mekânı haline getirilmiştir. 128 Kabileler arası görüşmeler sonucunda Kureyşliler Tâifliler’e karşı olmalarına rağmen, Lât kültünü 125 el-İsbahânî, el-Eğânî, XIII, 207; İbn Hacer, el-İsâbe, V, 333. Zümer 39/3. 127 İbnü’l- Kelbi, Putlar Kitabı, Beyza (Düşüngen) Bilgin, s. 46, 98; Yakût, Mu’cem, IV, 336-337; İbn Manzur, Lîsânü'l-Arab, II, 388; Tevfik Fehd, “Lât”, DİA, Ankara 2003, XXVII, 107. 128 İbn Habib, el-Muhabber, s. 315; Cevâd Ali, el-Mufassal, IV, 145; Mustafa Sabri Küçükaşçı, “Sakif”, DİA, İstanbul 2009, XXXVI, 10. Tâiflilerin rakipleri Mekke’ye ve özelde Kâbe’ye olan düşmanlıkları ve kendi putları olan Lât’a zarar gelebilme endişesi onları Kâbe’yi yıkmayı hedefleyen Yemen valisi Ebrehe için kılavuzluk yapmaya sevk etmişti. Bu konuyu daha önce zikrettiğimizden üzerinde durmuyoruz. 126 21 benimsemişlerdir. “Uzzateyn” (iki Uzza) diye isimlendirilen Lât ve Menât putları eskiliğine rağmen en önemli put kabul edilen Uzza’nın kızları olarak görürlerdi. Lât putuna hediyeler sunulur, kurbanlar kesilirdi, tavaf edilirdi. 129 İbn Hişam, Sakif kabilesinden Muattiboğulları’nın Lât putunun koruma ve gözetimini yaptığını rivayet etmektedir. 130 Kitâbu’l-Esnâm’da ise bekçilerinin Attab b. Mâlikoğulları olduğu geçmektedir. 131 Savaşçı millet olan Araplarda erkek çocuklarına çok değer verilir, kız çocuğuna sahip olmak ise aşağılık bir durum olarak algılanırdı. Tâiflilerin çoğunluğu oluşturduğu Lât putuna tapanlar, bu puta Rabbe derler ve “Allah’ın kızı” olarak kabul ederlerdi. Kur’an-ı Kerim’de yüce Allah bu inanışa sahip olanları şöyle ifadelendirmektedir: “Ey inkârcılar! Şimdi Lât, Uzza ve bundan başka üçüncüleri olan Menat'ın ne olduğunu söyler misiniz? Demek erkekler sizin, dişiler Allah'ın mı? Öyleyse bu haksız bir paylaşma. Bunlar sizin ve babalarınızın taktığı adlardan başka bir şey değildir. Allah onları destekleyen bir delil indirmemiştir. Onlar sadece sanıya ve canlarının istediğine uymaktadırlar. Oysa onlara Rablerinden and olsun ki doğruluk rehberi gelmiştir.” 132 Tâif’te müşriklerin dışında Ehli Kitap’tan Yahudilerin olduğu bilgisi vardır. Belâzurî, Tâif çevresinde Yemen ve Yesrib’ten sürülmüş Yahudilerin bulunduğunu belirtir. 133 Hamidullah, Tâif’te yaşayan Yahudilerin bölgenin iktisadi hayatı üzerinde önemli etkilerinin olduğunu ifade eder. Nitekim Tâiflilerle yapılan anlaşma metninin bazı maddelerinden de bu kanıya varmak mümkündür. 134 Tâif halkının hepsi putperest değildi, Mekke’de olduğu gibi Tâif’te de toplum içinde olup bitenlerden rahatsızlık duyan Hanif diyebileceğimiz kişiler mevcuttu. Muhtemelen ehli kitabın etkisinde olan bu kişiler, insanlara yaşanan sosyal ve dîni 129 Tevfik Fehd, “Lât”, DİA, İstanbul 2003, XXVII, 107-108. İbn Hişam, es-Sîre, I, 87. 131 İbnü’l- Kelbi, Putlar Kitabı, çev., Beyza (Düşüngen) Bilgin, s. 46. 132 Necm 53/19-23. 133 el-Belâzurî, Fütûh, s.80; Cevâd Ali, el-Mufassal, IV, 147. Not: el-Belâzurî Ensâb’ta Tâifli şair Ümeyye b. Ebi’s-Salt için “Kane Yahudiyyen” demektedir. Bkz. el-Belâzurî, Ensâb, II, 1267. 134 Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 612. 130 22 karanlığın ancak bir peygamberle son bulacağını anlatıyorlar ve onu beklediklerini söylüyorlardı. Gelecek peygamber beklentisinde olanlardan en önde gelen kişi Tâif’ten İyad kabilesine mensup olan Kuss b. Sâide 135 idi. Cahiliye devrinin meşhur şairlerinden biri olan Ümeyye b. Ebi’s-Salt, Araplar arasında Tâif’in en güçlü şairi olarak kabul edilirdi. Tâif’te yaşayan meşhur kimselerden olan İbn Ebi’s-Salt, Tâif’te yaygın olan putperestlik inancına karşı akıl yürütüp cansız varlıklara tapmanın anlamsızlığını idrak eden ve bu batıl inanışa karşı mücadele edenler arasında idi. Aynı zamanda Tâif halkının reisi konumunda olan Ümeyye, cahiliye devrinde mukaddes kitapları okumuş, putperestliği terk ederek Hz. İbrahim’in Hanif dinine girmişti. “Bismikallahümme” tabirini ilk defa bu şair kullanmıştı. 136 Daha sonraları Araplar arasında yaygınlık kazanan bu ibare, kitapların, anlaşmaların baş tarafına yazılmaya başlanmıştı. 137 Şiirlerinde peygamberin gerekliliğinden bahseden Ümeyye ibn Ebi’s-Salt, okuduğu Tevrat, İncil’den gelecek peygamberin vasıflarını öğrenmiş ve bu peygamberin Araplar arasından çıkacağına inanmıştır. Gelecek peygamberin kendisi olacağını uman Ümeyye, haset ve kıskançlığının esiri olmuş ve Hz. Muhammed’in 135 Kuss b. Sâide b. Amr el-İyâdî (ö.600), Kaynaklarda hayatı hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. İyi bir hatip ve şair olduğu bilinen Kuss’un risaletten önce Ukâz panayırında Arapların eşrafından olan kişilerin de hazır bulunduğu bir toplulukta yapmış olduğu konuşma çok meşhurdur. Bu hutbesinde Allah’ın bir olduğunu, eşi ve benzerinin olmadığını, yalnız Allah’ın baki olacağını söyledikten sonra, bir peygamberin geleceğini ve ona uyanların kurtulacağını söylemiştir. Kuss b. Sâide’yi dikkatle dinleyen topluluk içerisinde henüz kendisine risalet görevi verilmemiş olan Muhammed b. Abdullah da bulunuyordu. Bir ara Hristiyanlığı kabul ettiği öne sürülen Kuss’un risaletten önce vefat ettiği bildirilmektedir. Bkz. İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 315; İbn Habib, el-Muhabber, s.171-172; İbn Kesir, el-Bidâye, II, 214-218; Cevâd Ali, el-Mufassal, VI, 463-468; Kuzgun, Şaban, İslâm Kaynaklarına Göre Hz. İbrahim ve Haniflik, s.193; Şemseddin Günaltay (ö.1961), İslâm Öncesi Araplar Ve Dinleri, Sadeleştirenler: M. Mahfuz Söylemez, Mustafa Hizmetli, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 1997, s.19-21; Çağatay, İslâm Öncesi, s.164-166; Mehmet Ali Kapar, “Kuss b. Sâide”, DİA, Ankara 2002, XXVI, 460. 136 el-İsbahânî, el-Eğânî, IV, 123; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 250; Çağatay, İslâm Öncesi, s.166-167. 137 Bismikellâhümme ibaresi daha sonraki zamanlarda önemli yazışmalarda, mektuplarda ve anlaşmaların baş tarafında görmek mümkündür. Mekke’de Müşriklerin Müslümanlara uyguladıkları boykot hadisesinde, yazılarak asılan duyurunun baş kısmında da bu ifade vardır. Ayrıca Müslümanlar’ın Mekke’li Müşriklerle imzaladıkları Hudeybiye musalahasında besmele üzerinde anlaşamayan taraflar; yine bu ifade üzerinde fikir birliğine varmışlardır. Bkz. İbn Hişam, es-Sîre, III, 332. 23 peygamberliğini kabul edenler arasında olmamış, iman etmemiştir. 138 Bazı müfessirlere göre A’raf suresinin 175. ayeti Ümeyye hakkında nazil olmuştur. 139 Hz. Muhammed zaman zaman Ümeyye b. Ebi’s-Salt’ın şiirlerini dinlemek istemiş, dinledikten sonra ise, şiirlerden aldığı manevi lezzet ile “ Ümeyye b. Ebi’sSalt neredeyse îmân edecekti…” bir başka zaman da “ (Ümeyye’nin) şiiri iman etti, kalbi ise küfürde kaldı.” diyerek O’nun iman etmemesinden duyduğu teessürü ifade etmiştir. 140 Tâif ve Mekke Arasındaki Münasebetler a) Ticari Münasebetler Tarihe baktığımızda Mekke ile Tâif arasındaki ilişkinin ticaretle kurulduğunu görebiliriz. Çünkü Tâif'in Mekke'ye mesafe olarak yakınlığı ve ziraata elverişli arazisinden ele ettiği mahsulü civar yerleşim merkezlerine satacak durumda bulunması, iki merkez arasındaki ilişkiyi artırıyor, Sakif kabilesi ile Kureyş kabilesi 138 İbn Hacer, el-İsâbe, I, 250; Âlûsî, Bulûğu’l-Ereb, III, 121; Şaban Kuzgun, İslâm Kaynaklarına Göre Hz. İbrahim ve Haniflik, Se-Da Yayınları, Ankara 1985, s.192; Çağatay, İslâm Öncesi, s.167. 139 el-İsbahânî, el-Eğânî, IV, 122; İbn Kesir, el-Bidâye, II, 205; İbn Kesir, Tefsir, II, 264,265; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 250; Elmalılı M.Hamdi Yazır (ö.1942), Hak Dini Kur’an Dili, sadeleştiren: İsmail Karaçam vd, Azim Dağıtım, İstanbul t.y, IV, 176. ayette sözü edilen kişinin Musa (a.s) zamanında dünyalık çıkar için dinini terk eden İsrailoğulları âlimlerinden Bel’am b. Ebr adında birisi veya geçmiş şeriatlere dair pek çok bilgiye sahip olduğu halde gururundan Hz. Muhammed’e iman etmeyen Ümeyye b. Ebi’s-Salt olduğu da geçer. Bize göre ayette bir şahsın tarifinden çok toplumda dini olarak belli bir mevkide olan ancak ilmini pratikte göstermeyen ve gurur, çıkar vs. sebeplerle Allah’ın dinine karşı duran bir şahsın karakteri ortaya konmaktadır. Bu karakterin o dönemdeki temsilcisi Ümeyye idi, günümüzde ise daha başkaları olmaktadır. 140 Müslim, Şiir, 41, 4/1768; el-İsbahânî, el-Eğânî, IV, 129-130; İbn Kesir, el-Bidâye, II, 212; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 249,251; İbn Kesir, el-Bidâye, II, 212. 24 arasında ekonomik bazı ortaklıkları sağlıyordu. 141 Tâiflilerin, Mekkelilerin ticaret kervanlarına ya bizzat katıldıklarını ya da sermaye katarak ortak olduklarını daha önce ifade etmiştik. Tâifliler ile Mekkeliler arasında ticari münasebetler sıkı idi. Tâif’te yetiştirilen üzümlerin Kureyş tüccarları vasıtasıyla çeşitli yerlere pazarlamasının yapıldığını, Hz. Muhammed’in amcası Abbas’ın, cahiliye döneminde Kâbe’yi ziyarete gelen hacılara Tâif’teki bağlarından getirdiği üzümleri, zemzem suyu ile şerbet yaptırarak dağıttığını, Ebu Süfyân’ın Tâif’te üretilen zeytinyağlarının pazarlamacılığını yaptığını daha önce ifade etmiştik. Mekkeliler için Tâif ticari ortaklık yanında bir sayfiye yeri idi. Mekke eşrafının çoğunun Tâif’te arazisi veya mülkü vardı. Buna karşılık bazı Tâifliler de ticari maksatlarla Mekke’de ikamet ederdi. 142 Kureyş kabilesi yazın Suriye’ye kışın da Yemen’e olmak üzere iki büyük ticaret seferi edilmektedir. düzenlerlerdi. 143 Nitekim Kur’an-ı Kerim’de de buna işaret Bu büyük kervanlar Mekke’li tüccarlar ve sermayedarların oluşturduğu bir komisyon tarafından idare ediliyordu. Kış ve yaz ticaret yolu Yemen’deki San’a şehrinden başlar, kuzeye doğru yol alarak Tâif üzerinden Mekke’ye, oradan da Yesrib, Hayber, Hicr, Tebük, Maan, Teyma, Mute ve Busra üzerinden Şam’a ulaşırdı. Bunun dışında kuzeye doğru Kızıldeniz sahilini takip ederek Akabe Körfezi’ndeki Eyle üzerinden Akdeniz sahiline, Gazze’ye ulaşan bir yol daha vardı. Tâif’in önemli ticaret yollarının önemli bir noktasında bulunduğunu söyleyebiliriz. 144 Cahiliye döneminde siyasi birlikten yoksun olan Arabistan’da ekonomik açıdan bir birlik göze çarpmaktaydı. Arabistan’ın çeşitli bölgelerinde ticâri hayatı canlı bir şekilde sürdürebilmek amacıyla panayırlar kurulurdu. Bunların en bilinenlerinden biri de Tâif ve Nahle arasındaki Ukâz ve Zü’l-Mecâz panayırıydı. Bu panayırlardan önemli bir kısmı Zilkâde, Zilhicce Muharrem ve Receb gibi haram aylarda kurulmakla beraber diğer aylarda kurulanlar da vardı. Panayırlar beş ilâ otuz gün arasında farklı sürelerde faaliyetlerini sürdürürdü. Panayırlar Arapların ekonomik hayatında olduğu kadar sosyal hayatında da önemliydi. Cahiliye 141 Aycan, “Sakif Kabilesi”, s.215-216. Nâdiye Hüsnî Sakr, et-Tâifu fî’l-Asri’l-Câhiliyyeti ve Sadri’l-İslâm, s.19. 143 Kureyş 106/ 1-4. 144 Sarıçam, Hz.Muhammed ve Evrensel Mesajı, s.45-47; Abdülkerim Özaydın, “Arap”, DİA, İstanbul 1991, III, 323. 142 25 döneminde en ünlü panayır yeri Tâif ile Nahle arasında kurulan uluslararası mahiyetteki Ukaz panayırı idi. Bu panayıra Arabistan’ın her tarafından akın akın insanlar gelir, Zilkade ayının başından yirmisine kadar yirmi gün boyunca alış-veriş ve mal değiş-tokuşu yapılır, şiir yarışmaları olur, davalar görülür ve kabileler arasındaki anlaşmazlıklar halledilirdi. Ukâz panayırında bulunan gösteri için ve savaş meydanlarında kumanda merkezi olarak da kullanılabilen kırmızı deriden çadırlar gelenlerin dikkatini çekecek görkeme ve güzelliğe sahipti. Araplar Ukaz panayırı bittikten sonra Mecenne panayırına, oradan da Zülmecaz’a giderler ve 10 Zilhicce’de Mekke’de toplanır, hac yaparlardı. 145 b) Tâiflilerle Mekkeliler Arasındaki Akrabalık İlişkileri Tâif ve Mekke halkı arasında ekonomik ilişkilerin yanında köklü bir akrabalık bağı da vardı. Kureyş’ten birçok kimse, Sakif kabilesinden kız aldıkları gibi, Sakif’ten birçok kimse de Kureyş kabilesine mensup kadınlarla evlenmişlerdi. Mekke’den Sakif kabilesine mensup kadınlarla evlenenler arasında Hz. Muhammed’in dedelerinden Abdülmenaf, 146 onun oğlu Haşim, 147 Abdulmuttalib’in oğlu Haris, 148 Ömer b. Hattâb ve oğlu Abdullah 149 gibi kimseler vardı. Ancak Sakif ve Ümeyye oğulları arasında çok daha sıkı bir ilişki vardı. Örneğin, Ebû Süfyan’ın halalarından, kız kardeşlerinden ve kızlarından bazıları Sakif’in ünlüleriyle evliydiler. Bu sebeple Ebû Süfyân’a Tâif’te “Sakif’in dayısı” denilmekteydi. Urve b. Mes’ud es-Sekafî’nin annesi Abdüşşems b. Abdilmenaf’ın kızı, 150 karısı da Ebû Süfyân b. Harb’in kızıdır. 151 Sakif’in en meşhur şairi Ümeyye b. Ebi’s- Salt’ın annesi Abdüşşems b. Abdilmenaf’ın kızı, 152 Muğîre b. Şu’be’nin karısı yine Ebû 145 Çağatay, İslâm Öncesi, s.157; Sarıçam, Hz.Muhammed ve Evrensel Mesajı, s.47. İbn Hişâm, es-Sîre, I, 112. 147 İbn Sa’d, et- Tabakât, I, 80. 148 İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 50. 149 İbn Sa’d, et-Tabakât, IV, 142; VIII, 472. 150 İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII, 543; el-Belâzurî, Ensâb, I, 441. 151 İbn Habib, el-Muhabber, s.105; el-Belâzurî, Ensâb, I, 441. 152 İbn Habib, el-Muhabber, s. 106; el-İsbahânî, el-Eğânî, IV, 120; İbn Kesir, el-Bidâye, II, 205. 146 26 Süfyan b. Harb’in kızıydı. 153 Sakifli Gaylan b. Seleme’nin annesi de Ümeyye b. Abdişşems b. Abdilmenaf’ın kız kardeşi, Sebia bnt. Abdişşems b. Abdilmenaf b. Kusay’dır. 154 Ümeyye b. Ebi’s-Salt’ın annesi de Rukiyye bnt. Abdişşems b. Abdilmenaf’tır. 155 Ancak ekonomik bağlara ve akrabalık ilişkilerine rağmen Sakifliler Resûlullah’ın dedesi Abdulmuttalib ile mücadeleye girişmişler, dördüncü Ficar savaşında Kureyş-Kinane ittifakına karşı Kays Aylan’ın yanında yer almışlar ve savaşta Kureyş’ten pek çok kimsenin ölümüne neden olmuşlardır. 156 Resûlullah’ın da anne tarafından Sakif kabilesi ile bir akrabalığı vardır. Şöyle ki, Hz. Muhammed’in annesi Âmine bint. Vehb b. Abdilmenaf b. Zühre b. Kilâb b. Mürre b. Kâb b. Luayy b. Ğalib b. Fihr b. Mâlik b. Nadr, Âmine’nin annesi Berre bint Abdüluzzâ b. Osman b. Abdüddar b. Kusayy b. Kilâb b. Mürre b. Kâb b. Luayy b. Ğalib b. Fihr b. Mâlik b. Nadr, Berre’nin annesi Ümmü Habib bint. Esed b.Abdüluzza b. Kusayy b. Kilâb b. Mürre b. Kâb b. Luayy b. Ğalib b. Fihr b. Mâlik b. Nadr, Ümmü Habib’in annesi Berre bint Avf b. Ubeyd b. Uveyc b. Adiyy b. Kâb b. Luayy b. Ğalib b. Fihr b. Mâlik b. Nadr’dir. Görüldüğü gibi Resûlullah’ın anneleri Âmine’den Berre bint. Avf’a kadar hepsi Kureyşlidir. Bundan sonraki neneleri Kureyş’ten değildir. Berre bint. Avf’ın annesi Kılâbe bint. el-Hâris’tir, Kılâbe’nin annesi Ümeyme bint. Mâlik’tir. Ümeyme’nin annesi, Debbe bint. el- Hâris’tir. Onun annesi ise Sakif’ten Kehfüz-zulüm’ün kızıdır. 157 İbn Kuteybe de Berre bint. Avf’ın annesinin Kılâbe bint. el-Hâris b. Lihyan b. Huzeyl olduğunu Kılâbe’nin annesinin ise Sakif’ten Hind bnt. Yerbu olduğunu belirtir. 158 Bu kan bağına dayanan akrabalığın yanında Hz. Muhammed’in Tâif ile süt hısımlığına dayalı yakınlığı da vardı. Bilindiği üzere Araplar yeni doğan çocuklarını Mekke’nin sıcak ve bunaltıcı havasından koruyup sağlıklı bir ortamda büyümelerini temin etmek ve fasih Arapçayı öğrenmelerini sağlamak için bu işten geçimini sağlayan göçebe kabilelere mensup sütannelere verirlerdi. Resûlullah da dünyaya geldikten kısa bir süre sonra bu amaçla, Tâif yakınlarında çölde göçebe hayatı 153 İbn Habib, el-Muhabber, s. 106. el-İsbahânî, el-Eğânî, XIII, 200. 155 el-İsbahânî, el-Eğânî, IV, 120. 156 İbn Hişam, es-Sîre, I, 195-197; Mustafa Sabri Küçükaşçı, “Sakif”, DİA, İstanbul 2009, XXXVI, 10. 157 İbn Hişâm, es-Sîre, I, 115. 158 İbn Kuteybe, el-Meârif, s.131. 154 27 yaşayan Sa’d b. Bekr kabilesinden Halime bint Ebû Züeyb’e verilmişti. Muhammed, burada iki yaşını doldurduğunda Halime onu ailesine göstermek için Mekke’ye getirdi. Annesi Âmine, o sıralarda Mekke’de veba salgını bulunduğundan ve çöl havasının çocuğuna iyi geldiğini gördüğü için oğlunun sütannesinde kalmasını istedi. Böylece Muhammed dört veya beş yaşına kadar Sa’d kabilesiyle beraber yaşadı. Daha sonra da Mekke’ye getirilerek annesine teslim edildi. 159 Hamidullah, Resûlullah’ın Tâif’te oturan Abd Yâlîller arasında Resûlullah’ın dayıları olduğunu söylemektedir. 160 Ancak biz Hamidullah’ın verdiği kaynaklarda bu konuya dair açık veya dolaylı bir ifade ile karşılaşmadık. Ancak araştırmamızda Muhabber’de geçen bir rivayette Resûlullah’ın melce’ aramak için Tâif’e gittiği zaman görüştüğü Abdi Yâlîl b. Amr, Mesud b. Amr ve Habib b. Amr kardeşlerin annelerinin Haris b. Kelede’nin kızı Kılâbe olduğunu görmüş olduk. 161 İbn Habib’in bu rivayeti ile İbn Kuteybe’nin Resûlullah’ın anne tarafından büyük nenelerinden Berre bint. Avf’ın annesinin Kılâbe bint. el-Hâris olduğuna dair rivayetini birleştirirsek Hz. Muhammed’in Abd Yâlîller ile anne tarafından bir akrabalığı olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu kan bağı ve süt hısımlığı dışında Resûlullah’ın küçük yaşlarda Tâif bölgesine gittiği rivayeti de vardır. Buna göre Hz. Muhammed, annesi Âmine’nin vefatından sonra dedesinin himayesindeyken yedi yaşlarında şiddetli bir göz iltihabına muzdarip oldu. Mekke’de kendisine deva bulunamadı. Dedesi Abdulmuttalib onu Ukaz yakınlarında -başka bir rivayette Mekke ve Medine arasında bir yer olduğu da söylenir- göz iltihaplarına tedavi uygulayan bir rahibe götürdü. Rahibe onu iyileştirecek olan tedaviyi uyguladı ve küçük Muhammed’in gözleri iyileşti. 162 Hamidullah, Resûlullah’ın küçük yaşlarda göz hastalığı sebebiyle Tâif yakınlarında olan bu yere gitmesinin dışında Tâif’e gittiğine dair bilginin bulunmadığını söyler. 163 Ancak, uluslar arası fuar hükmündeki Ukaz panayırını ve 159 İbn Hişam, es-Sîre, I, 169-170; İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 113; Taberî, Târîh, II, 158; İbn Kesir, elBidâye, II, 254-247; Köksal, İslâm Tarihi, I-II, 37-49. 160 Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 486; İbn Kuteybe, el-Meârif, s.43; Ebu Nuaym, Delâil, XX. bölüm. 161 İbn Habib, el-Muhabber, s.460. 162 el-Halebî, Ebu’l-Ferec Nûruddin Ali b. Burhâniddîn İbrahim b. Ahmed el-Halebî (ö.1044/1635), İnsânü’l-Uyûn fî Sîreti’l-Emîni’l-Me’mûn, Matbaatü Mustafa, Mısır 1964, I, 183-184. 163 Muhammed Hamidullah, “Hz. Peygamberin İslâm Öncesi Seyahatleri” çev: Abdullah Aydınlı, Atatürk Üniversitesi İslâmi İlimler Fakültesi Dergisi, Ankara 1980, sayı:4 s.330. 28 Arapların akın akın oraya gittiklerini göz önünde bulundurursak Resûlullah’ın Ukaz’a yakın olan Tâif’e gitmiş olma ihtimali de olmaktadır. Kaldı ki kendisinden üç yaş büyük olan amcası Abbas’ın Tâif’te mülkü olduğunu da düşündüğümüzde bu ihtimal kuvvetlenmektedir. Zira ticaretle uğraşan bir Arab'ın Tâif’e gitmiş ve orada bulunmuş olması o devirde muhtemel bir durum olsa gerektir. Her ne kadar tarihi rivayetler arasına girmemiş olsa da biz Resûlullah’ın Tâif’e daha önceden gitmiş olmasını kuvvetle muhtemel görmekteyiz. 29 BİRİNCİ BÖLÜM TÂİF’E GİDİŞİNDEN ÖNCE HZ.MUHAMMED’İN MEKKE’DEKİ DURUMU VE TÂİF’E GİDİŞİ 1.1. Tâif’e Gitmeyi Gerektiren Sebepler Bilindiği gibi 610 yılında Hira’da ilk vahyi almasıyla Hz. Muhammed için ilahi görev başlamıştı. İçinde bulunduğu müşrik Mekke halkını önce en yakınlarından başlamak üzere bir olan Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmadan inanmaya davet edecekti. Elbetti ki bu kolay olmadı. Kendilerinin Hz. İbrahim’in dini üzere olduklarını iddia eden Araplar gerçekte O’nun yolunu bozmuşlar ve Kâbe’yi bir putlar merkezi haline getirmişlerdi. Önceleri birer saygı ifadesi olarak geçmişte yaşamış ve ölmüş olan atalarının putlarını yapan ve daha sonra bunları Allah ile aralarında şefaatini umdukları aracılara dönüştüren Arap müşrikleri için tevhidi kabul etmek büyük gelir elde ettikleri put ticaretinden olmak demekti. Özellikle Mekke’nin zengin tüccarları kendilerine hatırlatılan tevhid ve ahiret gerçeğinden rahatsız oldular. Kendi iktidarlarından ve toplumda edindikleri konumdan olmak korkusuyla Hz. Muhammed’i ve O’na tabi olanları engellemeye çalıştılar. Müslüman olanlar, müşrik kimseler tarafından çeşitli zorlamalara, baskılara ve işkencelere maruz bırakıldılar ve Müslümanlardan bir kısmı İslâm uğrunda şehit edildiler. Zor durumda kalan bir grup Müslüman için Resûlullah Habeşistan’a hicret etmelerini uygun gördüyse de müşriklerin eziyetleri devam ediyordu. Tüm eziyetlere rağmen Müslümanların sayısının artması ve öte yandan işkenceler sonucu Habeşistan’a giden muhacirleri getirmek üzere müşrik heyetinin başarısız bir şekilde geri dönmesi müşrikleri iyice çileden çıkarmıştı. Mekkeliler işi kökten halletmek üzere toplandılar ve Haşimoğullarından Resûlullah’ı öldürmek üzere kendilerine teslim etmelerini istediler. Fakat onların bu isteklerine Haşimiler çok sert tepki gösterince farklı bir baskı metodu denemeye karar verdiler. Bu metot, Hz. Peygamberi kendilerine teslim 30 etmeyen Haşimoğullarına toplumsal baskı oluşturmak için uygulanacak olan boykot kararı idi. Sonunda müşrikler Müslümanlarla birlikte Resûlullah’ı himaye eden Haşimoğullarını nübüvvetin yedinci yılından onuncu yılına kadar üç yıl süreyle boykota tabi tuttular. Mekkelilerin aldığı boykot kararı, alay, hakaret, işkenceden sonra toplumsal baskının zirvesi olmuştu. Baskı ve zulmün son safhası diyebileceğimiz bu uygulama sonucu insanların açlıktan ölüme kadar gitmesi, temiz şahsiyetlerin ruhlarında yankı bulmuş ve bu baskıyı bir belge haline getirerek vazgeçilmez şekle sokmak isteyen Mekke zorbalarının gözü önünde bu belgenin yırtılmasını sağlayarak, bu zulmün son perdesinin de sona erdiğini ilan etmiştir. Boykotla birlikte Müslümanlar artık bu topraklarda yaşayamayacaklarını anlayıp, yeni bir yurt arama girişiminde bulunacaklardır. Bu son uygulama iki taraf arasında kesin olarak birbirinden kopmaların başlangıcını teşkil etmişti. Resûlullah boykot olayından sonra kendine yurt arayışı amacıyla Tâif’e sığınmaya çalışacak ve yine Mekke’deki son üç yılını Mekke’ye gelen kabilelerin çadırları arasında gezerken kendine sığınacağı bir yurt arayışı içerisinde olacaktır. Resûlullah’ın boykotla birlikte artık Mekkelilerden ümidini kestiğini görmekteyiz. 164 Boykotun kaldırılması Mekkelilerin davranışlarında bir değişikliğe sebep olmamıştı. Müşriklerin baskı ve işkenceleri devam ediyordu. Bi’setin onuncu yılında Hz. Muhammed’in eşi ve ona ilk iman eden kişi olan Hz. Hatice, Mekke’de hicretten üç sene önce Ebu Talip ile aynı yıl vefat etti. Kendisini ilk tasdik eden Hatice ile iman etmediği halde müşriklere karşı kendisini himaye eden amcası Ebu Talib’i kaybetmek Resûlullah için büyük bir yıkım olmuştu. 165 Hz. Hatice, Ebu Talib’ten önce vefat etmiştir. Ebu Talib, nübüvvetin onuncu yılında Şib’ten çıktıktan sonra Şevval’in ortasında veya Zilkade’nin başında vefat etti. İkisinin vefatları arasında 164 Mehmet Azimli, “Mekke Döneminde Boykot Yılları Üzerine Bazı Mülahazalar”, İSTEM, İslâm San’at, Tarih, Edebiyat ve Mûsıkîsi Dergisi, s. 63-64, yıl:4, sayı:7, Konya 2006. 165 Taberî, Târîh, II, 343; İbn Seyyidinnâs, Ebu’l-Feth Fethuddîn Muhammed b. Muhammed b. Muhammed el-Ya’merî (ö.734/1334), Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Meğâzî ve’s-Siyer, Dâru’l-Meârif, Beyrut t.y., I, 129. 31 otuz beş gün olmakla birlikte bu sürenin beş, yirmi beş veya üç gün olduğu da rivayet edilir. 166 Ebu Talib’in vefatından sonra Ebu Leheb’in asabiyet duygularıyla Resûlullah’ın yanına gelerek ve ona: “Ey Muhammed! Git, ne istiyorsan, Ebu Talib’in sağlığında ne yapıyor idiysen yine yapmaya devam et. Lât’a and olsun ki ben ölünceye kadar sana hiç kimse dokunamayacaktır” diyerek onu himaye etmeye çalıştığını biliyoruz. Hatta bir gün İbn Gaytala Resûlullah’a sövüp sayarken Ebu Leheb onu yüzü üzerine düşürmüş ve Gaytala’nın oğlu “Ey Kureyş cemaati! Ebu Utbe dininden çıkmış” diyerek bağırmaya ve yaygaraya başlayınca Kureyş müşrikleri gelip Ebu Leheb’in üzerine dikilmişler. Ebu Leheb onlara: “Ben Abdülmuttalib’in dininden ayrılmış değilim. Fakat ben kardeşimin oğlunu yapmak istediği şeyi yapıncaya kadar koruyorum” demiştir. Müşrikler de Ebu Leheb’in bu davranışını onaylamıştır. Resûlullah, böylece bir müddet Ebu Leheb’in himayesinde olmuştur. Ancak bir gün Ukbe b. Ebi Muayt ile Ebu Cehil Amr b. Hişam, Ebu Leheb’in yanına gelerek ona: “Kardeşinin oğlu sana babanın nereye girdiğini haber verdi mi?” diye sorunca, Ebu Leheb, Resûlullah’a giderek “Ey Muhammed! Abdülmuttalib’in girdiği yer neresidir?” diye sorar. Resûlullah: “O, kavmi ile birliktedir” dedi. Ebu Leheb, Ukbe b. Ebi Muayt ile Ebu Cehil’e: “Ona babamın girdiği yeri sordum. “Kavmi ile birliktedir” diye cevap verdi” dedi. Ukbe ile Ebu Cehil: “O ateş içindedir demek istemiştir ” dediler. Ebu Leheb tekrar Resûlullah’ın yanına varıp: “Ey Muhammed! Abdulmuttalib ateşe mi girdi?” diye sordu. Resûlullah: “Abdulmuttalib de onun gibi ölüp gitmiş olanlar da ateşe girmiştir” dedi. Bunun üzerine Ebu Leheb “Vallahi sana nefes aldırmayacak temelli düşmanlık edeceğim. Sen Abdülmuttalib’in cehennemde olduğunu söylersin ha!” dedi. Bu olaydan sonra Ebu Leheb ve diğer müşrikler Resûlullah’a düşmanlıklarını ve zulümlerini arttırdılar. 167 166 Belâzurî, Ensâb, I, 236; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 130. İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 210-211; İbnü’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec Cemâlüddin Abdurrahmân b. Ali b. Muhammed el-Bağdadi (ö.597/1201), el-Muntazam fî Târihi’l-Mülûk ve’l-Ümem, thk. Muhammed Abdülkâdir Atâ, Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut 1992, III, 11-12; İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ’ İmâdüddî n İsmail b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr b. Dav’ b. Kesîr el-Kaysî el-Kureşî el-Busrâvî ed-Dımaşkî eş-Şafiî (ö.774/1373), el-Bidâye ve’n-Nihâye, thk. Ahmed Ebû Mülhim, Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut t.y., III, 132; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 50-51. 167 32 Ebu Talib öldükten sonra Kureyş’in Resûlullah’a ezası, Ebu Talib’in sağlığında olmadığı kadar arttı. Hatta Kureyş müşriklerinden biri onun başına toprak saçmış ve Resûlullah başı toza toprağa bulanmış olarak evine dönmüştür. Resûlullah’ın başındaki toprağı ağlayarak temizleyen kızına, Hz. Muhammed “Kızcağızım ağlama muhakkak ki Allah, babanı koruyacaktır” diyerek teselli vermiştir. 168 Resûlullah’ın üzerine toprak atmak müşriklerin en sık başvurdukları davranışlardan birisini oluşturuyordu. Çünkü bu davranışın Arap geleneğinde muhatabı aşağılayan, rencide eden bir anlamı vardı. 169 Müşrikler Resûlullah namaz kılarken de üzerine deve, koyun bağırsakları koyarak ona eziyet ediyorlardı. Resûlullah onlara “Ey Abdülmenaf oğulları bu yaptığınız nasıl bir himayedir? ” der ve atılanları yola bırakırdı. 170 Mekke’de zor günler yaşanmaktaydı. Hz. Muhammed’in Ebu Leheb tarafından tard edilmesi (toplumdışı ilan edilmesi) onun başka bir kabilenin himayesine girmesini gerektirmişti. 171 Çünkü Kabile yapısının hâkim olduğu o dönemde kabileden kopmak bir bakıma intihar etmek, yani yok olmak demekti. Kabilesinden kopan insan anlaşma (hilf) yoluyla başka bir kabileye iltihak etmek zorundaydı. Böyle birine de halif adı verilirdi. 172 Kendisine Mekke dışında yurt aramaya başlayan Resûlullah, Mekke’deki son üç yılını hep bu arayış ile geçirdi, panayırları ve hac mevsimini bu amaçla kullandı. 173 Bu arada Hz. Muhammed’in çektiği sıkıntılara rağmen Habeşistan’a hicreti, Müslümanların bir kısmı için düşünüp bu konuda onları oraya yönlendirse de kendisi için hiç düşünmediğini görüyoruz. Resûlullah’ın tebliğ faaliyetlerini de değerlendirdiğimizde onun Arap Yarımadası sınırları içinde bir merkez oluşturmak 168 Taberî, Târîh, II, 344; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 130; İbn Kesir, es-Sîretü’n-Nebeviyye, thk. Mustafa Abdülvahid, Dârül’l-Meârif, Beyrut 1976, II, 122-123; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 132. 169 Vatandaş, Hz. Muhammed’in Hayatı ve İslâm Daveti, I, s.513. 170 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 91. 171 Arap kabile hayatında kabile fertlerinden biri, toplum tarafından olumsuz addedilen davranışlar sergileyip, kabileye zarar veriyorsa ve kabile başkanı, bu gibi fertlerin hareketlerinde ısrar etmeleri karşısında kendini aciz hissediyorsa, bu halde kendisi veya kabilenin büyükleri, onların fiillerinden doğan bütün mesuliyeti reddederek ve şâyet mağdurun dostları suçludan doğrudan doğruya intikam alma yoluna başvuracak olsa bile artık onu himaye etmeyeceklerini beyan ederek bu gibi kimselerin "cemiyet harici' edilmelerine karar veriyorlardı. Çoğunlukla toplum dışı ilan edilmiş kimseler uzak bölgelere göçüp buralarda bir emân anlaşması akdederek yeni bir hayata başlıyorlardı. Bu durum, çağımızdaki bir çeşit "tabiiyete girme" hareketiydi. Vatanından harice atılmış olan, kendisine emân hakkı veren kimsenin ailesi içinde temessül edilir fakat kendisi, sığındığı yeni kabile adına başkalarına emân verme veya yabancılarla ittifak anlaşması akdetme hakkına sahip olmazdı. Bkz. Çağatay, İslâm Öncesi, s.130-131; Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 866-867. 172 Sarıçam, Hz.Muhammed ve Evrensel Mesajı, s.36, 314. 173 Belâzurî, Ensâb, I, 236-239. 33 istediğini ve yarımada sınırları dışına çıkmayı hiç düşünmediğini görüyoruz. O, kendisi için sığınacak bir yer aramakla birlikte ileri planda Mekke’ye karşı durabilecek bir yurt arıyordu. Bunun için de Tâif’i uygun görmüştü. 1.2. Hz. Muhammed’in Tebliğ İçin Tâif’e Gidişi Resûlullah amcası Ebu Talib’in vefatından sonra 174 nübüvvetin onuncu yılında, Şevval ayının bitiminde 175 veya üç gece kala 176 , yanına azatlı kölesi ve evlatlığı Zeyd b. Harise’yi alarak Tâif’e gitti. 177 Resûlullah’ın Tâif’e gitmesi ilahi bir emir olmayıp muhtemelen kendi ictihadı idi. Çünkü bu konuya dair Kur’an-ı Kerim’de açık bir ayet görmüyoruz. Resûlullah boykot sonucunda davetin Mekke’de kilitlendiğini görünce davet için en uygun yer olarak Tâif’i görmüştü. Genel olarak bilinen şekliyle Resûlullah Tâif’e azatlı kölesi Zeyd ile gitmiştir. Ancak araştırmamızda Hz. Muhammed’in Tâif’e giderken yalnız gittiğine dair rivayetlerle de karşılaştık. 178 İbn İshak Resûlullah’ın Tâif’e tek başına gittiğini rivayet ederken, İbn Sa’d ise Zeyd b. Harise ile gittiğini rivayet eder. Nitekim İbn Seyyidinnâs da eserinde buna işaret etmektedir. 179 Haberler incelendiğinde Zeyd’in bu yolculukta Resûlullah ile beraber olduğuna dair rivayetler daha çok muahhar kaynaklarda geçmektedir, ilk kaynakların bazılarında Zeyd’in adının hiç geçmemesi ise dikkat çekicidir. 174 İbn Hişam, es-Sîre, II, 60; Belâzurî, Ensâb, I, 237. İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 211; Belâzurî, Ensâb, I, 237, İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, III, 12; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 134, Diyarbekrî, Kâdı Hüseyin b. Muhammed b. El-Hasen (ö.990/1582), Târîhu’l-Hamîs Fî Ahvâli Enfesi Nefîs, Müessesetü Şaban, Beyrut t.y., I, 302. 176 Belâzurî, Ensâb, I, 237; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 302. 177 İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 211; Belâzurî, Ensâb, I, 237; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, III, 12; İbnü’lEsir, el-Kâmil, II, 91; İbn Kayyım, Ebû Abdillah Şemsüddin Muhammed b. Ebî Bekr b. Eyyûb ezZüraî ed-Dımeşkî el-Hanbelî (ö.751/1350), Zâdü’l-Mead fî Hedyi Hayri’l-İbâd, thk. Şuayb elArnaûd, Müessesetürrisale, Betrut 1988, III, 31; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 51. 178 İbn Hişam, es-Sîre, II, 60; Taberî, Târîh, II, 344; İbn Kesir, es-Sîre, II, 149; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 133; Zehebi, Târihu’l-İslâm s.282; İbn Haldun, Ebû Zeyd Veliyyüddîn Abdurrahman b. Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Hasen el-Hadramî el-Mağribî et-Tûnisî (ö.808/1406), Kitâbü’l-İber ve Divânü’l-Mübtede’ ve’l-Haber fî Eyyâmi’l-Arab ve’l-Acem ve’l-Berber ve men âsarahüm min zevi’s-sultâni’l-ekber, Müessesetü’l Âlemi li’l-Matbûât, Beyrut 1971, c.II, ks. II, s.10; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 302. 179 İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 134. 175 34 Resûlullah’ın Tâif’e gitme sebepleri: 1- Allah’tan gelen vahyi tasdik etmelerini istemek, bir olan Allah’a imana ve İslâmiyet’e davet etmek, 180 2-Kureyş müşriklerine karşı kendisini koruyup himaye etmelerini, barındırmalarını ve kendisine yardım etmelerini istemek idi. 181 1.2.1. Kabile Liderleriyle Görüşme İslâm’ın ortaya çıktığı dönemde Sakif kabilesinin iki büyük kolu vardı: Ahlâf ve Malik. Toplumun önderliği bu iki kabilenin elindeydi. Bu iki kabileden hangisi dışarıdan güçlü bir kabileyle müttefik olursa otoritede ağırlıklı söz sahibi olma şansını elde ediyordu. Beni Malik kabilesi Hevazin kabilesiyle anlaşmalı buna karşılık Ahlâf kabilesi de Kureyş ile anlaşmalı idi. Mekke ile Tâif arasında Kureyşlilerle Ahlâfi’ler arasında yapılan evlenmelerin takviye ettiği bir anlaşma mevcuttu. 182 Ancak bu ittifakların Kureyş’e ve Hevazin’e duyulan sempatiden kaynaklanmadığı daha çok siyaseten olduğu açıktı. Çünkü Sakifliler Hevazin ve Kureyş gibi iki büyük kabilenin kendilerine karşı birleşmeleri durumunda zor durumda kalacaklarını bilirlerdi. 183 Hz. Muhammed Tâif’e giderken mevcut konjonktürü bildiği içindir ki Tâif’e varınca orada Kureyş’in müttefiki olan Ahlâf kabilesinin büyükleri ve eşrafı ile görüşmüştür. Bunlar Abdi Yâlîl b. Amr, Mesud b. Amr ve Habib b. Amr b. Umeyr b. 180 İbn Hişam, es-Sîre, II, 60; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 134; İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd, III, 31; İbn Kesir, es-Sîre, II, 149; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 133; İbn Haldun, Târîh, c.II, ks. II, s.10; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 302; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 51; Köksal, İslâm Tarihi, I-II, 478. 181 İbn Hişam, es-Sîre, II, 60; Taberî, Târîh, II, 344; Ebû Nuaym Ahmed b. Abdillah b. İshak elİsfahanî (ö.430/ 1038), Delâilü’n-Nübüvve, thk. Muhammed Ravvas Kal’acî, Dâru’n-Nefâis, Beyrut 1991, I, 295; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 134; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 91; İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd, III, 31; İbn Kesir, es-Sîre, II, 149; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 133; Zehebi, Târihu’lİslâm, s.282; Köksal, İslâm Tarihi, I-II, 478. 182 Lammens, “Tâif”, İA, XI, 672. 183 Hamid, T. Abdülkadir, Mekke Döneminde Siyasi Düşünce Metodolojisi, çev. Vahdettin İnce, Ekin Yayınları, İstanbul 2001, s.186; Celaleddin Vatandaş, Hz.Muhammed’in Hayatı ve İslâm Daveti, Mekke Dönemi, I, 514. 35 Avf b. Ukde b. Ğıyera b. Avf b. Sakif adlarında üç kardeştiler. 184 Sakif’in zenginleri ve aynı zamanda eli açık, cömert kişileri olan bu üç kardeşin annesi ise daha önce bahsi geçen Haris b. Kelede’nin kızı Kılabe idi. 185 Bunlardan birisi Kureyş’ten, Cumahoğullarından bir kadınla evli bulunuyordu. 186 Bu haber de bahsettiğimiz Kureyş ile Ahlâf arasındaki akrabalık münasebetlerini destekler mahiyettedir. Hz. Peygamber onlarla oturup konuştu. İslâm’ı yaymasına yardımcı olmalarını ve kavmi olan Kureyş’ten muhalefet edenlere karşı kendisiyle birlikte hareket etmelerini istemek için geldiğini söyledi. 187 Kendisinin Allah tarafından gönderilen bir peygamber olduğunu bildirdi. Kureyş müşriklerinin uğrattıkları bela ve musibetlerden şikâyetlendi. 188 Onlardan birisi: “Eğer Allah seni peygamber olarak gönderdiyse Kâbe’nin örtüsünü üzerinden çıkartıp atmış olayım” 189 ya da benzer başka bir şekilde “Eğer Allah seni peygamber olarak gönderdi ise, Kâbe’nin örtüsünü çalmış, 190 yırtmış atmış olayım 191 ” dedi. Diğer kardeşin cevabı ise: “Allah, senden başka gönderecek kimse bulamadı mı” 192 veya “Allah senden başkasını peygamber olarak göndermekten aciz midir” 193 şeklinde oldu. 184 İbn Hişam, es-Sîre, II, 60; Taberî, Târîh, II, 344-345; Ebu Nuaym, Delâil, I, 295; Beyhaki, Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyin b. Ali (ö.458/1066), Delâilü’n-Nübüvve ve Ma’rifetü Ahvâli Sâhibi’şŞeria, thk. Abdülmu’tî Kal’acî, Dâru’l-Kütübü’l-Ilmıyye, Beyrut 1985, II, 415; İbnü’l-Cevzî, elMuntazam, III, 13; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 91; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 134; İbn Kesir, es-Sîre, II, 149; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 133; Zehebi, Târihu’l-İslâm, s.284-285; İbn Haldun, Târîh, c.II, ks. II, s.10; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 302; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 52. 185 İbn Habib, el-Muhabber, s.460; Cevâd Ali, el-Mufassal, IV, 154. 186 İbn Hişam, es-Sîre, II, 60; Taberî, Târîh, II, 344-345; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 134; İbn Kesir, es-Sîre, II, 149; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 133; Zehebi, Târihu’l-İslâm, s.285; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 302. 187 İbn Hişam, es-Sîre, II, 60; Taberî, Târîh, II, 344-345; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, III, 13; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 134; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 133; İbn Kesir, es-Sîre, II, 149; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 302; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 52. 188 Ebu Nuaym, Delâil, I, 295; Beyhaki, Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyin b. Ali (ö.458/1066), Delâilü’nNübüvve ve Ma’rifetü Ahvâli Sâhibi’ş-Şeria, thk. Abdülmu’tî Kal’acî, Dâru’l-Kütübü’l-Ilmıyye, Beyrut 1985, II, 415; Zehebi, Târihu’l-İslâm, s.282. 189 İbn Hişam, es-Sîre, II, 61; Taberî, Târîh, II, 344; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, III, 13; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 91; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 134; İbn Kesir, es-Sîre, II, 149; İbn Kesir, elBidâye, III, 133; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 302; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 52. 190 Ebu Nuaym, Delâil, I, 295; Zehebi, Târihu’l-İslâm, s.282. 191 Beyhaki, Delâil, II, 415. 36 Bu durum, benzer şekilde Mekkeli müşriklerin mal ve evlatça zengin kabile başkanlarından birinin değil de yetim ve öksüz birinin peygamber olarak görevlendirilmesini içlerine sindiremeyip itiraz etmelerini hatırlatmaktadır. Nitekim onların bu durumu Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde geçmektedir. “Onlar, ‘Bu Kur’an, iki kentten büyük bir adama indirilseydi ya?’ dediler.” 194 Onların vehimleri ve Allah’ın takdirine karşı bu şekilde itirazlarına bir sonraki ayette şöyle cevap verilmiştir: “Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.” 195 Kardeşlerden üçüncüsü ise: 192 İbn Hişam, es-Sîre, II, 61; Taberî, Târîh, II, 344; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, III, 13; İbnü’l- Esir, el-Kâmil, , II, 91; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 134; İbn Kesir, es-Sîre, II, 149; İbn Kesir, elBidâye, III, 133; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 302; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 52. 193 Ebu Nuaym, Delâil, I, 295; Beyhaki, Delâil, II, 415; Zehebi, Târihu’l-İslâm, s.283. 194 Zuhruf 43/31. Müşriklerin iddiasına göre “Allah gerçekten bir kitap gönderecek olsaydı, Mekke ve Tâif gibi Arabistan’ın iki büyük şehrinin ileri gelenlerinden birine gönderirdi, fakir ve yetim birini peygamber olarak seçmezdi. Bu kişilerin Mekke’den Velid b. Muğire veya Utbe b. Rebia, Tâif’ten ise Urve b. Mesud, Habib b. Amr b. Umeyr, Abdü Yâlîl veya Kinane b. Abdu Amr gibi önderler olduğu söylenir. Bkz. Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerir (ö.310/922), Câmiu’l-Beyan fî Te’vîli’lKur’an, thk. Hani el-Hac, Ivad Zeki Barudi, Hayri Said, Mektebetü’t-Tevfîkıyye, Kahire 2004, XXV, 67, Mevdudi, Tefhîmu’l-Kur’an, V, 272; Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 1990, VIII, 249. İki büyük şehirden adamdan birinin Tâif’li Gaylân b. Seleme olduğu da söylenir. Bkz. İsbahânî, el-Eğânî, XIII, 200; İbn Hacer, el-İsâbe, V, 330. Sakifli olan Urve b. Mes’ud es-Sekafî, Resulullah’ın hicri sekizinci yılda Tâif kuşatmasını gerçekleştirdiği sırada Tâif savunması için debbabe, mancınık vesaire yapma sanatını öğrenmek üzere Gaylan b. Seleme ile birlikte Cüreş’te bulunuyordu. Bkz. el-Vâkıdî, Muhammed b. Ömer b. Vâkıdî (ö.207/822), Kitâbü’l- Meğâzî, thk. Marsden Jones, Alemü’l-Kütüb, Beyrut t.y., ( London 1966’dan ofset), III, 924; İbn Hişam, es-Sîre, IV, 121; İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 312. Resulullah Tâif’ten ayrıldıktan sonra Urve Tâif’e dönmüş bir müddet sonra da kalbi İslâm’a meyletmiş ve hicri dokuzuncu yılı Rebiülevvel ayında Medine’ye Resullullah’ın yanına gelerek İslâm’ı kabul ettiğini bildirmiş ve müslüman olmuştur. Bkz. el-Vâkıdî, Meğâzî, III, 960; İbn Hişam, es-Sîre, IV, 182; İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 312. Tâif halkı içinde sevilen ve sayılan ve sözü dinlenen Urve, Resullullah’tan Tâif’e gidip kavmini İslâm’a davet etme konusunda izin istemiş, Hz. Muhammed, Urve’ye kavmi tarafından öldürülme endişesinden dolayı bu duruma sıcak bakmadığını belirtse de Urve’nin ısrarı karşısında izin vermek durumunda kalmıştır. el-Vâkıdî, Meğâzî, III, 960; İbn Hişam, es-Sîre, IV, 182; İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 312. Tâif’e dönen Urve, gâyet yumuşak bir üslupla Sakif halkını İslâm’a davet etmiş, ancak kavmi Urve’ye karşı gelmiş ve onu bir sabah evinin çatısında ezan okurken attıkları oklarla şehit etmişlerdir. Urve’nin şehadet haberini alan Hz. Muhammed, “Onun kavmi içindeki durumu Yasin suresinde kavmini hidâyete davet eden adamın durumu gibidir” diyerek Yasin 36/20-27 ayetlerinde konusu geçen ve kaynaklarda adı Habib en-Neccar olarak zikredilen kişi ile benzerliğine dikkat çekmiştir. Bkz. İbn Hişam, es-Sîre, IV, 182; İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 312; İbn Habib, el-Muhabber, s.106; elBelâzurî, Ensâb, s.441; Taberî, Târîh, III, 97; Köksal, İslâm Tarihi, VII-VIII, 199-202. 195 Zuhrûf 43/32. 37 “Vallahi, ben seninle hiçbir zaman konuşmayacağım, çünkü sen söylemiş olduğun gibi Allah’tan bir elçi isen, elbette benim sana cevap vermemden çok yücesin. Eğer sen Allah’a karşı yalan söylüyorsan, seninle konuşmam bana yakışmaz” dedi. 196 Tâifliler bununla da kalmadılar: “Yurdunun halkı, kavmin seni istememiş, kabul etmemişler, sen de kalkmış bize gelmişsin! Biz senin gelişine razı değiliz. Senden ürküyor, seni reddediyoruz ” dediler. 197 Orada bulunan kişilerden hiç biri onun davetini kabullenmemişti. 198 1.2.2. Hz. Muhammed’in Tâif’te Yaşadığı Sıkıntılar ve Addas’ın Müslüman Olması Resûlullah da Sakif kabilesinden hayır geleceğinden ümitsiz olarak yanlarından kalkmak zorunda kaldı. Kalkarken onlardan bir ricada bulundu: “Bana karşı yaptığınız şeyleri gizli tutun” dedi. 199 Resûlullah, kavminin kendisine karşı cür’etlerini arttıracak olan bu durumun Kureyş’e ulaşmasını istemiyordu. Ancak Tâifliler Resûlullah’ın bu ricasını da yerine getirmediler. 200 196 İbn Hişam, es-Sîre, II, 61; Taberî, Târîh, II, 345; Ebu Nuaym, Delâil, I, 295; Beyhaki, Delâil, II, 415; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, III, 13; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 134; İbn Kesir, es-Sîre, II, 149; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 133; Zehebi, Târihu’l-İslâm, s.283; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 52. 197 Belâzurî, Ensâb, I, 237. 198 İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd, III, 31. 199 İbn Hişam, es-Sîre, II, 61; Taberî, Târîh, II, 345; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 134; İbn Kesir, es-Sîre, II, 150; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 133; İbn Haldun, Târîh, c.II, ks. II, s.10; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 302; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 52. 200 İbn Hişam, es-Sîre, II, 61; Taberî, Târîh, II, 345; İbnü’l- Esir, el-Kâmil, , II, 91; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 134; İbn Kesir, es-Sîre, II, 150; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 133; İbn Haldun, Târîh, c.II, ks. II, s.10; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 302; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 52. 38 Kaynaklarda Resûlullah’ın Sakif kabilesi eşrafından yanına gidip konuşmadığı hiç kimse bırakmadığı ancak Tâifliler’in Resûlullah’ın teklifini kabul etmediği geçmektedir. Yine Sakif’in, toplum içindeki gençlerin Müslüman olmalarından korktukları ve Resûlullah’a: “Sen yurdumuzdan defol git, seni kurtaracak yerlere sığın” dedikleri de kaydedilir. 201 Resûlullah ile alay ettiler. 202 Bununla da kalmayıp, aralarından birtakım hafif akıllıları, beyinsizleri ve köleleri kışkırttılar, 203 bağırttılar, Resûlullah’a sövdürdüler. İnsanları Resûlullah’ın başına toplattılar. Halkın bu serseri, ayak takımı güruhunu Resûlullah’ın gideceği yolun iki yanına oturttular. Resûlullah onların aralarından geçerken ayaklarını taşlarla yaraladılar, kanattılar, 204 hatta Resûlullah, ayaklarını kaldırıp indirmekte güçlük çekecek hale gelmişti. 205 Resûlullah’ın ayakkabıları kana bulanmıştı. 206 Resûlullah taş isabet ettiğinde acısından yere oturuyordu. Onlar da kolundan tutup ayağa kaldırıyorlardı. Yürüyünce de bu acımasız kişiler gülüşerek taş atmaya devam ediyorlardı. İbn Sa’d’ın bildirdiğine göre de Zeyd b. Harise kendi vücudu ile Resûlullah’ı korumaya çalışıyordu. Hatta bu şekilde onu korumaya çalışırken başından ağır yaralar almıştı. 207 Resûlullah, kardeşlerden biri ile evli olan Safiye bint. Mâmer el-Cumahi 208 ile karşılaştığı ona “Senin dayılarından neler çektik” diye şikâyetlendiği ifade edilir. 209 201 İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 212; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, III, 12; İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd, III, 31; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 302; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 52. 202 Ebu Nuaym, Delâil, II, 295; Beyhaki, Delâil, II, 415; Zehebi, Târihu’l-İslâm, s.283. 203 İbn Hişam, es-Sîre, II, 61; İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 212; Taberî, Târîh, II, 345; İbnü’l-Cevzî, elMuntazam, III, 13; İbnü’l- Esir, el-Kâmil, , II, 91; İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd, III, 31; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 134; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 133; İbn Kesir, es-Sîre, II, 150; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 302; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 52. 204 Ebu Nuaym, Delâil, III, 296; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, III, 12; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 134; İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd, III, 31; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 133; Zehebi, Târihu’l-İslâm, s.283; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 302; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 52. 205 Ebu Nuaym, Delâil, III, 296; Beyhaki, Delâil, II, 415; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 134; İbn Kesir, es-Sîre, II, 151; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 133; Zehebi, Târihu’l-İslâm, s.283; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 52. 206 Süheyli, er-Ravdü’l-Ünüf, IV, 46; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 52. 207 İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 212; Süheyli, er-Ravdü’l-Ünüf, IV, 46; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 134; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 302-303; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 52. 208 Safiye bint. Mâmer b. Habib b. Vehb b. Huzâfe b. Cumah, Safvan b. Ümeyye’nin annesidir. Bkz. İbn Sa’d, et-Tabakât, V, 449. 209 İbn Hişam, es-Sîre, II, 61; Taberî, Târîh, II, 345; İbn Kesir, es-Sîre, II, 150; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 133-134. 39 Sakif’in beyinsizlerinin yaptıkları karşında Resûlullah, Utbe ve Şeybe b. Rebia’nın bağına sığınmaya mecbur kaldı. Resûlullah’ı Utbe ve Şeybe b. Rebia’nın Tâif’te bulunan bostanına girene kadar taşlayarak takip eden bu kişiler özel mülke girme cesareti gösteremedikleri için dönmek zorunda kaldılar. 210 İbn İshak’ın siresinde Hz. Hamza’ya atfedilen bir şiirde Sakif’in yaptığı eziyet şöyle dile getirilmektedir. “Sakif’in O’na (Resûlullah’a) yaptıkları bana haber verildi Kabileler elbette Sakif’i cezalandırır İnsanlar bir kavmin cezasının kötülüğüne şaşar Ve onları sonbahar yağmurları bile suya kandıramaz!” 211 Onlardan kurtulup bostana girdiğinde Resûlullah’ın ayaklarından kanlar sızıyordu. 212 Rebia’nın iki oğlu bir asmanın gölgesine dayanmış olan Resûlullah’a bakıyorlardı. Sakif’in sefihlerinin yaptıklarını görmüşlerdi. 213 Gördüğü muameleden dolayı çok üzüntü ve acı içinde olan Resûlullah bostan içinde Rebia’nın iki oğlu Utbe ve Şeybe’yi gördü. 214 Resûlullah onları görünce onların Allah’a ve resulüne olan düşmanlıklarını bildiği için onlara ait bir yerde bulunmak hoşuna gitmedi. 215 Dolayısıyla Kureyşli bu iki kardeşin yanlarına gitmek de istemedi. 216 210 İbn Hişam, es-Sîre, II, 61; Taberî, Târîh, II, 345; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, III, 13-14; İbnü’lEsir, el-Kâmil, , II, 91; İbn Kesir, es-Sîre, II, 150; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 133; Zehebi, Târihu’lİslâm, s.283; İbn Haldun, Târîh, c.II, ks. II, s.10; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 53. 211 İbn İshak, es-Sîre, s. 153. 212 Ebu Nuaym, Delâil, I, 296; Beyhaki, Delâil, II, 415; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 134; Zehebi, Târihu’l-İslâm, s.283; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 52. 213 İbn Hişam, es-Sîre, II, 61; Taberî, Târîh, II, 345; Beyhaki, Delâil, II, 415; İbnü’l-Cevzî, elMuntazam, III, 14; İbnü’l- Esir, el-Kâmil, II, 91; İbn Kesir, es-Sîre, II, 150; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 133; Zehebi, Târihu’l-İslâm, s.283; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 53. 214 Taberî, Târîh, II, 345; Ebu Nuaym, Delâil, I, 296; Beyhaki, Delâil, II, 415; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 135; İbn Kesir, es-Sîre, II, 150; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 133; Zehebi, Târihu’lİslâm, s.283; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 53. 215 Ebu Nuaym, Delâil, I, 296; Beyhaki, Delâil, II, 415; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 135; İbn Kesir, es-Sîre, II, 150; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 133; Zehebi, Târihu’l-İslâm, s.283; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 53. 216 Ebu Nuaym, Delâil, I, 296. 40 Hz. Muhammed, biraz dinlenip kendine geldikten sonra şu meşhur duasını yaptı: "Ey Allah’ım! Gücümün zayıflığını, çaresizliğimi, insanlar nazarında hakîr görülüşümü, Sana, arz ve şikâyet ediyorum! Ey merhametlilerin en merhametlisi! Sen’sin zayıfların Rabbi ve Sen'sin, benim Rabbim! Sen beni kime bırakıyorsun? Senden uzak olan ve gördükçe suratını asan kimselere mi? Yoksa işimi, eline verdiğin düşmana mı bırakıyorsun? Eğer Sen'de bana karşı bir gazab yoksa hiç bir şeye aldırış etmem. Ben, Sen'in Vechi'nin Nûr'una sığınırım. O Nûr'a ki karanlıklar Onun için açılmış, dünya ve ahiret işleri, Onun üzerine, düzelmiştir. Bana gazabını indirmenden veya üzerimde gazabının yerleşmesinden, Sen'in, af ve mağfiretin benim için, daha geniştir. Her şey, Senin hoşnutluğun içindir. Bütün güç, kuvvet, Senin elindedir.” 217 217 İbn Hişam, es-Sîre, II, 61-62; Belâzurî, Ensâb, I, 237; Taberî, Târîh, II, 345; İbnü’l-Cevzî, elMuntazam, III, 14; İbnü’l- Esir, el-Kâmil, , II, 91-92; İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd, III, 31-32; İbn Kesir, es-Sîre, II, 150; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 134; Zehebi, Târihu’l-İslâm, s.285; İbn Haldun, Târîh, c.II, ks. II, s.10. 41 Resûlullah’ı o halde gören Rebia’nın oğullarının merhamet duyguları kabardı. Hıristiyan olan köleleri Addas’ı 218 yanlarına çağırdılar. Ona: “Şuradan bir salkım üzüm al, şu tabağın içine koy, sonra da onu şu adama götür, kendisine ondan yemesini söyle” dediler. Addas denileni yaptı ve onu Resûlullah’ın iki eli arasına verdi, takdim etti. Sonra ona: “Buyur ye” dedi. Resûlullah’ın eline verdiğinde Resûlullah “Bismillah” dedi sonra yedi. Addas, Resûlullah’ın yüzüne baktı, sonra: “Vallahi bu sözü bu yörenin halkı söylemezler” diyince Resûlullah: “Sen hangi belde halkındansın, dinin nedir?” diye sordu. O da “Hıristiyan’ım ve Ninova halkından biriyim” dedi. Resûlullah “Demek sen, salih kişi Yunus b. Metta’nın köyündensin ha!” dedi. 219 Addas: 218 Addas hakkında tarihi kaynaklarda yaptığımız araştırmada Addas’ın nerede ne zaman doğduğuna dair herhangi bir bilgiye rastlayamadık. Şeybe b. Rebia’nın kölesi olan Addas’ın Ninova şehrinden hristiyan bir köle olduğunu biliyoruz. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 466. Tarihi rivâyetlerde Hz.Hatice’nin Resulullah ilk vahyi aldığında Resulullah ile birlikte önce Varaka b. Nevfel’e gittiği daha sonra Varaka’nın sözlerine karşı yine de emin olmak için Utbe’nin kölesi Addas’a gidip ona da sorduğunu görüyoruz. Hz. Hatice Addas’tan Cebrail hakkında bilgi vermesini istemiş. Addas putperest bir toplumda Cebrail’den sorulmasına şaşırmış ve namusu ekberin bir melek olduğunu ve ancak peygamberlere geleceğini söylemiştir. Bkz. Belâzurî, Ensâb, I, 111. Hz.Hatice’nin önce Addas’a, sonra Varaka’ya gittiği de söylenir. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 467. Vâkıdî, Utbe ve Şeybe’nin Bedir savaşına çıkmak için hazırlık yapıp zırhlarını çıkardıklarında Addas’ın “Savaşmayın vallahi o, peygamberdir ” diyerek onlara savaşa çıkmamaları konusunda yalvarıp, ağlamasına rağmen Utbe ve Şeybe’nin dinlemeyip Addas’ı da kendileri ile beraber zorla savaşa götürdüklerini zikreder. Bu rivâyete göre Addas, Utbe ve Şeybe ile beraber Bedir’de öldürülmüştür. Bkz. Vâkıdî, Meğâzî, I, 33. İbn Hacer de Addas’ın efendilerini savaşa çıkmama konusunda ikna etmeye çalıştığını hatta ağlamaktan dolayı Addas’ın tüylerinin diken diken olduğunu zikreder. Addas’ın Bedir’de öldürüldüğüne dair Vâkıdî’nin rivâyetini belirttikten sonra İbn Hacer, onun Bedir’de öldürülmediğini bilakis savaştan döndüğünü ve daha sonraki bir zaman öldüğünü ifade eder. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 468. 219 İbn Hişam, es-Sîre, II, 62; Taberî, Târîh, II, 346; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, III, 14; İbnü’l- Esir, el-Kâmil, II, 92; İbnü'l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III, 390; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 135; İbn Kesir, es-Sîre, II, 150-151; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 133; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 303; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 53. 42 “Yunus b. Metta’nın kim olduğunu sana kim bildirdi 220 Vallahi o Ninova’dan çıkıp gitmiştir. Ninova’da Metta’nın kim olduğunu bilen on kişi bile yoktur. Sen Metta’nın kim olduğunu nereden biliyorsun? Sen ümmisin ve ümmi ümmet içerisinde bulunuyorsun” 221 diyince Resûlullah: “Ben Allah’ın Resulüyüm! Allah bana Yunus’un haberini haber verdi.222 O benim kardeşimdir, kendisi bir peygamberdi, ben de bir peygamberim ” 223 dedi. Addas: “Ya Resûlallah! Bana Yunus b. Metta’nın haberini ver” 224 dedi. Resûlullah ona Yunus b. Metta’nın hal ve şanı hakkında yüce Allah tarafından kendisine vahyolunanları haber verince, 225 Addas: “Ben şahadet ederim ki sen Allah’ın kulu ve resulüsün” 226 dedi, Müslüman oldu. 227 Resûlullah’ın üzerine kapanıp başını, ellerini, ayaklarını öptü. Rebia’nın oğullarından biri diğerine “O sana karşı köleni bozdu” dedi. Addas yanlarına gelince Addas’a “Yazıklar olsun sana ey Addas! Sana ne oldu da o adamın başını, ellerini ve ayaklarını öptün” dediler. Addas: “Ey efendim bütün yeryüzünde, ondan daha hayırlısı yoktur. 228 Muhakkak ki o, Allah’ın elçisidir ” dedi. 229 Muhakkak o salih bir adamdır ve bana Allah’ın bize 220 İbn Hişam, es-Sîre, II, 62; Taberî, Târîh, II, 346; Ebu Nuaym, Delâil, I, 296; Beyhaki, Delâil, II, 416; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, III, 14; İbnü’l- Esir, el-Kâmil, , II, 92; İbnü'l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III, 390; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 135; İbn Kesir, es-Sîre, II, 151; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 133; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 303; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 53. 221 Süheyli, er-Ravdü’l-Ünüf, IV, 56; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 54. 222 Beyhaki, Delâil, II, 416; Zehebi, Târihu’l-İslâm, 283; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 54. 223 İbn Hişam, es-Sîre, II, 62; Taberî, Târîh, II, 346; Süheyli, er-Ravdü’l-Ünüf, IV, 56; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, III, 14; İbnü’l- Esir, el-Kâmil, , II, 92; İbnü'l-Esîr,Üsdü'l-Ğâbe, III, 390; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 135; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 133; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 303; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 54.( Süheyli şunu ilave eder: Addas’ın efendileri Bedir savaşına çıkıp Addas’ın da kendileri ile beraber savaşa çıkmasını istedikleri zaman Addas onlara: “Bahçenizde gördüğüm o adamı mı öldürmek istiyorsunuz? Vallahi ona dağlar bile karşı duramaz” dedi. Utbe ve Şeybe de ona şu şekilde karşılık verdiler: “Yazıklar olsun ey Addas! O seni dili ile sihirlemiş.” Bkz. Süheyli, er-Ravdü’l-Ünüf, IV, 56). 224 Ebu Nuaym, Delâil, I, 296. 225 Ebu Nuaym, Delâil, I, 296; Beyhaki, Delâil, II, 416. 226 İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 467. 227 Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 303. 43 peygamber olarak gönderdiği Yunus b. Metta hakkında benim de bildiğim şeyleri haber verdi.” 230 dedi. Utbe ve Şeybe Addas’ın bu sözlerine karşı gülüştüler. 231 “Yazıklar olsun sana ey Addas! O, seni de dili ile büyülemiş. 232 Sakın o seni Hıristiyanlığından döndürmesin. Çünkü o, aldatır bir kimsedir” 233 dediler. Addas: “Ancak bir peygamberin bileceği şeyleri bana haber verdi” dedi. 234 Utbe ve Şeybe: “Yazıklar olsun sana ey Addas, o seni sakın dininden döndürmesin. Çünkü senin dinin onun dininden daha hayırlıdır” 235 dediler. Resûlullah, Sakif kabilesinden hayır gelmeyeceğini anlamış, 236 ne bir erkeğe ne de bir kadına İslâmiyeti kabul ettirememiş olmaktan üzgün 237 bir halde Tâif’ten ayrılarak Mekke’ye yönelmişti. 238 Hz. Muhammed’in Mekke’ye yöneldiği bu sırada gerçekleştiği iddia edilen bir rivayet vardır. Bu rivayet hadis kitaplarından Buhâri ve 228 İbn Hişam, es-Sîre, II, 62-63; Taberî, Târîh, II, 346; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 135; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, III, 15; İbnü’l- Esir, el-Kâmil, , II, 92; İbnü'l-Esîr,Üsdü'l-Ğâbe, III, 390; İbn Kesir, es-Sîre, II, 151; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 133; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 303; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 56. 229 Ebu Nuaym, Delâil, I, 296. 230 Ebu Nuaym, Delâil, I, 296; Beyhaki, Delâil, II, 416; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 56. 231 Ebu Nuaym, Delâil, I, 296; Beyhaki, Delâil, II, 416; Zehebi, Târihu’l-İslâm, s.283. 232 Süheyli, er-Ravdü’l-Ünüf, IV, 56. 233 Ebu Nuaym, Delâil, I, 296; Beyhaki, Delâil, II, 416; Zehebi, Târihu’l-İslâm, s.283; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 56. 234 İbn Hişam, es-Sîre, II, 63; Taberî, Târîh, II, 346; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, III, 15; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 135; İbn Kesir, es-Sîre, II, 151; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 133; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 303; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 56. 235 İbn Hişam, es-Sîre, II, 63; Taberî, Târîh, II, 346; İbnü’l- Esir, el-Kâmil, , II, 92; İbnü'l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III, 390; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 135; İbn Kesir, es-Sîre, II, 151; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 133; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 56. Addas’ın peygamberimize üzüm sunduğu yerde daha sonraları bu hatırayı yaşatmak adına bir mescid yapılmıştır. Addas Mescidi modern mimarisiyle günümüzde de ayaktadır. Bkz. Necati Öztürk, Hicaz Albümü, DİB Yay., Ankara 2009, s.92. Ayrıca Utbe ve Şeybe’nin bağında dinlenen Resulullah’ın bu bağın biraz daha aşağı bölgesinde bulunan incir ağaçlarının bulunduğu bölgede namaz kıldığı ve orada bulunan kuyudan su içtiği rivâyet edilir. Buranın hatırasını canlı tutmak için buraya bir mescid inşa edilmiştir. Bu mescide de Mescidü’lMevkıf veya Mescid-i Ku’ adı verilir. Osmanlı yapımı olan bu mescid 2003 yılında yıkılarak yerine modern bir tarzda yine taştan bir mescid inşa edilmiştir. Bkz. Necati Öztürk, Hicaz Albümü, s.92-93. 236 İbn Hişam, es-Sîre, II, 63; Taberî, Târîh, II, 346; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 136; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 303. 237 İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 212. 238 İbn Hişam, es-Sîre, II, 63; İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 212; Belâzurî, Ensâb, I, 237; Taberî, Târîh, II, 346; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 303. 44 Müslim’’in Sahihlerinde geçmektedir. Buna göre Hz. Aişe bir gün Hz. Muhammed’e “Ya Resûlallah senin başına Uhud gününden daha çetin bir gün geldi mi?” diye sorar. O da şu şekilde cevap verir: “Senin kavminden neler çektim neler! Hele onların yüzünden Akabe günü çektiğim ise çektiklerimin en şiddetlisiydi. (Tâif’e gidip) kendimi Abdi Yâlîl’lere arz ettiğim ve bana yardımcı olmalarını istediğim zaman, isteğimi kabul etmemiş, reddetmişlerdi. Ben de üzgün bir halde Mekke’ye yönelip, yüzümün doğrusuna gittim durdum. Ancak Karnu’s-Sealib’de 239 kendime gelebildim. Başımı kaldırıp baktığım zaman bir bulutun beni gölgelemekte olduğunu gördüm. Tekrar baktığımda bir de ne göreyim? Bulutun içinde Cebrail var. Hemen bana seslendi: “Ey Muhammed! Şüphesiz Allah, kavminin sana söylediği sözü işitmiştir. Ben dağlar meleğiyim. Senin Rabbin, kavmin hakkında dilediğin işini bana emredesin diye beni sana gönderdi. Şimdi ne dilersen dile! Eğer şu iki yalçın dağı (Ebu Kubeys dağı ile karşısındaki Kuaykıan dağını) Mekkeliler ürerine kapatıvermemi istersen, onları birbirine kavuşturuvereyim” dedi. Ben de ona: "Hayır! Ben onların helak olmasını istemem. Bilakis, Allah'ın bu müşriklerin sulblerinden yalnız Allah'a ibadet eden ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayan bir nesil meydana çıkarmasını temenni ederim" diye karşılık verdim. 240 Yukarıdaki rivayet için Mehmet Azimli şöyle demektedir: “Böyle bir tavır, Hz. Peygamber’in anlatılan yapısına uymadığı gibi, Kur’an’da verilen ifadelere de uygun değildir. Tâif’ten daha az şiddetli olduğunu, bizzat Hz. Peygamberin söylediği Uhud savaşından sonra, Müslüman şehitlere yapılan müsle muamelesini gören Hz. Peygamber: “Eğer eline geçirirse aynısını 239 Karnu’s-Sealib, Mekke’ye bir gün bir gecelik bir yerdir. Bkz. Süheyli, er-Ravdü’l-Ünüf, IV, 57; İbn Hacer, Fethu’l Bâri bi Şerhi’l Sahihi’l-Buhâri, Thk. Abdülaziz b. Abdullah, Daru’l-Fikr, Beyrut 1991, VI, 462; Aynî, Umdetü’l-Kari li Şerhi Sahihi’l-Buhâri, Dâru’l İhyai’t-Türasil Arab, Beyrut t.y., XVI, 142. 240 Buhâri, Bediu’l-Halk, 4/83; Müslim, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, 2/1420-1421; Ebu Nuaym, Delâil, I, 281-282; Beyhaki, Delâil, II, 417; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l-Eser, I, 135; İbn Kesir, esSîre, II, 152-153; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 135; Zehebi, Târihu’l-İslâm, s.284; Halebî, İnsânü’lUyun, II, 56-58. 45 müşriklere yapacağını” bildirir, sonra bu sözünden vazgeçer. 241 Tâif’te ise bizzat kendisine hakaretler ve işkenceler yapılmıştı. Neden aynı tavrı burada da göstermesin ki?” 242 Ayrıca Azimli böyle bir teklifin olamayacağını En’am suresi 57-58. ayetleri 243 ile de destekleyerek, Resûlullah’ın şefkat ve merhametini ifadeye yarayan yukarıdaki rivayetin Resûlullah’ı yüceltme adına uydurulmuş olabileceğini belirtir. 244 Kur’an-ı Kerim’de kavimlerin helaki ile ilgili ayetlere baktığımızda yüce Allah’ın hiçbir peygambere konu hakkında danışmadığını eğer bir millet hakkında azap hak olmuşsa bunu ol emriyle gerçekleştirdiğini görmekteyiz. Bu konuda biz de bir peygamber olarak Hz. Muhammed’in bir ayrıcalığı olduğunu düşünmüyoruz. Nitekim Azimli’nin dayanak olarak aldığı En’am suresinin 57-58. ayetleri de bunu açık olarak göstermektedir. Bunu kabul etmek Hz. Muhammed’in merhametine dair tüm rivayetleri inkâr anlamına gelmez. O elbette ki şefkatli ve merhametliydi. Nitekim Hevazin ve Sakif kabileleri ile yapılan, şiddetli çarpışmaların ve zor anların yaşandığı Huneyn savaşında ashabtan birinin “Ya Resûlallah onlar için beddua et” demesine karşılık “Allah’ım Sakif’i hidâyete erdir ve hepsini doğru yola ileterek emrin ve itaatin altına al” diyerek Sakif kabilesi hakkında yine hayır duada bulunmuştur. 245 Ancak kanaatimize göre Tâif dönüşünde gerçekleştiği iddia edilen bu rivayetin Kur’an’a uymadığı görülmektedir. Buhâri ve Müslim gibi sahih olarak bilinen hadis kitaplarında geçen ve bu yüzden de tenkit edilemeyen bu hadisin aşırı yüceltmeci bir peygamber anlayışına götürdüğü açıktır. Bu noktadan mezkûr hadisin ve yine bunun 241 Bkz. Vâkıdî, Meğâzi, I, 290; İbn Hişam, es-Sîre, III, 101-102; Taberî, Târîh, II, 528-529; İbn Kesir, el-Bidâye, IV, 41. Kur’an-ı Kerim’den “Eğer ceza vermek isterseniz size yapılanın aynıyla mukabele edin. Sabrederseniz and olsun ki bu, sabredenler için daha iyidir.” Nahl, 16/126 ayetiyle de böyle bir intikamın yasaklandığını biliyoruz. 242 Mehmet Azimli, Siyeri Farklı Okumak, s.163. 243 Küfürde direten müşriklerin, hak edilen azabı getirme konusunda Resulullah’a baskı yapmaları üzerine, Alllahu Teâlâ ilgili ayetler inzal etmiştir: “De ki “Ben Rabbimden bir belgeye dayanmaktayım, hâlbuki siz onu yalanladınız; acele istediğiniz de elimde değildir. Hüküm ancak Allah’ındır. O, hükmedenlerin en iyisi olarak gerçeği anlatılır.” De ki: “Acele istediğiniz şey elimde olsaydı, benimle aranızdaki iş bitmiş olurdu.” Allah zulmedenleri en iyi bilendir.” En’am 6/ 57-58. 244 Azimli, Siyeri Farklı Okumak, s.163-164. 245 Müsned, 3/343; İbn Hişam, es-Sîre, IV, 131. 46 gibi Resûlullah’ı aşırı olarak yüceltmeye yarayan başka rivayetlerin muhaddisler tarafından kritik edilmesi fikrindeyiz. 47 İKİNCİ BÖLÜM TÂİF DÖNÜŞÜNDE GERÇEKLEŞEN OLAYLAR 2.1. Cinler ve Cinlerin Kur’an Dinlemesine Dair Rivayetler Duyularla algılanamayan ve insanlar gibi ilahi emirlere uymakla mükellef olan cinler, Resûlullah’ın Tâif dönüşünde Kur’an dinleyip iman ettiklerine dair rivayetler münasebetiyle çalışmamızın konusuna dâhil olmuşlardır. Cinler hakkında genel bilgiler verdikten sonra cinlerin Resûlullah’ın Tâif dönüşünde Kur’an dinleyip iman etmelerini haber veren rivayetler üzerinde duracağız. 2.1.1. Cin Kelimesinin Anlamı ve Çeşitli Milletlerde Cin Algısı نجkelimesinin aslı, bir şeyin duyu organlarına saklı kalmasıdır. Bu kökten ( ﺟﻨّﻪ لﻴﻠﻠاgece onu sakladı) ( وﺟﻦ ﻋﻠﻴﻪüzerini örttü, sakladı) deyimleri kullanılır. َﻓَﻠﻤﱠﺎ ﻞ َرأَى َآﻮْآَﺒًﺎ ُ ْﻋَﻠﻴْ ِﻪ اﻟﻠﱠﻴ َ ﻦ ﺟﱠ َ “Gece karanlık basınca bir yıldız gördü”. 246 ﺟﻨﺎنduyu organlarından saklandığı için kalp denmiştir. ﻣﺠﻨﺔ ﻣﺠﻦsahibini korumasından dolayı kalkan denmiştir. ﺟﻨﱠﺔ ُ ْﺨﺬُوا َأﻳْﻤَﺎ َﻧ ُﻬﻢ َ “ ا ﱠﺗYeminlerini kalkan yaptılar”. 247 ﺟﻨﺔağaçlıklı yer olup ağaçları yeri kaplayan her bahçeye, ﺟﻨﻴﻦ, çocuğun anne karnındaki kalış aşamasına denir. ْن ُأ ﱠﻣﻬَﺎ ِﺗ ُﻜﻢ ِ ﺟ ﱠﻨ ٌﺔ ﻓِﻲ ُﺑﻄُﻮ ِ “ َوِإذْ أَﻧ ُﺘ ْﻢ َأVe gerekse annelerinizin karınlarında cenin aşamasındayken…” (Necm 53/32) 248 ayetinde olduğu gibi. نج kavramı da iki şekilde kullanılır. Birincisi duyulardan gizlenmiş olan ruhani varlıklardır. Buna göre cin kavramı kapsamı içine melek ve şeytanlar da girer. 246 En’am 6/76 Mücadele 58/16 248 el-İsfahâni, Ebü’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed b. El-Mufaddal er-Râgıb (ö.V/XI. yüzyılın ilk çeyreği), el-Müfredât Fi Ğarîb’il-Kur’an, Kahraman Yayınları, İstanbul 1986, s.138; İbn Manzur, Lîsânü'l-Arab. XVI, 344. cnn mad. 247 48 Buna göre “görünmeyen varlık” anlamında her melek aynı zamanda cindir, ama her cin melek değildir. İkinci kullanıma göre cinler, ruhani varlıkların sadece bir kısmıdır. Buna göre ruhani varlıklar üç sınıftır: a- İyiler ki bunlar meleklerdir. b- Kötüler, şeytanlardır. c- Ortada olanlar, içinde iyilerin de kötülerin de bulunduğu kesim yani cinlerdir. Bu fikri, ن َ ﺳﻄُﻮ ِ ن َو ِﻣﻨﱠﺎ اﻟْﻘَﺎ َ “ َوَأﻧﱠﺎ ِﻣﻨﱠﺎ اﻟْ ُﻤﺴْﻠِﻤُﻮAramızda Müslümanlar olduğu gibi hakikate sırt çevirenler de vardır” 249 ayetler kerimesi de desteklemektedir. ﺟﻨﺔise cinler topluluğudur. س ِ ﺠ ﱠﻨ ِﺔ َو اﻟﻨﱠﺎ ِ ْﻦ اﻟ َ “ ِﻣGerek cinlerden gerekse insanlardan 250 ayetinde olduğu gibi. ﺟﻨﺔaynı zamanda delilik anlamına da gelir. ﺟ ﱠﻨ ٍﺔ ِ ﺣ ِﺒﻜُﻢ ﻣﱢﻦ ِ “ ﻣَﺎ ِﺑﺼَﺎBu arkadaşınız deli değildir” 251 ayetinde olduğu gibi. 252 Bu şekilde cin terimi hakkında etimolojik bilgiler verdikten sonra kısaca geçmiş toplumlarda cin telakkisi üzerinde duralım. Şunu ifade edelim ki cin algısını insanlık tarihinin her döneminde ve bütün kültürlerinde görmek mümkündür. Örneğin Eski Asurlular’da, Babilliler’de, Mısır’da, Roma’da ve Çin’de, Hint ve İran kültüründe çeşitli şekillerde cin anlayışının mevcudiyetini görmekteyiz. Çin’de özellikle Taoist rahipler cinlerin zararlarından korunmak için muska yazar, efsun yaparlardı. Eski Türkler’de cinler bütün hastalıkların kaynağı kabul edilir, bu cinler şaman tarafından hasta bedenlerden uzaklaştırılırdı. 253 Yahudiler, cinlerin çöllerde ve harabelerde yaşadığına inanırlardı, Yahudi kutsal kitaplarında ağrı ve felaket veren, kan emen cinlerden söz edilirdi. Hıristiyan kültüründe cin telakkisinin daha çok 249 Cin 72/14 Nas 114/6 251 Sebe’ 34/46 252 el-İsfahâni, el-Müfredât, s.138-139. 253 Türklerdeki cin anlayışı için bkz. Abdülkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1976, s.20-40. 250 49 Yahudilik etkisinde geliştiği görülür. Yeni Ahid, cinleri putperestlerin tanrıları, bedensel ve ruhsal hastalıkların kaynağı olarak gösterir. 254 2.1.2. Arapların Cin Algısı ve Kur’an-ı Kerim’de Cinlere Dair Verilen Bilgiler İslâm öncesi Arap toplumunda cin inancını çok açık bir şekilde görmekteyiz. Araplar bazı taş ve ağaçlarda, kuyu, mağara vb. yerlerde insan hayatına etki eden varlıkların mevcudiyetine inanıyorlardı. Ruhlar âleminin iyi ve faydalı olanlarını meleklerle cinlerin bir kısmı, kötü ve zararlı olanlarını da şeytanlar ve cinlerin diğer bölümü teşkil ediyordu. Cahiliye Arapları cinleri yeryüzünde oturan ilahlar olarak kabul ediyor, meydana gelen pek çok olayı onların yaptığına inanıyorlardı. Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerden bildiğimiz kadarıyla Araplar cinlerin güçlerine, etkilerine, göğe yükselmelerine, orada dinlenmelerine, şairler, kâhinler ve sihirbazlarla telkin etme, ilham verme, haber verme ilişkisi olduğuna inanmaktaydılar. Onların şerlerinden korkuyorlardı. Bu şerri onlara sığınmakla, onları yakınlaştırıcı ve aracı kılarak Allah’a ortak koşmakla defedeceklerini sanıyorlardı. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de de buna işaret vardır. 255 Cahiliye Arapları cinlerin de kabile ve gruplar halinde yaşadıklarına, birbirleriyle savaştıklarına, fırtına gibi bazı tabii olayların cinlerin işi olduğuna inanıyorlardı. İnsanları öldürdüklerini, kaçırdıklarını, bazı cinlerin ise insanlara yardım ettiklerini, cinlerle evlenen insanların olduğunu kabul ediyorlardı. Cinlerin başta yılan olmak üzere çeşitli hayvanların suretine girdiklerine, genellikle tenha, kuytu ve karanlık yerlerde yaşadıklarına, insanlar gibi yiyip içtiklerine, hastalıklara sebep olduklarına, delilerin de cinlerin istilasına uğramış kişiler olduğuna inanıyorlardı. Cahiliye Arapları cinlerin Allah’a rağmen bir güce sahip olduklarına inanıyorlar, onlardan korkuyorlar, belalara karşı onlara sığınıyorlar ve bu şekilde de 254 Ahmet Saim Kılavuz, “Cin” DİA, İstanbul 1993, VIII, 5-8. “Allah bir gün onların hepsini diriltip toplar, sonra meleklere: "Bunlar mı size tapıyordu?" der. Melekler: "Hâşâ, bizim dostumuz onlar değil, Sensin. Hayır; onlar bize değil cinlere tapıyorlardı, çoğu onlara inanıyorlardı" derler.” Sebe 34/40-41. 255 50 onları ulûhiyette Allah’ın ortakları olarak görüyorlardı. Kur’an’da cinlerin insanlar gibi Allah’a kulluk için yaratıldıkları vurgulanmış, bu şekilde onların konumu belirtilerek, müşriklerin uydurdukları tevhide aykırı olan inanç, kuruntu, sapıklık vs. iptal edilmiştir. 256 Kur’an-ı Kerim’de de Arapların cin anlayışının nasıl olduğuna dair bilgiler mevcuttur. Şöyle ki müşrik Araplar, Allah ile cinler arasında bir akrabalık olduğuna inanıyorlar, 257 onları Allah’ın ortakları olarak görüp onlara tapıyorlar, 258 şair, kâhin ve büyücülerin cinlerden ilham aldıklarına inanıyorlar, 259 cinlere sığınıyor, onların zararlarından korunmaya çalışıyorlar 260 ve cinlerin insanları çarpıp deli edeceğine inanıyorlardı. 261 Ayrıca cinlerin insanlara düşünceler ilham edeceğine inanıyorlardı ki Resûlullah’a mecnun demeleri, müşriklere göre onun aklını yitirdiğine dair bir iddia değil, cinlenmiş yani cinler tarafından desteklenmiş olması anlamına geliyordu. Kur’an’ın pek çok ayetinde onların bu çirkin ithamlarına cevap verilerek vahyin yalnız Allah katından olduğu, hiçbir şeytan ve cinin bu konuda dahli olmadığı vurgulanmaktadır. 262 Kur’an’ın kendi ifadesine göre cinler ateşten yaratılmışlar, 263 gözle görülmezler, 264 iman edeni ve etmeyeni vardır, 265 cinler de insanlar gibi Allah'a kulluk yapmakla mükellef tutulmuşlardır 266 ve yaptıklarına göre ahirette cennete veya cehenneme girecekler, 267 bazıları gayb haberlerini çalmaya teşebbüs etseler 256 Toshihiko İzutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, çev. Süleyman Ateş, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1975, s.18-19; Çağatay, İslâm Öncesi, s.103; Ali Çelik, İslâm’ın Kabul veya Reddettiği Halk İnançları, Beyan Yayınları, İstanbul 1995, s.75-77; Kılavuz, “Cin” DİA, VIII, 8; Cinlerin mahiyeti hakkında felsefi-kelami tartışmalar ve cinleri algılamanın aklen mümkünatı hakkında Eş’ari ve Mu’tezile’nin görüş ve delilleri için bkz. er-Râzî, Fahruddîn (606/1209), Tefsîr-i Kebîr Mefâtihu’l-Gayb, Şirket-i Sahhafıye-i Osmaniye, İstanbul 1308, VIII, 313-316; Yazır, Hak Dini, VIII, 363-367; Ateş, Yüce Kur’an, X, 94-96. 257 Saffat 37/158. 258 En’am 6/100; Sebe’ 34/41. 259 Şuara 26/221-223. 260 Cin 72/6. 261 Mü’minun 23/70. 262 Şuara 26/210-212; Şuara 26/221-223; Sad 38/4; Tur 52/29-31; Tekvir 81/25. 263 Hicr 15/27; Rahman 55/15. 264 A’raf 7/27. 265 Cin 72/14. 266 Zariyat 51/56. 267 A’raf 7/179; Ahkaf 46/31; Rahman 55/31. 51 de, 268 buna imkân verilmez, gaybı bilemezler, 269 Süleyman (a.s)’a hizmet etmiş, zor işler yapmışlar, 270 bir kısmı Resûlullah’tan Kur’an dinlemişlerdir. 271 2.1.3. Cinlerin Kur’an Dinlemesine Dair Rivayetler ve Konuyla İlgili Kur’an’dan Ayetler Cinlerin Kur’an dinlemesine dair İbn İshak’tan gelen bir rivayete göre Resûlullah, Sakif’ten hayır geleceğinden ümitsiz olarak Tâif’ten ayrılmış ve Mekke’ye yönelmişti. Bu arada Nahle’de 272 geceleyin namaz kıldığı sırada yüce Allah’ın dilemesiyle oradan geçmekte olan Nusaybin 273 cinlerinden yedi kişilik bir grup Resûlullah’ın okuduğu Kur’an’ı dinlemişler ve Resûlullah namazını bitirince 268 Cin 72/8-9. Hicr 15/18; Sebe 34/14. 270 Enbiya 21/82; Sebe 34/12-13; Sad 38/36-38. 271 Ahkaf 46/29-30; Cin 72/1-2. Kur’an’daki cin teriminin Arap kültüründeki kullanımından farklı anlamlara sahip olduğunu düşünen Muhammed Esed’e göre cin kelimesi, Kur’an’da bazen “duyularımıza kapalı bulunan”, yani doğrudan görünmeyen ama kendisini etkileriyle hissettiren görünmez tabiat güçlerini -buna insan tabiatı da dâhildir-göstermek için kullanılmıştır. Esed’e göre Ahkaf suresindeki ilgili ayetlerde ve cin suresinde geçen cinler bizatihi görünmez olmayan ama o zamana kadar tanınmayan/bilinmeyen, görülmemiş varlıkları gösterir. Muhammed Esed’in Kur’an’da geçen “cin” kelimesine yaptığı diğer yorumlar için bkz. Muhammed Esed (ö.1992), Kur’an Mesajı Meal-Tefsir, çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul 2002, Bakara 2/102; En’am 6/112, 128; A’raf 7/38; Hud 11/119; Enbiya 21/82; Secde 32/13; Sebe 34/12-14; Cin 72/5-6 ayetler ve ilgili ayetlerin dipnotları. Hakkı Yılmaz da kelime anlamlarından “ins” in çok iyi tanınan kimseler, “cin”in ise tanınmayan yabancı kişiler olduklarını ifade ederek çok esnek ve adeta duruma göre her anlama çekilebilen bir yorum yapmaktadır. Ona göre Ahkaf suresindeki “cinden bir grup” Yesrib'den Mekke'ye gelerek gizlice Resulullah ile görüşüp ondan Kur'ân dinleyen, sonra da Akabe görüşmelerinin ve hicretin zeminini hazırlayan Yesribliler'dir. Yılmaz’a göre bunların konuşma detayları da Cinn suresindedir. Bkz. Hakkı Yılmaz, Nüzul Sırasına Göre Tebyinü’l-Kur’an, İşte Kur’an, İşaret Yay., İstanbul 2008, III, 187-250, Hakkı Yılmaz, cin ile ilgili rivâyetlerin tümünü reddedip cin kelimesinin yalnız etimolojik anlamından yola çıkarak onun varlık dünyasındaki karşılığını iptal yoluna gitmiştir. İlmi olmaktan uzak ve duyularla algılanamayan varlıkları bir şekilde inkâr noktasına götüren bu kişisel yorumun kabul edilmesi mümkün değildir. 269 272 Nahle, Mekke’ye bir gecelik mesafede bir vâdidir. Bkz. Yâkut, Mu’cem, IV, 769; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 303. Mevdudi’ye göre Tâif dönüşü cinlerin Kur’an dinleme olayının gerçekleştiği yer ez-Zeyma veya es-Sebîlü’l-Kebir denilen yerlerden birisidir. Bu yerlerden ikisi de Nahle vâdisindedir. Tâif’ten gelmekte olan bir kimsenin mola verebileceği mekân, suyun varlığı ve yeşilliğinden dolayı ancak bu iki yerden birisidir. Bkz. Mevdudi, Tefhîmu’l Kur’an, çev. Muhammed Han Kayani vd. , İnsan Yayınları, İstanbul 1991, V, 360; Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, Çev. Ahmed Asrar, Pınar yayınları, İstanbul 1992, III, 310. 273 Nusaybin, Musul’dan Şam’a giden kafile yolu üzerinde Cezire beldelerinden suları, bahçeleri bol bir beldedir. Yâkut, Mu’cem, IV, 787. 52 kavimlerinin yanına uyarıcı olarak dönmüşlerdir. Allahu Teâlâ da “Kur’an'ı dinleyecek cinlerden bir takımını sana yöneltmiştik. Onlar, Kur’an'ı dinlemeğe hazır olunca birbirlerine: "Susun" dediler. Kur’an'ın okunması bitince, her biri birer uyarıcı olarak milletlerine döndüler. Şöyle dediler: "Ey milletimiz! Doğrusu biz, Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan, gerçeği ve doğru yolu gösteren bir kitap dinledik. Ey milletimiz! Allah'a çağırana (Muhammed'e) uyun ve O'na inanın da Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi can yakıcı azaptan korusun." 274 ayetleri ile bunu haber vermiştir. Ayrıca Cin suresi birinci ayetten cinlerle ilgili haberin sonuna kadar indirdiği ayetlerle durumu Resûlullah’a bildirmiştir. 275 Mevdudi de Ahkâf 29-31 ayetlerindeki cinlerin Kur’an dinlemesi olayının İbn İshak, Ebu Nuaym el-İsfahani ve Vâkıdî’nin beyanına göre Resûlullah’ın Tâif’ten üzgün olarak Mekke’ye dönerken yolda Nahle denilen yerde konakladığında, orada kıldığı yatsı veya sabah ya da teheccüd namazı sırasında gerçekleştiğini ifade eder. Bu rivayetlerin tümünde cinlerin gözükmediği ve Resûlullah'ın onların gelişinden haberdar olmadığı, ancak daha sonra, Cenab-ı Allah'ın, vahiyle bu olaydan kendisini haberdar ettiği kaydedilmiştir. 276 Hz. Muhammed’in Tâif’ten dönüşünde cinlerin Kur’an dinleyerek iman ettiklerini ifade eden İbn İshak, yine Cin suresi ile Ahkâf suresi 29-31. ayetlerinin nüzûlünü de bu rivayete dayandırmaktadır. İbn İshak’ın rivayeti Yezid b. Ziyad ve Muhammed b. Ka’b el-Kurazi’den nakledilmiştir ve mürsel bir hadistir. 277 İbn İshak’tan gelen tarihi rivayet bu şekildedir. Biz de çalışmamızda konuyu netliğe kavuşturmak için cinlerin Kur’an dinlemesine dair hadis rivayetlerini ve müfessirlerin görüşlerini ele aldık. Konuya geçmeden önce Cin suresi ve Ahkâf suresinin ilgili ayetlerini incelememiz gerekmektedir. 274 Ahkaf 46/29-31 İbn Hişam, es-Sîre, II, 63; İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 212; Taberî, Târîh, II, 346; Ebu Nuaym, II, 363-364; İbn Esir, el-Kâmil, II, 92; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l Eser, I, 136; İbn Kayyım, Zâdü’lMead, III, 32; İbn Kesir, es-Sîre, II, 153; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 135; İbn Haldun, Târih, c.II, ks. II, s.10; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 303; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 60. 276 Mevdudi, Tefhîm, V, 360; Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, III, 310. 277 Tabiunun sahabeyi atlayarak Resulullah’tan hadis nakletmesi olarak tanımlanan mürsel hadis, zayıf hadislerin en meşhurudur. Konuyla ilgili bkz. Talât Koçyiğit, Hadis Usulü, İlmi Yayınlar, Ankara t.y., s. .99-100. 275 53 Mekke’de inen ve başlangıç kelimelerinden dolayı “Kul Ûhiye” veya “Kul Ûhiye İleyye” suresi olarak da anılan Cin suresinin ana konusu cinler ve bunlara ait özel durumlardır. Surede bir cin topluluğunun Resûlullah’tan Kur’an dinlediği ve ona iman ettiği, inanç bakımından cinlerin de müminler ve kâfirler olarak insanlar gibi iki sınıfa ayrıldığı bildirilmekte ve cinlerle ilgili olarak insanoğlunun normal yollardan elde edemeyeceği bilgiler verilmektedir. Ayrıca surede Allah’ın varlığı, birliği, büyüklüğü, cinlerle ilgili yanlış ve abartılmış inançların geçersizliği ve Allah’tan başkasına ibadet edilmemesinin gereği üzerinde durulmuş, öldükten sonra dirilme ve hesap vermeye iman gibi bazı inanç esasları ele alınmıştır. Gayb bilgisinin Allah’a mahsus olduğu, gayb ile ilgili bilgileri kimseye bildirmeyip ancak dilediği bir elçiye insanlara iletmesi için bildirdiği ve bunun da gaybı bilmek olmayıp Allah’ın kesin olarak bildirdiği emirleri haber vermek demek olduğu anlatılmış ve Allah’ın ilminin kuşatıcılığı ifade edilerek sure sona ermiştir. 278 Cin Suresi Meali 1-2. De ki: "Cinlerden bir topluluğun 279 Kur’an'ı dinlediği bana vahyolundu; onlar şöyle demişlerdir;" "Doğrusu biz, doğru yola götüren, hayrete düşüren bir Kur’an dinledik de ona inandık; biz, Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız." 280 3. "Doğrusu Rabbimizin yüceliği her yücelikten üstündür. O, eş ve çocuk edinmemiştir." 281 278 Yazır, Hak Dini, VIII, 359-360; Hayreddin Karaman vd. , Kur’an Yolu Türkçe Meal Ve Tefsir, DİB Yayınları, Ankara 2007, V, 469-470. 279 Hem Cin suresinde hem de Ahkaf suresinde cinlerden söz edilirken nefer kelimesi kullanılmıştır. ( رفنnefer) “sayıları 3 ilâ 10 kişi arasında erkeklerden oluşan bir grup" demektir. Bkz. İbn Manzur, Lîsânü’l Arab; VII, 83. “nfr” Mad; Taberî, Tefsîr, XXIX, 109. Alusi’ye göre ise fasih Arapça’da on sayısından yukarısı için kullanılır. Bkz. Yazır, Hak Dini, VIII, 374. 280 Ayette cinlerin Kur’an dinlemelerinin bildirilmesinden kasıt, Resulullah’tan defalarca Kur’an dinledikleri halde iman etmemekte direnen müşriklerin gökyüzüne cüret eden, cebbar ve güçlü olarak tasavvur ettikleri kendilerinden sığındıkları cinlerin Kur’an’ı dinlediklerinde hemen iman ettiklerini bilmelerini sağlamaktır. Bu olaydan müşriklerin ders alması istenmiştir. Bkz. Kurtubi, Muhammed b. Ahmed Ebû Abdillah Muhammed b Ahmed b. Ebi Bekr b. Ferh (ö.671/1273), el-Câmiu li-Ahkâmi’lKur’an, Dâru’l-Kütübü’l-Mısrıyye, Kahire 1950, XVI, 210; İzzet Derveze (ö.1984), et-Tefsîrü’lHadîs Nüzul Sırasına Göre Kur’an Tefsiri, çev. Ahmet Çelen-Mehmet Çelen, Ekin Yayınları, İstanbul 1997, II, 6. 54 4. "Doğrusu aramızdaki beyinsiz, Allah'a karşı yalanlar uyduruyordu." 282 5. "Doğrusu insanların ve cinlerin Allah'a karşı yalan uydurabileceklerini sanmazdık." 6. "Gerçekten, bir takım insanlar, cinlerin bir takımına sığınırlardı da onların azgınlıklarını artırırlardı." 283 281 Ayetten bu cinlerin Hristiyan oldukları veya Allah’a çocuk ve eş isnat eden başka bir dine inandıkları anlaşılmaktadır. Bkz. Taberî, Tefsîr, XXIX, 113; İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’anü’l-Azim, thk. Dr.Muhammed İbrahim el-Bina, Dâru Kahraman, İstanbul 1984, VIII, 266; Mevdudi, Tefhîm, VI, 485. Derveze’ye göre de Cin suresinde anlatılan cinlerin Hristiyan, Ahkaf suresindeki bahsedilenlerin ise Yahudi olduğu anlaşılır. Bu ayetlerle müşrikler vahyî delillere itaat etmeye zorlanmaktadırlar. Şöyle ki daha önce insanlardan Yahudi ve Hristiyan bir grubun Resulullah’ın risaletine iman ettiği İsra ve Kasas surelerinde anlatılmıştı. Ahkaf ve Cin suresinde de Yahudi ve Hristiyan cinlerden bir grubun da Resulullah’a inandığı ve Kur’an’ın Allah tarafından vahyedildiğine iman ettikleri anlatılarak müşrik Araplara kitap ehlinin insanları ve cinleri bu Kur’an’a inanmış iken kendilerinin inkârda ısrar etmelerinin açık bir sapıklık olacağı anlatılmış oluyor. Bkz. Derveze, etTefsîr, Nüzul Sırasına Göre Kur’an Tefsiri, III, 451-452. Seyyid Kutub ise bu konuda daha farklı bir yorum yapmıştır. Bilindiği gibi müşrik Araplar Allah ile cinler arasında akrabalık bağı kuruyorlar, melekleri de Allah’ın kızları olarak kabul ediyorlardı. Cinler ayetteki bu ifadeler ile Allah’ı tesbih ve tenzih ederek böyle bir düşüncenin gerçek olmadığını ortaya koyarak bu hurafeyi çürütmüştür. Böyle bir düşüncenin hakikat payı olsaydı kimse cinleri bu mitolojik hurafeye dayanan akrabalık bağıyla övünmekten alıkoyamazdı. Bu ayetler hem müşriklerin zihinlerindeki asılsız iddiayı hem de bu türden tüm düşünce ve kuruntuları yerle bir etmektedir. Bkz. Seyyid Kutub (ö.1966), Fî Zılâli’l-Kur’an, çev. Yakup Çiçek vd. , Emir Yayınevi, İstanbul 1994, XII, 66. 282 "Doğrusu aramızdaki beyinsiz, Allah'a karşı yalanlar uyduruyordu." ayetinde kastedilen “beyinsiz”, eğer bir şahıs ise bunun iblis olması, bir grup için kullanılmışsa Allah’a eş ve çocuk isnad eden herkesin kastedilmiş olması muhtemeldir. Bkz. Taberî, Tefsîr, XXIX, 113; İbn Kesir, Tefsîr, VIII, 266; Mevdudi, Tefhîm, VI, 485. 283 Müfessirlerin açıklamalarına göre cahiliye devrinde bir adam sefere çıkıp bir vâdide gecelerse, “Bu vâdinin şerrinden, bu vâdinin büyüğüne yahut efendisine sığınırım” der, öyle yatardı. Böyle yaptığında sabaha kadar cinlerin korumasında olduğuna inanırdı. Bir rivâyete göre de Araplar kıtlık, kuraklık zamanlarında mer’a ararlar, böyle bir yer bulunca “Burada bir afete uğramaktan, bu vâdinin rabbine, sahibine sığınırız” diye bağırırlar, kendilerini kimse korkutmazsa oraya konaklarlardı. Bkz. er-Râzî, Mefâtih, VIII, 320; Ateş, Yüce Kur’an, X, 97. Cinler insanların korku halinde kendilerine sığındıklarını görünce bu onların azgınlıklarını artırırdı. Böylece insanlar onlardan daha fazla korkup daha çok sığınmaya başlarlardı. َرهَﻘًﺎkelimesi korku, günah gibi anlamlara gelir. Buna göre cinler insanlara saldırmakta daha cüretkâr davranıyorlar olur. Bkz. Taberî, Tefsîr, XXIX, 114; İbn Kesir, Tefsîr, VIII, 266. Cinlerin kendilerine zarar getirmesinden korkarak onlara sığınıp, ibadet etmekle müşrikler de kendi azgınlık ve sapkınlıklarını arttırmış oluyorlardı demek de mümkündür. Bkz. Kutup, Fî Zılâl, XII, 67. İlgili ayette kastedilenin “İnsanlardan bazı kimseler, yine insanlardan bazı kimselere cinlerin şerrinden ُ َر dolayı sığınırlardı” şeklinde olabileceğini söyleyenler de vardır. Bu görüşü savunanlara göre ٌﺟﻞ kelimesi cin ismi değil, insan ismidir. Ancak bu Râzî’ye göre zayıf bir izahtır. Çünkü cinlerin erkeklerinin َرﺟُﻞdiye adlandırılamayacaklarına dair bir delil yoktur. Süleyman Ateş de cinler de dişilik ve erkekliğin olmayacağını düşünerek yapılan bu tefsirin ayetler zorlama olduğunu belirtir. Ateş, ayette cinlerin erkek ve dişilerinin olduğunun anlatılmadığını, ayette anlatılanın Arapların inanışları olduğunu söyler. Buna göre bu ayetle cinlerin cinsiyeti olduğuna inanan Arapların, sığınılacak ve kendisinden yardım dilenecek tek varlık yüce Allah olması gerekirken, cinlerin erkeklerine sığınıp onlardan himaye beklemeleri kınanmaktadır. Bkz. Ateş, Yüce Kur’an, X, 98. 55 7. "Doğrusu, onlar da sizin, Allah'ın kimseyi yeniden diriltmeyeceğinizi sandığınız gibi sanıda bulunmuşlardı." 284 8. "Doğrusu biz göğü yokladık; onu sert bekçiler ve kayan ateşlerle (ışınlarla) doldurulmuş bulduk." 9. "Doğrusu biz, göğün dinleyebileceğimiz bir yerinde otururduk; ama şimdi kim dinleyecek olsa, kendisini gözleyen bir ateş (ışın) buluyor." 285 284 Bu “Allah’ın hiç kimseyi tekrar diriltmeyeceğini sanırlardı” diye çevrilebileceği gibi “Allah’ın hiç kimseyi göndermeyeceğini sanırlardı” şeklinde de olabilir. Bkz. Mevdudi, Tefhîm, VI, 487; Kutup, Fî Zılâl, XII, 68; Hayreddin Karaman vd. , Kur’an Yolu, V, 475. Taberî de tefsirinde ayete Allah’ın bir daha peygamber göndermeyeceğini zannettiler şeklinde anlam vermiştir. Bkz. Taberî, Tefsîr, XXIX, 116. Kavram kapsamlı olarak kullanılırsa insanlar gibi cinlerde de hem risaleti hem de ahireti inkâr edenlerin olduğu anlatılmış olur. Fakat devamında gelen ayetlerden “Allah’ın hiç kimseyi göndermeyeceğini sanırlardı” şeklinde anlam vermenin daha uygundur. Çünkü bu iman eden cinler kendi kavimlerine “Allah’ın başka bir resul göndermeyeceği düşünceniz yanlış çıktı. Gökyüzünün kapılarının üzerimize kapanması gösteriyor ki Allah bir Resul daha göndermiştir” diyorlardı. Bkz. Mevdudi, Tefhîm, VI, 487. Süleyman Ateş, bu ayetin cinlerin sözünün nakli veya asıl vahiy olduğunu düşünür. Buna göre ilk durumda cinler birbirlerine “Ey cinler, insanlar da sizin zannettiğiniz gibi Allah’ın kimseyi diriltemeyeceğini zannettiler” demiş olurlar. İkinci durumda yani asıl vahiy olma durumunda ise anlam “Ey Kureyş müşrikleri, cinler de sizin zannettiğiniz gibi Allah’ın kimseyi diriltmeyeceğini zannettiler” olur. Ancak Ateş, cinlerin sözünü anlatan ayetlerin hepsinde cinlere giden mütekellim zamirinin olduğunu, ilgili ayetlerin -özellikle yedinci ayetin- cinlerin sözü olarak manalandırılmasının ise söz akışında bir kesinti yapacağını ve bu yüzden asıl vahiy olmasının söze daha uygun olacağını ifade eder. Yani altıncı ve yedinci ayette Rabbimiz, bazı insanların cinlere sığınarak onları şımarttıkları, cinlerin de insanlar gibi Allah’ın kimseyi diriltemeyeceğini sandıklarını bildirmektedir. Bkz. Ateş, Yüce Kur’an, X, 99. 285 Cahiliye Araplarının inançlarına göre büyücüler, kâhinler, şairler ve sihirbazlar cinlerden ilham alırlar, cinler de gökten kulak hırsızlığıyla haberler çalıp bunları kâhinlere verirler, bu yüzden onların ardından gökte kayan ışıklar atıldığına inanılırdı. Cahiliye Arapları, Kur’an ayetlerinin de cinler tarafından gökten çalınıp Hz. Peygamber'e atıldığını sanmışlar, bu yüzden Hz. Muhammed’e kâhin, şair, sihirbaz ve mecnun demişlerdi. Onların bu düşüncelerini reddetmek için bu ayetlerde cinlerin ağzından, artık eskisi gibi göğe sokulup haber çalamadıkları, atılan ışınlarla kovuldukları anlatılmaktadır. Yani bu ayetlerle anlatılmak istenen Kur’an’ın tamamen bir vahiy olduğu, cinlerin gök haberleri alamadıkları, eskiden bazı haberler alıp bunlara ilaveler, yalanlar katarak kâhinlere ulaştırsalar bile, artık böyle bir şey yapamadıkları ve dolayısıyla bu Kur’an’ın asla cin sözü değil, yüce Allah’ın vahyi olduğudur. Bkz. er-Râzî, Mefâtîh, XXX, 158; Ateş, Yüce Kur’an, X, 98. Kısacası atılan bu şihâblar, cinlerden sema haberlerini kesmiş, gök kapılarını birer asker gibi tutmuştur. Bu şihablar cinlerin yalanlarını, sefâhet ve tuğyanlarını yakan hakikat nurlarını ifade etmektedir. Bu tecrübeleri yapmış olan cinler, artık eskisi gibi gaybtan dem vurmaya, gelecekten haber vermeye kalkışmayıp, yalan söylemekten sakınarak, ilerisi hakkında bilgileri olmadığını ortaya koymaktadırlar. Burada vahyin korunduğuna, Allah’ın dilemesi dışında hiçbir gücün gayb ilmine ulaşamayacağına, kâhinlik, büyücülük gibi kötü amaçlar için kullanmak maksadıyla vahyi bilgileri öğrenmeye kalkışan şeytani güçlerin alev toplarıyla engellendiğine işaret edilmiştir. Bkz. Yazır, Hak Dini, VIII, 379; Ateş, Yüce Kur’an, X, 100; Karaman, Hayreddin vd, Kur’an Yolu, V, 476. Cinlerin gökten haber çalmaları ile ilgili hadisler için bkz. Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 15/1, 34/1; Müslim, Selâm 124; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 34/2; Ateş, Ali Osman, Kur’an ve Hadislere göre CinlerBüyü, Beyan Yayınları, İstanbul 1995, s.50-79. Muhammed Esed, Cin suresinin 8-9. ayetleri için çok daha farklı bir yorum yaparak ayetlerin, Yahudilerin astrolojiye olan lgilerine işaret ettiğini savunur. Ona göre “göğe dokunma” dan kasıt ise insanın kendi kendini yeterli görmesi ve kendi kaderine hâkim olduğu saplantısıdır. Bkz. Esed, Kur’an Mesajı, s.1196 (dipnot no:6). 56 10. "Yeryüzünde olanlara kötülük mü murad edildi yahut Rableri onlara bir iyilik mi dilemiştir, doğrusu biz bilemeyiz." 11. "Doğrusu aramızda iyiler de vardır, bundan aşağı bulunanlar da vardır. Biz, türlü türlü yolda olan topluluklardık." 12. "Yeryüzünde kalsak da Allah'ı aciz bırakamayacağımız, başka yere kaçsak da, O'nu aciz kılamayacağımız gerçeğini şüphesiz anladık." 13. "Şüphesiz, doğruluk rehberi olan Kur’an'ı dinlediğimizde ona inandık; kim Rabbine inanırsa, o, ecrinin eksiltileceğinden ve kendisine haksızlık edileceğinden korkmaz." 14. "İçimizde, kendini Allah'a vermiş olanlar da, yazık edenler de vardır. Kendini Allah'a veren kimseler, işte onlar, doğru yolu arayanlar, ona layık olanlardır." 15. "Kendilerine yazık edenlere gelince; onlar, cehennemin odunları oldular." 16-17. Ama doğru yola girmiş olsalardı, onları bu hususta denememiz için onlara bol su içirirdik; kim Rabbini anmaktan yüz çevirirse, Rabbi onu gittikçe artan bir azaba uğratır. 18. Mescidler şüphesiz Allah'ındır, öyleyse oralarda Allah'a yalvarırken başkasını katmayın. Bu arada şunu da yeri gelmişken belirtelim ki gökyüzündeki normal astronomik olaylardan olan yıldız kayması hadiselerini cinlerin taşlanmasına bağlamak yanlış olur, bunlar başka sebepleri olan uzayın doğal olaylarıdır. Zaten Kur’an-ı Kerim'de cinlerin kovulmasından, haber çalmalarına engel olunmasından bahseden ayetlerde de necm/yıldız" lafzı kullanılmadığı "şihâb" kelimesinin kullanıldığı görülür. Bkz. Hicr 15/16-18; Saffat 37/6-10; Cin 72/8-10. Nitekim “Andolsun ki Biz, en yakın göğü lambalarla süsledik ve onlarla şeytanların taşlanmasını sağladık... " Mülk, 67/5 ayetinde geçen ُرﺟُﻮﻣًﺎlafzı da kendisiyle taş atılan şey anlamına gelmektedir. Buradan da cin ya da şeytanlara yıldızların kendilerinin değil, ışınlarının atıldığını anlaşılmaktadır. Bkz. er-Râzî, Mefâtîh, XXX, 59; Ateş, Yüce Kur’an, IX, 529. Cinlere atılan kıvılcımların, meteor taşlarının hava ile sürtünmesinden çıkan ışınlar olmasının uygun olmadığı, bunların cinleri Mele-i A'lâ'ya yaklaşmaktan meneden nurlar olduğu, o nurların gözle görülemeyeceği de tefsirlerde ifade edilmiştir. Bkz. Yazır, Hak Dini, V, 198200; Ateş, Yüce Kur’an, X, 531. 57 19. Allah'ın kulu Muhammed, O'na yalvarmak, namaz kılmak için kalkınca, nerdeyse, çevresinde keçeleşirler, birbirlerine girerlerdi. 286 20. De ki: "Ben sadece Rabbime yalvarırım ve O'na kimseyi ortak koşmam." 21. De ki: "Ben size zarar vermeye de iyilik yapmaya da kadir değilim." 22. De ki: "Beni kimse Allah'a karşı savunamaz ve ben O'ndan başka bir sığınak bulamam." 23. "Benim yaptığım yalnız, Allah katından olanı, O'nun gönderdiklerini tebliğdir. Allah'a ve Peygamberine kim karşı gelirse ona, içinde sonsuz ve temelli kalınacak cehennem ateşi vardır." 24. Sonunda, kendilerine söz verileni gördükleri zaman, kimin yardımcısının daha güçsüz ve sayısının daha az olduğunu bileceklerdir. 25. De ki: Size söz verilen yakın mıdır, yoksa Rabbim onu uzun süreli mi kılmıştır ben bilmem." 26. Görülmeyeni bilen Allah, görülmeyene kimseyi muttali kılmaz. 286 Ayette geçen Allah’ın kulu sözüyle kasıt, Resulullah’tır. Onun başına yığılanlar için ise üç görüş vardır. Birinci görüşe göre bunlar müşrikler, ikinci görüşe göre cinler, üçüncü görüşe göre ise her iki zümredir. Bkz. Taberî, Tefsîr, XXIX, 123-125; İbn Kesir, Tefsîr, VIII, 271. Şâyet kasıt Resulullah’ın ibadeti esnasında müşriklerin başına üşüşmesiyse, bu yalnız Allah’a dua eden ve insanları yalnız O’na kulluğa çağıran Hz.Muhammed’in davetini iptal için müşriklerin birbirlerine sokuldukları, birlik oldukları anlamına gelir. Eğer kasıt cinler ise Resulullah Kur’an okurken onların, onun üzerine üşüşüp Kur’an dinledikleri anlatılmaktadır. Bazı müfessirlere göre de bu ayet hem cinleri, hem de insanları kapsar. Cinlerin ve insanların peygamberin Hakka davetini iptal etmek için birleştiklerini ifade eder. Bkz. Taberî, Tefsîr XXIX, s.125; İbn Kesir, Tefsîr, VIII, 271; Ateş, Yüce Kur’an, X, 105. İbn Abbas’tan bir rivâyetle cinlerin peygamber ve ashabının namaz kıldığını, rükuya ve secdeye vardıklarını görünce, ashabın itaatine hayret edip kavimlerine “Doğrusu Allah’ın kulu, kalkıp Allah’a yalvarınca neredeyse etrafında keçe gibi oluyorlardı ” dedikleri de nakledilir. Bkz. Taberî, Tefsîr XXIX, s.124; İbn Kesir, Tefsîr, VIII, 271; Tirmizî, Tefsîr, 72/2 (3323). Ateş ise söz akışından yola çıkarak on altıncı ayetten itibaren bunların cinlerin sözlerinin devamı olmayıp müşriklerin davranışlarını anlatan vahiyler olduğu fikrini benimser. Bkz. Ateş, Yüce Kur’an, X, 105; Kutub da ayetlerin cinlerin sözünün aktarımı veya Allah’ın verdiği haber olma ihtimalini belirtir. Ona göre ayet cinlerin sözünün aktarımı ise Resulullah namaz kılarken ya da Kur’an okurken çevresine çöreklenen Arap müşriklerini anlatmaktadır. Şâyet doğrudan yüce Allah’ın verdiği haber ise o zaman cin grubunun Kur’an’ı işittikleri zaman içine düştükleri hayret dolu durumun anlatılması olur. Bu ise cinlerin başta da belirtilen hayret ve ürpertilerine daha uygun bir yorumdur. Bkz. Kutup, Fî Zılâl, XII, 80-81. 58 27-28. Ancak peygamberlerden, bildirmek istediği bunun dışındadır. Rablerinin bildirilerini tebliğ etmelerini ortaya koymak için her peygamberin önünden ve ardından gözcüler salar; onların yaptıklarını ilmiyle kuşatır ve her şeyi bir bir sayar. Ahkâf Suresi’nin İlgili Ayetlerinin Meali 29. Kur’an'ı dinleyecek cinlerden bir takımını sana yöneltmiştik. 287 Onlar Kur’an'ı dinlemeğe hazır olunca birbirlerine: "Susun" dediler. Kur’an'ın okunması bitince, her biri birer uyarıcı olarak milletlerine döndüler. 288 30. Şöyle dediler: "Ey milletimiz! Doğrusu biz, Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan, gerçeği ve doğru yolu gösteren bir kitap dinledik." 289 31. "Ey milletimiz! Allah'a çağırana (Muhammed'e) uyun ve O'na inanın da Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi can yakıcı azaptan korusun." 290 288 Kur’an-ı Kerim’in bir grup cinin Kur’an dinlemek için peygambere gönderilmesinden, ne söylediklerinden ve ne yaptıklarından söz etmesi tek başına cinlerin varlığını göstermeye yeterlidir. Buna göre cinler, Kur’an’ı peygamberin okuduğu gibi Arapça olarak dinleyip anlama gücüne sahiptirler. Bkz. Kutup, Fî Zılâl, X, 445. Bu ayetlerde aynen Cin suresinde olduğu gibi cinlerin Kur’an dinlemesi olayı peygambere vahyolunmaktadır. Yani Resulullah cinlerin kendisini dinlediğini bilmiyordu, ancak Kur’an’ı vahiy yoluyla öğrendi. Bu ayetlerdeki cinlerin Kur’an dinlemesi hatırlatmasıyla küfürde direten kâfirler azarlanmak ve korkutulmak istenmiştir. Bkz.Derveze, etTefsîr, III, 451. 289 Süleyman Ateş, cinlerin “Musa’dan sonra indirilen, kendinden önceki kitapları doğrulayan bir Kitap dinlediklerini” söylemelerinin surenin içeriği ile yakından ilgili olduğunu belirtir. Çünkü Ahkaf suresi’nin on ikinci ayetinde Musa’nın Kitabının insanlığa önder ve rahmet olarak gönderildiği bildirilmiştir. Burada da cinlerin ağzından bu Kur’an’ın, Musa’dan sonra indirilmiş, Tevrat’ı doğrulayan, insanları hidâyete ileten bir kitap olduğu vurgulanıyor. Bu cinlerin Yahudi dinine mensup olduğu veya Hz.İsa’nın nübüvvetini duymadıklarını bu yüzden “Musa’dan sonra” dedikleri de rivâyet edilir. Bkz. er-Râzî, Mefâtih, VII, 519; Kurtubi, el-Câmi, XVI, 213. Ancak şu da var ki Tevrat ile Kur’an arasında Zebur ve İncil de gelmiş olduğu halde cinlerin bunlardan söz etmemeleri, Tevrat’ın iman, ibadet ve muamelat hükümlerini tam olarak ihtiva etmesi bakımından diğerlerinden farklı ve onların atıf kaynağı olmasından kaynaklanmış olabilir. Bkz. Hayreddin Karaman vd., Kur’an Yolu, V, 40. Esed bu konuda farklı bir görüş sunmaktadır. Ona göre Cin ve Ahkaf suresinde zikredilen cinler aynı yani Yahudi dinine mensupturlar.ayette geçen “asılsız şeyler” ise Yahudilerin kendilerini “seçilmiş millet” olarak görme saplantılarıdır. Bkz. Esed, Kur’an Mesajı, s.1195-1196 (dipnot no:12). 59 Mezkûr sure ve ayetlerin nüzul zamanlarını tefsirlerden araştırdığımızda yorumların birbirini tutmadığını gördük. Mevdudi’ye göre Ahkâf suresi, nübüvvetin onuncu yılı sonu on birinci yılı başlarında inmiş, 291 ne zaman indiği tam olarak bilinemeyen Cin suresinin ise 8-10. ayetlerinden onun kanaatince risaletin ilk yıllarında nazil olduğu anlaşılmaktadır. 292 Zeki Duman, iniş sırasına göre kırkıncı sure olan Cin suresinin nübüvvetin altıncı yılında bütün halinde indirildiğini kabul eder. 293 Duman’a göre Ahkâf suresi ise nübüvvetin ikinci veya sekizinci yıllarında pasajlar halinde inmiştir. 294 Süleyman Ateş, Cin suresinin Tâif’ten döndükten sonra indiğini ve iniş sırasına göre kırkıncı sure olduğunu belirtir. 295 Ateş’e göre Mekke’de inen Ahkâf suresi iniş sırasına göre atmış altıncı suredir. 296 Derveze de, Cin suresinin nüzul sırasına göre otuz altıncı, Ahkâf suresinin ise atmış altıncı sure olduğunu kabul eder. 297 Bu bilgiler ışığında nübüvvetin kaçıncı yılında nazil oldukları konusunda ihtilaf olmasına rağmen Cin suresinin, Ahkâf suresinden önce indiği konusunda ittifak edilmiştir diyebiliriz. Cin suresinin nüzul sebebi olarak gösterilen rivayetlerin aynı zamanda Ahkâf suresinin ilgili ayetleri için gösterilmesi konuyu karmaşık hale getirmiştir. Nitekim Derveze de, iki surenin inişleri arasında muhtemelen birkaç sene gibi bir zaman olmasına rağmen nüzul sebebi olarak aynı rivayetlerin hem Ahkâf suresinin ilgili ayetlerinin siyâkında, hem de Cin suresi siyâkında zikredilmesinin iki surede zikredilen olayın bir tek olaymış gibi görünmesine neden olduğunu ifade eder. Hâlbuki her iki suredeki ayetlerin içeriği bunların iki farklı olay olduğunu ifade eder. Ayrıca Tâif dönüşünde yoldaki dinleme ile ilgili İbn İshak’ın rivayeti hiçbir senede 290 Sureyi bütün olarak gördüğümüzde de önceki ayetlerde müşriklerin Kur’an’a “apaçık bir büyü”, “eski bir yalan” diyerek onun Hz.Muhammed tarafından uydurulduğunu söylemeleri, inkârcı bir tutum içine girip sapıklıkta diretmelerine karşılık kendilerine iki örnekle uyarıda bulunulmuştur: Cinlerin imanı ve inkârcı Ad kavminin durumu. 291 Mevdudi bunu 29-32. ayetlerinden çıkarmaktadır ve olay hadis ve siyer kitaplarında ittifak edilen rivâyetlere göre, Hz.Muhammed’in Tâif’ten Mekke’ye geri dönerken yolda Nahle denilen yerde konakladığı zaman olmuştur. Bkz. Mevdudi, Tefhîm, V, 335. 292 Mevdudi, Tefhîm, VI, 479-480. 293 Zeki Duman, Beyânü’l-Hak, Kur’an-ı Kerim’in Nüzul Sırasına Göre Tefsiri, Fecr Yayınevi, Ankara 2006, I, 315. 294 Duman, Beyânü’l-Hak, II, 259. 295 Ateş, Yüce Kur’an, X, 91. 296 Ateş, Yüce Kur’an, VIII, 363. 297 Derveze, et-Tefsîr, II, 1, III, 433. 60 dayanmamaktadır. 298 Kanaatimizce aralarında zaman farkının olması iki olayın farklı olaylar olduğu anlamına gelmemelidir. Süleyman Ateş de, bu konuda şöyle demektedir: “…Her iki yerde de cinlerin Peygamber’den Kur’an dinledikleri ve dinledikleri Kur’an’a hayran oldukları anlatılmaktadır. Nitekim Cin suresinde, Kur’an dinleyen cinlerin: ”Biz, doğru yola ileten çok güzel bir Kur’an dinledik, ona inandık…” dedikleri anlatılır. Burada da aynı mana, değişik üslup ile ifade edilmektedir: “Ey kavmimiz, dediler, biz Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekini doğrulayan, gerçeğe ve doğru yola ileten bir Kitab dinledik” buyrulmaktadır. Her iki ayetin içeriği aynıdır. Nitekim Kur’an’ın öteki kıssaları da çeşitli yerlerde değişik üsluplarla geçmektedir.” 299 Hadislerde de cinlerin Kur’an dinledikleri ve heyetler halinde Hz. Muhammed’e geldikleri, Resûlullah’ın onlara tebliğde bulunduğu ve Kur’an okuduğu, onların da iman ettikleri ve kavimlerine tebliğci olarak gönderildikleri anlatılmaktadır. Bu konuda rivayetler Abdullah b. Mesud, Abdullah b. Abbas ve Cabir’den nakledilmektedir. Abdullah b. Abbas’tan gelen rivayete göre Resûlullah cinleri görmemiş, özel olarak da onlara Kur’an okumak için gitmemiştir. Resûlullah, ashabından birkaç kişi ile birlikte Ukâz panayırına doğru yürüyorlardı, o sırada üzerlerine şihablar gönderilerek gökten haber çalmalarına engel olunan şeytanlar kavimlerinin yanına döndüklerinde kendilerine: “Size ne oldu, neden hiçbir haber getirmiyorsunuz?” dediler. Onlar da: “Bizimle gökler arasına engel kondu. Üzerimize şihablar gönderildi” dediler. Bunun üzerine onlar da (İblis ve adamları): “Mutlaka sizin haber almanıza engel olan yeni bir şey olmuştur. Yeryüzünün doğu ve batı taraflarını dolaşın da semadan haber almanıza engel olan şeyin ne olduğunu öğrenin” dediler. Bunların içinden Tihâme tarafına giden grup, (Ukâz panayırına gitmek üzere Nahle'de bulunan) Hz. Peygamber'in mevcut olduğu yere uğradılar. O sırada Resûlullah ashabına sabah namazı kıldırıyordu. Kur’an’ı işitince kulak verdiler ve birbirine: “Vallahi sizi semâdan haber almaktan men eden şey işte budur” dediler. 298 299 Derveze, et-Tefsîr, III, 450. Ateş, Yüce Kur’an, VIII, 388. 61 Kavimlerinin yanına döndüklerinde: “Ey kavmimiz! Biz, hakiki hayranlık veren bir Kur’an dinledik. Ki o, Hakka ve doğruya götürüyor. Bundan dolayı biz de ona iman ettik. Rabbimize hiçbir şeyi asla ortak koşmayacağız” dediler. Yüce Allah da resulü Hz. Muhammed’e : “De ki, bana cinlerden bir grubun Kur’an dinleyip şöyle dedikleri vahyolundu…” ayetini indirdi.300 . Hadislerde belirtildiğine göre Nahle’de Resûlullah’tan Kur’an dinleyen cinler Nusaybin cinlerinden yedi veya dokuz kişilik bir gruptur. 301 Peygamberin cinleri görmediğini rivayet eden İbn Abbas’ın gaybî bir konuyu sanki bizzat şahit olmuş ya da cinlerle beraber bulunmuş gibi bir üslupla anlatması da dikkatleri çeken bir husustur. Rivayetin olayı hikâyeleştirdiği açıktır. Beyhaki’ye göre de İbn Abbas’ın anlattığı bu olay, Resûlullah’ın Tâif’ten dönüşü sırasında Nahle’de, gece yarısı namazda Kur’an okurken meydana gelmiştir. Cinler ilk defa Resûlullah’ın Kur’an okumasını işitmişlerdir. Resûlullah onlara özel olarak Kur’an okumamış ve onları görmemiştir fakat sonradan inen ayetlerle cinlerin gelip Kur’an dinledikleri Resûlullah’a bildirilmiştir. 302 Ayetlerden de anlaşılmaktadır ki Resûlullah cinleri görmemişti ve onlardan habersizdi. Daha sonra vahiy vasıtasıyla olaydan haberdar olmuştu. 303 Müfessirlerin çoğuna göre İbn Abbas’ın mezkûr rivayeti nübüvvetin onuncu yılı Resûlullah’ın Tâif dönüşü esnasında olmuştur. Fakat bu kıyas, Mevdudi’ye göre birçok nedenden dolayı kabul edilemez. Zira Ahkâf suresindeki olayın risaletin onuncu senesi Resûlullah’ın Tâif dönüşünde gerçekleştiği konusunda ravilerin ittifakı vardır. Ahkâf suresindeki ilgili ayetler göz önünde bulundurulursa, o cinlerin Hz. Musa’ya ve diğer kitaplara inanan, iman ehlinden oldukları anlaşılmaktadır. Oysaki Cin suresinin ikinci ayetinden yedinci ayetine kadar olan bölümde açıkça görülmektedir ki, oradaki cinler müşriktiler, ahireti ve peygamberliği kabul etmiyorlardı. Ayrıca tarihi kayıtlara göre Resûlullah’ın yanında Zeyd’ten başka kimse yoktu. Hâlbuki İbn Abbas’ın rivayetine göre Resûlullah’ın yanında birkaç 300 Buhâri, Tefsîr, 72/1; Ezan 105; Müslim, Salât 149; Tirmizî, Tefsîr 72/2-3; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 252; Kurtubi, el-Câmi, XIX, 4; İbn Kesir, Tefsîr, VII, 272; Taberî, Tefsîr, XXIX, 108. 301 Taberî, Tefsîr XXVI, 108-109; İbn Kesir, Tefsîr, VII, 272-273. 302 Taberî, Tefsîr, XVI, 32; Beyhaki, Delâil, II, 226; Kurtubi, el-Câmi, XIX, 4; İbn Kesir, Tefsîr, VII, 272; Süleyman Ateş, Yüce Kur’an, VIII, 387. 303 Mevdudi, Tefhîm, VI, 484; Derveze, et-Tefsîr, II, 4. 62 sahabenin de bulunduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca tarihi rivayetlerden Resûlullah’ın Tâif dönüşü Nahle’de konakladığı zaman cinlerin Kur’an dinlediği anlaşılmaktadır. İbn Abbas’ın rivayetine göre ise Resûlullah, Mekke’den Ukaz’a doğru gitmekteydi. Bu sebeplerden dolayı Mevdudi’ye göre bu sure Resûlullah’ın Tâif’ten dönüşünde nazil olmamıştır ve surede geçen olay ile Ahkâf suresinde geçen olay ayrı ayrı zamanlarda gerçekleşmiş birbirinden farklı olaylardır. İbn Abbas’ın rivayetinde, Cin suresinde anlatılan vakıanın ne zaman gerçekleştiği, Resûlullah’ın ne zaman Ukaz panayırına gittiği konusunda bilgi yoktur. Bu konuda herhangi bir tarihi rivayet de yoktur. Fakat surenin 8-10. ayetleri bu olayın risaletin ilk dönemlerine ait bir olay olduğunu göstermektedir. Bu ayetlerde Resûlullah’ın bi’setinden önce cinlerin bazen gökten haberler alabildiğini fakat onun peygamber olarak görevlendirilmesinden sonra bunun asla mümkün olmadığı anlaşılır. 304 Tecrid-i Sarih mütercimi Ahmed Naim de, İbn Abbas rivayetinde bahsedilen olayın Tâif dönüşü olmadığını, Tâif’ten döndükten sonra Hz. Peygamber hicret etmeden önce gerçekleştiğini söylemektedir. Ahmed Naim, siyer kitaplarında bu hadiste anlatılan olayın, Resûlullah’ın Tâif’ten dönüşünde yarı yolda Nahle'de vukua geldiğinin kaydedildiğini, ancak kendisinin bu görüşe katılmadığını ifade eder. Ona göre olay, Resûlullah’ın Tâif’ten Mekke'ye dönmesinden sonra, Ukâz panayırına gitmek üzere yeniden yola çıkıldıktan sonra meydana gelmiştir. Çünkü mezkûr hadiste, bunun Hz. Peygamber'in Ukâz'a doğru yola çıkmasından sonra Nahle'de meydana geldiği anlatılmaktadır. Nahle ise, Ukâz Panayırı ile Tâif arasında değil, Ukâz Panayırı ile Mekke arasında bir mevkidir. Yine hadiste, Resûlullah’ın ashabına sabah namazı kıldırdığından bahsedilmektedir. Hâlbuki tarihi rivayetlere göre Tâif’e gidişinde Hz. Muhammed'in yanında Zeyd b. Hârise'den başka kimse yoktu. Burada tarihi rivayetler ile mezkûr hadisin örtüşmediği görülür. Hac mevsimine rastlayan aylar esnasında Ukâz, Mecenne ve Zü'l-Mecâz'da panayırlar kurulur, kalktıktan sonra haccedilir, Hac esnasında Minâ'da birkaç gün ikâmet edilirdi. Bu aylar ve bu yerler her sene bütün Arap kabilelerinin toplandığı yerlerdi. Hz. Muhammed de bundan istifade ederek, buraya gelen kimselere İslâm'ı tebliğ eder, iman eden kimseleri de kendi kabilelerine davetçi gönderirdi. İşte Resûlullah’ın hadiste bahsedilen Tâif’ten Mekke'ye dönüşü de tam hac aylarına tesadüf etmişti. Anlaşıldığına göre Hz. 304 Mevdudi, Tefhîm, VI, 479-480. 63 Peygamber, Mekke'ye döndükten sonra sahabeden bazılarını yanına alarak, Ukâz Panayırına gitmek istemiş ve bu sefer esnasında Batn-ı Nahle'de iken yukarıda kaydedilen ayet ve hadiste anlatılan cin olayı meydana gelmiştir. 305 Biz de bu noktada Ahmed Naim’e aynen katılıyor ve Cin suresinin nüzul sebebi olarak gösterilen İbn Abbas’ın rivayetinin Tâif dönüşünde cinlerin Kur’an dinlemesi ile bir ilgisi olmadığını düşünüyoruz. Nitekim Cin suresi bütün olarak incelendiğinde gerek içeriği gerekse verdiği mesajlar bakımından surenin nübüvvetin ilk yıllarında indiği ihtimalinin kuvvetli olduğunu görüyoruz. Zira nübüvvetin başlarında Mekkeli müşrikler Resûlullah’ın vahyi cinlerden aldığını iddia ediyorlardı, surenin ilgili ayetleriyle cinlerin gökten haber alamayacağı anlatılmış olmaktadır. Cinlerin Kur’an dinlemesi ile ilgili Müslim’de geçen ve Tirmizi’nin de Ahkâf suresindeki ilgili ayetlerinin tefsiri için zikrettiği bir rivayet ise, İbn Mesud’tan gelen şu hadistir: "Âmir şöyle dedi: Alkame'ye, 'Cin gecesinde İbn Mesud Resûlullah ile beraber hazır bulundu mu?' diye sordum. Alkame şöyle cevap verdi: 'Ben de İbn Mesud'a, cin gecesi içinizden hiçbir kimse Resûlullah ile beraber bulundu mu? diye sordum. O da: 'Hayır, hiçbirimiz yanında değildik. Şu kadar ki Mekke'de bir gece Hz. Peygamber ile beraberken birden kendisini kaybettik. Bunun üzerine onu vâdilerde, dağ yollarında aradık. Acaba cinler mi uçurdu yahut apansızın bir baskına uğradı da öldürüldü mü, ne oldu? diye sabah oluncaya kadar merak içinde kaldık. Nihayet sabah olduğunda bir de baktık ki, o Hira tarafından geliyor. “Ya Resûlallah! Sizi kaybettik. Aradık, fakat bulamadık. Bu yüzden bütün gecemiz endişe içinde geçti” dedik. Hz. Peygamber: “Bana cin taifesinin davetçisi geldi, onunla beraber gittim, yanlarına varıp Kur’an okudum” buyurdu ve bizi birlikte götürüp onların izlerini ve yaktıkları ateşlerin kalıntılarını gösterdi. Rivayetin devamında cinlerin, Hz. Peygamber'den azık istedikleri ve Resûlullah’ın onlara “Üzerine Allah'ın adı zikrolunmuş ve ellerinize etten daha fazla olarak geçen her kemik sizin azığınızdır. 305 Zebîdî, Zeynü’d-din Ahmed b. Ahmed b. Abdi’l-Latif (ö.279/893), Sahih-i Buhâri Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, çev. Ahmed Naim, DİB Yayınları, Başbakanlık Basımevi, Ankara 1981, II, 761. 64 Her deve gübresi de hayvanlarınıza yemdir” dediği ve Resûlullah’ın cinlerin azığı olduğu için kemik ve hayvan gübresi ile temizlenmeyi yasakladığı rivayet edilir. Şa'bî, Hz. Peygamber'den azık isteyen bu cinlerin Cezire cinlerinden olduğunu rivayet eder." 306 Aslında Tâif dönüşünde Kur’an dinlemeyle bir ilgisi olmayan ancak araştırmamızda sadece fikir vermesi bakımından İbn Mesud’tan gelen bir rivayete daha yer vermek istiyoruz. Buna göre olayı İbn Mesud’un kendisi de görmüştür. Resûlullah “Bana cinlere Kur’an okumam emredildi. Hanginiz benimle gelir?” diye sahabeye sorduğunda kimse sesini çıkarmaz ve Resûlullah üç kez sorusunu tekrarlamak durumunda kalır. Üçüncüsünde Abdullah b. Mesud beraberinde gideceğini söyler. Resûlullah Abdullah b. Mesud ile birlikte Hacun denen vâdiye gider. Bulunduğu yerde kalması için Abdullah b. Mesud’un önüne ayağıyla bir hat çizer ve kendisi dönünceye kadar bu hattı geçmemesini söyler. Hz. Muhammed’in cinlere Kur’an okumasıyla cinler kartallar gibi inmeye başlarlar. Duyduğu gürültüden korkan ve Resûlullah’a zarar geleceğinden endişe eden Abdullah b. Mesud, Resûlullah’ı tamamen karartıların örtmesiyle, onu göremez ve sesini duyamaz olur. Sonra cinler bulut parçaları gibi dağılıp gitmeye başlarlar. Resûlullah şafağa doğru Abdullah’ın yanına döner. “Uyudun mu?” diye sorar: Abdullah: “Hayır, vallahi ya Resûlallah, birkaç kez insanlardan yardım dilemek istedim ancak senin asan ile onlara vurarak oturun dediğini duydum” der. Resûlullah: “Eğer sen bu çizgiden dışarı çıksaydın, onlardan biri seni kapabilirdi. Bundan korktuğum için buradan ayrılmamanı istedim.” der ve Abdullah’a bir şey görüp görmediğini sorar. 306 Müslim, Salât 150; Tirmizî, Tefsîr, 45/3258; İbn Kesir, Tefsîr, VII, 274; Süleyman Ateş, Yüce Kur’an, VIII, 385 (Hadisin metin yönünden tenkidi ve cinlerin azığı konusunun izahı için bkz. Ali Osman Ateş, Kur’an ve Hadislere göre Cinler-Büyü, s.98-117) İbn Mesud’tan cinlerle ilgili diğer hadisler için bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 416; Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr, 32; Müslim, Salât, 153; Ebu Dâvud, Taharet, 20/39; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 398, 402, 449, 455; Tirmizi, Taharet, 65/88; Tirmizî, Tefsîr, 55/3291; Müslim, Salât, 33/450; Ebu Dâvud, Taharet, 42/85; Tirmizî, Tefsîr, 46/3258. 65 Abdullah, beyazlar giymiş olan siyah adamlar gördüğünü söyleyince Hz. Muhammed onların Nusaybin cinleri olduğunu ve kendisinden azık istediklerini kemiği, at, deve ve diğer tırnaklı hayvan gübresini onlara azık verdiğini söyler. Abdullah duyduğu gürültünün sebebini sorunca, Resûlullah cinlerin aralarında öldürülen biri hakkında kendisinden hüküm istediklerini ve kendisinin de onlar arasında adaletle hüküm verdiğini söyler. 307 Bu rivayetin benzerleri farklı yollardan değişik ilavelerle başka tefsir kaynaklarında da geçmektedir. 308 İbn Mesud’un rivayetleri incelendiğinde açık çelişkiler görülmektedir. Rivayetlerden birine göre İbn Mesud Hz. Peygamber’in yanında arkadaş olarak gitmiş, diğer bir rivayete göre de yanında kimse yoktur ve rivayetler Resûlullah’ın cinleri şekilleri ve elbiseleri ile gördüğünü göstermektedir. Oysa ayetlerin içeriği olayın ona vahiy edildiğini belirtir. Ayetlerden Resûlullah’ın onları hissetmediği yorumu da çıkartılabilir. Araf suresi 27. ayette insanların cinleri göremediği ifade edilmektedir. Ayette İblis geçmektedir, çünkü o da cinlerdendir. 309 İbn Mesud’tan gelen rivayetlerin çelişkili olması hususunda Derveze’ye katılan Ateş’e göre Hz. Muhammed kendisiyle beraber gelmeye davet ettiği halde sahabenin gitmek istememesi de olacak şey değildir. Mekke’de her türlü güçlüklere göğüs gererek ona inanmış olan sahabenin Resûlullah’ın bu isteğine olumlu cevap vermemesi isteksizlik göstermesi düşünülemez. 310 Kanaatimize göre de İbn Abbas’ın cinlerin görünmediğine dair rivayetinin karşısında İbn Mesud’un rivayetindeki kıyafetlerine kadar ayrıntılı anlatım ve sahabenin Resûlullah’la beraber gitme konusunda çekingenlik göstermesi şaşırtıcı bir durumdur. 307 Hazin, Alâuddin Ali b. Muhammed b. İbrahim el-Hazin el-Bağdâdî (ö.741/1341), Lübâtü’t-Te’vil fî Meâni’t-Tenzîl, İstanbul 1317, IV, 115; Derveze, et-Tefsîr, III, 450; Süleyman Ateş, Yüce Kur’an, VIII, 386. Not: Daha sonraları bu Hacun mevkiine bir mescid inşa edilmiş ve adına da ”Mescid-i Cin” denilmiştir. 1700 yılında Mekke’ye gelen İbrahim Ağa adlı bir mimar tarafından yapılan mescit, 2000 yılında yıkılarak modern bir tarzda yenilenmiştir. Mescid-i Cin, Harem-i Şerif’in yaklaşık 2 km. kuzeyinde şehre hâkim bir tepenin üzerinde yer alır. Bkz. Necati Öztürk, Fotoğraflarla Kutsal Topraklar- Hicaz Albümü, DİB Yayınları, Ankara 2009. 308 Taberî, Tefsîr, XXVI, 33-34; Kurtubi, el-Câmi, XVI, 211-212; İbn Kesir, Tefsîr, VII, 275. Not: Taberî’nin tefsirinde Katade’den olan bir rivâyette bu cinlerin Ninova’dan olduğu geçmektedir. Bkz.Taberî, Tefsîr, XXVI, 33; İbn Kesir, Tefsîr, XVII, 279. İbn Mesud’un cinleri gördüğüne dair başka rivâyetler için bkz. er-Râzî, Mefâtih, VIII, 317; Kurtubi, el-Câmi, XIX, 4-5. 309 Derveze, et-Tefsîr, III, 451. 310 Bkz.Ateş, Yüce Kur’an, VIII, 388. 66 İbn Abbas'tan nakledilen habere göre Hz. Muhammed’in cinlere özel olarak Kur’an okumadığı ve onları görmediği, ancak cinlerin sözlerinin kendisine vahyedildiği anlatılmaktadır. Nitekim ayetlerden de bu anlam çıkmaktadır. Abdullah b. Mesud ise, Hz. Muhammed’in özel olarak cinlere Kur’an okumak üzere gittiğini, onlara Kur’an okuyup, onları gördüğünü rivayet etmiştir. İbn Abbas’ın rivayeti ile İbn Mesud’un rivayetleri arasındaki farklılıktan dolayı bazı müfessirler te’lif yoluna gitmişler, cinlerin Kur’an dinlemelerinin birkaç kez gerçekleştiğini ileri sürmüşlerdir. Olayın bir kez Mekke’de, bir kez de Nahle’de olmak üzere iki defa olduğunu kabul ederek İbn Mesud ve İbn Abbas rivayetini bağdaştırmaya çalışmışlardır. İbn Mesud’un anlattığı, Mekke’de gerçekleşmiş, İbn Abbas’ın anlattığı ise Nahle’de gerçekleşmiştir. Razi’ye göre ise İbn Abbas’ın anlattığı olay ilk defa olmuş, yüce Allah bu olayı peygamberine vahiy ile bildirmiştir. Daha sonra da kendisine cinlere Kur’an okuması emredilmiştir. Eğer bu cinlerin Kur’an dinlemesi olayı bir defa olduğu kabul edilirse durum şöyle olmuş denebilir: Resûlullah’a cinlere Kur’an okuması emredilmiş ancak o, kendisini dinleyen cinlerin ne yaptıklarını, konuştuklarını bilmemiş, Allahu Teâlâ peygamberine bunu vahiy yolu ile bildirmiştir. Mümkün olan başka şekle göre de Hz. Muhammed onları görmüş, sözlerini de duymuş, onlar da kendisine inanmışlar, kavimlerine dönünce: “Biz şöyle şöyle bir Kur’an dinledik” demişler. Allah da onların kavimlerine dedikleri şeyleri Resûlullah’a vahyetmiştir. 311 Hz. Peygamberin cinlerle birkaç kez karşılaştığını, cinlerin Kur’an dinlediğini, ilk defa görmemiş ise de sonradan onları gördüğünü bildiren rivayetler vardır. 312 Elmalılı’ya göre İbn Abbas’tan gelen rivayet Resûlullah’ın cinleri mutlak olarak görmediğini değil, bu olaya kadar ve bu sözleri söyledikleri sırada görmemiş olduğunu anlatır. 313 Rivayetlerde Resûlullah’ı Mekke’de dinleyen cinlerin Nusaybin cinleri, Nahle’de dinleyenlerin ise Ninova cinleri olduğu olduğu 315 314 cinlerin sayılarının yedi, dokuz, atmış, üç yüz veya on iki bin geçmektedir. Yine araştırmalarımızda cinlerin isimlerine kadar bilgilere 311 er-Râzî, Mefâtih, VIII, 318; Ateş, Yüce Kur’an, X, 96-97. İbn Kesir, Tefsîr, VII, 275-280; Ateş, Yüce Kur’an, X, 96-97. 313 Yazır, Hak Dini, VIII, 370. 314 İbn Kesir, Tefsîr, VII, 279; Kurtubi, el-Câmi, XIX, 4; Ateş, Yüce Kur’an, VIII, 388. Cinlerin sayısı ve hangi bölgelerden olduklarına dair farklı rivâyetler için bkz.İbn Kesir, Tefsîr, VII, 280; Kurtubi, el-Câmi, XIX, 4; Yazır, Hak Dini, VII, 119. 315 Rivâyetler için bkz. Taberî, Tefsîr XXVI, 32; İbn Kesir, Tefsîr, VII, 272-273; Yazır, Hak Dini, VII, 118-119. 312 67 de rastladık. 316 Birbirini tutmayan bu haberler ve algılarımızın dışında olan cinlerle ilgili gereksiz teferruatlar kanaatimize göre bize bir şey kazandırmaz. Bu konuda Allah’ın Kur’an’da bildirdiğinin dışında bilgi sahibi olma çabaları da gereksiz bir uğraşı olmaktan öteye gidemez. Yukarıda olduğu gibi rivayetleri te’lif yoluna gidenler olduğu gibi İbn Mesud’un rivayetini İbn Abbas’ınkine tercih edenler de olmuştur. Hicretten üç yıl önce doğan İbn Abbas 317 , Mekke döneminde Nahle'de olan bir hadiseyi anlatmaktadır. Yani olaya bizzat şahit olmamış olan İbn Abbas konuyla ilgili bilgiyi daha sonraları edinmiştir. 318 Bu sebeple İbn Abbas'ın yukarıdaki rivayette yer alan ve "Hz. Peygamber ne cinleri gördü ne de onlara Kur’an okudu" şeklindeki sözü bu konuda kesin bir kanaate varmamız için delil olmamalıdır. Onun bu ifadesine dayanarak İbn Mesud'un Resûlullah'ın cinlere Kur’an okuduğundan, onları gördüğünden bahseden rivayetini reddedemeyiz. Çünkü İbn Mesud, İbn Abbas'tan yaşça daha büyüktür ve bahsettiği olaylara şahit olmuştur. Bu durumda İbn Abbas'ın yukarıdaki rivayetinin cin suresinde de bahsedilen bu konudaki ilk olayla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. 319 Konuyla ilgili diğer rivayetleri de bu şekilde verip İbn Abbas’ın rivayeti ile karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesinin ardından çalışmamızla asıl olarak ilgili olan İbn Mesud’un Amir’den verdiği ilk rivayete dönebiliriz. Görüldüğü üzere İbn Mesud’un rivayetinde olay Hacun mevkiinde yani Mekke’de geçmektedir ve Tirmizi ilgili rivayeti Ahkâf suresinin tefsirinde zikretmektedir. Bu rivayetin de Resûlullah’ın Tâif dönüşünde gerçekleşmediği dolayısıyla Cinlerin Tâif dönüşünde Kur’an dinlemesi ile bir ilgisi olmadığı anlaşılmıştır. Araştırmamızda Ebu Nuaym’ın Delâil’inde cinlerin Hacun’da Kur’an dinlemesi olayının net olarak zamanı ile ilgili bir rivayet ile karşılaştık. Vakıdi’den gelen bu rivayete göre cinlerin Hacun’da Kur’an dinlemesi olayı nübüvvetin on birinci yılı, Rebiyülevvel ayında gerçekleşmiştir. Rivayete göre Resûlullah’ın 316 Cinlerin isimleri, Hassa, Messa, Şâsır, Nâsır, Eynelard, Eyneyn, Ahkâm. Taberî, Târîh, II, 346; İbn Kesir, es-Sîretün-Nebeviyye, II, 153; İbn Kesir, El-Bidâye, III, 135. 317 İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 141. 318 Ali Osman Ateş, Kur’an ve Hadislere göre Cinler-Büyü, s.85. 319 Bkz. Aynî, Umdetü'l-Kârî, XVI, 309; Ali Osman Ateş, Kur’an ve Hadislere göre Cinler-Büyü, s.85-86. 68 Tâif’ten dönüşünden üç ay sonra cinler gelip Kur’an dinlemişlerdir. 320 Bu rivayete dayanarak biz de Tirmizi’nin Ahkâf suresi ile ilişkilendirdiği Hacun mevkiinde Kur’an dinleme olayının Tâif’ten dönüşten üç ay sonra olduğunu söyleyebiliriz. Tüm bunlardan çıkardığımız sonuca göre Cin suresi nübüvvetin ilk yıllarında inmiştir. İbn Abbas’ın Cin suresinin nüzulü ile ilgili verdiği rivayetin Tâif dönüşü ile herhangi bir ilgisi yoktur. Hadis kitaplarında Ahkâf suresi ile ilişkilendirilen rivayet de Hacun mevkiinde Tâif’ten döndükten sonra gerçekleşmiştir. İbn İshak’ın mürsel hadisi ve hadis kitaplarında anlatılan rivayetlerin sürekli bir biçimde bu mürsel hadis ile ilişkilendirilmesi yanlış yorumlar yapılmasına neden olmuş ve bundan dolayı tefsir kitaplarında ilgili ayetlerin nüzulü ile ilgili bir karışıklık süregelmiştir. 2.2. Mut’im b. Adiyy’in Himayesinde Mekke’ye Dönüş Resûlullah’ın Tâif’te kalış müddeti ile ilgili farklı rivayetler vardır. İbn Sa’d’ın rivayetine göre Resûlullah Tâif’te on gün kaldı. 321 Ancak Hafız Sehâvi, Hz. Muhammed'in on günü Abdi Yâlîllerle geçmek üzere toplam yirmi gün Tâif’te kaldığını ve onlara vaaz ve telkinlerde bulunduğunu kaydeder. 322 İbn Kuteybe de Meârif’inde Resûlullah’ın Tâif'te kalış müddetini bir ay olarak göstermiştir. 323 Vâkıdî’den gelen bir rivayete göre Resûlullah Tâif’te yirmi beş gün kalmıştır. Şevval ayının bitimine üç gün kala gitmiş, Zilkade’nin yirmisinde Salı günü dönmüştür. 324 Tüm bunlar göstermektedir Hz. Muhammed Tâif’te hiç de az sayılmayacak bir müddet kalmıştır. Resûlullah’ın kaldığı sürenin uzunluğu bize Ahlâf kabilesinin ileri gelenleri ile muhtemelen çok kez görüştüğü ve İslâm’a davet konusunda onlara ısrarla bıkmadan davette bulunduğunu gösteriyor. 320 Ebu Nuaym, Delâil’ün-Nübüvve, II, 364. İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 211; İbn Cevzî, el-Muntazam, III, 12; İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd, III, 31; İbnHacer, Fethu’l-Bâri 4/275; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I, 303. 322 Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, çev. Ahmed Asrar, Pınar yayınları, İstanbul 1992, III, 306. 323 İbn Kuteybe, el-Meârif, s.151; Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, III, 306. 324 Ebu Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, II, 364. 321 69 Nitekim Hâlid el-Advâni’den gelen bir rivayete göre Hâlid, Resûlullah’ın Sakif kabilesini tebliğ çabalarından birine şahit olmuştur. Rivayete göre Tâif’in doğusunda bir yaya veya asaya dayanmış olan Resûlullah’ı dinleyen Hâlid, ondan dinlediği Târık suresini ezberlemiştir. Sakifliler Hâlid’i çağırıp ona : “Şu adamdan ne dinledin” demişler, o da ezberlediğini onlara okumuştur. Yanlarında bulunan Kureyşli bir adam “Biz adamımızı daha iyi biliriz. Onun dediklerinin hak olduğunu bilseydik, kendisine tâbi olurduk” diye karşılık vermiştir. Hâlid cahiliye döneminde bu şekilde ezberlediği Târık suresini İslâm’a girince de okuduğunu ifade etmektedir. 325 Ancak tüm çabalarına rağmen Tâif’ten umduğunu elde edemeyen Hz. Muhammed, Mekke’ye dönmek zorundaydı. Ancak amcası ve kabile başkanı olan Ebû Leheb tarafından tard edilmiş, cemiyet dışı bırakılmıştı. Düzenli bir devlet sisteminin olmadığı, kabilecilik anlayışına uygun bir yapılaşmanın kemikleştiği Arap toplumu için güvenlik açısından emân almak, kendisini koruyacak ve kefaletini üstlenecek bir hami bulmak hayati bir önem taşıyordu. 326 Kanaatimize göre konuyu sadece toplum dışı ilan edilmeye bağlamak eksik olacaktır. Zira daha önce de ikinci Habeşistan hicreti sırasında Resûlullah’tan hicret için izin isteyen Hz. Ebu Bekir, yolda geriye dönmesi konusunda İbn Duğunne tarafından ikna edilmiş ve Mekke’ye ancak onun himayesiyle girebilmiştir. 327 Oysaki Ebu Bekir hiç kimse tarafından toplum dışı ilan edilmemişti. Bu hâdise de gösteriyor ki Araplarda toplumunu terk eden bir kişi ancak birinden eman alarak geriye dönebiliyordu. Bu durumda Hz. Muhammed terk ettiği Mekke’ye yeniden, kimin himayesinde gireceği ile ilgili sorunu çözmek durumundaydı. Allah Resulü korumasız olarak Mekke’ye giremeyeceğinin farkındaydı. Bunun başlıca iki sebebi vardı: Birinci sebep: Üç hafta kadar önce evlatlığı Zeyd ile Kureyş’e karşı yardım istemek ve aramak için gizlice Mekke’den ayrılmışlardı. Eğer Sakifli reisler onu himayelerine alsalar veya ona iman edip tâbi olsalardı, Resûlullah belki bir daha Mekke’ye dönmeyecek, zengin, yüksek, bağlık bahçelik, üstelik şehri çevreleyen bir 325 Ahmed b. Hanbel, 4/235; Ebu Nuaym, Ma’rifetü’s-Sahâbe, II, 196; İbnü'l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II, 77-78; İbn Kesir, es-Sîre, II, 152; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 134-135. 326 Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 866-867. 327 İbnHişam, es-Sire, II, 12-13; İbn Kesir, el- Bidâye, III, 94; Köksal, İslâm Tarihi, I-II, 390-393. 70 kalesi de olan Tâif’e yerleşecek ve Medine’den Mekke’yi fethettiği gibi, Mekke’nin güney doğusuna düşen Tâif’ten harekete geçerek uzun vadede Mekke’yi ele geçirebilecekti. Ayrıca Mekke ve Tâif arasındaki ticari ilişkileri, finansman konusunu da kendi lehine kullanma imkânı doğabilirdi. Nitekim Hz. Peygamber Mekke’den çok daha uzak olan Medine’ye hicret edince ticaret yollarının denetimini ele geçirmiş, Mekke kervanlarını takip ettirmiş, hatta Bedir savaşı da bir takip dolayısıyla çıkmıştır. Oysa Mekkelilerin Tâif’le olan ticari ilişkileri daha canlıydı. Mekkelilere bu yönden daha çok baskı kurabilir ve daha tesirli olunabilirdi. 328 Ancak umduğunu elde edemeyip Mekke’ye yöneldiğinde Resûlullah’a iman eden az bir müstezaf dışında Kureyş’in ona karşı düşmanlığı artmıştı. Kureyş’ten bazıları da Resûlullah’ın Tâif’ten Mekke’ye isteyerek dönmediğini dillerine dolamışlar 329 bu şekilde ona karşı kin, öfke, yalanlama, kibir ve cür’etleri de artmıştı. 330 İkinci sebep: Ebu Talib sonrası Haşimiler, onu Kureyşlilere karşı koruyamıyorlardı. Bu konuda Hz. Muhammed’e karşı Kureyşlileri kışkırtan amca Ebu Leheb önemli rol oynuyordu. O, yeğeninin işinin dallanıp budaklanmasının Haşimilere pahalıya patlayacağını düşünüyordu. Ona göre sonunda Haşimilerle bütün Kureyş çatışacaktı. Ebu Talib öldükten sonra Ebu Leheb, Haşimilerin en güçlü adamı konumuna gelmişti. Fakat Haşim ve Muttalib oğulları, asabiyet ve akrabalık cihetiyle onun Hz. Muhammed’e karşı aldığı tavra destek vermiyorlardı. Artık Haşimilerin yönetimi, Kureyş’e karşı tek yumruk olmaları, Ebu Talib zamanındaki gibi mümkün görünmüyordu. 331 Hz. Muhammed’in Nahle’de günlerce kaldığı rivayet edilir. 332 Ancak kalış müddeti ile ilgili kesin bir süre verilmemektedir. Nahle’de bu şekilde düşünceli olarak kalan Hz. Muhammed sonunda Mekke’ye girmek isteğini Zeyd b. Harise’ye söyleyince Zeyd şöyle der: 328 Murat Sarıcık, Hz. Muhammed'in Çağrısı Mekke Dönemi, Nesil Yayınları, İstanbul 2006, s.228. Taberî, Târîh, II, 347. 330 İbn Kesir, es-Sîre, II, 153; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 135. 331 Sarıcık, Hz. Muhammed'in Çağrısı, s.228-229. 332 İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 212; İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd, III, 33; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 61. 329 71 “Kureyş müşrikleri seni tedirgin edip Mekke’den çıkardıkları halde, şimdi onların yanına nasıl girebileceksin?” Bunun riskli bir durum olduğunu ifade ederek tereddüdünü ortaya koyan Zeyd’e karşı Resûlullah: “Ey Zeyd! Hiç şüphesiz, Allah, senin göremediğin yerden bir kapı, bir çıkış yolu açacaktır. Şüphe yok ki Allah, dininin ve peygamberinin yardımcısıdır” 333 diyerek Allah’a olan inancını ve tevekkülünü ortaya koyar. Watt, Hz. Muhammed’in Tâif'ten dönerken Nahle denilen yerde yaşadığı tecrübeyi, bir insanın topluma olan güvenini yitirdiği aşamanın göstergesi olarak görür. 334 Hâlbuki realite bu sözleri yalanlamaktadır. Çünkü eğer Hz. Muhammed toplumdan ümidini kesmiş ve ıslah olmasını imkânsız görmüş olsaydı, Hira mağarasına geri döner ve orada ruhbanlara özgü bir hayat yaşardı. Ama onun gerek Mekke’de kilitlenme aşamasına gelmiş olan davetin devamı için büyük risk alarak Tâif’e gidişinden gerekse Tâif’ten umduğunu elde edememiş olarak geri döndüklerinde Zeyd’e söylemiş olduğu sözlerden bunun aksini anlamak mümkündür. Resûlullah elbette ki İslâm davetinin kabul görmemesine ve kendisine karşı yapılan muâmeleye üzülmüş ama bu onun geri adım atmasıyla veya kendi kabuğuna çekilmesiyle sonuçlanmamıştır. Şimdi ise Allah’ın elçisi terk ettiği Mekke’ye geri dönmenin çarelerini aramaktadır. Resûlullah, Mekke’ye girmeye karar vermişti. Ancak bu o kadar kolay ve güvenli değildi. Kureyşlilerin ona suikast düzenlemesi, onu pusuya düşürmesi büyük bir ihtimaldi. Üstelik başka kabilelere giderek Kureyş'e karşı yardım istemişti. Kureyş'le dostlarının arasına girmişti. Sonra şahsına yönelik bir tehlike olmasa bile, onun Mekke'ye normal şekilde girmesi, üstelik Tâif'ten de kovulmuş olarak gelmesi, Mekkeliler tarafından Müslümanların aldığı büyük bir hezimet gibi değerlendirilecekti. Onlar daha bir küstahlaşacak ve beyinsizce tutumlarını daha bir iştahlı sürdüreceklerdi. Bu yüzden Peygamberimiz bu sefer Mekke'yi, dışarıdan çembere almak yerine içerden yarmayı düşündü. Yani, bizzat Kureyş oymakları 333 İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 212; İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd, III, 33; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 61. Montgomery Watt, Muhammed Mekke’de, çev. M. Rami Ayas, Azmi Yüksel, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1986, s.148. 334 72 arasında bir karışıklık meydana getirmeyi amaçladı. Kureyş'in içinden müttefikler edinmeyi, böylece Kureyş'in tam merkezine yerleşmeyi denedi. 335 Bunun için de elçiler göndererek kendisini himayesine alacak kişi aradı. Kaynaklarda bu kişinin kim olduğu konusunda farklı rivayetler vardır, şöyle ki: Resûlullah Hira’ya ulaştığında Huzaalılar’dan birine 336 veya Mekkelilerden rastladığı bir adama 337 , veya bir rivayete göre de Ureykıt’a 338 : “Ben seni bir şeyi tebliğ etmek üzere göndersem gider misin ?” diye teklifte bulundu. Elçi: “Evet giderim” deyince, “Öyleyse Ahnes b. Şerik’e 339 git ve ona “Muhammed, Rabbimin bana verdiği peygamberlik görevini tebliğ edip yerine getirinceye kadar sen beni himayene alır mısın, diyor, diye söyle ” 340 dedi. Buradan yola çıkarak koruyamayacağını bildiği için, Zühreoğulları’na yaslanmayı Resûlullah’ın baba kabilesi düşündüğünü artık Haşimilerin yerine anne söyleyebiliriz. kendisini kabilesi Zira olan elçiyi Zühreoğullarının müttefiki durumunda olup zamanla kabile içerisinde nüfuz kazanmış plan Ahnes’e göndermesinden de bu anlaşılmaktadır. 335 Abdülkadir T. Hamid, Mekke Döneminde Siyasi Düşünce Metodolojisi, çev. Vahdettin İnce, Ekin yayınları, İstanbul 2001, s.190. 336 İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 212; Belâzurî, Ensâbü’l-Eşrâf, 1/237; İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd, III, 33; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 52. 337 Taberî, Târîh, II, 347. 338 İbn Kesir, el-Bidâye, III, 135; İbn Kesir, es-Sîre, II, 153. 339 Ebu Sa’lebe Übeyy b. Şerik b. Amr el-Ahnes es-Sekafî, Tâif’te yaşayan Sakif kabilesinin İlac boyuna mensuptur. Zühreoğullarının müttefiki olarak Mekke’ye yerleşmiş ve buradaki kabileler arasında nüfuz ve itibar kazanmıştır. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe, I, 38; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, I, 56.Başlangıçta şiddetli bir İslâm düşmanı olan Ahnes, İslâm davetini engellemeye çalışmış, Müslümanlara işkence yapmıştır. Ahnes’in bazı geceler, Ebu Süfyan ve Ebu Cehil ile buluşarak Müslümanların okuduğu Kur’an’ı gizlice dinleyerek etkisinde kaldığı da söylenir. Bkz. İbn Hişam, esSîre, I, 337; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 39. Ahnes İslâm düşmanı olmasına rağmen Bedir savaşına katılmamış ve müttefiki Zühreoğullarını da geri çevirmişti. Savaştan geri dönüp emrindeki askerleri de caydırdığı için kendisine el-Ahnes (geri çeviren) denilmiş ve bu lakapla da meşhur olmuştur. Bkz. Belâzurî, Ensâb, s.291; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 38. Ahnes, Mekke’nin fethinden sonra müslüman olmuş, Huneyn gazvesine katılmıştır. Bazı rivâyetlerde onun İslâm’dan döndüğü ve Müslümanlara ait bir otlağı ateşe verdiği, hiçbir zaman samimi bir müslüman olmadığı belirtilmektedir. Ancak İbn Hacer, Ahnes’in irtidat ettikten sonra tevbe ederek tekrar İslâm’a girmiş olduğunu belirtir. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe, I, 39.Ahnes, Hz.Ömer’in hilafetinin ilk yıllarında vefat etmiştir. Bkz. İbn Hacer, elİsâbe, I, 38; Ahmet Önkal, Ahnes b. Şerik Maddesi, DİA, II, 174. 340 Taberî, Târîh, II, 347; İbn Cevzî, el-Muntazam, III, 15 73 Elçi gidip bunu Ahnes’e iletince 341 Resûlullah’ın niçin himaye istediğini ve kendisini tercih ettiğini tahmin eden Ahnes’in cevabı şu şekilde oldu. “Halif, sarihi (yardım isteyeni) himaye edemez” 342 “Kureyş’in halifi, samîmini himaye edemez” 343 “Ben halifim, halif himaye edemez” dedi 344 İlk kaynaklarda bu şekilde geçen cevaplarda görüldüğü gibi temelde aynı şey söylenmektedir. Burada Ahnes, cahiliyedeki hılf/ittifak uygulamasının bir kuralını ortaya koyuyordu. Cahiliyede bir kabile, bir boy veya bir aşiret, bir kimseyi halif/müttefik kabul eder ve halif olan o birimden kabul edilirdi. Ona düşmanlık da o birime düşmanlık sayılırdı. Bir birime halif olanın, o birimdeki diğer fertlerle bir farkı kalmazdı. Ancak kabilesinin asli üyeleri ve mensupları, bir kimseyi himaye (icare) hakkına sahip iken, halif olanlar sonradan kabileye girdikleri için buna hak sahibi değillerdi. 345 Sarıcık, Arap kültüründeki bir kuralı ortaya koymuştur. Ancak kanaatimize göre bu konuda birtakım istisnalar yapılıyor olmalıydı ki Resûlullah, Ahnes b. Şerik’in kabile içindeki nüfuzu ve liderliğini düşünerek kendisinden himaye talebinde bulunmuştur. Ahnes ise burada korkaklık göstermiş ve himayesine almak istemediğinden gerekçe olarak bu kuralı öne sürmüştür. Elçi, Ahnes’in bu sözünü gelip Resûlullah’a haber verince Hz. Muhammed elçiye: “Bir kez daha Mekke’ye gidip elçilik yapar mısın?” diye sordu. Elçi bunu kabul etti. 346 Resûlullah: 341 Taberî, Târîh, II, 347. Taberî, Târîh, II, 347. 343 İbn Kesir, es-Sîre, II, 153; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 135. 344 İbn Hişam, es-Sîre, II, 20; İbn Cevzî, el-Muntazam, III, 15; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l-Eser, I, 136; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 62. 345 Sarıcık, Hz. Muhammed'in Çağrısı, s.229-230. 346 Taberî, Târîh, II, 347. 342 74 “Süheyl b. Amr’a 347 git. Kendisine “Muhammed, Rabbimin bana verdiği peygamberlik görevini tebliğ edip yerine getirinceye kadar sen beni himayene alır mısın, diyor, diye söyle” dedi. Elçi gidip bunu Süheyl b. Amr’a söyleyince 348 Süheyl b. Amr: “Amr b. Lüeyy oğulları, Ka’b oğullarını himaye edemez” dedi. 349 Mekke’deki Kureyşli soy birimleri, Ka’b b. Lüeyy’in soyundan geliyordu. Süheyl b. Amr ise, Abdüşşems b. Abduvüd b. Nasr b.Malik b.Hısl b.Amir b.Lüey soyundandı. Onun Hz. Muhammed’i himayesine alması, bütün Kureyş’i kendisine muhalefete itebilir, durumu kendisi ve kabilesi aleyhine kötü kılabilirdi. 350 Süheyl, elçiye bu şekilde bir gerekçe öne sürerek Resûlullah’ı himayesine almak istemeyince elçi dönüp bunu da Resûlullah’a haber verdi. 351 Resûlullah, elçiye: “Sen Mekke’ye bir daha döner misin?” diye sordu ve elçi bir kez daha kabul etti. 352 Resûlullah: 347 Künyesi Ebu Zeyd’tir. Kureyş’ten Benu Hısl b. Amir b. Lüeyy’dendir. Hudeybiye anlaşmasında müşrikleri temsil eden Süheyl b. Amr, Huneyn savaşından sonra müslüman olmuştur. Müellefei kulüpten olup sonra İslâm’ı güzel olmuştur. Hz. Ömer’in hilafetinde cihad için Şam’a gitmiş, orada Amvas vebasından ölmüştür. Bkz. İbn Sa’d, et-Tabakât, VII, 404-405; İbn Kuteybe, el-Meârif, s.284. Süheyl’in kardeşi Sekran b. Amr, Habeş muhacirlerindendir ve Sevde onun eşiydi. Sekran vefat edince Resulullah, Sevde ile evlenmişti. Bkz. İbn Kuteybe, el-Meârif, s.284. Süheyl’in büyük oğlu Abdullah ile kızı Ümmü Gülsüm de ilk Müslümanlardandı. Ayrıca Abdullah ve Beni Amirli kocası Ebu Sebre ile birlikte Ümmü Gülsüm ikinci Habeşistan hicret kafilesinde bulunmuşlardı. Bkz. İbnHişam, Sire, II, 352. Bu iki evlat daha sonra Ebu Cendel’i de etkileyeceklerdi. Bu noktadan Süheyl, İslâm’ın mesajlarına çok yabancı değildi. Fakat hala müslüman olmamıştı ve müslümanlığa karşı da soğuktu. Bkz. Sarıcık, Hz. Muhammed'in Çağrısı, s.230. 348 Taberî, Târîh, II, 347; İbn Cevzî, el-Muntazam, III, 15. 349 Taberî, Târîh, II, 347; İbn Cevzî, el-Muntazam, III, 15; İbn Kesir, es-Sîre, II, 153; İbn Kesir, elBidâye, III, 135; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 62. 350 Sarıcık, Hz. Muhammed'in Çağrısı, s.230. 351 Taberî, Târîh, II, 347; İbn Cevzî, el-Muntazam, III, 15. 352 Taberî, Târîh, II, 347. 75 “Sen Mut’im b. Adiyy’e 353 git ve kendisine “Muhammed Rabbimin bana verdiği peygamberlik görevini tebliğ edip yerine getirinceye kadar sen beni himayene alır mısın, diyor, diye söyle” dedi. 354 Elçi, Mut’im b.Adiyy’e gitti ve bunu kendisine söyledi. 355 Mut’im b. Adiyy bunu kabul etti ve “Kendisine söyle, gelsin, himayeme girsin” dedi. Elçi dönüp bunu da Resûlullah’a haber verdi. 356 Resûlullah gelip o geceyi Mut’im’in evinde geçirdi. 357 Mut’im b. Adiyy, sabaha çıkınca 358 oğullarını 359 kardeşinin oğullarını 360 ve kavmini 361 yanına çağırdı. Onlara: “Silahlarınızı kuşanın ve Beytullah’ın rükünleri yanında bulunun, 362 ben Muhammed’i himayeme aldım” 363 dedi. Hepsi kılıçlarını sıyırmış olarak Mescid-i Haram’a girdiler. 364 Almış olduğu cesur kararla Kureyş’i karşısına alan Mut’im yakınları ile beraber adeta gövde 353 Ebu Vehb el-Mut’im b. Adî b. Nevfel b. Abdimenaf (ö.2/623), soyu Abdülmenaf’ta Hz.Muhammed’in amcasının soyu ile birleşir. Mut’im, İslâm davetini engellemeye çalışan kabile liderleriyle olmasına rağmen düşmanlıkta aşırı gitmemiştir. Boykot döneminde gizli olarak yiyecek yardımı yaptığı, birkaç arkadaşı ile birlikte boykotun kaldırılması için çabaladığı ve sonunda boykotu kaldırdıkları rivâyet edilir. Bkz.İbn İshak, es-Sîre, s.147; İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 210. Bilindiği gibi boykot Mekke’deki insaf sahibi kişilerin vicdanlarının harekete geçmesi ve olaya müdahele etmeleri sonucu kaldırılmıştır. Boykotun kaldırılmasında Hişam b. Amr, Züheyr b. Ümeyye, Mut’im b. Adiyy, Ebu’l-Buhteri b. Hişam ve Zema b. Esved’in aktif rolü olmuştur. Boykotla ilgili rivâyetlerin değerlendirilmesi için bkz. Mehmet Azimli, “Mekke Döneminde Boykot Yılları Üzerine Bazı Mülahazalar”, İSTEM, İslâm San’at, Tarih, Edebiyat ve Mûsıkîsi Dergisi, Yıl:4, Sayı:7, Konya 2006, s.55-64. 354 Taberî, Târîh, II, 347; İbn Cevzî, el-Muntazam, III, 15. 355 İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 212; Taberî, Târîh, II, 347; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, III, 15; İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd, III, 33. 356 Taberî, Târîh, II, 347; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, III, 15; İbn Kesir, es-Sîre, II, 154; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 135; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 62. 357 İbn Kesir, es-Sîre, II, 154; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 135; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 62. 358 Taberî, Târîh, II, 347; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, III, 15; İbn Kesir, es-Sîre, II, 154; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 135; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 62. 359 İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 212; Taberî, Târîh, II, 348; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, III, 15; İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd, III, 33; İbn Kesir, es-Sîre, II, 154; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 135. Oğullarının sayısının altı veya yedi kişi olduğu rivâyeti de vardır. Bkz. İbn Kesir, el-Bidâye, III, 135; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 62. 360 Taberî, Târîh, II, 348; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, III, 15. 361 İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 212; İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd, III, 33. 362 İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 212; İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd, III, 33. 363 İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd, III, 33. 76 gösterisinde bulunuyordu. Kaynaklarda daha çok Ebu Cehil olduğu belirtilen ancak araştırmamızda Ebu Süfyan olduğu şeklinde rivayetlerle kişi onları bu şekilde gördü. 366 365 de karşılaştığımız 367 Mut’im b. Adiyy’e: “Himayeci misin yoksa tâbi misin?” diye sordu. Mut’im b. Adiyy: “Evet, himayeciyim” dedi. Ebu Cehil/ Ebu Süfyan ise şöyle dedi: “Senin himayene aldığını, biz de himayemize aldık” 368 O sırada, Resûlullah yanında Zeyd b. Harise bulunduğu halde 369 Mescid-i Haram’a girmişti. 370 Mut’im b. Adiyy, devesi üzerinde doğrulup kavmine, “Ey Kureyş cemaati! Ben Muhammed’i himayeme aldım. Sizden hiç kimse ona dokunmasın” diye seslendi. 371 Resûlullah Kâbe’yi tavaf ettikten 372 ve Hacerü’l-Esved’i istilâmdan sonra, iki rekât namaz kılıp evine dönünceye kadar, Mut’im b. Adiyy ile oğulları, Resûlullah’ın çevresinde dönüp dolaşmaktan geri durmadılar. 373 364 İbn Kesir, es-Sîre, II, 154; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 135 Taberî, Târîh, II, 348; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, III, 15; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 93; Köksal, İslâm Tarihi, I-II, 489. 366 İbn Kesir, es-Sîre, II, 154; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 135; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 62; Dımeşkî Muhammed b. Salih, Peygamber Külliyatı, çev. Hüseyin Kaya, Ocak Yayınları, İstanbul 2006, II, 428; Muhammed Ebû Zehra (ö.1974), Son Peygamber Hz.Muhammed, çev. Mehmet Keskin, Kitabevi yayınları İstanbul 1997, II, 237. 367 Bedir’e kadar Mekke’de liderlik görevi yapan Ebu Cehil’in bu savaşta öldürülmesinden sonra Ebu Süfyan’ın liderliğe getirildiğini düşünürsek bu kişinin Ebu Cehil olma ihtimali yüksektir. Çünkü Mut’im’e karşı konuşmasından da anlaşılacağı üzere kavmi adına lider edasıyla sözcülük etmektedir. 368 Taberî, Târîh, II, 348; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, III, 15; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 93. Kanaatimize göre bu ifadeler Mut’im’in kabile içindeki saygınlığını ortaya koymasının yanında Kureyş’in mevcut tablodan çekindiğinin ve cüret edemediğinin göstergesidir. 369 İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 212; İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd, III, 33. 370 İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 212; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, III, 16; İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd; III, 33. 371 İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 212; İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd; III, 33; Halebî, İnsânü’l-Uyun, II, 62. 372 İbn Kesir, es-Sîre, II, 154; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 135. 373 İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 212; İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd; III, 33-34. 365 77 Resûlullah yıllar sonra bile Mut’im b. Adiyy’in bu iyiliğini unutmamış, Bedir’de esirlerin serbest bırakılması sağlamak için Medine’ye gönderilen heyette yer alan Mut’im b. Adiyy’in oğlu Cübeyr’e: “Mut’im b. Adiyy sağ olsaydı, şu kokuşmuşlar için bana söyleseydi, onları onun hatırı için bağışlar, serbest bırakırdım” 374 diyerek onun müşrik olmasına rağmen gönlündeki farklı yerini ifade etmiş, ona vefa borcu olduğunu bu şekilde dile getirmiştir. Hassan b. Sabit de Mut’im öldükten sonra onun için şöyle bir mersiye yazmıştır: “Şâyet şeref insanlardan birini ebedileştirecek olsaydı Onun şerefi bugün Mut’im’i ebedileştirirdi. Resûlullah’ı onlardan korudun. Telbiye ile sesini yükseltip ihrama girenler telbiye ettiği müddetçe onlar senin kölen gibi oldular. Şâyet tek başına Mead kabilesine ve Kahtan’a veya Cürhüm’den geriye kalanlara ondan sorulsa elbette derler ki o, ahdine aldığı kimsenin ahd ve emanını ifa edendir. Zimmet ve ahdine, yardımına aldığı zaman zimmetini yerine getirendir. Aydınlatan güneş onların üstüne daha güçlü ve daha büyük olarak onun gibisi üzerine doğmadı. Razı olmadığı zaman imtina eder, yumuşak huyludur. 374 Ahmed b. Hanbel, 4/80; Ebu Davud, 2/56; Beyhakî, Sünen, 9/67; Buhâri, Sahih, 5/20; İbn Seyyidinnas, Uyûnü’l-Eser, I, 135-136; İbn Kesir, es-Sîre, II, 154; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 136. 78 Gece karanlığa büründüğünde bile emanına aldığı kimseyi en iyi uyutup rahat ettirendir.” 375 Taberi ve İbnü’l-Esir’in tarihlerinde rastladığımız bir rivayete göre Resûlullah Kâbe’ye girdiğinde müşrikler de oradaydı. Ebu Cehil peygamberimizi görünce dedi ki “Ey Abdülmenaf oğulları işte peygamberiniz!” diyerek alay etti. Utbe de “Bizden niye bir peygamber ve hükümdar olmasın ki? ” diyerek ona katıldı. Resûlullah da onlara cevaben şöyle söyledi: “Ey Utbe! Vallahi sen Allah için resulünü himaye etmedin, yalnızca gururun için himaye ettin. Sana gelince Ebu Cehil, Allah’a yemin ederim ki fazla bir zaman geçmeden sen çok az gülecek, çokça ağlayacaksın ve siz ey Kureyşliler! Sizin de inkâr ettiğiniz bu dine gireceğiniz vakit uzak değildir.” 376 Olanları yorumlayacak olursak Hz. Muhammed’in izlediği metot sayesinde durumda büyük bir değişiklik meydana gelmiştir. Çünkü Mekke'ye yenik ve kaçak olarak değil, Kureyş'in liderlerinden birinin silahlı koruması altında, hem de Kureyşlilerin gözü önünde ve duyacakları şekilde şehre girmiştir. Bu, son derece ince bir metottur. Resûlullah’ın Nevfeloğullarının lideri Mut'im b. Adiyy'i tercih edişini ve Huzâa kabilesinden bir adamı ona göndermek için seçişi de dikkate değerdir. Bu iki tercihte müthiş bir siyasal deneyim söz konusudur. Derin tarihsel ve diplomatik bir bilinç görülmektedir. Çünkü Nevfel, Mut'im b. Adiy'in başkanlık ettiği Nevfeloğulları kabilesinin büyük atasıdır. Rivayetlere göre Nevfel, Resûlullah’ın dedesi Abdulmuttalib'in hasmıydı. Abdulmuttalib'e ait bazı avlulara ve meydanlara el koymuştu. Abdulmuttalib bu olay karşısında zor durumda kaldı, akrabalarını yardıma çağırdı, ama içlerinde ileri gelenlerden hiç kimse onun yardımına koşmadı. Bunun üzerine Hazrec kabilesinin Neccaroğulları kolundan dayılarına bir kaside yazarak onlardan yardım istedi. Abdulmuttalib'in dayıları bu kasideyi dinledikten sonra, kalabalık bir grup halinde yardımına geldiler. Kâbe’nin avlusunda develerinden inip siperlere girerek kalkanlarını kuşandılar. Nevfeloğulları, onların tavırlarından korkup 375 Hassan b. Sabit el-Ensarî el-Hazrecî (ö.50/670), Divânu Hassan b. Sâbit, Dar Sader, Beyrut, t.y., s.239; İbn Hişam, es-Sîre, II, 19-20; İbn Kesir, es-Sîre, II, 154; İbn Kesir, el-Bidâye, III, 136. 376 Taberi, Târih, II, 348; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 93. 79 Abdulmuttalib'in mülkünü ona iade etmek zorunda kaldılar. Hazrecliler Abdulmuttalib'e yardım edince, artık iyice güçlenmiş ve caydırıcı bir konuma gelmiş olan Huzaalılar (Addülmuttalib’i kastederek) dediler ki: "Vallahi, biz bu vâdide şu adamdan daha güzel yüzlü, daha ahlâklı ve daha ağır başlı bir kimse görmedik. And olsun, bu ne kadar onların (Hazreclilerin) çocuğuysa, bizim de o kadar çocuğumuzdur.” Çünkü Hz. Muhammed’in beşinci göbekten dedesi olan Kusay, Huzaa kabilesinin lideri Huleyl b. Hubşiyye’nin kızı Hubba ile evlenmişti. Eğer Abdülmuttalib’e yardım eder ve onunla ittifak kurarlarsa, hem onların hem de kendilerinin yararına olacağını düşündüler ve Abdülmuttalib’e “Neccaroğullarından bir toplulukla akrabalığın olduğu gibi, bizim de akrabamızsın. Biz bundan sonra Kâbe’ye komşuluk etmek istiyoruz. Zaman, bizden bazılarının Kureyş'e karşı beslediği kini öldürmüştür. Gel, seninle bir ittifak kuralım" dediler ve Abdülmuttalib’in de kabul etmesiyle aralarında ittifak yaptılar. Nevfeloğulları ve Abduşşemsoğulları hariç bu ittifaka girmeyen kimse kalmadı. 377 Aslında tarihe baktığımızda Kureyş ile Huzaa arasında süregelen bir mücadele görüyoruz. Şöyle ki, etrafa dağılmış halde yaşayan Kureyş kabilesini bir araya toplamayı başaran Kusay b. Kilab, Mekke’de Huzaa kabilesinin egemenliğine son vermişti. Bundan dolayıdır ki Huzaa kabilesinin Kureyş’e karşı geçmişe dayanan kini vardı. Abdulmuttalib ile Kureyş'in arası bozulunca Huzaalılar Abdulmuttalib'le ittifak kurdular, onu desteklediler. Bu tavrın arka planındaki amaç, Kureyş'ten intikam almak ve onu zayıflatmaktı. Kuşkusuz, Huzaa heyetinin söylediği, geçen zamanın, bazı Huzaalıların içindeki Kureyş'e yönelik kini öldürdüğü doğru değildi. Bilakis, kinin hâlâ canlı olduğu gerçekti. Çekişme hâlâ sürüyordu. Bunun en somut kanıtı, Nevfeloğullarının ve Abduşşemsoğullarının bu ittifaka dâhil olmamaları ve hazır bulunmamalarıdır. Çünkü bu, kendi aleyhlerine bir ittifaktı. Dolayısıyla Resûlullah Huzaa kabilesine mensup bir adamı Nevfeloğulları kabilesinin başkanına göndermişse, bunda az önce zikrettiğimiz tarihsel olaylara yönelik açık bir işaret vardır. Bunun yanında, Abdulmuttalib ile Huzaa kabilesi arasında Nevfel ve Abduşşemsoğullarına karşı gerçekleştirilen ittifaka da göndermede bulunulmaktadır. Bundan da anlaşılmalıdır ki, Hz. Muhammed Mekke'de köşesine çekilmiş, yalnız bir 377 İbn Habib, Kitâbu’l-Münemmak, s.86-88; el-Belâzurî, Ensâb, I, 71; Hamid, Mekke Döneminde Siyasi Düşünce Metodolojisi, s.191-192. 80 konumda değildi. O, dedesi Abdulmuttalib’in yaptığını yapıyordu. Çünkü Hz. Muhammed, gerçekte Nevfeloğullarının başkanı Mut'im b. Nevfel’e sempati duyduğundan dolayı himayesine girmek istiyor değildi. Belki daha çok onun için bir tehdit ve korku unsuruydu. Mut'im b. Adiy’in Peygamberimizi himaye etmesi de salt bir erdem ve soyluluk gösterisi değildi. Bilakis çıkarlarını korumak ve konumunu muhafaza etmek daha baskın geliyordu. Hz. Muhammed'in Nevfeloğullarının himayesi altında kente girdiğini ve onların da kılıçlarıyla onu koruduklarını gördükleri halde Kureyşlilerin seslerini çıkarmamaları, Nevfel kabilesinin silahlarından korktukları için değil, bilakis, Huzaa'nın silahlarından ve Hazrec'in mızraklarından korkmuş olmalarındandı. Yani burada bazılarının yaptığı gibi meseleye yüzeysel bakıp, Resûlullah’ın bir müşrikin himayesiyle Mekke’ye girmesini hayretle karşılamak, vâkıanın sosyal-siyasi boyutunu görmemek ve Resûlullah’ın hedefini anlayamamak olur. 378 Vâkıdî’den gelen bir rivayete göre Hz. Muhammed Tâif’ten Zilkade’nin yirmisinde Salı günü dönmüştür. 379 Buradan Resûlullah’ın Nahle’de kaldığı zamanda Zilkade ayı çoktan girmiş olduğu anlaşılır. Şu halde Resûlullah’ın Tâif’e gidişinde kendisine göre bazı tedbirler aldığı anlaşılmaktadır: a) Hz. Muhammed, öncelikle harbin, yağmanın ve adam öldürmenin yasak olduğu haram ayların başlamasından üç gün önce yani 27 Şevval’de Mekke’den ayrılmıştı. Böylece can ve mal güvenliği açısından kendisini garantiye alıyordu. b) Tâif’te kaldığı günlerde ve oradan ayrıldığı zamanlarda Zilkade ayı içerisindeydi. Bu noktadan da kendisine düşmanlık edilse bile, adam öldürmenin yasak olduğu bir zamanda Tâif’e gitmiş ve oradan dönmüştü. c) Haram aylar içinde olmasına rağmen Tâiflilerin Hz. Peygambere yaptıkları eziyetler düşünülürse, onların İslâm karşıtlığında ne kadar şiddetli, acımasız ve kararlı oldukları anlaşılır. d) Resûlullah Zilkade’de Tâif’ten döndüğüne göre Mekke ve Nahle arasında kurulan Ukaz’a akan kimseler ve Hicaz’lılar içinde yolculuğunu sürdürmüştür. Hz. 378 379 Hamid, Mekke Döneminde Siyasi Düşünce Metodolojisi, s.191-193. Ebu Nuaym, Delâil, II, 364. 81 Peygamber’in Zilkade’nin yirmisine kadar devam eden Ukaz panayırına uğraması da ihtimal dâhilindedir. e) Resûlullah haram ay içinde insan öldürmenin yasak kabul edildiği bir zaman diliminde bile ancak silahlı himayecilerle Mekke’ye girebilmiştir. Onun haram ay içinde bile bir mücirin himayesinde Mekke’ye girmesi, ne derece bela, musibet ve şiddetle karşı karşıya olduğunu göstermektedir. 380 Bu şekilde Mekke’ye dönen Hz. Muhammed Mekke’deki son üç yılını hac için oraya gelen kabilelere İslâm’ı tebliğ etmekle geçirmiştir. Başarısız geçen Tâif yolculuğu sonucunda Tâif hicret mekânı olamamış ve bu şeref üç yıl sonra Yesrib’e nasip olmuştur. 380 Sarıcık, Hz. Muhammed'in Çağrısı, s.232. 82 SONUÇ Bu araştırmada nübüvvetin onuncu yılında Hz. Muhammed’in tebliğ ve yeni yurt arama gayesiyle Mekke’nin 120 km. güneydoğusunda bulunan Tâif şehrine gidişini ele aldık. Öncelikle Hz. Muhammed’in Tâif’e gitmesini gerektiren tarihi şartları ortaya koymaya çalıştık. Hz. Muhammed’in davetini inkâr konusunda ısrar eden, bununla da kalmayıp, Müslümanlara yaptıkları baskı ve işkencelerle azgınlıklarını net olarak ortaya koyan Mekkeliler bunun ardından da Müslümanları ve Haşimoğullarını üç yıl süreyle boykot altında tutmuşlardı. Sosyal ve ekonomik olarak baskı altında kaldıkları bu üç yıl Müslümanlar için katlanılması en zor zamanlar olmuştur. Boykot sonunda Hz. Hatice ve Ebu Talib’in vefat etmeleri ile Hz. Muhammed müşriklere karşı himâyesiz ve desteksiz bir durumda kalmıştı. Müşriklerin yaptığı bu son insafsız uygulama ile Mekke’de dâvetin kilitlenme noktasında olduğunu gören Hz. Muhammed kendisine bir çıkış olarak, alternatif bir mekân arayışına girdi. Bunun için en uygun yerin Tâif şehri olduğuna kanaat getirmiş olması dikkat çekicidir. Resûlullah’ın tebliğ için Tâif’i uygun görmesi o günkü tarihi şartlar da Tâif ’in Kureyş’in karşısına çıkabilecek tek şehir olmasıydı. Hz. Muhammed, Tâif ’ten umduğu desteği görürse, bu durum İslâm’ın geleceği için büyük bir başarı olacaktı. Bu ümitlerle azatlı kölesi Zeyd ile birlikte nübüvvetin onuncu yılı Şevval ayının sonlarına doğru gizlice Mekke’den ayrıldı. Tâif’e vardığında şehrin eşrafından olan ve aynı zamanda akrabası durumundaki kişilerle görüştü. Tâif’te kalış müddetinin on günden bir aya kadar farklı zaman dilimini içine alan rivayetlerin gelmesi de göstermektedir ki Resûlullah yılmadan Sakiflileri İslâm’a davet etmişti. Fakat Sakifliler İslâm’ı kabul etmemekle kalmayıp Hz. Muhammed’i sokak serserilerine taşlatarak aslında kendi korkaklıklarını ortaya koymuşlardı. Zira ekonomik olarak refah içinde olmaları ve zenginlikleri Sakiflileri şımartmıştı. Bu kendini beğenmişliklerinin yanında Kureyş kabilesine karşı da bir korkaklık göstermekteydiler. Bu durumda İslâm’ı kabul ederek Kureyş’i ve diğer Arapları karşılarına alma cesareti gösterememişlerdi. Hz. Muhammed, Tâiflilerden gördüğü bu tutum karşısında Utbe ve Şeybe kardeşlerin 83 bağına sığınmak zorunda kalmış ve orada Resûlullah ile konuşma imkânı bulan Hıristiyan köle Addas ona iman etmiş ve Müslüman olmuştu. Hz. Muhammed Tâif’ten umduğunu bulamayarak Mekke’ye yönelmişti. Araştırmamızda Tâif dönüşünde gerçekleştiğine dair genel kabul bulunan cinlerin Kur’an dinlemesi olayının tarihsel olarak bu sırada gerçekleşmediği delilleriyle ortaya konmuştur. Mekke’ye rahat bir şekilde giremeyeceğinin farkında olan Hz. Muhammed Hira’da bir müddet kalmış ve kendisine bir çözüm yolu aramıştır. Mekke’ye kimin himayesinde gireceği konusunu da düşünen Hz. Muhammed birkaç kişiden himaye talebinde bulunmuş, nihayet Mut’im bin Adiyy’in himayesinde Mekke’ye girebilmiştir. Mekke’ye dönen Hz. Muhammed buraya hac vesilesiyle gelen çeşitli kabileleri İslâm’a davet konusunda ziyaret etmiş ve bu Tâif dönüşünden kısa bir süre sonra, muhtemelen İslâm’a davet maksadıyla bulunduğu Nahle’de ashabıyla birlikte namaz kıldığı bir vakit cinlerin Kur’an dinlemesiyle teselli bulmuştur. Yüce Allah tarafından her ne kadar Mekke’li müşrikler ve Tâif’liler inkâr etse de, kendisini dinleyen ve ona iman eden bir takım varlıkların haberi verilerek teselli bulması sağlanmıştır. Genelde, bu süreçte Resûlullah’ın çektiği sıkıntılar, taşlanması vs. üzerine yoğunlaşmış bir nevi duygusal merkezli hazırlanmış olan çalışmalarda, Tâif’in siyasi, ekonomik gücü ve Resûlullah’ı Tâif’e yönelten sâikler göz ardı edilmektedir. Ayrıca dönüşte, müşrik olan Mut’im’in himayesiyle Mekke’ye girmesi, siyasi olarak incelenmemektedir. Biz bu çalışmamızda eksik kalan bu yönleri elimizden geldiğince tamamlamaya çalıştık. 84 BİBLİYOGRAFYA AHMED B. HANBEL (ö.241/855). Müsned, Çağrı Yay., İstanbul 1992, I-VI. ÂLÛSÎ, Ebu’l-Meâlî Cemâlüddin Mahmûd Şükrî b. Abdillah b. Mahmûd (ö.1924). Bulûğu’l-Ereb fî Ma’rifet-i Ahvâli’l-Arab, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1314, I-III. ATEŞ, Ali Osman. Kur’an ve Hadislere göre Cinler-Büyü, Beyan Yayınları, İstanbul 1995. ATEŞ, Süleyman. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 1990, I-XII. AYCAN, İrfan. “Sakif Kabilesi ve Tâif Şehrine İslâm Tarihi Açısından Bir Bakış”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1993, c.XXXIV, s.209-235. AYNÎ, Bedruddin Ebu Muhammed Mahmud b. Ahmed el-Hanefi (ö.855/ 1451). Umdetü’l-Kâri li Şerhi Sahihi’l-Buhâri, Dâru’l- İhyai’t-Türasil Arab, Beyrut t.y., I-XXV. AZİMLİ, Mehmet. Siyeri Farklı Okumak, (I- Mekke Yılları), Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2009. AZİMLİ, Mehmet. “Mekke Döneminde Boykot Yılları Üzerine Bazı Mülahazalar”, İSTEM (İslâm San’at, Tarih, Edebiyat ve Mûsıkîsi Dergisi), Yıl:4, Sayı:7, Konya 2006, s. 55-64. el-BEKRÎ, Abdullah b. Abdilaziz b. Muhammed b. Eyyub b. Amr (ö.487/1094). Mu’cem Mesta’cem min Esmâi’l- Bilâdî ve’l-Mevâdi’, thk. Mustafa es-Sakka, Alemu’l-Kütüb Beyrut 1983, I-II. 85 el-BEKRÎ, Ebû Ubeyd Abdullah b. Abdilaziz b. Muhammed b. Eyyub b. Amr (ö.487/1094). Câhiliye Arapları, çev. Levent Öztürk, İz Yayıncılık, İstanbul 1998. el-BELÂZURÎ, Ebu’l-Hasen Ahmed b. Yahya b. Câbir b. Davud el-Belâzurî (ö.279/892-93). Fütûhu’l-Buldân, çev. Mustafa Fayda, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002. el-BELÂZURÎ, Ebu’l-Hasen Ahmed b. Yahya b. Câbir b. Davud el-Belâzurî (ö.279/892-93). Ensâbü’l-Eşrâf, thk. Muhammed Hamidullah, Dâru’l-Meârif Bimısr, Kahire 1959, c.I. el-BEYHAKÎ, Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyin b. Ali (ö.458/1066). Delâilü’n-Nübüvve ve Ma’rifetü Ahvâli Sâhibi’ş-Şeria, thk. Abdülmu’tî Kal’acî, Dâru’l-Kütübü’lİlmiyye, Beyrut 1985, I-VII. BUHARİ, Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail (ö.256/870). Sahihu’l-Buhâri, Çağrı Yay., İstanbul 1992, c.I-VIII. ALİ, CEVAD (ö.1987). el-Mufassal fî Târihi’l-Arab Kable’l-İslâm, Câmiatü Bağdat, Bağdat 1993, I-X. ÇAĞATAY, Neşet (ö.2000). İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1982. …. “Tâif”, İslâm Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1993, c.XI. ÇELİK, Ali. İslâm’ın Kabul veya Reddettiği Halk İnançları, Beyan Yayınları, İstanbul 1995. DERVEZE, İzzet (ö.1984). et-Tefsîrü’l-Hadîs Nüzul Sırasına Göre Kur’an Tefsiri, çev., Ahmet Çelen-Mehmet Çelen, Ekin Yayınları, İstanbul 1997, I-VII. ed-DIMEŞKÎ, Muhammed b. Salih (ö.744/1343). Peygamber Külliyatı, çev. Hüseyin Kaya, Ocak Yayınları, İstanbul 2006, I-XII. DİYARBEKRÎ, Kadı Hüseyin b. Muhammed b. El-Hasen (ö.990/1582). Târîhu’lHamîs fî Ahvâli Enfesi Nefîs, Müessesetü Şaban, Beyrut t.y., I-II. 86 DUMAN, Zeki. Beyânu’l-Hak Kur’an-ı Kerim’in Nüzul Sırasına Göre Tefsiri, Fecr Yayınevi, Ankara 2006, I-III. DUMLU, Ömer. Konularına Göre Kur’an (Türkçe Meal), Tibyan Yayıncılık, İzmir 2003. EBU DAVUD, Süleyman b. Eş’as (275/888). Sünen, Çağrı Yay., İstanbul 1992, I-V. EBÛ ZEHRA, Muhammed (ö.1974). Son Peygamber Hz. Muhammed, çev. Mehmet Keskin, Kitabevi yayınları İstanbul 1997, I-IV. ESED, Muhammed (ö.1992). Kur’an Mesajı Meal-Tefsir, çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul 2002. FEHD, Tevfik. “Lât”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Ankara 2003, c. XXVII. GENÇ, Süleyman ve Rıza SAVAŞ. İslâm Tarihi Atlası, , İzmir İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İzmir 2002. GÜNALTAY, Şemseddin (ö.1961). İslâm Öncesi Araplar ve Dinleri, Sadeleştirenler: M. Mahfuz Söylemez, Mustafa Hizmetli, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 1997. el-HALEBÎ, Ebu’l-Ferec Nûruddin Ali b. Burhâniddîn İbrahim b. Ahmed el-Halebî (ö.1044/1635). İnsânü’l-Uyûn fî Sîreti’l-Emîni’l-Me’mûn, Matbaatü Mustafa, Mısır 1964, I-III. HAMİD, T. Abdülkadir. Mekke Döneminde Siyasi Düşünce Metodolojisi, çev. Vahdettin İnce, Ekin yayınları, İstanbul 2001. HAMİDULLAH, Muhammed (ö.2002). İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İrfan Yayımcılık ve Ticaret, İstanbul 2001, I-II. …. “Hz. Peygamberin İslâm Öncesi Seyahatleri” çev: Abdullah Aydınlı, Atatürk Üniversitesi İslâmi İlimler Fakültesi Dergisi, Ankara 1980, sayı:4, s. 327-342. 87 HASAN, İbrahim Hasan. Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi, çev. İsmail Yiğit, Sadrettin Gümüş, Kayıhan Yayınevi, İstanbul 1991, I-VI. HASSAN B. SÂBİT el-Ensarî el-Hazrecî (ö.50/670). Divânu Hassan b. Sâbit, Dar Sader, Beyrut t.y. HAZİN, Alâuddin Ali b. Muhammed b. İbrahim el-Hazin el-Bağdâdî (ö.741/1341). Lübâtü’t-Te’vil fî Meâni’t-Tenzîl, İstanbul 1317, I-IV. el-İSBAHANÎ, Ebü’l Ferec Ali b. El-Hüseyin b. Muhammed b. Ahmed el-Kureşi (ö.356/957). Kitâbu’l-Eğâni, Daru’l-Kütübü’l-Mısri, Mısır 1970, I-XXIV. el-İSFAHANÎ, Ebû Nuaym Ahmed b. Abdillah b. İshak (ö.430/ 1038). Delâilü’nNübüvve, thk. Muhammed Ravvas Kal’acî, Dâru’n-Nefâis, Beyrut 1991, I-II. …. Ma’rifetü’s-Sahâbe, thk. Muhammed Hasan Muhammed, Dâru’l-Kütübü’lİlmiyye, Beyrut 2002, I-V. el-İSFAHANÎ, Ebü’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed b. El-Mufaddal er-Râgıb (ö.V/XI. yüzyılın ilk çeyreği). el-Müfredât fî Ğarîb’il-Kur’an, Kahraman Yayınları, İstanbul 1986. IZUTSU, Toshihiko (1993). Kur’an’da Allah ve İnsan, çev. Süleyman Ateş, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1975. İBN CÜLCÜL, Ebû Dâvûd Süleyman b. Hassân b. Cülcül el-Endelüsî (ö.384/994(?)) ). Tabakâtü’l-Etıbba’ ve’l-Hukema’, thk. Fuad Seyyid, Müessesetürrisale, Beyrut 1985. İBN HABÎB, Ebû Ca’fer Muhammed b. Habîb ibn Ümeyye b. Amr el-Hâşimî (ö.245/ 859). el-Muhabber li’l-alâmeti’l-ahbâri’n-nesâbeh, thk. Eliza Lichten Stadter, Dâru’l-Mifâku’l-Cedîde, Beyrut t.y. …. Kitâbu’l-Münemmak, thk. Hurşid Ahmed, Alemü’l-Kütüb, Beyrut 1985. 88 İBN HACER, Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed el-Askalânî (ö.852/1449). el-İsâbe fî Temyizi’s-Sahâbe, nar. Ali Muhammed el-Bicâvî, Dâru Nehdati Mısır, Kahire 1971, I-VIII. …. Fethu’l-Bâri bi Şerhi’l-Sahihi’l-Buhâri, Thk. Abdülaziz b. Abdullah, Daru’lFikr, Beyrut 1991, I-XI. İBN HALDUN, Ebû Zeyd Veliyyüddîn Abdurrahman b. Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Hasen el-Hadramî el-Mağribî et-Tûnisî (ö.808/1406). Kitâbü’lİber ve Divânü’l-Mübtede’ ve’l-Haber fî Eyyâmi’l-Arab ve’l-Acem ve’l-Berber ve men âsarahüm min zevi’s-sultâni’l-ekber, Müessesetü’l Âlemi li’l-Matbûât, Beyrut 1971, I-VII. İBN HİŞAM, Ebû Muhammed Cemalüddin Abdülmelik b. Hişam b. Eyyûb elHimyerî el-Meafirî el-Basri el-Mısrî (ö.218/833). es-Siretü’n-Nebeviyye, thk. Mustafa es-Sakka, Dâru’l İhyai’t-Türasil Arab, Beyrut 1936, I-IV. İBN İSHAK, Ebû Abdillah Muhammed b. İshak b. Yesâr b. Hıyâr el-Muttalibî elKureşî el-Medenî (ö.151/768). Sîretü İbn İshak, thk. Muhammed Hamidullah, Hayra Hizmet Vakfı, Konya 1981. İBN KAYYIM EL-CEVZİYYE, Ebû Abdillah Şemsüddin Muhammed b. Ebî Bekr b. Eyyûb ez-Züraî ed-Dımeşkî el-Hanbelî (ö.751/1350). Zâdü’l-Mead fî Hedyi Hayri’l-İbâd, thk. Şuayb el-Arnaûd, Müessesetürrisale, Betrut 1988, I-V. İBN KESİR, Ebu’l-Fidâ’ İmâdüddî n İsmail b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr b. Dav’ b. Kesîr el-Kaysî el-Kureşî el-Busrâvî ed-Dımaşkî eş-Şafiî (ö.774/1373). el-Bidâye ve’n-Nihâye, thk. Ahmed Ebû Mülhim, Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut t.y., I-XIV. …. Tefsîru’l-Kur’an’il-Azim, thk. Dr. Muhammed İbrahim el-Bina, Dâru Kahraman, İstanbul 1984, I-VIII. …. es-Siretü’n-Nebeviyye, thk. Mustafa Abdülvahid, Dârül’l-Meârif, Beyrut 1976, I-IV. 89 İBN KUTEYBE, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed-Dineverî (ö.276/889). el-Meârif, thk. Servet Ukkâşe, Dâru’l-Meârif, Kahire t.y. İBN MANZÛR, Ebû’l-Fazl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem el-Ensarî (ö.711/1311). Lisânü’l-Arab, Dâru’l Mısrıyyetü’t Te’lif ve Tercüme, Kahire t.y., IXX. İBN SA’D, Ebû Abdillah Muhammed b. Sa’d b. Menî’ el-Kâtib el-Haşimî el-Basrî el-Bağdadî (ö.230/845). et-Tabakâtü’l-Kübra, Dâru Sadır, Beyrut 1957, I-VIII. İBN SEYYİDİNNÂS, Ebu’l-Feth Fethuddîn Muhammed b. Muhammed b. Muhammed el-Ya’merî (ö.734/1334). Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Meğâzî ve’s-Siyer, Dâru’l-Meârif, Beyrut t.y., I-II. İBNÜ’L-CEVZÎ, Ebu’l-Ferec Cemâlüddin Abdurrahmân b. Ali b. Muhammed elBağdadi (ö.597/1201). el-Muntazam fî Târihi’l-Mülûk ve’l-Ümem, thk. Muhammed Abdülkâdir Atâ, Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut 1992, I-XVIII. İBNÜ’l-ESİR, Ebü’l-Hasen İzzüddîn Ali b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybâni el-Cezerî (ö.630/1233). el-Kâmil fi’t-Tarih, Dâr Beyrut Dâr Sader, Beyrut 1965, IXII. …. Üsdü’l-Ğâbe fî Ma’rifeti’s-Sahâbe, el-Mektebetü’l-İslâmiyye, Riyad t.y., I-V. İBNÜ’L-KELBÎ, Ebû Münzir Hişam b. Muhammed b. es-Sâib (ö.204/819). Putlar Kitabı, çev. Beyza (Düşüngen) Bilgin, Pınar Yayınları, İstanbul 2003 İNAN, Abdülkadir. Eski Türk Dini Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1976. KAPAR, Mehmet Ali. “Hevâzin”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1998, c.XVII. KAPAR, Mehmet Ali. “Kuss b. Sâide”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Ankara 2002, c.XXVI. KARAMAN, Hayreddin vd. . Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, DİB Yayınları, Ankara 2007, c.V. 90 KAZANCI, Ahmet Lütfi. “Ebu Riğal”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1994, c.X. KILAVUZ, Ahmet Saim. “Cin”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1993, c.VIII. KOÇYİĞİT, Talât. Hadis Usulü, İlmi Yayınlar, Ankara t.y. KÖKSAL, Asım (ö.1998). İslâm Tarihi (Hz. Muhammed ve İslâmiyet) Işık Yayınları, İzmir 2008, I-VIII. KÖŞE, Abdullah. “Haris b. Kelede”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1997, c.XVI. KURTUBÎ, Muhammed b. Ahmed Ebû Abdillah Muhammed b Ahmed b. Ebi Bekr b. Ferh (ö.671/1273). el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Dâru’l-Kütübü’l-Mısrıyye, Kahire 1950, I-XX. KUTUB, Seyyid (ö.1966). Fî Zılâli’l-Kur’an, çev. Yakup Çiçek vd. , Emir Yayınevi, İstanbul 1994, I-XII. KUZGUN, Şaban (ö.2000). İslâm Kaynaklarına Göre Hz. İbrahim ve Haniflik, Se-Da Yayınları, Ankara 1985. KÜÇÜKAŞÇI, Mustafa Sabri. “Sakif”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 2009, c.XXXVI. LAMMENS, J. . “Tâif ” İslâm Ansiklopedisi, İslâm Alemi Tarih, Coğrafya, Etnografya ve Biyografya Lügati, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1993, c.XI. M. J. DE GOEJE. “Arabistan”, İslâm Ansiklopedisi İslâm Alemi Tarih, Coğrafya, Etnografya ve Biyografya Lügati, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1993, c.I. MEVDUDİ (ö.1979). Tefhîmu’l-Kur’an, çev. Muhammed Han Kayani vd. , İnsan Yayınları, İstanbul 1991, I-VII. MEVDUDİ. Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, çev. Ahmed Asrar, Pınar yayınları, İstanbul 1992, I-III. 91 MÛNİS, Hüseyin. Atlasu Tarihi’l-İslâm, ez-Zehra li’l-İ’lâmi’l-Arabî, Kahire 1987. MÜSLİM, Ebu’l-Hüseyin Müslim b. el-Haccac (ö.261/875). el-Câmîu’s-Sahih, Çağrı Yay., İstanbul 1992, c.I-III. ÖNKAL, Ahmet. “Ahnes b. Şerik”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1989, c.II. ÖZAYDIN, Abdülkerim. “Arap”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1991, c.III. ÖZSOY, Ömer ve İlhami Güler. Konularına Göre Kur’an (Sistematik Kur’an Fihristi), Fecr Yayınları, Ankara 2005. ÖZTÜRK, Necati. Fotoğraflarla Kutsal Topraklar, Hicaz Albümü, DİB Yay., Ankara 2009. er-RÂZÎ, Ebu Abdillah (Ebu’l-Fazl) Fahruddin Muhammed b. Ömer b. Hüseyin erRâzî et-Taberistânî (606/1210). Tefsîr-i Kebîr Mefâtihu’l-Gayb, Şirket-i Sahhafıye-i Osmaniye, İstanbul 1308, I-VIII. SAKR, Nâdiye Hüsnî. et-Tâif fi’l-Asri’l-Câhiliyyeti ve Sadri’l-İslâm, Dâru’şŞuruk, Cidde 1981. SARICIK, Murat. Hz. Muhammed'in Çağrısı Mekke Dönemi, Nesil Yayınları, İstanbul 2006. SARIÇAM, İbrahim. Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, TDV Yayınları, Ankara 2000. SCHLEIFER, J. . “Hevazin”, İslâm Ansiklopedisi, İslâm Alemi Tarih, Coğrafya, Etnografya ve Biyografya Lügati, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1993, c.V/I. SÖNMEZ, Mehmet Ali. “Gaylân b.Seleme”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1996, c.XIII. es-SÜHEYLÎ, Abdurrahman (ö.581/1185). er-Ravdü’l-Ünüf fî Şerhi’s-Sireti’nNebeviyyeti li İbni Hişam, thk. Abdurrahman El-Vekîl, Dâru’l-Kütübü’l-Hadis, Kahire 1969, I-VII. 92 ŞAHİN, M. Süreyya. “Cin”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1993, c.VIII. TABERÎ, Ebû Cafer Muhammed b. Cerir (ö.310/922). Câmiu’l-Beyan fî Te’vîli’lKur’an, thk. Hani el-Hac, İvad Zeki Barudî, Hayri Said, Mektebetü’t-Tevfîkıyye, Kahire 2004, I-XXX. …. Târihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, Dâru Süveydân, Beyrut t.y., I-XI. TİRMİZİ, Ebu İsa Muhammed (ö.279/892). Sünen, Çağrı Yay., İstanbul 1992, c.I-V. VÂKIDÎ, Muhammed b. Ömer b. Vâkıdî (ö.207/822). Kitâbü’l-Meğâzî, thk. Dr. Marsden Jones, Alemü’l-Kütüb, Beyrut t.y., ( London 1966’dan ofset), I-III. VATANDAŞ, Celaleddin. Hz. Muhammed’in Hayatı ve İslâm Daveti, Pınar Yay. İstanbul 2004, I-II. WATT, Montgomery. Hz. Muhammed Mekke’de, çev. M. Rami Ayas, Azmi Yüksel, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1986. YÂKUT el-Hamevî, Ebu Abdullah b. Abdullah (626/1229). Mu’cemu’l-Buldân, Menşuratü Mektebeti’l-Esedi, Tahran 1965, I-V. YAZIR, Elmalılı M. Hamdi (1942). Hak Dini Kur’an Dili, sadeleştiren: İsmail Karaçam vd, Azim Dağıtım, İstanbul t.y., I-X. YILMAZ, Hakkı. Nüzul Sırasına Göre Tebyinü’l-Kur’an İşte Kur’an, İşaret Yay., İstanbul 2008, I-VIII. ZEBÎDÎ, Zeynü’d-din Ahmed b. Ahmed b. Abdi’l-Latif (ö.279/893). Sahih-i Buhâri Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, çev. Ahmed Naim-Kâmil Miras, DİB Yayınları, Başbakanlık Basımevi, Ankara 1981, I-XII. ez-ZEHEBÎ, Şemseddin Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman (784/1383). Târîhu’l-İslâm, thk. Dr. Ömer Abdüsselam Tedmürî, Dâru’l-Kitabi’l Arabî, Beyrut 1994, I-XXXVI. 93 EKLER 94 Süleyman Genç, Rıza Savaş, İslâm Tarihi Atlası, , İzmir İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İzmir 2002, Hüseyin Mûnis, Atlasu Tarihi’l-İslâm, ez-Zehra li’l-İ’lâmi’lArabî, Kahire 1987.s.58. 95 S.Genç, R.Savaş, İslâm Tarihi Atlası, s.14, Mûnis, Atlasu Tarihi’l-İslâm, s.59. 96 97 98 99 Mescid-i Addas, Necati Öztürk, Fotoğraflarla Kutsal Topraklar, Hicaz Albümü, DİB Yay., Ankara 2009, s. 92. 100 Mescid-i Cin, Öztürk, Hicaz Albümü, s.60. 101 Mescid-i Ku’, Öztürk, Hicaz Albümü, s.92. 102