t : 50 13-i >-İ94Û yeni bir kanun getiriyorlar. Bu, tamamen ayrı bir meseledir. Bunu da ayni şükran ve derin memnuniyet hissile telâkki etmekteyim. Bu, ifa­ de ediyor ki, bu kıymetli ilim adamı yalnız memleketin medeniyet sahasında yetiştirilmesi lâzım gelen unsurlarını yetiştirmekle kalmıyor, ayni zamanda yüksek medeniyet tezahürlerile uğraşıyor. Bunun neticesi olarak bu gün huzu­ runuza konservatuvar ve tiyatro kanunu gel­ miş bulunuyor. Bunun için bendeniz temiz his­ lerle kendisine teşekkür etmeği bir borç bilirim. Tiyatronun ve musikinin ehemmiyetini huzuru­ nuzda izaha lüzum görmüyorum. Hepiniz; şüp­ hesiz benim kadar, bunun lüzum ve ehemmiye­ tini biliyorsunuz. Easen musikide, bilhassa mütekâmil musi­ kide, bendenizin telâkkimce, yüksek bir mede­ niyetin tezahürlerinden biri olduğu için mem­ leketimizin buna tamamen bigâne olması müm­ kün değildir. Bilâkis her ilim ve medeniyet sahasında olduğu gibi Türk milleti de muhtelif zamanlarda, muhtelif devirlerde musiki denilen sanat şubesinde, medeniyetin bu şubesinde de en yüksek merhalelere varmış bulunuyor. Bir halk musikisi bir de enderun ve divan musikisi diye bunu ikiye tefrik etmenin doğru olub ol­ madığını tedkik etmek ihtisasımın haricindedir. Yalnız muhnakkak olan, bu işle mütevaggil olanların, erbabının rivayetine nazaran, her iki şekilde de, her iki tezahürde de Türk mil­ letinin gayet büyük eserleri vardır ve bunu da tabiî telâkki etmek lâzımdır. Çünkü güzel san­ atların, yükesk sanatların bu şubesi de mütekâ­ mil bir medeniyetin yetiştirdiği cemaatlerde tezahür eder. Uzun medeniyetten bu güne kadar geldiği, daha sonra pek uzun süren bir medeniyetin mümessilliğini vilâdî olarak ruhunda esaslı un­ surları ile birlikte taşıyan Türk milletinde el­ bette güzel sanatların muhtelif şubelerine karşı büyük bir temayül bulunması gayet tebiî telâk­ ki edilmek lâzım gelir. Hakikaten de böyle ol­ muştur. Arzettiğim gibi yine bu işlerle mütevaggil zevatın ifadelerine inanmak lâzım gelirse, ge­ rek enderun muikisi dediğimiz divan edebiyatı musikisinde, gerek halk edebiyatı musikisinde bunlannda numunelerini Türk milleti vermiş bulunuyor. Tiyatro filhakika bizde daha yeni bir eser gibi gözüküyor. Fakat erbabının tedkikine bakılırsa tiyatronun belli belirsiz eserle­ rini yakın ve uzak tarihimizin muhtelif devir­ lerinde tamamen mütebellir şekilde görmek ka­ bil değildir. Aşağı yukarı 70 - 80 senelik bir mazisi bulunan tiyatro sanatımız ilk günlerden itibaren gayet büyük rağbet görmüştür. Son zamanlarda Romanın Avrupa edebiyatında ye­ ni teessüs ettiği zamandan beri Türk milletinin aktörleri, sanatkârları, romanla hemzaman ola- | ! i I I ; | i i Ö : 1 rak, bir tiyatro hayatına başlamışlardır. Meseîâ Türk teceddüd edebiyatında Şinasi ilk tiyatro eserini yazmıştır. Fakat bu tiyatro edebiyatının 70 - 80 senelik bir mazisi olmaması lâzımdır. Da­ ha derin daha yüksek mazilerde de tiyatro eser­ leri vardır. Bendeniz bunun sebebini, tiyatro sanatına Türklerin intisabile beraber vâsıl ol­ dukları yüksek merhaledeki kabiliyetlerini delil olarak göstermek istiyorum. Ayni zamanda Anadoluda folklor tedkikatı yapan zevatın kıymetli mahsullerine bakmak lâzımgelirse Anadolunun muhtelif mmtakalarında, Şarkî Anadoluda, Ce­ nubî Anadoluda, Orta Anadolu mmtakalarında bazı küçük kaza merkezlerinde, hatta köylerde muhtelif tiyatro eserlerinin primitif, ibtidaî de olsa vestijlerine, bakiyelerine tesadüf etmek mümkün oluyor. Esasen tiyatro sanatına, pek yabancı olmayan bu milletin, mazide müstakil büyük bir medeniyet kuran bu milletin tiyatro sahasında da, bundan sonra dahi büyük istidadlar göstereceğine şübhe etmemek lâzımgelir. Yalnız meşrutiyetten sonra daha büyük bir hız alan sahne tiyatrosu sanati bu günkü kadar adam akılıı bir disiplin alıtma alınmış değildi. Şimdiye kadar sanatkârlar hüdayi nabit, kendi­ liğinden yetişmekte idi. Muhterem arkadaşlar, kıymetli bir ilim ve memleket adamı olan Hasan Âlinin himmetile ilk defa sahne sanatkârı yetiş­ tirmek cihetine gidildi. Sahne sanatkârı deni­ lince, maatteessüf ekseriyet ve hatta en münev­ ver tabakalar arasında dahi « oyuncu » telâk­ kisi izhar ediliyordu. Bu telâkkiyi bu günden sonra değiştirmek lâzımgelir. Hasan Âli, ifade etmek istiyor ki, « oyuncu » denilen nesne yok­ tur. Tiyatro sanatkârı vardır. Tiyatro sanat­ kârı da her hangi bir şubei ilmin mühtesibi gi­ bi faziletli ve şayanı ihtiram bir adamdır. Ha­ kikaten bu telâkkiyi bize vermek lâzımdır. Ti­ yatro sevenlerin hepsi tiyatro sanatkârı olmak için çekilen istirabı pek âlâ takdir ederler. İşte bu istirabı en müessir şekilde ifade eden Hasan Âli Yücele bilhassa teşekkür etmek lâzımdır. Muhtelif halk tabakalarının tiyatroya olan hür­ met ve rağbeti umduğumuzdan fazla tecelli edi­ yor. Hakikaten bundan beş sene evvel Temsil akademisi de Musiki akademisi teşkil edildiği zaman, içlerinde bendeniz de olduğum halde, bir çok kimseler Tiyatro mektebine, bilhassa Temsil akademisine kız, kadın unsur bulmak hususunda müşkülât çekileceğini zannetmişti. Fakat muhterem arkadaşlar, şayanı şükrandır ki bu­ nun tamamen aksi çıkmıştır. Hem de o kadar aksi çışkmıştır ki memleketin muhtelif mmtakalarmdan, memur çocuklarından değil, memleketin halk tabakasından olan ailelerin kız ve erkek çocukları mektebe müracaat etmişlerdir ve o kadar talib zuhur etmiştirki bunları sıkı bir imtihana dahi tâbi tutmak lâzımgelmiştir. îşte huzuru âlinize gelen kanun, bu işi daha zi- — 91 —