Yaşama Duyulan İhtiyaç Biz insanlar doğduğumuz andan itibaren doğamız gereği bize hediye olarak verilen bu hayata elimizdeki her şey ile tutunuruz. Bu yaşamın öneminin farkına vardığımızda ise hayatın elimizdeki en değerli şey olduğunu anlarız. İşte o zaman insanın içi bir hırs ile dolup taşar ve elinde bulunan her şey ile sahip olduğu bu hediyeyi korumaya çalışır. İşte uzay da hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz Dünyamızdan milyarlarca kilometre uzakta bulunan kızıl gezegen Mars’ta mahsur kalan Mark Watney bizim günlük hayatta karşılaştığımız zorluklara oranla çok daha kötü koşullarda, çok daha büyük zorluklarla karşılaşsa bile hayata tutunmaktan vazgeçmez. Elinde bulunan sınırlı sayıdaki erzak ile kendi becerilerini kullanarak en iyi şekilde yararlanır ve her seferinde kendisine verilen hediyeyi korumayı başarır. Hayat her ne kadar her insan için güzel başlasa bile bu güzelliğini sonuna kadar sürdürmez. Biz insanlar hayatımızın büyük çoğunluğunda engellere takılırız ve tökezleriz. Fakat bu engeller bizi yıldıracağı yerde hayata tutunmamıza yardım eder. Bu hatalardan dersler alarak önümüzdeki engellere daha hazırlıklı oluruz ve yaptığımız hatalar azalmaya başlar. Her seferinde hayata eskisine oranla daha istekli, daha hırslı bir şekilde tutunmaya, yaşamımız için daha çok çaba göstermeye başlarız. Bu dünyada bulunan ve aklı başında olan hiçbir insan yaşamakta olduğu hayatı yaptığı iki ya da üç hatadan dolayı çöpe atmaz. Her seferinde aslında hayatta olduğuna şükredip ne kadar şanslı olduğunun farkına varır. Ona verilmiş olan bu hediyeye sona kadar tutunur ve ondan son nefesini verdiğinde bile vazgeçmez. Hayat bizi çoğunlukla zorluklarla karşılaştırsa da bazen önümüze tüm geleceğimizi değiştirecek olan şanslar da çıkar. İşte Mark Watney’ de insanın hayatında sahip olabileceği nadir armağanlardan biri ile karşı karşıya gelir ve bir gurup insanla beraber Mars’a gitmeye hak kazanır. Ancak Mark’ın hayatı orada yaşadığı bir kaza sonucunda değişir ve Mars’ta tek başına yetersiz miktardaki erzak ile yaşamaya başlar. Fakat Mark doğası gereği yaşamından vazgeçip bir köşede açlıktan ölmeyi beklemek yerine bu kötü koşullarla savaşmaya ve hayata meydan okumaya başlar. Bulunduğu koşullar her geçen gün zorlaşmaya başlasa bile, kurduğu güvenli alan havaya uçsa bile, NASA ile iletişim kuramıyor olsa bile o elinden gelen her şeyi yapmaya devam eder ve mücadelesinde vazgeçmez. Önce sahip olduğu bilgiler yardımıyla bir ilki başarır ve Mars gezegeni üzerinde patates yetiştirmeye başlar, sonra NASA ile iletişim kurmanın bir yolunu bulur ve tüm tümsekleri birer birer aşmayı başarır. Bizler her ne kadar kızıl gezegenin dondurucu ikliminde hayatta olduğumuzdan kimsenin haberi olmadığı bir şekilde sınırlı erzak ile yalnız başımıza hayatta kalmaya çalışmıyor olsak bile günlük hayatta Mark gibi biz de bazı sıkıntılarla yüzleşiriz. Bu sıkıntılar çoğunlukla sonradan çocuklarımıza anlattığımız gülünüp geçilecek anılara dönüşen küçük şeyler olsa bile bazen hayatlarımızda yaşam ve ölüm arasındaki çizginin belli bile olmadığı anlarla karşılaşırız. İşte asıl önemli alan bu tarz seçimlerle karşılaştığımız zaman yılmadan ve asla pes etmeden hayata tutunmaktır. Her ne kadar beynimiz bizi daima kolay olanı seçmeye zorlasa bile biz bütün gayretimizi biz insanların yaşam olarak adlandırdığı hediyeyi korumak için harcamalıyız. Bunu gerçekleştirip beynimiz üzerinde kontrolü sağladığımız zaman gerçek yaşamın ne kadar değerli olduğunu tam anlamıyla anlamış oluruz. Bir anda etrafımızda olup biten her şey daha fazla anlam kazanır, sevdiğimiz insanlara daha çok önem vermeye başlarız. Hatta sevmediğimiz, zaman zaman tartıştığımız insanlarla bile bir hiç uğruna didiştiğimizin farkına varırız. Mehmet Emre BOZKURT