T.B.M.M. B : 94 Türk Hakanı ve onun şanlı ordusu Topkapı surlarından İstanbul'a girmiştir. Daha önce, kurtarma vaadiyle Haçlı ordularının da girdiği İstanbul, kendi din­ daşlarının yaptığı gibi talan edilmemiş ve İslam ordusu, çiçeklerle, buketlerle; fakat yine de endişeyle karşılanmıştı. İşgal ettiği yerlere medeniyet ve ada­ let götüren Türkler, İstanbul'u imar et­ mişlerdir. Bu fetih, ortaçağın kapanışını ve ye­ niçağın açılışını müjdelemiştir. Surlardan giren genç Fatih, beyaz atının üzerinde ilerlerken, hocası Akşemsettin'i geçmemek için atını dizginlediğinde, onu yetiştiren hocası da, "Devlet adamı önde gitmelidir" diye atını dizginleyerek bir ni­ zama örnek vermiş ve böylece Ayasofya Gamiinin önüne kadar gelinmiştir. Bugün, hurafeci bazı yazarların de­ diği gibi, Fatih Sultan Mehmet ve onun kumandanları Ayasofya'jva atlarıyla gir­ memişler, Ayasofya Meydanına geldiğin­ de, atından inmiş ve seccadesinde iki re­ kât şükür namazı kılmıştır. İstanbul hal­ kına, özellikle Hıristiyan tebaaya canları­ nın, mallarının ve ırzlarının emniyette ol­ duklarını, serbestçe bu ülkede yaşayabile­ ceklerini, ticaret yapabileceklerini, ister­ lerse Türk mahkemelerinde, isterlerse ken­ di kuracakları mahkemelerde yargılanabileceklerini tebliğ etmiştir. Kiliselere do­ kunmamış, her türlü ibadeti, isteyenin gönlünce yapmasını tebliğ etmiş ve daha İstanbul'un fethinden önce Batı Roma ile birleşmeyi amaçlayan azınlık bir Hıristi­ yan gruba karşı, büyük Hıristiyan toplu­ luğu "Roma'nın haçını başımızda gör­ mektense, Türklerin sarığını görmeyi ter­ cih ederiz" diyecek hale gelmişlerdir. Yal­ nız İstanbul'da değil, Trakya'da, bütün Balkanlar'da, Avrupa ortalarına kadar, bir taraftan Hint Denizine, bir taraftan Afri­ ka ortalarına ve Atlantik kıyılarına kadar bu ideali, din, dil, renk ve ırk farkı gözet- 30 . 5 . 1989 O :1 meksizin, milliyetlerine bakmadan bütün insanlara asırlarca uygulamışlardır. 1989 Mayısında, yeni bir fetih günün­ de, bugün dünyada neler görüyoruz : Müslüman Türkler, tek bağımsız Türk Devleti olan Türkiye'de hür ve medenî ya­ şarken, dünyadaki soydaşlarımız bulun­ dukları ülkelerde varlıklarını muhafaza et­ me mücadelesi vermektedirler. 400 yılı aş­ kın bir zaman Balkanlarda, özellikle Yu­ nanlılara ve Bulgarlara medeniyeti götü­ ren, adaleti uygulayan, varlıklarını âdeta muhafaza etmelerine yardımcı olan ve ta­ rihten silinmelerini önleyen Türkler, bu­ gün mükafat olarak neye maruz kalmak­ tadırlar? Yakın komşumuz Yunanistan'da­ ki ve özellikle Batı Trakya'daki Türklerin nelerle karşılaştıklarını hepimiz biliyoruz; fakat, Bulgaristan'daki 2 milyona yakın soydaşımızın maruz kaldıkları olaylar ise yürekler acısıdır. Geçen dönem, bu Mecliste, Bulgaris­ tan'daki Türkler ile ilgili bir konuşma yap­ mış ve 1876'lardan bu yana, oradaki soy­ daşlarımızın maruz kaldıkları olayların 100 yıllık bir özetini sunmuştum. 1876'dan 1924'e, 1924'ten 1954'e ve 1954'ten 1984'e ne nihayet, 1984'ten bu yana da Bulgaris­ tan'daki Müslüman Türklerin maruz kal­ dıkları olayları safha safha gözlerimizin önüne getirirsek, hepimizi çok düşündür­ mesi gerekir. Komünistleştirmekten, asimile etmekten, yok olmalarını temin et­ mekten, her türlü inanç ve ibadetlerine ve­ sile olacak mabetlerinin yok olmasına ka­ dar büyük bir vahşet örneği verilmekte­ dir. Ama, maalesef hadise yalnız ip84'lerde başlamamıştır. Daha 1876'da ve 1878 arasında Zara Müftüsü Hüseyin Raci Efendinin, Tarihçe-Î Vak'a-ı Zara isimli eserini okursanız, vahşetin 100 yıl önce başladığını anlarsınız. Özellikle, 1984'ten bu yana, Bulga­ ristan'da 400 sene dinlerine, dillerine, ta­ rihlerine, örf ve âdetlerine dokunmadığı-