PROTEİN SENTEZLİYORUM… Merhaba genç arkadaşım; Öncelikle kendimi tanıtayım. Ben senin vücudundaki milyarlarca hücreden sadece biriyim. Aslında beni minyatür bir kimya laboratuvarı olarak ta düşünebilirsin. Çünkü senin yaşamını kaliteli biçimde devam ettirebilmen, hatta şu an bu satırları okuyabilmen için sitoplazmamda binlerce çeşit kimyasal tepkimeyi hatasız olarak gerçekleştirmek zorundayım. Kimyasal reaksiyonların düzenli şekilde ve kontrol altında gerçekleşebilmesi için enzimlere ihtiyacım olduğunu duymuş olmalısın. Enzimlerin ister basit, ister bileşik yapıda olsun mutlaka protein bir kısım içermeleri gerektiğini de çok iyi bildiğini biliyorum. O zaman hayati öneme sahip biyokimyasal tepkimelerin gerçekleşebilmesi, enzimlerin ve dolayısıyla proteinlerin varlığına bağlı. Yani senin de anladığın gibi iş dönüp dolaşıp protein sentezine dayanıyor. Duydum ki biyoloji dersinde protein sentezi konusunu kavramakta zorlanıyormuşsun. Senin için karmaşık gelen bu olayı ben her saniye gerçekleştirdiğim için sana da yardımcı olmak istedim. Şimdi sana ‘’ hücredeki temel yönetici molekül nedir? ‘’ diye sorsam sanırım DNA cevabını vermekte çok zorlanmazsın. O halde hücrede DNA’nın denetimi dışında herhangi bir olayın olması söz konusu değil. Ben dâhil vücudunu oluşturan diğer hücre arkadaşlarım sahip olduğumuz genetik bilgiyi ( DNA ) , hayatına başladığın ilk dönemde senin tüm varlığını ifade eden tek hücrenin ( zigot ) mitozla çoğalması sırasında DNA’nın kendini eşleyerek yavru hücrelere geçmesi sayesinde kazandık. Bu süreçte DNA’nın iki ipliğinin ayrıldığını ve bu ipliklerin karşısına birer yeni iplik oluşturularak her yavru DNA’da bir ipliğin yeni diğer ipliğin eski olduğunu, bu eşlenme mekanizmasına da yarı korunumlu eşlenme dendiğini sanırım söylememe gerek yok. Ancak DNA, kendini eşleme yeteneğini her zaman kullanmıyor. Hatta diyebilirim ki her bir hücre bu yeteneğini hayatında sadece bir kez kullanıyor, o da bölünmeden hemen önce… Bu yeteneğini hiç kullanmayan olgun sinir ve kas hücreleri gibi arkadaşlarım da var. DNA’nın diğer bir görevi hücreyi yönetmek. Hücreyi yönetmekten kasıt ne olabilir peki? Biyokimyasal reaksiyonların belli bir düzende gerçekleşmesini sağlamak dediğini duyar gibiyim. Sana katılıyorum. Çünkü az önce canlılık faaliyetlerinin gerçekleşebilmesinin bu kritere bağlı olduğunu ben de ifade etmişim. Farkettim de ne güzel anlaşıyoruz değil mi? Ben de diğer arkadaşlarım gibi zigottan köken alan ve anne babanın sana genetik armağanı olan DNA molekülüne sahibim. Sahip olduğum DNA, seni baştan oluşturabilecek tüm genetik bilgiye sahip. Ancak ben metabolik faaliyetlerim için taşıdığım genetik bilginin tamamını kullanmıyorum. Her arkadaşımla ortak kullandığımız bilgiler olduğu gibi, her birimizin uzmanlık alanına göre kullandığı, diğerlerimizin ise ihtiyaç duymadığı bilgilere de sahibim. Sanırım aktif ve pasif gen bölgelerinden bahsettiğimi anladın. Mesela yanda gördüğün beta hücreleri var ya onlar pankreas dokusunun özel hücreleri. Uzmanlık alanları kan şekerinin belli bir düzeyde kalmasına yardımcı olan ve protein özellikli insülin hormonunu üretmek. Benim ise böyle bir vazifem yok. Yani β hücreleri insülin yapımı ile ilgili DNA bölgesini kullanmakta iken benim bu bölgeye ihtiyacım yok. Diyeceksin ki ikinizin de kullandığı bilgi yok mu? Tabii ki var. Örneğin her ikimizin de oksijenli solunumla enerji ürettiğini, solunumun ise çok farklı enzimlerin takım halinde çalışmasını gerektiren karmaşık bir olay olduğunu geçen seneden çok iyi biliyorsun. O halde DNA’da solunum enzimlerinin sentezi ile ilgili bölümü hepimiz ortak ders olarak okuyoruz. Konuyu biraz toparlamam gerekirse, bütün kimyasal reaksiyonların düzenli şekilde gerçekleşmesi enzimlere ( dolayısıyla proteinlere ) bağlı ve hücrenin yönetimini sağlayan esas molekül de DNA olduğuna göre protein sentezinde genetik bilginin DNA’dan proteine doğru aktığını artık ikimiz de çok net şekilde biliyor olmalıyız. İstersen bu okula ilk başladığın seneye gidelim. Hücre konusunu işlerken protein sentezini gerçekleştiren zarsız organelin ribozom olarak adlandırıldığını hatırlayalım. Ribozom, hücrede işlerin düzenli yürümesi için gerçekten vazgeçilmez bir kahraman. Belki ökaryot ve prokaryot özellikteki tüm hücrelerde bulunuyor olması bu yüzden. Peki, bu kahraman organeli biraz tanısak daha iyi olmaz mı? Ribozomlar hücrenin çok farklı yerlerinde karşımıza çıkabilir. Mesela sitoplazmada tek tek ya da gruplar şeklinde serbest halde bulunabileceği gibi, çekirdek zarı ya da endoplazmik retikulum zarları üzerinde de karşımıza çıkabilir. Sadece bunlarla da sınırlı değil mesela mitokondri ve kloroplastın bünyesinde de bu organellerin kendilerine has ribozomları var. Belki de bu organellerin ribozom taşımaları kendileri için gerekli bazı enzimleri sentezlemek istemelerindendir. Ne dersin? Ribozomun yapısını oluşturan iki temel molekül protein ve ribozomal RNA. Yani ribozoma nükleoprotein desek çok ta yanlış olmaz hani. Şimdi sanıyorum RNA’dan bahsetmenin zamanı geldi. Çünkü RNA, protein sentezinde çok önemli görevleri yerine getiren harika bir molekül. Hem de her tipiyle DNA’nın en büyük yardımcısı… İstersen artık yavaş yavaş asıl konumuza gelelim. Artık hücrede sentezlenecek proteinler için gerekli bilginin DNA’dan alınması gerektiğini ve bunun yanında da alınan bu bilginin ribozoma taşınması gerektiğini biliyoruz. Bu süreçte bize yardımcı olan molekülün adı mesajcı RNA. Zaten ismi de DNA’dan aldığı mesajı ribozomlara taşımasından geliyor. Mesajcı RNA, diğer tüm RNA tipleri gibi DNA üzerinden sentezleniyor ve DNA’daki çok büyük bilginin sadece küçük bir bölümünü içeriyor. Hatırlarsan bazı hücrelerin uzmanlık alanları ile gen bölgelerini okuduğunu ifade etmiştim. O zaman bu durumdan farklı hücrelerde sentezlenecek mesajcı RNA’ların da farklı olacağını çıkabiliriz sanırım. Mesela ben insülin sentezi için gereken bir mesajcı RNA’yı üretme ihtiyacı duymayan bir hücreyim. Dikkat ettiysen, DNA çift iplikli olmasına rağmen RNA tek iplikten ibaret. O zaman RNA sentezlenirken DNA’nın sadece bir ipliğindeki bilginin alındığını vurgulamanın tam da sırası. DNA üzerindeki bilgi ribozoma gitmek üzere öncelikli olarak mesajcı RNA üzerine yazılıyor. Bu olaya transkripsiyon ( yazılma ) referans olarak alınan DNA ipliğine ise anlamlı iplik adını veriyoruz. Peki, mesajcı RNA’nın yapmakla yükümlü olduğu vazife nedir tam olarak? Tabii ki ribozomların protein sentezi sırasında aminoasitleri hangi sıra ve sayıda dizmeleri gerektiğinin bilgisini taşımak. Mesajcı RNA’nın hücredeki ömrü yaklaşık 4 saat ve her bir gen için hücrede yaklaşık 240 adet m-RNA bulunuyor. 241. m-RNA sentezlendiğinde en eski olanı parçalanıyor. Genetik bilginin ilgili bölümü m-RNA tarafından ribozoma taşındığında, ribozomun normal koşullarda bir arada bulunmayan iki alt birimi birleşiyor ve aktif ribozomlar oluşuyor. Bizim alfabemizde 29 harf olduğu gibi, Mors alfabesinde iki sembol, DNA’nın alfabesinde ise 4 harf bulunuyor. Hücrenin yapması gereken en önemli işlerden birisi de bu dört harflik alfabe ile proteinlerin yapısına katılan 20 çeşit aminoasidi kodlayabilecek şifreler oluşturmak. Bunun için dört bazın üçerli gruplar halinde değişik sıralamalarda bir araya gelmesi gerekiyor. Üçlü nükleotid dizilerine DNA üzerinde iken ‘’KOD’’, m-RNA üzerinde kodlara karşılık gelenlerine ‘’KODON’’, taşıyıcı RNA’ların kodonlara uygun olarak ribozoma gelmelerine olanak sağlayan üçlü nükleotid dizilerine ise ‘’ANTİKODON’’ deniliyor. DNA'nın anlamlı ipliği KOD A T G C Mesajcı RNA Taşıyıcı RNA KODON U A C G ANTİKODON A U G C Şimdi ise, bahsetmemiz gereken başka bir molekül var. O da az önce ismi geçen taşıyıcı RNA. Adından da anlaşılacağı üzere RNA’nın bu tipi, kendine özgü aminoasitleri tutarak mesajcı RNA’daki sıralamaya uygun olarak ribozomlara getirmek. 64 çeşit kodon mevcut. Ancak bunlardan 3 tanesi stop kodonlarına ( UAA, UGA ve UAG ) denk geliyor ve protein sentezi sürecinde aminoasit taşınmasına sebep olmuyor. O halde aminoasit taşımakla görevli 61 çeşit taşıyıcı RNA’mız mevcut. Bazı aminoasitler için tek bir çeşit t-RNA görev yapabileceği gibi, bazı aminoasitler için bu sayı 2’den fazla da olabiliyor. Taşıyıcı RNA’lar aminoasitleri kendilerine enzimatik ve enerji harcanan bir tepkimeyle kendilerine ester bağı ile bağlıyorlar. Artık mesajcı RNA ribozoma bağlandığına, ilk taşıyıcı RNA uygun kodonuna bağlanıp aktif ribozomlar oluştuğuna ve taşıyıcı RNA’larda aminoasitleri bağlamış halde hazır vaziyette beklediğine göre protein sentezi başlayabilir. Bütün protein sentezi süreçlerinde ilk kodon ( başlama kodonu ) AUG olup, bu kodon metionin aminoasidini zincire dâhil etmektedir. Buradan tüm proteinlerin ilk aminoasidi metionindir diye bir sonuç çıkarabilirsin ama bu yanlış bir düşünce olur. Çünkü proteinler ribozomda sentezlendikten sonra da bir takım işlemlere tabii tutulurlar ve çoğunda metionin kesilerek çıkarılır. İlk taşıyıcı RNA’nın metionin aminoasidini getirmesinin ardından ribozomun diğer alt birimi de bu yapıya dahil olur ve mesajcı RNA üzerindeki diğer kodonlar okunmaya başlanır. İkinci bir taşıyıcı RNA, aminoasit getirdiğinde, ilk taşıyıcı RNA’nın sahip olduğu aminoasit ile ikincinin getirdiği aminoasit arasında peptid bağı kurulur ve bir molekül su açığa çıkar. O halde ribozom aktivitesinin hücrenin osmotik basıncını düşürdüğünü söyleyebiliriz sanırım. Mesajcı RNA’nın kaymasıyla artık üçüncü kodon okunacak, ve aminoasidini ikinci taşıyıcı RNA’nın aminoasidi ile birleştiren birinci taşıyıcı RNA ribozomu terk edecektir. Bu süreç sıralı olarak protein sentezinin sonuna kadar devam eder. Ta ki mesajcı RNA üzerinde üç tane dur kodonundan birisine sıra gelene kadar. Bu arada her mesajcı RNA’da bu dur kodonlarının üçü birden bulunur gibi bir yanılgıya düşmeni istemem. Bunlardan birisinin bulunması sentezi durması için yeterli. Anlatabildiğim kadarıyla sana bu konuda yardımcı olmaya çalıştım. Umuyorum ki katkı sağlayabilmişimdir. Çalışmalarının bundan sonrasında sana başarılar diliyorum. Kendine ve dolayısıyla bana iyi bak. Görüşmek üzere…