216 OCAK-ŞUBAT 2017 1965 2017 19 6 5 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ • OCAK-ŞUBAT 2017 SAYI: 216 İKV’DEN YENİ YAYIN Malta AB Konseyi Dönem Başkanlığı’nı Devraldı 2017’de Dünyayı Neler Bekliyor? Yakından Takip Edilmesi Gereken 10 Gelişme ABD’de Trump Dönemi: Liberal Dünyanın Liderliğinden Popülist Otoriterliğe Uluslararası Taşımacılık Sektörümüz Adalet Divanında Hakkını Arıyor 19 6 5 İKV KURUCU VE MÜTEVELLİ KURUMLARI İKV ’den ,den Y eni bir yıla başladığımız bugünlerde, dünyanın hızla ve şaşırtıcı bir biçimde değiştiğine tanıklık ediyoruz. 2017 başta ABD’de yeni seçilen Başkan Donald Trump ile kuşkusuz birçok değişime sahne olacak. Soğuk Savaşın bitimi ve SSCB’nin yıkılmasını takip eden günlerde, ABD’nin hâkimiyetinde, liberal değerlere dayalı yeni bir dünya düzeninin ortaya çıktığı tespiti yaygınlık kazanmıştı. O tarihten bu yana geçen yaklaşık 28 sene içinde dünyada büyük devinimler ve dönüşümler yaşandı: Körfez krizi, Yugoslavya’nın dağılması, 11 Eylül saldırıları, Afganistan ve Irak Savaşları, renkli devrimler, Kosova’nın bağımsızlığı, Rusya’nın Gürcistan ve Ukrayna’ya müdahalesi, küresel finansal kriz, Arap Baharı, Suriye’de iç savaş gibi… Tüm bu süreç zarfında, liberal düzenin büyük yara aldığını, teknolojinin gelişmesi ile sınırların ortadan kalktığı, küçülen dünyamızda, yeni ayrımların ortaya çıktığını, gelir eşitsizliğinin giderek büyüdüğünü ve barışı tehdit eder hale geldiğini, Rusya yakın çevresinde etki alanını genişletirken, Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerin küresel yönetişimde ön plana çıktığını ve bu süreçte tek kutuplu bir düzenden çok kutuplu bir düzene doğru geçmekte olduğumuzu gördük. Kuşkusuz ki, ABD’de “siyasi olarak doğru olma” kavramı ile kesinlikle örtüşmeyen, başkan olmak için gerekli niteliklere sahip olduğu şüpheli olan sıra dışı bir adayın ABD başkanı seçilmesi dünya düzeninde en kritik konuma sahip ülkenin gelecek politikaları açısından gergin bir bekleyişe yol açtı. 2017’nin bu ilk aylarında “Trump faktörü”nün nasıl işleyeceği ve ne gibi sonuçlara yol açacağı iyice ortaya çıkacak. Türkiye ve AB ilişkileri ve AB açısından bu yıl belirleyici olacak olan konular ise Brexit sürecindeki gelişmeler, AB’nin Brexit sonrası geleceği tartışmaları, AB’nin 3 kritik ülkesinde -Hollanda, Fransa ve Almanya- aşırı sağ partilerin gölgesinde geçecek kritik seçimler, Türkiye ve AB arasındaki mülteci uzlaşısı ve vize serbestliğinin İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 1 İKV ’den 2 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI geleceği ve Gümrük Birliği’nin güncellenmesi sürecinde başlaması beklenen resmi müzakereler... Türkiye’nin 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında toparlanması ve Kasım ayında AP’nin Türkiye ile müzakereleri geçici olarak askıya alma tavsiyesinden sonra AB liderlerinin Türkiye’ye yönelik tavrının ne yönde gelişeceği de ilişkilerin gidişatını büyük ölçüde belirleyecek. Dergimizde, 2017 boyunca gerçekleşmesi beklenen ve gündemi belirleyeceği düşünülen 10 önemli gelişmeye yer verdik. İKV uzmanları bu 10 gelişmeyi sizler için yorumladı. Yeni yılın bu ilk sayısının tüm yıl için yol gösterici nitelikte olacağını umuyoruz. Görüş bölümünde, Yrd. Doç. Dr. Helin Sarı Ertem, ABD’de yeni Başkan Donald Trump’ı mercek altına aldı ve ABD’nin “liberal dünyanın liderliğinden popülist otoriterliğe” olan macerasını gözler önüne serdi. İKV Brüksel Temsilcisi Haluk Nuray, Derginin bu sayısına iki yazıyla katkıda bulundu. Görüş bölümünde Türkiye’nin AB ile olan taşımacılık kotaları sorununu AB Adalet Divanına gönderilen bir dava üzerinden ele alan Nuray, Brüksel’den Bakınca bölümünde, AB ile başlaması beklenen Gümrük Birliği’nin güncellenmesi müzakerelerine ne kadar hazır olduğumuz sorusunu irdeliyor. Dosya bölümünde 2017 Ocak ayı itibariyle AB Konseyi dönem başkanlığını devralan Malta var. İKV Uzman Yardımcısı Deniz Servantie bu Akdeniz adasının siyasi rejiminden iklimine, AB dönem başkanı olarak önceliklerinden ekonomik verilerine kadar farklı yönlerini araştırdı. Yine Dosya bölümünde İKV Uzman Yardımcısı Emre Ataç, son dönemde AB’nin en kritik meselesini ele aldı ve Britanya’nın AB’yi terk etme sürecinde Parlamento’nun da bu kararı onayla- ması gerektiğinin altını çizen bir yazı kaleme aldı. Ekonomi Masası’nda İKV Kıdemli Uzmanı Sema Gençay Çapanoğlu AB ekonomisinin seyrini mercek altına aldı ve AB ekonomilerinin yeni bir yılı ihtiyatlı bir iyimserlikle karşıladığını belirtti. Çapanoğlu, Küresel Gündem’de ise bizleri dünya ekonomi ve finans dünyasının kalbinin attığı Davos Ekonomik Forumuna götürüyor ve küresel gündemdeki öncelikleri tanıtıyor. Bu sayıya 3 yazı ile katkı veren Çapanoğlu, bu senenin yeni bölümlerinden olan Sembol Şehirler bölümünü, Avrupa uygarlığının temellerinin yükseldiği, Roma Antlaşmalarının imzalandığı Roma ile başlatıyor. Politik Avrupa bölümünde AP’deki çekişmeli seçimleri yakından takip edebilirsiniz. İKV Kıdemli Uzmanı Yeliz Şahin, Antonio Tajani’nin muzaffer çıktığı bu seçimlerin perde arkasını gözler önüne serdi. İş Dünyasının AB Perspektifi bölümünde, İKV’nin AB Bilgi Merkezi ile birlikte, AB’nin Türkiye Delegasyonu desteğiyle yayımladığı, AB fon ve programları konusundaki yayın tanıtılırken, Türkiye Ulusal Ajansı tarafından hazırlanan yazıda, bu sene 30’uncu yılına erişen Erasmus Programının serencamı anlatılıyor. Avrupa gençliği için Erasmus, kültürden kültüre kapıları açan bir anahtar, bundan 600 yıl önce yaşamış Desiderius Erasmus’un hümanizmini geleceği aktarmanın önemli bir aracı konumunda. Ekoloji Penceresi’nde İKV Uzmanı İlge Kıvılcım, Paris Zirvesi ile iklim değişikliği ile mücadele konusunda kabul edilen yeni rejim ve mevcut politikalar arasındaki ikileme dikkat çekiyor. Ayın Yayını bölümünde İKV Uzmanı Ahmet Ceran, “Şehir ve Toplum” dergisinin Göç konusundaki özel sayısını tanıtıyor. Bu özel sayıyı gerçekten ‘özel’ kılan kuşkusuz ki Prof. Dr. Nermin Abadan Unat ve Prof. Dr. Kemal H. Karpat gibi duayen isimlerin yanında, göç konusunda önde gelen Prof. Dr. Nuray Ekşi, Prof. Dr. Ayhan Kaya ve Doç. Dr. M. Murat Erdoğan gibi isimlerin yazılarına yer vermesi... Son olarak, AB hukukuna ayna tutan Güncel Hukuk bölümünde Dr. Ozan Turhan, AB’de malların serbest dolaşımı ilkesinin yorumlanması açısından emsal teşkil eden Doc Morris Davasını mercek altına alıyor. 2017’de de okuyucularımızla bu sayfalarda birlikte olmak dileğiyle, keyifli okumalar diliyoruz. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 3 İÇİN D EKİLER 216 OCAK-ŞUBAT 2017 İKV’DEN İKV FAALİYETLERİ 6 7 8 9 9 10 11 12 13 14 16 17 İKV Başkanı, İngiltere Dış Ticaret Bakanı için Verilen Yemeğe Katıldı Türkiye-AB KİK Üyeleri TOBB’da Bir Araya Geldi “Varlık Fonu, İyi Yönetilirse Kalkınmaya Destek Sağlar” İKV Başkanı Yılın Sivil Toplum Farkındalık Ödülleri Töreni’ne Katıldı İKV, Büyükelçi Kaymakçı’yı Ağırladı Gümrük Birliği’nin Güncellenmesi Gebze’de Ele Alındı İKV’den Diyarbakır’a Ziyaret “2017’de Türkiye-AB ilişkilerinin Lokomotifi Yenilenen Gümrük Birliği Olacak” İKV’den Yeni Yayın: “Düşük Karbonlu Ekonomiye Geçiş: Temel Sektörler” “OHAL Koşullarını İyileştirmeye Yönelik Düzenlemeler AB Standartları Açısından Olumlu” İKV Başkanı: “Brexit, Türkiye için Model Değildir” İKV Heyeti, Belçika’nın İstanbul Başkonsolosu’nu Ziyaret Etti GÜNDEM 18 20 AB Gündemi Türkiye-AB Gündemi GÖRÜŞ 22 34 40 2017’de Dünyayı Neler Bekliyor? Yakından Takip Edilmesi Gereken 10 Gelişme ABD’de Trump Dönemi: “Liberal Dünya’nın Liderliğinden Popülist Otoriterliğe” Uluslararası Taşımacılık Sektörümüz Adalet Divanında Hakkını Arıyor DOSYA 44 52 Malta AB Konseyi Dönem Başkanlığı’nı Devraldı Brexit için Parlamento Onayı Gerekiyor EKONOMİ MASASI 56 AB Ekonomisi Dalgalı Denizlerde Seyrine Devam Ediyor OCAK-ŞUBAT 2017 / SAYI: 216 İNFOGRAFİKLERLE AB 60 AB’nin Temel Karayolları İstatistikleri POLİTİK AVRUPA 62 AP’de Çekişmeli Başkanlık Seçimi: Büyük Koalisyon Out AB Yanlısı Koalisyon In İŞ DÜNYASININ AB PERSPEKTİFİ 66 Türkiye’nin Katıldığı AB Programları KÜRESEL GÜNDEM 70 Dünya Ekonomik Forumu’ndan Yansımalar İktisadi Kalkınma Vakfı adına Sahibi: Ayhan Zeytinoğlu Sorumlu Yayın Yönetmeni: Doç. Dr. Çiğdem Nas Yazı İşleri Yönetmeni: Gökhan Kilit İlge Kıvılcım Ahmet Ceran Yönetim Yeri: Esentepe Mahallesi , Harman Sokak TOBB Plaza, No:10 Kat: 7-8 , Levent 34394 İstanbul Tel: 0212-270 93 00 Faks: 0212-270 30 22 E-posta: ikv@ikv.org.tr Brüksel Ofisi: Avenue de l’Yser 5-6 1040 Brüksel / Belçika Tel: 00322-646 40 40 Faks: 00322-646 95 38 E-posta: ikvnet@skynet.be Yayın Türü: Yaygın süreli ERASMUS’UN 30’UNCU YILI 74 30 Yıllık Başarı Hikâyesi: ERASMUS’tan ERASMUS+’a EKOLOJİ PENCERESİ 78 Mevcut Politikalara Karşı Direnen Yeni Rejim AYIN YAYINI 82 Türkiye’nin Göç Serüveninde Saygıdeğer Bir Durak: Şehir ve Toplum Dergisi Göç Özel Sayısı SEMBOL ŞEHİRLER 84 AB’nin İlk Hukuki Temellerinin Atıldığı Şehir: Roma GÜNCEL HUKUK 90 ABAD ve Malların Serbest Dolaşımı (2): Doc Morris Kararı BRÜKSEL’DEN BAKINCA 92 Gümrük Birliği’nin Modernizasyonu Müzakereleri Başlamak Üzere (1): Hazır mıyız? Baskı Yeri ve Tarihi: İstanbul, Şubat 2017 Yayına Hazırlık Genel Yönetmen Gürhan Demirbaş Genel Yönetmen Yardımcısı Eser Soygüder Yıldız Görsel Yönetmen Hakan Kahveci Editör Hüseyin Vatansever Gra ik&Tasarım Şahin Bingöl Fotoğraf Editörü Eren Aktaş Kurumsal Satış Yöneticisi Özlem Adaş Tel: 0212 440 27 65 Reklam Müdürü Nazlı Demirel Tel: 0212 440 27 69 İletişim Tel: 0212 440 27 63 - 0212 440 29 68 e-posta: ajansd@dunya.com www.ajansdyayincilik.com Baskı Gezegen Basım Ltd. Şti www.gezegenbasim.com.tr Tel: 0212 325 71 25 Dergideki yazılar, kaynak gösterilerek, kısmen veya tamamen yayımlanabilir. Dergide yayınlanan makaleler ve katkılarda yazarlar tarafından açıklanan görüşler ve tercih edilen rapor ve kaynaklarda belirtilen görüşler, İKV Dergisi’nin, yayın kurullarının, yayıncının veya editörlerin görüşlerini yansıtmamaktadır. Bilgi ve görüşlerin sorumluluğu tamamen yazarlara aittir. İKV dergisi ile ilgili her türlü bilgi ve talep için: ikv@ikv.org.tr İ K V FA A L İ Y E T L E R İ İKV Başkanı, İngiltere Dış Ticaret Bakanı için Verilen Yemeğe Katıldı İKV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, 24 Ocak 2017 tarihinde, TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu’nun ev sahipliğinde İngiltere Dış Ticaret Politikasından Sorumlu Devlet Bakanı Lord Price için verilen çalışma yemeğine katıldı. 6 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ İ ş dünyası kuruluşlarının temsilcileri ve uzmanların katıldığı çalışma yemeğinde TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu’nun açış konuşmasını, Bakan Lord Price ve İngiltere’nin Türkiye Büyükelçisi Richard Moore’un konuşmaları izledi. Türkiye-İngiltere ticari ilişkileri ve Brexit (AB’den çıkış) sürecinin ele alındığı toplantıda, İngiltere’nin AB’den ayrılması sürecinde iki ülke arasındaki ticaretin zarar görmemesi ve ilişkilerin artırılması konuları üzerinde duruldu. Konuk Bakan Price, Brexit’e ilişkin bilgi verirken, ilk yapılması gerekenin ticari ilişkilerde boşluk bırakmamak ve sonrasında da bu ilişkileri daha da geliştirmek olduğunu söyledi. Türkiye’yi son derece güçlü bir ticaret ortağı olarak gördüklerini vurgulayan Lord Price, iki ülke arasında önemli ticari bağların bulunduğunu belirtti ve Türkiye’nin özellikle turizm alanında çok önemli bir destinasyon olduğunu bildirdi. Bakan Price, kendisinin de 33 yıllık bir işadamı olduğunu ve Birleşik Krallık’ta süpermarket zinciri işlettiğini hatırlattı. Birleşik Krallık olarak öncelikle kendi zaman çizelgelerini belirleyeceklerinin altını çizen Price, AB ile yeni ve kapsamlı bir serbest ticaret anlaşmasının müzakere edilmesi gerektiğini anlattı. Güncel ticari konuları AB ortaklarıyla devam ettirmek istediklerini ifade etti. Serbest ticaret konusuna büyük önem verdiklerini söyleyen İngiltere Dış Ticaret Politikasından Sorumlu Devlet Bakanı Lord Price, dünya ticaretinde koruyucu tedbirlerin artış gösterme- sinden yakındı. Price, serbest ticaretin insanların yoksulluktan kurtulması ve daha ucuz ve kaliteli ürünlere ulaşmasını sağladığını vurguladı. Price, iş dünyası ve toplum başarısının iç içe olduğunu belirterek, Birleşik Krallık’ta vergilerin yüzde 75’inin iş kollarından geldiğine dikkat çekti. Bakan Lord Price ayrıca 24 ülke gezerek, işadamları ve bakanlarla görüştüğünü bildirirken, Türkiye ile ilişkileri derinleştirmek istediklerini sözlerine ekledi. TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu da konuşmasında iki ülke arasındaki ekonomik, ticari ve politik ilişkilerin her zaman kritik önem taşıdığına vurgu yaptı. Hisarcıklıoğlu, Birleşik Krallık’ın Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecine her zaman destek olduğunu ifade ederken, ikili ticari ilişkilerin seviyesinin 16 milyar dolara ulaştığını anlattı. Bu rakamlarla Birleşik Krallık’ın Türkiye’nin AB’deki ana ticaret ortaklarından olduğunu bildiren TOBB Başkanı, Türkiye’de yaklaşık 2 bin 800 İngiltere kökenli firma bulunduğu bilgisini verdi. Türk iş dünyası olarak da Brexit sürecini merakla takip ettiklerini kaydeden Hisarcıklıoğlu, “Bu Brexit sert mi yoksa yumuşak mı olacak? Atılacak adımlar, takip edilecek yol ne olacak? AB’nin geleceği konusunda büyük etkileri olacağını biliyoruz. Türkiye ve AB arasındaki Gümrük Birliği’nden dolayı Türkiye-Birleşik Krallık ticari ilişkileri üzerinde de etkisi olacaktır” diye konuştu. Açış konuşmalarının ardından yemeğe katılan iş dünyası temsilci kuruluşları söz aldı. İKV Başkanı Zeytinoğlu, İKV’nin 52 yıldır Türkiye’nin AB sürecini yakından izleyen, bu konuda düşünce ve görüş üreten bir sivil toplum kuruluşu olduğunu belirtti. İngiltere’nin Türkiye için son derece önemli bir partner ülke olduğunu kaydeden Zeytinoğlu, İngiltere’nin AB’den ayrılma sürecini de yakından izlediğini ve bu süreçte iki taraf arasında varılacak yeni modelin AB entegrasyon sürecinin geleceği açısından önemli sonuçları olacağını kaydetti. Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği’nin modernizasyon sürecinin önemine de değinen İKV Başkanı, müzakerelerin 2017 içinde başlamasının planlandığını belirtti ve Gümrük Birliği’ne ilişkin sorunların çözümlenmesi ve Gümrük Birliği’nin tarım, hizmetler ve kamu alımları gibi yeni alanlara genişletilmesinin Türk ekonomisinin gücü ve dinamizmi açısından olumlu sonuçları olacağını vurguladı. ■ Türkiye-AB KİK Üyeleri TOBB’da Bir Araya Geldi T OBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu’nun dönem başkanlığını yürüttüğü Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi (KİK) üyeleri; TÜRK-İŞ Genel Başkanı Ergün Atalay, TİSK Genel Sekreteri Bülent Pirler, TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken, TZOB Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, HAK-İŞ Genel Başkanı Mahmut Arslan, MEMUR-SEN Genel Başkanı Ali Yalçın ve KAMU-SEN Genel Mevzuat Sekreteri Mehmet Özer 17 Şubat 2017 tarihinde TOBB’da bir araya geldi. ■ İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 7 İ K V FA A L İ Y E T L E R İ “Varlık Fonu, İyi Yönetilirse Kalkınmaya Destek Sağlar” Türkiye’nin G20 ülkeleri arasında Varlık Fonu olmayan tek ülke olduğunu belirten İKV Başkanı Zeytinoğlu, bu Fon ile kalkınma hamlesine katkı sağlanabileceğini açıkladı ve Santiago İlkeleri’nin önemini vurguladı. 8 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ İ KV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, 2016’nın Ağustos ayında yasayla kurulan ve 5 Şubat 2017 tarihinde bazı kamu şirketleri ve mallarının aktarılması ve yönetim kurulunun oluşturulması ile işlerlik kazanan Türkiye Varlık Fonu ile ilgili açıklamalarda bulundu. Türkiye’nin G20 ülkeleri arasında Varlık Fonu olmayan tek ülke olduğunu belirten İKV Başkanı Zeytinoğlu, bu Fon ile Türkiye’nin kalkınma hamlesine katkı sağlanabileceğini ifade etti ve Varlık Fonları ile ilgili uluslararası düzlemde oluşturulmuş “Santiago İlkeleri”nden de söz etti ve Varlık Fonları ile ilgili iyi yönetişim kriterleri olarak değerlendirilebilecek bu ilkelerin dikkate alınması gereğini dile getiren Zeytinoğlu şunları kaydetti: “Dünyada varlık fonlarının durumuna baktığımızda, özellikle 2000’li yıllar ve sonrasında varlık fonlarının sayısının her geçen yıl artmakta olduğunu görüyoruz. 2015 itibariyle egemen varlık fonlarının kontrolünde yaklaşık 7,1 trilyon dolarlık bir meblağ bulunmakta. Bu kaynaklar gerek yurt içi, gerekse yurt dışında çeşitli yatırımlar, projeler ve finansal işlemlere kanalize ediliyor. En önde gelen varlık fonları arasında Norveç, Katar, BAE, Çin, Kuveyt ve Singapur’un oluşturdukları fonlardan söz edebiliriz. Bu büyük fonların yanında İrlanda, Kazakistan veya Fas gibi kimi ülkeler ise uzun vadeli yatırımları artırmak ve ekonomik kalkınmayı hızlandırmak için özelleştirme gelirleri gibi bazı kamusal kaynakları özel fonlara aktarıyor ve stratejik bazı şirket veya projelere yatırım yapıyor. Yukarıdaki örneklere baktığımızda Türkiye’nin son örnekteki ülkeler grubuna benzer şekilde davrandığını ve kalkınmasını finanse edecek fon oluşturma çabası içinde olduğunu söyleyebiliriz.” “Varlık fonları ile ilgili Santiago İlkeleri’ni dikkate alalım” İKV Başkanı Zeytinoğlu, Varlık fonunun kuruluşu ile büyüme oranında gelecek on yıl içinde yıllık yüzde 1,5 ek artış sağlanmasının beklendiğini de belirtti ve bu fonun etkili bir şekilde büyüme ile kalkınmaya katkı sağlaması için piyasa mantığı içinde yönetilmesinin yanında, şeffaflık ve hesap verebilirlik prensiplerine de sadık kalınması gerektiğini vurguladı. İKV Başkanı bu bağlamda, Varlık Fonları için uluslararası davranış kurallarını belirleyen Santiago İlkelerini gündeme getirdi: “Eğer ilgili Kanun’un gerekçesinde belirtildiği gibi Türkiye Varlık Fonu’nun gelecek on yıl içinde büyüme oranında yüzde 1,5’lik ek artış sağlamasını istiyorsak, bu Fonun piyasa mantığı içinde etkin ve etkili bir şekilde yönetilmesinin yanında, hukuki çerçevesinin net olarak çizilmesi ve iyi yönetişim ilkeleri uyarınca idaresi büyük önem taşıyor. 2009 yılında kurulan “Uluslararası Egemen Varlık Fonları Forumu” çerçevesinde oluşturulan Santiago İlkeleri, Varlık fonlarının yönetimi ve denetimi için iyi yönetişim standartlarını ortaya koyuyor. Varlık fonlarının “iyi hal kâğıdı” olarak da adlandırılabilecek olan bu ilkeler 24 ilkeden oluşuyor ve iyi yönetişim, şeffaflık ve hesap verebilirlik açısından uygun düzenlemeleri ve sağlıklı uzun vadeli yatırımlar için uygun prosedürleri ortaya koyuyor. Yani, yeterince bilinmeyen bu fonların üzerindeki soru işaretlerini kaldırmak ve daha iyi anlaşılmasını sağlamak için bu ilkelerin benimsenmesi ve takibi en iyi reçeteyi sunuyor diyebiliriz.” ■ İKV Başkanı Yılın Sivil Toplum Farkındalık Ödülleri Töreni’ne Katıldı İ KV Başkanı Ayhan Z ey t i n o ğ l u , A K Parti Sivil Toplum ve Halkla İlişkiler Başkanlığı tarafından düzenlenen “Yılın Sivil Toplum Farkındalık Ödülleri Töreni”ne katıldı. 1 Şubat 2017 tarihinde Ankara’da düzenlenen törende çeşitli kategorilerde başarılı bulunan sivil toplum kuruluşları ödüllerini aldı. ■ İKV, Büyükelçi Kaymakçı’yı Ağırladı A B Nezdinde Türkiye Daimi Temsilcisi Büyükelçi Faruk Kaymakçı, 26 Ocak 2017 tarihinde, Brüksel’de görevine başlamadan hemen önce İKV’ye nezaket ziyaretinde bulun- du. Büyükelçi Kaymakçı, İKV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu ve İKV heyeti ile bir araya geldi. Ziyarette Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan son gelişmeler ve muhtemel işbirliği olanakları ele alındı. ■ İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 9 İ K V FA A L İ Y E T L E R İ Gümrük Birliği’nin Güncellenmesi Gebze’de Ele Alındı kidiğini belirtirken, bunun en önemli nedeninin Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecinin uzayacağının öngörülememesi olduğunu söyledi. Nuray, karşılıklı hazırlanan etki analizi raporlarının başarılı olabilmesi için değişken verilerin hesaba katılması gerektiğini ifade ederken, istatistiksel verinin yanında toplumsal dinamiklerin de göz önünde bulundurulması gerektiğini söyledi. Hazırlanan etki analizlerinin, makro etki analizi olduğunu ifade eden Nuray, bu analizlerin müzakere masasının ana özneleri olan AB ve Türkiye’ye sadece yardımcı olacağını vurguladı. Hedef: Türkiye’nin Sınıf Atlaması İKV, Kocaeli AB Bilgi Merkezi ve Gebze Teknik Üniversitesi işbirliğiyle, “TürkiyeAB İlişkileri Işığında Gümrük Birliği” isimli bir panelde Gümrük Birliği’nin güncelleme sürecini masaya yatırdı. 10 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ T ürkiye-AB İlişkileri Işığında Gümrük Birliği panelinin açış konuşması Gebze Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Haluk Görgün tarafından gerçekleştirilirken, İKV Brüksel Temsilcisi Haluk Nuray, İKV Strateji ve İş Geliştirme Müdürü M. Gökhan Kilit ve Gebze Teknik Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Hande Barlın birer sunum yaptı. Haluk Nuray konuşmasında Gümrük Birliği’nin nasıl güncellenmesi gerektiğini ve yapılan etki analizlerini değerlendirdi. Nuray, mevcut Gümrük Birliği’nin kısa vadeli olarak planlandığını ve es- Ekonomi Bakanlığı tarafından yaptırılan etki analizine değinen Nuray, rakamlarla beraber değişken verilere de dikkat edilmesi gerektiğini söyledi. Nuray, AB’nin hazırladığı etki analizinde ise Türkiye ile AB arasındaki 1996 ve 2014 yıllarındaki ithalat-ihracat rakamlarına değinerek değerlendirmelerde bulundu. Bu rapora göre Türkiye’nin geçen zaman içinde dış ticaret ülkesi haline geldiği görüldüğünü analiz eden Nuray, yeni güncellemede hedefimizin Türkiye’nin ticari olarak sınıf atlaması ve sanayimize katma değer kazandırmasının önemine dikkat çekti. Nuray, konuşmasında özetle mevcut Gümrük Birliği’nin revize edilmesi gerektiğini ve AB değerler zincirine katılımın gerçekleştirilmesinin altını çizdi. İKV Strateji ve İş Geliştirme Müdürü M. Gökhan Kilit, konuşmasında Gümrük Birliği’nin bugün eksik kalan yönlerine ve tarım sektörünün mevcut anlaşmada ile güncellenme sonrasındaki durumunu istatistiksel verilerle açıkladı. Kilit, tarım konusunda karşımızda ortak tarım politikası ve yüksek verimliliği ile dünyanın en büyük birliğinin olduğunu belirtti. Kilit, bu güncellemenin AB’ye göre zayıf olduğumuz tarım ticaretimiz açısından iyi yönetilirse bir fırsata dönüşebileceğini söyledi. Ekonomi Bakanlığı’nın yayımladığı etki analizinde tarım sektörü için muhtemel 4 senaryoya değinen Kilit, olası durumlarda Türkiye’nin tarımdaki konumu, AB’de tarım ile rakamlarla bir karşılaştırma yaptı. Kilit, tarım ürünlerini yüksek fiyattan satmayı başarabilen Avrupa’nın tarım sektörünün büyüklüğünün 250 milyar avro olduğunu söylerken, AB’nin tarım sektöründe dünyanın en büyük gücü olduğunu ifade etti. Kilit, İ KV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu ve beraberindeki heyet 13 Ocak 2017 tarihinde Diyarbakır’a bir ziyarette bulundu. Ziyarette Başkan Ayhan Zeytinoğlu ile birlikte Adana Ticaret Odası Başkanı ve İKV Yönetim Kurulu Muhasip Üyesi Atilla Menevşe, İKV Genel Sekreteri Doç. Dr. Çiğdem Nas, Araştırma Müdürü Çisel İleri ve Strateji ve İş Geliştirme Müdürü Gökhan Kilit İKV heyetinde yer aldı. Aynı zamanda İKV Yönetim Kurulu Üyesi olan Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası (DTSO) Başkanı Ahmet Sayar’ın davetiyle gerçekleşen ziyarette önce Valilik ziyaret edildi. Diyarbakır Valisi Hüseyin Aksoy’un heyeti kabulünden sonra, İçkale Açıkhava Müzesi gezildi ve DTSO’da Yönetim Kurulu Üyeleri ile toplantı gerçekleştirildi. Programın öğleden sonraki kısmında ise Dicle Üniversitesi’nde bir seminer düzenlendi. AB’ye tam üyeliğin tarım sektörüne etkisini yeni üye ülkelerle örneklendirerek rakamlarla ortaya koydu. Coğrafi işaretli ürünlerin AB tarım pazarında 55 milyar avroluk rakama sahip olduğunu söyleyen Kilit, yöresel ürünlerin coğrafi işaret alması ve tarımsal ihracatın neden önemli olduğuna vurgu yaptı. Kilit, Türkiye’nin tarımsal üretim büyüklüğüne değinerek, Türkiye’de tarımın başlıca beş sorununun altını çizdi: • Tarımsal işletmelerin küçük olması, • Tarım arazilerinin parçalı olması, • Sulamanın yetersizliği, • Kırsal kalkınmanın yetersizliği, • Tarım işletmelerine ait tarımsal istatistiğin yeterli olarak tutulmaması. “Tarım sektöründeki sorunlar çözülmeli” AB’de tarım arazilerinin Türkiye’deki tarım arazilerinden yaklaşık 4 kat daha büyük olduğunu belirten Kilit, AB’nin Türkiye’nin yalnızca 2 katı işçi çalıştırarak yüksek verimlilik elde ettiğini söyledi. Ayrıca düşük rekabet gücü olan alanlarda üretimi azaltarak rekabet gücümüzün yüksek olduğu alanlara yoğunlaşmanın sağlanmasının önemine değine Kilit, rekabet gücünün az olduğu sektörde üretimin tamamen durmaması gerektiğini; çünkü üretimin bir kültür meselesi olduğunu vurguladı. Tarım ürünlerinde katma değer kazandırmanın gerekliliğinden bahseden Kilit, Gümrük Birliği’nin güncellemesinin tarım sektöründeki sorunlar çözüldüğü takdirde Türkiye’yi olumlu yönde etkileyeceğini söyledi. Son olarak, Gebze Teknik Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Hande Barlın bir konuşma yaptı. Konuşmasında genel olarak Gümrük Birliği’nin hizmetler sektörüne etkilerinden bahseden Barlın, en büyük sektör olan hizmetler sektörünün Türkiye ile AB’deki durumundan ve sürecin topluma daha etkin anlatılması gerektiğini söyledi. ■ İKV’den Diyarbakır’a Ziyaret “AB sürecinde Son Gelişmeler: AB Kriterleri, Uyum Çabaları ve Kazanımlar” adlı seminerde Türkiye’nin AB katılım müzakereleri sürecinin durumu ve sorunları, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ve tarım sektörüne etkileri, AB fon ve programları ile Orta Doğu’daki gelişmelerin Türkiye-AB ilişkilerine etkileri konuları ele alındı. Seminerde açış konuşmaları DTSO Başkanı Ahmet Sayar, İKV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, Dicle Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Tahsin Kılıçoğlu ve Diyarbakır Valisi Hüseyin Aksoy tarafından yapıldı. ■ İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 11 İ K V FA A L İ Y E T L E R İ “2017’de Türkiye-AB İlişkilerinin Lokomotifi Yenilenen Gümrük Birliği Olacak” İKV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, Gümrük Birliği’nin güncellenmesinin Türkiye’nin üretim kapasitesi, tarımsal verimliliği, hizmet ihracatı ve dış pazarlardaki rekabet gücünü artıracağını, norm ve standartlarda AB ile entegrasyonu sağlayacağını açıkladı. 12 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 2 017’de Türkiye’nin AB sürecinde en öne çıkacak alanların başında Gümrük Birliği’nin güncellenme süreci geliyor. 2015’in Mayıs ayında Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci ve Avrupa Komisyonunun Ticaretten Sorumlu Üyesi Cecilia Malmström’ün başlattığı süreçte hazırlık çalışmaları tamamlanmak üzere. Resmi müzakerelerin ise 2017 içinde başlaması öngörülüyor. İKV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, Gümrük Birliği’nin güncellenmesinin Türkiye’nin üretim kapasitesi, tarımsal verimliliği, hizmet ihracatı ve dış pazarlardaki rekabet gücünü artıracağını ve norm ve standartlarda AB ile entegrasyonu sağlayacağını belirtti. Gümrük Birliği’nin güncellenmesi süreci ile birlikte tarım, hizmetler ve kamu alımları gibi yeni alanlar ele alınacak. “Türkiye’yi orta gelir tuzağından çıkarmakta kilit rol oynayacak” İKV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, 20 yıldır yürürlükte olan Gümrük Birliği’nin Türk sanayii ve dış ticaretine önemli katkıda bulunduğunu, AB ile dış ticaret hacmi 4 katına çıkarken, dış pazarlarda rekabet gücünün arttığını belirtti. Zeytinoğlu bu faydalarına rağmen, Gümrük Birliği’nin artık güncel gelişmelerin gerisinde kaldığını ve sağlanan faydanın da aşındığını ekledi. Zeytinoğlu sözlerine şöyle devam etti: “Gümrük Birliği’nin güncellenmesinin milli gelire, istihdama, yabancı ya- tırımlara ve dış ticarete önemli katkı sağlamasını bekliyoruz. Ekonomi Bakanlığımız ve Avrupa Komisyonu tarafından yaptırılan araştırmalar özellikle yıllık bazda GSYH’da ve ihracatta öngörülen artışı ortaya koyuyor. Avrupa Komisyonunca yapılan etki analizinde, GSYH’nın reel olarak yüzde 1,44’lük (12.5 milyar avro) artışa yol açması bekleniyor. Ekonomi Bakanlığımızca hazırlatılan çalışmada ise 2030 itibarıyla, GSYH’da yüzde 1,9 oranında, AB’ye yapılan ihracatta yüzde 24,4 oranında artışa yol açacağı tahmin edilmiştir.” “AB ile birlikte STA’ların artırılması beklenen faydaları sağlayacak” İKV Başkanı etki analizleri ile varılan tahminlerin, Gümrük Birliği’nin derinleştirilmesi ve Türkiye’nin üçüncü ülkeler ile AB’nin imzaladığı STA’lara dahil olması halinde geçerli olacağını vurguladı: “Yapılan etki analizlerinde farklı senaryolardan yola çıkarak hesaplamalar yapılıyor. Gümrük Birliği’nin olduğu gibi kalması, yerini kapsamlı bir STA’ya bırakması gibi farklı senaryolar arasında iki taraf için de en karlı olması beklenen senaryo Gümrük Birliği’nin derinleştirilmesi alternatifi. Buna göre Gümrük Birliği’nin işleyişi iyileştirilecek, yani uyuşmazlıkların çözümü mekanizmaları güçlendirilecek, Türkiye’nin AB’nin imzaladığı STA’lardan faydalanması sağlanacak. Aynı zamanda, Gümrük Birliği’ne hizmet ticareti, kamu alımları piyasaları ve tarım ürünleri de eklenecek. Bu şekilde karşılıklı olarak pazarların daha açık hale gelmesi ve Türkiye’nin üçüncü ülkeler ile imzalanan STA’lar ile ilgili olarak yaşadığı dezavantajların ortadan kaldırılması AB düzenlemelerine uyum düzeyini artıracak ve ekonominin genelinde önemli bir canlanma sağlayacak.” Güncelleme iç piyasada rekabeti artıracak Başkan Zeytinoğlu son olarak, Gümrük Birliği’nin güncellenmesinin sektörel etkilerine de değindi: “Gümrük Birliği’nin güncellenmesi süreci iç piyasada rekabeti artıracaktır. Bunun başlangıçta zorlayıcı etkileri olsa da, orta ve uzun vadede, sanayide üçüncü ülkeler ile imzalanacak STA’lar ile pazar payının artmasının yanında çeşitli tarım ürünleri gruplarında ve hizmet sektörlerinde verimliliği ve üretkenliği tetikleyecektir. Motorlu taşıtlar, elektrikli aletler, tekstil ve ayakkabı gibi sanayi ürünleri, gıda sektörü, taze meyve ve sebze, kabuklu yemişler gibi tarım ürünleri ve inşaat, ulaştırma, mali hizmetler, rekreasyonel hizmetler gibi alanlarda ihracatı arttırması beklenmektedir. Sanayi dışında, tarım ve hizmet sektörlerine daha fazla yabancı yatırım çekilecek ve yeni iş alanları yaratılacaktır. Söz konusu sürecin, mevzuat düzeyinde AB’ye uyumu da artıracağı gibi, şeffaflık, hesap verebilirlik, öngörülebilirlik, hukuki denetim gibi iyi yönetişim ilkelerinin yerleşmesinde ön ayak olacağını umuyoruz.” ■ İKV’den Yeni Yayın: “Düşük Karbonlu Ekonomiye Geçiş: Temel Sektörler” 4 Kasım 2016 tarihinde yürürlüğe giren Paris Anlaşması ve yeni DÜûÜK KARBONLU EKONOMúYE GEÇúû: TEMEL SEKTÖRLER Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, küresel iklim değişikliği ve kalkınma politikalarının çatısı niteliği taşıyor. Ancak mevcut politikalarla Paris Anlaşması’nın uygulanmasının mümkün olmadığı BM tarafından da açıklandı. AB’nin resmi ajansı olan Avrupa Çevre Ajansı’nın verilerine göre, AB halihazırda 2020 hedeflerine ulaşma eğilimini sürdürmekte olup, Paris Anlaşması ve Enerji Birliği önceliğinde 2030 yılı ve sonrasına yönelik ek tedbirleri hayata geçirmeye başladı. Bu bağlamda, AB Emisyon Ticaret Sistemi (AB ETS) sektörleri dışında kalan tarım, atık, binalar ve ulaştırma sektörlerinin yanı sıra arazi kullanımı, arazi kullanım değişikliği ve ormancılık sektörlerini kapsayan kapsamlı paketini temmuz ayında sunarak, düşük karbonlu ekonomiye geçişte sektörel hedeflerini gündeme aldı. Türkiye’de ise düşük karbonlu ekonomiye geçiş çalışmalarında özellikle İklim Değişikliği Eylem Planı (İDEP), temel metin olarak kullanılıyor. 2011-2023 dönemini kapsayan İDEP çerçevesinde, AB ETS ve bu sistem dışında kalan sektörler üzerinden hedeflere ulaşmak için çalışmalara devam ediliyor. Türkiye’de Sera Gazı Emisyonlarının Takibi Hakkında Yönetmelik, tamamen AB ETS’ye uyum çalışması olarak hazırlandı ve AB’nin bu sistemi dahilinde olan sektörlere yönelik emisyonların raporlanması, izlenmesi ve doğrulanması (MRV) sürecini içeriyor. Bu noktada, söz konusu mevzuatın sadece emisyonların raporlanmasına yönelik olduğunu belirtmek gerekiyor. Emisyonların 1990-2014 döneminde yüzde 125 artığı Türkiye’de, emisyonların azaltılmasına yönelik çalışmaların hızlanması gerektiği Avrupa Komisyonu Türkiye İlerleme Raporu’nun yanı sıra uluslararası raporlarda da yerini aldı. İKV Uzmanı İlge Kıvılcım tarafından hazırlanan “Düşük Karbonlu Ekonomiye Geçiş: Temel Sektörler” başlıklı İKV Yayını (No: 292) ile küresel politikaların yönü, emisyonlardaki son durumun yanı sıra AB ve Türkiye’deki sektörle değişimlere genel bir bakış sunuluyor. Çalışmanın, çevre koruma ve iklim değişikliği çalışmalarına gönül vermiş genç araştırmacıların çalışmalarına ve iklim değişikliği gibi son derece güncel bir konuda farkındalığın artırılmasına katkı sağlaması temennisiyle İKV bu çalışmayı tüm okuyucularının dikkatine sunuyor. ■ İKTİSADİ KALKINMA VAKFI YAYINLARI Yayın No: 292 19 65 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 1995 2017 13 İ K V FA A L İ Y E T L E R İ “OHAL Koşullarını İyileştirmeye Yönelik Düzenlemeler AB Standartları Açısından Olumlu” OHAL’lerin Avrupa sahnesinde yeni bir fenomen olmadığını ifade eden Ayhan Zeytinoğlu, 23 Ocak tarihinde yayımlanan KHK’ların OHAL koşullarını iyileştirmeye yönelik hükümlerini olumlu değerlendirdi. İ KV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, 23 Ocak tarihinde kabul edilen Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) kapsamında olağanüstü hal (OHAL) koşullarını iyileştirmeye yönelik düzenle- 14 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ meleri olumlu karşıladığını ifade etti ve bunun Türkiye’de iş yapma ortamına da katkı sağlayacağını belirtti. Bilindiği üzere 15 Temmuz gecesi Türk demokrasisine karşı gerçekleşti- rilen hain darbe teşebbüsü toplumun bütün kesimleri tarafından büyük bir demokrasi mücadelesi verilerek püskürtülmüştü. Devamındaki restorasyon sürecinde 21 Temmuz’da 3 ay süreyle OHAL ilan edilmiş ardından OHAL süresi 3 ay daha uzatılmıştı. İKV Başkanı Zeytinoğlu OHAL’i şöyle değerlendirdi: “OHAL’ler Avrupa sahnesinde yeni bir fenomen değil. Fransa’da 13 Kasım 2015’te gerçekleşen terör saldırılarının ardından ilan edilen OHAL, 5’inci kez uzatıldı. Hatırlanacağı üzere Brüksel’de yaşanan terör saldırısı sebebiyle Belçika’da sokağa çıkma yasağına varan OHAL uygulamaları gerçekleşmişti. Pek çok AB ülkesinde ulusal güvenlik ve terörle mücadeleye ilişkin uygulamalarda dikkate değer bir sertleşme eğilimi göze çarpıyor. Bu eğilimin sebebini küresel boyutlara ulaşan terör, çözülemeyen bölgesel istikrarsızlıklar ve devasa kitlesel göç hareketleriyle açıklamak mümkün. Türkiye’deki uygulama da benzer dinamiklere dayanıyor. Türkiye’deki OHAL uygulamasının batılı bir demokrasiye yakışır şekilde orantılı, geçici ve hukukun üstünlüğüne dayalı olması gerekiyor. Dolayısıyla 23 Ocak tarihinde yayımlanan KHK’ların OHAL koşullarını iyileştirmeye yönelik hükümlerini AB standartlarına uyum açısından olumlu buluyoruz.” Resmi Gazete’de yayımlandığı şekliyle son KHK’lar, OHAL uygulamasına ilişkin şu değişiklikleri öngörüyor: - Gözaltı süresinin 30 günden, yakalama anından itibaren 7 güne indirilmesi; savcı, kararıyla bu sürenin, delilleri toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu hallerinde 7 gün daha uzatılabilmesi; - Terörle Mücadele Kanunu’na giren suçlarda gözaltındaki şüphelinin savcı kararıyla, müdafii ile görüşme hakkını 5 gün süreyle kısıtlayan hükmün kaldırılması; - OHAL KHK’larının öngördüğü uygulamalara ilişkin itirazların Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonuna taşınabilmesi. “Avrupa Konseyinin Türkiye’yi denetim sürecine almaması memnuniyet verici” İKV Başkanı Zeytinoğlu konuya ilişkin yaptığı açıklamada, Türkiye’deki OHAL sürecinin Avrupa tarafından da yakından takip edildiğini belirtti. Türkiye’deki demokratik kurumların işleyişinin 23 Ocak tarihinde Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) tarafından da gündeme alındığını hatırlatan İKV Başkanı Zeytinoğlu, açıklamasını şöyle sürdürdü: “AKPM tarafından, konunun acil gündem maddesi olarak tartışılmasına yönelik teklif, AKPM Genel Kurulunda 3’te 2 çoğunluğun sağlanamaması sebebiyle reddedildi. Bu, şüphesiz Türkiye için olumlu bir gelişmedir. Türkiye’de temel hak ve özgürlüklerin garanti altına alınması noktasında AB kurumlarının ve Türkiye’nin parçası olduğu diğer uluslararası işbirliklerinin uyarılarının dikkate alınmasının, Türkiye’nin gelişmişlik düzeyi, yatırım yapılabilir bir ülke olarak konumu ve Türk vatandaşlarının refahı açısından da kritik önem taşıdığını görüyoruz. Bu açıdan Avrupa Komisyonu tarafından 9 Kasım’da yayımlanan 2016 İlerleme Raporu’nda OHAL uygulamalarına ilişkin geniş yer bulan değerlendirmeler dikkate alınmalı.” “Sağlıklı bir Gümrük Birliği modernizasyon süreci için Kopenhag Kriterleri önemli” İKV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu 23 Ocak tarihinde kabul edilen KHK’ların, Avrupa’nın uyarılarının karşılanmasına yönelik olumlu gelişmeler olduğunu ifade etti ve ekledi: “AB’nin, dünya tarihinin en başarılı ekonomik entegrasyon projesi olması aslında temel hak ve özgürlükler ile iyi yönetişime verdiği öneme dayanıyor. Ekonomi Bakanlığı verilerine göre 2016 yılı Ocak-Kasım döneminde Türkiye’ye yapılan doğrudan yabancı yatırımın yüzde 54’ü AB ülkelerinden gerçekleşti. Türkiye’ye en fazla oranda yatırımı yapabilecek gelişmişlik düzeyindeki 3 AB ülkesi Almanya, Hollanda ve Birleşik Krallık’ın aynı zamanda 2016 Hukukun Üstünlüğü Endeksinde 113 ülke arasında ilk 10’da yer alması rastlantı değil. Dünyanın en gelişmiş 20 ekonomisi kabul edilen G20’nin üyesi olan Türkiye’de uluslararası yatırımların artması, iş yapma ortamının iyileşmesi ve sağlıklı bir Gümrük Birliği modernizasyon müzakere sürecinin gerçekleşmesi için Kopenhag kriterlerine uyum da büyük önem taşıyor.” ■ İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 15 İ K V FA A L İ Y E T L E R İ İKV Başkanı: “Brexit, Türkiye için Model Değildir” Britanya’nın AB’den ayrılma sürecinin Türkiye’de yakından takip edildiğini belirten Ayhan Zeytinoğlu, AB ile mevcut ilişkiler ve tam üyelik hedefi nedeniyle Türkiye’nin durumunun farklı olduğunu vurguladı. 16 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ B ritanya Başbakanı Theresa May’in Türkiye ziyareti sonrasında, İKV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu Britanya’nın AB’den çıkış sürecini yorumladı. Zeytinoğlu, öncelikle Brexit olarak adlandırılan bu sürece açıklık getirdi: “Britanya halkı 23 Haziran’da yapılan referandumda yüzde 51,9 oy oranı ile AB üyeliğinden ayrılmak yönünde tercihini belirtmişti. Geçtiğimiz hafta referandum sonucunun tek başına yeterli olmadığı ve Parlamento’nun onayına sunulması gerektiği Yüksek Mahkeme tarafından karara bağlandı. Bu kararın Parlamentodan geçmesine bağlı olarak, Mart ayında Britanya’nın üyelikten çıkmak için resmen AB’ye başvurusunu sunmasını bekliyoruz. Resmi başvurudan sonra ise, Britanya ve AB arasında üyelikten çıkışın koşullarını belirleyecek olan bir anlaşma için müzakereler başlayacak. Bu müzakerelerde iki konunun açıklığa kavuşturulması gerekiyor: - Birincisi, Britanya’nın AB üyeliğinin sona ermesi ile ilgili koşullar yani sürecin nasıl ilerleyeceği, Britanya’nın AB kurumlarından ve bütçeden çekilmesi, AB hukukunun Britanya’daki geçerliğinin durdurulması gibi konuların belirlenmesi; - İkincisi ise AB üyeliği sonrasında Britanya ve AB arasındaki ilişkileri düzenleyecek yeni bir anlaşmanın müzakere edilmesi.” İKV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, Britanya’nın AB’den çıkmasının AB açısından sarsıcı etkileri olabileceğini ancak bu sürecin AB açısından tehdit olduğu kadar fırsatlar da barındırdığını belirtti. “Britanya, 60’ın üzerinde ticaret anlaşmasından da ayrılacak” Zeytinoğlu, Britanya’nın mal ve hizmet ticaretinin yarısına yakınını AB ülkelerine yaptığını ve üyelikten çıkış sonrasında AB ile kapsamlı yeni bir anlaşma imzalamasının kritik önemde olduğunu ekledi: “Britanya’nın almış olduğu AB’den çıkış kararı, özellikle dış ticarette bağımsız bir politika izlemesinin önünü açacak ama bugün AB’nin 60’ın üzerinde ülke ve ülkeler grubu ile imzalamış olduğu ticaret anlaşmalarından da ayrılması ve söz konusu ülkeler ile yeni anlaşmalar imzalamak için tekrar müzakere etmesi gerekecek. Yani Britanya AB üyeliğinin yükümlülüklerinden kurtulacak ama avantajlarından da mahrum olacak. AB için de elbette Britanya gibi bir ülkeyi kaybetmenin zorlayıcı etkileri olacak. Ancak, AB’nin çözülmesine yol açacağını düşünmüyorum. AB iç pazarına dahil olmanın getirdiği avantajlar diğer ülkelerin çıkmasını engelleyecektir. Britanya’nın çıkış sürecinin zor ve karmaşık bir süreç olması ve faydadan çok zarar getirmesi nedeniyle diğer üyeler için olumsuz bir örnek olacak diye düşünüyorum.” “Britanya, Türkiye için model olamaz” İKV Başkanı son olarak süreci Türkiye açısından ele aldı ve kamuoyunda ifade edilen bazı görüşlerin aksine, Brexit’in Türkiye için bir model olamayacağını belirtti: “Brexit süreci Türkiye’de de yakından izleniyor ve ülkemiz için bir model oluşturabilir mi sorusu akla geliyor. Britanya’da hükümetin yaklaşımına bakarsak, AB üyeliğinden ayrılması sonrasında AB ile derin ve kapsamlı bir serbest ticaret anlaşması imzalamaya sıcak baktığı görülüyor. Yani dış ticarette AB’den bağımsız, bunun yanında AB ile mal ve hizmet ticaretinde serbestliği öngören bir modeli hedefliyor. Oysa Türkiye’nin AB ile halihazırda işleyen bir Gümrük Birliği var ve Gümrük Birliği’nin genişletilmesi ve güncellenmesi için bu sene içinde resmi müzakerelerin başlatılması gündemde. Gümrük Birliği’nin güncellenmesi süreci Türkiye’nin AB norm ve standartlarına uyumunu ve AB müktesebatına daha fazla yakınlaşmasını da gerektirecek. Yani Britanya AB’den çıkmayı müzakere ederken, Türkiye olarak biz AB ile daha ileri entegrasyona ulaşmayı hedefliyoruz. Tabii ki bu sürecin sonunda tam üyelik hedefimiz de devam ediyor. Tam üyelik ve AB ile daha yakın entegrasyonun Türkiye’de siyasi ve ekonomik reformların tetikleyicisi olacağını ümit ediyoruz. Bu genel tabloya bakınca, AB ile mevcut ilişkilerin durumu ve tam üyelik hedefi Brexit’in Türkiye için bir model olamayacağını ortaya koyuyor.” ■ İKV Heyeti, Belçika’nın İstanbul Başkonsolosu’nu Ziyaret Etti İ KV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu ve beraberindeki heyet, 26 Ocak 2017 tarihinde, Belçika’nın İstanbul Başkonsolosu Sophie De Smedt’i ziyaret etti. Görüşmede, Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan son gelişmelerin yanı sıra İKV’nin 2017 çalışma programı ve muhtemel işbirliği olanakları ele alındı. İKV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, görevine yeni atanan Başkonsolos Sophie De Smedt’i tebrik ederken kendisine bir plaket takdim etti. ■ İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 17 AB GÜN D EMİ 1 Ocak 17 Ocak Malta AB Konseyi Dönem Başkanlığı’nı Devraldı Britanya Başbakanı Theresa May’in Brexit Stratejisi Malta, AB Konseyi Dönem Başkanlığı’nı Slovakya’dan devraldı. 2004 yılında AB üyesi olan, 2007 yılında Schengen Bölgesi’ne entegre olan ve 2008 yılında ise Avro Alanı’na dâhil olan Malta, ilk kez AB Konseyi Dönem Başkanlığı’nı yürütme görevini üstleniyor. Britanya Başbakanı Theresa May, ülkesinin AB’den ayrılmasına (Brexit) yönelik stratejisini açıkladı. Strateji, AB ile müzakerelerde ulaşılması amaçlanan 12 hedeften oluşuyor. 17 Ocak AP’de Çekişmeli Seçimin Galibi Antonio Tajani Avrupa Halk Partisi (EPP) adayı İtalyan Antonio Tajani, en yakın rakibi Sosyal Demokrat (S&D) Grubu Başkanı Gianni Pittella ile karşı karşıya geldiği dördüncü ve son turda, 282 oya karşı 351 oyla yeni AP Başkanı seçildi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 12 13 14 3 Şubat 15 Şubat AB Liderleri Malta’da Bir Araya Geldi AP’den CETA’ya Kritik Onay AB ülkelerinin liderleri ile Avrupa Komisyonunun kilit figürleri Malta’da bir araya geldi. Malta Başbakanı Joseph Muscat’ın ev sahipliğinde ve Konsey Başkanı Donald Tusk yönetiminde gerçekleştirilen Malta Zirvesi’nin ana gündem maddeleri mülteci krizi ve AB’nin geleceği tartışmalarıydı. AB ve Kanada arasındaki Kapsamlı Ekonomik ve Ticaret Anlaşması’na (Comprehensive Economic and Trade Agreement-CETA) yönelik uzun yıllardır süren müzakerelerin ardından söz konusu anlaşma AP Genel Kurulu’nda 254 “ret” oyuna karşı 408 “evet” oyuyla kabul edildi. 13 Şubat Komisyonun Kış Ekonomik Tahmin Raporu Yayımlandı Kış Dönemi Ekonomik Tahmin Raporu’na göre, AB geçen yıl olumsuz küresel gelişmelere karşı dayanıklılık gösterirken, ekonomik toparlanmanın bu yıl ve önümüzdeki yıl da sürmesi bekleniyor. 18 11 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 15 16 21 Ocak 26 Ocak Avrupalı Aşırı Sağcı Liderler Almanya’da Buluştu Brexit Yasa Tasarısı Britanya Parlamentosu’nda Avrupa’nın aşırı sağ parti liderlerinden Almanya için Alternatif (AfD) lideri Frauke Petry, Fransa’nın Ulusal Cephe lideri Marine Le Pen, Hollanda’nın Özgürlük Partisi (PVV) lideri Geert Wilders, İtalya’nın Kuzey Birliği Partisi lideri Matteo Salvini ve Avusturya’nın Özgürlük Partisi (FPÖ) Genel Sekreteri Harald Vilimsky Koblenz şehrinde bir araya geldi. Britanya’nın AB’den ayrılma sürecini resmen başlatacak Lizbon Antlaşması’nın 50’inci Maddesi’nin işletilmesi yetkisini hükümete devreden yasa tasarısı parlamentoya sunuldu. 24 Ocak Brexit için Parlamento Onayı Gerekiyor Britanya Temyiz Mahkemesi, hükümetin temyiz başvurusunu reddederek, AB’den ayrılmaya ilişkin resmi sürecin başlayabilmesi için önce parlamentonun bu konuda bir yetki kanunu çıkarması gerektiğine karar verdi. Bu karar karşısında Başbakan May, Brexit sürecini parlamentonun onayı olmadan başlatamayacak. 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 15 Şubat 27 Şubat AP’den AB Emisyon Ticaret Sistemi Reformuna Onay AB, Gürcistan’a Vize Serbestliğini Onayladı 2005 yılında yürürlüğe giren ve AB’de emisyonların azaltılmasını öngören ETS’ye ilişkin 2021-2030 yılları arası dönemi kapsayacak olan dördüncü aşama reformlar AP tarafından kabul edildi. AB kurumlarının, üçüncü ülkelere sağladıkları vize serbestliğini askıya almayı mümkün kılan mekanizmayı onaylamasının ardından, Gürcistan vatandaşları için AB ülkelerine yapacakları kısa süreli seyahatlerde vize serbestliği kabul edildi. 21 Şubat Yüksek Temsilci Mogherini Rusya Başbakanı Lavrov’la Bir Araya Geldi Münih Güvenlik Konferansı’nda bir araya gelen taraflar, Ukrayna’nın doğusundaki durumu ve Minsk Mutabakatı’nın uygulama aşamalarıyla Suriye’deki son gelişmeleri masaya yatırdı. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 19 TÜRKİYE-AB GÜNDEMİ 4 Ocak 12 Ocak Bakan Duncan’ın Ankara Temasları Kıbrıs Konferansı Gerçekleştirildi Birleşik Krallık Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Amerika’dan Sorumlu Devlet Bakanı Sir Alan Duncan’ın AB Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik ile görüşmesinde, ikili ilişkileri, TürkiyeAB ilişkileri, Brexit kararı sonrası Birleşik Krallık ve AB’de meydana gelen gelişmeler, Kıbrıs meselesi, düzensiz göç ve terörle mücadelede işbirliği ele alındı. Kıbrıs meselesine çözüm bulunması için BM Genel Sekreteri’nin İyi Niyet Misyonu çerçevesinde sürdürülen çabalar kapsamında garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallık ile Ada’daki iki tarafın katılımıyla Cenevre’de Kıbrıs Konferansı gerçekleştirildi. 11 Ocak Finlandiya Dışişleri Bakanı Soini’nin Ankara Ziyareti Finlandiya Dışişleri Bakanı Timo Soini’nin AB Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik’i ziyaretinde Türkiye-Finlandiya ikili ilişkileri ve Türkiye-AB ilişkilerine yansıyan göç ve terörle mücadele konuları görüşüldü. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 12 13 14 2 Şubat 9-10 Şubat Almanya Başbakanı Merkel’den Ankara’ya Ziyaret AB Bakanı Çelik’in Paris Ziyareti Merkel’in 15 Temmuz sonrası Ankara’ya ilk resmi ziyareti olması nedeniyle dikkat çeken temaslar kapsamında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Yıldırım ve muhalefet partisi temsilcileri ile bir araya geldi. 7 Şubat AB Bakanı Çelik AB Ülkelerinin Büyükelçileriyle Bir Araya Geldi AB Türkiye Delegasyonu Başkanı Christian Berger’in evsahipliğinde AB üye ülkelerinin büyükelçileriyle çalışma yemeğinde bir araya gelen AB Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik ilişkilerdeki son durumu değerlendirdi. 20 11 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ AB Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik, Paris temasları çerçevesinde Fransa Dışişleri ve Uluslararası Kalkınma Bakanı Jean-Marc Ayrault ile bir araya geldi ve AB Bakanı Harlem Désir tarafından verilen çalışma yemeğine katıldı. Sonrasında ise Fransa Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde (IFRI) Avrupa’nın geleceği konulu bir konuşma yaptı. 15 16 19 Ocak 28 Ocak Türk TIR’larına Kota ABAD’da Britanya Başbakanı Theresa May’in Türkiye Temasları Türkiye’nin uluslararası taşımacılık sektöründe yıllardır karşılaştığı sorunlar, AB üye ülkelerinin Türk TIR’larına yönelik uyguladığı haksız uygulamalar AB Adalet Divanına (ABAD) sunuldu. Britanya Başbakanı Theresa May, ABD ziyaretinin ardından doğrudan Türkiye’ye gelerek, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım ile görüştü. Görüşmeler sırasına Türk savaş uçağı yapımı için BAE System ile TUSAŞ arasında anlaşma imzalandı. 24 Ocak Devlet Bakanı Price AB Bakanı Çelik ile Bir Araya Geldi AB Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik, Birleşik Krallık Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Lord Price ile Ankara’da bir araya geldi. Görüşmelerde ikili ilişkilerin yanı sıra Brexit sonrası ticari ilişkilere yönelik yapılması planlanan düzenlemeler ele alındı. 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 15 Şubat 17 Şubat Avrupa Konseyi Türkiye’de İnsan Haklarına ilişkin Gözlem Raporunu Yayımladı Başbakan Yıldırım’ın Malta Ziyareti Avrupa Konseyinin İnsan Hakları Komiseri Nils Muižnieks Türkiye’de ifade özgürlüğü ve medya özgürlüğü konusundaki raporunu yayımladı. Rapor Komiserin geçtiğimiz yıl Nisan ve Eylül aylarında Türkiye’ye yaptığı iki ziyaretin bulgularını ortaya koyuyor. 16-17 Şubat Malta’nın AB Konseyi Dönem Başkanlığı kapsamında gerçekleştirilen ziyarete ilişkin basın açıklamasında Başbakan Binali Yıldırım, Akdeniz Havzası’nın güvenliğini savunan iki ülke olarak, bölgedeki işbirliğinin devamının önemine işaret etti. Mevlüt Çavuşoğlu G20 Dışişleri Bakanları Toplantısına Katıldı Almanya’nın Bonn şehrinde gerçekleşen G20 toplantısında başta sürdürülebilir kalkınma olmak üzere, barışı koruma ve Afrika ile işbirliği gibi küresel ve bölgesel konular ele alındı. Çavuşoğlu G20 toplantıları kapsamında AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini ile de bir araya geldi. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 21 GÖRÜŞ 2017’de Dünyayı Neler Bekliyor? 22 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ Yakından Takip Edilmesi Gereken 10 Gelişme Dergimizin bu sayısında 2017’de takip edilmesini önemli bulduğumuz 10 önemli olayı ele aldık. İKV uzmanları, bu 10 olayın önemini sizler için yorumladı. D ünya genelinde şaşırtıcı gelişmelerle dolu bir yıl olan 2016’yı geride bırakıp 2017’ye girdik. 2016’da meydana gelen krizler, savaşlar, terör olayları ile mültecilerin dramı ve popülizmin yükselişi gibi olumsuz gelişmeler, hepimizin 2017’yi bir kurtarıcı gibi karşılamasına neden oldu. Ancak daha ilk saatlerde İstanbul’da gerçekleşen ve 39 kişinin yaşamını kaybetmesine neden olan terör saldırısı, 2016’nın 2017’ye mirasının pek de iç açıcı olmadığını ortaya koydu. Sınır tanımayan terör, Orta Doğu’da istikrarsızlık ve çatışmalar gibi hayati sorunların yanında, Batı’da liberalizmin zayıflaması ve dünya genelinde otoriter ve popülist liderlerin güç kazanması, küresel kurumların ortak sorunların çözümünde etkili olamamasına da yol açıyor. Bildiğimiz dünya hızla değişirken, parametreler de farklılaşıyor ve insanlık olarak bir sistem değişimi ve eksen kaymasına tanıklık ediyoruz. Bu zor dönemde, AB’nin temelini oluşturan ve aslında Avrupa değerleri olmanın ötesinde evrensel değerler olan insan hakları, demokrasi, özgürlük ve hukukun üstünlüğüne sahip çıkmaya ve bu değerleri korumaya almaya her zamankinden de fazla ihtiyaç var. Türkiye gibi kritik bir coğrafyada yalnız bölgesi için değil, tüm dünya için önemli olan bir ülkenin AB’ye yakınlaşması, kuşkusuz ki hem AB’yi güçlendirecek hem de bölge için bir motivasyon kaynağı olacaktır. Tüm zorluklara rağmen bu idealin bırakılmaması ve AB’ye entegrasyon için çalışılması 2017’de de önemini koruyan bir amaç olacak. Dergimizin bu sayısında 2017’de takip edilmesini önemli bulduğumuz 10 önemli olayı ele aldık. İKV uzmanları, bu 10 olayın önemini sizler için yorumladı. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 23 GÖRÜŞ 1) 20 Ocak: Beyaz Saray’da Trump Dönemi Başlarken 2016 yılının en büyük sürprizi kuşkusuz cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın ABD seçimlerini kazanması oldu. Britanya’nın AB’den ayrılması ile ilgili referandum öncesinde kötü sınav veren anket şirketleri, bu sefer tamamen sınıfta kalırken, başta AB olmak üzere dünyanın geri kalanı küreselleşmenin kaybedeni beyaz Amerikalıların bu zaferini anlamaya çalışıyordu. 20 Ocak 2017 tarihinde, Başkanlık yeminini etmesiyle birlikte Trump’ın dönemi başlayacak. Seçim kampanyasındaki çıkışları, vaatleri ve kibirli tarzıyla Trump, ideal bir ABD Başkanı tanımının dışına çıkıyor. ABD gibi dünyada lider konumdaki bir ülkenin Başkanının, siyaset tecrübesi 24 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ son derece sınırlı olan, uluslararası konularda bilgisi olmayan ve ırkçı ve kadın düşmanı söylemi ile tepki çeken bir kişi olması sadece ABD’yi değil, tüm dünyayı yakından ilgilendiriyor. Trump ile birlikte nasıl bir dönemin geleceğine ilişkin pek çok soru işareti ve tahmin mevcut iken, 2016 yeni yıla tahtını başka sürprizlerle devretti. Normalde Başkanlık dönemi biten ve bu sebeple “topal ördek” olarak adlandırılan mevcut Başkan Obama’nın Kasım 2016 seçimlerinden 20 Ocak 2017’ye kadar olan dönemi devir teslime hazırlanıp, çok da önemli kararlara imza atmadan geçirmesi gerekiyordu. Ancak önce Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda İsrail’in yasadışı yerleşim yerlerini derhal ve tamamen durdurması kararına destek verilmesi, sonrasında Rusya’nın ABD seçimlerine siber saldırı ile müdahale ettiği gerekçesiyle 35 Rus diplomatın sınır dışı edilmesi gibi oyunun kurallarını değiştiren hamleler yapması, Trump’ın başkanlık döneminin nasıl başlayacağına ilişkin soru işaretlerini artırdı. “Trump önemli ölçüde emekli askerler ve şirket yöneticilerinden oluşan ekibiyle vaat ettiği gibi ABD’yi yeniden büyük yapacak mı?” sorusuna 2017’de bazı cevaplar bulacağız gibi görünüyor. Bu noktada Trump dönemini dört gözle bekleyen ülkeler arasında Türkiye’nin de olduğunu hatırlamak gerekiyor. “Son dönemde Suriye ve FETÖ nedeniyle iyice gerilen Türkiye-ABD ilişkileri, Trump döneminde eski ivmesini yakalayabilecek mi?” sorusunun cevabını da yine 2017 içerisinde alacağız. Bu bağlamda, yeni ABD Başkanının Rusya’ya yönelik tutumu, yani Rusya’ya yönelik bir yakınlaşma ve işbirliği politikası mı yoksa gerilim ve restleşme politikası mı uygulayacağı, Türkiye açısından da büyük önem taşıyor. Türkiye’nin son dönemde büyük ölçüde aşınan ABD ilişkilerini Trump döneminde onarması ve sürdürülebilir bir zemine oturtması dengeli bir dış politika izlenmesi açısından kritik bir rol oynayacak. leşecek ulusal seçimler arasında 15 Mart 2017 tarihinde düzenlenmesi öngörülen Hollanda genel seçimleri ayrı bir önem taşıyor. Bunu iki sebebe dayandırmak mümkün. İlk olarak Hollanda seçimleri, 2017 yılında Kıta’nın karşılaşacağı ilk genel seçim olma özelliğine sahip. Dolayısıyla bir anlamda, Brexit referandumunda Nigel Farage ile başlayan ve ABD başkanlık seçimlerini Donald Trump’ın kazanmasıyla devam eden popülist radikal söylem fenomeninin Kıta Avrupası’nda nasıl yankı bulduğunun ilk göstergesi olacak. İkinci olarak ise bilindiği üzere başkent Amsterdam, istisnasız her sıralamada, dünyanın en kozmopolit şehirleri arasında zirveye oynuyor. Hollanda, tarihsel olarak AB’de çok kültürlülüğün ve kozmopolit yapılaşmanın başkenti konumunda. Dolayısıyla Amsterdam toplumsal dinamiklerinin mi seçimi kazanacağı yoksa Amsterdam’a 30 dakika mesafedeki Volendam kasabası gibi AB aşırı sağının merkezlerinden birinin mi galibiyeti sırtlayacağı, 2017’de bütün paydaşların yakından takip etmesi gereken kritik bir süreç. Hollanda aşırı sağının göçmen karşıtı söylemi politikalarının merkezine aldığı düşünülünce, bir anlamda AB’nin göç politikalarının ve Türkiye-AB Mülteci Uzlaşısı’nın AB vatandaşları düzeyinde nasıl yankı bulduğuna ilişkin ipuçları da bu seçimin sonucunda belirgin hale gelecek. Bütün bu tartışmaların odağında ise tek isim göze çarpıyor: aşırı sağ Özgürlük Partisi (PVV) lideri Geert Wilders. Wilders’in yabancı düşmanlığı, islamofobi ve göçmen karşıtlığını merkeze alan popülist seçim propagandası, Hollanda tarihinde görülmediği kadar yankı buldu ve halihazırda gerçekleşen pek çok seçim anketinde Wilders’in yarışı önde götürmesini sağladı. Wilders’in en güçlü rakibi, merkez sağ partinin lideri, Başbakan Mark Rutte. Bu ikili, koalisyon döneminde sürdürdükleri uyumlu işbirliğiyle dikkat çekerken 2012 yılında Wilders’in desteğini geri çekmesiyle işbirliği, yerini adı konmamış bir siyasi savaşa bıraktı. Gelinen son noktada, aşırı sağın mı yoksa Hollanda’nın alışık olduğu liberal, merkez sağ anlayışının mı galip geleceğini mart ortasında göreceğiz. Nitekim sonuç ne olursa olsun, zamanın ruhu, göçmen yanlısı, çoğulcu ve Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen kampanyaların seçim meydanlarında yankı bulmayacağını ortaya koyuyor. Ahmet CERAN İKV Uzmanı Çisel İLERİ İKV Araştırma Müdürü 2) 15 Mart: AB’de Seçim Yılının İlk Zorlu Sınavı Hollanda Genel Seçimleri 2017 yılında AB’nin ve genel çapta Batı demokrasi kültürünün geleceğini belirleyici en kritik dinamik, şüphesiz ki AB’nin amiral gemisi konumundaki Hollanda, Fransa, Almanya gibi ülkelerde sahne alacak seçimler. Bu seçimler, bir anlamda AB vatandaşlarının korumacı, ulus devlet ve güvenlik odaklı bir gelecek mi öngördüğünü yoksa AB’nin öne sürdüğü çok kültürlülüğe dayanan ileri entegrasyon ve uluslarüstü yapının mı kabul görmeye devam edeceğini ortaya koyacak. 2017’de AB ülkelerinde gerçek- İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 25 GÖRÜŞ 3) 25 Mart: Roma Antlaşmalarının 60’ıncı Yılında AB’nin Geleceği Mercek Altında 25 Mart 2017 tarihinde AB, Roma Antlaşması’nın 60’ıncı yılını kutlayacak. Bu çerçevede önemli kutlamaların yapılacağı biliniyor. Roma Antlaşması, 25 Mart 1957 tarihinde altı Batı Avrupa ülkesi arasında -Fransa, Federal Almanya, İtalya, Hollanda, Belçika, Lüksemburg- imzalanmıştı. Bu Antlaşma ile Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu kurulmuştu. 1951 yılında Paris Antlaşması ile kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu ile birlikte bugünkü AB’nin temellerin oluşturan üç Topluluk bu şekilde ortaya çıkmıştı. Roma Antlaşması, altı üye ülke arasında önce bir gümrük birliğinin 26 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ tesis edilmesini ve buna dayalı olarak malların, hizmetlerin, sermayenin ve emeğin serbestçe dolaşacağı bir Ortak Pazarın kurulmasını hedefliyordu. 1993 Maastricht Antlaşması ile bu Topluluk, AB’ye dönüştü; ekonomik entegrasyon hedefinde en son aşama olan Ekonomik ve Parasal Birlik ile birlikte ortak bir dış ve güvenlik politikası ve adalet ve içişlerinde işbirliği öngören ortak bir dolaşım alanı hedeflerini de içeren ve federatif özelliklere taşıyan bir yapı ortaya çıktı. Dünya siyasi tarihi için bir model ve öncül konumundaki bu Birliğin temellerinin atılmasının 60’ıncı yıl dönümünde AB liderleri bir araya gelecek ve AB’nin geleceğini tartışacak. Avrupa Komisyonunun, bu tarihte AB Konseyine sunulmak üzere bir rapor hazırlığı içinde olduğu ve özellikle Brexit süreci sonrasında AB’nin nasıl bir yapıya kavuşacağı ile ilgili bir çerçeveyi gündeme getireceği biliniyor. Bu tarihe kadar Britanya’nın AB’den çıkma ile ilgili süreci başlatıp başlatmayacağının da netlik kazanacağını varsayarsak, Britanya gibi önemli bir üyesini kaybetmesi muhtemel olan AB’nin birlik ve bütünlüğünü korumak için yeni adımlar atacağını beklemek mümkün. Popülist ve aşırı sağ akımların güç kazandığı bir dönemde Roma Antlaşması’nın 60’ıncı yılının kutlanması bir açıdan AB’nin “yıkılmadım, ayaktayım” mesajı olacak. Öte yandan ise, İkinci Dünya Savaşı gibi bir olaydan 12 yıl sonra böyle ilerici bir projeyi hayata geçirmiş olan Avrupa’nın, bugün iç siyaset itibarıyla o noktanın gerisine düşmüş olması, kimilerini acı acı gülümsetecek. Deniz SERVANTIE İKV Uzman Yardımcısı 4) 2017’nin İlk Çeyreği: Birleşik Krallık 50’nci Maddeyi Harekete Geçirecek mi? 2017’de dünya gündemini etkileyecek diğer önemli bir konu ise Brexit (Britanya’nın AB’den ayrılma süreci). Hatırlanacağı üzere, Britanya 23 Haziran 2016 tarihinde yapılan referandumda yüzde 52 oyla AB’den ayrılma kararı almıştı. Bugüne kadar hiçbir AB üyesi üyelikten ayrılmadığı için, Britanya’nın AB üyeliğinden ayrılma süreci bir ilk olacak. Bu sürecin işleyişi, AB ile Britanya arasındaki müzakerelerin seyrine bağlı olduğu kadar ülkenin kendi içerisindeki hukuki ve siyasi süreçle de yakından alakalı. 2017 yılının ilk çeyreği içerisinde yaşanacak konuyla ilgili bir önemli gelişme ise Londra’daki Temyiz Mahkemesi’nin ülkenin Brexit süreci ile ilgili vereceği karar. Bilindiği üzere Britanya’daki Yüksek Mahkeme Kasım 2016’da Britanya Hükümeti’nin AB’den ayrılma müzakerelerine Parlamentonun onayı olmadan başlayamayacağına hükmetmişti. Ancak Britanya Hükümeti karara itiraz etti. Hükümetin başvurusu üzerine başlayan temyiz duruşmalarının, Brexit sürecindeki yetki karmaşasını çözeceği düşünülüyor. Temyiz Mahkemesi’nin bu konu hakkındaki kararını yakın dönemde açıklaması bekleniyor. Ancak aksi bir karar alınmadığı sürece, Britanya Hükümeti, Lizbon Antlaşması’nın AB’den ayrılmayı düzenleyen 50’nci maddesini tek başına yürürlüğe sokup, Parlamento onayı olmaksızın müzakerelere başlayamayacak. Her ne kadar Parlamentodaki muhtemel tartışmalar nedeniyle gecikmeler yaşanabilirse de, Britanya Başbakanı Theresa May’in Mart 2017’de iki yıl alması beklenen Britanya’nın AB’den çıkış sürecini başlatacak 50’nci maddeyi yürürlüğe sokacağı öngörülüyor. Emre ATAÇ İKV Uzman Yardımcısı 5) Nisan: Türkiye’de Anayasa Referandumu ve Türkiye-AB İlişkileri ABD, AB ve küresel gündemde kilit önemdeki gelişme ve tarihlerin yanında, ülkemizde nisan ayında yapılacağı öngö- rülen Anayasa referandumu da 2017’nin önemli olaylarından birini oluşturuyor. Anayasa’nın 21 maddesinde yapılan değişiklikler birer birer TBMM’de oylanıyor. Maddelerin büyük çoğunluğu AKP’li ve MHP’li milletvekillerinin onayı ile kabul edilmiş durumda. 21 maddelik anayasa değişiklik teklifi AKP’nin MHP ile vardığı uzlaşmayla hazırlandı ve 316 milletvekilinin imzasıyla Meclise sunuldu. Meclis Genel Kurulunda anayasa değişikliği teklifinin görüşülmesine geçilmesi, 338 milletvekilinin gizli oyuyla kabul edildi. CHP ve HDP Anayasa değişikliğine karşı çıkıyor. 1982 Anayasası daha önce de birçok defa değişikliğe uğramıştı ancak bu seferki değişikliklerin ayrı bir önemi bulunuyor. Anayasanın değişmesi ile Türkiye’de parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilecek. Başkanlık sistemini andıran ve “Türk tipi Başkanlık” olarak da anılan sisteme göre, Başbakanlık kurumu kalkacak ve doğrudan seçimlerle başa gelen Cumhurbaşkanı, yürütmenin başı olacak. Cumhurbaşkanının bir siyasi parti ile bağı olabilecek ve kanun hükmünde ka- İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 27 GÖRÜŞ AB’de günümüzde yalnızca Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde başkanlık sistemi yürürlükte; Fransa, Litvanya, Portekiz ve Romanya yarı başkanlık sistemiyle, diğer Üye Devletler ise parlamenter sistem ile yönetiliyor. rarname çıkarabilecek. Bunun yanında, değişiklikler, yargı ve seçim sisteminde de önemli yenilikler getiriyor: milletvekili sayısı 550’den 600’e çıkarılırken, seçilme yaşı 18’e indirilecek ve yedek milletvekilliği uygulaması getirilecek. Yargının bağımsızlığı açısından kritik olan bir diğer değişikliğe göre Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin yarısı Cumhurbaşkanı tarafından, diğer yarısı ise Meclis tarafından seçilecek. Askeri yargı tamamen kaldırılırken, Milli Güvenlik Kurulunda, Jandarma Genel Komutanı’nın üyeliği sona erecek. Nisan ayında yapılması beklenen referandum, anayasa değişikliklerinin niteliği sebebiyle kritik önem taşıyor. Referandumdan “evet” çıkması, Türkiye’de kökeni Osmanlı İmparatorluğu’ndaki 28 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ İkinci Meşrutiyet dönemi kadar geriye giden parlamenter sistemde radikal bir değişime yol açacak. Yürütmenin tek elde toplanacağı bu yeni sisteme Türkiye’nin AB süreci açısından bakarsak, üzerinde durulması gereken en önemli noktaları demokrasi, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü kriterlerinin karşılanması oluşturuyor. Yani, yürütme, yasama ve yargı arasındaki kuvvetler ayrılığı prensibinin uygulanması, Cumhurbaşkanının Parlamento tarafından denetlenebilmesi ve hesap verebilir olması, yargının yürütmeden bağımsız ve tarafsız bir kimliğe sahip olması, parlamenter sistem ya da başkanlık sistemi olup olmadığına bakılmaksızın göz önünde bulundurulması gereken kıstasları meydana getiriyor. AB’de günümüzde yalnızca Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde başkanlık sistemi yürürlükte, dört Üye Devlet –Fransa, Litvanya, Portekiz ve Romanya- yarı başkanlık sistemiyle, diğer Üye Devletler ise parlamenter sistem ile yönetiliyor. Avrupa’nın parlamenter sistemin çıkış yeri olması, bu sistem yönündeki eğilimi de açıklayabilir. Ancak bunun yanında, parlamenter sistemin zamanın imtihanından geçmiş, dayanıklı ve demokrasi açısından uygun bir sistem olduğunu belirtmekte yarar var. Kendine özgü özellikleri olan ve katı bir kuvvetler ayrılığına dayanan ABD sistemi dışında, özellikle Latin Amerika ve Güneydoğu Asya’da olumsuz örnekleri olan başkanlık sisteminin yeterli müzakere olmadan hızlı bir şekilde geçirilmek istenmesi, birçok gözlemcinin Anayasa değişiklerine temkinli bir şekilde yaklaşmasına yol açıyor. Türkiye’nin bu önemli dönemeçten de yüz akıyla çıkacağını ve demokratik denge ve denetleme mekanizmalarının olduğu, başta medya ve ifade özgürlükleri olmak üzere, temel hak ve özgürlüklerin korunduğu ve bunun yanında etkin bir şekilde yönetim görevini de yerine getiren bir sistemin yürürlükte olacağını umuyoruz. Doç. Dr. Çiğdem NAS İKV Genel Sekreteri 6) 23 Nisan-7 Mayıs: Fransa’da Le Pen’in Gölgesinde Seçimler Tarihinde ilk kez bir ön seçimle cumhurbaşkanı adayı belirlenecek olan Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu; 23 Nisan 2017, ikinci turu ise 7 Mayıs 2017 tarihinde gerçekleştirilecek. Cumhurbaşkanı seçiminin ardından 11 ve 18 Haziran tarihlerinde milletvekili seçimleri gerçekleştirilecek. Ülkenin ekonomik ve siyasi açıdan oldukça yoğun bir gündemi bulunuyor. Kasım 2015’te meydana gelen Paris terör saldırıları, Britanya’nın ayrılma kararından sonra Fransa’da aşırı sağın lideri Marine Le Pen’in ülkeyi Brexit benzeri bir referanduma götürme girişimi, Cumhurbaşkanı Hollande’ın eleştirilen iç ve dış politikalarının yanı sıra başta yüksek işsizlik oranı olmak üzere ekonomik sorunların seçim sonuçlarına nasıl yansıyacağı merak ediliyor. Cumhurbaşkanı François Hollan- de’ın adaylıktan çekilmesiyle birlikte eski Ekonomi Bakanı Emmanuel Macron ve eski Başbakan Manuel Valls, cumhurbaşkanlığı seçimi için adaylıklarını koydu. Sol kanatta aday adayı belirleme seçimlerinin ilk turu; 22 Ocak, ikinci turu ise 29 Ocak 2017 tarihinde yapılacak. Merkez sağın aday adayı belirleme seçimleri ise geçen yıl kasım ayında yapıldı ve muhafazakâr aday ve eski Başbakan François Fillon adaylık yarışını kazandı. Anketler, sağ kanatta seçim yarışının merkez sağın adayı François Fillon ve aşırı sağın adayı ve ırkçı söylemleri olan Milli Cephe (FN) Lideri Marine Le Pen arasında geçeceğini gösteriyor. Ülkede sağın adayı Francois Fillon’un Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkması, sol kanattan Manuel Valls’ın da seçim propagandasında Türkiye’yi AB’nin içinde istemediklerini söylemesi, her iki kanadın da Türkiye’ye karşı aynı eğilimi gösterdiğini ortaya koyuyor. Adayların bu söylemleri, seçimler sonrasında Fransa’da Türkiye’nin AB üyelik sürecine yönelik tutumunun Hollande dönemini aratacağı bir döneme girileceğini düşündürüyor. Sema GENÇAY ÇAPANOĞLU İKV Kıdemli Uzmanı 7) 2017 Ortası: Kıbrıs’ta Muhtemel Çözüm Referandumları? 2017 yılında uluslararası camianın beklediği iyi haber Doğu Akdeniz’den; Kıbrıs’tan gelebilir. Diplomatik çabalara rağmen on yıllardır süren çözümsüzlük nedeniyle “diplomasi mezarlığı” olarak anılan adada, çözüme en çok yaklaşılan –ancak Türk tarafının “evet”ine karşı, Rum tarafının çözüme “hayır” demesiyle hüsranla sonuçlanan- Annan Planı’ndan bu yana ilk kez çözümün ulaşılabilir olduğu hissi hâkim... KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile GKRY lideri Nicos Anastasiadis arasında Mayıs 2015’te başlayan müzakerelerde yönetim ve güç paylaşımı, AB konuları, ekonomi ve mülkiyet başlıklarında açık konulara rağmen İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 29 GÖRÜŞ önemli yakınlaşmalar sağlandı, görüşmelerde sıra en hassas ve zorlu konular olan toprak düzenlemeleri ile güvenlik ve garantilere geldi. 2017 yılı Kıbrıs için tarihi bir zirve ile başladı, taraflar 9-11 Ocak 2017 tarihlerinde yukarıda sayılan ilk dört başlıktaki uzlaşıları ilerletmek ve toprak düzenlemelerine ilişkin haritalarını sunmak üzere Cenevre’de bir araya geldiler. 12 Ocak itibarıyla ise üç garantör ülke; Türkiye, Yunanistan ve Britanya’nın da katılımıyla en zorlu ve en hassas konu olan güvenlik ve garantiler başlığını görüşmek üzere beşli Kıbrıs Konferansı toplandı. Cenevre önemli ilklere tanıklık etti: İki taraf ilk kez kendi hazırladıkları haritaları sundular- her ne kadar iki taraf da birbirinin haritasını kabul edilemez 30 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ olarak nitelendirse de- bu, 49’uncu yılına giren Kıbrıs müzakereleri tarihinde önemli bir ilkti. Cenevre görüşmeleri, üç garantör ülke ile Kıbrıs Türk tarafı ve Rum tarafını 1960’tan sonra ilk kez aynı masa etrafında bir araya getirmesi açısından da oldukça önemliydi. Cenevre’de garantör ülkeler ve Kıbrıslı taraflar arasında güvenlik ve garantiler konusunda bir diyalog süreci başlatıldığı söylenebilir. Taraflar, bu çetin konuyu ele almak üzere 18 Ocak’ta müsteşarlar düzeyinde çalışma grubu toplantısında bir araya gelecekler, bundan sonraki süreçte ise Dışişleri Bakanları, siyasi anlaşmaya yaklaşılırsa da Başbakanlar devreye girecek. Cenevre süreci olumlu seyrederse, haritada ve Türk tarafının siyasi eşitliğinin vazgeçilmezleri; dönüşümlük başkanlık ve kararlara etkin katılım konularında anlaşılırsa, önümüzdeki aylarda kapsamlı bir çözüm planının ortaya çıkması ve yıl ortasında Yeşil Hat’ın her iki tarafında düzenlenecek eş zamanlı referandumlarda Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Rumların onayına sunulması söz konusu olabilir. Önümüzdeki aylarda Rum tarafında Şubat 2018 başkanlık seçimi öncesi propaganda sürecine girilecek olması ve Rum tarafının tek yanlı ihalesiyle ada çevresinde sondaj çalışmalarının gündeme gelme olasılığı, taraflar üzerindeki zaman baskısını artırıyor. Kıbrıs’ta olumlu senaryonun gerçekleşmesi ve Avrupa’nın en uzun soluklu dondurulmuş ihtilafının kalıcı ve adil şekilde çözümlenmesi, Türkiye-AB ilişkilerinde bir paradigma değişikliğine yol açabilecek güçte. Bilindiği üzere, 35 fasıldan 14’ünün açılması ve tüm fasılların geçici dahi olsa kapatılması, Kıbrıs meselesiyle bağlantılı olarak AB Konseyi ve GKRY tarafından engellenmiş durumda. Kıbrıs meselesinin çözüme kavuşturulmasıyla Türkiye’nin müzakere süreci ivme kazanır; blokaj altında olan 14 faslın serbest kalarak açılması, müzakereleri tamamlanan fasılların ise kapatılması mümkün olur. Türkiye’nin eleştirildiği temel haklar ve hukukun üstünlüğü konularını kapsayan 23’üncü ve 24’üncü fasılların açılması, Türkiye’de reform ivmesinin hızlanmasına ve bu alanlardaki eksikliklerin giderilmesine zemin hazırlar. Dahası Kıbrıs meselesinin çözülmesi, AB açısından da aynı zamanda kilit bir stratejik ortak olan Türkiye ile ilişkilerin daha da derinleştirilmesini mümkün kılar. Türkiye-AB ilişkilerinin ana çerçevesini oluşturan katılım müzakereleri süreci etkin işleyemediği için AB’nin Türkiye ile enerji ve dış politika gibi müşterek çıkar alanlarında ad hoc olarak yürüttüğü diyalog süreçleri de müzakerelere entegre edilir. Kıbrıslı Türklerin geç de olsa AB içerisindeki yerlerini almasıyla Türkçe, AB resmi dilleri arasına katılır. Kıbrıs meselesi de AB içerisinde Türkiye karşıtı çevrelerin arkasında sığındığı bir bahane olmaktan çıkar. Bunun ötesinde, ayrılık ve bölünme rüzgârlarının estiği, çatışmaların giderek arttığı bir coğrafyada iki farklı dinden iki toplumun yeni bir ortaklık altında birleşmeyi seçmesi, diğer uyuşmazlıklar için de umut ışığı olabilir. Yeliz ŞAHİN İKV Kıdemli Uzmanı 8) 7-8 Temmuz: G20 Hamburg Zirvesi’nde Küresel Yönetişime Balans Ayarı Dünyanın en güçlü 19 ekonomisinden ve AB’den temsilciler, Hamburg’da Dönem Başkanı Almanya’nın ev sahipliğinde düzenlenecek G20 Zirvesi’nde bir araya gelecekler. Küresel sistemin dönüşüm geçirmekte olduğu, ekonomik yönetişim dengelerinin yeniden şekillenmeye başladığı bir dönemde, Donald Trump’ın ABD Başkanı olarak ilk defa katılacağı 7-8 Temmuz 2017 tarihli Zirve, hem kamu otoritelerinin hem uluslararası iş çevrelerinin hem de uluslararası sivil toplum ve medyanın, 2017 ajandasındaki en kritik etkinliklerden biri. Her yıl G20’nin çalışmalarıyla ve B20, C20 ile diğer açılım gruplarının etkinlikleriy- le, ekonomi yönetiminin küresel çapta daha etkin hale getirilmesine yönelik OECD, IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası aktörlerle işbirliği içerisinde eylem planları ortaya koyuluyor, hâlihazırdaki uygulamalar gündeme getiriliyor ve yeni perspektifler tartışılıyor. Bütün bir yılın çalışmaları ise dönem başkanı ülkenin ev sahipliğinde düzenlenen zirvede, G20 Sonuç Bildirisi ile devlet ve hükümet başkanlarının imzasıyla resmiyet kazanıyor. G20 Hamburg Zirvesi’nin, AB entegrasyonunun devamlılığı ve küreselleşmenin savunucularından Almanya Başbakanı Angela Merkel’in ev sahipliğinde gerçekleşecek olması, şüphesiz ki “gerçek ötesi (post-truth)” teriminin politikayla bağlantılı olarak yılın kelimesi seçildiği bir dönemde, sonuçları itibariyle merakla bekleniyor. Merkel ve Almanya Dönem Başkanlığı, G20’nin 2017 önceliğini, “birbirine bağlı bir dünyayı şekillendirmek” olarak belirledi. ABD Başkanı Donald Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, AB liderleri, Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Xi Jinping gibi farklı kutuplardaki kritik liderleri fikir düzleminde bir araya getirmek, Zirve öncesi dönemde G20 Sherpalarının ve Merkel’in en zorlu sınavı olacak. Öte yandan sürdürülebilir kalkınma, kadının konumunun güçlendirilmesi, Afrika’da barış ve kalkınmanın sağlamlaştırılması, Paris İklim Anlaşması’nın etkin şekilde uygulanması gibi doğrudan küresel ekonomik yönetişimin parçası olmayan konular da Merkel’in ve Almanya Dönem Başkanlığı’nın Hamburg Zirvesi’nde şekillendireceği öncelikli konu başlıkları arasında. G20 üyesi olan küresel aktörlerin kendilerini yeniden konumlandırma eğiliminde olduğu bir aşamada 2015’te başarılı bir dönem İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 31 GÖRÜŞ 15 % AfD’nin anketlerdeki oy oranı başkanlığı gerçekleştiren Türkiye’nin G20 sahnesinde veteran ve etkin konumunu sürdüreceğini öngörmek mümkün. Nihayetinde uluslararası ekonomi yönetişimine ve küresel bağlamda vergi sistemi, yolsuzlukla mücadele, uluslararası finans sektörünün etkinliğine ilişkin kalkınma ve kapsayıcı büyüme yolunda atılacak her adıma, Türkiye’nin de imzacı olmanın ötesinde uygulamacı olarak katılması bekleniyor. Ahmet CERAN İKV Uzmanı 9) Eylül-Ekim: Bir Seçim Birden Çok Sonuç: Almanya 2016 yılında gerçekleşen seçimlerin sonuçları, bildiğimiz liberal düzeni ve küreselleşmeyi tartışmaya açarken, 32 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 2017 yılındaki seçimlerin sonuçları popülizmin zaferini ortaya koyacak mı? Bu yıl önce Hollanda ardından Fransa seçimlerinin sonuçları bizlere bu sorunun cevabını verecek. Peki, Eylül-Ekim 2017’de gerçekleştirilecek Almanya genel seçimleri AB içerisindeki ve küresel sistemdeki sarsıntılara bir yenisini ekleyecek mi? ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın da belirttiği gibi, liberalizmin kalan son iki kalesinden biri olan Almanya (diğeri Kanada) seçimlerinin sonuçlarının AB’nin geleceği açısından son derece kritik olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bugünkü siyasi konjonktürde bir yandan AB değerlerine sahip çıkarken diğer yandan sorunlara hızlı ve etkili çözümler üretmek için harekete geçecek bir çıpaya ihtiyaç duyulduğu ortada. İşte en fazla da bu nedenle Doğu Avrupa kökenli bir rahibin kızı olarak doğan Başbakan Angela Merkel’in dördüncü defa ipi göğüsleyip göğüslemeyeceği büyük önem taşıyor. Anketler, göçmenlere yönelik izlediği açık kapı politikası ve 2016’nın sonunda meydana gelen Noel pazarındaki terör saldırısı sonrasında Hıristiyan Demokrat Parti’nin oylarının düştüğünü gösterse de en yakın rakibinden yüzde 10 daha yukarıda ilk sıradaki konumunu koruyor. Ancak bu sefer Almanya seçimlerinde gözlerin çevrildiği parti ne hükümetteki koalisyon ortağı Sosyal Demokratlar ne de Yeşiller ya da Liberaller. Bu sefer, 2016’da eyalet seçimlerinde önemli başarı kaydeden Almanya için Alternatif Partisi (Alternative für Deutschland-AfD) kamuoyunun merceğinde. 2013 yılında kurulan bu popülist parti, avro karşıtı söylemiyle ancak yüzde 5 civarında oy alıyordu. Ancak yaşanan göçmen akını sonrası AfD’nin güçlü göçmen karşıtı söylemi, yapılan farklı anket sonuçlarına göre partiyi şimdiden yüzde 1215 oy oranına taşımış durumda. Bu oy oranı AfD’yi sadece üçüncü parti haline getirmekle kalmıyor, göçmen ve İslam karşıtı söylem siyasi sistemin içerisinde daha güçlü bir biçimde yerleşmiş oluyor. Son dönemde AB’nin sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi lokomotifi konumundaki Almanya’nın seçim sonuçları, kuşkusuz Birliğin kaderini de etkileyecek. Çisel İLERİ İKV Araştırma Müdürü 10) 6-17 Kasım: İklim Zirvesi Bu Yıl Bonn’da Toplanacak İlki Almanya’nın Bonn şehrinde 1995 yılının Mart ayında gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) Taraflar Konferansı’nın 23’üncüsü (COP 23), bu yıl 6-17 Kasım tarihleri arasında tekrar Bonn şehrinde, BMİDÇS Sekretaryasının Merkezi’nde gerçekleştirilecek. 4 Kasım 2016 tarihinde yürürlüğe giren Paris Anlaşması’nın nasıl uygulanacağı konusu tam anlamıyla netlik kazanamazken, bu yıl yapılacak COP 23 sırasında 2020 yılına kadar yapılacaklar listesinin içi- nin doldurulması gerekecek. Nitekim 2015 yılı Paris müzakerelerinde ülkelerin BM’ye sundukları ulusal katkıların (INDC), bu yüzyıl sonuna kadar 2 derece limitini aşan bir eğilimi gösterdiği açıklanmıştı. Uluslararası Enerji Ajansının 2016 raporuna göre, fosil yakıtlara yönelik dünyanın birincil enerji arzının 2014 yılında yüzde 82 gibi yüksek seyirde olduğu açıklandı. INDC’lerde de en hâkim sektörün enerji sektörü olduğu görülüyor. Dolayısıyla mevcut politikaların revize edilmesi gerektiği gerçeği güncelliğini koruyor. AB’ye aday ülke olan Türkiye, BM müzakerelerindeki özel konumunun netleşmesine yönelik girişimlerine bu yıl da devam edecek. OECD üyesi olarak, zengin ülkeler kulübünde olup gelişmekte olan ülkelere sağlanan avantajlardan yararlanmak isteyen Türkiye, gelişmekte olan bir ülke olarak iklim fonlarından faydalanmak istediğini uzun süredir açıklıyor. Türkiye ayrıca COP 26’nın ev sahipliği için resmi başvurusunu BM’ye sundu. İklim Zirvesi’nin Bonn’da yapılmasının ayrı bir önemi de Almanya’nın aynı zamanda G20 Dönem Başkanlığı’nı yürütüyor olması. 30 Kasım’a kadar devam edecek başkanlık döneminde Almanya, iklim değişikliğini ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerini gündemin en üst sıralarına yerleştirdiğini açıkladı. G20 Liderler Zirvesi’nin bu yıl 7-8 Temmuz tarihlerinde Hamburg’da yapılacağını ekleyelim. Küresel politikaların çatısı niteliğinde olan Paris Anlaşması ve yeni Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin ulusal boyuttaki sektörel değişimlere hız vermesi öngörülüyor. Nitekim düşük karbonlu ekonomiyi ve yenilenebilir enerji kaynaklarını destekleyen felsefesi ile Paris Anlaşması için AB, 2030 yılına kadar tüm sektörlerde ek tedbirleri gündemine almış bulunuyor. ■ İlge KIVILCIM İKV Uzmanı İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 33 GÖRÜŞ ABD’de Trump Dönemi: “Liberal Dünya’nın Liderliğinden Popülist Otoriterliğe” Donald Trump’ın Cumhuriyetçi adaylar arasındaki beklenmedik yükselişi ve ardından seçimleri kazanmasına neredeyse kesin gözüyle bakılan, Demokrat rakibi Hillary Clinton’u geçerek başkan seçilmesi büyük bir sürpriz oldu. Yrd. Doç. Dr. Helin SARI ERTEM İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi 34 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ A merika Birleşik Devletleri tarihindeki en ilginç başkanlık dönemlerinden birine şahitlik ediyor. Donald Trump’ın Cumhuriyetçi adaylar arasındaki beklenmedik yükselişi ve ardından seçimleri kazanmasına neredeyse kesin gözüyle bakılan, Demokrat rakibi Hillary Clinton’u geçerek başkan seçilmesi büyük bir sürpriz oldu. Dış dünya ve ABD’nin önemli bir kesimi şu anda Trump’ın sansasyonel çıkışlarla dolu yönetim şeklinin ortaya çıkardığı sancılarla baş etmeye çalışıyor. Peş peşe imzaladığı kararnamelerle iç ve dış kamuoyundan büyük tepki alan Trump’ın tek kaygısı ise milliyetçi ve muhafazakâr olarak nitelendirebileceğimiz geleneksel seçmen kitlesine, vaatlerini yerine getirme çabası içinde olduğunu ispat etmek; dolayısıyla da bu kitleler nezdindeki güvenilirliğine gölge düşürmemek. ABD kamuoyunun geri kalanı ise endişeli, çünkü Trump yönetimi icraatlarıyla ülkeyi hem bir sistem krizine sürüklüyor, hem de dış dünyanın gözündeki “liberal dünyanın temsilcisi” imajına gölge düşürüyor. Yıllardır her uluslararası krizde yüzünü ABD’ye dönerek yardım isteyen uluslararası kamuoyu artık kendisine yeni bir “kurtarıcı” bulmak zorunda. Bu kurtarıcı Almanya olabilir mi? Gelin sırasıyla bakalım. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 35 GÖRÜŞ Trump’ın ilk icraatları bir sistem krizinin kapıda olabileceğini gösteriyor. 36 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ Amerikan sistemi özgünlüğünü “denge ve denetleme” yeteneğinden almakta. “Güçler ayrılığı”nın başarılı bir örneğini sergilediği için, kısa ve öz bir anayasa ile dünya üzerinde örnek yönetim modellerinden birini teşkil ediyor. “Amerikan tipi” başkanlık sistemi yıllar içinde çeşitli hatalardan ve krizlerden çıkarılan derslerle birçok değişikliğe uğrayarak bugünkü halini almış durumda. Bu sistemde 3 temel güç olan yasama, yürütme ve yargı arasında birbirini hem dengeleyen, hem de denetleyen bir yapı var. Bu yapı içinde tek bir gücün çok baskın hale gelmesine asla izin verilmiyor. Yürütme gücünü oluşturan başkan ve kabinesi, Senato ve Temsilciler Meclisi’nden oluşan Kongre tarafından dengeleniyor ve denetleniyor. Yargıyı meydana getiren mahkemeler ve yargıçlar da benzer şekilde her iki kuvvet üzerinde denetleme gücüne sahip. Başkan federal yargıçları atasa da, onları görevden alamıyor. Federal yargıçları görevden almak tıpkı başkanı görevden almak kadar zor ve kongrenin onayını gerektiriyor. Sonuç olarak bu karmaşık sistem içinde yasama, yürütme ve yargı birbirini “dengeleyen ve denetleyen” bir güce sahip. Bu hassas yapıyı bozmak isteyen olursa bir sistem krizi kaçınılmaz ve Trump’ın ilk icraatleri bir sistem krizinin kapıda olabileceğini gösteriyor. Bunun en büyük nedeni Trump’ın, göreve gelir gelmez, mültecilere ve 7 Müslüman ülkeye (İran, Irak, Suriye, Libya, Somali, Yemen ve Sudan) yönelik tepki çeken kararnameler imzalayarak, ABD’ye bu ülkelerden girişleri askıya alması. Kamuoyunda “Muslim ban” (Müslüman yasağı) olarak öne çıkan bu kararnameler nedeniyle yüzlerce insan mağdur edildi. Bu mağduriyetler nedeniyle açılan davalar ise sistemin garantisi durumundaki federal hâkimleri devreye soktu. Trump’ın tartışmalı kararının ardından 4 farklı eyaletteki federal hâkim, Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği’nin (ACLU), ABD’deki havaalanlarında gözaltına alınan kişilerin sınır dışı edilmesinin geçici olarak durdurulmasını isteyen başvurusunu onayladı. Bu federal hâkimler, başkanlık kararnameleri de yasalara eş kabul edildiğinden, “Müslüman yasağı” olarak tanınan kararnameyi denetledi ve iptal etti. Olayı Federal Temyiz Mahkemesi’ne taşıyan Adalet Bakanlığı’nın Trump lehine bir karar çıkarma çabası ise sonuç vermedi ve Temyiz Mahkemesi de federal hâkimlerin aldığı kararı haklı buldu. Son söylemleri Trump’ın bir “ulusal güvenlik tehdidi” olarak gördüğü mülteci meselesini bu kez de Yüksek Mahkeme’ye taşıma eğiliminde olduğunu gösteriyor. Yüksek Mahkeme Trump’ın yanlış yaptığına dair kararı onaylar, buna karşın Trump imzalarında ısrarcı olursa sistem bir anayasal krizle yüzleşmek zorunda kalabilir. Ya da Trump mahkeme kararlarına uymakla birlikte, ülkedeki sistemi bir tartışma konusu haline getirip, yıpratabilir. Konunun başka bir boyutu da var. Trump’ın özellikle Suriye iç savaşı nedeniyle son yılların en dramatik ve hassas mevzularından biri olan mülteci meselesinde takındığı bu sert tutum, ABD’nin artık “liberal dünyanın liderliğini” bıraktığı yönündeki iddiaların da güçlenmesine neden oluyor. Kuzeyde Kanada Başbakanı Justin Trudeau, Trump’ın aksine göç- menleri kucaklayıcı, çok kültürlülüğü destekleyici bir tavırla öne çıkıyor. Ancak Kanada’nın takdire şayan bu hamlesinin uluslararası sistemdeki rol dağılımında anlamlı bir karşılığı yok. Gözler otomatik olarak AB’ye dönüyor. Ancak bu dönemde AB bambaşka sıkıntılardan geçiyor; varoluşunu sorguluyor. Bir yanda yükselen aşırı sağ, diğer yanda ekonomik kriz ve Brexit tartışmaları, “liberal dünyanın yeni temsilcisi” olarak AB’nin lokomotif gücü sayılan Almanya’nın öne çıkmasına neden oluyor. İngiliz The Independent gazetesi Şubat başında sadece Avrupa’nın değil, “özgür dünyanın” lideri olarak da Almanya Başbakanı Angela Merkel’i işaret etti ve “dünyanın ona ihtiyacı var” diye yazdı.1 The New York Times da geçtiğimiz Kasım ayında Merkel’i “Avrupa’nın ve Trans-Atlantik İttifak’ın son güçlü savunucusu” ilan etmişti 2. Merkel yönetimindeki Almanya, Trump’ın göçmenlere yönelik kararlarının ABD’nin uluslararası vaatleriyle örtüşmediğine dikkat çekme cesaretini gösteren ilk ülkelerden biri oldu. Merkel’e göre ABD ve Almanya kuvvetli bir işbirliği yapabilir; ancak bunun için özgürlük ve demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan onuruna saygı gibi ortak değerleri savunmaya devam etmesi gerekiyor. Merkel Trump’a, özellikle Cenevre Mülteci Sözleşmesi’ni işaret ederek, uluslararası toplumun “insani nedenlerle savaş mağduru mültecileri kabul etmesi gerektiğini” hatırlatmış durumda ve mülteciler konusunda daha hassas bir tutum bekliyor. Amerikan yasaları başkanın yetkilerini uluslararası anlaşmalar ve bunlardan doğan yükümlülükler bağlamında da denetleme hakkına sahip. Buna göre, Amerikan Temyiz Mahkemesi, ABD’nin uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlülüklerine uymayan bir kanunu veya başkanın bu yöndeki eylemlerini hükümsüz İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 37 GÖRÜŞ Almanya’nın yapabileceklerini gerçekçi bir şekilde değerlendirmek gerekiyor, çünkü Merkel’in önünde de bir takım zorluklar var. 38 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ kılacak bir gücü elinde bulunduruyor. Özellikle din ve ırk ayrımcılığı yaptığı iddiası Trump’ın elini daha önce imza atılan uluslararası anlaşmalar nezdinde bir hayli zayıflatıyor. Tüm bunlara rağmen, ABD karşısında Almanya’nın yapabileceklerini gerçekçi bir şekilde değerlendirmek gerekiyor, çünkü Merkel’in önünde de bir takım zorluklar var. Evet, Almanya hâlâ Avrupa’nın ekonomik olarak en güçlü ülkesi ve Batı’nın liberal değerlerini koruma konusunda bir hayli kararlı. Ancak Merkel’in önünde bir seçim telaşı var. Mülteci krizinin ülkesindeki yan etkilerinden oldukça etkilenmiş durumda ve bu konuda sıklıkla “Almanya için Alternatif” (Alternative für Deutschland - AfD) adlı AB karşıtı, sağcı, popülist hareketin eleştirilerine maruz kalıyor. 11 yıllık iktidarının yaşadığı yorgunluk da cabası. Kendi güvenliği için dahi büyük oranda Amerikan ordusu ve istihbaratından güç aldığı için uluslararası güvenliğe yapabileceği katkılar sınırlı ve askeri gücü, ABD’nin dünya üzerindeki askeri gücüyle kıyaslanamaz durumda. Tüm bunlar Almanya’nın, özellikle Merkel yeniden seçilirse, ABD’den boşalan “özgür dünyanın temsilcisi” rolünü ne oranda oynayabileceğini detaylıca düşünmeyi gerektiriyor. Bir de Trump’ın Obama döneminde tartışılmaya başlanmış çeşitli uluslararası anlaşma taslaklarına karşı gerçekleştirdiği son hamleler var ki bunların bir kısmı yine AB ile ilişkileri ilgilendiriyor. Trump, “Amerikan çıkarlarını” tehlikeye attıkları gerekçesiyle, uzun yıllardır devam eden bazı uluslararası üyelikler (örneğin NATO) kadar, Obama döneminde müzakere edilmeye başlanan bir takım uluslararası anlaşmalara da soru işareti ile bakıyor. Bu bağlamda ilk hedeflerinden biri Obama’nın büyük önem verdiği ancak kongre tarafından henüz onaylanmayan Trans-Pasifik Ortaklığı -TPP anlaşması oldu. Trump, Asya-Pasifik bölgesindeki 12 ülke ile ticari ilişkileri düzenleyen ve tarihteki en geniş serbest ticaret anlaşması olmaya aday TPP’yi bir kararname ile devre dışı bıraktı. Sırada, AB ile görüşmeleri 2013 yılından bu yana devam ve Türkiye’yi de yakından il- gilendiren Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması-TTIP var. Bu taslak anlaşma, temelde ABD ve AB arasında gümrük tarifelerinin ve tarife dışı engellerin azaltılması veya kaldırılması, düzenleyici alanlarda yakınlaşmanın sağlanması, hizmet ticaretinin serbestleştirilmesi, yatırımların önündeki engellerin kaldırılması, kamu alımları piyasalarının karşılıklı olarak açılması ve yatırımların önündeki engellerin yok edilmesi gibi amaçlar güdüyor. Eğer yürürlüğe girerse bu anlaşma dünya ticaretinin neredeyse yüzde 40’ını oluşturacak bir ekonomik alan yaratacak. TTIP ile, ABD ve AB’nin birbirlerine ortalamanın üstünde uyguladıkları gümrük tarifelerinin (ABD için orman ürünleri, gıda ve tekstil, AB içinse gıda, otomotiv ve orman ürünleri) aşağıya çekilerek yatırımların arttırılacağı ve ticaretin canlandırılacağı düşünülmekte. TTIP vasıtasıyla tarafların kamu ihalelerinde yerli girişimciyi kayırmasının da önüne geçilmesi hedeflenmekte ki sadece bu nokta bile Trump’ın temel itiraz alanlarından birini oluşturuyor. Hatırlarsınız Trump’ın seçim kampanyası boyunca popülerlik kazanan sloganlarından biri “Buy American, Hire American” (Amerikan Malı Al, Amerikalı Çalıştır) oldu. Dolayısıyla da Trump, ekonomide millileşme/yerelleşme mottosuyla hareket eden, ABD’nin “kurtuluşunu” ya da onun deyişiyle “yeniden muazzam bir hale gelmesini” mümkün olduğunca daha çok içe kapanarak elde edeceğini düşünen, küreselleşme karşıtı bir isim. TTIP yanlıları iki taraf arasında sağlanan kolaylıklarla yaklaşık 13 milyon kişiye iş imkânı yaratılacağını ve son yıllarda daha çok Asya’ya kayan dünya ticaretinin yeniden Atlantik bölgesine döneceğini öngörse de, Trump için bu anlaşma ABD halkının daha da fakirleşmesi demek. Anlaşma gerçekleşirse, çok uluslu şirketlerin çıkarlarının Ameri- kan toplumunun çıkarlarının önüne geçeceğini düşünüyor ve bu nedenle de “Önce Amerika” diyor. Trump’ın AB’den kopma aşamasındaki İngiltere’yleyse bir sorunu yok. AB yerine, kimlik bazında kendisini daha yakın gördüğü İngiltere ile daha çok yakınlaşma peşinde. Zaten Obama’dan kalan mirasa şiddetle karşı çıkan Trump, selefinin aksine çok uluslu anlaşmalardan ziyade, iki taraflı anlaşmaları daha faydalı buluyor. İngiltere’de yeni Başbakan ve Muhafazakâr Parti’nin lideri Theresa May de, AB’den ziyade geleneksel müttefiki ABD ile işbirliği kanallarını arttırmaya daha sıcak bakıyor. İki ülke de bu yeni dönemde AB’yi mümkün olduğunca dışladıkları, karşılıklı bir “kazan-kazan” ilişkisi içinde olmak istiyor. Meksika ve Çin’den sonra, AB’yi de hedef tahtasına koyan Trump’ın İngiltere ile planladığı bu işbirliğinde, kazandığından daha fazlasını kaybedeceğini öngörmek mümkün. Dış ilişkilere iş dünyasındaki kâr-zarar mantığı ile bakan Trump, iddia ettiği gibi ekonomik bir başarı elde etse bile, uluslararası “prestij” anlamında çok daha fazlasını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Zira ABD, “özgür dünyanın liderliği” rolünü uzun ve meşakkatli bir 20’nci yüzyılın sonunda elde etti. Liberal değerleri koruma ve geliştirmeye dayalı bu rolden bir çırpıda vazgeçmesi ondan, başka alanlarda çok şey götürebilecek; zaten yükselen Çin ile mücadele etmek zorunda kaldığı uluslararası arenada, en önemli niteliğini oluşturan “liberal demokrasiyi” kaybettiğinde bütünüyle yalnız ve “değersiz” kalabilecektir. ■ Sunny Handel, “Angela Merkel is now the leader of the free world, not Donald Trump”, The Independent, 1 Şubat 2017. 1 Alison Smale & Steven Erlanger, “As Obama Exits World Stage, Angela Merkel May Be the Liberal West’s Last Defender”, The New York Times, 12 Kasım 2016. 2 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 39 GÖRÜŞ M. Haluk NURAY İKV Brüksel Temsilcisi Uluslararası Taşımacılık Sektörümüz Adalet Divanında Hakkını Arıyor Türkiye’nin uluslararası taşımacılık sektörünün yıllardır kanayan yarası olan, AB ülkelerinin Türk TIR’larına yönelik haksız uygulamaları nihayet AB’nin en yüksek yargı organının önüne getirilebildi. G eçtiğimiz ocak ayının 19’unda, dondurucu soğuk bir Lüksemburg sabahında, güneş ışıklarını ufuk çizgisinin hemen altından, soğuğu değilse de en azından karanlığı yenmek üzere yeryüzüne ulaştırmaya çalışırken, yaklaşık yirmi kişilik küçük bir kafile, 40 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ kendileri açısından “tarihi” bir olaya şahitlik etmek üzere Avrupa Adalet Divanının tüm sadeliğine karşın temsil ettiği kavramın görkemine yakışır binasına doğru ilerliyordu. Değişik bakanlıkların üst düzey bürokratları, TOBB, TİM, UND, İKV yetkilileri ve avukatlardan müteşek- Dava’nın Konusu kil, takım elbiseli, evrak çantalı, kadınlı erkekli grubu yarı karanlıkta sokağa çıkaran sebep Türkiye’nin uluslararası taşımacılık sektörünün yıllardır kanayan yarası olan, AB ülkelerinin Türk TIR’larına yönelik haksız uygulamalarının nihayet AB’nin en yüksek yargı organının önüne getirilebilmiş olmasıydı. Davanın açılış oturumu (ki zaten bundan başka dinleyicilere açık oturumu olmayacak) sabah 09:30’da başlayacaktı. Celseden hemen önce de izleyicilere yönelik bir bilgilendirme toplantısı yapılacaktı. Grup tüm AB binalarına girişte yaşanan geleneksel arama, tarama, kimlik tespiti aşamalarını atlatıp binaya girdiğinde güneş daha yeni ufuk çizgisinin üstüne çıkmıştı. Bu yazımda sizlere işte o andan sonraki üç saatte olanları aktarmaya çalışacağım. Türkiye’nin Ulaştırma ve Lojistik sektörünün, AB ülkelerine ve AB ülkelerinden karayoluyla mal taşırken karşı karşıya olduğu çok sayıda sorun var. Bu sorunları ana başlıklar altında kısaca sıralayayım. • Bazı ülkeler, yollarından belli sayıda Türk plakalı aracın ücretsiz geçmesine izin veriyorlar. Buna kota sistemi deniyor. Haliyle, izin verilen araç sayısı (yani kota miktarı) her zaman ihtiyaçtan daha az oluyor. • Karayolu kotalarının aşılması halinde (ki mutlaka aşılıyor) Türk araçlarından değişik isimler altında ilave transit geçiş ücretleri alınıyor. • Bazı yollarda geçiş tamamen yasaklanıyor ve araçlar bir noktadan diğerine zorunlu olarak, ücreti ödenmek kaydıyla trenle taşınıyor. • Bunlar yetmezmiş gibi, zaman zaman sınırların kapatılması ve gümrük geçişlerinin yavaşlatılması gibi bir dizi beklenmeyen engel çıkarılıyor. • Türk şoförlerden talep edilen vizeler de bir başka engel oluşturuyor. Kolayca görülebileceği gibi yukarıdaki önlemlerin tamamı taşımacılığın maliyetini (ve haliyle taşınan malın nihai maliyetini de) doğrudan ya da dolaylı olarak artırıyor. Maliyet deyince de öyle az bir şey sanmayın. Kota tamamlandıktan (yani bedava geçiş belgeleri bittikten) sonra bir Türk TIR’ı, sınırı geçip Almanya’ya ulaşana kadar rakiplerine göre 800 avro fazla para ödüyor. Bu para anında takır takır tahsil ediliyor, buna doğrudan maliyet artışı diyoruz. Dolaylı artış şöyle gerçekleşiyor: Eğer geçiş ücreti ödemek istemezseniz alternatif yollar kullanmak zorunda kalıyorsunuz; eğer nadiren de olsa alternatif bir rota bulmaya muvaffak olursanız bu yol mutlaka daha uzun oluyor ve bu defa da yakıt gideriniz ve seyahat süreniz uzadığı için ek maliyetlere katlanmak zorunda kalıyorsunuz. Sektör bu konuda yıllardır üye ülkelere ve Komisyona söz konusu uygulamaların “malların serbest dolaşımını engellediği ya da kısıtladığı (üstelik de ayrımcılık yapıldığı) ve bunun da aramızdaki Gümrük Birliği’ne (ve haliyle de AB yasalarına, ilkelerine ve kurallarına) aykırı olduğu” yönünde şikâyette bulunuyor, yanlışlığın düzeltilmesini talep ediyor. Biz iddia ediyoruz ki, her ne kadar ek ödemeler, kotalar vs. kamyonlara uygulanıyor gibi gözükse de asıl engellenen kamyonun içindeki maldır. Üye ülkelerden aldığı cevap ise hep aynı: “Bu uygulamalar, malların serbest dolaşımını düzenleyen Gümrük Birliği’nin dışında kalan hizmet sektörü ile ilgilidir. Önlemler (ve maliyet artışları) mala değil, taşıma hizmetine yöneliktir. (Yani, onlara göre, kamyonlar engellenince mallar kendiliğinden yürüyüp müşteriye ulaşsalar bu sorun hiç yaşanmayacak). Üstelik de yollarımızı eskitiyor, yıpratıyorsunuz. Tabii ki bedelini ödeyeceksiniz!” Onlar açısından konunun mallarla bir ilgisi yoktu. Durumun daha da kötü ve biz teknisyenler açısından kabul etmesi daha güç olan yanı ise, kendini AB yasalarının ve ilkelerinin bekçisi olarak konumlandıran Avrupa Komisyonunun da bu görüşe katılması ve çözüm için üye ülkelerle ikili bazda müzakere yolunu göstermesi idi. Oysa biliyoruz (ve biliyorlar) ki bu uygulamaların asıl sebebi Avrupa’nın en büyük ve genç karayolu taşımacılığı filosuna sahip sektörümüzün rekabetinden çekinmeleri ve bazı ülkelerin bir kolay gelir kapısı olarak gördükleri, alıştıkları yol geçiş ücretlerinden vazgeçememeleri. Türkler AB Hukukunu Lehlerine Kullanmayı Çoktan Öğrendi Yıllardır bu tutumu sürdüren AB tarafının unuttuğu bir şey vardı: Türkler, yıllar içinde AB hukukunu kullanmayı, bu yolla hak aramayı çoktan öğrenmişti. İzninizle burada küçük bir parantez açıp Türklerin AB’de hukuk yoluyla hak arama mücadelesinin kısa bir özetini vereyim. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 41 GÖRÜŞ Geçtiğimiz yüz yılın ortasından itibaren kalabalık gruplar halinde misafir işçi olarak Avrupa ülkelerine gelen Türkler bir süre sonra Avrupa toplumlarının ilk başlarda sergiledikleri kucak açan yaklaşımlarının değişmeye başladığını gördüler. Kendilerine iş yerlerinde ve yaşam alanlarında farklı muamele edilebiliyor, ev sahibi ülke vatandaşları ile aynı haklara sahip olmaları engellenebiliyordu. Türk işçiler bu katı gerçekleri yaşayarak öğrendiler ama bu arada başka şeyler de öğrenmişlerdi. “Berlin’de hâkimler vardı”. Türkiye’nin siyasi müzakereler, diplomatik girişimlerle elde ede- Parantezi kapatıp tekrar dava gününe dönelim. Heyetimiz, genç Macar hukukçulardan oluşan bir başka grupla birlikte dava hakkında bilgilendirilince şunları öğrendik: Dava Macarca görülecekti (ne yazık ki Türkçe’ye tercüme imkânı olmayan ama diğer açılardan mükemmele yakın bir tercüme düzeneğiyle), davanın önemine binaen (üç değil) beş yargıç görev yapacaktı. Davanın hukuki ayrıntılarına burada girmem mümkün değil ama kısaca bir özet vermeye çalışayım. Bir Türk kamyonu Macaristan’da bir otoyolda geçiş belgesi olmadan trafik polislerine yakalanmıştı. Nakliye şirketi cezayı ödememiş ve konu Macar mahkemesinin önüne gelmişti. Türk tarafı cezayı ödememesi gerektiğini, çünkü cezanın aramızdaki Gümrük Birliği uygulamasına (yani AB birincil hukukuna) aykırı olduğunu iddia ediyordu. Hâkim davayı sonuca vardıramadığını, konunun kendi yetki alanını aştığını belirterek, iddiamızın doğru olup olmadığının ABAD’a sorma kararı aldı. Kendisine teşekkür borçluyuz. [Teşekkür ediyoruz çünkü daha önce Almanya’da açılan benzer bir davada Alman 42 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ medikleri haklarını hukuk yoluyla elde edebilirlerdi. Avrupalı Türkler, Avrupalılaşırken Avrupa adalet sistemini kullanmayı da öğrenmişlerdi. AB ile aramızdaki Ortaklık Anlaşması ve diğer hukuki metinler (Ek Protokoller, Ortaklık Konseyi Kararları vb.) AB hukukunun bir parçası haline gelmişti ve haklarını savunmak için mükemmel bir baz oluşturuyordu. Onlar da bu yolu kullanmaya başladılar. AB hukukunun tepe kurumu olan ABAD nezdinde 1987 yılında Demirel davası ile başlayan hak arama serisi 22 yılda 48 dava ile Avrupa’da yaşayan Türklerin çalışma, ikamet, emeklilik ve sosyal haklar konularında birçok hakkı söke söke kazanmaları ile sonuçlandı. Türkiye’de yaşayan Türkler yıllar boyunca bu davaları uzaktan, neredeyse akademik bir ilgi ile izlediler, daha doğrusu seyrettiler. Ta ki 49’uncu davaya kadar. Soysal davası olarak bilinen 2009 tarihli, vize konulu bu dava bizlere Türkiye’de yaşayan Türklerin de mahkeme yoluyla AB’de hak aramalarının mümkün olduğunu gösterdi. Kapı açılmıştı bir kere. İşte uluslararası taşımacılık sektörümüz adına UND tarafından açılan davaya giden yolun taşları böyle döşendi, kapı böyle açıldı. İdare Mahkemesinin hâkimi o noktada kendisini yetkili görerek karar vermiş ve dava aleyhimize sonuçlanmıştı.] İşte Lüksemburg’da izlediğimiz dava buydu. Adalet Divanı, TIR kotası uygulamasının malların serbest dolaşımı ile ilgili olup olmadığına karar verecek. Türk tarafının iddiasını dayandırdığı 1/95 sayılı Gümrük Birliği kararı (günlük dille) şunu diyor: miştim ama hâkimlerin kürsünün arkasındaki yüksek kapılardan salona girmeleri ve mübaşirin uyarısıyla herkesin ayağa kalkması ile başlayan seremoni yine de insanı etkiliyor. Savunma bölümündeki üç masada Türk tarafını temsilen üç, Macar hükumetini temsilen üç ve Komisyonu temsilen bir avukat yerlerini aldıktan sonra taraflar on beşer dakikalık sunum konuşmaları ile savlarını açıkladılar. İşte o noktada Türk tarafını sevindiren ilk gelişme yaşandı. Yıllardır müzakere masasında Türk tezlerine karşı çıkıp heyetlerimize kök söktüren Komisyonun avukatının görüşü Türk tezi ile tamamen aynı idi. Çok kısaca “Türk TIR’larından alınan bu geçiş ücreti AB hukukuna aykırıdır” diyordu Komisyon Hukuk Servisinin sevgili(!) avukatı. Konu diplomatik alandan çıkıp hukuk alanına girince doğruya doğru demek şart oluyordu demek ki. Komisyon temsilcisi orada şu ya da bu tarafın menfaatini savunmak için değil “gerçeği, yalnız gerçeği” söylemek için bulunuyordu. Söyledi de. Türk tarafı da sevindi. • Taraflar aralarında, sanayi ürünlerine gümrük vergisi koyamazlar. • Gümrük vergisi ile eş etki yaratacak başka önlemlere de başvuramazlar. • Taraflar arasında miktar kısıtlaması yani kota koymak yasaktır. • Kota ile aynı etkiyi yaratacak diğer önlemler de yasaktır. Yani adına kota demesen de eğer uygulama kota etkisi yaratıyorsa, o uygulamaya başvurulamaz. Mahkeme salonunda etkilenmemek mümkün değil. Özellikle de benim gibi ilk mahkeme deneyiminizse. Daha önce onlarca davayı dosya üzerinden incele- Sultan Ahmet Camii Daha sonra hâkimler savunma masalarına sorular (hem de çok güzel sorular) yönelttiler. Türk tarafı tekrar sevindi. Çünkü sorular daha çok Macar tarafına yöneltiliyordu ve savlarındaki tüm mantık boşlukları ve çelişkiler yakalanıyordu. Bir örnek vereyim. Hâkim: Bu parayı Türk TIR’ı yolunuzu eskittiği için alıyoruz dediniz değil mi? Cevap: Evet. Hâkim: Peki, aynı yoldan geçen, aynı ağırlıktaki Alman TIR’ından da aynı vergiyi alıyor musunuz? Cevap: Hayır. Hâkim: Neden, onlar yolu yıpratmıyor mu? Gerçi Türk tarafını da sıkıştırdılar ama belki de savunmamız daha tutarlı olduğu için daha az soru sordular. Nihayet savunmacılara son sözleri soruldu, tezlerini özetlediler, Komisyon avukatı bizim lehimize olan görüşünü iki cümleyle tekrar etti ve davamızın ilk oturumu sona erdi. Sorgu hâkimi (ya da savcı) makamındaki hukukçu görüşünü 6 Nisan’da açıklayacak. Gerekçeli kararın ise yıl sona ermeden açıklanması bekleniyor. Dava nasıl sonuçlanır diye sorarsanız cevabım şu olur: Belli olmaz. Son karar henüz verilmiş değil. Ben sadece hukuk- çu olmayan birinin gözüyle ilk mahkeme deneyimimi sizlere aktarmaya çalıştım. Benim teknik hukuki bilgim ve geçmiş dava dosyalarından edindiğim tecrübe davayı kazanma şansımızın kaybetme ihtimalinden daha yüksek olduğunu söylüyor. Ama ABAD sisteminin işleyiş dinamiklerini tam olarak bilmiyoruz. Mahkeme “bu Türkler çok oluyor artık, bu işin sonu nereye varacak; böyle giderse Türkler tam üyeliği de dava mahkeme yoluyla kazanacak; biri onları durdursun” der mi bilemiyorum. Be- nimki belki de kazanma arzumun yarattığı yersiz bir umut ya da hâkimlerin sorgulama esnasındaki tonlamalarının yarattığı gereksiz bir iyimserlik de olabilir. İzlemeye devam edeceğiz. Umarım bu defa kazanan biz oluruz ama kazanamazsak dahi Komisyonun kürsünün önünde resmen açıkladığı görüşü bizim açımızdan AB ile aramızdaki bitmek bilmeyen müzakerelerde ciddi bir kazanım olacaktır. Binadan çıkışta ise bizi günün tatlı sürprizi bekliyordu. Rehberimiz bizi girdiğimizden farklı bir kapıdan çıkaracağını söyleyerek binanın gerçekten muhteşem ana çıkışına yönlendirdi ve hepimizi memnun eden şu bilgiyi verdi. Binanın mimarı Sultan Ahmet Camii’ni görmüş ve çok beğenmiş, caminin ışıklandırma sistemini (avize demeye dilim varmıyor) neredeyse bire bir ABAD’ın girişinde kullanmıştı. Çıkışta güneş neredeyse en yüksek noktasına ulaşmıştı ama tahmin edebileceğiniz gibi, yüzlerimizdeki gülümsemenin sebebi sadece güneşin aydınlığı değildi. Hepimizin ortak duygusunu şöyle ifade edeyim: Mahkemede geçen bir gün ancak bu kadar güzel olabilirdi! ■ Avrupa Birliği Adalet Divanı İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 43 D OSYA Deniz SERVANTIE İKV Uzman Yardımcısı Malta AB Konseyi Dönem Başkanlığı’nı Devraldı 1 Ocak 2017 tarihinde Malta, AB Konseyi Dönem Başkanlığı’nı Slovakya’dan devraldı. 2004 yılında AB üyesi olan, 2007 yılında Schengen Bölgesi’ne entegre olan ve 2008 yılında Avro Alanı’na dâhil olan Malta, ilk kez AB Konseyi Dönem Başkanlığı’nı yürütme görevini üstleniyor. 44 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ T oplam 420 bin nüfusu ile AB’nin en küçük üye ülkesi olan Malta, Kuzey Afrika’dan AB’ye giden göç akınlarının kontrol edilmesi açısından önemli bir transit merkezi konumunda. Malta ekonomisine bakıldığında, ülkenin başlıca gelir kaynaklarının turizm, ticaret ve finans hizmetlerinden oluştuğu görülüyor. Konsey Dönem Başkanlıkları arasında koordinasyon sağlamak amacıyla Lizbon Antlaşması ile oluşturulan Trio/ Üçlü Başkanlık; Hollanda, Slovakya ve Malta’dan oluşuyor. Malta, 30 Haziran 2017 tarihine kadar yürüteceği AB Konsey Başkanlığı görevini Estonya’ya devredecek. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 45 D OSYA Göç krizi konusunda Malta, üye ülkeler tarafından kabul edilen düzenlemelerin yürürlüğe koyulmasına öncelik veriyor. Malta’nın 2017 Dönem Başkanlığı’nın Öncelikleri Malta’nın AB Konsey Dönem Başkanlığı öncelikleri şu şekilde: • Göç Krizi • Tek Pazar • Güvenlik • Sosyal Kapsayıcılık • AB’nin Komşuları • Denizcilik Göç Krizi Söz konusu alanda Malta’nın başlıca önceliği, halen üye ülkeler tarafından kabul edilen düzenlemelerin yürürlüğe koyulması olarak belirlendi. Bu çerçevede Malta, AB vatandaşlarının isteklerinin dikkate alınmasının gerektiğini ve AB’nin bu konuya acilen 46 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ odaklanmasının şart olduğuna işaret ediyor. Hedefler • Ortak Avrupa İltica Sistemi’nin güçlendirilmesi ve üye ülkeler arasında göç paylaşımının daha adil bir şekilde gerçekleştirilmesi, • Üye ülkelerin sorumluluklarını belirleyen Dublin Sözleşmesi’nin yeniden masaya yatırılması, • Avrupa İltica Destek Ofisi’nin işlevsel bir Avrupa ajansına dönüştürülmesi ve Ortak Avrupa İltica Sistemi’nin reformuna dâhil edilmesi, • Yeniden yerleşmeye ilişkin kuralların yürürlüğe koyulması ve bu alandaki eylemlere devam edilmesi. • Tüm AB vatandaşları için enerji kaynaklarına erişimin sağlanması, • Diğer bir AB üye ülkesine ziyarette bulunan tüketicilerin ses ve görsel internet kaynaklarına erişimlerinin sağlanması, • Dijital televizyon ve kablosuz mikrofonlar için kullanılan yüksek hızlı 700 MHz bantın ve kablosuz hizmetlerin temin edilmesi ile 5G’ye geçişin sağlanması. Güvenlik AB’de son zamanlarda yaşanan terör saldırıları Malta Dönem Başkanlığı tarafından dikkate alınan diğer bir sorun olarak görülüyor. Bu çerçevede AB vatandaşlarının etkin güvenliğinin sağlanması, AB’nin öncelikleri arasında yer aldığı belirtiliyor. Bu kapsamda Malta Dönem Başkanlığı döneminde somut önerilerde bulunulacağı, Avrupa Dış İlişkiler Servisi ile birlikte çalışılacağı ve etkin bir diplomasi kurulacağı ifade ediliyor. Hedefler Malta göç krizi kapsamında bütünsel bir yaklaşımı benimsiyor. Bu çerçevede göçe ilişkin Valletta Zirvesi’nde kabul edilenlerin takibinin devam edeceği açıklanmakla beraber, Avrupa Dış Yatırım Planı kapsamında Afrika ve komşu bölgelerde sürdürülebilir kalkınmanın teşvik edilmesi, göçün temel nedenlerinin ele alınması hedefleniyor. Tek Pazar Malta, Tek Pazar’ın AB’nin en önemli kazancı olduğuna inanıyor. Bu alanda Dijital Tek Pazar’ın geliştirilmesi ve enerji iç pazarının tamamlanmasının önemi üzerinde duruluyor. Büyüme ve istihdamın sağlanmasının tüm AB üye ülkeleri ve AB geneli için bir öncelik olduğu ifade ediliyor. Bu çerçevede Stratejik Yatırım için Avrupa Fonu’nun finansal kapasitesinin artırılması hedefleniyor. Ayrıca ülkenin Sermaye Piyasaları Birliği’ne daha fazla odaklanacağı da belirtiliyor. Hedefler • Avrupa çapında roaming ücretlerinin kaldırılması, • Diğer bir AB ülkesinden ürün ve hizmet satın alan tüketicilerin herhangi bir ayrımcılığa maruz kalmamasının sağlanması, • KOBİ’ler için AB mevzuatı üzerine daha fazla odaklanılması ve Sermaye Piyasaları Birliği çerçevesinde fon kaynaklarının sağlanması, • Enerji Verimliliği paketinin yeniden gözden geçirilmesi, • Teröre karşı etkin bir mücadeleye devam edilmesi, • AB dış sınırlarında hâlihazırda yürütülen çalışmalarda ilerlemenin kaydedilmesi ile beraber bir AB Seyahat Enformasyon ve Otorite Sistemi’nin (EU Travel Information and Authorisation System, ETIAS) kurulması, • Avrupa Kamu Savcı Ofisi’nin (European Public Prosecutor’s Office) kurulmasına ilişkin somut adımların atılması, • Sınırlar arasında daha koordineli bir biçimde, cezai hukuk alanında işbirliğinin sağlanması için Eurojust’ın yönetişiminin sağlanması. Sosyal Kapsayıcılık Bu alanda; sosyal ortaklar, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşlar ile çalışmaların yürütüleceği, toplumsal cinsiyet eşitliği, azınlıklar ve diğer etkilenebilir grupların haklarının sağlanmasına yönelik adımların atılacağı açıklanıyor. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 47 D OSYA Ada ülkesi Malta, denizciliği öncelik alanı olarak belirlemiş durumda. Hedefler AB’nin Komşuları • Kadınların istihdama katılımının artırılması hedefi dikkate alınarak borsalarda işlem gören şirketlerin müdürlük mevkilerinde toplumsal cinsiyet eşitliği dengesinin sağlanması, • Cinsiyet kaynaklı şiddet ile mücadeleye devam edilmesi hedefi dikkate alınarak bu alanda en iyi uygulamaların ve bilgi paylaşımının teşvik edilmesi, • LGBT konularında bakanlar düzeyinde bir konferansın düzenlenmesi. AB’nin güvenliği ve iktisadi gelişiminin, komşularındaki mevcut duruma bağlı olduğu belirtiliyor. Bu çerçevede Akdeniz’in güneyinde bulunan ülkelerin silahlı çatışma, terör, siyasi istikrarsızlık ve radikalleşme gibi ciddi sorunlarla karşı karşıya oldukları ifade edilerek, komşu bölgelerde istikrarın pekiştirilmesi için önerilerde bulunacağı açıklanıyor. Ayrıca AB’nin küresel stratejinin de bu açıdan önemli bir referans olacağı üzerinde duruluyor. Hedefler • Başta Libya’nın istikrarı olmak üzere 48 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ • Başta Rusya ve Ukrayna olmak üzere AB’nin doğusunda bulunan komşu ülkelerle işbirliğinin sağlanması. Denizcilik Bir ada ülkesi olarak Malta, son öncelik alanını denizcilik olarak belirlemiş durumda. AB’nin önümüzdeki dönemde deniz ve okyanuslara daha da bağımlı olacağı ve buna binaen AB Entregre Denizcilik Politikası çerçevesinde denizcilik sektörünün sürdürülebilirliği ve gelişmesinin devamı üzerinde duruluyor. Mavi Büyüme Girişimi (Blue Growth Initiative) kapsamında istihdam olanaklarının sağlanmasına da atıfta bulunuluyor. Hedefler • Uluslararası Okyanus Yönetişimi kapsamında uluslararası okyanus yönetişim çerçevesi ve okyanusların sürdürülebilirliğinin sağlanması için daha etkin, kapsamlı ve uyumlu bir AB politikasının geliştirilmesi, • 2017 yılının başında Batı Akdeniz Havza Girişimi’nin başlatılması. • • • • Malta Dönem Başkanlığı ve Türkiye’nin Üyelik Müzakere Süreci Türkiye-AB ilişkileri açısından Malta Dönem Başkanlığı sırasında, mülteci uzlaşısının devamı ile Gümrük Birliği’nin güncelleşmesini öngören müzakerelerin başlanmasının en önemli gündem maddelerini oluşturacağı dile getiriliyor. Gümrük Birliği müzakereleri çerçevesinde atılacak adımların, Türkiye-AB ticaretine olumlu bir şekilde yansıyacağı bilinmekle beraber bu adımlar, taşımacılık kotaları gibi süregelen sorunların aşılması adına dikkate alınması gereken bir fırsat olarak görülüyor. Mülteci uzlaşısı konusunda, taraflar arasında Mart 2016’da varılan mutabakatın devam edeceği ve bu ortaklığın pekiştirilmesi için yeni alanların inceleneceği ifade ediliyor. Bu konulara ek olarak Kıbrıs sorununun çözümünü kolaylaştırmak için Malta’nın gerekli adımları atması ve Türkiye ile istişare halinde olması bekleniyor. ■ AB’nin güney komşularına odaklanılması, İsrail ve Filistin arasındaki Ortadoğu Barış Süreci’ne ilişkin AB’nin ve uluslararası barış çabalarının desteklenmesi, Tunus’ta demokratik bir sürecin sağlanması ve AB ile Tunus arasındaki ticaret müzakerelerindeki ivmenin korunması, Suriye krizine ilişkin AB’nin çabalarına ve uluslararası çabalara katkıda bulunulması, AB ve Arap Birliği arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi ve Körfez İşbirliği Konseyi ile ilişkilerin yeniden canlandırılması, İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 49 MALTA GÜN DGÜNDEM EMD D OSYA EN MALTA CUMHURİYETİ PARLAMENTER CUMHURİYET YÖNETİM ŞEKLİ MALTAAB İLİŞKİLERİ 1964 1970 1990 1996 1998 2000 2004 2007 2008 2017 Malta bağımsız bir devlet oldu. AET ve Malta arasında Ortaklık Anlaşması imzalandı. Malta AB’ye üye olmak için başvuruda bulundu. Malta’da AB karşıtı olan İşçi Partisi’nin genel seçimleri kazanmasıyla AB ile ilişkiler askıya alındı. Malta’da Muhafazakâr Parti’nin genel seçimleri kazanmasıyla AB adaylığı tekrar gündeme geldi. Malta ile AB arasındaki üyelik müzakereleri başladı. AB üyesi oldu. Schengen Alanı’na entegre oldu. Avro Alanı’na dâhil oldu. AB Konseyi Dönem Başkanlığı’nı Slovakya’dan devraldı. 429.344; bin; AB nüfusunun %0,1’i. NÜFUS Maltaca İngilizce DİL ENDÜSTRİ Oldukça ufak bir ada ülkesi olan Malta’da önemli endüstriyel tesisler bulunmamasına rağmen, ülkedeki en önemli endüstriyel sektörler gıda ve tekstil sektörlerinden oluşmaktadır. 2015 yılında GSYH bazında Malta ekonomisinin sadece yüzde 11,4’ü endüstri sektöründen oluşmaktaydı. 50 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ € 1 Ocak 2018 tarihinden itibaren para birimi olarak avro kullanılmaya başlamıştır. Avro resmi para birimi olarak yerini almadan önce kullanılan para birimi Malta Lirası’ydı. PARA BİRİMİ ULAŞTIRMA • Malta’da toplam 2.227 km’lik bir karayolu ağı bulunmakta ve böylece adadaki karayolu altyapısı bakımından AB’nin km başına en yoğun nüfusu Malta’dadır. • Denizcilik sektöründe dünyada önemli bir konumda olan Malta, AB’de Yunanistan’dan sonra ikinci en büyük ticaret filosuna sahip ülkedir. Sicile kayıtlı gros ton olarak ise 45 milyon ton ile dünyanın yedinci en önemli ticaret filosuna sahiptir. Valletta toplam 315 km2 YÜZÖLÇÜMÜ EKONOMİ* • GSYH: 9,250 milyar avro (2015) • Kişi Başı GSYH: 21.400 Avro (2015) • GSYH artışı: %7,4 (2015) • Kamu borcu/GSYH: %64 (2015) • Bütçe Dengesi/GSYH: % -1,4 (2015) • Enflasyon: %0,9 (2015) • İşsizlik: %4,8 (2016) • İhracat: 2,5 milyar avro (2016) • İthalat: 5,2 milyar avro (2016) • İş yapma endeksi: 190 ülke arasında 76’ıncı sırada (Dünya Bankası, Haziran 2016) * Bilgiler Eurostat’tan alınmıştır. İKLİM Ülke iklimi, genellikle ılımandır. Yağmur şiddetli yağar ancak çok kısa sürer. Kar, fırtına ve sis ülkede hiç bilinmeyen kavramlardır. Kasımdan nisana kadar ortalama 14 oC’lik sıcaklık yaşanır. Mayıstan ekime kadar ortalama 32 oC’lik yaz sıcaklığı hüküm sürer. En sıcak aylar temmuz ortasından eylül ortasına kadardır. 1 Ocak 2017 tarihinde AB Konseyi Dönem Başkanlığı’nı üstlenen Malta, yüzölçümü ve nüfus olarak AB’nin en küçük üyesidir. Malta ayrıca eski İngiliz sömürgesi olarak İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth of Nations) üyesidir. • • • • • • AB’nin istatistik birimi Eurostat’ın 2014 yılı verilerine göre Malta, AB’de en uzun yaşam süresine sahip üye ülkedir. Kadınlar 84,2 yaşına kadar, erkekler ise 79,8 yaşına kadar yaşamaktadır. AB’de trafik kazası nedeniyle en düşük ölüm oranı Malta’dadır. AB’de en yüksek turizm yoğunluğu kişi başına 21 geceyle Malta’dadır. AB’de en yüksek nüfus yoğunluğu kilometre başına 1352,4 kişiyle Malta’dadır. Malta halkının yüzde 98’i Katolik Kilisesi’ne mensuptur. Malta dili, Arapça kökenli olup Latin alfabesi ile yazılan bir dildir. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 51 D OSYA Brexit için Parlamento Onayı Gerekiyor Britanya Başbakanı May’in açıkladığı Brexit Stratejisi’nin etkileri sürerken, Temyiz Mahkemesi tartışmalara son noktayı koydu ve Brexit süreci için Parlamento kararı şartını onadı. Brexit tasarısının sunulmasıyla gözler Parlamentoda... Emre ATAÇ İKV Uzman Yardımcısı 52 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 2 3 Haziran 2016 tarihinde Britanya halkının yüzde 52’sinin AB üyeliğinden ayrılma yönünde oy kullanmasının üzerinden neredeyse yarım yıl geçti; fakat Brexit süreci, 2017 yılının başında hâlâ dünya gündemini meşgul eden konuların başında geliyor. Brexit süreci son olarak, Temyiz Mahkemesi’nin AB’den ayrılma müzakerelerine başlamak için Parlamentonun onayının şart olduğuna dair kararıyla ön plana çıkıyor. Bilindiği üzere, Başbakan Theresa May’in başında olduğu hükümet bunun aksi bir görüş savunuyordu. Temyiz Mahkemesi, verdiği bu karar ile referandum sonucunu yok saymasa da, Britanya’nın AB’den nasıl ayrılması gerektiğini belirlemiş oldu. Peki, bundan sonra Britanya Lizbon Antlaşması’nın AB’den ayrılmayı düzen- leyen 50’nci Maddesi’ni müzakerelere başlamak için nasıl harekete geçirecek? Temyiz Mahkemesinin Kararı: Brexit için Parlamento Oylaması Gerekiyor Hatırlanacağı üzere, Britanya Başbakanı Theresa May AB ile ayrılık müzakerelerini başlatacak Lizbon Antlaşması’nın 50’nci Maddesi’nin devreye alınmasının kendi inisiyatifiyle olacağını ileri sürerken, Gina Miller adlı İngiliz iş kadını ile Dier Dos Santos adlı berber 50’nci Madde’nin devreye alınabilmesi için Parlamento kararı gerektiği iddiasıyla hükümeti dava etmişti. Yüksek Mahkeme 3 Kasım 2016 tarihinde Miller ve Santos’un tezleri lehinde karar vererek, AB’den ayrılma süreci başlatılma- dan konunun milletvekillerinin oyuna sunulması gerektiğine hükmetmişti. Hükümet ise kararı Temyiz Mahkemesine taşımıştı. Britanya Başbakanı Theresa May AB üyeliğinin sona erdirilmesinin Parlamentonun oyuna sunulmasını reddetmişti. May, Lizbon Antlaşması’nın 50’nci Maddesi doğrultusunda yapılacak olan Brexit tarihi ile ilgili görüşmelerin hükümetin yetki alanına girdiğini söylemişti. Britanya Hükümeti, bu görüşmeleri İngiliz hukuk geleneğinde “kraliyet ayrıcalığı” olarak yorumlarken bunun için Parlamentodan onay almak zorunda olmadıklarını ileri sürüyorlardı. 19’uncu yüzyıldan kalan karar, dış ilişkiler, savunma ve milli güvenlik konularında Parlamento onayı almadan hareket edilebilmesine izin veriyor. Temyiz Mahkemesi, 24 Ocak 2017 tarihinde hükümetin Brexit ile alakalı temyiz başvurusuyla ilgili merakla beklenen kararını açıkladı. Mahkeme, hükümetin temyiz başvurusunu reddederek AB’den ayrılmaya ilişkin resmi sürecin başlayabilmesi için önce Parlamento- nun bu konuda bir yetki kanunu çıkarması gerektiğine karar verdi. Böylece Mahkeme, Brexit konusunda son sözün kime ait olduğuna karar vermiş oldu. Bu karar karşısında Başbakan Theresa May Brexit sürecini Parlamentonun onayı olmadan başlatamayacak. Mahkeme, referandumda çıkan “hayır” sonucunun yerine getirilmesinin İngiliz Anayasa Hukuku’nda ancak kanun ile olabileceğini vurguluyor. Böylece Mahkeme, Yüksek Mahkemenin Gina Miller’in açtığı dava üzerine vermiş olduğu karardaki argümanları da ayrıca onaylamış oluyor. Kararda öne çıkan bir diğer ayrıntı ise İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda Parlamentolarında Brexit ile alakalı bir karar alınmasına gerek olmadığına hükmedilmesi. Böylece İskoçya ve Kuzey İrlanda, büyük oranda AB’de kalma yönünde oy vermiş olmalarına rağmen, Brexit’e kendi Parlamentolarında hayır deme imkânları olmayacak. İskoçya’nın yeniden Britanya’dan ayrılmak için referandum yoluna gidip gitmeyeceği daha doğrusu Britanya’nın bir bütün olarak devam edip edemeyeceği ise belirsizliğini koruyor. Brexit Yasa Tasarısı Parlamentoda Neticede Temyiz Mahkemesinin kararı son derece önem arz ediyor. Bu durum, AB’den ayrılma sürecinin ve bunun şartlarının Parlamento tarafından yeniden müzakere edilmesi anlamına geliyor. Avam ve Lordlar Kamarası üyelerinin halkın ayrılma iradesine saygı duymaları ihtimali ağırlıkta olsa da en azından AB’den ayrılmanın şartlarının ve tüm sürecin yeniden masaya yatırılması gerekecek. Buna karşılık, kararın, hükümetin açıkladığı mart ayında AB’den çıkma sürecini başlatma planı üzerinde pek bir etkisi olmayacağı ifade ediliyor. Zira hükümet gerçekten hızlı hareket ederek Britanya’nın AB’den ayrılma sürecini resmen başlatacak olan 50’nci Madde’nin işletilmesi yetkisinin hükümete devredilmesini öngören yasa tasarısını 26 Ocak 2017 tarihinde Parlamentoya sundu. Britanya Hükümeti böylece Temyiz Mahkemesinin kararına uymak adına söz konusu tasarıyı Parlamentoya göndererek AB’den ayrılma süreci için ilk adımını atmış oldu. “AB Yasası” olarak da adlandırılan Brexit yasa tasarısı, Parlamentonun alt kanadı Avam Kamarası’nda başlayan komisyon görüşmelerinin ardından 8 Şubat’ta oya sunuldu. Parlamentoda yapılan oylamada, milletvekilleri büyük bir çoğunlukla hükümete ülkenin AB’den ayrılma müzakerelerine başlama yetkisi verdi. İlgili yasa tasarısı Avam Kamarası’ndaki oylamada 122’ye karşı 494 oyla kabul edildi. Bu süreçte Başbakan May’in İşçi Partisi’nin talepleri doğrultusunda detaylı bir AB’den ayrılma raporu (white paper) açıkladığı da belirtilmeli. Bu nedenle, hükümetin AB’den ayrılma siyasetinin Parlamentoda daha şeffaf ve uzlaşmacı şekilde tartışıldığı sonucuna da varılabilir. Öte yandan, Başbakan Theresa May’ın Britanya’nın AB’den ayrılmasıyla ilgili resmi açıklamayı yapabilmesi için Parlamentonun her iki kanadının da onay vermesi gerekiyor. Yasa tasarısı gelecek günlerde Lordlar Kamarası’nda görüşülecek. Lordlar Kamarası’nda yasada herhangi bir değişiklik istenirse metin yeniden Avam Kamarası’na gönderilecek ve görüşülüp oylanarak lordlara iade edilecek. Lordların değişiklik talepleri devam ettiği sürece tasarı iki kanat arasında gidip gelmeye devam edecek. Lordların onayını alması halinde tasarı son onay ve yürürlük için kraliçeye sunulacak. Tasarının mart ayına kadar Britanya Parlamentosunun onayından geçmesi bekleniyor. Bu kararın Parlamentodan geçmesine bağlı olarak, mart ayında Britanya, AB’den ayrılma sürecini başlatacak başvuruyu resmi olarak yapabilecek. Başbakan May, AB Yasa Tasarısı’nın zamanında kabul edilmesini başarır ve planladığı gibi mart ayında AB’den ayrılma sürecini başlatabilirse, bundan sonraki süreci Britanya Hükümeti’nin İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 53 D OSYA Başbakan Theresa May, Brexit sürecini Parlamentonun onayı olmadan başlatamayacak. Mahkeme, referandumda çıkan “hayır” sonucunun yerine getirilmesinin İngiliz Anayasa Hukuku’nda ancak kanun ile olabileceğini vurguluyor. 54 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ üyelikten ayrılmanın koşullarını belirleyecek olan bir anlaşma için AB ile müzakerelerde izleyeceği stratejiyi belirleyecek. Bu nedenle, Britanya hükümetinin AB ile müzakerelerde ulaşması amaçladığı hedeflere daha yakıdan bakmakta fayda var. Sert Brexit’e Doğru: Hükümetin 12 Maddeli AB’den Ayrılma Stratejisi Britanya Başbakanı Theresa May ise uzun süredir merakla beklenen ülkesinin Brexit stratejisini 17 Ocak 2017 tarihinde gerçekleştirdiği bir konuşma esnasında açıkladı. Strateji, AB ile müzakerelerde ulaşılması amaçlanan 12 hedeften oluşuyor. Bu hedefler arasında İngiltere ve İrlanda arasındaki ortak seyahat alanını korumak, Ortak Pazar’dan çıkarak AB ile tarife dışı ticaret ve gümrük anlaşması yapmak, Avrupa’yla emniyet ve istihbarat paylaşımını sürdürmek ve İngiltere’deki AB vatandaşlarının göçmenlik haklarıyla, AB içindeki İngiltere vatandaşlarının göçmenlik haklarını kontrol etmek bulunuyor. Theresa May’in konuşması, Britanya’nın ne tür bir Brexit anlaşması yapılacağının açıklığa kavuşması açısından önem taşıyor. Konuşmanın şüphesiz en dikkat çeken noktası, ticari ilişkilerin nasıl işleyeceğiydi. Başbakan May’in açıkladığı 12 maddelik AB’den ayrılma stratejisinin ana eksenini AB üyeliği ile birlikte Ortak Pazar’dan da çıkılması oluşturuyor. Geçen yılın haziran ayında AB referandumundan çıkan ayrılık kararını uygulamak konusunda kararlı olduğunu belirten May, Avrupa ile kapsamlı bir serbest ticaret anlaşmasını hedefliyor. Britanya’nın bu kararının altında ise iki temel sebep yatıyor: Öncelikle Britanya, içerisinde söz hakkı olmayan bir birliğin hazırladığı ortak pazara ilişkin düzenlemelerin bir parçası olmak istemiyor. AB’nin ticari ve ekonomik düzenlemelerinden ve kısıtlamalarından muaf olmak istiyor. Dahası küresel ekonomik büyüme içerisindeki payını giderek artıran gelişmekte olan piyasa ekonomileriyle bağımsız karşılıklı serbest ticaret anlaşmaları imzalayabilmek istiyor. Çünkü mevcut AB Ortak Pazar düzenlemeleri, üye ülkelere münferit üçüncü ülkelerle karşılıklı serbest ticaret anlaşması imzalama hakkı tanımıyor. Dolayısıyla, bu süreçte Britanya’nın başta AB ile olmak üzere bir dizi serbest ticaret anlaşması imzalaması hedefleniyor. AB ile imzalanacak olan dışında, AB’nin daha önce imzaladığı 60’ın üzerindeki serbest ticaret anlaşmasına da ayrıca odaklanılacak. Bunlara ek olarak da tamamen yeni birkaç serbest ticaret anlaşması imzalanması için çaba gösterilecek. ABD, Yeni Zelanda, Türkiye ve Avustralya gibi ülkeler bu son listede yer alıyorlar. Nitekim Theresa May’in 27 Ocak 2017 tarihinde Vaşington’daki temaslarında ABD ile bir serbest ticaret anlaşması imzalanması için şimdiden hazırlıklara başlanmasına ilişkin bir anlayış birliği oluştu. Theresa May’in Vaşington’un ardından Ankara’yı ziyaret etmesini de bu yeni stratejinin bir adımı olarak görmek yerinde olur. Ziyaret, Türkiye ile Britanya arasında savunma sanayii alanında önemli bir anlaşmanın imzalanmasıyla sonuçlandı. Bununla beraber, May’in konuşmasını sadece Britanya’nın AB’den ayrılma stratejisi gibi okumak oldukça yetersiz olur. Zira May’in konuşması, Brexit sonrası Britanya’nın küresel rolünü şekillendirme çabalarının önemli bir adımı. Britanya, Brexit sonrası küresel ticaret ve güvenlik ortaklıklarının altyapısını şimdiden oluşturmanın hazırlığı içinde. Bu kapsamda May’in konuşması son derece kapsamlı ve özenle düşünülmüş. Peki, Britanya Brexit sonrasında nasıl bir küresel rol hedefliyor? Brexit Sürecindeki Britanya’nın Küresel Rol Arayışı Hatırlanacağı üzere, Britanya’da Dışişleri Bakanı olarak görev yapan muhafazakâr siyasetçi Boris Johnson, Brexit süreci ardından belirsiz günler yaşayan ülkesinin dış politikası hakkında 2 Aralık 2016 tarihinde ünlü Londra merkezli düşünce kuruluşu Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde (Chatham House) önemli bir konuşma yapmıştı. “Küresel Britanya: Brexit Çağında Birleşik Krallık Dış Politikası” (Global Britain: UK Foreign Policy in the Era of Brexit) başlıklı bu konuşma, yeni dönemde Britanya’nın Theresa May başbakanlığında ve Muhafazakar Parti (Conservative Party) hükümetinde izleyeceği politikalara ışık tutan bazı bölümler içeriyor. Johnson’a göre, dünyanın son yıllarda oldukça karmaşık bir hale gelmesi tehlikesi karşısında Britanya’nın geçmişte olduğu gibi küresel sorumluluklar üstlenmesi, uluslararası düzen açısından oldukça faydalı hale gelebilir. Bu konuda ülkesinin yaptıklarını tarihten ve günümüzden örneklerle açıklayan Johnson, Britanya’nın hâlihazırda küresel ekonomi ve siyasal istikrar açısından çok kritik roller oynayan bir ülke olduğunu belirtiyor. Konuşmadaki en önemli husus ise Brexit kararının ardından Britanya’nın içe kapanan değil, farklı coğrafyalarda daha atak bir dış politika izleyeceğinin belirtilmesi. Dünya halklarının gözünde Britanya’nın çok etkili ve dünyaya hâlâ liderlik edebilecek bir ülke olduğunu iddia eden Dışişleri Bakanı, küresel bir ülke olan Britanya’nın kendi döneminde küresel bir dış politika izleyeceğini söylüyor. Bu küresel anlayışın, hem Britanya, hem de dünyanın çıkarlarına uygun olduğunu iddia ediyor. Britanya’nın küresel bir dış politika izlemesinin gerekliliği konusunda Johnson’ın savunduğu en önemli bir tez ise, dünyada ticaretin hiç olmadığı kadar arttığı bu çağda, Britanya’nın serbest ticarete önderlik etmesinin küresel bir sorumluluk olduğu. Dışişleri Bakanı, bunun dünya üzerindeki halkların ve özellikle de fakir kesimlerin hayatlarını daha iyi hale getirebileceğini iddia ediyor. Brexit’in korumacılık veya içine kapanma kararı olmadığını ve bu süreçte ülkesinin dünyanın farklı coğrafyalarında serbest ticareti AB çatısı altında olmadan daha güçlü ve yoğun şekilde teşvik edebileceğini belirten Johnson’ın Brexit sonrası ekonomik kazançlar ya da kayıplardan ziyade Britanya’nın AB’den bağımsız ticaret politikası belirleme şansını yakalayacak olmasının önemini vurguluyor. Gerek Boris Johnson’un gerekse Başbakan Theresa May’in açıklamalarına bakıldığında, Brexit sonrası Britanya’nın amacının daha çok dünya geneline yayılmış bir serbest ticaret ülkesi olmak istediği anlaşılıyor. Fakat her ne kadar ortak pazardan ayrılmanın ve yeni serbest ticaret anlaşmaları imzalamanın avantajları olsa da, hem Britanya hem AB açısından çok sayıda risk ve belirsizliği de içerisinde barındırıyor. Britanya’nın almış olduğu AB’den çıkış kararı, özellikle dış ticarette bağımsız bir politika izlemesinin önünü açacak ama bugün AB’nin 60’ın üzerinde ülke ve ülkeler grubu ile imzalamış olduğu ticaret anlaşmalarından da ayrılması ve söz konusu ülkeler ile yeni anlaşmalar imzalamak için tekrar müzakere etmesi gerekecek. Serbest ticaret görüşmeleri, Brexit için öngörülen 2 yıldan uzun sürebilir. AB bazı sektörleri ya da ürünleri olası ticaret anlaşması dışında tutabilir. Ülkenin Ortak Pazar’dan ayrılması ve serbest ticaret anlaşmasının iki yıl içerisinde tamamlanamaması halinde, birçok sektörde Avrupa ile ticaret yapan şirketlerin farklı gümrük tarifeleri ile karşılaşması mümkün. Bunun uzun vadede ürün ve hizmet maliyetlerine yansımasından ve Britanya’nın uluslararası rekabet gücünün azalmasından endişe ediliyor. ■ İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 55 E KONOMİ MASASI AB Ekonomisi Dalgalı Denizlerde Seyrine Devam Ediyor Geçtiğimiz yıl AB ekonomisi, gerek dünyada gerek AB’de ekonomik ve siyasi birçok sorunla karşı karşıya kaldı. Bu zorluklara göğüs germeyi başaran AB, gösterdiği ekonomik performansla gelecek dönem beklentilerini de yükseltti. Sema GENÇAY ÇAPANOĞLU İKV Kıdemli Uzmanı 56 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ A vrupa Komisyonunun son yayımladığı Kış Dönemi Ekonomik Tahmin Raporu’nda da belirtildiği gibi AB, geçen yıl olumsuz küresel gelişmelere karşı dayanıklılık gösterdi. AB’de ekonomik toparlanmanın bu yıl ve önümüzdeki yıl da sürmesi bekleniyor. Yaklaşık 10 yıldır ilk defa, bütün üye ülke ekonomilerinde 2016-2018 döneminde büyüme bekleniyor. GSYH Avro Alanı’nda art arda 15 çeyrek dönem artış gösterdi. İstihdam artışı gücünü sürdürürken işsizlik oranı da kriz öncesi dönemdeki seviyeleri yakalayamamasına rağmen azalmaya devam ediyor. Özel tüketim ise büyümenin itici gücü olmaya devam ediyor. 2008’den beri ilk defa 2016-2017 dönemini ve 2018 yılını kapsayan 3 yıllık dönemde ekonomik tah- minler bütün üye ülkelerin büyüyeceğini ortaya koyuyor. Durgunluk döneminden en fazla etkilenen üye ülkelerin bile geçtiğimiz yıl büyüme eğilimine girdikleri tahmin ediliyor. AB, 2016 yılının ikinci yarısında beklenenden daha yüksek performans sergiledi ve 2017 yılına güçlü bir başlangıç yaptı. Avrupa Komisyonu, AB’nin başta büyüme olmak üzere geçen yılki performansını göz önüne alarak önümüzdeki döneme ilişkin büyüme tahminlerini hem Avro Alanı hem de AB için sonbahar dönemindeki tahminlerine kıyasla yükseltti. Avrupa Komisyonunun tahminine göre, Avro Alanı GSYH’sinin 2017 yılında yüzde 1,6 ve 2018 yılında yüzde 1,8 artması öngörülüyor. Kasım ayında yayımlanan Sonbahar Dönemi Ekonomik Tahmin Raporu’na göre, AB’nin büyüme tahminlerinin 2017 yılında yüzde 1,5; 2018 yılında yüzde 1,7 olduğu göz önüne alındığında yeni tahminlerin biraz daha iyimser olduğu izleniyor. Olumlu Ekonomik Tahminlere Eşlik Eden Riskler de Oldukça Yüksek AB’de büyümenin devam edeceği beklentisi yüksek ancak diğer yandan Brexit ve ABD yönetiminden kaynaklanan olağanüstü riskler de varlığını hissettiriyor. Avrupa Komisyonu, büyüme beklentilerini yükseltmekle birlikte, alışılagelmişin üzerinde bir yüksek belirsizlik tablosunun da olumlu beklentilere eşlik ettiğini ortaya koyuyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın göreve gel- mesiyle ülkedeki yeni yönetimin temel politika alanlarındaki hedeflerinin neler olacağına ilişkin yüksek belirsizliğin yanı sıra Britanya’nın AB’den ayrılması için Lizbon Antlaşması’nın 50’nci Maddesi’nin uygulanmasına ilişkin olarak Britanya ile yürütülen görüşmeler de diğer bir belirsizlik unsuru. Britanya ve ABD’den kaynaklanan belirsizliklerden başka, Avrupa’da çeşitli ülkelerde yapılacak seçimler, Yunanistan’ın kurtarma programı ve İtalyan bankalarının mali durumuna ilişkin belirsizlikler de AB ekonomisi için belirli bazı riskler olarak varlığını sürdürüyor. Bütün AB Ülkeleri Büyüyor Ekonomik iyileşmenin art arada 5 yıldır sürmesi AB için sevindirici ve önemli bir gelişme. AB ekonomisi gecen yıl da şoklara karşı dayanıklı olduğunu gösterdi. Büyümede artış kaydedilmeye devam edilirken, işsizlik ve bütçe açığı azalma eğiliminde. Öte yandan, iç ve dış faktörlere bağlı yüksek düzeydeki belirsizlikler büyümeye eşlik ediyor. Bu ortamda ise her zamankinden daha fazla, büyümeyi destekleyecek bütün politika araçlarının kullanılması gerekiyor. Bu açıdan AB ekonomilerinin rekabet güçlerini sürdürmeleri ve değişen koşullara uyum sağlamaları şart. Bunun için sürekli bir şekilde yapısal reformların gerçekleştirilmesi ve büyümenin kapsayıcı hale getirilerek toplumun her kesimi tarafından hissedilmesinin sağlanması önem taşıyor. Uzun zamandır düşük seyreden enflasyon oranlarında İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 57 E KONOMİ MASASI 17 % , AB’de 2018 yılı enflasyon tahmini kaydedilen artışla birlikte mevcut parasal politikayla sağlanan itici gücün sürmesi pek mümkün görünmüyor. Yüksek kamu açıkları ve kamu borçları olan ülkelerin ekonomik şoklara dayanıklı hale gelebilmeleri için bu oranlarını düşürmeleri gerekiyor. Enflasyon Artıyor, İşsizlik ve Bütçe Açığı Azalıyor Enflasyonun, son 2 yıldır çok düşük düzeyde seyrederken son dönemde Avro Alanı’nda artış gösterdikten sonra bu yıl ve gelecek yıl yükselmesi bekleniyor. Ancak bu artış henüz hedef seviye olan orta vadede yüzde 2’ye yakın düzeye ulaşmadı. Oynak seyreden enerji fiyatları haricindeki çekirdek enflasyonun sadece kademeli olarak artacağı tahmin 58 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ ediliyor. Genel olarak Avro Alanı’nda enflasyonun 2016 yılında yüzde 0,2’den 2017 yılında yüzde 1,7’ye ve 2018 yılında yüzde 1,4’e yükseleceği tahmin ediliyor. AB’de enflasyonun ise 2016 yılında yüzde 0,3’ten 2017 yılında yüzde 1,8’e ve 2018 yılında yüzde 1,7’ye yükselmesi öngörülüyor. Özel tüketimin, istihdamda sağlanan artışın da desteğiyle büyümenin temel itici gücü olmayı sürdürmesi bekleniyor. Bununla birlikte artan enflasyonun hane halkının satın alma gücünü sınırlaması nedeniyle bu yıl ve gelecek yıl özel tüketimin azalması bekleniyor. Yatırımlarda artışın, ancak bunun yavaş bir şekilde, düşük finansman maliyetleri ve güçlenen küresel ekonomik faaliyetler gibi faktörlerin etki- siyle gerçekleşmesi bekleniyor. Avrupa Yatırım Planı kapsamında desteklenen projelerin de onay sürecinden geçip uygulamaya girmesiyle birlikte artan bir şekilde kamu ve özel sektör yatırımlarının desteklemesi öngörülüyor. Genel olarak, Avro Alanı’nda yatımların bu yıl yüzde 2,9 iken gelecek yıl yüzde 3,4’e yükseleceği tahmin ediliyor. AB’de ise bu oranların 2017 ve 2018 yılında sırasıyla yüzde 2,9 ve yüzde 3,1 düzeyinde olacağı tahmin ediliyor. Yatırımların artmaya başladığı 2013 yılından bu yana ise yüzde 8,2 oranında artış kaydedildi. Buna rağmen 2000-2005 döneminde yüzde 22 olan yatırımların GSYH’ye oranının 2016 yılında yüzde 20’ye gerilediği düşünüldüğünde bu oranın olması ge- reken değerin altında kaldığı değerlendirilebilir. Yatırmalardaki devam eden zayıflık ise toparlanmanın ve ekonomik büyümenin sürekliliği konusunda şüphe yaratıyor. Birçok üye ülkede geniş kapsamlı yapısal reformlar sayesinde ekonominin iyiye gitmesinin işgücü piyasaları üzerinde güçlü bir olumlu etki oluşturması bekleniyor. İstihdam oranındaki artışın güçlü, ancak 2017 ve 2018 yıllarında 2016 yılına kıyasla daha az dinamik olması ihtimal dahilinde. Avro Alanı’nda işsizlik oranının ise daha da azalması ve 2016 yılında yüzde 10 seviyesinden bu yıl yüzde 9,6’ya ve 2018 yılında yüzde 9,1’e inmesi öngörülüyor. AB’de ise işsizliğin 2016 yılında yüzde 8,5 iken 2017 yılında yüzde 8,1’e ve gelecek yıl da yüzde 7,8’e düşeceği tahmin ediliyor. Söz konusu oranlar 2009 yılından beri kaydedilen en düşük seviyeler ancak yine de kriz öncesi düzeylerin üzerinde seyrediyor. Bütçe açığı ve kamu borcunun GSYH’ye oranının 2017 ve 2018’de azalması bekleniyor. Avro Alanı kamu açığının geçen yıl GSYH’nin yüzde 1,7’sinden bu yıl ve gelecek yıl GSYH’nin yüzde 1,4’üne ineceği tahmin ediliyor. Kamu borcunun GSYH’ye oranının aşamalı olarak 2016’da GSYH’nin yüzde 91,5’inden 2017’de yüzde 90,4’üne 2018’de ise yüzde 89,2’sine inmesi bekleniyor. Türkiye Ekonomisine İlişkin Tahminler Avrupa Komisyonunun raporunda aday ülkeler bölümünde Türkiye’ye ilişkin değerlendirmelere de yer veriliyor. Raporda 2016 yılının üçüncü çeyreğinde Türkiye ekonomisinin son yedi yıldır ilk defa küçüldüğü belirtiliyor. Büyümenin 2016 yılında yüzde 2,2 oranında gerçekleştiği tahmin edilirken, 2017 yılında yüzde 2,8, 2018 yılında ise yüzde 3,2 oranında büyüme bekleniyor. Türk Lirasının değer kaybetmesinin ihracatta artış sağlanmasına katkı sağladığı be- lirtiliyor. Buna karşın TL’nin kontrolsüz olarak değer kaybetmesinin ekonomik risk yaratması ihtimaline dikkat çekiliyor. 2016 yılı üçüncü çeyrekte kamu harcamaları büyümeye katkı yapan tek harcama kategorisini teşkil etti. Tüketici güveni ise geçen yıl Ağustos ayından bu yana azalarak, tarihi düşük seviyelere ulaştı. İş dünyası güveni ise; 2016 yılında tüketim harcamalarındaki geçen yılsonundaki azalışı doğrular nitelikte düşmeye devam edecek. Yükselen ekonomilerdeki belirsizlik ortamı yatırımlara da olumsuz yansıyor. AB’nin ekonomik tahmin raporunda bu durumun özellikle güvenlik sorunları, siyasi belirsizlik ve düşük tasarruf oranlarına sahip Türkiye’yi de etkilediğine dikkat çekiliyor. Bunun sonucunda gayrisafi sabit sermaye oluşumunun 2017 yılında GSYH artışında en önemli faktör olması bekleniyor. 2017 yılında başkanlık sistemine ilişkin referandumla birlikte bu yılın ortasında siyasi belirsizliğin azalması sonucunda iç piyasada özel tüketimin yavaş bir şekilde artması ve bunun gelir artışını desteklemesi bekleniyor. Enflasyonun ise TL’nin değer kaybetmesinin etkisiyle artacağı tahmin ediliyor. 2016 yılında asgari ücrette sağlanan artışın ise büyümede artış yerine enflasyonu beslediğine dikkat çekiliyor. Genişleyici makroekonomik politikalar ve kamu finansmanındaki artış eğilimi nedeniyle Türkiye’de kamu harcamalarının da artacağı tahmin ediliyor. Vergilendirmede yeniden yapılandırmanın etkisiyle geçen yıl kamu açığında çok fazla artış kaydedilmedi. Hükümetin yeni bütçede kamu açığını 2016 yılında GSYH’nin yüzde 1,1’i; 2017 yılında yüzde 2’si oranında öngördüğüne işaret edilerek, genişlemeci politikalara karşılık kamu gelirinin düşük olması nedeniyle ekonominin canlandırılması amacıyla hükümet tarafından daha fazla teşvik sağlanmasının beklendiği belirtiliyor. ■ İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 59 İ NFOG R A FİKLERLE AB AB’nin GSYH’ye Göre Karayolu Taşımacılığı (2005 yılı bazı: 100, ton: kilometre oranı) AB-28 Almanya Avusturya Belçika Bulgaristan Çek Cumhuriyeti Danimarka Estonya Finlandiya Fransa GKRY +ÕUYDWLVWDQ Hollanda øQJLOWHUH øUODQGD øVSDQ\D øWDO\D Letonya Litvanya Lüksemburg Malta Polonya Portekiz Romanya Slovakya Slovenya Yunanistan 2009 91,3 95,7 80,8 78,6 111,5 89,8 74,5 71,5 87,3 82,6 62,1 82 93,8 100,2 87,1 93,7 114 83,4 64,1 92,2 114,4 114,9 2010 93,9 96,7 82,6 79,5 120,9 99,7 68,1 75,8 90,8 83,7 69,1 91 100,8 109,2 87 90,5 123 81,2 59,5 91 124,4 126,9 2011 92,4 95,1 80,6 75,6 120,1 103,1 73,1 70,1 81,7 84,7 59,6 88,4 114,7 114,8 85,3 88,8 122 85,1 58,8 91,4 129 96,2 2012 90,5 91,5 74,9 75,3 135,7 98,5 74 59,7 79,5 79 58,2 85,7 111,9 113,6 77,3 86,3 124,6 80,8 61,9 90,5 127,1 104,6 2013 91,5 91,8 71,6 76,3 146,7 104,1 72,5 57,6 78,2 78 43,8 88,6 103,2 115,7 79,9 83 135,4 89,8 63,6 92,4 130,8 98,2 2014 90,6 91 73,1 73,9 147,1 101,8 72,1 50 76,7 75,5 38,1 88,7 103,2 119,9 84,8 80 132,2 85,5 61,7 93,4 131,3 99,3 AB’de Karayolu ile Taşın AB-28 Almanya Avusturya Belçika Bulgaristan Çek Cumhuriyeti Danimarka Estonya Finlandiya Fransa GKRY +ÕUYDWLVWDQ Hollanda øQJLOWHUH øUODQGD øVSDQ\D øWDO\D Letonya Litvanya Lüksemburg Malta Polonya Portekiz Romanya Slovakya Slovenya Yunanistan 2009 2010 2011 15.215.996 2.769.201 336.691 297.879 146.563 370.115 149.344 30.088 333.837 1.939.431 28.523 616.903 37.819 44.697 52.649 14.952.605 2.734.605 331.034 296.189 129.922 355.911 165.708 27.315 322.107 2.015.493 32.247 564.841 46.808 44.716 60.725 15.0 2.98 344. 289. 135. 349. 178. 32.9 330. 2.09 26.0 561. 53.9 46.0 60.6 1.170.478 258.968 293.422 163.491 75.287 644.528 1.216.083 222.142 174.124 143.244 81.025 577.442 1.32 217. 183. 132. 75.6 505. Kaynak: Eurostat http://ec.europa.eu/eurostat/web/transport/data/main-tables# 60 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ AB’nin Temel Karayolları İstatistikleri Bilindiği üzere, Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin modernizasyonuna ilişkin müzakerelerin başlamasıyla, modernizasyonun, iki tarafın karayolu ulaştırma sektörüne fayda sağlayacağı ifade ediliyor. Bu çerçevede, özellikle hizmetler sektörünün Gümrük Birliği mevzuatına aktarılmasının önem taşıdığını söylemek mümkün. Buna ek olarak, son Taşınan Yük Miktarları (Bin ton) 2012 2013 2014 2015 15.002.584 2.986.736 344.737 289.203 135.328 349.278 178.006 32.913 7 330.992 93 2.090.616 26.050 561.051 53.936 46.019 60.687 2011 14.029.603 2.891.837 333.963 291.380 140.274 339.314 176.354 31.321 294.939 2.008.370 22.964 538.475 52.622 48.428 54.482 13.937.268 2.938.702 325.475 300.608 160.127 351.517 173.917 31.080 281.177 1.999.869 16.122 604.692 60.610 52.346 51.480 14.118.708 3.052.628 349.537 299.476 153.077 386.243 178.146 27.358 381.263 1.918.572 14.585 610.910 62.239 57.591 58.723 11.263.430 351.068 264.034 161.567 437.118 181.232 28.162 422.891 1.796.755 14.402 643.458 62.569 58.601 52.547 83 2 4 4 1.245.053 154.484 188.611 132.270 62.759 400.124 1.300.608 148.177 191.554 129.032 65.340 480.794 1.300.382 149.829 190.938 142.608 74.143 403.327 1.264.960 150.358 198.824 147.225 70.509 420.005 605 05 4 9 2 2 1.322.237 217.186 183.935 132.690 75.615 505.986 zamanlarda Türk karayolu ulaştırma sektörünün doğrudan ABAD’daki girişimlerinin kamuoyunda uyandırdığını yankıyı göz önünde bulundurarak, sizlere AB’nin temel karayolları istatistikleri derledik. Ayrıca, Türkiye ve AB arasındaki karayolundan gerçekleştirilen ihracat ve ithalat ile ilgili bilgileri de aşağıda bulabilirsiniz. İyi okumalar dileriz. Türk Araçların AB Üye Devletlerinden İthal Taşımaları *HOGL÷LhONH Almanya Avusturya Belçika Bulgaristan Çek Cumhuriyeti Danimarka Estonya Finlandiya Fransa +ÕUYDWLVWDQ Hollanda øQJLOWHUH øUODQGD øVSDQ\D øVYHo øWDO\D Letonya Litvanya Lüksemburg Macaristan Polonya Portekiz Romanya Slovakya Slovenya Yunanistan 7RSODP 84.615 5.248 4.068 7.120 2.190 730 17 567 22.381 3.571 1 97 4 5.365 7.851 43 17.471 3.866 3.266 14.484 95.521 5.641 4.117 5.984 2.468 942 15 502 20.439 4.315 11 79 275 4.848 9.505 106 22.489 3.695 4.275 11.543 95.309 6.308 3.982 6.821 1.789 939 27 472 20.383 4.214 22 120 179 4.655 11.395 95 22.870 3.483 4.741 11.985 99.446 4.416 4.578 6.490 2.153 885 47 490 18.453 5.568 26 180 422 4.553 9.029 228 18.935 3.710 3.757 11.166 109.941 4.634 4.132 6.055 2.394 1.032 29 644 17.036 6.163 32 112 399 4.885 8.701 241 11.392 3.768 3.104 12.360 105.205 4.919 5.033 6.868 2.857 1.136 53 601 22.725 7.306 31 134 395 4.641 7.708 312 10.557 3.355 2.711 11.288 99.425 4.571 6.364 9.409 4.431 1.308 145 653 26.699 9.137 70 200 409 5.657 10.683 331 12.113 4.005 2.553 10.599 'H÷LúLP %-5 %-7 %26 %37 %55 %15 %174 %9 %17 %25 %65 %43 %13 %2 %15 %126 %49 %4 %22 %39 %6 %15 %19 %-6 %-6 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 61 POLİTİK AVRUPA AP’de Çekişmeli Başkanlık Seçimi: Büyük Koalisyon Out AB Yanlısı Koalisyon In Yeliz ŞAHİN İKV Kıdemli Uzmanı Antonio Tajani’nin AP Başkanı seçilmesiyle AP’deki güç dengeleri yeniden kurulurken, AB kurumlarında merkez sağın hâkimiyeti devam edecek mi sorusu akıllara geliyor. Cevabı mayısta, Tusk’un Konsey başkanlığı süresi dolduğunda öğreneceğiz. 62 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ B ritanya Başbakanı Theresa May’in Brexit stratejisini açıklamasının ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in ilk kez katıldığı Dünya Ekonomik Forumu’nda iş dünyası ve siyaset elitine seslenişinin gündemi büyük ölçüde belirlediği 17 Ocak günü, Avrupa Parlamentosu (AP) da yeni başkanını seçti. Sosyal demokrat (S&D) Martin Schulz’un AP başkanlığından ayrılarak Almanya’da sonbaharda gerçekleşecek seçimlere katılma kararı almasının ardından sosyal demokratların, AP başkanlığının, yasama döneminin ikinci yarısında en büyük grup olan merkez sağ Avrupa Halk Partisi’ne (EPP) geçmesini reddetmesi nedeniyle başkanlık seçimleri kıyasıya rekabete sahne oldu. Öyle ki 1982 yılından bu yana ilk kez AP başkanlık seçimi, dördüncü tur oylamaya kadar uzadı. Altı adayın yarıştığı başkanlık seçiminde, EPP’nin adayı Antonio Tajani, en yakın rakibi S&D Grubu Başkanı Gianni Pittella ile karşı karşıya geldiği dördüncü ve son turda, 282 oya karşı 351 oyla AP Başkanı seçildi. 2019 AP seçimlerine kadar iki buçuk yıl süreyle görevde kalacak Tajani başkanlığındaki AP’yi Brexit, mülteci krizi gibi zorlu konularda önemli kararlar bekliyor. “Büyük Koalisyon” Yerine “AB Yanlısı Koalisyon” Tajani’nin AP başkanı seçilmesi, AP’de en fazla sandalyeye sahip olan EPP’nin son anda en büyük dördüncü siyasi grup olan liberal grup (ALDE) ile “AB yanlısı koalisyon” oluşturma yönünde güç birliği yapmasıyla mümkün oldu. AP seçimlerinin sonucu bir anlamda yine perde arkası pazarlıkla belirlendi. Ancak bu kez EPP ve S&D arasında değil, EPP ve ALDE arasında... AP başkanlığına adaylığını açıklayan ALDE Başkanı Guy Verhofstadt’ın İtalyan komedyen Beppe Grillio liderliğindeki popülist ve düzen karşıtı İtalyan partisi 5 Yıldız Hareketi’ni ALDE grubu bünyesine dahil etme yönünde tartışmalı adımlar atması, deneyimli siyasetçinin itibarını sarsmakla kalmayıp, AP seçimlerindeki şansını büyük ölçüde azaltmıştı. Bunun üzerine Verhofstadt seçimlerin hemen öncesinde adaylıktan çekildiğini ve EPP’nin adayı Tajani’ye destek vereceğini açıkladı. Tajani, son turda AP’deki üçüncü en büyük siyasi grup olan Avrupalı Muhafazakârlar ve Reformcular (ECR) grubunun da açık desteğini aldı. Böylece şimdiye kadar AP’nin modus operandi’sini belirleyen EPP ile S&D arasındaki büyük koalisyon yerini EPP, ALDE ve ECR’nin oluşturduğu sağ görüşlü AB yanlısı koalisyona bıraktı. Büyük koalisyonun geçersiz hale gelmesiyle S&D, muhalefete geçti ve AP içinde güç kaybetti. S&D Başkanı Pittella’nın mağlubiyeti ise merkez solun İtalya, Fransa gibi ülkeler başta olmak üzere AB genelinde yaşadığı güç kaybının AP’ye yansıması olarak yorumlandı. Sonucu belirleyen ise AP içinde gücünü artıran ALDE oldu. EPP, ALDE ve ECR’nin işbirliğiyle AP’deki dengeler, merkezden sağa kaydı. ALDE, başkanlık seçiminde EPP’ye destek karşılığında AP’deki kilit pozisyonlardan biri olan Komite Başkanları Konferansının ve AB’de gerçekleşen terör olaylarını araştırmak üzere kurulan komitenin başkanlığını elde etti. AP eski Başkanı Polonyalı Parlamento Üyesi Jerzy Buzek’in yürüttüğü Komite Başkanları Konferansı başkanlığına, ALDE mensubu İsveçli Parlamento Üyesi Cecilia Wickström getirildi. Tajani’nin seçilmesini sağlayan, EPP ile ALDE arasında varılan uzlaşı metninde AB’nin reformu, ekonomi yönetişimi, güvenlik ve Brexit gibi kilit alanlarda hedeflere yer veriliyor. Uzlaşı metninde, AB’nin krizde olduğu; milliyetçiler ve popülistler tarafından içeriden ve dışarıdan tahrip edilmeye çalışıldığı görüşünden hareketle, AB’nin reforme edilmesi ve vatandaşların ihtiyaçlarına cevap verilmesi İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 63 POLİTİK AVRUPA 2019 AP seçimlerine kadar iki buçuk yıl süreyle görevde kalacak Tajani başkanlığındaki AP’yi Brexit, mülteci krizi gibi zorlu konularda önemli kararlar bekliyor. 64 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ yolunda tüm AB yanlısı güçler arasında işbirliği çağrısı yapılıyor. AB’nin geleceğine yönelik kurumlararası gözden geçirme sürecinin başlatılması ve hatta bir konvansiyon toplanması; Avro Alanı için yeni bir yönetişim sisteminin oluşturulması; demokrasi, hukukun üstünlüğü ve temel haklar alanında yeni bir AB mekanizmasının kurulması, Avrupa Savunma Birliği’nin oluşturulması, Avrupa Sınır ve Sahil Güvenlik biriminin güçlendirilmesi gibi konular gündemde. Son olarak ise AP’nin, Brexit müzakerelerine tam katılımının güvence altına alınması gerektiğine dikkat çekiliyor; Konseyin yanında müzakerelerde yer alınmasının AP’nin onayı için önkoşul olacağı bildiriliyor. AB Kurumlarında Merkez Sağ Liderliği: Tusk’un Geleceği Belirsiz AP başkanlık seçimini Tajani’nin kazanmasıyla, Donald Tusk ile AB Konseyi ve Jean Claude-Juncker ile Avrupa Komisyonunun başkanlığını elinde tutan merkez sağ görüşlü EPP, üç AB kurumunun da başkanlığını elde etmiş oldu. Bu durum, üç AB kurumunun başında merkez sağ görüşlü isimlerin bulunduğu 2009-2011 dönemini andırıyor (Konsey Başkanı Van Rompuy- Komisyon Başkanı Barroso-AP Başkanı Buzek).EPP’nin tüm AB kurumlarının başkanlığını elde etmesi, iki buçuk yıllık görev süresi Mayıs’ta dolacak olan Donald Tusk’un Konsey başkanlığındaki olası ikinci dönemini de etkiliyor. Polonya eski Başbakanı Tusk, Aralık 2014’ten bu yana yürüttüğü AB Konseyi başkanlığı görevinde özellikle mülteci krizi konusunda sergilediği performansla olumlu bir sicile sahip. Bu nedenle AB liderleri, AB’nin Brexit müzakereleriyle meşgul olacağı bir dönemde Konsey başkanlığı gibi kilit bir pozisyonda değişiklik yapmayı riskli bulabilir. Bunlara karşılık, Polonya’da iktidarda bulunan Hukuk ve Adalet Partisi’nin, Tusk’un AB Konseyi başkanlığında muhtemel ikinci dönemine destek vermeyeceğini açıklaması, Tusk’un pozisyonunu zayıflatıyor. ALDE ile EPP arasında AP’de varılan ortak anlayış, açık şekilde ifade edilmese de liberallerin Tusk’un AB Konseyi başkanlığına ikinci dönem seçilmesine itiraz etmeyeceğini gösteriyor. Buna karşılık EPP’nin tüm AB kurumlarının başkanlığını elde etmesi, S&D açısından kabul edilebilir bir durum değil. S&D’nin AB kurumlarındaki en üst düzey görevlendirmelerin dışında bırakılması, AB politikalarına daha eleştirel yaklaşmasına zemin hazırlayabilir ve böylece karar alma süreçlerini sıkıntıya sokabilir. Tusk’un olası ikinci dönemi konusundaki kararı, Üye Devletleri temsil eden AB Konseyi nitelikli çoğunlukla verecek. Bunun için de AB nüfusunun yüzde 65’ini oluşturacak şekilde, Üye Devletlerin yüzde 55’inin yani 16’sının onayı gerekiyor. EPP, ALDE ve ECR grupları Konseyde de çoğunluğa sahip. AB’nin en üst düzey görevlendirmelerinin dışında kalmaktan hoşnut olmayan S&D’nin karşı bir hamle yapması halinde ise Konsey başkanlığının da çekişmeli bir yarışa sahne olması bekleniyor. Kulislerde, görev süresi bu yıl dolan ve Fransa’da ilkbaharda yapılacak seçimlerde yeniden aday olmayacağını açıklayan Cumhurbaşkanı François Hollande’ın adı Konsey başkanlığı için telaffuz edilmeye başlanmış durumda. Eski Avrokrat, Yeni AP Başkanı AP’nin İtalyan kökenli altıncı Başkanı olan Antonio Tajani, 1977-1979 yıllarında AP başkanı olarak görev yapan Emilio Colombo’dan sonra AP’ye başkanlık edecek ilk İtalyan. Yeni AP Başkanı, AP’de ve Avrupa Komisyonunda 23 yıllık deneyime sahip. Siyasi kariyerine İtalya’nın popülist eski Başbakanı Silvio Berlusconi’nin partisi Forza Italia’da başlayan Antonio Tajani, bu dönemde EPP saflarında AP’ye girmiş ve AP’de üç dönem boyunca görev yapmıştı. Tajani, Birinci Dönem Barroso Komisyonu’nda ulaştırma (2008-2009), İkinci Dönem Barroso Komisyonu’nda sanayi ve girişimcilik (2010-2014) dosyalarından sorumlu komisyon üyeliği ve başkan yardımcılığı görevlerini yürütmüştü. 2014 seçimleriyle birlikte AP’ye geri dönen Tajani, AP’de başkan yardımcılığını yürütmekteydi. Sanayi ve girişimcilikten sorumlu komisyon üyeliği sırasında Volkswagen emisyon skandalında ihmali bulunduğu yönündeki iddialar ve Berlusconi’ye olan yakınlığı, Tajani’nin AP içerisindeki bazı çevreler tarafından eleştirilmesine yol açmıştı. Eski kıdemli Avrokrat ve yeni AP Başkanı Tajani, çoğu uzmana göre Martin Schulz’un sahip olduğu karizmadan yoksun. AB bürokrasisinden gelmesi ve Berlusconi’ye olan yakınlığı nedeniyle Tajani, bazı kesimlere göre AB vatandaşlarının yabancılaştığı Brüksel elitini temsil ediyor. Şimdiden Tajani’nin selefi Schulz’tan daha düşük profilli bir AP Başkanı olacağını söyleyebiliriz. Başkanlık seçiminden önce yaptığı açıklamada, “AP’nin yeni bir başbakana değil, bir başkana; sözcüye ihtiyacı var” ifadelerini kullanan Tajani, fazlasıyla aktif bir başkanlık sürdüren ve zaman zaman şahsi siyasi görüşlerini savunduğu iddia edilen Schulz’a göndermede bulunmuştu. Kişisel bir siyasi ajandası olmadığının her fırsatta altını çizen ve tarafsız olma sözü veren Tajani, AP’nin görüşlerini savunma ve AP üyelerinin belirlediği istikamette ilerleme taahhüdünde bulunuyor. Tajani Başkanlığındaki AP’nin Sınamaları: Göç ve Brexit Tajani, Schulz’tan devraldığı AP başkanlığı görevinde ilk sınavını Şubat ortasında AB ile Kanada arasında imzalanan Kapsamlı Ekonomik ve Ticari Anlaşma’nın (CETA) oylamasında verecek. Tajani’nin merkez sağın ve liberallerin serbest ticaretten solun ise korumacılıktan yana taleplerini dengeleyen bir yaklaşım benimseyip benimseyemeyeceğini göreceğiz. Avrupa Ortak Sığınma Sistemi’nin ve Dublin düzenlemelerinin reforme edilmesi, sığınma talepleri ve sığınmacıların üye ülkeler arasında zorunlu olarak paylaştırılmasına yönelik düzenlemeler getirilmesi de Tajani başkanlığındaki AP için önemli sınamaları oluşturuyor. Tajani’nin başkanlığındaki AP’nin ele alması gereken en zorlu konu ise şüphesiz Brexit süreci olacak. AB Antlaşması’nın 50’nci maddesinin harekete geçirilmesiyle birlikte önümüzdeki aylarda başlaması öngörülen Brexit müzakereleri sonucunda, AB-27 ile Britanya arasında varılacak muhtemel anlaşmanın AP tarafından onaylanması gerekecek. Brexit sürecinde dengeli bir yaklaşım benimseme sözü vermesine karşılık, Tajani’nin Brexit müzakerelerini doğrudan etkileme şansı bulunmuyor; AP’nin Brexit başmüzakereciliğini ALDE Başkanı Guy Verhofstadt yürütüyor. Bunun ötesinde AP’nin Brexit konusunda katı bir tutum takınması muhtemel. EPP-ALDE uzlaşısında da ortaya koyulduğu gibi, AP’nin Brexit müzakerelerine katılımının Britanya ile AB arasında varılacak anlaşmanın onayı için ön koşul olacağının vurgulanması da AP’nin müzakerelere katılımına sıcak bakmayan AB Konseyi ile yaşanması muhtemel krizin habercisi. Bu krizin yönetilmesi ise Tajani’nin liderliğinin en önemli sınaması olacak. ■ İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 65 İ Ş DÜNYA S I NI N A B P ERSP EK TİFİ Türkiye’nin Katıldığı AB Programları Doğrudan yararlanıcılarının öğrenciler, bilim insanları, çiftçiler, şehirler, bölgeler sivil toplum, iş dünyasının olduğu pek çok kesim için Birlik programları 2014-2020 döneminde önemli mali destek imkânları sunuyor. AB programlarına daha fazla sayıda ve nitelikli proje ile katılım sağlanması Türkiye’yi AB’ye yakınlaştıran bir faktör olarak öne çıkıyor. M üzakerelerin başladığı 3 Ekim 2005’ten bu yana pek çok sınamalarla karşılaşan Türkiye-AB ikili ilişkilerinde bugün gelinen noktada müzakere sürecinde bir tıkanma yaşandığını görüyoruz. Ancak bu durum bizleri hiç olmadığı kadar sürecin kendisine ve pratik yönlerine odaklanmaya zorluyor. Bunların başında da Türkiye ile AB arasında ilişkilerin gelişmesine, özellikle Türk ve AB vatandaşlarının bir araya gelerek ortak sorunlara ortak çözümler bulmak için birlikte çalışmasına vesile olan AB Programları geliyor. Bilindiği üzere Birlik programları, AB’ye üye ülkeler arasında işbirliğini geliştirerek Avrupalılık bilincinin, yenilikçilik ve girişimcilik anlayışının yerleşmesini desteklemek, AB politikalarının ve mevzuatının uygulanmasına 66 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ ve Birliğin karşılaştığı sorunlara ortak çözümler yaratılmasına katkı sağlamak amacıyla oluşturuldu. Tüm bu hedefler doğrultusunda yapılması öngörülen çalışmalar ve AB bütçesinden yapılan mali katkılara hukuki bir çerçeve oluşturulması için yapılandırılan Birlik programlarının başlangıcı 1970’li yıllara dayanıyor. AB’nin politikaları kapsamındaki öncelikli alanlarda yürütülen temel faaliyetlerin bütünleştirilmesi ile meydana gelen programlar altında, belirlenen amaç ve koşullara uygun olarak hazırlanan uluslararası projelere mali destek sağlanıyor. Aralık 1999’da gerçekleştirilen Helsinki Zirvesi’nde adaylığının teyit edilmesiyle birlikte Türkiye, ilke olarak aday ülkelere açık tüm AB program ve ajanslarına katılma hakkını elde etti. Türkiye, Endüstriyel Liderlik: Avrupa sanayisinin teknolojik gelişim seviyesini daha ileriye taşıyacak olan konularda, çok disiplinli ve çok ortaklı olarak yürütülecek araştırmalar: • Bilgi ve İletişim Teknolojileri (BİT) • Nanoteknoloji, ileri malzemeler, ileri imalat ve işletme teknolojileri alanı • Biyoteknoloji • Uzay • Risk finansmanına erişim • KOBİ’lerde yenilik doğrudan yararlanıcılarının öğrenciler, bilim adamları, çiftçiler, şehirler, bölgeler, sivil toplum, iş dünyası ve daha pek çok kesim olan Birlik programlarından 2014-2020 mali döneminde Erasmus+, Ufuk 2020, COSME, EaSI programlarına katılıyor. Bu yazımızda kısaca bu programları tanıtarak projelerine mali destek arayanlara bilgi vermeyi amaçlıyoruz1. Ar-Ge ve İnovasyon Projeleri için Doğru Adres: Ufuk 2020 Programı Bugüne kadar dünya çapında varlık gösteren en büyük sivil araştırma programı olma özelliğine sahip Ufuk 2020 yaklaşık 80 milyar avro tutarında bütçesi ile Ar-Ge ve inovasyon projelerine destek veriliyor. Ufuk 2020 Programı altında destek verilen alanlar 3 ana bileşen ve bunların alt başlıkları ile şekillendirilmiş durumda: Toplumsal Sorunlar: Toplumu ve vatandaşları etkileyen konularda olmak üzere, disiplinli ve çok ortaklı araştırmalar. Şu alt başlıklar altında projeler hazırlanmalıdır: • Sağlık, demografik değişim ve refah • Gıda güvenliği, sürdürülebilir tarım, biyoekonomi ve denizcilik araştırmaları • Akıllı, temiz ve entegre ulaşım • İklim değişikliği, çevre, kaynak verimliliği, ham maddeler • Değişen dünyada Avrupa, kapsayıcı, yenilikçi ve yansıtıcı toplumlar • Güvenli toplumlar Bilimsel Mükemmeliyet: Dünya standartlarında bilim yapılmasına olanak sağlayacak, yetenekli araştırmacıların kariyerlerini geliştirecek ve onları Avrupa’da kalmaya cezbedecek, bunun için uygun koşulları sağlayacak ve ayrıca en iyi araştırma altyapılarının geliştirilmesine destek verecek olan programlar: • Avrupa Araştırma Konseyi (ERC) bireysel takımların yürüttüğü öncül araştırmalar • Marie Sklodowska Curie, Araştırma Altyapıları (eğitim ve kariyer geliştirme fırsatları) • Yeni ve Gelişen Teknolojiler (FET) • Araştırma altyapıları (e-altyapılar da dahil dünya standartlarında olanaklara erişim) 3 ana bileşenin yanı sıra Ufuk 2020 altında diğer öne çıkan başlıklar şu şekildedir: • Toplumla ve toplum için bilim • Mükemmeliyetin yayılımı ve katılımın genişletilmesi • Ortak Araştırma Merkezleri Toplam bütçesi yaklaşık 80 milyar avro olan Ufuk 2020 kapsamındaki projelere minimum katılımcı sayısı ve aranan özellikler proje türüne göre değişmektedir. Esas olarak Ufuk 2020 projelerinde en az 3 farklı AB üyesi ülke veya asosiye ülkeden en az 3 bağımsız kuruluşun yer alması gerekmektedir. Ufuk 2020 Programı altında teklif çağrılarını Ufuk 2020 Ulusal Koordinasyon Ofisinin internet sayfasından (http://www.h2020.org.tr/), Avrupa İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 67 İ Ş DÜNYA S I NI N A B P ERSP EK TİFİ Avrupa İşletmeler Ağı konsorsiyumları aracılığıyla tüm işletmeler 54 ülkede 2 milyondan fazla KOBİ ile işbirliği yapabiliyor. KOSGEB, sanayi ticaret odaları ve üniversitelerden oluşan konsorsiyumlar bünyesindeki 35 merkez ile KOBİ’lere hizmet sunuluyor. Komisyonu Bilim ve İnovasyon Genel Müdürlüğünün internet sayfasından (http://ec.europa.eu/research/index. cfm?pg=home&lg=en), Topluluk Bilim ve Kalkınma Enformasyon Hizmeti internet sayfasından (http://cordis.europa.eu/ home_en.html) takip etmek mümkün. Daha Rekabetçi KOBİ’ler için: COSME Programı KOBİ’ler AB ekonomisinin belkemiğini ve istihdamın yüzde 85’ini oluşturuyor. Avrupa Komisyonu girişimciliği geliştirilmeyi, KOBİ’lerin iş ortamını iyileştirmeyi ve küresel ekonomide güçlü bir şekilde faaliyet gösterebilmelerini sağlamayı amaçlıyor. Avrupa Komisyonu KOBİ’leri ekonominin merkezine yerleştiriyor ve bu işletmelerin ekonomik büyümede temel rol oynadığını savunuyor. Komisyo68 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ nun 2010 yılında ortaya koyduğu Avrupa 2020 Stratejisi de AB’nin daha dinamik ve rekabet edebilir hale gelebilmesi için gerçekleştirilmesi öngörülen ekonomik büyümenin itici gücü olarak KOBİ’leri göryor. Tüm bu perspektif çerçevesinde, 2014-2020 dönemini kapsayan COSME programının genel hedefi, başta KOBİ’ler olmak üzere işletmelerin rekabet gücü ve devamlılığının güçlendirilmesi; girişimcilik kültürünün geliştirilmesi ve KOBİ’lerin kurulmaları ve büyümelerinin desteklenmesi amaçlanıyor: KOBİ’lerin şu alanlarda desteklenmesini amaçlanıyor: • Finansmana erişimin kolaylaştırılması; • Uluslararası rekabet gücünün artırılması ve piyasalara erişimin desteklenmesi; • Rekabet gücünün artırılması için uygun ortamını sağlanması; • Girişimcilik kültürünün desteklenmesi. lı bilgiye KOSGEB’in internet sayfasından ulaşılabilir: http://www.een.kosgeb.gov.tr/hakkimizda3.aspx Toplam bütçesi 2,3 milyar avro olan program hakkında daha fazla bilgiye Komisyonun internet sayfasından https://ec.europa.eu/easme/ ve programın Türkiye’deki Ulusal Koordinatörü KOSBEG’den http://www.kosgeb.gov.tr/site/ tr/genel/detay/5484/cosme-programi erişelebilir. COSME Programı kapsamında öne çıkan destekler şu şekildedir: Girişimciliğin Desteklenmesi Bu alanda COSME ile karşılıklı tecrübe paylaşımının yapılması ve iyi örneklerin tüm AB’ye yaygınlaştırılması yoluyla girişimcilik eğitimi destekleniyor. Bu çerçevede genç, kadın ve yaşlılara yönelik mentörlük hizmetleri sağlanıyor. Bunun yanı sıra Genç Girişimciler için Erasmus Programı oluşturulmuş olup, genç girişimcilere deneyimli küçük işletmeleri 1-6 ay arasında ziyaret etme olanağı sunmaktadır. Genç girişimciler ev sahibi girişimcilerin deneyimlerinden faydalanmakta, ev sahibi deneyimli girişimciler ise, genç girişimcilerin farklı bakış açılarından yararlanmaktadır. Finansmana Erişim COSME Programı’nın ana eylemlerinden biri olan Finansmana Erişim kapsamında KOBİ’lerin esnek ve kolay şartlarda kredi teminatlarına erişimini sağlayan kredi garantilerinin yanı sıra risk sermayesi yatırım şirketlerine yönelik destekler bulunuyor. Bu bileşen altındaki çağrılara finansal aracı kuruluşlar başvururken, projelerin nihai yararlanıcısı ise KOBİ’lerdir. Pazarlara Erişim COSME kapsamında işletmelerin AB Tek Pazarı’nın imkânlarından yaralanabilmeleri ve yeni pazarlara erişebilmeleri destekleniyor. Avrupa İşletmeler Ağı Konsorsiyumları (Enterprise Europe Network - EEN) aracılığıyla tüm işletmeler 54 ülkede 2 milyondan fazla KOBİ ile işbirliği yapabiliyor. Türkiye’ de 7 bölgede KOSGEB, sanayi-ticaret odaları ve üniversitelerden oluşan konsorsiyumlar bünyesindeki 35 merkez ile KOBİ’lere hizmet sunuluyor. 2014-2020 döneminde 12 konsorsiyum görev alıyor. Bu konsorsiyumlar KOBİ’ler için tek durak noktası olarak hizmet göstermekte olup KOBİ’leri AB mevzuatı, politikaları, standartları ve ticari işbirliği olanakları konusunda bilgilendirmenin yanı sıra KOBİ’lere yeni teknolojiler ve teknoloji transferi alanında da destek sağlıyor. Türkiye’de Avrupa İşletmeler Ağı koordinatörü KOSGEB’dir. Ağa ilişkin detay- İş Yaratılması ve Büyüme için Daha İyi Şartların Sağlanması İşletmeler üzerindeki idari yüklerin azaltılması ve ticari faaliyetlerin daha iyi işleyebileceği bir iş ortamının yaratılması gerek AB’nin KOBİ politikalarının gerekse COSME’nin ana unsurlarındandır. İstihdam ve Sosyal Girişimciliği Geliştirmek için: EaSI Programı İstihdam ve Sosyal Yenilik Programı (EaSI), 2007-2013 yılları arasında birbirlerinden ayrı yönetilen üç AB programının bir araya gelmesiyle, katılımcı ülkelerde sosyal politika ve işgücü hareketliliğini desteklemek amacıyla oluşturuldu. Avrupa Komisyonu tarafından doğrudan yönetilen program, yaklaşık 920 milyon avro bütçeye sahiptir. 20142020 yılları arasında nitelikli ve sürdürülebilir istihdamın sağlanması, sosyal dışlanmayla mücadele, yeterli sosyal korumanın temini, yoksullukla mücadele ve çalışma şartlarının iyileştirilmesi konularına destek verecek programın hedeflerini aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür: • Sosyal girişimcilerin finansmana erişiminin kolaylaştırılması; • AB mevzuatının güncellenmesi ve etkili bir şekilde uygulanmasının sağlanması; • AB’ye aidiyet duygusu artırılmasıyla istihdam, sosyal işler ve içerme alanlarındaki eylemler için AB ve ulusal düzeyde koordinasyonun güçlendirilmesi; • Gerekli sosyal koruma sistemleri ve işgücü piyasası politikalarının geliştirilmesinin desteklenmesi; • İşgücü piyasası politikaları ve yeterli sosyal koruma sistemlerinin geliştirilmesinin desteklenmesi; • Mikrofinansın özel itina gösterilmesi gereken gruplar ile mikro girişimler için erişilebilirliğinin arttırılması. Proje başvuruları doğrudan Avrupa Komisyonuna yapılmakta olan EaSI Programı’nın temelini teşkil eden sosyal yenilik kavramının (social innovation), özellikle işsiz gençlere odaklanışı ve bu konudaki projelere yıllık 10-14 milyon avro arasında finansman sağlaması dikkat çekiyor. Programının PROGRESS ile MF/SE ayaklarına katılan Türkiye, EURES ayağına aday ülkelerin katılımına açık olmaması sebebiyle katılamamıştır. • PROGRESS (Programme for Employment and Social Solidarity - İstihdam ve Sosyal Dayanışma Programı) istihdam, sosyal içerme, sosyal koruma, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, ayrımcılıkla mücadele ve cinsiyet eşitliği alanlarında AB politikalarının geliştirilmesini ve eşgüdümünü destekliyor. • Mikrofinans ve Sosyal Girişimcilik (MF/SE) küçük işletmelerin kurulması veya geliştirilmesi için bireysel mikro kredilerin erişilebilirliğinin artırılmasını hedefliyor. • EURES (European Employment Services - Avrupa İstihdam Hizmetleri) işçiler arasında hareketliliği teşvik eden işbirliği ağıdır. Türkiye bu alt bileşene katılmamaktadır. ■ 2017 yılı Erasmus Programı’nın 30’uncu yılı olması sebebiyle tüm yıl boyunca İKV Dergisi’nde Ulusal Ajans tarafından hazırlanan dosyalar ile programın tanıtımı yapılacaktır. Bu nedenle bu yazıda programa yer verilmemiştir. 1 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 69 K ÜR E SEL GÜN D EM Sema GENÇAY ÇAPANOĞLU İKV Kıdemli Uzmanı Dünya Ekonomik Forumu, 100’den fazla ülkeden yaklaşık 3 bine yakın siyasetçi ve iş dünyasından liderin katılımıyla 17-20 Ocak 2017 tarihlerinde her yıl olduğu gibi Davos’ta gerçekleşti. 70 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ D ünya Ekonomik Forumu, her yıl dünyanın küresel, bölgesel ve endüstriyel gündemini şekillendiriyor ve işbirliği faaliyetleri için önemli bir yaratıcı güç niteliğinde bulunuyor. Düzenlendiği kasabanın ismiyle, “Davos Zirvesi” olarak anılan ve bu yıl 47’ncisi gerçekleştirilen Dünya Ekonomik Forumu’nun ana teması “Duyarlı ve Sorumlu Liderlik” idi. Bu yılki zirve; küresel iş birliğinin güçlendirilmesi, ekonomik büyümenin canlandırılması, piyasa kapitalizminin düzenlenmesi ve Dördüncü Sanayi Devrimi’ne hazırlanma konularına odaklandı. Davos Zirvesi’nde, yükselen popülizmden küresel ekonomik görünüme kadar pek çok konu 400’den fazla oturumda tartışıldı. Yeni ABD Başkanı Donald Trump ve Brexit gibi sıcak konuların gündeminde yapılan zirveye 30’dan fazla devlet başkanı ve başbakan da katıldı. Xi Jinping, Çin’in Davos’a katılan ilk Devlet Başkanı oldu. İngiltere Başbakanı Theresa May, eski ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroshenko ve Rusya Başbakan Yardımcısı Olga Golodets da Davos’a katılan liderler arasındaydı. Türkiye’den de Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci zirveye katıldı. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Dünya Ticaret Örgütü Genel Direktörü Roberto Azevedo, IMF Başkanı Christine Lagarde, Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Başkanı Fatih Birol, BM Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo Grandi, Uluslararası Göç Örgütü (IOM) Genel Direktörü William Lacy Swing ile Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Genel Direktörü Guy Ryder gibi pek çok önemli isim de zirveye katıldı. Donald Trump ve Xi Jinping, Küreselleşmenin İki Zıt Kutbu ABD’de yeni Başkan Donald Trump’ın göreve başlaması, dünya ekonomi ve siyaset sahnesinde bir dönemin kapandığı ve yeni bir dönemin başladığına işaret ediyor ve her şey, Obama döneminden epey farklı olacak gibi görünüyor. Trump yönetiminin ABD ve tüm dünya için neler getireceği henüz netlik kazanmadı. Ancak yeni Başkan ayağının tozuyla imzaladığı kararlarla ülkenin geçmiş kazanımlarını bir çırpıda silmeyi hedefliyor. Zirveye katılan eski ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden da ABD’nin bu yeni durumu karşısında şu ifadelerle yapılması gerekenleri özetledi: “Önümüzde iki seçenek bulunuyor. Oluşan belirsizliğe rağmen, ya bütün ülkeler birbirleriyle bağlarını güçlendirecek ya da yeni gelişmelerin yaratacağı başarısızlıklara çözüm bulmak zorunda kalacak…” Davos Zirvesi’nin açılışında gerçekleşen oturumda konuşan Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ise sözleriyle zirveye damgasını vurdu. Xi Jinping konuşmasının gündeminde küreselleşme karşıtlığıyla mücadele ve Çin ekonomisine güven inşası vardı. Küreselleşmenin şiddetli savunucusu olan Jinping, Batı’nın geri adım atma eğilimine karşın, küreselleşmenin, insan yaşamını iyi yönde değiştirme gücüne sahip olduğunu savunarak, dünyada yaşanan birçok sorunun küreselleşmeden kaynaklanmadığına işaret etti. Bu mesaj başta Alibaba’nın kurusucu Jack Ma olmak üzere diğer Çinli liderler tarafından da tekrarlandı. Çin Yeni Dünya Liderliğine Oynuyor ABD ve Avrupa’nın bir kısmında korumacılık eğilimlerinin hâkim oldu- ğu ve küreselleşmenin yanı sıra serbest ticaretin tehdit altında bulunduğu bir ortamda Çin, yeni dünya düzeninin lideri olarak ortaya çıkmaya hazırlanıyor. 1,3 milyar nüfusa sahip olan Çin, dünyanın ikinci büyük ekonomisi olup, 2016’da küresel ekonomik büyümenin yüzde 39’unu sağladı. Çin Devlet Başkanı’nın bu yıl ilk defa Davos Zirvesi’ne katılması ülkenin dünya ekonomi ve belki de siyaset sahnesine giderek daha fazla katılacağını gösteriyor. Jinping, konuşmasında Çin olarak, küreselleşmenin dünyada sadece bir kesimi değil, herkesi kapsayacak şekilde gelişmesi için çalışmaya hazır olduklarını açıkladı ve korumacılıktan kimsenin kazançlı çıkamayacağının altını çizdi. etmek, başkalarını suçlamak ya da sorumluluklardan kaçmak yerine birleşip zorluklarla mücadele edilmesi çağrısında bulundu. Çin, sadece dünya ticaretinin ve ekonomisinin büyümesinde rol oynamakla kalmıyor aynı zamanda temiz enerji üretimi konusunda da öne çıkıyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarına büyük yatırımlar yapan ülke, iklim değişikliği ile mücadele hedeflerini açıklamış durumda. Xi Jinping iklim değişikliğine ilişkin Paris Anlaşması’nın uygulanmasındaki küresel sorumluluklarını yerine getirecekleri taahhüdünü paylaşırken, ülkesinin sürdürülebilir kalkınmayla birlikte öngörülen ekonomik reformları gerçek- Trump’ın daha göreve gelmeden Trans Pasifik Ortaklık Anlaşması’na (TPP) son vereceğini açıklamasından farklı olarak Xi Jinping, ülkelerin, çok taraflı ticaret anlaşmalarını tehdit eden korumacı politikalara karşı durmalarını ve birbirleriyle işbirliği içinde büyümenin sağlayacağı karşılıklı kazancı kavramaları gerektiğine vurgu yaptı. Jinping, dünya tarihine bakıldığında insanlığa ait medeniyet yolculuğunun kolay olmadığını ancak sorunların insanlığın ilerlemesine engel olamayacağını belirterek şikâyet leştireceklerini ve yüksek ekonomik büyüme düzeyini sürdüreceklerini açıklıyor. Brexit için Olumlu Bir Bakış Açısı Yakalanabilir mi? Davos Zirvesi’nde gündemde yer alan diğer bir konu ise Brexit idi. Britanya Başbakanı Theresa May zirvedeki konuşmasında, AB’den ayrılma kararıyla Britanya’nın Birliğe sırtını dönmediğine işaret ederek, Britanya’nın bir Avrupa ülkesi olduğunu ve Avrupalı mirasıyla gurur duyduğunu İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 71 K ÜR E SEL GÜN D EM ABD’de Trump’ın seçilmesi, Brexit oylaması ve dünyada yükselen milliyetçi akımlar, gelir eşitsizliği konusunu da Davos’un gündemine taşıdı. 72 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ ancak her zaman Avrupa’nın ötesine bakan bir ülke olduklarını ifade etti. Serbest piyasa, serbest ticaret ve küreselleşmeyi savunduklarına dikkat çeken May, Britanya’nın küresel ticarette dünya lideri olacağını savundu. Küreselleşmeye ilişkin değerlendirmelerinde May, çalışanların, mevcut küreselleşmeden iş kaybı ve ücretlerin düşmesi endişesiyle korktuğuna dikkat çekerek, serbest ticaret ve küreselleşmenin herkes için işlevsel olmasından emin olunması gerektiğini belirtti. ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger da zirvede Britanya’nın AB’den ayrılmasına ilişkin olarak pozitif bir bakış açısı getirerek bu gelişmenin bölgenin yeniden yapılanmasını sağlayacağını açıkladı. Brexit’in yara- tıcı bir şekilde kullanılarak, Atlantik ortaklığında Avrupa ve ABD için yeni roller yaratılabileceğine işaret etti. Kissinger, “akıllıca” bir Brexit’in, Avrupa’yı Amerika ile tekrar yakınlaştırabileceği ve Batı’yı yeniden tanımlayabileceğini ifade etti. Herkes için Temel Gelir Hayal mi? ABD’de Trump’ın seçilmesi, Brexit oylaması ve dünyada yükselen milliyetçi akımlar, gelir eşitsizliği konusunu da Davos’un gündemine taşıdı. Oxfam Direktörü Winnie Byanyima zirvede, 8 kişinin servetinin dünyanın yaklaşık yarısını oluşturan en fakir 3,6 milyar kişinin gelirini karşılayabileceğini hatırlatarak dünya genelinde eşitlik çağrısında bulundu. Dünya geneli, milliyetçi ve küresellik karşıtı hareketlerle karşı karşıya bulunurken Dünya Ekonomik Forumu’nda da bu akımlara karşı geliştirilebilecek eski bir yöntem olan zenginliğin yeniden paylaşılması seçeneği de değerlendirildi ancak bu dağılımın gönüllü mü yoksa vergiler yoluyla zorunlu bir şekilde mi yapılacağı konusunda ülkeler arasında fikir ayrılıkları bulunuyor. Faturayı kimin ödeyeceği önemli bir konu. Liderler, bunun ne şekilde gerçekleştirileceğine ilişkin olarak anlaşamasa da refahın paylaşılması gerektiği, aksi halde popülist sonuçlar yaratacağı konusunda fikir birliği içinde bulunuyor. Nitekim, IMF Başkanı Christine Lagarde da zirvenin bir oturumunda gelirin yeniden paylaşımı konusu üzerinde durarak, bu konuya ilişkin politikaların uygulamaya geçirilmesi için önemli bir fırsat zamanının yakalandığını, gelir eşitsizliğini azaltılması için gelirin yeniden paylaşılması gerektiğini ifade etti. Dünyada 3,6 milyon fakir bireyin daha iyi gelir ve günde iki öğün yemek yiyebilme kaygısı taşıdığına işaret etti. Lagarde, küreselleşmenin iş alanlarını azalttığını iddia etmenin, durumun sebeplerini araştırmak yerine kolaya kaçmak olduğunu savundu. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden da yaşam standartlarının iyileştirilmesi için vergilerin artırılması gerektiğini belirterek, herkesin yaşam standartlarının birlikte artış göstereceği bir dünyayı hedeflediklerini ve aşamalı olarak adil bir vergi sisteminin uygulanması gerektiğini ortaya koydu. Dördüncü Sanayi Devrimi Dünyada Eşit ve Kapsayıcı Büyümeyi Sağlayabilecek mi? Geçen yılki Davos Zirvesi’nin ana teması Dördüncü Sanayi Devrimi, bu yılki zirvenin de önemli konularından biriydi. Dördüncü Sanayi Devrimi, toplumlar hazır olsun ya da olmasın bü- tün hızıyla hayatımıza giriyor. İçinde bulunduğumuz bu dijital çağda, yapay zekâ ve otomasyon iş dünyasında zaman zaman meslekleri ve iş alanlarını alt üst ederken bu gelişmelere karşı kırılgan toplumların bununla nasıl baş edeceği önemli bir sorun haline geliyor. Dördüncü Sanayi Devrimi’ne hazırlanmanın anahtarı bu devrimin temel aldığı teknolojilere daha fazla yönelmeye dayanıyor. Ancak bu teknolojilerin de herkese fayda sağlayacak şekilde tasarlanması büyük önem taşıyor. Davos Zirvesi’nde iş dünyası ve teknoloji liderleri, gelişen teknolojinin refahı artırırken bir yandan da daha fazla yoksulluk ve fırsat açığı yaratma riski bulunduğunu ortaya koydular. ABD’de faaliyet gösteren Salesforce şirketi Başkanı Marc R. Benioff bu konuya parmak basarak bu nesil teknolojik gelişmelerin, “dijital göçmenleri” artırabileceği uyarısında bulundu. Yine ABD’li Infosys şirketi CEO’su Vishal Sikka, ileri teknolojilerin yoksul toplumlar yaratmamasına özen gösterilmesi gerektiğini, bunun için de yeni teknolojiler, eski iş ve görevlerin yerini alırken, çalışanların yeni gelişmelere adapte olmalarına yönelik eğitimlere önem verilmesi gerektiğine işaret etti. Esasen, inovasyonun ve yeni teknolojilerin geliştirilmesinde eğitimin önemi ve bu yolla toplumda eşitsizlik ve marjinalleşmenin önüne geçilmesi konuları eskiden beri gündemde ancak Dördüncü Sanayi Devrimi ile hızlı ve derin bir boyut kazandı. Eğitimin ve girişimciliğin bu mücadelede önemli araçlar olduğunu belirten Sikka, ancak bunun için yapılanların yeterli olmadığını belirtti. Öte yandan, Hindistan’da Reliance Industries şirketinin başkanı Mukesh Ambani Dördüncü Sanayi Devrimi’ne giden yolda teknolojinin kendisinin toplumu kapsayıcı ve eşitleyici rol oynadığını savunarak buna örnek olarak da Hindistan’da hızla büyüyen e-tica- reti ve dijital parayı gösterdi. Ambani, Hindistan gibi büyük ülkelerde eğitimin yayılmasının en hızlı yolunun teknoloji aracılığıyla olduğunu belirterek, teknolojilerin kapsayıcı olmaları için sadece bir kesiminin değil toplumun her kesiminin bundan fayda sağlayacak şekilde tasarlanması gerektiğini savundu. EY CEO’su Mark Weinberger birçok iş alanında otomasyon ve teknolojik değişimlerin zorlu bir dönüşüm sürecinden geçeceğini belirterek bu süreçte teknolojinin birçok işi, kendi içindeki çeşitli görevler açısından olumlu yönde değiştireceğini ifade etti. ABB CEO’su Ulrich Spiesshofer de sorumlu ve stratejik bir şekilde düzenlendiği takdirde uzun vadede istihdam, refah ve otomasyonun bir arada uyumlu bir şekilde gelişeceği mesajını verdi. Oxford Üniversitesi’nden Ngaire Woods, Dördüncü Sanayi Devrimi’nin olumsuz etkilerine karşı hazırlıklı olmak ve bunun yaratabileceği sorunlarla mücadele etmek amacıyla liderlerin her an tetikte olmaları gerektiğini ve ortak bir görüş ve değerler sistemi oluşturulmasına ihtiyaç olduğunu ortaya koydu. Temel kavram küreselleşme, Dördündü Sanayi Devrimi’nin yıkıcı etkilerine karşı korunmada araç olarak önümüze çıkıyor. Bunun için de, Çin’den State Grid Corporation şirketi Başkanı Shu Yinbiao’nun ifade ettiği gibi, daha fazla uluslararası işbirliğine ihtiyaç olduğu da zirveye katılan liderler tarafından vurgulanıyor. Akıllarda kalan sorulardan biri ise yeni dünya düzeninin nasıl olacağı. 1930’lardaki gibi ulusal çıkarların yükselişi mi söz konusu olacak? Davos’ta toplanan liderlerin genelde hemfikir olduğu nokta, bunun bu şekilde olmaması ve küreselleşmenin korunması gerektiği yönünde. Ancak küreselleşmenin reforme edilmesine ihtiyaç bulunduğu da göz ardı edilmiyor. ■ İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 73 E R A S M US’U N 30’UNCU YILI 74 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ ERASMUS’tan 30 YILIN HİKÂYESİ 1987 1990 1995 1995 1996 2000 2004 + mus 2014 Eras Spor lik Genç 1989 giltere) ve 3.244 öğrenci değişimi ile başladı. Program başta sadece yükseköğretim alanında uygulanırken daha sonra mesleki eğitim, okul eğitimi, yetişkin eğitimi, gençlik ve spor alanlarına da açıldı. Geçen 30 yılda Program 9 milyon insana yurtdışında eğitim, staj ve gönüllülük imkânı sağladı. AB d ışınd a Üni versi te İşb irlikl eri Mesl eki E ğitim (Leo nard o da Vinci ) Okul Eğiti mi ( Come nius) Avru pa Gö nüllü lük H izme ti Yetiş kin E ğitim i (Gr undt vig) Erasm us M undu s s) rasm u im (E köğre t Eğitim, gençlik ve spor alanındaki projeleri destekleyen Erasmus+ Programı, Avrupa’da iş piyasalarının ve rekabetçi bir ekonominin ihtiyaç duyduğu becerilere sahip beşeri ve sosyal sermayenin gelişimine katkı sağlıyor. E rasmus Programı Avrupa’da 1981-1986 yılları arasında pilot olarak uygulanan öğrenci değişimleri üzerine bina edilerek 17 Haziran 1987 tarihinde hayata geçti. Program, ilk yılında sadece 11 ülke (Belçika, Danimarka, Almanya, Yunanistan, Fransa, İtalya, İrlanda, Hollanda, Portekiz, İspanya ve İn- Yüks e Türkiye Ulusal Ajansı 75 E R A S M US’U N 30’UNCU YILI 2020 ile birlikte bütün işlerin yüzde 35’inin yüksek beceriler, yenilikçilik kapasitesi ve adaptasyon kabiliyeti gerektireceği tahmin ediliyor. 76 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 2014 yılında Eğitim, Gençlik ve Spor alanlarındaki tüm AB girişimlerini (Erasmus, Leonardo da Vinci, Comenius, Grundtvig, Jean Monnet, Erasmus Mundus, Alpha, Edulink, Gençlik ve Spor) tek bir program altında birleştiren ERASMUS+ Programı başlatıldı. 2014 yılında Erasmus+ adı altında yeni bir programın oluşturulmasında 2008 yılından itibaren dünyayı ve Avrupa ülkelerini etkileyen sosyo-ekonomik krizin büyük payı oldu. AB üyesi ülkelerde ekonomik toparlanma sinyallerine rağmen sosyal sorunlar devam ediyor ve bu sorunların en başında da işsizlik ve bilhassa gençlerin işsizliği geliyor. Avrupa’da genç işsizlik oranları mevcut işsizlik oranlarının iki katı seviyesinde seyrediyor. Bunun en önemli nedenleri arasında gençlerin eğitim-öğretimde kazandıkları bilgi, beceri ve niteliklerin işgücü piyasasının beklentilerinin altında kalması yani beceri uyuşmazlıklarının olması geliyor. Diğer taraftan Avrupa işgücü piyasası da değişim geçiriyor. Düşük becerili işlerin sayısı düşerken yüksek beceri gerektiren işlerin sayısı ise her geçen gün artıyor. 2020 ile birlikte bütün işlerin yüzde 35’inin yüksek beceriler, yenilikçilik kapasitesi ve adaptasyon kabiliyeti gerektireceği tahmin ediliyor. Bu duruma karşılık AB “Avrupa 2020” olarak adlandırılan koordine- li bir büyüme ve istihdam stratejisi geliştirdi ve sosyo-ekonomik krizi aşmak, büyüme ve istihdamı desteklemek üzere eğitim, öğretim ve gençlik alanları stratejinin anahtar faktörleri arasında yer aldı. Bu çerçevede; AB tarafından 20142020 döneminde uygulanmak üzere oluşturulan Erasmus+ Programı; eğitim, gençlik ve spor alanındaki projeleri destekleyerek; Avrupa’da; iş piyasalarının ve rekabetçi bir ekonominin ihtiyaç duyduğu becerilere sahip beşeri ve sosyal sermayenin gelişimine katkı sağlamayı hedefliyor. Daha önceki programların ana faaliyetleri olan öğrenme hareketliliği, kurumsal işbirliği (ortaklıklar) projeleri ve politika reformu için destek Erasmus+ Programında da devam ediyor. Bununla birlikte, eğitim sistemi üzerinde etkisi ve katma değeri yüksek olan faaliyetler daha da güçlendirildi. Erasmus+ döneminde bilhassa eğitim-öğretim kurumları veya gençlik organizasyonlarının iyi uygulamaları paylaşmaları, iş dünyasının yenilik ve istihdam edilebilirliği teşvik etmesi için daha fazla imkânlar sağlanıyor. Erasmus+ Avrupa’nın Geleceğini Şekillendiriyor 1987’de bir öğrenci hareketliliği olarak başlayan program zaman içerisinde 9 milyon kişinin hayatına doğrudan ve birçoğuna da dolaylı olarak katkı sağlayan bir program haline geldi. Genel olarak en başarılı AB programı olarak bilinen Erasmus+ sadece 2014-2016 yılları arasında yaklaşık 2 milyon kişinin hayatına dokunarak AB entegrasyonunun olumlu etkilerinin somut örneğini bizlere sunuyor. Genel olarak en başarılı AB programı olarak bilinen Erasmus+ sadece 2014-2016 yılları arasında yaklaşık 2 milyon kişinin hayatına dokunarak AB entegrasyonunun olumlu etkilerinin somut örneğini bizlere sunuyor. 1987 yılından beri Avrupa ülkeleri arasında uygulanan Program, ülkemizde 2004 yılından itibaren Türkiye Ulusal Ajansı koordinasyonunda yürütülmeye başladı. Bu kapsamda, Türkiye Ulusal Ajansı, 2004-2016 yılları arasında 28 binden fazla projeye 900 milyon avrodan fazla hibe tahsis ederek 400 binden fazla vatandaşımıza Avrupa’da eğitim, staj, işbirliği ve gönüllülük fırsatları sundu. Bireylerin iş bulma şanslarını artırmaları, sürdürülebilir kalkınmaya ilişkin yeni bir perspektif geliştirmeleri, yeni bir dil öğrenmeleri, Avrupa vatandaşlığı fikrini daha iyi kavramaları veya gönüllülük ile ilgili yeni bir motivasyon kazanmaları… Erasmus+ 30 yılda daha buna benzer birçok başarı hikâyesi üretti ve üretmeye devam ediyor. 30 yıldır Erasmus+ uluslararası hareketlilik ve işbirlikleri sayesinde farklı kültürel geçmişlerden insanları bir araya getiriyor ve onlara hayatta ihtiyaç duydukları beceri ve yetkinlikleri kazandırıyor. 2017 yılı Erasmus+’ın bugüne kadarki başarılarının kutlandığı aynı zamanda Avrupa’nın geleceğinin inşasının da tartışılacağı bir yıl olacak. Programın 30’uncu Yıldönümü; 2017 yılı boyunca yapılacak toplantılar, konferanslar, forumlar, seminerler, paneller, tartışmalar ve sergiler gibi birçok etkinlik ile kutlanacak. Detaylı Bilgi: Türkiye Ulusal Ajansı internet sayfası ve sosyal medya adreslerinden alınabilir. www.ua.gov.tr http://erasmusplus30.ua.gov.tr/ www.twitter.com/ulusalajans www.facebook.com/ulusalajans İKV dergisi de 2017 yılı boyunca bu kutlamaya ortak olacak ve her sayıda Erasmus+ Programının değişik alanlardaki kazanımları ve olumlu etkilerine yer verecek. ■ Erasmus’un Kısa Tarihçesi 17 Haziran 1987 11 üye ülke arasında 3.244 öğrenci değişimi ile ERASMUS Programının başlaması 1988 Lüksemburg ile ilk değişim 1992 6 EFTA ülkesi ile ilk değişim (Avusturya, Finlandiya, İzlanda, Norveç, İsveç ve İsviçre) 1994 Lihtenştayn ile ilk değişim 1998 6 Orta ve Doğu Avrupa ülkesi ile ilk değişim (Çek Cumhuriyeti, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Macaristan, Polonya, Romanya ve Slovakya) 1999 5 Orta ve Doğu Avrupa ülkesi ile ilk değişim (Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya ve Slovenya) 2000 Malta’nın Erasmus’a katılması 2002 1 milyonuncu Erasmus öğrencisi 2004 Türkiye ile ilk değişim 2009 Hırvatistan’ın Programa katılması 2 milyonuncu Erasmus öğrencisi 2012/2013 3 milyonuncu Erasmus öğrencisi 2014 ERASMUS+ Programının başlaması Makedonya ile ilk değişim İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 77 E KOLOJ İ P ENCERESİ İlge KIVILCIM İKV Uzmanı Mevcut Politikalara Karşı Direnen Yeni Rejim Geçen yıl sürdürülebilir kalkınma ve iklim değişikliğine yönelik zorlu eşiklerden geçildi. Bu yıl da bir öncekiler kadar kritik. Ancak 2017 yılına girerken, mevcut politikalar emisyonların azalmasına imkân vermiyor. Ülkelerin uzun vadeli niyet beyanları ise küresel sorunların çözümüne ışık tutamıyor. 78 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ Küresel Yüzey Sıcaklıkları (1880-2016, 0C) Küresel Ortalama Sıcaklık 15.0 1.5 14.5 1.0 14.0 0.5 13.5 0.0 1880 1900 1920 1940 1960 1980 2000 2016 Şekil: Corpernicus Ocak 2017 bülteninde yayımlanmıştır1. süreci başlattı. 4 Kasım 2016 tarihinde yürürlüğe giren Paris Anlaşması’nın, küresel anlamda düşük karbonlu ekonomiyi ve hatta fosil yakıtsız bir geleceği zorunlu kılan yepyeni bir yapının temelini oluşturduğunu belirtmek gerekiyor. Ülke Beyanları Küresel Emisyonları Aşağı Çekemiyor 2 015 ve 2016 yılında iklim mücadelesinde önemli zirvelere tanıklık ettik. 2015 yılında kabul edilen Paris Anlaşması ve yeni Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri artık çevre koruma ve iklim değişikliği ile mücadelede sergilenen küresel politikaların çatısı niteliğindedir. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) içinde imzalanan Kyoto Protokolü’nün sona ermesine sadece 3 yıl kala Paris Anlaşması, Protokol’den farklı olarak, küresel politikaların yönünü değiştiren yeni bir Ancak mevcut politikalarla küresel emisyonların azaltılması konusunun çözüme kavuşması pek mümkün görünmüyor. Bu sorun, sadece BM ve çevre örgütleri tarafından değil Dünya Bankası, Uluslararası Enerji Ajansı ve Avrupa Çevre Ajansı gibi uluslararası organlar tarafından da kabul edilmiş durumda. Pa r i s A n l a ş m a s ı k a p s a m ı n d a özellikle ulusal niyet beyanları olarak çevrilen INDC’lerin (Intended Nationally Determined Contribution), mevcut süreçte emisyonların azaltılması için yetersiz olduğu bilimsel olarak BM tarafından açıklanıyor. Nitekim, aralarında Türkiye’nin de olduğu, neredeyse tüm ülkelerin 2016 yılı içinde BM’ye sundukları ulusal beyanların, emisyonlarda “yavaş” azalmaya imkan vereceği ve INDC’lerin tam anlamıyla uygulanmaları halinde bile, küresel ısınmanın 3 °C’yi aşacağı belirtiliyor. AB’ye bağlı araştırma birimi olan Copernicus tarafından 2016 yılı, kayıtlara geçen en sıcak yıl olarak açıklandı (Bkz. Şekil). Paris Anlaşması müzakerelerinin sürdürüldüğü BMİDÇS 22’nci Taraflar Konferansı sırasında da bu bilgi, Dünya Meteoroloji Örgütü tarafından kayıtlara geçme olasılığı yüksek bir bilgi olarak paylaşılmıştı2. Uluslararası Enerji Ajansı’na göre, yenilenebilir enerjiye olan talep giderek artmasına rağmen, 2014 yılında küresel enerji arzı yüzde 82 gibi yüksek bir oranla fosil yakıta yönelik (Bkz. Grafik 1). Uluslararası Enerji Ajansı’na göre ayrıca 2015 yılında hesaplanan CO2 miktarı, 1800’lü yılların ortalarındaki miktardan yüzde 40 daha fazla. Enerji sektörü yüzde 68 oranla dünya genelinde sera gazı emisyonlarında ilk sırada yer alırken, enerji sektörünü yüzde 11 ile tarım ve yüzde 7 ile sanayi sektörü izliyor. Enerji sektörünün yol açtığı emisyonlarda CO2 oranı ise yüzde 903. 12 Aylık Gündem Kritik Bilindiği gibi, Kyoto Protokolü 2020 yılında sona eriyor. Dolayısıyla 2020 yılına kadar, acil önlemler çerçevesinde, Paris Anlaşması’nın mümkün olduğunca İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 79 E KOLOJ İ P ENCERESİ Grafik 1: Küresel Birincil Enerji Arzı Fosil Yakıt Olmayan Fosil Yakıt 86 82 18 14 1971 2014 Kaynak: Uluslararası Enerji Ajansı, “CO2 Emissions From Fosil Combustion-Highlights 2016” 2014 yılında küresel enerji arzı yüzde 82 gibi yüksek bir oranla fosil yakıta yönelik. 2015 yılında hesaplanan CO2 miktarı, 1800’lü yılların ortalarındaki miktardan yüzde 40 daha fazla. 80 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ bağlayıcı kılınması oldukça önemli. Bu noktada INDC’lerin revize edilmesi ve finans başlığının sürdürülebilirliğinin sağlanması gerektiği konusunda uluslararası kamuoyu hem fikir. Paris Anlaşması çerçevesinde INDC’ler her beş yılda bir kontrol edilecek ve ilk süreç 2018 yılında Hükümetlerararası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından hazırlanacak olan değerlendirme raporu ile başlayacak. Dolayısıyla önümüzdeki 12 ay kritik önemde. Temmuz ayında yapılacak Hamburg’daki G20 Zirvesi ve kasım ayında yapılacak BMİDÇS 23’üncü Taraflar Konferansı da bu bağlamda takip edilmesi gereken iki önemli zirve olarak ajandalara eklenmeli. Türkiye’de Emisyonlar Artıyor Türkiye açısından durum bir önceki yıllardan farksız olmakla beraber, Avrupa Çevre Ajansı’na göre, AB üyesi olmayan ülkeler arasında Türkiye, en fazla emisyon artış oranına sahip ülke konumda (Bkz. Grafik 2). Türkiye İstatistik Kurumu tarafından hazırlanan ve BM’ye sunulan ulusal envanter raporuna göre ise 1990-2014 dönemi arasında emisyonlarda yüzde 125’lik artış oranı söz konusu4. Sektörel emisyon artış oranlarına bakıldığında 1990-2014 arasında enerjide yüzde 161,2, ulaştırmada yüzde 172,9 olarak açıklanmaktadır. İç denizcilikte bu oran yüzde 165,2, karayolunda yüzde 170,4, havacılıkta yüzde 343,2 olarak Tablo: Türkiye’de LULUCF Hariç Tarihsel Emisyonlar ve Artış Oranları Yıl 1990 1995 2000 2005 2010 2012 2013 2014 Emisyon (milyon ton CO2 eşdeğeri 207,8 239,0 296,8 345,2 395,3 447,5 438,8 467,6 Değişim (yüzde) - 15,0 42,9 66,2 90,2 115,4 111,2 125,0 Kaynak: Türkiye İstatistik Kurumu, “National GHG Inventory 1990-2014”, 2016 kayıtlara geçerken, demiryolunda yüzde 22,1’lük azalma yaşanmıştır. Türkiye’deki en önemli adımlardan biri, sera gazı emisyonlarının raporlanmasının başlatılmasıdır. Bu işlemin usulleri belirtilen Yönetmelik kapsamında yapılmakta olup, bu uygulamanın Türkiye’de bir ilk olduğunu belirtmek gerekir. Ayrıca Yönetme- lik sadece emisyonların raporlanması sürecini içermekte olup, uygulamalarda sektörler üzerinde herhangi bir azaltım hedefi bulunmamaktadır. Yönetmelik ile ilk raporlama süreci 2016 yılında tamamlanmış ve ilgili tesisler emisyonlarını bağımsız bir kurumun onayının ardından Çevre ve Şe- hircilik Bakanlığı’na iletmiştir. Yapılan resmi açıklamada, raporlama sürecinin işletmeler tarafından başarılı bir şekilde tamamlamış olduğu belirtilmektedir. Ayrıca bu raporlama işlemleri sayesinde Türkiye’de bulunan ilgili tesislerin yüzde 50’sinin emisyonlarının takip edildiği açıklanmaktadır6. ■ Grafik 2: AB Üyesi Olmayan Diğer Ülkelerdeki Tarihsel Emisyon Eğilimleri5 Türkiye Lihtenştayn İzlanda Norveç Norveç (mevcut politikalar İsviçre İsviçre (mevcut Politikalar) 250 200 150 100 50 İsviçre (ek çabalarla) “Earth on the edge: Record breaking 2016 was close to 1.5 C warming”, Copernicus Climate Change Service Press Release, 5 Ocak 2017. Orijinal grafik kullanılmış olup, çevirisi yazar tarafından yapılmıştır. 1 0 Dünya Meteoroloji Örgütü, “Provisional WMO Statement on the Status of the Global Climate in 2016”, 14 Kasım 2016. 2 3 Uluslararası Enerji Ajansı, “CO2 Emissions From Fosil CombustionHighlights”, s.9, 2016. Türkiye İstatistik Kurumu, “National GHG Inventory Report 19902014”, 2016. 4 5 Orijinal grafik kullanılmış olup, çevirisi yazar tarafından yapılmıştır. 21 Ekim 2016 tarihinde İKV tarafından gerçekleştirilen “Paris Anlaşması ve Sanayi Sektörüne Olası Etkileri” başlıklı seminerde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkilisinin açıklamalarına dayanarak verilmektedir. Sunum için: www.ikv.org.tr/ikv.asp?ust_id= 99 & id =1612 Kaynak: Avrupa Çevre Ajansı 0 203 5 202 0 202 5 201 0 201 5 200 0 200 199 0 199 5 6 0 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 81 AYIN YAYIN I Türkiye’nin Göç Serüveninde Saygıdeğer Bir Durak: Şehir ve Toplum Dergisi Göç Özel Sayısı Büyük insanlık idealine ilişkin tartışmaların yerini yasadışı göçmenlere yönelik tehditlere, ülkeler arasında duvarlar örmeye, etnik, dini ayrımcılığa ve homojen topluluklar oluşturmaya bıraktığını ifade ediyor. Şehir ve Toplum Dergisi Genel Yayın Yönetmeni ve Marmara Belediyeler Birliği Genel Sekreteri Cemil Arslan, derginin göç özel sayısı takdim yazısında... Ahmet CERAN İKV Uzmanı 82 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ D evamında ise nüfusundan fazla göçmen barındıran şehirlere sahip olan Türkiye’nin, milyonlarca mülteciye merhamet soluğu olduğunu, şimdi ise merhamet soluğunu hissetmiş bu insanları eşit birer birey olarak hayata katılmaya davet vakti olduğunu öne sürüyor. Şehir ve Toplum Dergisi Göç Özel Sayısı tam olarak bu sorunsal etrafında dolanıyor; konunun üstat isimleri, milyonlarca göçmenin eşit bir birey olarak Türk toplumsal yapısına entegrasyonunu tartışıyor. İçerikteki her bir makalenin her cümlesi, göç çalışmalarında önemle dikkate alınması gereken vurgular olarak değer kazanıyor. Dolayısıyla İKV Dergisi’nde bu değerli satır aralarını kamuoyunun dikkatine sunmak da bizlerin sorumluluğu haline geliyor. Şehir ve Toplum Dergisinin Göç Özel Sayısını bu kadar ihtişamlı ve saygıdeğer yapan unsurlardan biri şüphesiz ki Türkiye’de alanlarında ekol, hocaların hocası konumuna sahip çok değerli iki ismin; Prof. Dr. Nermin Abadan Unat’ın ve Prof. Dr. Kemal H. Karpat’ın 20 Nisan 2016 tarihli Türkiye’nin Göç Tarihi konulu sempozyumda gerçekleştirdikleri konuşmalara yer verilmesi, tarihe bir kez daha yazılı şekilde not düşülmesi. İkinci olarak ise her zaman görüşlerini azami dikkatle özümsemeye gayret gösterdiğimiz, İKV faaliyetlerinde de işbirliği yapmaktan büyük keyif duyduğumuz iki hocamız, Prof. Dr. Ayhan Kaya ve Doç. Dr. M. Murat Erdoğan da yayının içeriğinde büyük katkı sağlıyor. Prof. Dr Ayhan Kaya, göç meselesinin toplumsal ve bireysel yapı bozumunu gerçekleştirerek ortaya çıkan temel yapı taşlarını; din, devlet, kurumsallaşmayı harmanlıyor ve Almanya, Belçika, Fransa ve Hollanda örnekleri üzerinden “öz”e ilişkin kıymet- li çıkarımlarda bulunuyor. Nihayetinde ise Prof. Dr. Kaya kurumların kendi hayatları olduğunu hatırlatıyor, bu kurumsal hayat alanında göçmenlerin ev sahibi toplumda azınlık konumundayken yeniden azınlıklaştırılmaları tehlikesinin altını çiziyor. Doç. Dr. M. Murat Erdoğan ise çalışmanın dosya editörlüğünü üstleniyor ve derginin ismine uygun şekilde “Kopuş”tan Uyum”a Kent Mültecileri Suriyeli Mülteciler ve Belediyelerin Süreç Yönetimi: İstanbul Örneği başlıklı çalışmasını bizlerle paylaşıyor. Bu çalışmasıyla birlikte Doç. Dr. Erdoğan, Marmara Belediyeler Birliği Göç Politikası Atölyesinin kapsamlı araştırmasına ilişkin kıymetli veriler sunuyor. Çalışmanın çıktıları gösteriyor ki Türkiye’deki 3,1 milyonun üzerinde Suriyeli nüfusun yüzde 17-20’si İstanbul’da yaşıyor, bu oran 540 binin üzerinde Suriyeliye tekabül ediyor. Dolayısıyla böyle bir tabloda İstanbul, bütün iller içerisinde en fazla sayıda Suriyeliye ev sahipliği yapan şehir olarak öne çıkıyor. Devasa oranlarda Suriyeliye evsahipliği yapan İstanbul’da yerel yönetimlere çok daha fazla iş düştüğü, idari kapasitenin artırılması gerektiği sonucu çıkıyor. Meselenin hukuki boyutuna ilişkin ise Prof. Dr. Nuray Ekşi’nin Uluslararası İşgücü Kanunu’na dair kaleme aldığı mühim değerlendirmelerden faydalanıyoruz. Göç çalışan herkesin de kabul edeceği gibi, konunun hukuki boyutunu ele alan her ilgili, Prof. Dr. Ekşi tarafından hazırlanan her çalışmayı okumaktan benzersiz bir fayda görüyor. Prof. Dr. Ekşi yine böyle kritik bir çalışmaya imza atmış. Bilindiği üzere Türkiye, yoğun göç akınlarının hissedilir etkilerinin görüldüğü 2013-2014 döneminden bu yana göç yönetimine ilişkin önemli mevzuat iyileştirmeleri gerçekleştirdi. Yabancılar ve Uluslararası Kanunu veya Geçici Koruma Yönetmeliği böyle çabaların ürünü. Akademi ve sivil toplum çevrelerine ise bu mevzuatın net şekilde anlaşıl- ması ve iyileştirilmesi için mesai harcama sorumluluğu yükleniyor. Prof. Dr. Ekşi’nin çalışması tam anlamıyla bu gereksinimi karşılıyor ve makaleye konu olan kanunun her açısını anlamamızı sağlıyor. Neticede kanunla birlikte ortaya çıkan Turkuaz Kart ve Uluslararası İşgücü Genel Müdürlüğü gibi yeni mekanizmaları önümüzdeki dönemde detaylıca ele almamızda fayda var. Prof. Dr. Ekşi’nin makalesinde ele aldığı konularla bağlantılı olarak, yabancıların çalışma izinleri konusuna ise Prof. Dr. Mehmet Tekelioğlu ve Abdülvehap Doğan tarihsel perspektifte gelişmeleri sıralayarak parmak basıyor, nihayetinde ise uluslararası koruma altındaki yabancıların işgücü piyasasına erişimlerini detaylandırıyor. Göç alan ve göç veren bir ülke olarak Türkiye’nin kuruluş yıllarından bu yana göç meselesini her dönem gündemine aldığını görüyoruz. Yazarların da altını çizdiği gibi her göç döneminde, önceki döneme oranla göç mevzuatını yenileme ve geliştirme ihtiyacının daha da arttığı anlaşılıyor. Güncel durumda ise eleştiriye açık konular yazarlar tarafından vurgulanırken, Türkiye’nin evsahibi ülke olarak sergilediği kabul edici ve insancıl tutumun da unutulmaması ve takdir edilmesi gerektiği hatırlatılıyor. Şehir ve Toplum Dergisi Göç Özel Sayısı’nın belki de en büyük başarısı, güncel konjonktürde göç yönetimine ilişkin en kritik konuya, uyum ve entegrasyon meselesine saygıdeğer isimler tarafından doğrudan bir dokunuş sağlaması. Uyum ve entegrasyonu Yrd. Doç. Dr. Başak Yavçan ve Kadir Akalın mülteci ve yerli çocuklar üzerinden değerlendiriyor ki bu konunun uzun vadede göç politikalarına ilişkin en öncelikli mesele haline geleceği su götürmez bir gerçek. M. Murtaza Yetiş ise entegrasyon ve uyum konusunda kamu otoritesinin yaklaşımını büyük bir hâkimiyetle özetliyor ve kurumsal kapasitenin geliştirilmesi, dönüştürülmesi için gerekli koordinasyon adımlarını ve ihtiyaçları ustalıkla analiz ediyor. Yetiş, geçici koruma statüsüne sahip Suriyelilere yönelik gerçekleştirilen 2016-2018 Birinci Aşama İhtiyaç Analizi’ni geleceğe yönelik sağlıklı bir perspektif sunması bakımından dikkate değer bir çalışma olarak öne sürüyor. Esin Başçeri ise bütün bu meseleleri Almanya’nın Türk işçi göçmenleri entegrasyon deneyimiyle karşılaştırarak ele alıyor ve bizlere öğretici bir karşılaştırmalı analiz çalışması sağlıyor. Doç. Dr. Deniz Şenol Sert ise entegrasyonun iki temel boyutu, eğitimle işgücü piyasasına katılımın kesiştiği alanı; beceri aktarımı ve nitelik meselesini mercek altına alıyor. Doç. Dr. Sert beceriye ilişkin olarak ise Suriyeli göçmenlerin “niteliksizleştirilmesi (de-qualification) tehlikesini gözler önüne seriyor. Bu tehlikenin aşılması için ise akreditasyon sorunları, dil bariyeri, bilgi eksikliği ve kimlik temelli ayrımcılık gibi durumları ortadan kaldıracak çözümleri tartışmaya davet ediyor. Sonuç olarak mülteci krizinin çözümünü Türkiye-AB Mülteci Uzlaşısı gibi mekanizmaların, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) gibi uluslararası örgütler ile uluslararası sivil toplumun doğrudan müdahil olduğu bir ortamda uluslararası toplumu başat aktör olarak ele almadan arayamayacağımız muhakkak. Doç. Dr. Başak Kale de tam olarak bu fenomene değiniyor ve objektif bir analizin sonunda uluslararası toplumun halihazırdaki performansına kırık not veriyor. Doç. Dr. Kale iç politika tartışmalarının, süreçleri sekteye uğratmaması gerektiğini vurguluyor. Bu değerli eserde; göç meselesi her boyutuyla en kıymetli uzmanlar tarafından tartışılırken, basit bir ifadeyle daha kat edilecek çok yol olduğu gösteriliyor. Krizin yönetiminde hem ulusal hem de uluslararası ölçekte istenilen aşamaya gelinebilmesi için ise emsalsiz ipuçları sunuluyor. ■ İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 83 S E M B OL ŞEH İRLER AB’nin İlk Hukuki Temellerinin Atıldığı Şehir: Roma İtalya’nın başkenti Roma, Avrupa’nın önemli bir tarih, kültür ve sanat şehri. Yaklaşık 2800 yıllık bir geçmişe sahip olan Roma, tarihte Roma İmparatorluğu’nun da başkentliğini yaptı. Bu tarihi değeriyle Roma, “Dünyanın Başkenti” (Latince adıyla, Caput Mundi) ve Sonsuz Şehir/ Ölümsüz Şehir (Latince adıyla “Urbs Aeterna” ve İtalyanca adıyla “La Citta Eterna”) unvanlarıyla anılıyor. Sema GENÇAY ÇAPANOĞLU İKV Kıdemli Uzmanı 84 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ B atı medeniyetinin en eski merkezi sayılan Roma, bu en bilinen özelliğinin yanında AB açısından da tarihi bir öneme sahip. AB’nin temelini oluşturan Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (AET) kuran Roma Antlaşması bu şehirde imzalandı. Bu tarihi şehri tanımak için kuşbakışıyla baktığımızda Roma, İtalya’nın Lazio bölgesinde ve Tiber Nehri kenarında yer alan, ülkenin en kalabalık şehri ve yüzölçümüyle Avrupa’nın en geniş alana yayılmış başkentlerinden biri. 7 tepe üzerine kurulu şehir, muhteşem saraylar, kiliseler, heykeller ve çeşmelerle bezenmiş. Bu tarihi mirası ve kozmopolit atmosferiyle Roma, Avrupa’nın ve dünyanın en ünlü, en kalabalık, en etkileyici ve en çok turist çeken şehirlerinin başında geliyor. Hıristiyanların Katolik mezhebinin yönetim merkezi ve dünyanın en küçük ülkesi olan Vatikan’ın da Roma il sınırları içinde bulunması, şehre ayrı bir önem ve değer katıyor. Günümüzde ise Roma, göz alıcı tarihi değerinin yanında dünyaca ünlü mutfağı, restoranları, eğlence merkezleri, modaya yön veren tasarımcıları ve renkli çarşıları ile hareketli bir Akdeniz şehri olarak Avrupa’nın ve dünyanın ilgi odağı olmayı sürdürüyor. Medeniyetin Beşiği Roma Avrupa’da medeniyetin beşiği ve baştanbaşa tarihin izlerini taşıyan Roma, tarihi süreçte eski Bizans’ın, Roma Krallığı’nın, Roma Cumhuriyeti’nin, Roma İmparatorluğu’nun, Papalık Yönetimi’nin ve İtalya’nın merkezi oldu. Grek-Latin medeniyetinin sembolü olan Roma’nın ilk önceleri M.Ö. 8’inci yüzyılda küçük bir kasaba olarak kurulduğu biliniyor. Roma, Tiber Nehri kıyısında olması itibarıyla ulaşım ve ticaret yollarının kesişim noktası konumundaydı. Şehir, altın dönemlerini ise M.Ö. 5’inci yüzyıl ile M.S. 5’inci yüzyıllar arasında Roma İmparatorluğu döneminde yaşadı. Roma İmparatorluğu’nun, kavimler göçü sonunda Batı Roma ve Bizans olarak ikiye bölünmesiyle birlikte kentte de gerileme dönemi başladı. Dış baskılar, veba salgınları ve depremler gibi sorunlar nedeniyle 11’inci yüzyıla kadar karanlık dönemler geçiren kentin tekrar canlanması Rönesans döneminde gerçekleşti. 15’inci yüzyıldan sonra kent savaş dönemine girdi. İtalyan Devletleri arasındaki savaşların yanı sıra Fransa Kralı Napolyon’un ve Habsburg Hanedanlığı’nın işgalleri, kentin sürekli bir savaş ortamı yaşamasına neden oldu. Roma şehri son olarak, İtalyan Birliği’nin kurulmasıyla 1871’de İtalya’nın başkenti oldu. Yakın dönemde Roma, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra faşizmin tırmanmasına tanıklık etti. 8 Temmuz 1943’te İtalyan ordusunun direnmesine rağmen Alman işgaline uğrayan şehir, İtalyan diktatör Benito Mussolini’nin özellikle büyük meydanlar ve caddeler inşa etmek üzere birtakım tarihi eserleri yıkmasıyla, faşizmden nasibini aldı. Bu arada şehrin nüfusu artarak 1 milyona yükseldi. Mussolini’nin düşmesinden sonra Almanlar tarafından işgal edilen şehir, 4 Temmuz 1944’te Müttefik Birlikleri tarafından kurtarıldı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra monarşinin yıkılması ve İtalyan Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte Roma modern bir şehir haline geldi. Avrupa Bütünleşmesine İmza Atan Şehir Roma İkinci Dünya Savaşı’nda büyük bir yıkıma uğrayan Avrupa’da barışın ve İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 85 S E M B OL ŞEH İRLER İmparatorlukların doğuşuna tanıklık eden Roma, Avrupa bütünleşmesi fikrinin de resmiyet kazanmasında ilk adımın atıldığı şehir oldu. 86 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ bölgesel istikrarın yeniden sağlanmasının ve yeniden ekonomik yapılanmanın yolları aranıyordu. İşte bu koşullar içinde AB’nin temelleri, 9 Mayıs 1950’de Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schumann tarafından Avrupa ülkelerine savaş sanayinin ana maddeleri olan kömür ve çeliğin kullanımının uluslarüstü bir organın sorumluluğunda yürütülmesine ilişkin yapılan çağrıyla atıldı. Bu çağrıya cevap veren Fransa, Batı Almanya, İtalya, Belçika, Lüksemburg ve Hollanda, 1951’de imzaladıkları Paris Antlaşması’yla Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu (AKÇT) kurdular. Avrupa’da barışın korunması amacıyla bir araya gelen AKÇT ülkeleri savaşla harap olmuş bölgenin refahını da artırmak amacıyla ekonomik bir birlik oluşturmaya doğru yöneldiler. İmparatorlukların doğuşuna tanıklık eden Roma, Avrupa bütünleşmesi fikrinin de resmiyet kazanmasında ilk adımın atıldığı şehir oldu. 25 Mart 1957 tarihinde Roma’da bugünkü AB’nin temelini oluşturan ve o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (AET) kuran antlaşma imzalandı. Bu tarihte, Belçika, Almanya, Fransa, İtalya, Lüksemburg, Hollanda’dan oluşan 6 kurucu ülkenin bir araya gelerek oluşturduğu AET Antlaşması’nın yanı sıra Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM) Antlaşması da imzalandı. EURATOM’un kurulmasının amacı ise nükleer enerjinin barışçıl amaçlar- la ve güvenli biçimde kullanılmasının sağlamasına yönelik Üye Devletlerin araştırma programlarının koordine edilmesiydi. Bu iki antlaşma, “Roma Antlaşmaları” olarak ifade edilir. Roma Antlaşmaları 1 Ocak 1958 tarihinde yürürlüğe girmiştir. “Roma Antlaşması” ise yalnızca AET Antlaşması’nı temsil etmektedir. AET’ye imzacı devletler, Üye Devletler ve vatandaşları arasında gelmiş geçmiş en yakın işbirliğinin temellerini attılar. Böylelikle Üye Devletler gittikçe gelişen ve derinleşen bir bütünleşmenin ilk adımlarını atarak; malların, hizmetlerin, kişilerin ve sermayenin kendi aralarında serbestçe dolaşımını öngören bir Birliğin ilk oluşumunu kurdular. 1965’de kurucu üyelerin imzalamış oldukları “Birleşme Antlaşması” (Füzyon Antlaşması) sonucunda, AKÇT, AET ve EURATOM için tek bir Konsey, Komisyon ve Parlamento oluşturulmuş, bütçeleri birleştirilmiş ve “Avrupa Toplulukları” terimi kullanılmaya başlandı. Önceleri ekonomik amaçlarla ve Üye Devletler arasında ortak bir pazar oluşturulması ana hedefiyle ortaya çıkan “Topluluk” kavramı da aşamalarla gelişen bütünleşme süreciyle “Birlik”e dönüştü. Roma Antlaşması’na baktığımızda AET’nin amaçları, antlaşmanın 2’nci Maddesi’nde şu şekilde belirtiliyor: “Topluluğun görevi, Ortak Pazar’ın kurulması ve Üye Devletlerin ekonomi politikalarının giderek yaklaştırılması yoluyla, Topluluğun bütünü içinde ekonomik etkinliklerin uyumlu gelişmesini, sürekli ve dengeli yayılmayı, istikrar ile hayat standardının hızla yükseltilmesini ve birleştirdiği devletler arasında daha sıkı işbirliğini gerçekleştirmektir.” Bu amaçlara ulaşmak için öngörülen düzenlemeler de 3’ncü Madde’de açıklanıyor: (a) Üye Devletler arasında, malların giriş ve çıkışlarında gümrük vergilerinin, miktar kısıtlamalarının ve eş etkili tüm diğer önlemlerin kaldırılması; (b) Üçüncü ülkeler karşısında ortak bir gümrük tarifesinin ve ortak bir ticaret politikasının yerleştirilmesi; (c) Üye Devletler arasında, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımına karşı olan engellerin kaldırılması; (d) Tarım alanında ortak bir politikanın oluşturulması; (e) Ulaşım alanında ortak bir politikanın kurulması; (f) Ortak Pazar’da rekabetin bozulmamasını sağlayan bir düzenin oluşturulması; (g) Üye Devletlerin ekonomi politikalarının eşgüdümü ve ödemeler dengesizliklerine çözüm bulmayı sağlayan yöntemlerin uygulanması, (b) Ortak Pazar’ın işlemesinin gerektirdiği ölçüde ulusal yasaların yakınlaştırılması; (i) İşçilerin olanaklarını iyileştirmek ve yaşam düzeylerinin düzelmesine katkıda bulunmak amacıyla bir sosyal Avrupa Fonu’nun kurulması; (j) Yeni kaynaklar bulunması yoluyla Topluluğun ekonomik genişlemesini kolaylaştırmaya yönelik bir Avrupa Yatırım Bankası’nın kurulması; (k) Mübadeleleri artırmak, ekonomik ve sosyal gelişme çabasını ortaklaşa sürdürmek amacıyla, deniz ötesi ülke ve bölgelerin birleştirilmesi. Roma Antlaşması’nın 9’uncu ve 73’üncü Maddeleri Gümrük Birliği’nin kurulmasına ilişkindir. Buna göre, üye ülkeler arasında her türlü ticaret kısıtlamalarının kaldırılması ve dışa karşı ortak bir gümrük tarifesi uygulanması amaçlandı. 38’inci ve 47’nci Maddeler Ortak Tarım Politikası’nı, 48’inci ve 73’üncü Maddeler işçilerin serbest dolaşımını, 74’üncü ve 84’üncü maddeler ulaşım ve 85’inci ve 94’üncü Maddeler rekabet politikalarını düzenler. Anlaşmanın diğer bölümleri ise, vergilerin uyumlaştırılması, genel ekonomi politikaları, ödemeler dengesi politikaları, sosyal politikalar, Topluluk bütçesi, Topluluk kurumlan, yeni üyelik başvurularını (237’nci Madde) düzenler. Roma Antlaşması’ndan Lizbon Antlaşması’na: AB’nin Bütünleşme Süreci Avrupa’nın bütünleşme ve derinleşme sürecindeki gelişmeler doğrultusunda zamanla, AET’yi kuran Roma Antlaşması birçok kereler gözden geçirilerek ilave ve değişliklerden geçti. 1992’de Üye Devletler arasında imzalanan ve 1993’te yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması’yla AET, Avrupa Topluluğu adını aldı. AB’yi kuran bu Antlaşma ile AB’nin “üç temel sütunu” oluşturuldu. Bu sütunlar Ekonomik ve Parasal Birlik, Ortak Güvenlik ve Dış Politika ile İçişleri ve Hukuk Alanında İşbirliği oldu. Ortak Dışişleri Güvenlik Politikası ortak bir savunma politikasını başlatmayı hedeflerken, Adalet ve İçişleri’nde ise göç ve siyasi iltica alanlarında bir Avrupa Polis Ofisi kuruldu. Maastricht ile Avrupa Toplulukları (AKÇT, AET, EURATOM) Avrupa Topluluğu bünyesine dâhil edildi. AB’nin derinleşme sürecindeki son önemli aşama, 2007 yılında imzalanan ve 2009 yılında yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması ile gerçekleşti. Bu antlaşma ile temel olarak, AB’nin karar alma mekanizmalarındaki tıkanıklıkların giderilmesi ve Birliğin daha demokratik ve etkili işleyen bir yapıya kavuşması hedeflendi. Bu doğrultuda kapsamlı değişikliklere gidilerek, Avrupa Topluluğu’nu kuran Antlaşmanın adı “AB’nin İşleyişi Hakkında Antlaşma” olarak değiştirildi. 2017 yılında 60’ıncı yılına giren Roma Antlaşması günümüze kadar birçok değişikliğe tabi olmuş olmakla birlikte AB’nin yürüttüğü politika ve aldığı kararların yasal temelini oluşturması itibarıyla AB’nin tarihinde son derece önemli bir antlaşmadır. Tarih, Kültür ve Sanat Şehri Roma Dünyanın en büyük imparatorluklarından birinin merkezi olmuş Roma, İlk Çağ’dan günümüze kadar geçen yaklaşık 3000 yıla ait İlk Çağ, Orta Çağ, Barok ve Rönesans gibi birçok dönemin izlerini İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 87 S E M B OL ŞEH İRLER AET ve EURATOM’u kuran Roma Antlaşmaları, Devlet ve Hükümet Başkanları tarafından Conservatori Sarayı’nda imzalandı. 88 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ her taşında, sokağında ve meydanında taşıyan büyülü bir şehir. UNESCO’nun dünya mirası listesinde yer alan Roma, görkemli tarih ve sanat eserleriyle bu listenin başında geliyor. 15’inci yüzyılın ikinci yarısında İtalya’da Rönesans akımının Floransa’dan Roma’ya kaymasıyla birlikte dini liderler ve papalar daha gösterişli kiliseler, köprüler, meydanlar yaptırmaya yöneldi. Bunların başında da Sen Pietro Bazilikası, Sistine Şapeli gibi kiliselerin yanı sıra Ponte Sisto köprüsü, Navona Meydanı gibi şehrin mihenk taşları niteliğindeki olağanüstü eserler geliyor. Bu tür şaheserleri de Michelangelo, Perugino, Raphael, Ghirlandaio, Luca Signorelli, Botticelli, and Cosimo Rosselli gibi sanatçılar yarattı. Roma’nın saymakla bitiremeyeceğimiz tarih ve sanat ikonlarından bazılarından bahsetmeden geçemeyeceğiz. Kolezyum (Colloseum): Piazza del Colosseo Meydanı’nda yer alan ve İtalya’nın en görkemli sembollerinden biri olan bu yapı dünyanın bilinen en büyük amfi tiyatrosudur. M.S. 72 yılında İmparator Vespasianus tarafından yapılma emri verilen ve günümüzdeki stadyum ve tiyatrolara örnek olan Kolezyum, yaklaşık 450 yıl Roma’nın eğlence merkezi olarak kullanıldı. 60 bin kişi kapasiteli Kolezyum Döneminde tiyatro oyunlarının yanı sıra hayvan ve gladyatör dövüşlerine sahne olurken idamlar da burada gerçekleşti. Dünyanın 7 harikasından biri olan ve iki bin yıldan fazla zamandır ayakta durmayı başaran bu yapı, Roma mimari ve mühendisliğinin en önemli eserlerinden biridir. Trevi Çeşmesi: Trevi Meydanı’nda yer alan klasik ve barok tarzlarının karışımı olarak yapılmış bu çeşme Roma’daki en büyük ve en ünlü çeşme. 1732 yılında Nicola Salvi tarafından tasarlanan çeşme bir tiyatro sahnesine benzer. Aşk Çeşmesi adı ile de bilinen bu çeşme, Roma’da çekilen birçok sinema filminde de boy gösterdi. Çeşmeye para atma geleneğinin kişiye aşk, bolluk vb. konularda iyi şans getireceğine inanılıyor. Pantheon: “Tüm Tanrıların Tapınağı” anlamına gelen Pantheon MS 118125 yılları arasında inşa edilmiş. Antik Roma döneminden kalan ve döneminin en iyi korunmuş yapısı sayılıyor. Roma tanrıları için inşa edilmiş yapının içinde İtalyan ressam Raffaello’nun da mezarı bulunuyor. İmparator Phocas’ın yapıyı Papa Boniface VII’ya vermesi ile o günden günümüze kilise olarak kullanıldı. Circus Maximus: Roma’nın en eski ve en büyük hipodrum ve stadyumu olan bu yapı M.Ö. 40’lara dayanmakla birlikte M.Ö. Etrüsk Kralı Tarquinius Priscus tarafından inşa edildiği biliniyor. Devrinde tekerlekli araba yarışları ve toplu eğlenceler için kullanılan hipodrom 250 bin seyirci alabiliyordu. Roma’nın içinde ayrı bir devlet olarak yer alan Vatikan’da bulunan tarihi eserler de Roma’ya dini ve sanatsal zenginlik katıyor. San Pietro Meydanı: 1656–1667 yılları arasında Roma’da Bernini tarafından tasarlanan meydan, Vatikan’ın sembollerinden. Meydanda Hıristiyan dünyasının en büyük bazilikası olan San Pietro yer alıyor. Günümüzde bu meydan Papa’nın halka seslendiği ve diğer bir takım önemli olayların organize edildiği bir yer. San Pietro Bazilikası: M.S. 4’’üncü yüzyılda İmparator Constantine döneminde yapılmış olan eski bazilikanın yerine 1506-1626. yılları arasında inşa edilen yeni bazilika Hıristiyanlığın en büyük kilisesidir. Kubbesi ile Roma’nın siluetindeki en önemli parçalardan birini oluşturan bazilika Vatikan’daki en göze çarpan binadır. Roma Rönesansı ve barok tarzında yapılmış olan kubbenin planı Michelangelo’ya aittir. Vatikan Müzeleri: Dünyanın en büyük müze kompleksi olan Vatikan Müzeleri, Vatikan şehir devleti içinde yer alıyor ve 54 galeriden oluşuyor. Roma Katolik Kilisesi tarafından Rönesans döneminde inşa edilmiş olan galerilerde dünyanın önemli heykelleri sergileniyor. Sistine Şapeli, Raphael’in Odaları ve Etrüsk Müzesi bu galerilerden sadece bazıları. Müzenin en çok dikkat çeken kısmı ise Sistine Şapeli’nin tavanlarını süsleyen Michelangelo’nun freskleri. Şapel, saray ibadethanesi olarak yapılmış ancak zaman içinde büyük bir rol üstlenerek önemli kilise ayinleri ve yeni papa seçimi için kardinallerin toplantı yeri olarak kullanıldı. Capitoline Tepesi ve Conservatori Sarayı: Roma’nın merkezinde bulunan yedi tepeden en yükseği olan Capitoline Tepesi’nde yer alan Capitoline Meydanı (Piazza del Campidoglio) ve burada bulunan binaların mimarisinin büyük bir kısmı 1536-1546 yılları arasında Michelangelo tarafından tasarlanmış. Capitoline tepesinde yer alan Capitoline Meydanı’nda Capitoline Müzesi yer alıyor ve üç saraydan oluşuyor. Bu saraylardan biri olan Conservatori Sarayı (Palazzo dei Conservatori) Orta Çağ’da yargıçların görev yaptığı bir mekandı. Üç katlı sarayın girişinde İmparator Marcus Aurelius’un heykeli bulunuyor. Sarayın en üst katında Orta Çağ ve Rönesans döneminden sanat ve arkeoloji eserleri ve heykeller sergileniyor. İkinci kat ise duvarları freskler ve yağlıboya resimlerle bezenmiş zengin ve şık görünüşlü salonlardan oluşuyor. Bu salonlar halen resmi tören ve davetler için kullanılıyor. İşte AET ve EURATOM’u kuran Roma Antlaşmaları’nın Devlet ve Hükümet Başkanları tarafından imzalanması da burada tarihi Büyük Salon’da gerçekleşti. Medeniyetlerin beşiği Roma şehrinin Avrupa’da ekonomik ve siyasi bütünleşmenin temellerinin atılmasında ilk adım olan Roma Antlaşmaları’nın imzalanmasına ev sahipliği yapmış olması tesadüfi bir olay olmasa gerek. Bu tarih, kültür ve sanat şehri geçmişten günümüze tarihi ve kültürel bir köprü kurarken Avrupa ülkeleri arasında da köprü kurdu. Dileğimiz Roma’nın yüzyıllara meydan okuyan tarihi eserleri gibi AB’nin de günümüzde yaşadığı güçlükler ve zorlu koşullara rağmen bütünleşme sürecini devam ettirerek varlığını sürdürmesi. ■ İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 89 GÜ N CEL HUKUK ABAD ve Malların Serbest Dolaşımı (2): Doc Morris Kararı Dr. Ozan TURHAN İsviçre Fribourg Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergimizin son sayısında, AB Tek Pazar hukukunun dört temel prensibinden biri olan “malların serbest dolaşımı” ile ilgili ABAD’ın 2008 senesinde karara bağladığı Cam Filmi Davası’nı ele almıştık. 90 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ O kuyucularımız tarafından hatırlanacağı üzere, davanın özünü Portekiz Devleti’nin karayolu taşıtlarına cam filmi yapıştırılmasını yasaklayan mevzuatının, AB hukukunun malların serbest dolaşımını düzenleyen hükümlerine aykırılık teşkil edip etmediği oluşturmaktaydı. Bu yazımızda ise konuya ilişkin bir diğer kritik karar olan Doc Morris Kararı’nı mercek altına alıyoruz. Cam Filmi Davası’nı incelerken de belirtmiş olduğumuz üzere, bir Üye Devlette yasal olarak üretilen ve/veya satışı yapılan bir ürünün, makul ve hukuken geçerli bir sebebe dayanmaksızın, başka bir Üye Devlete ihracatının tamamen yasaklanması veya miktar kısıtlamasına uğraması ile ticareti engelleyen her türlü önlem; AB hukukuna aykırılık teşkil ediyor. Cam Filmi davasında konuya bu açıdan yaklaşan ABAD, Portekiz devletinin cam filmlerinin kullanımını yasaklayan düzenlemesinin Portekiz sınırları içerisinde, ilgili ürüne yönelik yasal talebi ortadan kaldırdığı ve bu sebeple diğer Üye Devletlerde yasal olarak üretilen cam filmlerinin Portekiz pazarına girişlerini olumsuz yönde etkilediği gerekçeleriyle, ilgili düzenlemeyi malların serbest dolaşımı prensibine aykırı bulmuştu. Dergimizin bu ayki sayısında yine malların serbest dolaşımı ile ilgili ABAD’ın meşhur Doc Morris Kararı’nı (0800 Doc Morris NV (C-322/01) inceleyeceğiz. Cam Filmi Kararı’ndan farklı olarak bu sefer, bir Üye Devlette yasal olarak üretilen ve satışı yapılan ürünlerin başka bir Üye Devlette pazarlanmasına olanak sağlayan satış kanallarına getirilen bir sınırlamanın, ürünün kullanımının yasaklanmasında olduğu gibi, malların serbest dolaşımına aykırılık teşkil edip etmediği sorusuna cevap arayacağız. Hollanda’da yasal olarak faaliyet gösteren ve ağırlıklı olarak Hollanda’da üretilen ilaçların satışını yapan bir eczane olan Doc Morris, aynı zamanda internet üzerinden de ilaç satışı yapıyor ve bu kanal ile verilen siparişleri posta yolu ile müşterilerine gönderiyor. Almanya sınırına yakınlığından ötürü, internet üzerinden yaptığı satışlarda Almanya’dan da oldukça fazla sayıda müşterisinden sipariş alıyor. Bununla birlikte ilaç üretimi ve satışı ile ilgili dönemin Alman yasalarına istinaden Almanya sınırları içerisinde reçeteli veya reçetesiz her türlü ilacın satışı sadece eczanelerde yapılabilirken, posta yolu ile satış gibi eczane dışı mecralarda yapılan ilaç satışları kamu sağlığının korunması gerekçesi ile yasaklanıyor. Alman Eczacılar Birliği işbu yasağı gerekçe göstermek suretiyle Doc Morris’in internet üzerinden Alman tüketicilere ilaç satışı yapmasını engellemek amacıyla, Alman yargısından Doc Morris’in ülkedeki faaliyetlerinin durdurulmasını talep eder. Yargılama sırasında Doc Morris, internet üzerinden ilaç satışını engelleyen işbu Alman yasasının AB hukukunun malların serbest dolaşımı hükümlerine aykırı olduğu iddiasında bulunur. Zira Doc Morris’e göre, her ne kadar Alman hukuku prensipte diğer üye devletlerde üretilen ilaçların Almanya’ya ihracına ve ülkede satışına yasaklama getirmiyor olsa da, internetten satış gibi etkin bir pazarlama kanalını kapatmak suretiyle, yurt dışında üretilen ilaçların Alman pazarına erişimini güçleştiriyor ve böylece dolaylı olarak fiiliyatta ilgili ürünlerin ihracatının miktarını azaltmaktıyor. Davaya bakan Alman mahkemesi, Doc Morris’in işbu itirazı üzerine, iddia hakkında görüşünü bildirmesi için konuyu ABAD’a iletir. Davayı inceleyen ABAD, yargılama sonrasında Doc Morris’i iddialarında aşağıda da açıkladığımız üzere belli bir noktaya kadar haklı bulur. ABAD’a göre her ne kadar internetten reçeteli veya reçetesiz ilaç satışının yasaklanmasına sebebiyet veren düzenleme, Alman eczacılar ve ilaç üreticileri için de geçerli olsa, söz konusu sınırlama daha çok Almanya dışında faaliyet gösteren eczaneleri olumsuz yönde etkiliyor. Zira internetten satış, hali hazırda zaten Almanya’da faaliyet gösteren ve ürünlerini doğrudan tüketiciye mağazaları aracılığıyla sunma şansına sahip eczaneler için Alman pazarına erişimde sadece ilave ve alternatif bir kanal olsa da, diğer Üye Devletlerde bulunan eczaneler için internet, Alman pazarına doğrudan erişimde ve kendi ürünlerini Alman tüketiciler ile buluşturmada çok daha etkili bir yoldur. Başka bir deyişle ilgili yasak, yerli muadillerine kıyasla başka bir üye devlette üretilmiş ilaçların Alman pazarına girişini güçleştiriyor, satışını azaltıyor ve bu durum, dolaylı olarak yabancı ilaçların ihracatı üzerinde olumsuz bir etkiye sebep veriyor. Dolayısıyla ABAD’a göre Alman yasası bu açıdan, AB hukukunun Üye Devletler arasında ithalatta ve ihracatta miktar sınırlamaları ile miktar sınırlamasıyla aynı etkiye sebebiyet verecek her türlü Üye Devlet önlemini yasaklayan hükmüne prensip itibari ile aykırılık teşkil ediyor. Bununla birlikte, Cam Filmi Kararı’nda bahsettiğimiz ve bu yazının girişinde de hatırlattığımız üzere malların serbest dolaşımı prensibi mutlak olmayıp, Üye Devletler makul ve hukuka uygun bir gerekçe öne sürmek suretiyle söz konusu prensibin kapsamı dışına çıkabiliyor. Alman yasasının gerekçesi olarak öne sürülen kamu sağlığının korunması kuşkusuz hukuka uygun bir gerekçe olarak kabul edilmeli. Keza AB hukukunda, malların serbest dolaşımının istisnaları arasında kamu sağlığının korunması açıkça yer alıyor. Yargılama sırasında ABAD bu konuya da değinmekle birlikte, reçeteli ve reçetesiz ilaçların satışı noktasında bir ayrıma gitti. ABAD’a göre, Almanya en azından reçeteli ilaçların internetten satışı hususunda kamu sağlığı çekincesinde haklıdır. Zira reçeteli ilaçların kullanımın sağlık açısından yaratacağı olası riskler göz önünde bulundurulduğunda, eczacının söz konusu ilacın satışını yaparken mutlaka reçeteyi görmesi, fiziken incelemek suretiyle reçetenin gerçekliğinden ve ilacın reçetede ismi yazan hastaya veya hastayı temsile yetkili bir yakınına teslim edildiğinden emin olması gerekiyor. Dolayısı ile reçeteli olarak satışı yapılabilen ilaçlar noktasında ABAD, Alman yasasının hukuka uygunluk sebepleri içerisinde kaldığına hükmeder. Fakat reçetesiz ilaçların satışı hususunda ise farklı bir kanıya varır. ABAD’a göre kamu sağlığı gerekçesi reçetesiz ilaçların satışı noktasında makul bir savunma değildir. Zira tüketici zaten eczanede dahi olsa reçetesiz ilaçlara sadece bedelini ödemek suretiyle kolayca erişebiliyor. Ayrıca ilacın tüketici tarafından doğru bir biçimde kullanılmasına yardımcı olacak ve tüketiciyi yönlendirecek her türlü bilgi, ilacın satışının yapıldığı internet sitesinde de tüketicin hizmetine kolayca sunulabiliyor. Dolayısı ile reçeteli ilaçlardan farklı olarak, reçetesiz ilaçların internetten veya doğrudan eczaneden temin edilmesi arasında kamu sağlığı açısından bir fark bulunmuyor. Sonuç olarak ABAD malların serbest dolaşımının ihlali noktasında internetten satışın yasaklanmasını, Doc Morris’in ileri sürmüş olduğu gibi pazara giriş engeli olarak değerlendirmek suretiyle Hollandalı eczacıyı haklı buldu. Diğer yandan ise reçeteli ilaçların satışı açısından kamu sağlığının korunmasının daha etkin bir yarar olduğuna hükmetmek suretiyle de Alman yasasının, kapsam açısından kısmen AB hukukuna aykırılık taşıdığına kanaat getirdi. Yargılamanın sonuçlanmasından kısa bir süre sonra Alman Hükümeti, ABAD’ın kararına uygun olarak ilaç üretimi ve satışı ile ilgili mevzuatında değişikliğe gitti ve reçetesiz ilaçların internet kanalı ile satışına olanak tanıyan düzenlemeyi yürürlüğe soktu. Önceki yazılarımızda da sıklıkla belirttiğimiz gibi burada da tekrar hatırlatmakta fayda var; her ne kadar Doc Morris Davası’nda ABAD’ın almış olduğu karar özelde Alman mevzuatı ile ilgili olsa da, söz konusu karar aynı zamanda, AB hukuk sisteminin bir gereği olarak, AB üyesi diğer devletler için de bağlayıcıdır ve emsal niteliği taşıyor. ■ İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 91 BRÜKSEL’DEN BAKINC A Gümrük Birliği’nin Modernizasyonu Müzakereleri Başlamak Üzere (1): Hazır mıyız? M. Haluk NURAY İKV Brüksel Temsilcisi 92 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ G ümrük Birliği’nin modernizasyonu konusu oldukça uzun bir süredir gündemimizde. Önceleri sadece konuştuk. Konunun dillerden (hem lisan hem de gönül anlamında) kağıtlara dökülmesi birkaç yıl aldı; nihayet 12 Mayıs 2015 tarihinde AB ile aramızda Gümrük Birliği’nin revizyonuna ilişkin mutabakat zaptı imzalandı ve bürokratlar rahat bir nefes aldılar. Çünkü çoğumuzun yaşayarak öğrendiği üzere, insanların sözlerine itibar etmeyen yetkililer belgelere derin bir saygı duyar. Bürokratik sistemler böyle çalışır. Geçtiğimiz bir yıl içinde belge sayısı daha da arttı. Şu an için, bu konudaki tartışmalarımızı çok daha sağlıklı ve ger- çekçi bir zemine oturtmamızı sağlayacak dört belge daha var elimizde: • Ekonomi Bakanlığı tarafından yaptırılan Gümrük Birliği’nin Güncellenmesi Etki Analizi Çalışması (ana metin ve değerlendirme bölümü -kapak, içindekiler, yönetici özeti ve açıklama tabloları dahil- 14 sayfa; çalışmanın tamamı model açıklaması ve ekler dahil 87 sayfa). • Avrupa Komisyonu tarafından yaptırılan “Study of the EU-Turkey Bilateral Preferential Trade Framework, Including the Customs Union, and an Assessment of Its Possible Enhancement” başlıklı etki analizi ana metin 238 sayfa, modele ilişkin açıklamalar AB ile aramızda Gümrük Birliği’nin revizyonuna ilişkin mutabakata varıldı. Tüm sektörleri ve firmaları etkileyecek, onların yeni kararlar almasını gerektirecek bu süreç nasıl yürütülecek? ve ekler dahil toplam 310 sayfa. Ayrıca bu rapor Konseye sunulurken ona eşlik eden, Komisyon uzmanlarının rapor üzerindeki değerlendirme ve açıklamalarını içeren çalışma belgesi (99 sayfa) ve bu işe niçin kalkıştıklarını ve neden Konseyden müzakere yetkisi istediklerini açıklayan bir diğer belge daha mevcut (3 sayfa). • Mutlaka göz önünde bulundurulması gereken bir diğer doküman ise Avrupa Parlamentosu tarafından hazırlanmakta olan bir karar tasarısı. Motion for a European Parliament Resolution on “towards a new trade framework between thee European Union and Turkey and the modernisa- tion of the Customs Union” başlıklı bu doküman henüz hazırlık aşamasında. AP Komisyonlarında görüşülüyor (Şu an için elimizde bulunan taslak 11 sayfa, değişiklik önerileri de var, nihai metin de herhalde birkaç sayfa eksiği ya da fazlasıyla 10 sayfa civarında olur). • Avrupa Ekonomik ve Sosyal Komitesi (EESC) tarafından hazırlanmış olan tek sayfalık bir doküman ise (EESC opinion: Enhancement of the EU-Turkey bilateral trade relations and the modernisation of the Customs Union) AB sosyal ortaklarının yeni müzakere edilecek olan anlaşmaya hangi konuların dahil edilmesini istediğini kayda geçiriyor. Vakfımız tarafından fevkalade bir zamanlama ile hazırlanan “Gümrük Birliği’nin Güncellenmesi Yolunda: Türkiye-AB Hizmet Ticaretinin Önündeki Temel Engeller–Anket Çalışması Raporu” başlıklı (İKV Yayınları - 291) dokümanı da mutlaka incelemek gerek. Çalışmada, yeni anlaşma kapsamında tabi olduğu kurallar yeniden belirlenecek olan “hizmetler” alanında iş yapan firmalarımızın şikayetleri ve yenilemeye ilişkin bilgi (ve ilgi) durumu mükemmelen yansıtılmış. Yukarıdaki dört dokümanın toplam sayfa sayısı 510, anket raporumuz da 63 sayfa. Bundan sonra olacakların (ya da firmalarımız açısından -olumlu ve olumsuz anlamda- “başlarına geleceklerin”) izlerini bu sayfalarda bulmak mümkün. Yakın zamanda bunlara yenilerinin eklenmesi de kaçınılmaz. Okunması gereken sayfa sayısı hızla artacak. AB ile aramızda müzakere edilecek olan yeni nesil bir ticaret anlaşması (inanın hem de müzakerelerin başladığı andan itibaren) tüm sektörlerimizi ve firmalarımızı etkileyecek, onların yeni kararlar almasını gerektirecek. Hal böyle olsa da özellikle de firma düzeyindeki tüm karar alıcıların bu dokümanların tamamına ulaşmaları; ulaşabilseler, zaman ayırıp incelemeleri; zaman ayırabilip inceleyebilseler dahi akademik ve bürokratik bir dille yazılmış bu belgelerin içindeki kendilerine ilişkin hususları, minik detayları ayırt edebilmeleri çok zor. Onlara kolaylık sağlamak üzere, bu aydan başlamak üzere gerekirse birkaç yazımda bu dokümanları karşılaştırmalı olarak inceleyip özetlemeye çalışacağım. Etki Analizi Karar Alma Süreçlerinde Nasıl Kullanılmalı? Yukarıda sıraladığım beş dokümandan en önemli ikisi “etki analizi” olarak adlandırdığımız çalışmalar. Birisi Türk makro karar alıcılar için, onların isteği üzerine diğeri de AB karar alıcıları için, yine onların isteği üzerine, dışarıdan uzmanlar tarafından hazırlanmış. Son derece iyi bir başlangıç. Hangimiz büyük bir işe kalkışırken “bu işin bana getirisi, götürüsü ne olur” diye sormuyor ki? Bu nedenle etki analizi yapmak demek “sağduyulu davranmak” demektir, iyidir. Ancak birkaç noktaya dikkat etmek gerekir: • Öncelikle etki analizinin kalitesi iyi olmalı; Yani bana -mümkün olduğunca- gerçeği söylemeli. Geçmişte incelediğimiz birçok durumda, (çoğu AB’de olmak üzere) yazılı raporların gerçekleri yeniden biçimlendirmenin bir aracı olarak kullanıldığını gördük. Bazı raporları ve analizleri gerçeklerle karşılaştırdığımızda kendinden ödün verilen tarafın genellikle gerçekler olduğunu saptadık. Hatalı ve eksik yaklaşımların yanı sıra etki analizini yaptıranı (ısmarlayanı) memnun etme kaygısının da bunda etkili olduğunu söylemek mümkün. (İşin özünden gelen zorlukları ve oradan kaynaklanan hata paylarını şu an için bir kenara bırakıyorum). Bu sakıncaları gidermek üzere bazı çareler aranıyor. Örneğin AB’de bir kurumun yaptığı çalışma (örneğin Komisyon) bir süre sonra, bir diğer kurum (AP) tarafından, bakalım öngörüleri tutmuş mu diye inceleniyor. Ama çok geç kalınmış oluyor. Bürokratik yapıların şöyle bir dinamiği vardır: Güçlü yapılar kendi hatalarına karşı savunma geliştirme eğilimindedir. Şöyle bir araştırılsa, gerçekliği yakalamak için hikayelerini değiştireceklerine, İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 93 BRÜKSEL’DEN BAKINC A Eleştirim çalışmanın fen bilimleri ile ilgili tarafına yönelik değil, beşerî bilimlerle ilgili taraflarına. Ya da daha doğrusu beşerî taraflarının olmamasına... 94 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ hikayelerine uyması için gerçekliğin değiştirildiği çok sayıda örnek bulunabilir. • Karar alıcı şunu unutmamalı: Kararı etki analizi değil, sen vereceksin. O sadece sana yardımcı olacak. Etki analizleri ile ilgili bir diğer çok önemli husus da çalışmanın kim için yapıldığıdır. Şu anda elimizde mevcut olan etki analizleri “makro karar alıcılar” (hükümet, bakanlık, Merkez Bankası, Hazine gibi makro düzeyde karar alanlar) için hazırlanmıştır. Sektör ve firma düzeyindeki karar alıcılar için bir (en azından bire bir) anlam ifade etmeyebilirler. Ama makro karar alıcılar için, önlerini görebilmeleri açısından gereklidir. Yaptırılmaları iyi olmuştur. Ama dikkatle ve özenle kullanılmaları gerekir. Bu genel girişten sonra gelelim elimizdeki etki analizlerine... Ekonomi Bakanlığı tarafından yaptırılan Gümrük Birliği’nin Güncellenmesi Etki Analizi Çalışması (EBEA) Çalışma Bakanlık uzmanları tarafından değil Dünya Ticaret Enstitüsü adlı bağımsız bir kuruluşa hazırlatılmıştır. Çalışmayı dışarıya hazırlatmak yukarıda sıraladığım sakıncaların en azından bir bölümünün giderilmesi açısından yaygın bir uygulamadır. Ancak burada bir parantez açmak istiyorum. Gördüğüm en başarılı etki analizleri, doğru modeli seçip uygulama becerisi anlamında dış bilgi (external knowledge) ile incelenecek alanı ve konuya tüm dinamikleri ile hâkim olma anlamında iç bilginin (domestic knowledge) mezcedildiği çalışmalardır. Bu karışımın uygun ölçeklerde yapılamadığı çalışmalar eksik ya da hatalı olmaya mahkumdur. Bu anlamda EBEA’ye yönelik ilk eleştirim çok dar bir bakış açısıyla ve mekanik bir yaklaşımla hazırlanmış olması. Doğru ve geçerli bir matematik model seçtiklerine, modele yerleştirdikleri rakamları da doğru istatistik kaynaklarından sağladıklarına şüphem yok. Yani eleştirim çalışmanın fen bilimleri ile ilgili tarafına yönelik değil, beşerî bilimlerle ilgili taraflarına. Ya da daha doğrusu beşerî taraflarının olmamasına... Beşerî bilimler, rakamlara ve formüllere indirgenemeyecek olan özneler (fiziki şahıslar ile onların ama sadece onların yaratabildikleri hukuk, firma gibi anlam örgüler) arası ilişkileri inceler. Ekonomide de dönem sonunda (expost) ortaya çıkan “etki” öznelerin istek, karar ve tepkilerinin bir bileşenidir. Dönem başında (ex-ante) etki analizi hazırlayanların işi bu anlamda çok zordur. Yapacağı hesaplamanın ilmi bir nitelik taşıması için elindeki araçları (matematik, istatistik, ekonometri) kullanmak zorundadır. Diğer alana girince kesinlik kaybolur, tahmin yapmak zorlaşır. Hele yabancı uzmanların işi bu noktada daha da zordur. O zaman da ortaya bilimsel olarak “doğru” ama ruhu olmayan bir çalışma çıkar. Nasıl ki insanı sadece et, kemik, sinir ve nöronlardan oluşan bir varlık olarak tanımlamak yetmezse; insanı “insan” yapan akıl, ruh ve duygular katılmadığı zaman insan tanımı nasıl eksik kalırsa bu çalışmada da o olmuş. Gidin 1995 yılına, Gümrük Birliği öncesine ve bu çalışmadaki metodu uygulayın. Bakalım Gümrük Birliği’nin (ve onun gerçekleşmesini sağlayan siyasi atmosferin) Türk sanayiini dönüştürücü etkisini o formüllerde bulabilecek misiniz? Bu noktada yapılması gereken mevcut rakamsal analizlerin rakamlarla ifade edilemeyen etkiler konusunda yapılacak tahmin ve değerlendirmelerle desteklenmesidir. Bu tür etkilerin muhasebe cetvellerine konabilecek kesinlikte ölçülmesi mümkün olmasa dahi yönleri net olarak tahmin edilebilir. Sadece formüllere dayalı analizlerin en önemli eksiği geri kalan her şeyin sabit alacağı varsayımı ile yapılmaları. Bu nedenle de uzun vadede tahminlerin tutma oranı azalıyor. Çünkü insan (ve onun yarattığı diğer özneler/kavramlar) sürekli olarak değişim içinde. Hele de günümüzde. İkinci eleştirim ise rakamlarla ilgili. Gerçi burada eleştiri yapmaktan kendimi alıkoyamıyorum ama etki analizini hazırlayan uzmanlara tam olarak hangi soruların yöneltildiğini ve nasıl bir referans çerçevesi ile işe başladıklarını bilemediğim için ihtiyatı da elden bırakmamak istiyorum. Eleştirilerim onların bilimsel yeterliliklerine ya da uzmanlıklarına yönelik değil. Sadece, sonuçları görünce hayal kırıklığına uğradım. EBEA’nın en çarpıcı bulgusu, eğer Gümrük Birliği kapsamında mevcut sorunlar çözülür ve yeni alanlara genişletilirse 2030 yılı itibarıyla Türkiye Gayri Safi Yurtiçi Hasılasına (GSYH) yaklaşık olarak yüzde 1 oranında (tam olarak yüzde 0,98) katkı sağlayacağı, AB’ye ihracatımızın yüzde 19,8; ithalatımızın ise yüzde 28,7 artacağı. Yani eğer modernleşme gerçekleşirse, 2030 yılında1, modernleştirmenin olmaması durumuna göre biraz daha fazla büyüyeceğiz ama AB’ye karşı dış ticaret açığımız da biraz daha artacak. Daha pek çok rakam var ama ana fikir bu. Bunda ne var derseniz: Ben makro karar alıcı olsam, sadece bu rakamlara bakarak “aman ne güzel, bu işi hemen yapalım” demem. Bu çalışma (yine tekrar ediyorum tek başına) beni ikna etmeye yetmez. Şunu da söyleyeyim, ben Gümrük Birliği’nin Türkiye’nin şu andaki ve daha da önemlisi gelecekteki ihtiyaçlarına ve hedeflerine cevap vermekte yetersiz kaldığını düşünüyor ve AB ile yeni nesil bir ticaret anlaşmasının gecikmeksizin imzalanması gerektiğine inanıyorum. Ama eğer tereddütte olsaydım veya tam aksi düşüncede olsaydım bu çalışmanın sonuçları beni ikna etmeye ya da fikrimi değiştirtmeye yetmezdi. Resmin bütününü görmek isterdim. Üstelik bu yüzde 1’lik büyüme artışı tahmini ile metni inceleyerek ya da ilgi- Bu noktada yapılması gereken mevcut rakamsal analizlerin rakamlarla ifade edilemeyen etkiler konusunda yapılacak tahmin ve değerlendirmelerle desteklenmesidir. liler nezdine soruşturarak cevap bulamadığım birkaç soru var: Bu artış hangi yıldan itibaren başlayacak? Hiç değişmeyecek mi? EBEA‘nın bir yerinde 2030 baz yılı itibarıyla deniyor, bir başka yerinde ise Türkiye’nin milli gelirinin yılda 9.320 milyon dolar artacağından söz ediliyor. Bu ikincisi doğru ise hangi yıldan itibaren başlayacağının ve neden hiç değişmeyeceğinin açıklanması gerekir. Normal olarak, ilk yıllarda daha hızlı bir artış olması ama zaman içinde tavizler yıpranacağı ve hevesler dengeye oturacağı için oran olarak azalması beklenirdi. Birinci seçenek doğruysa daha da kötü. İki açıdan, birincisi, eğer toplam fayda buysa karar alıcı “bırak kalsın, zahmetine değmez” diyebilir. İroniyi bir tarafa bırakıp matematiğin diliyle konuşursak da hayal kırıklığından söz etmek gerek. 2030 yılında 9,2 milyar dolar GSYH’nın yüzde 0,98’ini teşkil edecekse toplam 900 milyar dolarlık bir ekonomiden bahsediyoruz demektir ki, bu rakam ne benim hayallerimle ne de Türkiye’nin gelecek hedefleriyle örtüşür. Yurt içi hasılamız şu an itibarıyla, hem de şişkin dolar kuruyla 720 milyar dolar. Acaba 2030 yılına kadar hiç büyümeyecek miyiz? Nerede 2023, 2050 hedeflerimiz? Alt başlıklara indikçe durum daha da vahim bir hal alıyor. Milli gelirdeki bu artışın çok büyük ölçüde (dörtte üç oranında) tarımdaki liberalizasyondan geleceği hesaplanmış. Bence imkânsız ama sebeplerini açıklamaya yer yetmez. Hizmet serbestleştirilmesinin katkısının ise binde yedi olacağı öngörülüyor. Bu rakamla hangi hizmet sektörünü İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ 95 BRÜKSEL’DEN BAKINC A Gümrük Birliği Türkiye’nin şu andaki ve daha da önemlisi gelecekteki ihtiyaçlarına ve hedeflerine cevap vermekte yetersizdir ve AB ile yeni nesil bir ticaret anlaşmasının gecikmeden imzalanması gerekiyor. 96 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ serbestleştirmeye ikna edebileceğiz çok merak ediyorum. Bana ayrılan yerin sonuna yaklaştım. Bitirmeden önce süreçle ilgili birkaç hususa daha başlıklar halinde dikkat çekmek istiyorum. • Müzakereler başlayınca karşımızda dünyanın en büyük ve ticari anlaşmalar konusunda en deneyimli ekonomik blokunu bulacağız. Onlarla dişe diş müzakere edecek idari kapasitemiz ve özel sektör kapasitemiz var mı? Müzakere ekibimizi (daha doğrusu yapılanmamızı) nasıl oluşturacağız? • AB Konseyi, siyasi gerekçelerle Komisyona yetki vermekte tereddüt eder mi? • Kendi yetki belgemizi nasıl düzenle- yeceğiz? Sınırlarımız neler olacak? AB karar alma süreçlerine katılmamız söz konusu olamayacağına göre mevcut asimetriler nasıl giderilecek? • Asimetri konusu çok önemli, Gümrük Birliği’nde lehimize asimetri de vardı. Bu defa denge nasıl sağlanacak? STA’lar konusunda kaderimizi üçüncü tarafın eline bırakmayacak bir çözüm var mı? Gelecek sayımızda bir yandan sözünü ettiğim diğer dokümanları incelemeyi sürdürürken bir yandan da yukarıdaki sorulara cevap arayacağız. ■ Niye 2030 yılı baz alınmış diye sorarsanız, teknik gerekçeler öne çıkıyor. Oysa analizde “karmaşık etkileşimler” (complex interactions) olarak söz edilen ve formülün belli ölçüde yakalayabildiği belirtilen -bizim tabirimizle- muhasebeleştirilemeyen iç etkileşim müzakerelerle aynı gün etkilerini hissettirmeye başlayacaktır. 1 19 6 5 İKV KURUCU VE MÜTEVELLİ KURUMLARI 216 OCAK-ŞUBAT 2017 1965 2017 19 6 5 İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ • OCAK-ŞUBAT 2017 SAYI: 216 İKV’DEN YENİ YAYIN Malta AB Konseyi Dönem Başkanlığı’nı Devraldı 2017’de Dünyayı Neler Bekliyor? Yakından Takip Edilmesi Gereken 10 Gelişme ABD’de Trump Dönemi: Liberal Dünyanın Liderliğinden Popülist Otoriterliğe Uluslararası Taşımacılık Sektörümüz Adalet Divanında Hakkını Arıyor