KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ 8. ULUSLARARASI FELSEFE SEMPOZYUMU 11-12-13 MAYIS 2010 BİLDİRİ SEYDİ ÇELİK 1 II. DÜNYA SAVAŞINDAN SONRA ORTAYA ÇIKAN YENİ BİR HAK KATEGORİSİ OLARAK “DAYANIŞMA HAKLARI” Yrd. Doç. Dr. Seydi ÇELİK KOÜ Hukuk Fakültesi Özet Ġnsan hakları kavramının oluĢmaya baĢladığı 17. Yüzyıldan günümüze kadar insan haklarını sayan ve sınıflandıran çok sayıda liste olmuĢtur. Bugün insan haklarının üç kuĢak hak kategorisi altında sınıflandırıldığını görmekteyiz. Birinci KuĢak Haklar altında “Klasik Haklar” yer alır. Ġkinci KuĢak Haklar altında ise “Sosyal Haklar” sıralanmıĢtır. Birinci kuĢak hakların temel özelliği, burjuvazinin talebi olarak ortaya çıkması ve bireylere devletin müdahale edemeyeceği özgür bir alan yaratmasıdır. Ġkinci kuĢak haklar ise sanayi devrimi ile ortaya çıkan iĢçi sınıfının talepleri ve mücadeleleri sonucunda elde edilmiĢtir ki bu kuĢak hakların temel özelliği gerçekleĢebilmesi için devletin müdahalesine ihtiyaç duymasıdır. II. Dünya SavaĢından sonra ise, 20. yüzyılın son dönemlerinde yaĢana teknolojik ve bilimsel geliĢmelerin yarattığı sorunların da etkisiyle daha öncekilerden farklı yeni hakların ortaya çıktığını görüyoruz. Üçüncü KuĢak Haklar olarak sınıflandırılan bu yeni hak kategorisinin bir baĢka adı da “DayanıĢma Hakları”dır. Diğer kuĢak haklardan farklı olarak bu hakların gerçekleĢmesi için devletin, bireylerin ve grupların dayanıĢmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bildirimizde DayanıĢma Haklarının neler olduğu, doğuĢu, geliĢmesi ve diğer hak kategorileriyle olan farkı ve iliĢkisi irdelenecektir. Abstract From the 17th century onwards there has been many lists counting and classifying human rights. Today we see that the divisions of human rights are classified into three generations of rights. “Classical rights are placed under the first generation rights. Second-generation human rights are fundamentally “social rights”. The main characteristics of first generation rights is that these rights emerged as a bourgeoisie’s claims, and that they create a sphere with which the state shall not interfere. Second generation rights, however, are the rights claimed by the working class that came on the scene through and following the industrial revolution. The major trait of these rights is that they cannot be realized without the State’s positive involvement. After the Second World War, a new category of rights has come out with the effects of the problems stemmed from the developments in technology and science in the late 20th Century. These new category of rights classified as the third generation rights is also called “Solidarity Rights”. Different from the other categories of rights, third generation rights are those rights which their realization depends on, and requires, the solidarity among the state, individuals and groups. Our paper will be dealing with what the solidarity rights are, their developments and difference from the other categories of rights, and also the relationship between the said categories of rights. 2 Giriş Ġnsanı diğer hayvanlardan ayıran en temel özellik, yalnızca biyolojik ihtiyaçlarını gidermeye yönelik davranıĢlara sahip olmamasıdır. Bu bağlamıyla insan, etik doğaya da sahiptir ve sırf bu nedenledir ki biyolojik yaĢamını sürdürme ihtiyacının yanında onurlu bir yaĢam sürdürmeye de ihtiyaç duyar. Bu nedenle etik bir varlık olan insanın onurunu güvenceye alan tüm kurallar insan hakları kapsamına girer. Dolayısıyla insan haklan kavramı, onurlu bir yaĢam sürdürme ihtiyacından kaynaklanan ve kiĢinin sırf insan olduğu için sahip olduğu haklar anlamına gelmektedir. Bu nedenle hakları ihlâl edilen bir kimsenin sadece ihtiyaçlarının değil, onun insanlığının inkâr edildiği kabul edilmektedir. Ġnsanın maddî ve manevî varlığının geliĢmesini amaçlayan bu tür hakların dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez olarak formüle edilmesi gerekir ki insan kiĢiliğinin onur ve değeri korunabilsin. Nitekim BirleĢmiĢ Milletler AntlaĢması (1945) ve BM Evrensel Ġnsan Haklan Bildirgesi'nde (1948); "insanlık ailesinin bütün üyelerinde bulunan onurun ve onların eşit ve vazgeçilmez haklarının tanınmasının dünyada özgürlük, adalet ve barışın temelini oluş"turacağı kabul ve ilân edilmiĢtir. Hiçbir Ģekilde insanın elinden alınamayacak olması bakımından insan hakları, üstün kurallar bütünüdür. Zaman içerisinde insan haklarının kapsamı giderek geniĢlemiĢtir. İnsan Hakları Düşüncesinin Tarihsel Gelişimi Ġnsan hakları insanlığın tarih boyunca yaptığı zorlu mücadeleler sonucunda bugünkü halini almıĢ ve dünyada kabul görür bir duruma gelmiĢtir. Genel anlamda insan haklarının tarihsel geliĢimiyle ilgili 3 kuĢaktan söz edilebilir. KiĢisel Haklar veya Negatif Statü Hakları da adı verilen 1. KuĢak Haklar, Ekonomik, Sosyal, Siyasal ve Kültürel Haklar veya Pozitif Statü Hakları da adı verilen 2. KuĢak Haklar, ve son olarak DayanıĢma Hakları veya Halkların Hakları da adı verilen 3. KuĢak Haklar. 1. Kuşak Haklar: Kişisel Haklar (Negatif Statü Hakları) 17. ve 18. yüzyılda kazanılan bu haklar, aydınlanma çağı düĢünürlerinin büyük ölçüde fikrî desteğine dayalı olarak biçimlenmiĢtir. KiĢisel hakların belge haline getirilmesi tarihini 1215 tarihli Magna Charta’dan baĢlatmak ve 1789 Fransız VatandaĢ ve Ġnsan Hakları Bildirgesi’ne kadar getirmek mümkündür. Gerçekten de Magna Charta Libertatum (1215) ile 3 Ġngiltere’de kralın keyfi müdahalelerine karĢın kiĢi hak ve özgürlüklerinin sınırlarının geliĢtirilmesi sağlanmıĢtır. Yine 1789 öncesinde, Ġngiliz Parlamentosu tarafından kabul edilen ve yaĢam, hürriyet ve mülkiyet” haklarını güvence altına alan Haklar Bildirgesi’ni (1689), “yaĢam, hürriyet ve mülkiyet haklarıyla beraber mutluluğu arama” hakkından bahseden Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi (1775) ile nihayet “hürriyet, mülkiyet, güvenlik ve zulme karĢı direnme” haklarını tespit eden Fransız VatandaĢ ve Ġnsan Hakları Bildirgesi’ni (1789) önemli örnekler olarak saymak gerekir. Özetle, bireyciliği esas alan ve yasal eĢitlik, kiĢi güvenliği, bireysel özgürlük, düĢünce ve inanç özgürlüğü, siyasal haklar ve mülkiyet gibi hakları içeren birinci kuĢak insan hakları, bireye ait olan ve devletin, toplumun ve üçüncü Ģahısların dokunamayacağı özel, bağımsız bir eylem alanının sınırlarını çizmektedir. Bu haliyle birinci kuĢak haklar, devleti sınırlandırmakta, devletin konumunu daha çok tarafsızlık ve karıĢmama ilkesi üzerine oturtmaktadır. Burjuvazi, bu kuĢak hakların sağlanmasında en etkili grup ortaya çıkmıĢ ve 19. yüzyılın baĢlarından itibaren önce Avrupa ülkelerinin, sonra bütün uygar ülkelerin anayasalarında ve yasalarında yer almasının itici gücünü oluĢturmuĢtur. 2. Kuşak Haklar: Ekonomik, Sosyal, Siyasal ve Kültürel Haklar (Pozitif Statü Hakları) Birinci kuĢak insan haklarına yöneltilen en büyük eleĢtiri, bu kuĢak hakların kağıt üzerinde kaldığı; ekonomik ve sosyal güçten yoksun halkın bundan yararlanamadığı üzerinedir. Nitekim Avrupa’da sanayi devriminin etkisiyle feodal yaĢam tarzı çökmüĢ, toprağın ekonomik değerini yitirmesi nedeniyle mülksüzleĢen büyük insan kitleleri Ģehirlere göç etmiĢ ve hiçbir güvenceye sahip olmadan sadece hayatta kalmaya çalıĢmıĢlardır. Birinci kuĢak hakların varlığı, kol gücünden baĢka hiçbir Ģeyleri olmayan bu insanlar için bir anlam taĢımamaktadır. “Konut dokunulmazlığı hakkı”nın var olması konutu olmayan bir insan için hiçbir Ģey ifade etmemektedir. ĠĢte, yeni ortaya çıkmıĢ olan iĢçi sınıfının, sanayi devriminin yarattığı bu olumsuz sonuçlara, siyasal ve sosyal eĢitsizliklere tepkisi gecikmemiĢ, bu sınıfın düĢünürleri soyut insanı değil “gerçek” insanı hedef alan bir yeni hak kategorisini talep etmeye baĢladılar. Ġnsanlar, yasalar önünde eĢit olmanın "sosyal eĢitlik"le taçlandırılmadığı sürece kağıt üzeri haklar yaratmaktan öteye gidemeyeceği düĢüncesinden hareketle Ġkinci kuĢak hakları talep etmeye baĢlamıĢlardır. ĠĢçi sınıfının itici gücüyle insanlar, ekonomik, sosyal ve kültürel haklar adı verilen bu haklarını nihayet 19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın ikinci yarısı arasında elde etmeyi ve anayasalara sokmayı baĢardılar. Özellikle 20. yüzyılın ilk yarısında yaĢanan ve milyonlarca insanın öldüğü Dünya savaĢlarının, insan haklarının önemini ve gerekliliğini ortaya koyması ve BirleĢmiĢ 4 Milletlerin 1948 yılında kabul ettiği insan Hakları Evrensel Bildirgesi ile insan haklarının kapsamı geniĢledi. Birey; sosyal güvenlik, çalıĢma, sağlıklı yaĢama, konut edinme, dinlenme, eğitim ve öğretim gibi ekonomik, sosyal ve kültürel haklara kavuĢtu. Birinci kuĢak insan hakları, bireye özgürce hareket edebileceği ve devletin, toplumun ve üçüncü Ģahısların dokunamayacağı özel, bağımsız alan yaratmayı amaçlarken, Ġkinci kuĢak hakların büyük çoğunluğu devlete bir hizmet sunma ödevi yüklemekteydi. Sağlık hakkının kullanılabilmesi için devletin öncelikle doktor yetiĢtirmesi ve hastaneler açması gerekmektedir. Böylece, birinci ve ikinci kuĢak haklar onurlu bir insan hayatı için birbirlerini tamamlama iĢlevini yüklenmiĢ oldular. 3. Kuşak Haklar: Dayanışma Hakları (Halkların Hakları) XX. yüzyılın son dönemlerinde savaĢların, teknoloji ve bilimsel ilerlemenin yol açtığı zararlar, “halkların hakları” adı da verilen dayanıĢma haklarını gündeme getirmiĢtir. Bu haklar, 1970’li yılların baĢlarında BirleĢmiĢ Milletler Ġnsan Hakları Komisyonu ve UNESCO tarafından geliĢtirilmiĢ, insan hakları kapsamına alınması için çalıĢılmıĢtır. Belirttiğimiz gibi birinci kuĢak haklar en önemli niteliği devletin müdahale edemeyeceği bir alan yaratma arayıĢıyken, ikinci kuĢak hakların en önemli niteliği bizatihi devletin müdahalesine gereksinim duymasıydı. Oysa üçüncü kuĢak insan haklarını birinci ve ikinci kuĢak haklardan ayıran en önemli nitelik, gerçekleĢmesinde devletin çabasının yeterli görülmemesi, birey ve grupların da devreye girerek, bir dayanıĢmayı zorunlu kılmasıdır. üçüncü kuĢak hakların bir baĢka çımazı, çatıĢmayı ve mücadeleyi değil, uzlaĢmayı ve dayanıĢmayı öne çıkarmasıydı. Bu bağlamıyla üçüncü kuĢak insan haklarının yaĢama geçmesi için, kiĢiler, gruplar ve devletler kadar, ekonomik sınıfların da desteği ve dayanıĢması adeta bir zorunluluk olarak ortaya çıkıyor XX. yüzyılda yaĢanan iki dünya savaĢı sonucunda milyonlarca insanın ölmesi, insanlığın düĢünce, bilim ve sanat mirası olan birçok eserin yok edilmiĢ olması, dünyanın büyük bir ekonomik çöküntüye girmesi, yine bu yüzyıl içerisinde teknoloji ve bilimsel ilerlemenin yol açtığı çevre zararları ve bundan çıkmak için küresel ölçekte iĢbirliğine duyulan ihtiyaç, sömürge ülkelerin varlığı, geliĢme sorunları ve uluslar arası toplumun bu konulara yönelik duyarlılığının artmasıyla bağlantılı olarak, dayanıĢma haklarının insan hakkı olarak sınıflandırılması gerekliliğini ortaya koymuĢtur. Bütün bu sorunların varlığı, Ġnsan Haklarının sadece devletlerin iç meselesi olmadığını, bütün uluslar arası toplumu ilgilendirdiğini ve bu sorunların çözümünde bütün insanlığın katkısına ihtiyaç duyulduğunun anlaĢılmasına neden olmuĢtur. Özellikle bağımsızlığını ilan etmiĢ eski sömürge devletlerinin ısrarı ve üçüncü dünya ülkelerinin baskısı ile dayanıĢma hakları uluslararası düzlemde 5 gündeme gelebilmiĢtir. Bu geliĢmelerin sonucu olarak 1982 yılında“DayanıĢma haklarına ĠliĢkin Uluslararası Üçüncü Pakt Önerisi” hazırlanmıĢ 3. KuĢak Haklar olarak kategorize edilen bu öneriler listesinde barıĢ hakkı, çevre hakkı, geliĢme hakkı, insanlığın ortak mal varlığına saygı hakkı birer dayanıĢma hakkı olarak sınıflandırılmıĢlardır. Bu hakların somutlaĢtırılması yönündeki en önemli adım aslında 1968 yılında düzenlenen Ġnsan Hakları Uluslararası Konferansı sonunda yayımlanan Tahran Bildirgesi ile atılmıĢtı. Bu geliĢmelerden sonra, üçüncü kuĢak haklar kategorisi içinde yer verilen hakların bazılarının uluslararası belgelerde de yer almaya baĢladığını görüyoruz. Bu konuda bölgesel bağlamda olmasına karĢın, sözleĢme formunda olduğu için önemi büyük olan bir belge örneği 1986 tarihli “Afrika Ġnsan ve Hakların Halkları ġartı”dır (AĠHHġ). Gerçekten de AĠHHġ, “geliĢme hakkı”, “barıĢ ve güvenlik hakkı”, “tatminkâr çevreye sahip olma hakkı” gibi en önemli üçüncü kuĢak haklara yer vermiĢtir. Bir diğer adı da “halkların hakları” olan üçüncü kuĢak haklar konusunda zengin olan bu belgede öznesi “halklar” olarak bir dizi hakkın da düzenlendiğini görüyoruz. Nitekim bu sözleĢmesel belgede, bütün halkların eĢit ve aynı haklara sahip olduğu, tahakkümün gayri meĢru olduğu; bütün halkların varolma hakkı, kendi kaderini tayin hakkı ve siyasi statülerini özgürce belirtme hakkı olduğu; yabancı tahakkümüne karĢı özgürlük mücadelesi verme ve verilen özgürlük mücadelesine yardımcı olma hakkı olduğu; bütün halkların kendi zenginlik ve doğal kaynaklarını özgür/serbest kullanma ve bunlardan yararlanma hakkının olduğu belirtilmiĢtir. Bununla birlikte, “halkların hakları” kavramı AĠHHġ’ten önce BirleĢmiĢ Milletler (BM) tarafından üretilen değiĢik formlardaki belgelerde de kullanılmıĢtır. BM Genel Kurulunun 14.12.1960 tarih ve 1514 (XV) sayılı kararıyla kabul edilen “ sömürge Ülkelere ve Halkalara Bağımsızlık Tanınması Bildirisi”; BM Genel Kurulunun 14.12.1962 tarih ve 1803 (XVII) sayılı kararıyla kabul edilen “Doğal kaynaklar Üzerinde Sürekli Egemenlik Hakkında Genel Kurul Kararı”; BM Genel Kurulunun 07.12.1965 tarih ve 2037 (XX) sayılı kararıyla kabul edilen “ Gençlerde, Halklar Arasındaki BarıĢ, KarĢılıklı ve AnlayıĢ Ġdeallerinin GeliĢtirilmesi Bidirisi”; UNESCO Genel Konferansının 14. oturumunda 04.11.1966 tarihinde kabul edilen “Uluslar arası Kültürel ĠĢbirliği Ġlkeleri Bildirisi”, “halkların hakları” kavramına yer veren belgelerdendir. Ayrıca, BM Genel Kurulunun 16.12.1966 tarih ve 2200 (XXI) sayılı kararıyla kabul edilen Medeni ve Siyasal Haklar SözleĢmesi ile Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar SözleĢmesi’nin her ikisinde de ortak içerikle yer alan (md.1/1) hükümlerinde “bütün halkların kendi kaderini tayin hakkı”, kendi siyasal statülerini özgürce belirleme hakkı”, “ekonomik, sosyal ve kültürel geliĢmelerini özgürce gerçekleĢtirme hakkı” ve (md.1/2)’ de “bütün halkların, kendi doğal zenginlik ve kaynaklarından özgürce yararlanabilme hakkı” 6 düzenleyen sözleĢme formuna sahip olan belgelerdir. Gene BM Genel Kurulunun 24.10.1970 tarih ve 2625 sayılı kararıyla kabul edilen “BirleĢmiĢ Milletler ġartı Uyarınca Devletler Arasında Dostça ĠliĢkiler ve ĠĢbirliğine ĠliĢkin Uluslar arası Hukuk Ġlkeleri Bildirisi”nde barıĢ hakkı, kuvvet kullanmaktan kaçınma ödevi, halkların eĢit haklara ve kendi kaderini tayin hakkına sahip olduğu vurgusuna yer verilmiĢtir. BM Genel Kurulunun “BarıĢ Ġçinde YaĢam için Toplumların Hazırlanması Bildirisi” adını taĢıyan ve 15.12.1978 tarih ve 33/73 sayılı kararıyla kabul edilen bir baĢka bildirisinde de “halkların hakları” kavramı yanında “barıĢ içinde bir yaĢam hakkı”nın da düzenlendiğini görmekteyiz. Aynı yıl UNESCO tarafından, “halkların temel eĢitliği” ve “tam geliĢme hakkı”nı içeren “Irk ve Irksal Önyargılar Hakkında Bildiri” ilan edilmiĢtir. 1984 yılında ise, BM tarafından bizatihi barıĢ hakkına özgülenmiĢ olarak kabul edilen “Halkların BarıĢ Hakkı Bildirisi” yayımlanmıĢ ve Bildiri, “halkların kutsal bir barıĢ hakkına sahip oldukları”nı düzenlemiĢtir. BM, 1986 yılında ise “GeliĢme Hakkı Bildiri” adıyla geliĢme hakkına özgülenmiĢ bir bildiriyi daha kabul ederek, üçüncü kuĢak hakların kategorileĢtirlmesine, uluslar arası meĢruiyetinin kurulmasına katkı vermiĢtir. Dayanışma Hakkı Olarak: Barış Hakkı 20. yüzyıla kadar barıĢ hakkından değil, savaĢ hakkından söz etmek mümkündür. Nitekim uluslararası hukuk öğretisinde SavaĢ Hukuku ve BarıĢ Hukuku olmak üzere iki olgudan söz edilmekteydi. SavaĢı düzenleyen bir hukukun olduğu bir yerde savaĢlar meĢru demektir. Uluslararası hukukta devletlerarasındaki anlaĢmazlıkları çözen, kural koyan ve yaptırım uygulayan merkezi bir otoritenin bulunmaması nedeniyle devletler, sorunlarını savaĢ tercihi ile çözme noktasında serbest bırakılmıĢlardı. Uluslararası hukuk sadece savaĢ halinin “meĢru” zeminini belirliyordu. BirleĢmiĢ Milletler ġartı (1945) ile birlikte bu durum değiĢti. BarıĢ hakkı, söz konusu antlaĢmanın 1. maddesindeki, “Uluslararası barıĢ ve güvenliği korumak ve bu amaçla, barıĢı bozmaya yönelik tehditleri önlemek, kaldırmak, saldırganlık ya da barıĢın baĢka yollarla bozulması eylemlerini bastırmak üzere etkin ortak önlemler almak, adalet ve uluslararası hukuk ilkelerine uygun olarak, barıĢın bozulmasına yol açabilecek nitelikteki uluslararası anlaĢmazlık veya durumların düzeltilmesini ya da çözülmesini barıĢçı yollarla gerçekleĢtirmek” ifadesi ve kuvvet kullanmayı yasaklayan diğer maddeleriyle, siyasal ve hukuksal dayanaklarına kavuĢmuĢtur. Böylelikle savaĢ hukuku/ barıĢ hukuku ikiliği ortadan kalkmıĢ ve barıĢ hukuku egemen kılınmıĢtır. Her ne kadar asıl amacı savaĢı sınırlandırmaktan çok, belirli savaĢ eylemlerini sınırlandırmak olsa da, 1899 ve 1907 Lahey BarıĢ Konferanslarının da barıĢ hakkının hukuksallaĢmasına katkısı yadsınamaz. Daha sonra 1948 tarihli BM “Evrensel Ġnsan Hakları Bildirgesi”, 1984 tarihli BM “Hakların BarıĢ Hakkı 7 Üzerine Bildirisi” ve 1986 tarihli “Afrika Ġnsan ve Hakların Halkları ġartı” barıĢ hakkını düzenleyen ve içeriğini belirleyen önemli belgeler olarak ortaya çıkmıĢtır. Dayanışma Hakkı Olarak: Gelişme Hakkı Ulusların geliĢmesi söylemi, sömürgecilik döneminin ardından bağımsızlığına kavuĢan ülkelerin, karĢılaĢtıkları sosyo-ekonomik sorunlar nedeniyle ortaya koydukları yeni bir hak talebidir. Bu hakkın içeriğinde yoksullukla mücadele ve azgeliĢmiĢliğin ortadan kaldırılması gibi talepler bulunmaktadır. Ġlk anda ulus devletlerin taleplerinden ibaretmiĢ gibi duran bu telepler, giderek, insanlığın ortak malvarlığından eĢit yararlanma ve dünya ekonomik refahının hakkaniyetli dağıtımından pay alma hakkı olarak uluslararası insani bir boyut kazanmıĢtır. BirleĢmiĢ Milletler ġartı’nın (1945) baĢlangıç bölümünde belirtilen “tüm halkların ekonomik ve toplumsal geliĢmesini hızlandırmak üzere uluslar arası yollara baĢvurma” gayesi, bu hakkı uluslararası hukukun konusu haline getirmiĢtir. Daha sonra Evrensel Ġnsan Hakları Bildirgesine yollama yapan 1966 Paktlarının baĢlangıç bölümünde yer verilen “yoksulluktan arınmıĢ özgür insan” deyimi örtülü de olsa geliĢme hakkına değinmiĢtir. Nihayet, BirleĢmiĢ Milletler Genel Kurulunun 4 Aralık 1986 tarih ve 41/128 sayılı Kararıyla ilan edilen BM “GeliĢme Hakkına Dair Bildiri”, geliĢme hakkını, bireylerin ve halkların bir hakkı olarak kabul ederken, bu hakkı her insanın ve bütün halkların ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal geliĢmeye katılma, katkıda bulunma ve ondan yararlanma hakkı biçiminde çerçevelendirlimiĢtir. Bildiri, - “Gelişme” kavramından, içinde bütün insan haklarının ve temel özgürlüklerinin tamamen gerçekleĢtirilebileceği bir ortamı kastetmekte (m. 1/1), - Tüm birey ve halkların bireysel ve toplumsal yükümlülükle geliĢme hakkının gerçekleĢtirilmesinde sorumlu olduklarını (m.2/2), - Devletlerin de, tüm insanların geliĢmeye katılmaları ve bundan kaynaklanan menfaatlerin adil bir biçimde dağıtılması esasına dayanan ve nüfusun tamamının ve bütün bireylerin refahını sürekli olarak geliĢtirmeyi amaçlayan ulusal geliĢme politikalarını formüle etme yetkisi ve görevi olduğunu (m.2/3), ifade etmektedir. Dayanışma Hakkı Olarak: Çevre Hakkı Ġnsan hakları kavramı bağlamında kurumsallık kazanmaya baĢlayan çevre hakkı, kapitalist sistem içinde sanayileĢmenin ve teknoloji kullanımının “çevre” ve onun bir öğesi olan insan aleyhine doğurduğu sonuçların yarattığı tepkinin bir ürünüdür. Artık günümüzde pek çok uluslararası belgede, “çevre, çevre hakkı ve katılım” ile ilgili hükümler yer almaktadır. Bu çalıĢmaların ilk nüveleri ana konusunu daha çok tabiatın, Tabii manzaraların, 8 tabii bitki örtüsünün, vahĢi hayvanların, kültür varlıklarının korunması oluĢturmakla beraber 1913 yılında yapılan Bern Konferansı ve 1923 yılında yapılan Paris ve Londra konferansları ile atılmıĢtır. Çevre hakkının ilk kez uluslararası belgelerde yer bulması BM’nin 1972’de toplanan ve 100’den fazla ülke temsilcisinin katıldığı Stockholm Ġnsan Çevresi Zirvesi’nden sonra yayımladığı “Stockholm Bildirgesi”yle mümkün olmuĢtur. Bu Bildirge ile insanlar, “kendisine onurlu ve iyi bir yaĢam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevrede, özgürlük, eĢitlik ve tatmin edici yaĢam koĢulları temel hakkına” sahip kılınmıĢtır. BM’nin 1982 tarihli “Dünya Doğa ġartı” ise daha somut ilkeler ortaya koyarak, çevre hakkının uygulamaya sokulması konusunda devletlerin yükümlülüklerini ve bireylerin yapabileceklerini saptamıĢtır. Tüm dünyada geliĢen çevreci toplumsal hareketler sonucu nihayet, 1992 de Rio’da toplanan BM’in Yeryüzü Zirvesinde kabul edilen “Rio Bildirgesi” çevre haklarının bir insan hakkı kategorisi olduğunu kabul ve ilan etmiĢtir. Bildirgenin birinci ilkesi, insanları sürdürülebilir ve dengeli kalkınmanın merkezinde tutmuĢ ve çevre hakkını “Doğa ile uyum içerisinde sağlıklı ve verimli bir yaĢama hakkı” olarak tanımlamıĢtır. 1992’deki Helsinki belgesinde ekolojik dengenin sürdürülmesi için devletlerarası iĢbirliği ihtiyacına vurgu yapılmıĢtır. Nihayet, Rio Zirvesinden 10 yıl sonra toplanan Johannesburg zirvesinde de çevre sorunlarıyla yoksulluğun önlenmesi ve insan hakları konusunda bağlar kurulmuĢ, sürdürülebilirliğin toplumsal boyutlarına vurgu yapılmıĢtır. Türkiye iç hukukunda çevre hakkına 1982 Anayasasının, “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” bölümünde yer verilmiĢ ve “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaĢama hakkına sahiptir. Çevreyi geliĢtirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaĢların ödevidir. (md.56)” biçiminde düzenlenmiĢtir. Bu hükümle, 1982 Anayasası, çevre hakkını oldukça geniĢ bir biçimde tanıyan anayasalar arasında yer almıĢtır. Dayanışma Hakkı Olarak: İnsanlığın Ortak Mirası Ġnsanlık; gelmiĢ geçmiĢ bütün insanları kapsayan ortak bir kavramdır. Ġnsanlığın ortak mirası ise, sadece belirli bir kuĢağın kendinden sonrakilere bıraktığı Ģeyler değil, geçmiĢteki bütün insanlık tarihini ve geleceği de içine alan maddi ve manevi değerlerin tümü olarak tanımlanmaktadır. Her toplum bilim, teknoloji, sanat, edebiyat ve düĢünce gibi alanlarda sürekli bir Ģeyler üretir. Bu ürünler yalnızca üreten toplum için değil; diğer toplumlar için de değer taĢır. Bu nedenle insanlığın ortak mirası olarak görülürler. Ġnsanlığın yüzyıllarca süren çabası ve birikimi sonucudur ki günümüzdeki atom ve bilgisayar çağı ortaya çıkmıĢ, insan yaĢamında büyük kolaylıklar sağlanmıĢtır. Ġnsanlar bu mirası oluĢturmamıĢ olsaydı doğaya egemen olamaz ve bugünkü iyi yaĢam koĢullarına 9 kavuĢamazdı. Bu nedenle bütün insanların mutluluğu için bütün ulusların ortak mirasa katkıda bulunabilmeleri sağlanmalı ve ortak mirastan bütün uluslar yararlanabilmelidir. Bu durum bilim, sanat, edebiyat gibi alanlardaki eserlerin korunmasını ve bu ortak mirasın korunması için oluĢturulan müzeler, sit alanları ve kütüphanelerin varlığını gerekli hale getirir. 1970'li yılların baĢında insanlığın ortak mirası kavramının uluslararası toplumda giderek artan ölçülerde kabul görmeye baĢlamasının etkisiyle, UNESCO 16 Kasım 1972'de düzenlediği Genel Konferansı'nda “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair SözleĢme”yi kabul etmiĢti. 17 Aralık 1975 yılında yürürlüğe giren ve doğal veya insan eliyle ortaya çıkmıĢ belli bazı nadide yapıtların, tek bir devlete ait olmanın ötesinde, ayrı bir önem taĢıdıklarını kabul eden SözleĢme'ye Türkiye 1982’de katılmıĢtır. Ġnsanlığın ortak mirasının korunmasına yönelik çabalarda herkesin hem yararının bulunduğu, hem hak sahibi olduğu fikri de SözleĢme metnine yansımıĢtır. SözleĢmenin bir önemi de devletlerin, ulusal miraslarını saptayarak muhafaza etme gayretlerini destekleyen bir uluslararası iĢbirliği ve yardım sistemini kurmuĢ olmasıdır. "Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunması için Hükümetlerarası Komite, "Dünya Mirası Listesi”, "Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi” ve "Dünya Kültürel ve Doğal Mirasını Koruma Fonu” bu amacı gerçekleĢtirmeye yönelik mekanizmalar olarak öngörülmüĢtür. Sonuç yerine Tarihsel olarak baktığımızda felsefi ve etik bir zeminin üstüne oturtulmaya çalıĢılan insan hakları sınıflandırmasının bir yönü de aslında siyasi bir zemine yaslanmaktadır. Bu nedenle I. ve II. KuĢak haklarda olduğu gibi dayanıĢma haklarının da bir insan hakkı olarak kabul edilmesi sürecinin sancılı geçtiğini görmekteyiz. Birinci kuĢak hakların ortaya çıkıĢında burjuvazinin tarihsel rolü, ikinci kuĢak hakların ortaya çıkıĢında ise iĢçi sınıfının tarihsel rolü ön plandadır. Burjuvazi ve aristokrasi çatıĢması birinci kuĢak hakları, burjuva ve iĢçi sınıfının çatıĢması ise ikinci kuĢak hakları ortaya çıkarmıĢtı. Her iki hak kategorisini uygulamaya koymak isteyen toplumsal kesim, bu hakları kendi çıkarına uygun görmeyen diğer bir toplumsal kesimle mücadele etmek ve ona zor yoluyla da olsa bunu kabul ettirmek zorunda kalmıĢtır. DayanıĢma hakları adı verilen üçüncü kuĢak haklar da benzer bir çatıĢma ikliminde yeĢermektedir. Bu hakları uygulamaya sokmak isteyenlerin Üçüncü Dünya devletleri olarak da adlandırılan az geliĢmiĢ ve geliĢmekte olan ülkeler olması, aslında bu hak taleplerine, dünya siyasi sistemine yapılmıĢ bir eleĢtiri olma niteliği kazandırmaktadır. Bir yanda çevreyi tüketen muazzam sanayi büyümesi, diğer yanda kalkınmakta olan ülkeler ve bağımsızlığına yeni kavuĢmuĢ az geliĢmiĢ devletlerin karĢı karĢıya bulunduğu ciddi ekonomik sorunlar… Bir yanda dev adımlarla yol alınan bilimsel ve teknik ilerlemeler, diğer yanda ise insanoğlunun 10 varlığını sürdürme sorunu… ĠĢte bütün bu çeliĢkiler insan hakları üzerinde yeniden düĢünmeyi gerekli kılmıĢtır. Özellikle bağımsızlığını ilan etmiĢ eski sömürge devletlerinin talebi olan üçüncü kuĢak haklar, son tahlilde kapitalist geliĢme modeli karĢısında bir eleĢtirel tutumun varlığına iĢaret ediyor. Üçüncü kuĢak haklar ve bu bağlamda kullanılan kavramlar, sömürgeci/kapitalist geliĢmiĢ devletlere karĢı bir direncin söylemini kurmakta kullanılıyor. Ama kapitalizmin gücü karĢında bu hareketlerin ikincil akımlar olma pozisyonunu aĢmaları kolay olmamaktadır. Bu nedenle insan hakkı olarak kabul edilmelerindeki süreç sancılı geçmektedir. Bunun bir nedeni de birazda dayanıĢma haklarının bir niteliğinden kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi, Üçüncü kuĢak hakların uygulamaya geçmesi için, kiĢiler, gruplar ve devletler kadar, ekonomik sınıfların da desteği ve dayanıĢmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu durum I. dünya olarak adlandırılan geliĢmiĢ ülkelerle, azgeliĢmiĢ III. Dünya ülkeleri arasındaki gerilimin ve mücadelenin, uzlaĢmaya ve dayanıĢmaya dönüĢmesini zorunlu kılar ki süreci çıkmaza sokan temel etmen iĢte budur. Gerçekten de egemen kapitalist devletler, bir yandan bu yeni hak taleplerini küçümseyip insan hakkı olarak sayılmasına karĢı çıkarken, diğer yandan bunu baĢaramadıkları yerlerde bu hakların kendi çıkarlarına zarar vermeyecek hale dönüĢtürülmesine, uyumlaĢtırılmasına çalıĢıyorlar. Komünist bloğun çökmesinin ardından, yeni dünya düzeni söylemiyle ortaya çıkan kapitalist blok, II. KuĢak haklardan olan sosyal ve ekonomik hakları dahi tartıĢmaya açmıĢtır. II. KuĢak hakların insan hakkı olmadığını iddia ederek tırpanlamaya baĢlayan neo-liberalizm öğretisinin yeni hak kategorilerine bakıĢı da farklı olmamaktadır. Bunun için dayanıĢma haklarının öznesinin insan olmadığından, konularının belirsiz olduğundan bahsederek insan hakkı sayılamayacağını ifade etmektedirler. Uluslar arası bir yaptırım mekanizmasıyla (mahkeme gibi) korunmadığı için sadece dilek ve temennilerden ibaret “sözde” haklar olarak kalacaklarını söylemekten çekinmemektedirler. Üstelik bu kadar “insan hakkı” taleplerinin bir enflasyon yaratacağını ve bu durumun diğer “daha önemli” hakları bayağılaĢtıracağını iddia etmektedirler. Oysa bütün diğer hakların ortaya çıkıĢına bakıldığında insan haklarının bir sürecin ürünü olduğu görülmektedir. Nitekim iddianın aksine dayanıĢma haklarının öznesi son tahlilde insandır; bugünün ve daha da çok geleceğin insanıdır. Aslında dayanıĢma hakları I. kuĢak hakların varlık teminatı olarak iĢlev görecek bir niteliğe sahiptir. Gerçekten de örneğin barıĢ hakkı olmazsa, barıĢın tüm dünyada tesis edilmesi sağlanamazsa, hakların varlığının hiçbir anlamı olmayacaktır. Bu bağlamıyla dayanıĢma hakları, klasik haklardan olan yaĢam hakkının zeminini kurmaktadır; insan yaĢamını tehdit eden kirli bir çevrede ya da herkesin 11 birbirini öldürdüğü bir yerde yaĢam hakkı kağıt üzerinde kalacaktır. Dolayısıyla insan haklarının çeĢitli kıstaslara vurularak ayrı kategorilere ayrılabilmeleri mümkün görünse de, bir bütün oldukları unutulmamalıdır. Söz konusu üç kuĢak hak, insanların onurlu bir yaĢam sürdürebilmeleri için gerekli haklar olarak birbirlerini tamamlamaktadır. Bütün bu olumsuz sürece ve dayanıĢma hakları hakkında ileri sürülen tüm eleĢtirilere rağmen, geliĢmekte olan ülkelerin itici gücüyle bu haklar uluslar arası belgelere girmeyi baĢarmıĢtır. Bu doğrultuda önce psikolojik etkisiyle ön açıcı olan bildirilerde, daha sonrada imzacı devletler üzerinde bağlayıcı etkisi olan sözleĢmelerde yer bulmuĢ olan dayanıĢma hakları kategorisine dahil haklar, artık hukuki, siyasi ve ahlaki meĢruiyetlerini ve geçerliliklerini tescil ettirmiĢlerdir. KAYNAKÇA AKILLIOĞLU, Tekin, Ġnsan Hakları, Ank.Ünv. SBF yayınları, Ankara, 1995. ASLAN, Betül, Devletin Temel Amaç ve Ödevleri IĢığında Öznel GeliĢme Hakkı, XII. Levha yayınları, Ġst., 2009. ÇEÇEN, Anıl, Ġnsan Haklan, Gündoğan Yayınları, Ankara 1995. DONNELLY, Jack, Teoride ve Uygulamada Evrensel Ġnsan Hakları, Yetkin Yay., çev: M. Erdoğan-L. Korkut, Ank., 1995. GEMALMAZ, M. Semih, Ulusalüstü Ġnsan Hakları Hukukunun Genel Teorisine GiriĢ, Beta Yay., Ġst., 1997. GÜLMEZ, Mesut, Ġnsan Hakları ve Demokrasi Eğitimi, TODAlE yayınları, Ankara, 1996. Haklar ve Özgürlükler Antolojisi, Ed:CoĢkun Can Aktan, Hak-ĠĢ Yayınları, Ankara, 2000. HAYEK, Friedrich A., Kölelik Yolu, çev: Turhan Feyzioğlu- Yıldıray Arsan, Liberte yay., Ankara, 1999. KABAOĞLU, ibrahim Ö., DayanıĢma Haklan, TODAĠE yayınlan Ankara 1996. KABAOĞLU, ibrahim Ö., “Ġnsan haklarının GeliĢmeci Özelliği ve Anayasa Yargısı” http://www.anayasa.gov.tr/files/pdf/anayasa_yargisi/anyarg9/kaboglu.pdf, Er:15. 2.2010. KABAOĞLU, ibrahim Ö., “Hak ve Özgürlükler anlayıĢındaki GeliĢmelerin Anayasa’ya yansıtılması Sorunu”, http://www.anayasa.gov.tr/files/pdf/anayasa_yargisi/anyarg11/ ibrahimkaboglu.pdf, Er:15. 2.2010. KABAOĞLU, Ġbrahim, Özgürlükler Hukuku, Ġmge Kitabevi, 2002. MOUGON, Jacgues, Ġnsan Hakları (çev:A,Emekçi, A.Türker) iletiĢim Yayınları, Ġstanbul 1991. UYGUN, Oktay, Türkiye'de Demokrasi ve Ġnsan Haklan, TODAlE Yayınları, Ankara 1996. 12 UYGUN, Oktay, “Ġnsan Hakları Kuramı”, Ġnsan Hakları, Ed:Gökçen Alpkaya ve Diğerleri, Yapı Kredi Yayınları, 2000. ÖZDEK, Yasemin, Uluslar arası Politika ve Ġnsan Hakları, Öteki yay., Ankara, 2000. 13