Almanya ve Türkiye’de Din Özgürlü¤ünün bir parças› olarak Din Dersi Dr. Günter Seufert Yeni bir anayasa hakkındaki tartışmalar çerçevesinde Türkiye’deki din dersleriyle ilgili tartışmalara şahit oluyoruz. Tartışmalarda sık sık, nasıl oluyor da anayasada fizik, yabancı diller vs. gibi dersler düzenlenmemişken sadece din dersinin düzenlenmiş olduğundan bahsedilmektedir. Türkçe dersi bile anayasada düzenlenmemiş, ama din dersi mecburi tutulmuştur. Bu şaşkınlık ilk bakışta mantıklı gibi görünüyor. Fakat Alman anayasasına baktığımızda, orada da yer alan yegâne dersin din dersi olduğunu görürüz. Bu konuyla ilgili maddeleri kısaca okumak istiyorum. Anayasanın 7inci maddesinde şöyle deniliyor: “Bütün eğitim kurumları, devletin denetimi altındadır. Veliler, çocuklarının din derslerine katılıp katılmamalarını belirleme hakkına sahip137 Almanya ve Türkiye’de Din Özgürlü¤ünün bir parças› olarak Din Dersi tir. Dini inançları reddeden okullar istisna olmak şartıyla, din dersi devlet okullarında düzenli ders olarak okutulmaktadır. Devletin denetim hakkına rağmen, din dersi dini kuruluşların temel ilkeleriyle mutabakat halinde verilir. Hiçbir öğretmen, kendi isteği dışında din dersi vermekle yükümlü kılınamaz.” Almanya’daki federal yapıdan ve eyaletlerin eğitim konularında yetkili olmalarından dolayı Almanya’daki durum bölgeden bölgeye öylesine çeşitlidir ki, bu kısa süre içinde Alman din dersi uygulamalarının ancak genel ilkelerini anlatabilirim. Bunu yaparken Alman modelinin Türkiye modelinden farklı olan boyutlarının altını çizeceğim. İlk olarak Hıristiyanlıkla ilgili din dersi söz konusu olduğunda veya Hıristiyanlık bir inanç olarak öğretildiğinde Alman modelinin, Türk modelinin zıddı olduğu tezini öne sürmek istiyorum. Buna karşın mevcut olan Alman din dersleri sistemine İslam’ın dahil edilmesinin ve İslam’ın Hıristiyanlıkla eşit muamele görmesinin yani azınlık dininin hakim sisteme entegrasyonu söz konusu olduğunda, Alman ve Türk sistemleri arasında ilginç paralellikler görülmektedir. Almanya ile Türkiye’deki din dersi uygulamaları arasındaki ilk büyük fark, Türkiye’deki din derslerinin resmî söyleminde inanç dersi (Bekenntnisunterricht) olarak değil din bilgisi dersi (Religionskunde) olarak verilmesinde yatmakta. Fakat Almanya’da din dersleri, resmî olarak inanç dersleri olarak okutulmakta. Türkiye’de resmî olarak din hakkında sadece bilgi verilmekte, öğrenciler inançlı kişiler olarak yetiştirilmemektedir. Almanya’daki klâsik model ise bunun tam tersidir. Bu modelin temelini oluşturan inanç dersi, inancın öğretilmesi ve gencin kendini din ile özdeşleştirmesini sağlamaya yöneliktir. Nihayetinde dini bir gerekçeyle topluma karşı sorumluluklarının bi138 Dr. Günter Seufert lincinde olan inançlı insanlar, dindar insanlar yetiştirilmesi hedeflenmektedir. İkinci ve çok önemli bir diğer fark ise Federal Almanya’nın klasik modelindeki din dersinin, kilise ve devletin müşterek bir meselesi ve mesuliyeti olarak kabul edilmesidir. Bu da kendini şu üç alanda gösterir: - birincisi, müfredatın hazırlanmasında; devlet ile kilise, müfredatı beraber hazırlarlar, - ikincisi, din dersi öğretmenlerinin yetiştirilmesinde; din dersi öğretmenleri devlet üniversitelerinde devlet ve kilisenin birlikte kararlaştırdıkları öğretmenlik ve teoloji eğitimi alırlar, ve - üçüncüsü, din dersi öğretmenlerinin, formasyonunun tamamlanışında; öğretmenler sadece devletin öğretmenlik sınavından geçmezler, onlar ayriyeten kilise tarafından bir yetki belgesi almak zorundalar, Katolik Kilisesi’nde bu belgeye Missio, Protestan Kilisesi’nde ise bu belgeye Vokation denilir. Üçüncü ve önemli bir fark da Türkiye’nin merkeziyetçi yapısının aksine Almanya’nın federal bir yapıya sahip olmasıdır. Eğitim konusundaki yetki eyaletlerdedir. Okul işleri ve böylece din dersleri de önemli ölçüde eyaletlerin işidir, dolayısıyla Almanya’da bu konuda her eyalette biraz değişik modeller bulunmaktadır. Almanya, bölgesel farklılıklara yer vermeye izin veren bir yapıya sahip. Eyaletlerin çoğunda daha önce bahsettiğim “inanç dersleri” var. Ancak bir kaç eyalette farklı bir uygulama mevzubahistir. Örneğin Hamburg çok az sayıda Katolik bulunan bir eyalettir. Oradaki devlet okullarında “inanç 139 Almanya ve Türkiye’de Din Özgürlü¤ünün bir parças› olarak Din Dersi dersi” şeklindeki din dersleri, sadece Protestan Kilisesi tarafından verilmektedir. Katolik din dersi ise sırf Kilise Okulları denilen okullarda, yani Katolik (özel kilise) okullarında verilmektedir. Ama Hamburg’daki okulların büyük çoğunluğu devlet okullarıdır ve onlarda din dersi, Protestan Kilisesi’yle işbirliği içinde herkes için Ortak Din Dersi (Religionsunterricht für alle) şeklinde verilir. Bu dersin ismi Hamburg’ta “din dersleri” değil, “her inanca mensup öğrencilere din dersi”dir ve bu ders, her ne kadar Protestan Kilisesi tarafından yürütülse de gittikçe İslam’ın, Budizm’in ve şimdilerde ayrıca Alevilik’in de öğretilerine yer vermektedir. Böyle bir uygulamanın temelinde halkın gittikçe sekülerleşmesi yatmaktadır. Hamburg’ta halkın ancak %50’si bir kiliseye üyedir. Burada din dersi sade inanç dersi olmaktan çıkıp bir din bilgisi dersi yönünde gelişmiştir. Eyaletlere özgü hususiyetlere diğer iki örnek Berlin ve Brandenburg eyaletleridir, buralardaki okullarda din dersleri, müfredatın bir parçası değildir. Bölgelere ve eyaletlere özgü bu yapı çeşitliliği, İslam din dersleri söz konusu olduğunda bazen kent düzeyinde farklı farklı deneme ve modellerin geliştirilebilmesine yol açmıştır. Böylesi bir gelenek ve anlayış ise düzenlemelerin bütün ülke için geçerli olduğu Türkiye’deki durumun tam tersi bir durumdur. D ö rdüncü önemli fark ise, Türkiye ve Almanya’da devletin din konusunda tarafsızlığını veya laikliğini gerçekleştirme şeklindedir. Türkiye’de devletin laiklik ilkesine bağlılığı, devletin modern ve aydın bir din anlayışını toplumda hakim kılması çabası olarak ortaya çıkmakta, yani devletin seküler karakteri, dinin seküler yorumu üzerinden gerçekleşir. Federal Almanya’da ise devletin din konularındaki tarafsızlığı, onun çeşitli kiliselere veyahut çeşitli dini 140 Dr. Günter Seufert cemaatlere karşı eşit mesafede durması şeklinde gerçekleşmektedir. Yani okullarında “inanç dersleri” veren Alman devletinin, dini bakımdan tarafsız olduğunu söyleyebilmesinin şartı, ülkedeki mezheplerin, dinlerin ve kiliselerin çokluğudur. Almanya’da sadece bir kilise yoktur, aksine hemen hemen aynı güce sahip iki kilise ve birkaç küçük din ve inanç topluluğu bulunmaktadır ki bunlar devletten bağımsız olarak dururlar ve çoklukları sayesinde devletin tarafsızlığına imkân verirler. Böylece beşinci ve çok önemli noktaya, yani Almanya’da devletten bağımsız olarak var olan, bir şekilde sivil toplum kuruluşu vasfı taşıyan, ve bunun sayesinde din dersleri konusunda devletin partneri olabilen kiliselere sahip olduğu gerçeğine geldik. Türkiye’de ise din konusunda söz sahibi olan ve meşru olarak dini görevler yerine getiren sivil toplum kuruluşları mevcut değildir. Devletten bağımsız olan kiliseler ve din kuruluşları ve bu kiliseler ve din kuruluşlarının yasal ve meşru olan statüsü, Almanya’daki din dersleri modelinin yapısal önşartıdır. Altıncı fark ise devletin kendisini nispeten eşit güce sahip iki kilise karşısında bulunduğu Alman sisteminin, çok eski bir sistem olduğudur. Bu sistem, 1555 tarihli A u g s b u rg Dinler Barışı’na (Augsburger Religionsfrieden) dayandırılmaktadır ve bu yapı, o tarihten beri önemli bir değişikliğe uğramamıştır. Kiliselerin ve devletin hem birlikte hem de birbirinden ayrı durmaları, tamamen kökleşmiş bir normalite olarak algılanmaktadır ve bu normalite, İslam inanç dersinin mevcut sisteme dâhil edilmesi talep ve çabalarıyla belki ilk defa temelden sorgulanmaktadır ve yeni düzenlemelerin lazım olduğu tezi ileri sürülmektedir. Buna karşın Türkiye’de - örneğin Aleviler’de 141 Almanya ve Türkiye’de Din Özgürlü¤ünün bir parças› olarak Din Dersi olduğu gibi başka bir dinin veya mezhebin mevcut din dersleri sistemine entegrasyonunu bir kenara bıraksak da - devletin din ile ilişkisi bütün Cumhuriyet tarihinde olduğu gibi bugün de harare t l e tartışılmaktadır. Almanya’daki mevzubahis yapının o kadar eski ve kökleşmiş olması, elbette başka dini aktörlerin entegrasyonunun neden bu kadar zor olduğunu bir yere kadar açıklamaktadır. Ehemmiyetinin ne kadar büyük olduğundan emin olmadığım ve tartışılmasını heyecanla beklediğim diğer bir farklılık bence, dinin Almanya’da hemen hemen tamamen olumlu bir olgu olarak algılanması ve değerlendirilmesidir. Dinin ve diğer etik dünya görüşlerinin varlığı ve insanların dine veyahut etik dünya görüşlerine bağlılığı, esas itibarıyla olumlu karşılanmaktadır. Almanya’da dinine bağlı bir insanın, topluma verebileceği sosyal ve ahlaki katkılarını öne çıkaran bir din değerlendirmesi ön plândadır ve dinin olumsuz olarak değerlendirilmesi nadiren bulunan bir vakadır. Elbette bu bakımdan İslam’ın, daha doğrusu Almanya’daki İslam imajının bu ifadeye tersmiş gibi göründüğü şeklinde itiraz edilebilir. Fakat Almanya’da kadim olan Hıristiyanlık dini mevzubahis ise dine çoğunlukla olumlu bir yaklaşım söz konusudur. Sanırım bu konuda Türkiye ile Federal Almanya arasında çok önemli bir fark bulunmaktadır, çünkü Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşundan beri dine bütün olumlu yaklaşımlara rağmen dinin tehlikeli olduğu hakkında tartışmalar da mevcuttur. İki ülke arasındaki farklarla ilgili son bir husus, Federal Almanya’da dine bu olumlu yaklaşıma rağmen dinin antropolojik bir değişmezlik olarak görülmediği, yani dinin bir şekilde insan olmanın bir gereği 142 Dr. Günter Seufert olduğu görüşünün artık yaygın olmadığı, aksine dindışı dünya görüşlerine sahip olan cemaatlerin, kilise ve dini cemaatlerle benzer işlevleri yerine getirdikleri ve bu nedenle onların kilise ve dini cemaatlerle eşit görülmeleri gerektiği söylenmektedir. Yani Almanya’da dinin, sosyal ve ahlaki katkıları sayesinde daha önce ifade ettiğim mevcut olan olumlu yaklaşıma rağmen Türkiye’de oldukça yaygın olduğu şekliyle ve din dersinin gerekçesi söz konusu olduğunda sürekli okuduğum “dini olmayan bir milletin veya bir toplumun yaşamını sürdüremeyeceği” gibi bir kanaat yoktur. Bu düşünce, yani dinlerin antropolojik değişmezler oldukları, dinin insan olmanın bir şartı olduğu şeklindeki yaklaşımlar Almanya’da yoktur. Bunlar kanaatimce din dersleri konusunda Almanya ve Türkiye arasındaki temel farklılıklardır. Şimdi Federal Almanya’da İslam din dersinin nasıl olduğu sorusuna gelecek olursak, çok kısa olarak söyleyeyim ki, bu dersin seyri, yirmi yıl önce Türkçe anadili dersi çerçevesinde Türkçe olarak verilen İslam Bilgisi Dersi ile başladı. Bugün ayrıca Almanca olarak verilen çeşitli İslam Bilgisi Dersi modelleri mevcuttur. Gelişmenin şu andaki son basamağı, Almanya’nın bazı eyaletlerinde İslam Din Dersi veyahut İslam İnanç Dersi’ne yönelik pilot pro j e l e rd i r. Almanya’nın her eyaletinde durum oldukça farklıdır. Bu alanda birbirinden ilham alan pilot projeler mevcuttur ve bunlar hakkında belki başka konuşmacılar daha sonra bir şeyler söyleyebilir. Almanya ve Türkiye arasında bütün yapısal farklılıklara rağmen Almanya’daki İslam Din Dersi’nin söz konusu olduğu yerde, yani ‘yabancı’ dini sisteme entegre etmenin söz konusu olduğu yerde, Almanya ve Türkiye arasında bazı benzerliklerin gözüme çarptığını 143 Almanya ve Türkiye’de Din Özgürlü¤ünün bir parças› olarak Din Dersi söylemiştim. Bu konuda beni tasdik edip etmeyeceğinizi merak ediyorum. İlk olarak her iki ülkede de mevcut sistemi ısrarla devam ettirme tutumunu görüyorum. Yani her iki ülkede de bir şeylerin değişmesi çok zaman alıyor. Biliyorsunuz, Türklerin Almanya’ya gelişinin 40ıncı yılını geride bıraktık. En az 20 yıldan beri İslam Din Dersi tartışılıyor ve hala hiç bir eyalette gerçek bir İslam Din Dersi kurumsallaşmış değil. Almanya’da hala deneme aşamasındayız ve Almanya’daki Müslümanların eleştirel sesleri yükseliyor ve bazıları bu uzun deneme aşamasının, bu pilot projelerin o kadar uzun sürmesinin, Alman hükümetinin Müslümanlara kiliselerle eşit muamele yapılmasını önlemek için onları oyalama manevraları olduğunu söylüyorlar. Almanya’da İslam Dersi’nin kurumsallaşması ve örneğin Türkiye’deki Alevi inancı gerçeklerinin mevcut din dersi sistemine entegrasyonu arasında ikinci bir parallelik entegre edilecek dinin ders içeriğini nihayetinde devletin belirlemesidir. Alman devleti, daha doğru bir ifadeyle, eyaletlerin bakanları, ilk aşamada ve çok uzun bir süre, yani 10-15 yılı aşkın bir süre, Türk devleti ile bu konuda işbirliği yaptılar ve tabii ki bir eyaletten diğer eyalete farklılıklar olmak kaydıyla Türk müfredatını esas aldılar. Bu müfredatın geliştirilmesinde dindarlar, yani Almanya’daki Müslümanlar, yer alamadı. Daha sonra eyalet bakanlıklarının, kendilerine muhatap oluşturma, yani yeni muhataplar yaratma çabasını görüyoruz. Almanya’daki İslam Konferansı buna bir örnek ve Aşağı Saksonya Müslüman Şurası da bir başka örnektir diye düşünüyorum. Her iki kurumun yaratılmasında etkili olan fikir, İslam Kültür Merkezleri, Nurcular veya Milli Görüş gibi Almanya’da yerleşmiş Müslüman cemiyetlerin devlet tarafından 144 Dr. Günter Seufert muhatap olarak kabul edilmemesi ve devletin daha uygun bir muhatap yaratmak amacıyla yerel temelde veya eyalet temelinde Müslümanlar arasında yeni ağlar kurması ve onları desteklemesidir. Bunu böylece tespit ediyorum. Bunun yanlış bir yol olduğunu söylemiyorum. Ayrıca Almanya’da mevcut olan bütün Müslüman cemiyetlerle birlikte çalışılsın da demiyorum, bu konuda Almanya’daki tartışmaları yeterince bilmiyorum. Ben sadece hem Türkiye’de hem de Almanya’da sayısal azınlık dininin veya mezhebinin mevcut olan ve sesleri en gür çıkan organizasyonlarını sorgusuz sualsiz muhatap kabul etmeme konusunda benzer eğilimler görüyorum. Üçüncü olarak her iki ülkede de bir milli dine ulaşma eğilimleri mevcut. Bu konuya bugün daha önce değinildi, bir Almanya İslamiyet’i özleminden bahsedildi. İslam Din Dersi’nin mutlaka Almanca olarak verilmesi gerektiği tezi de bu manzaraya uymaktadır. Elbette bunun lehine birçok neden var, ama belki aleyhine nedenler de var. Bu konuda farklı görüşlere sahip olunabilir. Türkiye’de ise Arap ve Fars İslamiyet’inden ayrılan ve onlardan üstün olan bir Türk İslamiyet’inin bulunduğu yönünde kesin bir kanaatin mevcut olduğunu ve devletin de bu kanaati taşıdığını görüyorum. Almanya’da da buna çok benzer bir durum mevcuttur: Oldukça rahat ve kendine güvenen bir şekilde bir Av rupa İslamiyeti’nden, bir Almanya İslamiyeti’nden bahsedilmektedir. Yani iki ülkede millî bir din ortaya çıkarma eğilimleri mevcuttur. Kanaatimce bu da ilginç bir paralelliktir. Ve dördüncü ve son ortak husus olarak da azınlık dinine çoğunluk dininin gözlerinden bakma eğiliminden bahsedebiliriz. Muhakkak sayın Kaymakcan daha sonra bu konuda çok şey söyleyecek. 145 Almanya ve Türkiye’de Din Özgürlü¤ünün bir parças› olarak Din Dersi Türkiye’de Alevi dernekleri tarafından bu yönde eleştiriler var. Eleştirilen konu ise Alevilik’in, Sünni İslam’a göre algılanması ve din derslerinin bu yönde uyarlanmasıdır. Eğer biraz incelersek Almanya’da durumun benzer olduğunu, yani Müslümanların, Hıristiyan kiliselerine göre değerlendirildiklerini ve kabul edildiklerini görürüz. Sayın Rohe, yeni Müslüman kuruluşlarının, kiliseler gibi olmak zorunda olmadıklarını ama yine de bazı önemli noktalarda kilise teşkilatına benzemek zorunda olduklarını söyledi. Almanya’da dini konularda devletin partneri olmak için “Anayasa çerçevesinde Din Cemaati” olarak tanınmış olmak zorunda olunduğunu hepiniz biliyorsunuz. Yani her dini cemaat, “Anayasa çerçevesinde bir Din cemaati” değildir ve bu statüye kavuşmak için kilise modelini tesadüfe yer bırakmayacak şekilde hatırlatan birkaç hususu yerine getirmek gerekmektedir. 146