t Haldun T A N E R Tiyatroları para babalan kurtardı Başlarken ATI modeli ilk konservatuvarın nasıl açıldı­ ğına geçmeden önce, oraya nasıl ve nerelerden ge­ lindiğini kısaca gözden geçi­ relim. Tiyatronun belediye ya da devlet eliyle desteklenmesi ihtiyacı 1870’den bu yana sık sık duyulmuştu. Âli Paşa’nın, sadrazamlığı zamanında, dev­ rin en göz dolduran tiyatrosu Güllü Agop Topluiuğu’na ba­ zı imtiyazlar sağladığı malum­ dur. Yine 1870 yılında Beyoğlu’nda bir Tiyatro-yu Sultani tesisi düşünülmüş, bunun İçin bir dernek bile kurulmuş, bir şirket gibi aksiyonlar çıka­ rılarak para toplanması ve hükümetten bir arsa İstenmesi tasarlanmış, ama bu hevesin arkası getirilememişti. B ‘ ' I f Darüibedayi-i Osmani adlı tiyatro ve Musiki Mektebi’nin kuruluş tarihi 24 Ekim 1914. 0 günden bugüne 71 yıl geçmiş. Darülbedayi adı, daha sonra o okul öğrencilerinin kurduğu batıp çıkan tiyat­ roların da adı oldu. Şehir Tiyatroları bu çekirdekten oluştu. Ankara Devlet Konservatuvarı, Tatbikat Sahnesi ve Devlet Tiyatroları da bu örnekten gelişti. Darülbedayi-i Osmani Tiyatrosu ve Musiki Mektebi’nin kültür tarihimizde önemli bir yeri var. M eşhur fıkradır: Ünlü Fran/¿ s ,r sız Rejisörü André Antoine Istan" bul’a çağrılıp da bu okul ilk açıldığı zaman komik-i şehir Kel Haşan Efendi’ye sormuşlar: —Haşan Efendi, bak artık oyuncular mektepten yetişecek­ miş, buna ne dersin? Haşan Efendi: —Hiç fiitur getirmem, demiş. Asıl seyirciler mektepten yetişir­ se halimiz o zaman duman olur. Darülbedayi sade oyuncular Kel Hasan için değil, seyirciler için de bir çe­ şit okul oldu. Batılı tiyatronun ül­ kemizde yerleşmesine, sevilmesine Andre Antoine büyük katkıda bulundu. tiyatroların finansmanı tüm girişimlerin belini büküyordu. Binemeciyan Topluluğu ve Yeni Sahne gibi tiyatroların arkasında Banker Küpeliyan ve İsmail Faik Bey gibi para babaları olmasa onların da batması işten değildi İzzet Melih, Darülbedayi’den önce, resmi ve merkezi bir tiyatro kurulması İçin, önayak olmuş ama, bu girişimlerin sonunu getirememişti. İzzet Melih o dönemdeki bir fotoğrafta. (Haldun Taner'in özel arşivindenl İttihat ve Terakki 'nln Unlll Maliye Nazın Cavlt Bey, İzzet Melih Bey'İn tiyatro girişimleri İçin 2 bin 500 liralık bir tahsisat çıkarmıştı. »YOLU AÇANLAR İstanbul’un Şehreminleri içinde Mazhar Paşa’nın zama­ nında yine tiyatroculara bazı yardımlar yapılmış, mesela, o tarihte Leblebici Horhor Opereti'ni sahneye koyan Dikran Çuhacıyan Topluluğu beledi­ ye rüsumundan muaf tutul­ muştu. Yine Mazhar Paşa ve onun 6. Daire Belediye Başkanı f Blaque Bey, şehre Tepebaşı’r.daki Dram Tiyatrosu'nu kazandırmışlardı. Tiyatroyu kanadının altına atan devlet adamları içinde Ahmet Vefik Paşa’nın elbette en başta bir yeri vardır. Paşa, Hüdavendigâr Valiliği'ne sü­ rüldüğü zaman oraya turneye gelen Tomas Fasulyeciyan Kumpanyası’nı Bursa’da tu t­ muş, onlara bir bina yaptır­ mış, hepsini maaşa geçirmiş, düzenli tem siller verdirmiş, seyirciye tiyatroyu sevdirmek için büyük çaba sarfetmiştj. Orada kurduğu (Tiyatro Muhipleri Cemiyeti)'nin üye­ lerine sanatçılara ders ver­ mek, tiyatronun yönetimine katılmak gibi ödevler yükle­ m işti. Kendi de Moliâre’den adapte ettiği komedileri biz­ zat sahneye koymak husu­ sunda Fasulyeciyan’a yar­ dımcı olur; he îyrıntı ile uğ­ raşır, tiyatronun nasıl seyre­ dilmesi gereğini broşürlerle seyirciye öğretirdi. Paşanın, memurları tiyatroya gidenler, gitmeyenler diye ayırıp değer: lendirdiği bile rivayet edilir. Mollöre’in Tartuff’ünü “ Ri­ yanın Encamı” diye çeviren şair Ziya Paşa da Adana Vali­ si iken vilayet konağı yanında güzel bir tiyatro binası yaptırtmış, buraya İstanbul’dan top­ luluklar getirtm işti. \ Ahmet Vefik Paşa, tiyatroyu seyirciye sevdirmek için büyük çaba harcamıştı. Memurları ‘tiyatroya gidenler - gitmeyenler* diye ayırıp değerlendirdiği bile söylenir BİR ANEKDOT Otello Kâmil’in azizliği Tiyatro tarihi biraz da anekdotlardan oluşur diyenler ne kadar haklı. 0 dönemin alaydan yetişme yetenekli sanatçılarından olan Otello Kâ­ mil de bir ara Burhanettin Trubu’nda roller almıştı. Yeteneği ile ol­ duğu kadar, şakacılığı ile de meşhur olan Kâmil’in ustasıyla oynadığı zamana ait şöyle bir anekdotu vardır: Burhanet'in Bey, Napoleon rolünü oynuyor. Çok tutunduğu ka­ nısında olduğu için rolünü baştan sona kadar ezberlemek gereğini duy­ mamış, bazen elindeki dosyalara, kâğıtlara bakar gibi yap'p bazı pasajlan okuyarak oynamakta. Oyunun bir yerinde çavuş rolünü ya­ pan Kâmil, Napoleon’a bir generalinden yazılmış bir mektup getire­ cek, Burhanettin Bey bu mektubu iri harflerle güzelce yazdırmış. Mektup nasılsa elime veriliyor, oradan okurum diye güveniyor. Nitekim bir kere, iki kere, beş kere her şey aksamadan gitmiş. Ama yazılı kâğıt getirmekten usanan ve belli ki, biraz da patronuna kızan Kâmil, ona bir oyun oynamış. Bir keresinde boş bir kâğıt getirmiş. Burhanettin Bey tam yüksek sesle okumaya hazırlanırken birden sararmış. Kâğıt bomboş-Her gün okumasına karşın o sırada içeriği de aklından uçup gitmiş. Ne yapsın? —“ Al çavuş, oku şunu bakalım’’ demiş, “ Generalimiz ne yaz­ mış?“ Tersoya düşen Kâmil bunun da hazırlığını tasarlamış bulunduğu için kâğıdı saygıyla tekrar imparatora uzatmış. —“ İmparator hazretleri şaka ediyorlar herhalde. Çok iyi bilirsi­ niz ki. benim okumam yazmam yoktur haşmetmaab” demiş. İlk edebi heyetlerin, değişmez başkanı olan Recalzada Ek­ rem Bey, Türkiye’de ciddi tiyatro kurulması çalışmalarının da, başında yer aldı. Recalzade Ekrem Bey’in hoca ve piyes yazarı olarak, tiyatroya pek çok yararları oldu. BAŞIBOŞLUĞA SON VERMEK İÇİN ikinci Meşrutiyet’in ilanın­ dan sonraki hürriyet havası her alanda olduğu gibi tiyat­ ro alanında da bir rahatlama, bir coşku yaratmış ise de bu coşku bir saman alevi gibi parlayıp sönmüştü. İrili ufak­ lı birçok tiyatro, çoğu hayır kurumlan yararına olmak üze­ re, tem siller veriyor, bir - iki temsilden sonra da dağılıyor­ du. Bu batıp çıkan trupların çoğu amatör truplardı. Biraz tutunabilenleri de Temaşa Vergisi ve benzeri vergilerle bellerini doğrultamıyorlardı. 1909’da bu başıboşluğa bir son vermek ihtiyacı kendini duyurdu. Comedie Francaise gibi, Burg Tiyatrosu gibi mer­ kezi ve milli bir tiyatro kurmak için bazı teşebbüsler görüldü. Recalzade Ekrem Bey’ le Müze-yi Hümayun Müdürü Hamdi Bey başta olmak üze­ re, Burhanettin Bey’ln de bü­ yük katkısı ile harekete geçildi. Bir yönetim kurulu, birde edebi heyet saptandı. Edebi heyette Ahmet Hikmet, İsma­ il Müştak, Hüseyin Suat, Ali Kemal, izzet Melih, Hüseyin Cahit, Mehmet Rauf, Cenap Şahabettin, hasılı tiyatronun önemini bilen o devrin ünlü yazar ve gazetecileri bulunu­ yordu. Aaı bile hazırdı. SahneI Osmanî. Ne yazık ki, 31 Mart Vakası yüzünden gerçekleşe­ medi. Bunun üzerine İzzet Mefih Bey’ le Eddy Clliclan B e /in başı çektiği bir başka kurul Maarif Nezareti’ni hare- Burhanettln Bey, Sylvain’in Şakird i Ma­ rifeti olarak bilinirdi. Fransa’da da kalan Burhanettin Bey, ciddi ve ağır piyesleri tercih eder, gençlere hocalık yapmaktan da memnunluk duyardı. Darülbedayi'den önce, piyasanın en ciddi tiyatrosu olan Mınakyan Efendi’nin, "Osmanlı Dram Kumpanyası", çoğu zaman yukarda, "Slmone ve Marie’’de ol­ duğu gibi, Fransız melodramları ve bazen de telif oyunlar sahneye koyardı. kete geçirmeyi başardı. Malihane-l Osmani Kumpanyası. ye Vekili Cahit Bey’den 2.500 Mınakyan Efendl’nin say­ lira bağış da kopardı. Ama ge­ gın imajı ve vakur oyun üslu­ reken sermaye toplanamadı. buyla ağırbaşlı rolleri seçip Girişim yarıda kaldı. bunları kendine özgü deklaDARÜLBEDAYİ'DEN ÖNCE masyonu ile oynayışı o zama­ "MANZARA-I UMUMİYE” nın seyircilerini çok duygu­ Tiyatroların finansmanı lan d ırıcı. Daha çok melo­ tüm girişimlerin belini büken dramlar oynardı. La Dame aux husus oluyordu. Ayakta du­ Camélia, Ekmekçi Kadın, De­ ran Binemeciyan Topluluğu, mirhane Müdürü. Arada bir Yeni Sahne gibi tiyatroların iki te lif piyese de yer verdiği arkasında Banker Küpeliyan olurdu. Celal Esad ve Salah gibi, İsmail Faik Bey gibi pa­ Clm coz Bey’ lerin yazdığı ra babaları olmasa onların da Sellm-I Salis bütün bir rama­ batması işten değildi. Bu dö­ zan boyu kapalı gişe oynaya­ nemde gişe hasılatı jle aktör­ rak rekor kırmıştı. lerine maaş verebilen, hatta kâr da eden İki sürekli tiyat­ Vasfl Rıza Zobu televizyondaki bir söyleşimizde şöyle demiş­ YARIN:ro vardı: Mardlros Mınakyan’ ti: "Burhanettin Bey’in büyükler nezdlnde İtibarı büyüktü. İs­ ın Osmanlı Dram Kumpanya­ "OYUNCU OLMUŞ, tese daha o günden Devlet Tiyatrosu’nu kurdurur başına da sı ve Kel H asan’ ın Eğlencegeçerdi. Ama azimkâr ve sebatkâr değildi." TÜKÜRÜN SURATINA' 10 M illiy e t Darülbedayi’den Şehir Tiyatro Haldun T A N E R ] ARULBEDAYI-İ Osmani'nin Kuruluşunu baş-*— * lıca üç Kişiye borçlu­ yuz. Bunlardan biri zamanın Şehremini Cemil Paşa, öbürü esKi Şehreminilerinden Rıd­ van Paşa'nın tiyatro meraklısı oğlu Reşat Rıdvan Bey ve bu iş için Paris’ten çağrılan ünlü rejisör Andre Antoine’ dır. KöKlü ve varlıKlı bir ailenin yeteneKli oğlu olaraK dünya­ ya gelen Cemil Topuzlu, As­ keri Tıbbiye’den yüzbaşı rüt­ besiyle mezun olduKtan son­ ra Paris’e Prof. Pöan’ ın yanı­ na gidereK hariciye ihtisası yapmış, yurda döndüğünde döneminin en gözde opera­ törlerinden biri olmuştur. MeKteb-i Tıbbiye’de hocadır. Başta bizzat II. Abdülhamit olmaK üzere eKâbirin özel doKtorudur. Rütbeleri hızla atlayaraK hanedan mensupları­ na yaptığı her ameliyattan sonra bir yıldız daha taKaraK otuz beşinde müşir olmuştur. Ünlüdür, saygındır, zengindir. Zamanın Şeyhülislamı Cemalettin Efendi’nin damadıdır. Mesleği dışında İstanbul Şehrem inliği’ne atanışı Kendisi için de sürpriz olmuştur. Paşa, Tıp Fakültesi mima­ rı Valaury’ye Çiftehavuzlar’da bahçe içinde “ Art nouveau” üslubunun İstanbul’a uyarlan­ mış bir örneği olan bir köşK yaptırmıştır. Sadrazam Gazi Ahmet Muhtar Paşa bu bina­ yı ve bahçeyi görür; “ evin içinde ve dışında küçük bir Avrupa yaratan adamı Şehre­ mini yaparsam İstanbul'u imar eder” diye düşünür. Paşa'nın Şehremini atanışı böy­ le bir emrivaki ile başlar ( * ) . TAM AVRUPALI TİYATRO ADAMI Reşat Rıdvan’a gelince o da devrin okumuş yazmış, dil bilen bir paşa çocuğudur. Ti­ yatro bir insanın kanına gir­ meye görsün. Babası ve evi ile bu yüzden bozuşmuştur. Dersaadet’e turneye gelen Fransız ve İtalyan truplarının oyunlarını kaçırmaz. Sanatçı­ larla dostluk kurar. Kendini “ Silvain’in şakird-i m arifeti” (çırağı) olarak tanıtan Burhanettin Bey Paris’ten gelip temsiller vermeye başlayınca Reşat Rıdvan Bey onunla bir­ leşir. Hem aktör hem rejisör olarak çalışır. Ertuğrul Muhsin ( * * ) ilk olarak bu trupun Odeon’da verdiği temsillere, evinden kaçmış on yedi yaşında bir hevesli olarak küçük rollerde sahneye çıkmıştı. Bu iki ilk ustası hakkında şöyle diyor: “ Burhanettin Bey, aydın insandı. Çok şey öğrendik on­ dan. Reşat Rıdvan Bey’den de çok istifade ettik. Tam Avru­ pai) bir tiyatro adamı idi. Ba­ tılı rejisör denince akla ne gelirse odur Reşat Rıdvan Bey.” Andre Antoine ise Paris’ teki Odeon Tiyatrosu’nun re­ jisörüdür. Birkaç kere turne­ ye İstanbul'a gelmiş, alkış toplamış, şehri de sevmiştir. O sıralarda İstanbul Belediye­ si için Paris’ten itfaiye ve şe­ hircilik uzmanları getirten Cemil Paşa, Antoine’ ı da bir tiyatro okulu kurdurmak için davet etmeyi düşünmektedir. Bu projesini en çok destekle­ yenler de Burhanettin Bey’le Reşat Rıdvan Bey olurlar. Pa­ ris Büyükelçisi Rıfat Paşa va­ sıtasıyla temasa geçilir ve Andre Antoine üç ay için Der­ saadet’e çağrıhr. LETAFET APARTMANI NDAKİ İLK KONSERVATUVAR Antoine geldi. Şehzadebaşı’nda Letafet Apartmanı’ nın birinci katında hem tiyat­ ro hem musiki mektebi, yani konservatuvar olacak bir yer •tutulur. “ Güzellikler Evi” an­ lamına gelen Darülbedayl ke­ lim e s i de işte o sırada bulunu;. Bu isim babasının Recaizade Ekrem Bey olduğu söylenir. Gazetelere hemen ilanlar verilir. Şehremaneti tarafın­ dan açılan, hocası da Fransız olan bu okula birçok hevesli genç müracaat eder. Bunların içinde iyi kötü arkalarında bir- • Halit Fahri, sokakta uğradığı hakaret üzerine tiyatroyu bıraktı “ Oyuncu olmuş, tükürün suratına! ’’ IŞehir Tiyatrosu’nun kuruluşunu 3 kişiye borçluyuz. Şehremini (Belediye Başkanı) Cemil Topuzlu Paşa, Rejisör Reşat Rıdvan Bey ve Fransız tiyatro adamı Antoine i Şehremini Cemil Paşa, Paris \ten şehircilik ve itfaiye uzmanları getirirken bir tiyatro okulu kurmak için de ünlü Rejisör Andre Antoine’ı davet etti Antoine'ı Türkiye'ye çağıran, DarUlbedayi'yi kurduran Cemil Paşa’nın (Topuzlu)Şehremaneti’ne getirilişi Çiftehavuzlar’daki köşkü ve bah­ çesi yüzünden olmuştu. Bu köşk, daha sonra Banker Kastelli’nin oldu. *Ertuğrul Muhsin, ustası Reşat Rıdvan için şöyle der: “Tam Avrupalı bir tiyatro adamı idi. Batılı rejisör denilince akla ne gelirse odur Reşat Rıdvan Bey ” ilk sınav, kazananlardandı. "Mehmet Fahri Paşa'nın oğlu oyuncu olmuş. Tükürün suratına" diyen kom­ şulardan ürküp oyunculuktan vazgeçti, ama tiyatro­ dan vazgeçmedi. Darülbedayi’nin oynadığı ilk te lif piyes olan Baykuş'u yazdı. kaç yıllık yarı amatör tiyatro deneyimi bulunan Ertuğrul Muhsin, Behzat Haki, İsmail Galip’in yanı sıra Peyami Sa­ fa, Faik Sabri, Elif Naci, Ali Naci (Karacan), Halit Fahri gi­ bi gençler de vardır. Açılan gi­ riş sınavında Ertuğrul Muhsin Hamlet’ten oynadığı bir sah­ ne ile ilgi çeker. Behzat Haki ile İsmail Galip de kazananlar arasındadırlar. Adı onlar ka­ dar Darülbedayi'nin çağrışımı olan Raşit. Rıza başlarda bu okula rağbet etmemiştir. Ka­ zananlardan biri de Halit Fah­ ri (Ozansoy)’dur. Sonradan aktörlükten niye vazgeçtiğini bir konuşmamızda bize şöyle anlatmıştır: “ Koşup ilk kaydolanlar arasında idim. Ama bir gün Beşiktaş’ta yokuştan iniyo­ rum. Kafesler açıldı ve ihtiyar bir kadın,"Paşa’nın oğlu — babam doktor Mehmet Fahri Paşa’yı kastediyor— oyuncu olmuş.Tükürün suratına!” diye suratıma tükürdü. Bu ka­ dar geri bir muhitte o gün cesaretim kırıldı. Aktörlükten vazgeçtim. Toplumun oyuncu makulesi diye hor gördüğü aktörlüğü göğüsleyecek ka­ dar cesur olamadım. Muhsin ve arkadaşları bunu göze al­ mışlardı. Ben alamadım. Ama çok sevdiğim tiyatrodan uzak kalmamak için tiyatro yazarı olmaya karar verdim” ' ★ ★*). Reşat Rıdvan Bey, Antonie’in çağrılması ve Darülbedayi Tiyatro ve Musiki Okulu’nun kurulması için Cemil Paşa’ya yardımcı olmuştu. Antonie, gittikten sonra, mektebi derleyip topladı. Darülbedayi adı “ Güzellik­ ler Evi” anlam..ıa geliyor. Bu adı Letafet Apartmanı’nın bi rinci katında kurulan bu kon servatuvara kim koymuştu? En çok duyulan söylenti bu nun Recaizade Ekrem Bey ta rafından konulmuş olmasıdır Recaizade Ekrem Bey Da rülbedayi’nin ilk edebi heye ti için seçilen insanlardan biridir. Edebiyat hocasıdır. Ti yatronun meselelerine büyül "RaşidRıza ve Arkadaşları" adıyla ayrı gruplar kuran Raştd Rıza, daha sonra barışıp eski yuvası Darüibedayi’ye kısa süre için ilgisi vardır. Daha önce kurul muş olan çeşitli edebi heyet dönmüştü. Raşid Rıza bu fotoğrafta, Halide Pişkin ile birlikte lerde Müze-i Hümayun Müdü "Seni Tanımıyorum" adlı oyunda görülüyor. rü Osman Hamdi Bey’ le bir (Haldun Taner’in koleksiyonundan). likte giriştikleri yine Darülbe dayi’ye benzer bir hükümet ten destekli tiyatro teşebbü sünde de adı geçer. Diğer ze vatla birlikte bu heyet içinde düşünülenlerden biridir. Re­ caizade Ekrem Bey’le birlikte edebi heyete düşünülen diğer kimseler Yahya Kemal Bey, Halit Ziya Bey, Abcîülhak Hamit Bey, Tahsin Nahit Bey, Hüseyin Suat Bey, Hüseyin Rahmi Bey, M üfit Ratip Bey, Rıza Tevfik Bey, Cenap Şahabettin Bey gibi devrin tanın­ mış yazarlarıdır. Cemil Paşa, Belediye Encûmeni’nden 3 bin Türk liralık bir tahsisat çı­ kartmıştır. Konservatuvar fa­ aliyete geçer. Bu tedrisat programında bulunan dersler şunlardır Te­ laffuz, tecvit, inşâd, takrir, aruz, edebiyat tarihi, tarih-i haile, dram.mudhikeyani ko­ medi, raks, adab-ı muaşeret, eskrim, mimik, işmizaç yani yüz mimiği. Dram kısmının müdürü Reşat Rıdvan Bey’dir. Bu kı­ sımda ders veren hocalar: Madros Mınakyan Bey, edebi­ yat hocası Yahya Kemal Bey, yine edebiyat hocası Filozof Rıza Tevfik, işmizaç hocası ve komedi bölümünün hocası Ahmet Fehim Efendi, edebi­ yat tarihi hocası Hüseyin Su­ at Bey vs.den oluşur. DarCİİbedayi-i Osmaui Ti­ yatro ve Musiki Okulu bir müddet devam eder. Üç ay İçin Türkiye’ye getirilmiş olan Antoine o sırada 1. Dünya Savaşı'nın patlaması yüzünden derhal ülkesine dönmek zo­ runda kalır. Bir ay sonra oku­ lu Reşat Rıdvan Bey’e “ Bu şekilde devam edin” direkti­ fi ile bırakarak memleketine döner. Kendisi yine Sirkeci garından geçirilir. Okul bir sü­ re devam eder, daha sonra Madros Mınakyan Efendi’nin yönetiminde tatbikat sahnesi olarak küçük temsillere baş­ lar. Daha sonra bu tem siller de,okul da duralar, fakat okul­ lu oyuncular Darülbedayi adı­ Darülbedayi’nin açtığı aktör olma imtihanına o zamanın bir­ çok genci gibi Vefa idadisi talebelerinden E lif Naci de katıl­ mıştı. Antoine’ın önünde Tevfik Fikret’in "F erda" şiirini coşkulu bir şekilde okuduysa da, yeterli not alamadı. Resim dünyamızın değerli üstadı, bu konuda şöyle diyor: "Gerçi imtihanı kazanamadım ama, bütün yaşamım boyunca hayat sahnesinde bir vodvil a rtisti gibi rol kesip durdum ." Fotoğrafta, 1914’teki ve bugünkü E lif Naci... nı kullanarak yine bir trup teşkil etmeye başlarlar. Bun­ dan sonra bu okuldan geçmiş tiyatrocular hep Darülbedayi sanatçıları diye anılacaktır ve Darülbedayi sanatçıları sıfatı bir nevi edebi, nezih, Batılı ti­ yatronun etiketi olacaktır. Darülbedayi sanatçıları­ nın ilk resmi oyunu 20 Ocak 1916’da sergilenen Çürük Te­ mel adlı oyundur. Hüseyin Suaf Bey’ in Emile Fabre’dan çevirdiği La Maison d’ArglI adlı oyunun Türkçe adı, Çü­ rük Temel olarak sunulur. Bu­ rada Ertuğrul Muhsin başrolü oynamaktadır. (★) Cemil Topuzlu: 80 Yıllık Hatıralarım. Sayfa: 86 (★★) Gerek Ertuğrul Muhsin’­ in gerek diğer sanatçıların isimleri, o tarihte “ Soyadı Kanunu” henüz çıkmadığı için o zamanki şekliyle bıra­ kılmıştır. Beşinci, altıncı ve yedinci dizilerde bugün b ili­ nen adlarıyla anılacaktır. (*★★) Haldun Taner'in ses arşivinden. YARIN: ERTUĞRUL MUHSİN ADINDA BİR GENÇ 8 M illiyet Darülbedayi9den ■ ilil Iili Şehir Tiyatrosu ’na m ı II mı 7 o > ,/ Haldun T A N E R • işte, Ertuğrul Muhsin adında bir genç Genç Ertuğrul Muhsin, (1912) ilk rollerinden birinde P.H. Loyson’ un “ M ıicte hid" adlı oyununda. “j= r ] RTUĞRUL Muhsin JO^ soylu ve varlıklı bir ai------ lenln çocuğudur. Ti­ yatro uğruna ailesi onu en gözde okullarda okutmuştur. Hariciyeci olması istenir. O tutar, on yedi yaşında tiyatro­ cu olmaya karar verir. “ Ya biz, ya tiyatro” ültimatomuna kar­ şı “ Kuru bir ekmeği nerde ol­ sa bulurum” der, kapıyı çeker, gider. Burhanettin Bey’in ti­ yatrosunda küçük roller alır. Oda arkadaşı Vahram Papazyan’ın “ Tiyatroyu Fransa’da öğrenmelisin” öğüdüne uya­ rak Paris’e gider. Tiyatrolarda en mütevazı işçiliklere razı olur. Mounet Soully’nin, “ Co­ médie Française’Mn ve Pa­ ris’e gelen yabancı trupların oyunlarını kaçırmayarak gör­ gü ve bilgisini artırmaya çalı­ şır. Özellikle Mounet Soully’ nin oynadığı Hamlet’in çok etkisinde kalır. 1912’de İstan­ bul’a gelince Hamlet’i sahne­ ye kor ve başrolü oynar. Yine Burhanettin’ln trupuna geçer. 1913’te Kemal Emin(Baran), İs­ mail Galip (Arcan), Behzat (Butak)ve Celal Tahsin’le “ Ertuğ­ rul Muhsin ve Arkadaşları Topluluğu” nu kurar. Tekrar Paris'e gider, Lugne Poe’nin yönetiminde Suzanne Despere’ nin oynadığı “ Kadın Hamlet” i, Jeaques Copeau’nun Vi­ eux Colombier ve Antoine’ ın “ Odeon” tiyatrolarında çalış­ m alarını yakından izler. 1915'te İstanbul’a dönünce yine arkadaşları ile temsiller verir. işte Darülbedayl-I Osmani'nin kurulması için getirtile­ cek olan “ Antoine” ) uzaktan da olsa Paris’te izlemiştir. Bu tiyatro hazırlık çalışmalarına katılan Reşat Rıdvan Bey’i Burhanettin Trupu’nda çalış­ tığı günlerden tanıyordur. “ Antoine ” m İstanbul'a getiril­ mesi için çok çaba gösteren Reşat Rıdvan, Burhanettin beyler ve aktris Sara Mannik Hanım'la birlikte Fransız reji­ sörü Sirkeci Garı’nda karşıla­ maya giden heyetin içinde o da vardır. Açılan sınavı, “ Hamlet’ten bir pasaj” oy­ nayarak kazanır. Antoine da­ ha ilk günden bu yetenekli genci hem öğrenci hem de asistan olarak Darülbedayi’ye sekiz lira maaşla atar. Bir süre hem öğrenci, hem asistan gibi çalışır. An­ toine gittikten sonra arkadaş­ larının elebaşısı haline gelir. Ertuğrul Muhsin, bu tarih­ ten sonra artık Oarülbedayi’ nin çağrışımı haline gelecek­ tir. 0 Soylu ve varlıklı bir ailenin çocuğu Ertuğrul Muhsin *den hariciyeci olması istenince, “Kuru bir ekmeği nerde olsa bulurum ” dedi ve evinin kapısını çekerek tiyatro dünyasına girdi 0 Sahneye çıkan ilk Türk kadını, Hüseyin Suat Bey'in bir uyarlamasında kendisine rol verilen Afife Hanım'dır. Ancak o zamanlar Türk ve Müslüman hanımların sahneye çıkması yasak olduğu için zaptiyelerin sık sık tiyatroyu basmasından sinirleri bozuldu ve sahneyi terketmek zorunda kaldı Q Bedia Muvahhit ve Neyyire Neyir hanımların sahneye çıkışları ise, Atatürk'ün önerisi üzerine gerçekleşti. Bedia Muvahhit ilk kez “Otello” temsilindeki ‘ 'Dezdamona ’ * rolüyle halkın büyük beğenisini kazandı Şadi Fikret'in M illi Sahnesi’ nde bir oyun. Soldan: Nurettin Şefkati, ortada elleri beline dayalı Şadi Fikret, en sağda Kınar Hanım. Kınar ve Aznif hanımlar, o dönemdeki komposizyon rollerinin unutulmaz sanatçı­ larıydılar. ikisi de Mınakyan Tiyatrosu ndan yetişmeydi. (Haldun Taner’ in özel arşivinden) Darülbedayi sanatçıları bir turne sırasında. Soldan sağa: 1. Ahmet Mu­ vahhit Bey, 2. Bedia Muvahhit Hanım, 3. Muammer Ruşen (daha sonra­ ki Karaca), 4. Behzat Haki (Haldun Taner'in özel arşivinden) ELİZA BİNEMECİYAN ilk Darülbedayi temsilleri­ nin en gözde kadın sanatçısı hiç şüphesiz Eliza Binemeciyan Hanım’dır. Türkçe’yi hiç­ bir lehçeye kaçmayan mü­ kemmel bir İstanbul şivesi ile konuşan ve aileden gelme Bedia Muvahhit eşi Ahmet Muvahhit ile. köklü sanat gücü yanında za­ rafeti ile de seyirciyi etkileyen bu seçkin sanatçının partner­ duğu Jean Anouilh’un “ Beyaz “ Otello” tem silinde Raşit Rı­ leri çoğu zaman Raşit Rıza, G üvercinindeki yaşlı aktör za ve Muhsin Ertuğrul ile be­ bazen de Muvahhit olur. rolü ise belki sanattaki olgun­ raber “ Dezdamona” rolünü luğunun doruğu sayılabilirdi. oynayarak halkın takdirlerini RAŞİT RIZA Çok kısa olan bu rolü, o kadar kazandı. Ondan sonra birçok Darülbedayi denince akla yoğun ve derinlemesine bir rollerdfe Türk tiyatrosunun ilk gelen isimler ilk Darülbe­ gerçekçilikle oynamış, o rol­ çok başarılı, cazip bir hanıme­ dayi temsillerinin sanatçıları­ le öylesine canıgönülden öz­ fendisi oldu. Bugün de İng'ıdır. Bunlar başta Ertuğrul deşleşmişti ki, adeta gerçek­ lizlerin tabiri ile tiyatromuzun Muhsin olmak üzere İsmail le oyun sınırını ortadan kaldır­ "F irst lady” sidir. Galip, Eliza Binemeciyan, Mu­ mıştı. BABA BEHZAT vahhit, Raşit Rıza, Şadi Fikret İLK HANIM SANATÇILAR Behzat Butak’a gelince... ve genç oldukları İçin ekibe Türk ve Müslüman hanım­ O zamanki adıyla Behzat Ha­ daha sonra katılan Hazım, ki ve kendisinden çok genç Hüseyin Kemal, Küçük Ke­ ların sahneye çıkması uzun zaman dini nedenlerle yasak­ olan Ercüment Behzat’tan ay­ mal, Vasfi Rıza, Bedia Muvah­ rılmak için “ Büyük Behzat” hit ve Şaziye Moral gelir. Ra­ tı. Antoine, ilk geldiği zaman diye anılan bu gerçekten bü­ şit Rıza okul ilk açıldığı za­ kadın oyuncu eksikliğinden man pek ilgi göstermemişti. yakınır. Gayrimüslim vatan­ yük sanatçı Ertuğrul Muhsin’ Ama, o da Ertuğrul Muhsin gi­ daşlarımız dışında Türk ka­ in yakın arkadaşıydı. İlk adı­ bi daha Darülbedayi kurulma­ dınlarının sahneye çıkama­ mını Burhanettin Bey’in tiyat­ rosunda atm ıştı. Ertuğrul dan çeşitli gruplarda başrol­ ması bu konuda onun hayli Muhsin, hatıralarında şöyle canını sıkmıştı. Sahneye çı­ ler oynamış bir sanatçıydı. O diyor: zamanın unutulmaz jönlerinin kan ilk Türk kadını, Hüseyin Suat Bey’ln bir uyarlamasın­ “ Behzat’la Mercan idadibaşında muhakkak ki, Raşit da kendisine rol verilen Afife si’nden arkadaştık. Behzat Rıza geliyordu. Bu büyük sa­ natçı Darülbedayi’de olduğu Hanım’dır. Ama bir ihbar üze­ gitti, Burhanettin Bey’le gö­ gibi Darülbedayi dışında da rine zaptiyeler tiyatroyu bas­ rüştü. Kumpanyasına girdi. mış ve Afife Hanım kapıdan Ben de isterdim ama gidip birçok piyeslerde oynadı. Ar­ kaçırılmıştır. Esasen sinir sis­ Burhanettin Bey’e beni al d i­ kadaşlarıyla bozuşup ayrıldı; temi zayıf olan Afife Hanım, yemezdim. Mesire yerlerinde tekrar barıştı. Darülbedayi' tiyatroya arka kapıdan gelip oynarlardı. Uzaktan onları den çıktı. Kendi başına “ Ra­ şit Rıza ve Arkadaşları” diye gitmek ve her dakika tutuk­ seyrederdim. Daha sonra lanmak korkusu içinde oyna­ onun sayesinde ben de Bur­ gruplar kurdu, turnelere gitti. hanettin Bey Trupu’na gir­ Ankara'da bir süre oynadı. mak yüzünden bir müddet Reşat Nuri’nin “ Taş Parçası” sonra sahneyi terk etmek zo­ d i m . ” Behzat Butak, lokom otif adındaki uyarlamasındaoyna- runda kalmıştır. Bedia Muvah­ dığı başrol, o zamanın seyir­ hit ve Neyyire Neyir hanımla­ rollerde olduğu kadar küçük cilerinin hatırından çıkmaz. rın sahneye çıkışı ise şöyle kompozisyonlarda da aynı Bir aktör olarak doğmuş gi­ o lm u ştu r: Halide E dib’ in şevkle oynar, hatta bu İkinci­ leri erişilmez bir ustalıkla ebebiydi. Yapısı, kişiliği, hal ve Muhsin Ertuğrul tarafından dileştirirdi. Taklit ve mimik tavrı, erkek sesi ve “ under­ çevrilen “ Ateşten Gömlek” play” oyunu ile her girdiği ro­ film ini seyreden Mustafa Ke­ kabiliyetinin yanı sıra role gir­ mal Paşa, Darülbedayi sanat­ mekteki psikolojik özdeşleş­ lü asilleştiren bir sanatçıydı. çılarından Muvahhit Bey’e, mesi İnsanı şaşırtacak kerte­ Eski Darülbedayi kadrosu “ Eşinizi niçin kendiniz gibi de idi. Büyük bir de makyaj içinde oynadığı unutulmaz sahneye çıkarmıyorsunuz?” ustasıydı. Yaşlı rolüne çıka­ rollerden bir başkası da diye bir öneride bulunmuştur. caksa elinin üstündeki da­ “ Sekizinci” adlı oyundaki Ha- Türk kadınına her alanda eşit marları bile boyardı. Elbisele­ bip Neccar rolüydü. Bu rolü haklar tanıyan, uygar düşün­ rine havı gitm iş bir hal ver­ hiç abartıya kaçmadan çok öl­ cenin simgesi olan Mustafa mek gereğini duyunca üşen­ çülü bir Arap taklidi ile oyna­ Kemal Paşa, böylece Türk ka­ mez saatlerce külle ovardı. yışı ibnürrefik Ahmet Nuri’nin dınlarının sahneye çıkışını ilk başarısı “ Kayseri Gülbu eserine, Şadi Fikret kadar destekleyen en büyük güç ol­ leri” ndeki rolü ile olmuştu. yararlı olmuştu. Yıllar sonra. muştur. Şaziye Moral da bu Diyalekt konuşan bu başrolü Şehir Tiyatroları Rejisörü Max şekilde sahneye çıkmıştır. üstlenecek babayiğit çıkma­ Meinecke’ nin sahneye koy­ Bedia Muvahhit Hanım ilk yınca Borazan Tevfik, Paskal İSMAİL GALİP 0 zamanki adıyla İsmail Galip. Da­ ha sonraki kuşaklar onu i. Galip Ar­ can olarak tanıyacaklardır. Ertuğrul Muhsin Avrupa'ya gittiği zaman ele­ başılığı o alırdı. Fransızca bilirdi. Sahnemize başardı adaptasyonlar ve çeviriler kazandırmıştı. Sami gibi tiyatro dışındaki ko­ mikler aranmış ama, deneme­ ler doyurucu olmamıştı. O sı­ rada Edirne’de askerliğini ya­ pan Behzat, tesadüfen İstan­ bul’a gelince onda karar kılın­ mıştı. Behzat Butak, Darülbe­ dayi Tiyatrosu’nun duayeni idi. Ertuğrul Muhsin’den bir baş büyüktü. Bundan ötürü de haklı olarak tiyatronun “ Baba” sı idi. İSMAİL CALİP İsmail Galip’e gelince; İ. Galip (Arcan) da tıpkı Behzat Butak) gibi, Emin (Baran) gibi ve arkadaşları Doktor Celal Tahsin gibi “ Muhsin Ertuğrul ve Arkadaşları” truüunda çalı­ şan bir sanatçıydı. Darülbeda­ yi’nin kurulacağını duydukları zaman hep birlikte oraya aday olmuşlardı. İsmail Galip ba­ riton sesi ile dram rollerinde olduğu kadar komedi rollerin­ de de başarılıydı. Ahmet Fehim E fe n d i’ nin ta le b e si olmakla övünürdü. Paris’e git­ miş, oradaki tiyatroları yakın­ dan izlemiş ve tiyatro gör­ güsünü artırmış bir sanatçıy­ dı. Sahne edebiyatımıza çe­ ş itli çeviriler, uyarlamalar yaptı. Bu arada Marcel Pagnel’den çevirdiği “ Topaz” en akılda kalanıdır. ŞADİ FİKRET Şadi Fikret Bey tiyatrocu olmak için tıpkı Ertuğrul Muh­ sin gibi, Burhanettin gibi, Re­ şat Rıdvan g ib i eviyle bozuşmayı, arkasındaki köp­ rüleri yakmayı göze alrmş bir sanatçıdır.Şadi Fikret,Beyler­ beyimin tanınmış ailelerinden Şeyh Hacı Zihni Efendi’nin to­ runu oluyordu. Ayrıca sonra Meclis Başkanlığı yapacak olan Ali Rana Tarhan Bey’in de yeğeniydi. Galatasaray Lisesi'ni bitirmiş, zamanın yük­ sek bürokrasisine aday ola­ bilecek bir eğitimden geçmiş­ ti. Dil biliyordu. Buna karşın bütün bu güvenceli ve rahat Eliza Binemeciyan: Darülbedayi’ nin ünlü kadın sanatçısı. Bedia Muvah­ hit ve Neyire Neyir'den önce tüm oyunların başoyuncusu. Türkçe'yi mükemmel İstanbul şivesi ile konuş­ ması ve zarafeti ile meşhurdu. (Haldun Taner’ in özel arşivinden) hayatı tepmiş, tiyatrocu ola­ cağında tutturmuştu. Doğuş­ tan se vim li b ir İnsandı. Komedilerde kendini daha iyi gösterebiliyordu. Bir süre Da­ rülbedayi sanatçılarıyla oyna­ dı. Eşi (zabel Hanım da çok sevimli bir komedi yıldızıydı. Daha sonra Şadi Bey kendi adına “ Milli Sahne” adını ver­ diği bir kumpanya kurdu. En beğenilen rolleri olan ibnürre­ fik Ahmet N uri’ nin “ Sekizinc i” sini bu tiyatroda oynadı. Yine ibnürrefik Ahmet Nuri Bey’in Fransızcadan dilimize ustalıkla uyarladığı “ Hisse-i Şayia” daki “ Bican Efendi” ro­ lü ile meşhur oldu. Vasfı Rıza Bey, Darülbe­ dayi ekibine “ Ferah Tiyat­ rosu” döneminde katıldı ve daha ilk günden sahne sem­ patisiyle seyircileri kendine bağladı. Hazım Körmükçü’yle be­ raber Türk komedyalarının aranılan oyuncusu oldu. Uzun yıllar komedi tiyatrosunun ba­ şında özellikle Musahipzade Celal komedyalarında ve her çeşit yerli, bizden olan oyun­ larda hem rejisör, hem aktör olarak büyük başarı gösterdi. Onu daha büyük kitlelerin al­ kışına mazhar eden kompo­ zisyonlardan biri de “ Paydos” taki rolüdür. HAZIM Hazım’a gelince... “ Sahne sempatisi” denen şeyin en belirgin örneği olan bu sanat­ çı, hiçbir rol yapmasa, vapurtarifesinl okusa bile, seyirciyi güldürebilen eşsiz bir kome­ di ustası idi. Bugün, ellisinin üstünde bulunanların çoğu, onu aşan böyle bir yeteneği, bir daha görmediklerini söyleseler ye­ ridir. Hazım, Musahipzade pi­ yeslerinin ekseni olurdu. Operetlerdeki büyük başarıla­ rı da kolay unutulamaz. — YARİN: . . . . FERAH DÖNEMİ 8 M illiyet O Darülbedayi'den Şehir Tiyatrosu'na Haldun T A N E R m1 924-25 Ferah Dönemi olarak adlandırılan dö­ nem, Türk tiyatrosu­ nun en canlı, en devrimci yıl­ larından b irid ir. Topluluk halka çok geniş bir repertuar sunmaktadır. Ramazan ayı için özel program hazırlar, yerli yazarlara önem verir. Dü­ zenli bir iş bölümü içerisinde amatörce, hevesle çalışan gençler bir ekip havası yara­ tırlar. Metinleri en ince ayrın­ tılarına kadar inceleyip ekip oyunu üzerinde dururlar. Per­ desini tam zamanında açan ilk tiyatro burasıdır. Yarının seyircilerini yetiştirm ek üze­ re ilk kez öğrencilere indirimli matineler düzenlerler. Salona eğitici pankartlar asar, tiyat­ ro bilgisi veren bedava bro­ şürler dağıtırlar. i. Galip, Behzat Haki, Mim Kemal, Vasfi Rıza, Neyire Neyir, Kınar, Emin Beliğ, Prenses Mevhibe, Necla, heykeltıraş Zühtü Mürütoğlu, Ercüment Behzat, Muammer Ruşen ve Celal de bu ekipte çalışmaktadırlar. “ Ertuğrul Muhsin ve Arkadaş­ ları” topluluğunun Ferah’ta oynadıkları oyunlar şunlardır: L. Andreyef’ten “ İhtilal” , Strinberg'den “ Baba” , H. Ibsen'den “ Bir Halk Düşmanı” , Tolstoy’dan “ Kreutzer So­ n a t” , C harles M ere'den “ Hümma” , Shakespeare’den “ Othello” , Lenkiyel’den “ Tay­ fun” , Ahmet Vefik Paşa’nın Mollere’den bir “ Cimri” uyar­ laması olan “ Azarya” , yine Ahmet Vefik Paşa’nın Moliere’den George Dandin uyarla­ ması “ Yorgaki D a n d in i” , Vedat Örfi’den “ Vefaen Fera” Vedat Nedim Tör’den “ İşsiz­ ler” , Birabeau-Dolley’den “ Sı­ rat Köprüsü” , Eckerman'dan “ Bekâr Ali Bey” uyarlaması, Sermet Muhtar’dan “ Duvar Aslanı” , Mahmut Yesari’den bir G. Feydeau uyarlaması “ Bir Artı Bir, Müsavi Bir” , Os­ man Cemal Kaygusuz’dan “ İstanbul Revüsü” , Münire Eyüp’ten “ K âşif E fendi” , Aleksandra Dumas’tan “ Kamelyalı Kadın” . Ferah Dönemi’nden son­ ra Darülbedayi, Tepebaşı'ndaki Dram Tiyatrosu'na taşındı. Vali ye Belediye Reisi M uhit­ tin Üstündağ, tiyatroyu kıs­ men belediyenin kanadının altına almıştı. 1935’te de Darülbedayi’yi İstanbul Şehir Ti­ yatrosu adıyla belediyeye tamemen bağlayacaktı. ATATÜRK, TİYATROYA SAYGINLIK GETİRDİ T iya tro cu lu ğu halkın önünde saygınlaştıran insan­ ların başında Mustafa Kemal Paşa’nın geldiğini söylemiş­ tik. Ankara'ya geldiklerinde Cehenneme gidiyorum, geç kalırsam yer bulam am . “ içtihad” dergisini çı­ karan Abdullah Cevdet dinsizdi. Bundan ötürü yakındı­ ğı da yoktu. Bir ramazan gecesi Darülbedayi Tiyat­ rosu, Muhsin Ertuğrul’un çevirip yönettiği Cehen­ nem piyesini oynamakta­ dır. Dr. Abdullah Cevdet de Hamlet'in ilk çevirisini yapmış bir tiyatrosever ol­ duğu için bu piyesi gör­ mek ister. Vezneciler’den Şehzadebaşı’na doğru gi­ derken yolda Süleyman Nazif’e rastlar. Süleyman Nazif onun acelesini gö­ rüp, sorar. — Üstat bu ne acele? der. Nereye gidiyorsun böyle pürtelaş? Dr. Abdullah Cevdet, piyesi ima ederek: —“ Cehennem” e g idi­ yorum. Geç kalırsam yer bulamam diye acele edi­ yorum, der. Süleyman Nazif, dok­ torun dinsizliğini telmihen: —Acele etme üsta­ dım, der. Cehennemdeki yerin her zaman hazırdır. Turk tiyatrosunda devrim: ‘‘Ferah Dönemi’’ 1“Ertuğrul Muhsin ve Arkadaşları ” topluluğu, 1924-25 yılları içinde tam bir ekip havası yaratarak, halka çok geniş bir repertuar sundular )Halkın tiyatro eğitimini de üstlenen topluluk, bu dönemde ilk kez öğrencilere indirimli matineler düzenledi ı Mustafa Şehir Tiyatrosu sanatçıları Dram Tiyatrosu'nun holünde. Soldan sağa: Şa­ ziye Moral, Vasfi Rıza Zobu, Hüseyin Kemal GUrmen, Bedia Muvahhit, İsmail Galip. Kemal Paşa, iki kez Dram Tiyatrosu'na giderek “Akın” ve “Yalova Türküsü” adlı oyunları izledi >Hamdullah Fe ra h Dönemi nde öğrenci temsilleri RTUĞRUL Muhsin, öğrenci temsilleri üzerine şöyle diyor­ E du:“ O zamanlar, hafta tatili cumaydı. Okullara başvurduk. Cuma sabahlan saat onda, bir öğrenci matinesi vereceğimizi, bi­ letlerin de biteviye yirmi kuruş olduğunu bildirdik. İlk günden başlayan hücumla, Ferah Tiyatrosu aşağıdan yukanya kadar koltuklanyla localanyla tıklım tıklım, balkonuyla, paradisiyle sal­ kım salkım doldu, taştı. Biz, bu cuma günleri, bu erken öğrenci matinesinden başka, biri üçte, biri dokuzda olmak üzere halka iki temsil daha veriyorduk. Böylelikle o piyes, bir günde üç defa oynanıyordu. Bu ilk öğrenci temsillerinin topladığı ilgi, bütün tah­ minlerimizi aştı. Sabah temsillerimizi seyreden bin öğrencinin bir tek insan duygusuyla, nefes bile almadığını söylersem, inanın öv­ mekte gerçeği aşmış olmam. Büyük bir tapınakta toplanmış, sa­ nat ve güzellik tanrısına yönelmiş, kendinden geçmiş bir gençlik kitlesinin sahneye bakışını, piyes dinleyişini görmek. Almanya’ dan gayri, herhangi bir medeni memlekette eşine az rastlanır, iç açıcı bir müjdeydi.” (*) Türk Tiyatrosu Dergisi. sanatçıları çoğu zaman Çan­ kaya’daki evine davet eder, yemeğe alıkoyardı. Başka kimselerin de davetli olduğu böyle bir toplantıda herkesin önünde söylediği şu söz tari­ he geçmiştir: —“ Efendiler hepiniz me­ bus olabilirsiniz, vekil olabilir­ siniz, ama sanatkâr olamaz­ sınız. Bu çocukları sevelim, sayalım” . O devirden sonra hiç? de­ ğilse görünüşte aktöre, sanat­ çıya bir saygı ister istemez başladı. Yine Atatürk’tü r ki, ilk defa Türk kadınına sahne­ lerin kapısını açtı. O zamana kadar hep Ermeni hanım va­ tandaşlarımız tarafından üst­ lenilen kadın rollerini önce Afife, daha sonra başkaları ve “ Ateşten Gömlek” filmindeki başarısından sonra Bedia Mu­ vahhit ve Neyyire Neyir ha­ nımlar almaya başlamışlardı. D r a m T İ y U t r O S U : Mazhar Paşa’ nın şehreminliği za­ manında 6. Daire Belediye Başkanı Blaque Bey'in kurnaz bir taktiği ile inşa ettirilm işti. 0 dönemde eski bir mezarlık arsası olan Tepebaşı Bahçesl’ ne çingenelerin çergi kurmasına müsaade eden Blaque Bey, karşı taraftaki varlıklı aileler bu gürültü ve pislikten rahatsız olup yakınmaya başlayınca, “ Bana, bu arsaya bir tiyatro kurmak için yeterince para hibe edin. Bunları ancak o zaman çıkarabilirim ” demişti. 1874’te yeni açılan “ Tünel” in topraklarını taşıma ücreti olarak da belediyeye bir m iktar pa­ ra girm işti, işte Dram Tiyatrosu bu iki kaynaktan gelen paralarla yapıldı. Dram Tiyatrosu'nun İçi: Dram Tiyatrosu’ nun içi muhakkak ki İstanbul’ un en zarif, en güzel tiyatro salonu idi. Jean Cocteau.1954’(e İstanbul'a geldiğinde tiyatrolarımızı görmek istemiş, kendisini oraya götürdüğümüzde bu salonun yapısına büyük hayranlık göstermişti. Suphi Tanrıöver; bir gün Dram Tiyatrosu'na telefonla, Gazi Paşa’nın 10-15 dakikalık gecikmeyle oyunu izleyeceğini bildirir. Ertuğrul Muhsin, Behzat Hakinin telaşlandığını görünce, tepkisini belli ederek, “Biz, perdeyi her gece saat 9'da açarız. Bu gece de 9’da açılacaktır. Benim bildiğim Gazi Paşa, temsile zamamnda gelecektir” der. Dediği çıkar. Tam 9’da gong çalar, perde açılır ve o sırada Atatürk locaya girer Gazi Paşa, iki defa bizzat Dram Tiyatrosu’na gelerek iki oyunu izledi. Bunlardan biri “ Yalova Türküsü” idi. Öbürü ise “ Akın” adlı manzum tari­ hi piyesti. Yıllar 1931 ’i göste­ riyordu. Gazi Paşa, o sıralarda Yalova’yı uygar bir kaplıca şehri haline getirmek İçin imar faaliyetlerini bizzat ya­ kından izliyordu. Bir Avustur­ ya oyunundan çevrilip, ora­ daki kaplıca şehrini sözüm ona Yalova’ya yerleştiren mü­ zikli oyunu bunun için merak etmiş olsa gerekti. Gerçekten de, oyunun içinde Gazi’nin hoşuna gitsin diye, “ Yalova suyuna girenin ateşler tutu­ şur kanında” diye bir parça da vardı. Müzikleri Ferit Alnar bestelemişti. “ Renklerin Rü­ yasıdır Tango” adlı şansonun söz yazarı da Nâzım Hikm et’ ti. Bu oyunda Vasfi Rıza Zo­ bu büyük alkış topluyordu. Bir ara rahatsızlanınca onun yerini alan sanatçı da büyük alkış almıştı. Çoğu kimse, Muammer Ruşen adındaki bu genç sanatçıyı henüz tanımı­ yordu. Ama o genç, “ Ferah Dönemi” nde Ertuğrul Muh­ sin’in yanına sokulmuş, tiyat­ roya katılmış, Ferah Dönemi’ nin en zor işlerini üstlenmiş bir sanat âşığı idi.Daha son­ raki dönemdekiler, onu ünlü kom ik Muammer Karaca ola­ rak tanıyacaklardır. Muammer Ruşen 0 zamanki adıyla Muammer Ruşen, daha sonraların ünlü komedi sanat­ çısı Muammer Karaca. Güldürü ti­ yatromuzun unutulmaz komiği. "PERDE HER GECE SAATİNDE AÇILIR..." Bir gün Hamdullah Suphi Tanrıöver acele telefon ede­ rek Gazi Paşa’nın tem silin başlangıcından 10-15 dakika sonraya gecikebileceğini b il­ dirir, perdenin açılmamasını ister. Bunu duyan Ertuğrul Muhsin’in reaksiyonu şu olur: “ Biz, her gece perdeyi saat 9’da açarız. Bu gece de 9’da açılacaktır ve benim bildiğim Gazi Paşa temsile zamanında gelecektir” der. Tiyatroda Behzat Haki, son derece te­ laşlıdır. Muhsin’e “ Çocuk o l­ ma, on dakika beklemekten bir şey çıkmaz” der. Karşıla­ yıcılar kapıdadırlar. Behzat Haki de oradadır. Dış kapıda antrede beklemektedirler. Sa­ at 9 olur, gong çalar ve perde yavaş yavaş açılır. Tam perde­ nin açıldığı sırada da Atatürk’ ün locaya girmesi bir olur. Gazi Paşa’ nın Darülbeda­ yi ile olan ilgisi Faruk Nafiz Çamlıbel’in, Türklerin Orta Asya'dan göç etm elerini ko­ nu edinen manzum piyesiyle daha da artar. Mustafa Kemal Paşa, bu piyesin yazılışıyla yakından ilgilidir. Temsil sıra­ sında da tekrar Şehir Tiyatro­ la rın a gelerek oyunu İzler. Muhsin Ertuğrul’u oyundan sonra locasına davet ederek tebrik eder, mennunluk izhar eder. M ll , YARIN: Bir Shakespeare tutkunu Vali ve Belediye Reisi M uhittin ( tündağ, Darülbedayi'yl belediyeı kanatları altına almış, 1935’te ! bir Tiyatrosu’ na dönüşmesini sı lamıştı. Artık tiyatronun bir tüzüi resmi kadrosu vardı. Sanatçı muntazam maaşa ve güvenceye I vuşmuşlardı. H a m d u lla h S u p h i T a n rıö v e r A tatürk’ ün yanı­ na ilk koşan aydınlardandı. Daha ön­ ce Türkocaklarını yöneten Tanrıöver, hatipliği ile ünlüydü. Cumhuriyet dö­ neminde bir ara Maarif Vekilliği de yapmıştı. Sonra büyükelçi olarak va­ zife gördü. Sanatçıları iyi tanırdı. Ya­ zıda sözü geçen dönemde sanat çevreleri ile Gazi Paşa'nın ilintisini kuran başlıca kişi idi. Darülbedayi’ Şehir Tiyatrosu’na O Haldun T A N E R UHSİN Ertuğrul’da “ Hamlet” tutkusu on sekiz yaşında Paris’te Mounnet Soully’yi bu rolde görmesiyle başlar. İstanbul'a geldiğinde b irtrup kurup Ab­ dullah Cevdet’ in çevirisi ile “ H a m le f’i bir hayır cemiyeti yararına ilk defa oynar. 60. sa­ nat yılında kendisiyle yaptı­ ğım bir röportajda, “ Başucu kitaplarınız nelerdir?” soru­ ma, “ Epiktetos’un Düşünce ve Sohbetler’i, Hamlet ve Kuran” cevabını verm işti. Hamlet, Darülbedayi’de ikin­ ci oynanışında iki hafta, Talat Artem el’e oynattığı oyun da bir ay sürmüştü. 1956’da A m erika'dan dönen genç oyuncu Engin Cezzar’ ın baş­ rolünü üstlendiği Hamlet ise arka arkaya 150 kere oynamak suretiyle büyük bir rekor kırı­ yordu. Bu, ilk başlarda Türk seyircisi tarafından yadırga­ nan Shakespeare’i Türkiye’de iyice yerleştirmiş ve sevdir­ miş olmanın zaferiydi. Muh­ sin Ertuğrul, Türk Tiyatrosu Dergisi’nde “ 150. Hamlet” ad­ lı bir başyazısında sevincini şöyle dile getiriyordu: “ Şimdi bunun hesabını görelim. Sahnemizde Shakespeare oynanmasına sataşan­ lar, o zamanın aydın geçinen yazarlarıydı. Bu arkadaşlar ya­ nılıyorlardı. Ama, o günlerde bunu anlatmanın imkânı yok­ tu. Çünkü giriştiğim iz iş uzun süreli bir kültür savaşıydı. Bu savaşı hangi tarafın kazana­ cağını ancak (zaman) damgalayacaktı. Dünyanın ve haya­ tın en önemli yargıcı olan za­ man! Tanrı’mn dünyayı yara­ tışından, insanı üretişinden tutun da bir buğdayın başak, bir kurdun ipek oluşuna kadar her şeyde son ve kesin hük­ mü veren işte bu zaman! “ Biz o günlerde inancımı­ zı savunmadık, yırtınmadık, yaygara koparmadık, çünkü almayı tasarladığımız tohu­ mun yeşermesi, gelişmesi için (zaman) gerekiyordu. O tohum un meyvesi (zaman)la olacaktı. Çok değil bir kuşaklık zaman. Kim derdi ki, ara­ dan otuz yıl geçtikten sonra, Shakespeare bu memlekette, yeni yazarların bile üstünde, en çok oynanan, beğenilen bir dram yazarı olacak!...” Shakespeare, tiyatronun muhakkak ki, kralıdır. Piyes­ lerindeki aksiyonla, seyircileri ve felsefi içeriği ile de en güçbeğenir aydınları aynı anda kavrar. Birer özdeyiş yalınlığı ve yoğunluğuyla çoğu replik­ leri zihinleri teshir eder, bel­ leklere yapışıp kalır. Muhsin Ertuğrul, Darülbedayi’nin da­ ha erken dönemlerinden iti­ baren Shakespeare’i İstanbul halkına tanıtma çabası için­ dedir. Onca, Shakespeare, hem oyuncular, hem seyirci­ ler için en yüce okuldur. Ken­ di oynadığı Hamlet’ten sonra el attığı ikinci Shakespeare oyunu “ O thello” dur. Raşit Rıza’nın Othello, Neyyire Neyir ve Bedia Muvahhit’in münavebeli olarak “ Dezdemona” yı temsil ettik­ leri bu oyunda kendisi de “ lago” yu üstlenir. ________ 1929-30 sezonunda “ Hır­ çın Kız” ı sahneye koymuştur. 1934-35’te Hamlet, 1935-36’ da “ Ölçüye Ölçü” yü, ertesi sezon “ Macbeth” i, 1938-39’ da “ Yanlışlıklar Komedyası” nı, 1940-41’de “ Othello” yu, 1941-42 sezonunda yine Hamle t’i, 1942-43 sezonunda “ Kış Masalı” nı, sonraki yıllar “ Na­ sıl H oşunuza G iderse” yi, “ Atinalı Tim on” u, “ Coriolanus” u, “ Jül Sezar” ı sahneye koyar. 1959’da yukarda sözü geçen 150 tem sillik Hamlet. 1964’te Shakespeare’ in 400. doğum yıldönümünü kutla­ mak için beş tiyatroda beş ay­ rı Shakespeare oyunu ser­ gilenir. “ Romeo Ju lie t” , “ Ve­ nedik Taciri” , “ Bir Yaz Ge­ cesi Rüyası” , “ On İkinci Ge­ ce” , “ Kuru Gürültü” . Muhsin Ertuğrul, Shakespear’i “ O ve Ben” adlı yazısında bakınız nasıl değerlendiriyor: “ Nasıl olur da Shakespe­ are, 37 büyük eserinde yüzler­ ce insan yaratır, kralından esi­ rine kadar hepsine can ve ruh verir, kemiklerini kenetler, şe­ killerini işler, sinirlerini örer ve dünyanın ayrı ayrı bölgele­ rinde, doğumlarından ölümle­ rine kadar, hiç birbirine ben­ zemeyen kaderleriyle onları karşı karşıya bırakır. (...) Dani­ markalI Hamlet, Afrikalı Ot­ hello, Italyalı Romeo, Atinalı Timon bugün de doğru yolla­ rında dümdüz ve sekmeden gidiyorlar. Halbuki ben, boca­ layıp duruyorum, tâ toprağa girinceye kadar... “ Peki Shakespeare insan­ sa ben neyim? Ben insansam Shakespeare ne?” YERLİ OYUNLARA ÖNEM Darülbedayi’nin ilk reper­ tuarını Fransızca’dan uyarla­ nan 2., 3. sınıf bulvar komedi­ leri oluşturm uştu. Gerçek Türk Tiyatrosu nun, Türk so­ runlarını, Türk insanlarını yan­ sıtan Türk oyun yazarları o l­ maksızın yaratılamayacağı ise ortadaydı. Önce ilk edebi heyet, sonra bu tiyatronun beyni olan E. Muhsin, bu ger­ çeği gözönünde tutarak im ­ kân buldukça telif oyunları yüreklendirmişlerdir. Darülbedayi’de ilk temsil edilen telif eser, “ Baykuş” un yazarı Halit Fahri’den sonra ibnürreflk Ahmet Nuri’yi de bir uyarlayıcı olmasına rağ­ men anmak zorundayız. Ibnürreflk Ahmet Nuri, Ahmet Yabancı uzman getirme geleneği Türk Tiyatrosu'nda zaman zaman uygulandı Altın Devri ■ >Muhsin Ertuğrul “Tiyatronun Kralı " Shakespeare'in tutkunudur. O’ha göre Shakespeare hem oyuncular, hem seyirciler için en yüce okuldur. ■ >Darülbedayi’de £ ■ ■a f e t i. ' ENCIN CEZZAR Robert Kolej de tiyatro hocası Hilary Boyd un yonetımınoeKi tiyatro grubunda çeşitli dönemlerde, Nur Yalman, Tunç Yalman, Engin Cezzar, Genco Erkal, Çiğdem Selışık gibi profesyonellere parmak ısırtan cevherli gençler yetişmişti. Engin Cezzar da bunlardan biriydi. Amerika’ya gide­ rek tiyatro tahsil etmiş, “Actor Studio” da Paul Newman’ la birlikte öğ­ retmenlik yapmış genç bir sanatçıydı. Yurda dönüşünde, Muhsin Ertuğrul, tereddüt etmeden ‘ Hamlet” rolünü kendisine verdi. Bu rol, Engin Cez­ zar için unutulmaz bir başarı oldu. Aynı oyunda, Hüseyin Kemal Gürmen, Gülistan Güzey ve Sami Ayanoğlu da çok büyük alkış toplamışlardı. ■-Ä. 1952-1957 arası genel sanat yö­ netmenliğine, AvusturyalI Meinecke getirilmişti. Mesleğini çok seven bir rejisör olarak, “ Liliom” ve “ Co­ lombe” gibi unutulmaz rejiler yap­ tı. Konservatuvarda birçok öğrenci yetiştirdi. Sahneye koyduğu oyun­ ların dekorlarını da kendisi yapardı. r r SABRI ESAT SIVAVUŞGIL Edmond Rostand’ dan çevirdiği 'Cyrano de Bergerac” , oyunla öz­ deşleşmenin ve Türkçe'ye tasarrufun bir şaheseri olarak sahne tarihine geçti. Siyavuşgil’ in “ Karagöz” üzerine de değerli araştırmaları olmuş­ tu. Siyavuşgil eleştirmen olarak da Türk tiyatrosuna hizmet etti. Veflk Paşa gibi çok büyük us­ neği Şehir Tiyatroları’nda da­ talıkla yurdumuza yerleştirdi­ ha sonraki dönemlerde de za­ ği Fransız komedilerini Darül­ man zaman uygulandı. 1930' bedayi’de oynatarak büyük da Joseph Max, tiyatro öğret­ seyirci kalabalığını yabancı meni olarak Konservatuvar’a değil de bizden insanların sı­ çağrıldı. 1930’da açılan Tiyat­ cak muhitine çekmiş oldu. ro Okulu’nda Muhsin Ertuğ“ Hisse-i Şayia” , “ Sekizinci” rul’dan başka eskrim hocası Ve “ Ceza Kanunu” bunlardan Grotovski ve Selim Sırrı Tarsadece birkaçıdır. Musahipza- can’ın kızları Azade ve Selma de Celâl de te lif alanında bi­ hanımlar da beden eğitimi ho­ ze yerli konulan başarıyla cası olarak yer alıyorlardı. sundu. Ferah döneminde te­ Prof. Fahrettin Kerim Gölif eser düzeni kendini daha kay’ın valilik ve belediye reis­ da gösterir. Vedat Nedim’in “ İşsiz­ liği zamanında da Şehir Tiyat­ ler” !, Vedat Örfi’ nin “ Vefaen rolarımın başrejisörlüğüne ya­ bancı bir uzman getirilmesi Ferağ” adlı eseri, Sermet Muhtar’ ın “ Duvar Aslanı” , düşünüldü. İstanbul’da çıkan Mahmut Yesari’ nin “ Bir Zait “ Türkische Post” gazetesinin Bir Müsavi Bk” i, Osman Ce- sahip ve başyazarı Türkolog mal’ in “ İstanbul Revüsü” , Prof. Duda’ nın tavsiyesine Münire Eyüp’ün “ Kâşif Efen- uyularak Viyana'da dekoratör d i” si bu arada sayılabilir. Da­ olarak ün yapmış olan Max ha sonraki dönemlerde yine Meinecke, İstanbul’a çağ­ Vedat Nedim’in “ Kör” adlı pi­ rıldı. Dinamik ve coşkulu bir yesi, “ Üç Kişi Arasında” adlı tiyatro adamı olan Max Mei­ piyesi, Abdülhak Ham it’in necke, Şehir Tiyatrosu’na ye­ ni bir hava getirdi. Emektar “ Tezer” i sahneye kondu. 1930-31 sezonunda o zaman dekoratör beyaz Rus Perof’un henüz çok genç bir şair olan da Avrupa düzeyindeki dekor­ Cevdet Kudret’in “ Rüya için ­ larından sonra İstanbul seyirde Rüya” sı, Nâzım Hikmet’in “ Kafatası” adlı piyesi, Faruk Nafiz’in “ Akın” ı, ertesi yıl.yine Nâzım H ikm et’in “ Bir Ölü Evi” , Yusuf Ziya Ortaç ve Muhlis Sabahattin’in “ Aşk Mektebi” , Necip FazıPın “ Bir Adam Yaratmak” adlı eseri, Musahipzade Celâl’in “ Aynaroz Kadısı” , Sedat Simavi’nin “ Ceza” adlı oyunu, Cemal Nadir’in “ Yüz Karası” , Musahip­ zade Celâl’in “ Bir Kavuk Devrildi” si, Cevat Fehmi’nin “ Bü­ yük Şehir” i, “ Küçük Şehir” i, “ Paydos” u, halkın büyük rağ­ betini gördü. Bunlar dışında daha genç kuşaktan Sabahattin Kudret Aksal, Melih Cevdet, Turgut Özakman, Necati Cumalı, Aziz Nesin, Recep Bilginer, Turan Öflazoğlu, Oktay Rifat, Orhan Asena, Oktay Arayıcı, Bilgesu Erenus ve daha nice­ lerinin eserlerini de oynama­ ya önem verdi. DARÜLBEDAYİ VE YABANCI UZMANLAR André Antoine’ la açılan yabancı uzman getirme gele- i Türk yazarların oyunlarına ağırlık veren Muhsin Ertuğrul, Türk Tiyatrosu'nun yerli yazarlarla oluşacağına inanırdı. A X r r EFSANE KJİDİN CAHİDE SONKU W ß 'c r t m Neyyire Neyir, ne kadar kültürlü ve bilinçli bir sanatçı ise, Cahide Sonku da o kadar pratik bir oyuncu idi. Kültürsüzlüğüne karşın, anlatı­ lanı çok iyi kavrar, pratik zekâsı ile en karmaşık rollerin üstesinden ge­ lirdi. Bu şaşılacak özdeşleşme yeteneği sayesinde klasik oyunlarda bile başarıya ulaşırdı. En çok alkış topladığı oyunlar, “ Cyrano de Bergerac", “ LAiglon” ve “ Sukuşu” idi. Fotoğraf onu, Avni DilligilTe beraber, ba­ şarıyla oynadığı Emilia Galotti oyununun bir sahnesinde gösteriyor. cileri. Meinecke’nin de nefis dekorlarını alkışladılar. Mei­ necke, yönetmen olarak da başarılı mizansenler yaptı. Özellikle Franz Molnar’dan “ Liliom ” , Jean A nouilly’dan “ Beyaz Güvercin” mizansen­ leri unutulmaz izlenimler bı­ raktı. Meinecke’nin bir büyük hizmeti de genç sanatçılara çalışma disiplini ve coşkusu aşılaması oldu. Provalar bit­ tikten sonra bile çoğu oyun­ cunun gönüllü olarak hocaları ile çalışmalarını sürdürdükleri görülüyordu. Bu yabancı uzman gele­ neği daha sonra Ankara Dev­ let Konservatuvarı ve Devlet Tiyatro ve Operası’nın açıldı­ ğı zaman da devam etti. Kari Ebert başta olmak üzere Remato Mordo gibi hocalar Türk Tiyatrosu’na Batılı çalışma metotları getirdiler. . YENİ REJİSÖRLER Şehir Tiyatrosu yeni reji­ sörler yetiştirmek konusunda da büyük gayretler sarfetti. Muhsin Ertuğrul ve Vasfı Rı­ za, Max Meinecke gibi tanın­ mış rejisörler dışında genç kuşaktan başarılı rejisörlere imkânlar verdi. Bir süre için Şehir Tiyatroları’nda vazife gören Ulvi Uraz’ ın başarılı re- ULVİ URAZ. FAZİLET ECZANESİ NDE Ulvi Uraz, coşkulu, şevkli, klavyesi çok zengin bir tiyatro ustası idi Sahneye eloktrik katar, yönettiği sanatçılar zorluk çektiği zaman, rolleri­ ni onlar kadar özdeşleşip oynayarak yol gösterirdi jieri halkı çok etkiledi. Ulvi Uraz, hem usta bir oyuncu hem de titiz bir rejisör olarak “ Fazilet Eczanesi” ni, “ Mine” yi ve diğer oyunları sahneye koyarak Türk yazarlarını Türk seyircilerine sevdirdi. Ameri­ ka’dan dönen Beklan Algan, eşi Ayla Algan’la birlikte “ Tar­ la Kuşu” adlı reji ile Şehir Tiyatrosu’nda ilk vazifelerini üstlenmişlerdi. Daha sonra “ Sinekler” adlı rejide de ba­ şarılı bir örnek sundular. Ba­ şar Sabuncu, tiyatro oyuncu­ su, tiyatro yazarı niteliklerine bir de yönetmenlik ekledi. Şehzadebaşı Tiyatrosu’nun yönetimini bir süre o üst­ lendi; daha sonra da Tepebaşı’ndaki “ Deneme” Sahnes i’nde Shakespeare’in “ Yaz Gecesi RüyasT’nı çok başarılı ve modern birşekilde sahne­ ledi. UNUTULMAYAN OYUNLAR Şehir Tiyatrosu’nun hafı­ zalarda iz bırakmış bazı oyun­ ları vardı ki, bunların başında Reşat Nuri Güntekin’in “ Yap­ rak Dökümü” gelir. Bu eser oynandığında çok büyük rağ­ bet görmüştü. “ Paydos” yine çok büyük alaka toplayan Vasfi Rıza Zobu’ nun sondaki tiradıyla seyircileri duygulan­ dıran bir oyun olarak hafıza­ larda kaldı. Engin Cezzar’ ın oynadığı “ Hamlet” , Muhsin Ertuğrul’un sahneye koyduğu “ Hamlet” , arka arkaya 150 kez oynayarak bir rekor kır­ mıştı. ilk oynandığı zaman da­ ha Darülbedayi açılmadan ev­ vel Muhsin Ertuğrul’un bizzat, oynadığı “ Hamlet” ancak bir­ kaç gün oynayabiliyordu.. Da­ ha sonraki devirlerde de çe­ ş itli zamanlarda oynandı. Max Meinecke’nin sahne­ ye koyduğu “ Liliom ” da çok büyük bir ilgi topladı. Sabri Esat Siyavuşgil’in Edmond Rostand’dan manzum olarak çevirdiği “ Cyrano de Berge­ rac” önce nefis Türkçesı, sonra da Hüseyin Kemal Gürmen’in oyunu ile olağanüstü başarı kazandı. “ Eksik olsun istem em ” tiradı dillerden düşmedi. YARIN: AKTÖR YETİŞTİRME KURSLARI 8 M illiyet Darülbedayi9d Şehir Tiyatrosuna O 7 ü Haldun T A N E R •İstanbul'un göbeğinde traji-komik olaylar p i r - ] STANBUL Konservatuvarı açılıncaya kadar LJLJ Şehir Tiyatroları’na sa­ natçılar sınavla alınırdı. Belli bir diploma sorulmazdı. Bu­ gün de yine belli bir konservatuvar diploması sorulma­ dan alınan yetenekler az de­ ğildir. Daha konservatuvarlar yokken “ Darülbedayi” nin son dönemlerinde yeni elemanları bir - iki yıllık kurslarla yetiştir­ mek için bir tiyatro meslek okulu açılması ihtiyacı duyul­ muştu. 1930’da böyle bir kurs başlatıldı. Tiyatroya teşvik amacı ile öğretmenler yerine öğrencilere yol masrafları ödenen bu okulda Muhsin Ertuğrul (sahne), Gorodovsky (eskrim), Selim Sırrı Tarcan’ ın kızı Selma Tarcan (jimnas­ tik ve ritmik egzersizler) ders­ leri veriyorlardı. Bu dönem öğrencileri içinde Hadi Hün, Avni Dilligil, Lütfü Ay, Zihni Rona, Sami Ayanoğlu Türk sahnesine kazanılmış oldular. Başka bir dönemde yine tiyatroda eksikliği duyulan hanım sanatçı gediğini dol­ durmak üzere bir hazırlık ve sınavdan sonra, Gül Gülgun, Melahat Hasanoğiu, Gönül Ülkü ve Neşe Yulaç kadroya alındılar. 1960 yılında 147 üniversi­ te hocasının kürsülerinden ayrılmak zorunda bırakıldığı dönemde Muhsin Ertuğrui, bana tiyatronun dramaturgluğunu teklif etti. Nezaketle reddettim. Ama “ bilâ ücret” çalışmak şartıyla başka bir öneride bulundum. Üniversi­ tede sürdüremediğim hocalı­ ğımı tiyatroda bir aktör yetiş­ tirm e okulu kurarak sürdür­ mek isteğinde bulundum. Sevinçle kabul etti. Programını, kadrosunu bana bıraktı. Şehir Tiyatrosu kadrosunda dış ülkelerde ti­ yatro tahsil etmiş değerli ele­ manlar vardı. Olgun sanatçı­ lardan da zaman zaman yarar­ lanılabilirdi. I. Galip Arcan (mimik), Vasfi Rıza Zobu (ti­ yatro ahlakı), Nüvit Özdoğru (Türkçe ve diksiyon), bende­ niz (tiyatro tarihi, piyes tahlil­ leri ve rol psikolojisi), Tunç Yalman, Şirin Devrim (reji ve sahne çalışmaları) derslerini üstlendiler. Ayrıca “ eskrim” , “ jim nastik” “ tiyatro hukuku” gibi dersler de vardı. Okul iki yıl ve bir tek dönem çalışa­ caktı. Sanatçı öğretmenler de bilâ bedel çalışmayı istediler. Tiyatro aşkına, hep birlikte hevesle girişilen bir hareket oldu. Gazetelerdeki ilana 180 kişi geldi. Behzat Butak’ın da katıldığı yukardaki hocalar­ dan oluşan heyet, bunların yarısını eledi. Muhsin Ertuğrul, “ Bu kadar kişiden sonun­ da altı kişi kazansak kârdır” dedi. Bunu eski tecrübesine dayanıp söylüyordu. O zaman da yüzlerce kişi katılmış ama, son elekten beş kişi geçebil­ m işti. Bu sefer de iki yıllık kurstan sonra dediği çıktı. Son sınavı başaran Engin Ulu­ dağ, Kayhan Yıldızoğlu, Argun Kınal, Volkan Kayhan ve Yıldız Kafkas Şehir Tiyatrola­ rın a kazanılmış oldular. basıyor N.Fazıl Kısakürek Şair Necip Fazıl Kısakürek'in ilk pi­ yesi “ Tohum” Şehir Tiyatrosu nda tutunamamıştı. Yine Muhsin Ertuğru l’ uri basrolünil üstlendiği “ Bir Aoam Yaratmakta’ ’tabaşarılı oldu Tarihi Dram Tiyatrosu'nda Brecht’in bir oyununu protesto etmek için tiyatroyu basan topluluk sahneye kadar çıkmıştı % Darülbedayi'de 1928-29 sezonunda “Deyyus” piyesi oynanırken, bir seyirci, 'Bunu oynayanlar da, seyredenler de deyyustur” diye bağırarak karısıyla birlikte salonu terketmişti Hazım Körmükçü Özellikle Musahipzade komedileri onsuz düşünülemezdi.Rey Kardeşler'ln operetlerinde halkı kırar geçirirdi. "DEYYUS" PİYESİ OYNANIRKEN Şehir Tiyatroları’nın ma­ ruz kaldığı acayip olaylar az değildir. Bunlardan biri 1928 - 29 sezonunda Darülbedayi’ de oynanan “ Deyyus” piye­ sinde cereyan etmişti. Crommelingin bütün Avrupa sah- # Adı Ferah Döneminin repertuvarında ve daha sonraki repertuvarlarda sık sık geçen Vedat Nedim (Tör) de Darülbedayi'ye çok eser vermiş Semiha Berksoy ilk Türk opera sanatçılarından dramatik soprano Semiha Berksoy, Darülbedayi’ de Ibsen’ in Peer Gyntpiyesinde ve daha sonra kalabalıkarı çeksin diye repertuvara alınan Rey Kardeşlerin operetlerinde bazı roller aldı. nelerinde alkış toplayan “ Le Darûlbedayi’nin ilk gü­ Cocu Magnifique” adlı ese­ nünden başlayarak ondan hiç rinde karısının güzelliğini her­ ayrı düşünülemeyecek bir kesin önünde öven piyes isim varsa o da Muhsin Ertuğkahramanının bir tiradı sıra­ rul’dur. Okulun dağıldığı za­ sında seyircilerden biri hışım­ man arkadaşlarının başına la ayağa fırlamış, yanındaki geçerek teşebbüsü kâh Da­ karısını da kolundan çekip sü­ rülbedayi sanatçıları, kâh rüklerken: “ Muhsin Ertuğrui ve Arkadaş­ —“ Yeter” diye bağırmış­ ları” isimleri İle sürdüren tı. “ Burada p....liğin methiye­ odur. Daha Darülbedayi kurul­ si yapılıyor. Bunu oynayanlar madan bir kere gittiği Paris’e da, seyredenler de deyyus­ ikide bir kaçamak yapan, ora­ tur.” da bilgi ve görgüsünü elden Hışımlı seyirci salondan geldiğince artırıp tekrar İstan­ çıkarken oyunu bir an kesen bul’a dönünce kolları sıvaya­ Hüseyin Kemal Gürmen, sah­ rak eski arkadaşlarını derleyip neden: toplayan, orada gördüğü —“ Tiyatro mektebi edep­ oyunları burada sahneyekoyatir. Kendinize gelin, ağzınızı rak onlara yeni güç ve şevk toplayın” diye haykırmış ve getiren odur. Uzun söze ne seyircilerin alkışları arasında hacet, tiyatroya bir ömür ver­ oyunu kaldığı yerden sürdür­ miş adamdır. müştü. “ Ben hayatımı, ruhumu, sağlığımı, sevgimi, kısacası ELİ SOPALI ZORBALAR her şeyimi seve seve bu tiyat­ Seyircinin hamlığına bir ro denen İdeale harcadım ve başka örnek olarak da Bert- bu savurganlığımdan m utlu­ hald Brecht’in eseri “ Sezua’ luk duydum” diyen adamdır. nın iyi İnsanı” adlı oyununun Beklan Algan rejisi ile yine ta­ rihi Dram Tiyatrosu’nda oyanınışı sırasındaki baskın gösterilebilir. Oyun sırasında tiyatroyu basan eli sopalı bir grup sahneye çıkmış, perde­ yi kapattırmış, sanatçıları sahneden uzaklaştırmış, se­ yircileri de tiyatroyu terke zor­ lamışlardı. Bu zorbaların eseri görm edikleri, okumadıkları hallerinden anlaşılıyordu. Nitekim polis karakolun­ daki İlk ¡‘ adelerinde gerekçe­ lerini şöyle dile getirmişlerdi: —“ Biz MUslümanız, Müslümanlar tek Tanrı’ya İnanır­ lar. Bize bu oyunda üç Tanrı varmış dediler. Tiyatroyu onun için bastık.” Öyle olduğu halde yapılan işin azametine akıl erdirebilmekten aciz ruh cüceleri za­ man zaman onu çelmelemeye çalışmışlardır. Ödün tanımayan dürüstlü­ ğü, bazı kişileri rahatsız et­ miştir. Zaman zaman vazife­ sinden uzaklaştırılmıştır. Yurdumuzda tepeden İn­ me, hiçbir mantık ve insafa sığmayan karakuşi kararlar eksik olmaz. 1966 Şubat’ında Muhsin Ertuğrul’u tiyatrodan uzaklaştırmak isteyenler par­ lak (!) bir fikir buldular. Genel sanat yönetmenliği kadrosu­ nu yeni tüzükte hepten kaldır­ dılar. Bu çarıklı kurmay hilesi, tiyatro çevrelerinde büyük tepki yarattı. Türk oyun yazar­ ları sırf bu hareketi protesto için ilk defa bir araya geldiler. “ Türk Oyun Yazarları Birliği” böyle kuruldu. Kurucuları, Ah­ met Kutsi Tecer, Cevat Feh­ mi Başkut, bu satırların yazarı, Recep Bllginer, Çetin BİR NANKÖRLÜK ÖRNEĞİ 15 Şubat 1930’ dan başlayarak, Ertuğrul Muhsin. Darülbedayi Dergisi'ni çıkarmaya başlar. Bu dergide seyirciye tiyatro terbiyesi vermek, oynanan oyunların daha iyi anlaşıl­ masını sağlayacak bilgiler iletmek amacındadır. Başyazılarını “ Perde­ c i" adıyla kendisi yazar. Rastgele verdiğimiz bu iki örnek Cumhuriyet dönemi İs­ tanbul’un göbeği Beyoğlu’nda cereyan ediyordu. Darülbedayl’nin ve Şehir Tiyatroları’nın yaptığı yurt turnelerin­ de başına gelen traji-komik olayları ise varın siz kıyas edin... Cevat Fehmi Başkut Cevat Fehmi Başkut, Cumhuriyet Gazetesi Yazı işleri Müdürü olarak ta­ nınırdı. Küçük Şehir, Paydos, Buzlar Eriyince gibi büyük seyirci kitlele­ rinin kolaylıkla ve severek izleyebilecekleri oyunlar yazmıştı. Altan, Melih Cevdet Anday, Refik Erduran ve Sadık Şendll’di. Türk Oyun Yazarları Bir­ liği, derhal geniş çaplı, sürekli bir kampanyaya girişti. Gaze­ telerde, dergilerde bu çirkin hareket ayıplandı. Tepebaşı' ndan Taksim'e kadar yapılan protesto yürüyüşüne tüm ya­ zarlar, başta Muammer Kara­ ca olmak üzere, özel tiyatro sahip ve aktörleri, Muhsin Ertuğrul’ un yetiştirdiği tüm sa­ natçılar katıldılar. Türk Oyun Yazarları — bir iki çıkarcı hariç— Şehir Tiyat­ ro larına eser vermeme boy­ kotunu başlattılar. Bu Türk tiyatro tarihinde ilk defa gö­ rülen bir boykottu. Özel tiyatrolar —yine bir ikisi hariç— bir ay boyu per­ delerini açmadan önce bu hamlığı seyirci önünde yeren bir bildiriyi okudular. Böylelikle tiyatronun bü­ yük hadiminin maruz kaldığı çirkin nankörlük tüm tiyatrocularca protesto edildi. Bu protesto, zorba hoyratlığa karşı candan bir vefa gösteri­ si idi. Yıllar sonra yeni seçilmiş Başkan Yardımcısı Dr. Nihat Türel, aynı Belediye M eclisi’ nin kürsüsüne çıkarak, Türk tiyatrosunun bir numaralı İn­ sanına resmen tarziye vermek kadirşinaslığını göstermişti. Muhsin Ertuğrul'a bir ikin­ ci nankörlük de Şakir Eczacıbaşı, Mengü Ertel, Beklan Algan ve bu satırların yazarı­ nın düzenlemek istedikleri “ 60 Yıla Saygı Töreni” için AKM ’nin kapılarını kapamak şeklinde tezahür etti. Tören bir başka tiyatroda yapıldı. Bir gece oynanmak üzere bu sa­ tırların yazarının kaleme aldı­ ğı epik gösteriye tüm sanat­ çılar katıldı. Salon, Muhsin Ertuğrul’ u ayakta dakikalarca al­ kışladı. TÜRK OYUN YAZARLARI BİRLİĞİ - ŞEHİR TİYATROSU İLİŞKİLERİ Türk Oyun Yazarları B irli­ ği, gerek yeni tüzükler hazır­ lanmasında, gerek yanlış icraatı eleştirip uyarma yolun­ da her zaman Şehir Tiyatroları’ na yararlı oldu. Edebi heyetleri oluşturan kişilerin aynı zamanda tiyatroya eser vermesi aslında hiç de este­ tik olmayan bir cihetti. Bu tu ­ tarsızlıkların önlenmesi için dramaturji büroları kurulması­ nı ilk olarak Türk Oyun Yazar­ ları Birliği önerdi ve konu üzerinde çok çalıştı. Böylece meslekten yetişmiş genç uz­ manlar zaman zaman bu bü­ rolarda verimli çalışm alar yaptılar. Aynı birlik bazı yöne­ tim ler sırasında, gönderilen eserlere olumlu ya da olum ­ suz, muhakkak gerekçeli, bir cevap verilmesinin hem dü­ rüstlük hem de nezaket bor­ cu olduğunu hatırlatm ak zorunda kaldı. Bu çabalara karşın tiyatro ne yazık ki bu­ nu bugüne kadar bir alışkan­ lık haline getiremedi. YARIN: DAHA ÇOK KİŞİYE TİYATRO 10 M illiyet 7*3 - H % * 0 Darülbedayi’den IHIN Şehir Tiyatrosu’na Îİstanbul’un her yerinde bir tiyatro açma çabasına girişildi, 18.00 matinelerine yeniden başlandı fiili I» İli mı İlil 7 0 Ertuğrul Muhsin'in çabaları bitip tükenmiyor Bitirirken i Her kuruluşun korunması gereken hastalığı yaşlanmak ve kalıplaşmaktır. Ertuğrul Muhsin bunu bildiği için gençlere geniş imkânlar sağladı t i İ RTUĞRUL Muhsin’in repertuar s tra te jis i ------- hakkında da iki, üç laf etmeden geçmeyelim. Darül­ bedayi’nin ilk repertuarı, bilin­ diği gibi, Fransız eserlerinden Hüseyin Suat’ın, Mehmet Ra­ uf’un, İbnürrefik Ahmet Nuri’ nin (*), Münir Nicar’ın, Reşat Nuri’nin, i. Galip’in, Ahmet Muvahhit’in, Mahmut Yesari’ nin yaptıkları adaptasyonlar­ dan oluşuyordu. Arada Halit Fahri’nin “ Baykuş” , Reşat Nuri’ nin “ Hançer” , Yusuf Ziya’nın “ Binnaz” gibi telif pi­ yesleri de oynanıyordu. Bir süre bu çeşnide giden reper­ tuara 1925’lerden sonra Er­ tuğrul Muhsin’ in çevirileri de katıldı. Bunlar, bir derece da­ ha ciddi dramlardır. 1927’de Vedat Nedim, iki te lif eseri “ Üç K işi A rasında” ve “ Çarliston” ile repertuarda yerli yazar olarak görünür, ilk Strindberg “ Baba” ve ilk Shakespeare “ Hamlet” de aynı yıl boy gösterir. 1928 repertua­ rında Musahipzade’nin “ Fer­ manlı Deli H azretlerine, Pirandello’nun “ Altı Kişi Muhar­ ririni Arıyori’ una, Molnar’ ın “ Şatoda Oyun” una, Ibsen’in “ Hortlaklari’ ına rastlarız. Yavaş yavaş Karel Çapek, Henri Bataille ve başka eserleri ile yine Shakespeare, Şehitler, Strindberg, H. Bemstein, Tols­ toy, Verneuill seyirciye tanı­ tılırlar. 1932 sezonu repertu­ arı üç yerli yazarın eseri ile renk kazanır: Nazım Hikmet’ ten “ Kafataşı” , Faruk Nafiz’ den “ Akın” , Musahipzade Celâl’den “ Aynaroz Kadısı” . Aynı yıl Goethe’nin “ Stella” sı Türk sahnesinde ilk defa yer alır. Çevirmeni Seniha Bedri Göknil’dir ve tiyatromuza o ta­ rihten sonra değerli klasik çe­ viriler kazandıracaktır. G örülüyor ki, Ertuğrul Muhsin yavaş yavaş kaliteyi artırm akta, ağırlıklı klasik oyunlara da yer vermenin za­ manı geldiğine inanmaktadır. Bu ara, Cevdet Kudret’ in “ Tersine Akan Nehir” ve “ Rü­ ya içinde Rüya” sını da sahne­ ye koymuştur. Ertesi yıl, Ne­ c ip Fazıl Kısakürek “ Bir Adam Yaratmak” la sesini sahneden duyurur. Ertuğrul Muhsin telifsiz tiyatro kalkın­ ması olmayacağını bilir. Bu listeleri uzatmaya gerek yok. Ama ana fikri dikkatli bakış­ lardan kaçmaz. Kolaydan gü­ ce, e ğ lenceliden iç e rik li piyeslere basamak basamak gidişte, Ertuğrul Muhsin san­ ki seyircisinin koluna girmiş, onu irkiltmeden yukarı çıkarı­ yor gibidir. Batı’da görmüş­ tür, çok iyi. b ilir ki, ödenekli ARÜLBEDAYİ’NİN ve Şehir Tiyatroları'nın yetmiş bir yıllık geçmişini yedi yazdık bir diziye sığdırmak elbet im­ kânsız. Biz sadece özel hatırlatm alarla yetindik. Görüldüğü gibi Darülbedayi ilkin aktörler için bir okul olarak işe başlamıştı. Am a, zamanla seyirciyi de seviyeli tiyatroya doğru eğiten bir okul oldu. Tiyatronun sade eğlence değil, insanlara ayna tutan bir uyarı hizmeti olduğunu, insanları birbirine yaklaştıran, kaynaştıran bir uygarlık aracı olduğunu oradan öğrendik. Sahnede yaşayan insanlar kendi bilmediğimiz yanlarımıza, başka insanlarla dünyanın her yanındaki insanlarla ortak mayamıza da ışık tutmuş oldular. Tiyatroya girdiğimizden daha zeki, daha artmış, daha bilinçli olarak çıkmayı ilkin Darülbedayi’den öğrendik. Her günün hay huyu içinde düşünemediğimiz esaslı insancıl so­ runları o iki saat içinde akıcı bir konuşmaya, hareketli bir kurgu­ ya (akılıp yazarla, aktörlerle beraber biz de düşündük. Her gece saat dokuzda açılan o kırmızı perde arkasında kendi insanlarımı­ zın sorunlarına yöneldik, yavan ve cimri bencilliğimize ara verip iki saat boyu olsun daha bir “ İN SA N ’Taştık. Sophokles, Shakespeare. Moliere, Göthe, Schiller, Goldoni, Ibsen, Çehov, Strindberg, Pirandello ve daha niceleri bize ilkin Darülbedayi sahnesinden seslendiler. Toplumumuzun bir zamanlar hor görüp dışladığı tiyatro sa­ natçısının aslında ne eli öpülesi bir kültür savaşçısı olduğunu öğ­ rendik. Tiyatronun devletçe korunması, yüreklendirilmesi gereğini yi­ ne oradan bu sayede farkettik. Biraz hareketlendik. Evet, Kel Hasan Efendi’nin korktuğu oldu. Millet, tiyatronun soylu kültür işlevini farketti. Bazıları hâlâ farkedememekte diren­ se de... Darülbedayi’nin ellisini aşmış kuşakta tatlı anıları var. Onun uzantısı olan Şehir Tiyatrolan’mn ilk zamanlarına yetişenler elbet daha çok. Bugünkü kuşaklar ise onu ancak son ve pek parlak sa­ yılmayan zamanlarından biraz tanıyabilirler. En eski bilinçli, edebli, Batılı tiyatromuza eski uzantısında is­ mine layık saygın bir yola girmesini, orada nice yıllar verimli ol­ masını diler, başta Atatürk olmak üzere oralardan bugüne gelmemize omuz vermiş olan Cemil Paşa’ya, Reşad Rıdvan Bey’e, tiyatromuzun tüm cefakâr öncülerine, şehitlerine ve bu tiyaroya kişiliğinin damgasını vurmuş Muhsin Ertuğrul’a buradan yürek­ ten saygı ve minnetlerimizi sunarız. ------------------------------- — ________________________ resmi tiyatrolar seyircilerine 4 belli başlı kültür işlevini gö­ türmekle yükümlüdürler: 1. Kendi eski yazarlarını tanıtmak, 2. Dünya klasikleri­ ni tanıtmak, 3. Günün Türk ya­ zarlarını oynamak, 4. Yeni yetişecekleri desteklemek. Repertuarda her bir kate­ goriye belli bir yer ayırır, de­ neme sahnelerinde yeni, en ileri teknikleri seçkin seviye­ de seyirciye, adeta TRT’nin bir zamanlarki 3. kanalı gibi sunardı. “ Ne derler? Yöneti­ cilerin basit gustosuna uyar mı?” düşünceleri onu ırgala­ maz, bu programı tavizsiz uy­ gulardı. Göze girmek, basını kazanmak, birinci planda o l­ mak gibi âlayişe tenezzül et­ mez, sessiz ve derinden g it­ meyi yeğlerdi. Onun Devlet Tiyatroları’na atanıp Şehir Tiyatları’ndan uzaklaştığı dö­ nemde ve ölümünden sonra yönetim e geçenlerin aynı stratejiyi aynı bilinç ve tutar­ lılıkla sürdürdükleri iddia edi­ lemez. Oysa aklın tariki birdir. Güç de olsa o yolu tutmak ge­ rekir. GENÇLERE İMKÂNLAR AÇMAK Her kuruluşun kendini ko­ ruması gereken bir hastalık vardır: Yaşlanmak, kireçlen­ mek, kalıplaşmak. Dinamik bir tiyatro zaman zaman taze kanla beslenmeli, tepkili füze­ ler gibi hep yeni, yürekli ham­ leler yapmalıdır. Idare-i mas­ lahatçılık çağla beraber yürü­ yen tiyatroya yakışmaz. Çün­ kü o zaman çağını yansıta­ maz olur. Ertuğrul Muhsin bu­ nu bildiği için genç eleman­ lara olanca imkânlar sağladı. Tunç Yalman, Şirin Devrim, Engin Cezzar, Genco Erkal, Zihni Küçümen, Ergun Kök­ nar, Hamlt Akınlı, Çetin ipekkaya, Başar Sabuncu, Doğan Altmışıncı yıla saygı Sanatının altmışıncı yılı kutlanırken ne acı tecellidir ki, modern Türk tiyatrosunun kurucusu yine devrin yönetici­ leri tarafından tiyatrodan uzaklaştırılmış bulunuyordu. O kutlama gecesi bu nankörlüğe bir tepki gecesi olmuş, salon onu dakikalarca ayakta alkışlamıştı. Arka planda, yetiştirdiği ve gurur duyduğu sanatçı ordusu. Aksel, Duygu Sağıroğlu, Mengü Ertel gibi genç oyuncu, yö­ netmen, dekoratör ve grafikçilere imkânlar sağladı, ibnürrefik Ahmet Nuri, Musahipzade Celâl, Mahmut Yesari, Reşat Nuri Güntekin, Ah­ met Kutsi Tecer, Celalettin Ezine, Muhip Dranas, Cevat Fehmi Başkut, Galip Güran gibi yazarlardan sonraki kuşa­ ğa da tiyatronun kapılarını aç­ tı. Bunlar arasında Vasıf Öngören, Orhan Asena, Ok­ -•% «asıp' ■ Muhsin Ertuğrul yaratılışı bakımından çok çekingen bir insandı. Alayiş­ ten, gösterişten kaçardı. Salona, seyirci içine çıkmazdı. Her zaman ku­ liste idi. Oyunu izler, yanlışları not eder, her ayrıntıyı dekoratör ile, sahne âmiri ile. kostümcü ile, aksesuarcı ve butaforcu ile görüşür, direktif ve­ rir, hep daha iyiyi elde etmek İçin sessiz ve derinden çalışmayı yeğlerdi. Tarihi Dram Tiyatrosu nun yanıp kül oluşu; Şehir Tiyatrosu'nun Harbiye’deki binaya taşındığı zamana denk ge­ liyor Şehrin manevi harikasında onurlu bir yeri olan bu binanın yerinde şimdi bir işhanı yükselmek üzere... tay Rifat, Melih Cevdet, Or­ han Kemal, Çetin Altan, Veyis Örnek, Necati Cumalı, Recep Bilginer, Refik Erduran, Gün­ gör Dilmen, Turan Oflazoğlu, Dinçer Sümer, Refik Kordağ, Sevgi Sanlı, Aziz Nesin, Cahit Atay, N. Kurşunlu, Hayati Çorbacıoğlu, Vedat Türkali, Oktay Arayıcı, Adalet Ağaoğlu, Melih Vassaf, Adnan Giz, Bekir Büyükarkın, Bilgesu Erenus, rasgele akla gelenler­ dir. SON DÖNEMLER buncu’nun sahneye koyduğu, Shakespeare’in Can Yücel çe­ virisi “ Bir Yaz Gecesi Rüyası” tiyatroya yeni bir soluk getir­ di. Bu son dönemde Genel Sanat Yönetmenliği'ne Aytekin Kotil, Hayati Asılyazıcı’yı getirm işti. 1981-84 yıllarında Genel Sanat Yönetmeni yine Vasfl Rıza Zobu oldu. Yönetim, otuz beş kadar genç sanatçı­ yı bu dönemde işten uzaklaş­ tırdı. Bunların çoğu, müessesenin en çalışkan ve verimli rejisörleri, yetenekli sanatçı­ ları idiler. Ertuğrul Muhsin, daha Vasfl Rıza Zobu’ nun 1984 çok kişinin oyun seyredebil­ mesi için 18.00 matinelerini yılında istifa etmesi üzerine yeniden başlattı. Açıkhava ve Belediye Başkanı Bedrettin Anadoluhisarı tiyatrolarından Dalan, Şehir Tiyatroları’na sonra İstanbul’un her yerinde Devlet Tiyatroları Genel Sek­ bir tiyatro açma çabasına gi­ reteri Gencay Gürün’ü atadı. rişildi. Bunlardan ilki Kadı­ köy’de o yıl açıldı. Daha sonra ) Ib n ü rre fik A h m e t N u ri'n in Şehzadebaşı, Üsküdar ve ni­ (* adaptasyonlarını yerli eser sayan­ hayet Zeytinburnu tiyatroları lar fa zla y anılm ış o lm a zla r. Ç ü n ­ da bu dönemde açıldı. Böyle- kü, h iç çeviri k o km ayan usta ce, tiyatro şehrin her tarafın­ u y a r la m a la r d ır b u n la r . daki seyircinin ayağına kadar götürülm üş oldu. 1974'te, Vasfl Rıza Zobu’nun baş reji­ NOT sörlük ettiği kısa dönemden 70 yılı 7 yazıya sığdırm a zo­ sonra Ahmet isvan’ın ısrarı ile runlu lu ğ u b iz i is le r istem ez kı­ Ertuğrul Muhsin tekrar kısa sıtladı. Bazı bahisleri ve is im leri süre Genel Sanat Yönetmen­ anm adan geçtik. M esela operet liği yaptı. Daha sonraki yıllar­ bahsinde dostum Reşit Gürzap. da (yerinden yönetim) denilen M usahipzade konusunda o k u l­ bir uygulama yapıldı. Beş ti­ daşım Reşit Baran, kurslar bah­ yatronun başına genç rejisör­ sinde h o ca la rd a n A hm e t K utsi lerden oluşan beş sorumlu Tecer dostum ve oradan m ezun yönetmen, Hamlt Akınlı, Ba­ talebem Ersan Markın. Zuhulen şar S abuncu, Z ih n i K ü­ a n la m a y a n la rd a n d ır. çümen, Burçin Oraloğlu ve Özür dilerim . Erol Keskin geçtiler. Tepebaşı'nda kurulan yeni Deneme Sahnesi'nde başarılı oyunlar oynandı. Bu arada Başar Sa­ BİTTİ Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi