T. C. SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ ĠKTĠSAT ANA BĠLĠM DALI 1980 SONRASI TÜRKĠYE’NĠN ENFLASYON VE BÜYÜME ĠLĠġKĠSĠ: AMPĠRĠK BĠR UYGULAMA Neslihan OLGUN Yüksek Lisans Tezi DanıĢman YRD. DOÇ. DR. SAVAġ ERDOĞAN KONYA-2012 ii T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü BĠLĠMSEL ETĠK SAYFASI Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranıĢ ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalıĢmada baĢkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm. Neslihan OLGUN iv ÖNSÖZ Ġktisadın en önemli konularından biri olan enflasyon, çoğu ülkenin çözmek için çaba harcadığı konulardan birisi olarak karĢımıza çıkmaktadır. Kimi görüĢe göre enflasyon büyümeyi sağlayan önemli bir kaynak, kimi görüĢe göre ise enflasyon ekonomik büyüme için önemli bir sorun. Bu çalıĢmada, enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki iliĢkinin belirlenmesi ve enflasyonun ekonomik büyüme üzerinde etkili olup olmadığı ampirik olarak belirlenmeye çalıĢılmıĢtır. Bu çalıĢmanın belirlenmesinde ve tamamlanmasında bana her zaman destek olan, yardımlarını asla esirgemeyen, sayın danıĢman hocam Yrd. Doç. SavaĢ ERDOĞAN‟a sonsuz teĢekkürlerimi ve saygılarımı sunarım. ÇalıĢmam boyunca benden hiçbir zaman desteğini, sabrını esirgemeyen ve kıymeti hiçbir maddi değerle ölçülemeyen annem Emine OLGUN ve babam Nadir OLGUN‟a, maddi ve manevi her koĢulda yanımda olan sevgili ağabeyim Mehmet OLGUN ve ablam Nagehan UGURLU‟ya, teĢekkürü borç bilirim. Konya, 2012 Neslihan OLGUN v Öğrencinin T.C. SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü Tezin Adı Adı Soyadı Ana Bilim / Bilim Dalı Neslihan OLGUN Numarası: 094226001009 DanıĢmanı Yrd. Doç. Dr. SavaĢ ERDOĞAN Ġktisat 1980 SONRASI TÜRKĠYE’NĠN ENFLASYON VE BÜYÜME ĠLĠġKĠSĠ: AMPĠRĠK BĠR UYGULAMA ÖZET Bu çalıĢmada Türkiye‟de enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki iliĢki ampirik bir uygulama yardımı ile sınanmaya çalıĢılmıĢtır. ÇalıĢmada enflasyon ve ekonomik büyüme tarihsel süreç içerisinde geliĢimi ele alınmıĢtır. 1980-2010 dönemine ait enflasyon ve GSYĠH yıllık verileriyle, enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki uzun dönem iliĢkisi ve nedensellik yönü incelenmiĢtir. Analizin sonucunda enflasyon ve ekonomik büyüme arasında uzun ve kısa dönemli pozitif bir iliĢkinin varlığına ulaĢılmıĢ ve yüzde 10 anlamlılık düzeyinde enflasyonun ekonomik büyümenin nedeni olduğu ortaya konmuĢtur. vi Öğrencinin T.C. SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü Tezin Adı Adı Soyadı Ana Bilim / Bilim Dalı Neslihan OLGUN Numarası: 094226001009 DanıĢmanı Yrd. Doç. Dr. SavaĢ ERDOĞAN Ġktisat THE RELATIONSHIP OF TURKEY’S INFLATION AND GROWTH AFTER 1980: AN EMPIRICAL APPLICATION ABSTRACT In this study, the relationship between inflation in Turkey and economic growth is tried to examine with the help of an empirical application. Inflation and economic growth in historical process is investigated in terms of its improvement. Inflation (1980-2010) and annual GDP, the long term relationship between inflation and economic growth and direction of causality was investigated. The results shows that there is long-and short term positive relationship between inflation and economic growth and It has been pointed out that inflation is cause of economic growth at 10 percent significance level. vii Kısaltmalar Listesi ABD : Amerika BirleĢik Devletleri AIC : Akaike Information Criteria (Akaike Bilgi Kriteri) DF : Dickey Fuller DPT : Devlet Planlama TeĢkilatı GSMH : Gayri Safi Milli Hasıla GSYĠH : Gayri Safi Yurtiçi Hasıla IMF : Uluslararası Para Fonu TCMB :Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası TEFE : Toptan EĢya Fiyat Endeksi TL : Türk Lirası TÜFE : Tüketici Fiyat Endeksi TÜĠK : Türkiye Ġstatistik Kurumu ÜFE : Üretici Fiyat Endeksi VAR : Vector Autoregression Model viii Tablolar Listesi Tablo 1: TÜFE Ana Harcama Gruplarının Ağırlıkları……………………………...11 Tablo 2: ÜFE Ana Harcama Gruplarının Ağırlıkları………………………………..13 Tablo 3: 1938-1945 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları.…………..46 Tablo 4: GSMH Sektör Payları (Sabit Fiyatlarla %)………………………………..47 Tablo 5: 1946-1960 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları…………...51 Tablo 6: 1946-1960 Yılları Arası GSMH Büyüklüğü………………………………52 Tablo 7: 1961-1967 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları…………...54 Tablo 8: GSMH Sektör Payları (Sabit Fiyatlarla %)………………………………..55 Tablo 9: 1968-1972 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları…………...57 Tablo 10: GSMH Sektör Payları (Sabit Fiyatlarla %)………………………………57 Tablo 11: 1973-1979 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları………….59 Tablo 12: GSMH Sektör Payları (Sabit Fiyatlarla %)………………………………60 Tablo 13: Sabit Sermaye Yatırımlarının Sektörel Dağılımı (P: Plan G: GerçekleĢen, %)……………………………………………………………………………………61 Tablo 14: 1980-1988 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları………….66 Tablo 15: 1980-1988 Yılları Arası GSMH ve GSYĠH Değerleri…………………...67 Tablo 16: 1989-1995 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları………….71 Tablo 17: 1989-1995 Yılları Arası GSMH ve GSYĠH Değerleri…………………...71 Tablo 18: Aralık 1999 Kararları Hedefleri………………………………………….73 Tablo 19: 1996-2000 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları………….75 Tablo 20: 1996-2000 Yılları Arası GSMH ve GSYĠH Değerleri…………………...75 Tablo 21: Enflasyon Hedeflemesi Rejimi Hedef Ufku ve GerçekleĢmeler…………79 Tablo 22: 2001-2007 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları………….80 Tablo 23: 2001-2007 Yılları Arası GSMH ve GSYĠH Değerleri…………………...81 Tablo 24: 2007-2010 Yılları Arası Temel Ekonomik Göstergeler………………….83 Tablo 25: Gayri Safi Yurtiçi Hasıla Değerleri…………………………………........84 Tablo 26: DeğiĢkenlere Ait Uygun Gecikme Sayısı (AIC) ve ADF Değerleri……102 Tablo 27: Regresyon Sonuçları…………………………………………………….104 Tablo 28: Otokorelasyon Düzeltilmesi Ġle Regresyon Sonuçları………………….105 Tablo 29: Modeldeki Hata Teriminin Durağanlık Testi (ADF Birim Kök Testi)…105 ix Tablo 30: Hata Düzeltme Modeline Ait Regresyon Analizi Sonuçları……………107 Tablo 31: VAR Analizine göre Gecikme Sayısı (Akaiki Bilgi Kriteri)……………108 Tablo 32: DeğiĢkenler Arasındaki Granger Nedensellik Testi Sonuçları………….108 x ĠÇĠNDEKĠLER BĠLĠMSEL ETĠK SAYFASI……………………………………………...……….ĠĠ TEZ KABUL FORMU…….………………………………………………...……ĠĠĠ ÖNSÖZ…………………………………………………………………...……...…ĠV ÖZET………………………………………………………………………………..V ABSTRACT………………………………………………………………………..VĠ KISALTMALAR LĠSTESĠ………………………………………………............VĠĠ TABLOLAR LĠSTESĠ……………………………………………………..........VĠĠĠ GĠRĠġ…………………………………………………………………………….......1 BĠRĠNCĠ BÖLÜM-ENFLASYON TANIMI ve KAPSAMI.……………..…...3 1.1. Nedenlerine Göre Enflasyon Türleri………………………………………4 1.1.1. Talep Enflasyonu…………………………………………………...4 1.1.2. Maliyet Enflasyonu………………………………………………....5 1.1.3. Yapısal Enflasyon…………………………………………………..6 1.1.4. Ġthal Enflasyon……………………………………………………...7 1.1.5. Fiyat Enflasyonu (Kar Enflasyonu)…………………………….......7 1.2. Büyüklüklerine Göre Enflasyon Türleri……………………………….......8 1.2.1. Ilımlı Enflasyon (Sürünen Enflasyon)……………………………...8 1.2.1. Yüksek Oranlı Enflasyon...................................................................8 1.2.3. Hiperenflasyon……………………………………………………...9 1.3. Enflasyonu Ölçme Yöntemleri…………………………………………...10 1.3.1. Fiyat Endeksi ÇeĢitleri……………………………………….........10 1.3.1.1. Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE)……………………….10 1.3.1.2. Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE)…………………….........12 1.3.1.3. GSMH Deflatörü……………………………………........13 1.3.1.4. Çekirdek Enflasyon…………………………………........13 1.3.2. Fiyat Endekslerini Hesaplamanın Yöntemleri…………………….14 1.4. Enflasyonun Etkileri……………………………………………………...16 1.4.1. Enflasyonun Tasarruf Hacmi Bakımından Etkileri…………..........17 1.4.2. Enflasyonun Kaynakların Kullanımı Bakımından Etkileri…..........18 xi 1.4.3. Enflasyonun Ödemeler Dengesine Etkisi…………………………18 1.4.4. Enflasyonun Vergi Üzerine Etkisi…………………………….......19 1.4.5. Enflasyonun Gelir Dağılımı Üzerine Etkisi……………………….19 1.4.6. Enflasyonun Borçlu ve Alacaklı Üzerine Etkisi…………………..20 1.4.7. Enflasyonun Ücretler Üzerine Etkisi………………………….......20 1.4.8. Enflasyonun Sosyal Sınıflar Bakımından Etkisi…………………..21 ĠKĠNCĠ BÖLÜM-EKONOMĠK BÜYÜME………………………………….......22 2.1. Ekonomik Büyümeyi Belirleyen Unsurlar……………………………….22 2.1.1. Sermaye Birikimi……………………………………………….....23 2.1.2. BeĢeri Sermaye…………………………………………………....24 2.1.3. Nüfus ve ĠĢgücü ArtıĢı………………………………………….....24 2.1.4. Teknolojik GeliĢme………………………………………………..24 2.2. BaĢlıca Büyüme Modelleri…………………………………………….....25 2.2.1. Klasik Ekonomik Büyüme Modeli……………………………......26 2.2.1.1. Adam Smith…………………………………………........27 2.2.1.2. Thomas R. Malthus…………………………………........28 2.2.1.3. David Ricardo………………………………………….....29 2.2.2. Marksist Ekonomik Büyüme Modeli………………………….......31 2.2.3. Joseph Schumpeter Ekonomik Büyüme Modeli…………………..33 2.2.4. Keynes‟in Ekonomik Büyüme Modeli……………………………34 2.2.5. Harrod- Domar Ekonomik Büyüme Modeli…………………........35 2.2.6. Neoklasik Ekonomik Büyüme Modeli……………………………38 2.2.7. Ġçsel Ekonomik Büyüme Modeli…………………………….…....41 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM-TÜRKĠYE’DE GERÇEKLEġEN ENFLASYON VE EKONOMĠK BÜYÜME ĠLĠġKĠSĠNĠN TARĠHSEL GELĠġĠMĠ………………43 3.1. 1980 Öncesi Türkiye Ekonomisi…………………………………………43 3.1.1. 1923-1945 Yılları Arası Dönem………………………………......44 3.1.2. 1946-1960 Yılları Arası Dönem………………………………......48 3.1.3. 1961-1979 Yılları Arası Dönem………………………………......52 3.2. 1980‟den Günümüze Türkiye Ekonomisi...………………………….......62 3.2.1. 1980-1988 Dönemi ve 24 Ocak Kararları…………….……….......63 3.2.2. 1989-1995 Dönemi ve 5 Nisan Kararları…………………….……68 xii 3.2.3. 1996-2000 Dönemi ve Enflasyonla Mücadele Programı...……......72 3.2.4. 2001-2007 Dönemi ve Güçlü Ekonomiye GeçiĢ Programı……….75 3.2.5. 2008 Küresel Ekonomik Krizi ve Günümüz Ekonomik GeliĢmeleri…………………………………………………………………….…….78 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM-ENFLASYON ĠLE ĠKTĠSADĠ BÜYÜME ARASINDAKĠ ĠLĠġKĠNĠN AMPĠRĠK ARAġTIRMASI……………………….86 4.1. Literatür Taraması…………………………………………………...…...86 4.1.1. Enflasyonun Ekonomik Büyüme Üzerinde Pozitif Etkilerinin Olduğunu Açıklayan ÇalıĢmalar…………………………………………………….87 4.1.2. Enflasyonun Ekonomik Büyüme Üzerinde Negatif Etkilerinin Olduğunu Açıklayan ÇalıĢmalar…………………………………………………….88 4.1.3. Enflasyonun Ekonomik Büyümeyi Belirli Bir EĢik Değer Çerçevesinde Etkilerinin Olduğunu Açıklayan ÇalıĢmalar……………………........91 4.2. Ekonometrik Metodoloji………………………………………………....92 4.2.1. Birim Kök Testi…………………………………………………...93 4.2.2. Koentegrasyon Testi (EĢbütünleĢme Analizi)…………………….95 4.2.3. Nedensellik Testi………………………………………………….97 4.2.3.1. Granger Nedensellik Testi…………………………..........98 4.3. Veri Tanımlaması…………………………………………………….....101 4.4. Ekonometrik Sonuçlar………………………………………………......101 4.4.1. Birim Kök Testi………………………………………………….101 4.4.2. Koentegrasyon Testi (EĢbütünleĢme Analizi)……………….......103 4.4.3. Granger Nedensellik Testi…………………………………….....107 SONUÇ……………………………………………………………………………109 KAYNAKÇA……………………………………………………………………...113 1 GĠRĠġ Enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki iliĢki literatürde önemli bir yere sahiptir. Bu iki kavram arasındaki iliĢki geçmiĢten günümüze kadar tartıĢılmıĢtır. Bu konuda yapılan çalıĢmaların büyük bir çoğunluğunda enflasyonla ekonomik büyüme arasında pozitif bir iliĢki olduğu ortaya konmuĢ, bazı çalıĢmalar enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediğini belirtilmiĢtir. Bazı çalıĢmalar ise enflasyonun belirli bir oranını eĢik noktası kabul ederek, enflasyonun bu düzeye kadar ekonomik büyümeyi olumlu yönde etkilediğini, belirlenen eĢik değerinin üzerinde gerçekleĢen enflasyon oranın da büyümeyi negatif yönde etkilediğini belirtmiĢlerdir. Görüldüğü gibi enflasyonla ekonomik büyüme arasındaki iliĢkinin yönü tam olarak belirlenememiĢtir. Bu çalıĢmada temel amaç, enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki iliĢkinin yönünü belirlemek ve böylelikle literatürdeki çalıĢmalara yeni bir bakıĢ açısı getirmeye çalıĢılmıĢtır. Bu çerçevede dört bölümden oluĢan çalıĢmanın ilk bölümünde, enflasyonun tanımlanması, nedenlerine göre enflasyon türleri, büyüklüklerine göre enflasyon türleri, enflasyonun ölçme yöntemleri ve enflasyonun etkilerini açıklayarak enflasyon hakkında bilgi verilmiĢtir. Ġkinci bölümde ise, ekonomik büyümenin tanımı, ekonomik büyümenin unsurları ve baĢlıca büyüme modelleri anlatılarak ekonomik büyüme kavramı açıklanmıĢtır. Üçüncü bölümde enflasyon ve ekonomik büyüme iliĢkisinin Türkiye ekonomisindeki tarihsel geliĢimi analiz edilmiĢtir. 1980 öncesi ve sonrası geçen süreçte enflasyon, GSMH ve GSYĠH verilerinin geliĢmesi dönemlere ayrılarak ayrıntılı bir Ģekilde incelenmiĢtir. Son bölümde ise, enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki iliĢkiye yönelik literatür incelemesi ile çalıĢmada kullanılan ekonometrik yöntem açıklanmıĢtır. 2 Türkiye ekonomisinin 1980 ile 2010 yılları arası enflasyon (TÜFE) ile GSYĠH verileri kullanılarak iliĢkinin yönü Granger Nedensellik testi ile araĢtırılmıĢ elde edilen sonuçların değerlendirildiği sonuç bölümü ile çalıĢma tamamlanmıĢtır. 3 BĠRĠNCĠ BÖLÜM ENFLASYON TANIMI VE KAPSAMI Latince ĢiĢkinlik anlamına gelen enflasyon, en basit tanımıyla fiyatlar genel düzeyinde meydana gelen sürekli artıĢ demektir (Ünlüönen ve Tayfun, 2005: 260). Diğer bir tanımlamayla enflasyon, toplam talebin toplam arzı aĢması sonucu fiyatlar genel düzeyinin sürekli olarak ve anlamlı bir Ģekilde yükselmesi olarak tanımlanmaktadır ve fiyat endeksleriyle ölçülmektedir (Eren, 1999: 69). Bu tanımda baĢlıca üç önemli unsur üzerinde durmak gerekir. a) Birinci nokta, fiyatlardaki artıĢ, sadece birkaç malda değil, ekonomideki bütün mallarda ya da en azından ekonomideki malların büyük bir çoğunluğu için söz konusu olmalıdır (Dinler, 2000: 404). Bu nedenle, fiyatlar genel düzeyi ekonomideki belirli bir mal sepetinde yer alan malların fiyatlarının genel bir ortalamasını ifade etmektedir (Bocutoğlu, 2009: 82). Böyle bir sepetin fiyatı da sepetteki malların bazılarının fiyatları değiĢmediği veya malların fiyatlarının düĢtüğü halde, sürekli artabilir. Bu nedenler enflasyonu, bütün malların fiyatlarının sürekli arttığı bir durum olarak görmemek gerekir (Ünsal, 2005: 14). b) Ġkinci nokta, enflasyon tanımında yer alan fiyatlar genel düzeyinin sürekli bir artıĢ içinde olması gereklidir (Eğilmez, 2005: 266). Eğer bir ekonomide fiyatlar bir kez artıp daha sonra durağan duruma gelirse, bu artıĢa enflasyon olarak tanımlanması doğru olmayacaktır. Enflasyon kavramı bir süreci ifade eder (Eren, 1999: 70). c) Üçüncü nokta, ekonomide toplam talep ile toplam arz arasında belirli bir fiyat (cari fiyat) seviyesinde kurulmuĢ olan denge bozulmakta ve daha yüksek bir fiyat seviyesinde tekrar denge sağlanmaktadır. Bazen de toplam arz toplam talep arasındaki eĢitlik sağlanmıĢken, ekonomik karar birimlerinin enflasyon beklentilerindeki değiĢmeler de enflasyona yol açabilmektedir. Toplam talep ile 4 toplam arz arasındaki dengenin bozulması ve yeni dengenin daha yüksek bir fiyat seviyesinde gerçekleĢmesi sürekli bir hal aldığında, ekonomi enflasyon sürecine girmiĢ demektir (Bocutoğlu, 2009: 82). 1.1. Nedenlerine Göre Enflasyon Türleri Enflasyonun yaĢandığı ekonomilerde belirli bir fiyat düzeyinde toplam talep ile toplam arz arasında kurulmuĢ bulunan dengenin çeĢitli nedenlerle bozulmaktadır. Enflasyon ile mücadelede baĢarı sağlamak için öncelikle enflasyonun hangi nedenlerden kaynaklandığını belirlemek gerekmektedir (Ülgen, 2002: 231). Enflasyon nedenlerine göre, sırasıyla talep enflasyonu, maliyet enflasyonu, yapısal enflasyon, ithal enflasyon ve fiyat enflasyonu olarak beĢ grupta inceleyebiliriz. 1.1.1. Talep Enflasyonu Toplam talebin toplam arzdan fazla olmasına bağlı olarak genel fiyatlardaki artıĢ talep enflasyonu olarak ifade edilmektedir (Türk, 2007: 88). Bir ekonomide devletin açık finansman politikası izlemesi (karĢılıksız para basması), kredi hacminin geniĢlemesi, kiĢilerin ve kurumların kendi bünyelerinde saklı tuttukları paralarını dolaĢıma dahil etmeleri ve ödemeler dengesi fazlalığından doğan gelir artıĢları gibi sebeplerle toplam talebin toplam arzı aĢması sonucu ortaya çıkan fiyatların sürekli yükselmesine talep enflasyonu denir (Ülgen, 2002: 231). Ekonomide denge talep lehine genelde Ģu üç nedenle bozulabilmektedir: a) Kamu harcamaları, Devletin daha fazla yatırım yapmak istemesinden dolayı artmaktadır. Devlet, bireylerin ekonomik, sosyal, kültürel ve klasik ihtiyaçlarını yerine getirmektir. Bu ihtiyaçları bütçe harcamaları ile yerine getirmektedir. Bütçe harcamalarındaki açık finansmanı enflasyonun baĢlıca sebeplerindendir (Özer, 1979: 11). Kamu harcamaları, kamu gelirlerinden fazla olursa kamu sektörü açık veriyor anlamına gelir. Dikkat edilmesi gerekli nokta bu açığın para miktarı artırılarak finanse edilip edilmediğidir. Eğer bu açık, özel sektör yatırımlarını daraltacak bir Ģekilde bireylerden karĢılanma yoluna gidilirse toplam talebi değiĢtirmez. Zira, kamu açığı daha yüksek vergi oranları veya borçlanma ile finanse edilirse özel kesim 5 yatırım ve tüketim harcamalarındaki azalma toplam talepte azalmaya neden olur. Enflasyon problemi yaĢanan ülkelerde kapatılamayan kamu kesimi açıkları enflasyonun en baĢta gelen nedenlerindendir. b) Özel sektör yatırımlarının, özel sektör tasarruflarından fazla olması durumda, özel sektör açık verecektir. Yatırımlar ile tasarruflar arasındaki fark, para miktarını artırıcı Ģekilde kapatıldığında toplam talepte artıĢ yaĢanabilir. c) DıĢ ticaret bilançosunun fazlalığından oluĢan gelir artıĢları Ģeklinde oluĢan enflasyona ülkemizde pek rastlanılmamasıyla birlikte, dıĢ ticaret bilançosunun fazla vermesi ve dolayısıyla, yurtiçi talep, yurtiçi arzdan fazla olur. Üretim süreci içinde yaratılan gelir yurtiçinde kalırken, ihracat fazlası nedeni ile yurtiçindeki mal miktarı azalır, yani toplam talep ihracat fazlası kadar artar. Ancak, ihracat fazlasının yurtiçi talebi olan mallardan kaynaklanması gerekmektedir (Güngör, 2006: 5). 1.1.2. Maliyet Enflasyonu Toplam talep fazlalığı yani enflasyonist açık olmaksızın, maliyetlerdeki bir artıĢ nedeniyle fiyatlar genel düzeyindeki yükselmeye maliyet enflasyonu denir. Öyleyse fiyatlar genel düzeyindeki artıĢın nedeni üretim faktörleri olan emek, doğal kaynaklar, sermaye ve müteĢebbis payının artmasıdır (Unay, 1997: 376). Maliyet enflasyonunun çoğunlukla dolaylı vergiler, faiz hadlerinin yüksek oluĢu ve ücret düzeylerinin iyi ayarlanamamasından kaynaklandığı öne sürülürse de daha birçok faktörün de buna etki yaptığı bilinmektedir. Bunları sıralarsak: - ĠĢgücü talebinin iĢgücü arzından fazla olması durumunda ücretler ve dolayısıyla maliyetler artar, - Devletin destekleme alım politikaları, - Faiz hadlerinin yüksek olması firmaların sağladıkları, kısa ve orta vadeli kredilerin pahalıya mal oluĢuna neden olur, 6 - Kötü hava Ģartlarının tarım ürünlerinin arzını azaltır çiftçiler aynı masrafla daha az ürün elde edince masraflar artar bu da maliyetinin yükselmesine sebep olur, - Devalüasyonun etkisi. Devalüasyon ithal malların fiyatını yükseltir bu da, ithal edilen girdilere bağlı malların üretim masraflarının artmasına ve maliyet enflasyonunun meydana gelmesine yol açar, - ĠĢçi sendikalarının kuvvetlenmesi, ücret artıĢları emeğin verim artıĢından daha hızlı olursa maliyetler yükselecek ve bu da fiyatlara yansıyacaktır. Nominal gelir Ģeklindeki ücret artıĢı aynı zamanda talebi etkileyecektir, - Hammadde fiyatlarının yükselmesi de maliyetleri yükseltir ve fiyatların artıĢına neden olur. Özellikle hükümetin tarım ürünleri girdilerinin fiyatlarını artırması üretim masraflarını da yükseltir (Türkbal, 2000: 401-402; Özgüven, 1975: 345-346). 1.1.3. Yapısal Enflasyon Bir ekonomide fiyat artıĢını harekete geçiren global talep de ve global arzdaki kaymalardır. Ancak ekonominin bir dizi yapısal özellikleri enflasyonun yayılmasını hızlandırabilir ve enflasyonun durdurulmasını güçleĢtirebilir (ġahin, 1997: 471). Ekonomideki yapısal bozukluklar ve darboğazlar nedeniyle oluĢan enflasyona yapısal enflasyon denir. Tarımsal ürünler arzının yeterince esnek olmaması, nüfus artıĢının hızlı olması ve köylerden Ģehirlere göç olması, talep yapısının üretim yapısına uymaması, dıĢ ticaret dengesinin sürekli açık vermesi ve ithal kapasitesinin esnekliği yapısal enflasyonun sebepleri arasındadır. Ayrıca tarım, sanayi ve hizmetler sektörlerinin verimlilik farklılığı, üretim faktörleri arası dengesizlik, piyasalarda görülen tekelci eğilimler ve piyasa baĢarısızlığı tasarruf ve dolayısı ile yatırım azlığı sermaye piyasalarının yokluğu ve kurumsal bozukluklar yapısal enflasyonun sebeplerindendir (Kanca, 2002: 45). Bütün bu faktörler bir araya geldiğinde toplumda yüksek enflasyon beklentisi oluĢacak ve bu beklenti enflasyonun süreklilik kazanmasına sebep olacaktır. BaĢlangıçta parasal bir olgu olan enflasyon, kısa sürede toplumsal bir boyut 7 kazanmaktadır. Bu süreç de siyasi düĢüncelerle yüksek taban fiyatları, yersiz ücret artıĢları, veya endeksleme mekanizmaları gibi, nominal ücret ve fiyatlara yapıĢkanlık kazandıran uygulamalar enflasyonun dinamikleri haline gelmektedir (Aktaran: Doğan, 2005: 6-7). 1.1.4. Ġthal Enflasyon Bazı girdilerin ithal edildiği dıĢa bağımlı ekonomilerde, ülke parasının sürekli değer kaybetmesi sonucu ya da baĢka nedenlerle ithal girdi fiyatlarının yükselmesi, maliyetlerin artmasına sebep olur. Bu Ģekilde ekonominin dıĢarıya bağlı olması nedeniyle ortaya çıkan fiyat artıĢlarına, ithal enflasyon denir. (Dinler, 2000: 409). Diğer bir tanımlamaya göre, enflasyonun bir ülkeden diğerine geçiĢine ithal enflasyon denir. Ġthal enflasyon birbirinden farklı kanallardan ve değiĢik süreçlerden geçerek bir ülkeden diğerine aktarılmaktadır (Altınok, 2002: 257). Özellikle, Türkiye gibi toplam ithalatı içinde ara ve yatırım mallarının payının fazla olduğu ülkelerde, ithal girdi fiyatlarındaki yükselmeler sanayi kesiminde enflasyona sebep olabilmektedir. Ġthalat maliyetlerinin yükseliĢinden kaynaklanan enflasyona ithal enflasyon denilmektedir (ġahin, 1997: 470). 1.1.5. Fiyat Enflasyonu (Kar Enflasyonu) Ekonomik hayatta fiyatlar her zaman serbest rekabet piyasası kurallarına göre iĢlemez. Bazı malların fiyatları üretici sektörlerin özellikleri, devletin takibettiği gelir dağılımı ve sosyal politika gibi politikalar bakından siyasi bir nitelik taĢır. Firmalar faaliyette bulundukları sektörlerde imal ettikleri malları çoğu zaman, kendi aralarında anlaĢarak diledikleri fiyatları tüketicilere kabul ettirebilmektedirler (Türk, 2007: 89). Aralarında anlaĢarak, rekabeti ortadan kaldıran firmalar (kartel, tröst vb.) fiyatlarını yapay olarak yükseltmeyi baĢarabilirler (Dinler, 2000: 409). Bu açıklamalardan da anlaĢıldığı üzere, ekonomik hayatta bazı sosyal tabakalar ve baskı grupları ürettikleri hakiki piyasa değerleri üzerinden gelir elde ederek efektif talep seviyesini yükseltmekte, toplam arz toplam talebi karĢılayamadığı vakit, enflasyonun oluĢmasına sebep olmaktadırlar (Türk, 2007: 89). 8 1.2. Büyüklüklerine Göre Enflasyon Türleri Enflasyon, fiyatlar genel seviyesinin sürekli olarak yükselmesi olduğuna göre, fiyatlar genel seviyesindeki yükselmenin Ģiddetine ve süresine göre değiĢen kavramlarla nitelendirilmektedir (Bocutoğlu, 2009: 82; ġahin, 1997: 463). Enflasyonu ılımlı enflasyon, yüksek oranlı enflasyon, hiperenflasyon olmak üzere büyüklüklerine göre üç tip enflasyondan söz edebiliriz. 1.2.1. Ilımlı Enflasyon(Sürünen Enflasyon) Fiyatlar genel düzeyinin yavaĢça yükselmesidir. Ilımlı enflasyon genellikle iktisadi faaliyetlerin ve piyasaların canlandığı dönemlerde görülmektedir (Ülgen, 2002: 236). Ilımlı enflasyon yıllık %10‟nun altında kalan tek haneli enflasyon haddidir (Parasız, 2000; 187-188). Bu düzeyde bir enflasyonun ekonominin reel dengeleri üzerinde bozucu etkileri ortaya çıkmaz. Hatta, ılımlı enflasyon giriĢimcileri iyimserlik havası verir, yatırım Ģevkini artırır. Dolayısı ile milli hasıla ve istihdam seviyesi yükselir (ġahin, 1997: 464). Ilımlı enflasyon ortamında para her üç fonksiyonunu (hesap birimi, mübadele ve değer saklama) yerine getirebilmektedir. Ayrıca reel faiz oranı çok düĢük olmadığından kiĢiler tasarruflarını para olarak değerlendirmekte, bankada mevduat olarak tutmakta sakınca görmemektedirler (Ülgen, 2002: 236). Ilımlı enflasyon ortamında insanların bekleyiĢleri nispeten istikrarlıdır. Ġnsanlar nominal koĢullarda sözleĢme yapmaktan çekinmezler, baĢka bir Ģekilde ifade edersek sözleĢmeler enflasyona endekslenmez (Parasız, 2005: 198). 1.2.2. Yüksek Oranlı Enflasyon Dörtnala enflasyon, daha çok Latin Amerika ülkelerinde görüldüğü için Latin enflasyonu olarak da bilinir. Fiyat artıĢlarının yıllık %10 la %1000 arasındaki enflasyona yüksek oranlı enflasyon denilmektedir (Parasız, 2000: 188). Yüksek oranlı enflasyon, kamu harcamalarının sürekli artması, gelirlerin üretimdeki artıĢla orantısız olması, sürekli bütçe açıkları, yatırım finansmanlarının emisyonla karĢılanması gibi nedenlere bağlı olarak fiyatlar genel düzeyinin sürekli artıĢ göstermesi sonucunda ortaya çıkan bir enflasyon türüdür. 9 Bu tür enflasyonun yaĢandığı ekonomilerde ciddi sorunlar ortaya çıkmaktadır (Ülgen, 2002: 235). Genel olarak yapılan sözleĢmeler bir fiyat endeksine ya da yabancı bir paraya (dolara) endekslenmektedir. Çünkü paranın değeri hızla kaybolmaktadır. Finansal piyasalar zayıflamakta ve fonlar faiz oranları yerine tayınlamayla tahsis edilmeye baĢlamaktadır. Finansal kuruluĢlar yetkilileri kendilerine göre güvenilir olan kiĢilere kredi vermektedir. (Parasız, 2005: 198). KiĢiler ve firmalar paralarının değer kaybına karĢı kendilerini koruyabilmek için büyük mücadele vermektedirler. Para likit olarak tutulmak istenmez. Enflasyonun üzerindeki faiz getirisi garantili olan değerli kağıtlar ya da gayri menkul hatta dayanıklı tüketim malları satın alırlar (Dinler, 2000: 404). 1.2.3. Hiperenflasyon Fiyatlar genel düzeyinin çok hızlı yükselmesi ve paranın iç değerinin aĢırı ve hızlı bir Ģekilde düĢmesi sonucu enflasyon hızının çok artması durumuna hiperenflasyon denilmektedir (Ülgen, 2002: 237). Fiyatlar genel düzeyinin aylık %50‟yi aĢtığı enflasyona hiperenflasyon denir. Yüksek oranlı bir enflasyondur. SavaĢ, ihtilal veya anormal durumlarda ortaya çıkar (Unay, 1999: 320). Hiperenflasyonu diğer enflasyon çeĢitlerinden ayıran özelliği, piyasadaki iĢlemlerin ulusal para yerine döviz üzerinden yapılması ve dolayısıyla ulusal para sisteminin çökmesidir (Ünsal, 2005: 101). Diğer bir ifadeyle likidite meylinin sıfıra inmesidir. Paranın değeri günün her saatinde değiĢmektedir. Hiperenflasyon döneminde paranın mübadele fonksiyonu ortadan kalkmakta, para yerine, altın, döviz ve mal talep edenler çoğalmaktadır. Bankalar kredi musluklarını sonuna kadar açarlar. Hiperenflasyonun baĢlıca özelliklerini sıralarsak: - Paradan kaçıĢ, paran değer ölçüsü olma fonksiyonunu yerine getirememesidir, - Milli piyasaların ve iç fiyatların bozulması, fiyatlar yabancı döviz fiyatlarından çok daha hızlı yükselir, 10 - Milli paranın değerini kaybetmesinden dolayı ihracat hemen hemen ortadan kalkmasıdır (Özgüven, 1975: 345). Hiperenflasyon dolaĢımdaki parayı tahrip etmekte, yabancı paraların ya da yabancı parayla mevduat hesaplarının yerli paranın yerini almasına neden olmaktadır. Hiperenflasyonlar karĢılıksız para rejimlerinde ortaya çıkmaktadır. Hiperenflasyon döneminde giderek daha büyük rakamlı kağıt para basımı teknik olarak mümkün ve kolaydır. Alman hiperenflasyonu döneminde Ocak 1922‟den Ekim 1923‟e kadar fiyat endeksi 1‟den 10.000.000.000‟a yükselmiĢtir (Parasız, 2005: 198). 1.3. Enflasyonu Ölçme Yöntemleri Bir ekonomide genel fiyat düzeyinde meydana gelen sürekli artıĢa enflasyon denir. Enflasyon, enflasyon haddi ile ölçülür. Enflasyon haddi, genel fiyat düzeyinde belirli dönemde meydana gelen yüzde artıĢ oranını ifade eder. Enflasyonun tanımında yer alan genel fiyat düzeyi kavramını ve dolayısıyla da enflasyon haddi, fiyat endeksi ile ölçülür (Ünsal, 2005: 96-97). 1.3.1. Fiyat Endeksi ÇeĢitleri Fiyat endeksini tanımlarsak, seçilmiĢ belli sayıda mal ve hizmetin değiĢik dönemlerdeki ağırlıklı ortalama fiyatını, bir temel (baz) dönemi ortalama fiyatına oranı olarak ifade edilir (Uygur, 2001: 359). Endeks oluĢturmak için ilgilenilen piyasaya göre (tüketici, üretici, ihracat, ithalat vb.) söz konusu piyasayı temsil edecek bir mal ve hizmet sepeti oluĢturulur ve seçilmiĢ maddelerin fiyatları dönemsel olarak izlenmektedir. Fiyat endeksleri, fiyatlarının izlendiği mal ve hizmet piyasasına göre isimlendirilmektedir (TÜĠK, 2008: 15). Bunlar tüketici fiyat endeksi, üretici fiyat endeksi, GSMH deflatörüdür (Eren, 1993: 11). 1.3.1.1. Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) Tüketici Fiyat Endeksi fiyat seviyesinin belirlenmesinde kullanılan en yaygın yöntemlerden birisidir. Tüketicilerin satın alımlarını gösteren bir sabit mal ve hizmet satın alım maliyetlerini ortaya koyan bir endekstir. Bu sayede belli bir tüketici 11 grubunun yaĢam standardını koruyabilmesi için harcaması gereken para miktarındaki değiĢimleri ortaya koymaktadır (Altınok, 2002: 260). TÜFE değiĢik amaçlar için kullanılır amaçlardan önemlileri: - Makro ekonomik anlamda enflasyonun ölçülmesi ve diğer ülkelerin enflasyonlarıyla karĢılaĢtırılması, - Hükümetlerin ekonomik politikalarının belirlenmesi, - Ücretlerin ve fiyatların ayarlanması, - Herhangi bir değer verisinin enflasyondan arındırılması (deflatör olarak kullanılması), - Ticari faaliyetlerin yönlendirilmesi, - Milli muhasebe hesaplarına gösterge olması, - Fiyat analizlerine gösterge olmasıdır. 2003 Temel Yıllı TÜFE‟de, 12 ana grup, 44 alt grup ve 454 madde kapsar. Sepette çeĢitleriyle birlikte toplam 851 ürün bulunmaktadır (TÜĠK, 2008: 20-26). Tablo 1: TÜFE Ana Harcama Gruplarının Ağırlıkları Ana Harcama Grupları Ağırlık(%) Gıda ve alkolsüz içecekler 29,42 Alkollü içecekler ve tütün 4,67 Giyim ve ayakkabı 8,09 Konut, su, elektrik, gaz vb. 16,91 Mobilya, ev aletleri ve ev bakım hizmetleri 6,47 Sağlık 2,71 UlaĢtırma 10,42 HaberleĢme 4,82 Eğlence ve kültür 3,6 Eğitim 2,15 Lokanta ve oteller 5,87 ÇeĢitli mal ve hizmetler 4,87 Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Fiyat Endeksleri ve Enflasyon, 2008: 24 12 1.3.1.2. Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE) Türkiye enflasyonla mücadelede 2005 yılında yeni bir döneme girmiĢtir. Fiyat hareketlerinin ölçülmesinde yeni endeksler ile hesaplama dönemine geçilmiĢtir. Tüketici fiyatları endeksi (TÜFE) yeniden düzenlenmiĢ, 2005 yılı ocak aynı enflasyon değerinin hesaplanması amacıyla devreye girmiĢ ve bu yeni endeks ile ilk oran ġubat ayında açıklanmıĢtır. TÜFE‟deki değiĢimin yanı sıra, Toplam EĢya Fiyatları Endeksi‟nin de yerini Üretici Fiyatları Endeksi almıĢtır. Türkiye‟de yıllardır Üretici Fiyatları Endeksi yerine, Toptan EĢya Fiyatları Endeksi kullanılmaktaydı. 2004 yılından itibaren, Avrupa Birliği‟ne uyum süreci çalıĢmalarının hızlanması, bununla birlikte istatistikler içinde uyum çalıĢmalarının eĢ zamanlı olarak tamamlanması sonucunda, 2005 yılından itibaren Türkiye‟de ÜFE hesaplanmaya baĢlanmıĢtır (Günal, 2007: 385-386). Üretici fiyatları endeksi (ÜFE), ülke ekonomisinde üretim faaliyetleri içinde yer alan maddelerin fiyatlarında aydan aya ortaya çıkan değiĢimleri ölçmekte kullanılan bir endeks türüdür (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 273). DeğiĢik amaçlar için kullanılabilecek bir endeks olan ÜFE, aĢağıdaki konularda karar alıcılara yardımcı olur: - Enflasyon ve ekonomideki fiyat hareketlerinin izlenmesi, - Hükümetlerin ekonomik politikalarının belirlemesinde, - Ücretlerin ve fiyatların ayarlanması, - Üretim ve verimlilik hesapları, - Muhasebe hesapları, - Fiyat analizlerine iliĢkin çalıĢmalar, - Yatırım kararları 2008 yılı itibariyle, ÜFE‟de 5 ana sektör altında 759 madde kapsar (TÜĠK, 2008: 39-41). 13 Tablo 2: ÜFE Ana Harcama Gruplarının Ağırlıkları Ana Sektörler Ağırlık(%) Tarım, avcılık ve ormancılık 20,23 Balıkçılık 0,42 Madencilik ve taĢocakçılığı 1,51 Ġmalat sanayi 72,07 Elektrik, gaz ve su 5,77 Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Fiyat Endeksleri ve Enflasyon, 2008: 38 1.3.1.3. GSMH Deflatörü Nominal, yani cari fiyatlarla GSMH‟yi, reel, yani fiyat değiĢimlerinin etkisinden arındırılmıĢ GSMH‟ye böldüğümüzde GSMH zımni deflatörünü hesaplarız. Zımni deyimi de bu endeksin kendiliğinden ortaya çıkmasından dolayıdır. Bu tanımdan da anlaĢılacağı gibi GSMH zımni deflatörü en geniĢ kapsamlı fiyat endeksi olarak karĢımıza çıkmaktadır (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 274-275). GSMH Deflatör = (Cari Fiyatlarla GSMH / Sabit Fiyatlarla GSMH) × 100 GSMH Deflatörü, fiyatlar da oluĢan değiĢiklik yüzdesini açıklar. Fiyat endeksleri belirli bir mal sepeti temel alınarak hesaplanır. GSMH, bir ekonomide belirli bir zaman içerisinde üretilen tüm mal ve hizmetlerin değerini içerdiği ve fiyatlar düzeyindeki değiĢikliği daha iyi açıkladığı için GSMH Deflatörü kullanılarak hesaplanan enflasyon oranı daha güvenilirdir (Günal, 2007: 387). 1.3.1.4. Çekirdek Enflasyon Çekirdek enflasyon, enflasyonun geleceğine iliĢkin tahmin edici gücü yüksek olan, enflasyonun eğilimini belirleyen bir göstergedir (TÜĠK, 2008: 11). Merkez Bankası enflasyon hedefi olarak tüketici fiyatlarındaki değiĢmeleri almaya baĢladığı için para politikasının baĢarısı açısından tüketici fiyatlarındaki temel eğilimleri saptamak önemli bir hale gelmiĢtir (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 275). Karar alıcılar ve iktisat politikası uygulayanlar, enflasyonun orta-uzun vadeli trendini bilmek isterler. Bu amaçla mevsimlik ve geçici etkilerden arındırılmıĢ fiyat 14 endeksleri de hesaplanmakta ve bu tür endekslerden hesaplanan enflasyon çekirdek enflasyon adını almaktadır. BaĢka bir ifadeyle çekirdek enflasyon, enflasyonun arz kaynaklı dalgalanmalarını dikkate almayıp asıl olarak talep etkisini dikkate almaktadır. Enflasyonu bir zaman serisi olarak düĢünürsek, çekirdek enflasyon bu zaman serisinin kalıcı trend kısmını yansıtmaktadır (Uygur, 2001: 366). Çekirdek enflasyon, fiyatlarda gözlenen geçici etkilerin arındırılması sonucunda fiyatlar genel düzeyindeki artıĢ anlamına gelmektedir. Bu geçici etkilerin arındırılması için özel kapsamlı fiyat endeksleri ile hesaplama yapılmaktadır. Türkiye Ġstatistik Kurumu tarafından, 2005 yılı Ocak ayından itibaren hesaplanıp yayımlanan “Özel Kapsamlı TÜFE Göstergeleri” Türkiye için çekirdek enflasyon göstergeleri olarak yayımlanmaktadır. (TÜĠK, 2008: 11). Çekirdek enflasyonu hesaplamak için TÜFE kapsamına giren kalemlerden; gıda ve enerji fiyatları, ipotek faizi ödemeleri, kamu tarafından belirlenen fiyatlar, ulaĢım maliyetleri ve dolaylı vergilerin endeksin hesaplandığı mal sepetinden çıkarılması yoluna gidilmiĢtir (Bocutoğlu, 2009: 99). 1.3.2. Fiyat Endekslerini Hesaplamanın Yöntemleri Fiyat endekslerini hesaplamanın baĢlıca üç yöntem kullanılmaktadır bunlar; Laspeyres Endeksi, Paasche Endeksi ve Fisher Endeksidir (Tunay, 2007: 63). TÜFE ve TEFE, Laspeyres Endeksi yoluyla hesaplanmaktadır. Bu endekse göre, baz alınan herhangi bir dönemin fiyat endeksinin; o mal sepetinden hesaplanan mal miktarlarının cari dönemde ki değeriyle, baz alınan dönemdeki değerine oranlamasıyla bulunur. Endeksin baz alınan yıldaki değeri 100 olarak kabul edilir. TÜFE veya TEFE değerlerindeki değiĢmeler kullanılarak, fiyat genel seviyesindeki değiĢmeler hesaplanır (Aktaran: Turhan, 2007: 5). Laspeyres Endeksinin daha iyi anlaĢıla bilmesi için örnek olarak TÜFE‟nin hesaplanması göz önüne alınmıĢtır, ancak TEFE‟nin hesaplanması da formülasyon olarak tamamen aynıdır. 15 n W TÜFE = LP = i 1 i ,t Pi ,t Pi , 0 Bu ağırlıklar (w i,t ) tüketici harcamalarının genel düzeyine oranla her bir mal kaleminin öneminin yansıtan bir baz dönemde tüketicinin harcama alıĢkanlıklarını temel alır. wi = Pi , 0 Qi , 0 P n i 1 i , 0, Qi , 0 Dolayısıyla, TÜFE aĢağıdaki gibi ifade edilebilir: P Qi , 0 P Qi , 0 n TÜFE = i 1 n i 1 i ,t i ,0 EĢitlikte; Q i , 0 baz alınan dönemde (t=0) i‟inci malın tüketilen miktarını; P i , 0 da baz alınan dönemde i‟inci malın fiyatını göstermektedir (Tunay, 2007: 64). Birçok ülkede kullanıldığı gibi Türkiye‟de enflasyonu ölçmek için kullanılan fiyat endeksleri sabit ağırlıklı Laspeyres Endeksleridir (Uygur, 2001: 362). Laspeyres Endeksinin fiyat düzeyinin veya fiyat düzeyindeki değiĢmelerin kusursuz bir ölçütü olmadığı belirtilmelidir. Bu endeks baz dönemdeki miktarlar kullanılarak hesaplandığından, nispi fiyat değiĢmesinden kaynaklanan ekonomik birimlerin mallar arası ikame yapması durumunu dikkate almaz. Endeksle ilgili ikinci sorun, zaman içinde üretim kalitesi değiĢmelerine karĢın endeks de bu değiĢmelerin dikkate alınmayıĢı. Son olarak, endeks piyasaya yeni çıkan mal ve hizmetleri kapsamına almaz (Tunay, 2007: 64-65). GSMH ve GSYĠH deflatörleri Paasche Endeksi ile hesaplanır. Açıklamaları somutlaĢtırmak için aĢağıda GSYĠH deflatörünün hesaplaması göz önüne alınmıĢtır, kuĢkusuz GSMH deflatörünün formülasyonu da aynı olacaktır. 16 P Qi , t P Qi , t n Pt = i 1 n i 1 i ,t i ,0 EĢitlikte; Q i,t cari dönemde üretilmiĢ ve satılmıĢ i‟inci malın miktarını; P i,t i‟inci malın cari fiyatını ve P i , 0 aynı malın baz yılındaki fiyatını gösterir (Tunay, 2007: 65). Paasche Endeksi ise, cari yıl için temsili bir mal ve hizmet sepeti seçer ve önceden bu sepetin değerini, içinde bulunulan yıldaki fiyatlar ile bulur ve aynı sepet daha önceki senelerden birinde alınmıĢ olsaydı maliyeti ne olurdu sorusunun cevabını bulur. Buradaki iki maliyetin oranı bize iki sene arasındaki enflasyonu verir (Çepni,2005: 70). Endeks cari dönemdeki ağırlıkları kullandığından, fiyatı nispi daha az artan mallara olması gerekenden daha fazla ağırlık vermekte ve dolayısıyla bu yöntemle hesaplanan deflatör fiyat artıĢlarını olduğundan düĢük göstermektedir. Diğer yandan, Paasche Endeksi ile yapılan hesaplamalar belirli dönemler itibariyle toplam mal ve hizmet üretimlerini yansıttığından, Laspeyres Endeksinin aksine hem üretim kalitesi değiĢmelerinin hem üretim hacmi değiĢmelerinin ve hem de piyasaya yeni çıkan mal ve hizmetlerin fiyatlar üzerindeki etkilerini kapsar. Bununla birlikte, Paasche Endeksi ile hesaplanan deflatör ile uzun dönemli karĢılaĢtırmalar da yanıltıcı olabilecektir (Tunay, 2007: 66). Bu formüllerden tek birini kullanmak yerine bu iki endeksin geometrik ortalaması alınarak yapılan hesaplamaya Fisher Endeksi denir (Çepni,2005: 72). FI = LI PI 1.4. Enflasyonun Etkileri Günümüz ülke ekonomilerinin yaĢadıkları en önemli sorunlardan birisi enflasyondur. Enflasyonun birçok olumsuz etkisi bulunmaktadır. Enflasyon, fiyatlar 17 genel düzeyini yükseltmekte, yatırımları ve tasarrufları azaltmakta, ödemeler dengesini ülke lehine bozmakta ve gelirler reel olarak azalmaktadır (Ülgen, 2002: 237). Enflasyon döneminde genel fiyat düzeyi yükselir. Ancak bu durumda tüm mal ve hizmetlerin fiyatları aynı oranda yükselmez. Bir zaman içinde bazı malların fiyatları daha fazla yükselir bazı malların fiyatları ise daha az yükselir. Bazı malların fiyatında ise yükselme gecikerek ortaya çıkar. BaĢka bir Ģekilde ifade edersek enflasyon malların nispi fiyatlarını değiĢtirir. ĠĢte bu olgu bir dizi ekonomik ve sosyal etkiler meydana getirir. Para bütün mallar için ortak değer ölçüsü olma iĢlevini giderek yitirir. Para değer ölçüsü iĢlevini yitirdiğinde karar birimlerinin ekonomik hesap yapmaları zorlaĢır. Etkin bir kaynak dağılımı yapılamaz. Kısa ömürlü projelere spekülatif alanlara daha fazla kaynak tahsissi yapılır.(ġahin, 1997: 473). Enflasyonun yarar ve zararlarını birlikte dikkate alarak, etkilerini genel Ģekilde inceleyelim (Türkbal, 2000: 409). 1.4.1. Enflasyonun Tasarruf Hacmi Bakımından Etkisi Enflasyonun tasarruflar üzerindeki etkisini düĢük gelirli guruplar, orta gelirli guruplar ve yüksek gelirli guruplar olarak ayrı ayrı incelenmelidir (Bocutoğlu, 2009: 85). Enflasyon döneminde faiz oranlarının enflasyonun üzerinde olması gereklidir. Beklenen enflasyon oranı çok iyi hesaplanmalı faiz oranları buna göre belirlenmelidir. Aksi takdirde enflasyon döneminde parasını faiz geliriyle değerlendirme yolunu seçenler zararlı çıkarlar (Dinler, 2000: 412). Bu noktada reel faiz oranı kavramını açıklamakta fayda var. Reel faiz oranı, nominal faiz oranı ile enflasyon oranı arasındaki farktır. Reel Faiz Oranı = Nominal Faiz Oranı – Enflasyon Oranı Bu duruma göre, bireylerin tasarruflarını faiz geliri elde etmek amacıyla değerlendirmeleri için nominal faiz oranının enflasyon oranından yüksek olması gerekir (Bocutoğlu, 2009: 85). 18 DüĢük ve orta gelirli guruplar, faiz oranlarının enflasyon oranı altında kalacağı endiĢesiyle tasarruflarını faize yatırmaktansa harcama yoluna giderler. Bu durum tüketim harcamalarını artırır. Böylece bir yandan tüketim mallarının fiyatları yükselirken diğer yandan düĢük ve orta gelirli gurupların tasarruftan kaçmasına ve yatırımları besleyen tasarruf kaynaklarının kurumasına yol açar. Yüksek gelirli guruplar, enflasyon döneminde daha da zenginleĢir ve tasarrufları çoğaltır. Ancak tasarruflar yatırımlara yönelmez (Bocutoğlu vd., 2000: 224). KiĢiler, enflasyonist dönemlerde tasarruf yerine arsa, bina, altın, döviz ve dayanıklı tüketim mallarını tercih ederler (Türkbal, 2000: 409). Para değerini ne kadar hızla kaybederse harcamalar da o derece artar. Bu durum adeta; para önünden kaçıĢtır. Fiyatların yükseleceği korkusu harcamaları etkiler. Harcamaların artması da fiyatları yükseltir (Özgüven, 1975: 347). 1.4.2. Enflasyonun Kaynakların Kullanımı Bakımından Etkisi Enflasyon kaynakların kullanımı üzerindeki olumsuz etkilerini yalnız tüketim harcamalarının artması Ģeklinde göstermez (Türk, 2007: 92). Enflasyon devrelerinde, döviz fiyatları da yükselir ve makine ve teçhizat malları ithali azalır. Bununla birlikte, yatırımların gerektirdiği prodüktivite ve maliyet hesapları kesinlikle yapılamaz. Bu da tahminlerin isabetsiz olmasına sebep olur ve dolayısıyla teĢebbüslerin yatırım cesaretini kırar (Özgüven, 1975: 347). Ġthalatın azalmasıyla birlikte ithal edilemeyen malların yurt içinde üretilmesi durumunda ise; fiyat, kalite ve servis açısından uluslararası rekabetten uzak kalitesiz mal üretimi gerçekleĢmektedir. Ülke kaynakları, enflasyon ekonomisi kuralları doğrultusunda rekabetçi üretim alanlarından uzaklaĢmakta ve kaynak dağılımı bozulmaktadır (Ülgen, 2002: 239). 1.4.3. Enflasyonun Ödemeler Dengesine Etkisi Enflasyon dönemlerinde ülke içi fiyatların yükselmesi, döviz kurlarında gerekli düzenlemeler yapılmadığı taktirde, ithal mallarının daha ucuz hale gelemsine, ihraç mallarının fiyatlarının ise yükselmesine neden olmaktadır (Dinler, 2000: 413). 19 Cari iĢlemler dengesi ülkenin aleyhine bozulur. Ülkeye yabancı sermaye giriĢi yavaĢlar iken ülke dıĢına çıkan sermaye hızlanır; sermaye hesabı dengesi ülke aleyhine bozulur (ġahin, 1997: 473). Ġhracatı artırmak için devalüasyonlara baĢvurulur ve ithalatı daraltıcı önlemler alınır (Türkbal, 2000: 410). 1.4.4. Enflasyonun Vergi Üzerine Etkisi Artan oranlı bir vergi sistemi, toplam gelir enflasyonla yükselirken toplam gelirden tüketime tahsis olunacak gelir kısmını azaltacaktır. Diğer yandan transfer harcamaları da nominal olarak belirleniyorsa, vergilerin yarattığı frenleyici etkiye katkıda bulunacaktır (Parasız, 1999: 235). Enflasyonist dönemde mükellefler reel gelirleri artmasa da vergi ödemek zorunda kalmaktadırlar. Enflasyon sebebiyle ortaya çıkan yüksek kârların vergilendirilmesi, elde edilen gelirin enflasyon sonucu artarak yüksek oranlı vergi dilimlerine dahil olması ve yine enflasyon nedeniyle satın alma gücünde meydana gelen aĢınmadan dolayı mükellefler elde ettikleri gelirlerinin bir kısmını vergi idaresinden saklama yoluna gitmektedirler (Aktaran: IĢık ve Acar, 2003: 120). Bu durum vergi hasılatının azalmasına ve Hazine‟nin kamu harcamalarını finanse etmek için borçlana ya da para basma yoluna gitmesine sebep olmaktadır, bunun sonucu olarak faiz oranları yükselmekte ve sonuçta enflasyonun gelir dağılımı üzerindeki olumsuz etkisi de artarak devam etmektedir (IĢık ve Acar, 2003: 120). 1.4.5. Enflasyonun Gelir Dağılımı Üzerine Etkisi Bir ülkede fiyatlar genel düzeyi yükselirken, bu artıĢlar tüm mallarda aynı oranda gerçekleĢirse ve toplumdaki tüm kesimlerin gelirleri enflasyon oranında artarsa, böyle bir enflasyondan kimse zarar görmez. Ekonomideki tüm kesimler eski satın alma güçlerini koruyacaklarından, enflasyon gelir dağılımı üzerinde olumlu ya da olumsuz bir etki yaratmaz (Dinler, 2000: 412). Oysa enflasyon düĢük gelirliler ile yüksek gelirliler arasındaki farkın büyümesine sebep olur ve gelir dağılımı dengesini de bozmaktadır (Ülgen, 2002: 238). Enflasyon gelir dağılımını sabit gelirler aleyhine bozucu bir etki yaratmaktadır. 20 Genellikle sabit ve dar gelirli grupların tüketim eğilimlerinin diğer gelir gruplarından daha yüksek olduğu kabul edilir. Böylece tüketim fonksiyonunda aĢağıya doğru bir kayma enflasyonist baskıyı azaltıcı yönde etkilemektedir. Sabit gelirlilerin gelirlerinde artıĢ olsa bile bu artıĢ gecikmeli ve diğer gelirlerden oransal olarak daha az olacaktır. Hatta kiĢiler sabit gelirli olmasalar bile, gelirlerindeki artıĢı ancak bir gecikme ile oluyor ya da gelirlerindeki yükselme diğer gruplarınkinden daha düĢük oranda oluyorsa, bu durumda da toplam tüketimde bir azalma olacaktır (Parasız, 1999: 235). Buna karĢın, imalatçının, tüccarın üreticinin, serbest meslek erbabının gelirleri fiyat hareketlerini yakından takiberler. Bu sebeple, enflasyon devrelerinde milli gelirin dağılımı genellikle zengin sınıf lehine değiĢir, iĢçi, memur, esnaf, enflasyon dolayısıyla fakirleĢir; enflasyon zengini, daha zengin fakiri daha fakir hale getirir (Türk, 2007: 95). 1.4.6. Enflasyonun Borçlu ve Alacaklı Üzerine Etkisi Enflasyon döneminde milli para ile borç vermek kayıplı, borç almak ise kazançlı bir iĢtir. Enflasyonun etkisi ile mili paranın değeri sürekli olarak düĢtüğü için, Türk Lirası cinsinden borç verenler vadesi sonunda borç verdikleri parayı geri alsalar bile, enflasyon oranında zarara uğrarlar. Borç alanlar ise, vadesi sonunda borç aldıkları parayı geri öderken enflasyon oranında kazançlı çıkarlar (Bocutoğlu vd., 2000: 225). 1.4.7. Enflasyonun Ücretler Üzerine Etkisi Fiyatların nominal ücretlerden daha hızlı yükselmesi reel ücretleri düĢürür. Nominal ücretlerin enflasyon oranında yükselmesi sağlanabildiği sürece reel ücretlerdeki azalma önlenecektir. Ama nominal ücretlerin enflasyon oranında yükseltilmesi, uygulamada bir önceki dönemin enflasyon oranından yararlanılarak yapılmaktadır. Enflasyonun hızlandığı dönemlerde bu uygulama reel ücretlerde düĢmeye yol açacağından iĢgücünü yeterince koruyamayacaktır. ĠĢçi sendikaları enflasyon bekleyiĢlerini de dikkate alarak bir önceki yıl enflasyon oranından daha yüksek bir ücret artıĢı istediklerinde ise maliyet enflasyonu yoluyla enflasyonun körüklenmesine yol açtıkları suçlamasına maruz kalacaklardır. Enflasyonun 21 yavaĢlamakta olduğu dönemlerde ise geçmiĢ dönem enflasyon oranıyla endeksleme, enflasyonu hızlandırıcı etki yapacaktır (ġiĢik, 1982: 49). 1.4.8. Enflasyonun Sosyal Sınıflar Bakımından Etkisi Sabit gelirliler enflasyondan en çok zarar görenlerdir. Ücretler, maaĢlar ve kira gibi sabit geçinenlerin satın alma gücü azalır. Sabit gelirler sık sık değiĢmediğinden ve fiyat değiĢmelerine uygun olarak ayarlanmadığından yükselen fiyatları geriden takip ederler. Üretici sınıf, fiyatlar yükselip karlar arttığı için çok daha avantajlı duruma geçerler (Özgüven, 1975: 346-347). Üreticiler ve satıcılar, mallarının fiyatları yükseldiğinden genelde karlı duruma geçerler. Kredi alarak yatırım yapanlar, enflasyonist dönemlerde borç yüklerini azaltırlar (Türkbal, 2000: 409). Enflasyon bu olumsuz ekonomik etkilerin yanı sıra çok ciddi sosyal etkiler yaratır, para fonksiyonunu yitirir. Gelir dağılımının sabit gelirler aleyhine bozulması sosyal dengeleri bozar. Spekülasyon eğilimi, kolay yoldan para kazanma ve rant kollama arzusu canlanır. MeĢru olmayan iĢler ve rüĢvet yaygınlaĢır. Enflasyon ahlaki değerlerin yıpranmasına, çalıĢma arzusunun ortadan kalkmasına yol açar (ġahin, 1997: 473). 22 ĠKĠNCĠ BÖLÜM EKONOMĠK BÜYÜME Ekonomik büyüme hakkında çok çeĢitli tanımlar yapılmıĢtır. Basit bir Ģekilde ekonomik büyümeyi tanımlarsak; “bir ülkede üretilen mal ve hizmet miktarının zaman içinde artmasına ekonomik büyüme denir. Ġktisadi büyüme reel Gayri Safi Yurt Ġçi Hasılanın (GSYĠH) zaman içinde sürekli artması anlamına gelir” (Ünsal, 2005: 15). Ġktisat literatüründe ekonomik büyüme, ekonomik kalkınma ve ekonomik geliĢme çoğu defa aynı anlamda kullanılmaktadırlar. Fakat bu sözcüklerin anlamları farklıdır. Aralarındaki farkı en tutarlı Ģekilde Alfred Amonn oluĢturmuĢtur. Amonn‟a göre ülke ekonomisi zaman içinde iki yönde değiĢim gösterir. a) Gövdesi ile büyür geniĢler; örnek verecek olursak nüfus artar, nüfus artıĢıyla birlikte iĢ gücü çoğalır, bununla birlikte üretim faktörlerinde artıĢlar yaĢanır. b) Bünye ve çatısı ile değiĢir; örnek verecek olursak milli gelir içindeki sanayi, tarım, hizmet sektörlerinin payları değiĢir. ĠĢte ülke ekonomisinde nüfus, iĢgücü, toprak ve üretim faktörlerinde meydana gelen artıĢlara büyüme denir. Ekonominin bünye ve çatısında meydana gelen değiĢmelere de kalkınma ya da geliĢme denir (Acar, 1998: 5). 2.1. Ekonomik Büyümeyi Belirleyen Unsurlar Bir ekonomide ekonomik büyümeyi etkileyen birçok faktör bulunmaktadır. Ekonomik büyüme; milli gelirde ve buna bağlı olarak kiĢi baĢına düĢen milli gelirde meydana gelen önemli ve kalıcı artıĢları ifade eder. Bunun sağlanmasında hangi faktörlerin etkin olduğu ve hangi hızda devam edeceği belirleyen faktörler farklılıklar göstermektedir. Çünkü her ülkenin kaynaklarının, sosyal ve ekonomik durumunun farklı olması bu konuda bir genelleme yapabilmemizi engellemektedir. 23 (Ülgen, 2002: 30). Bununla birlikte klasik iktisatçılardan günümüze kadar gelen iktisadi ekollerin bu konulardaki yaklaĢımlarında bazı ortak unsurlar bulunmaktadır (Bocutoğlu vd., 2000: 388). Bu temel unsurlar; sermaye birikimi, beĢeri sermaye, nüfus ve iĢ gücü artıĢı ve teknolojik değiĢmedir. 2.1.1. Sermaye Birikimi Sermaye, üretim sürecinde kullanılan makine, teçhizat, bina, fabrika vb. gibi daha önceden üretilmiĢ mal stoklarından meydana gelmektedir. Emek miktarı sabit olduğunda; toplam sermaye ve iĢçi baĢına düĢen sermaye miktarı yükseltilirse, toplam üretim miktarı artmaktadır. Ancak zamanla sermayenin değerinde bir aĢınma oluĢmaktadır. Bunu önlemek için yani sermaye stokunu belirli bir düzeyde tutabilmek için yeni yatırım yapmak gerekmektedir. Ancak yatırımları artırmak kolaylıkla gerçekleĢtirilemez. Bunu yetersiz kılan en önemli faktörlerden biri tasarruf yetersizliğidir (Ülgen, 2002: 305). Özellikle az geliĢmiĢ ülkelerde tasarruf miktarları oldukça düĢük seviyededir. Bunun yanı sıra dıĢ yardıma baĢvurmanın sınırları ve dezavantajları da bulunmaktadır (Bocutoğlu vd., 2000: 390). Sermayenin kaynağı tasarruftur. Tasarruf kısaca harcanmayan gelir olarak ifade edilir. Bir ülkenin tasarruf etme seviyesi yüksekse sermaye birikimi hızlı, tasarruf etme seviyesi düĢükse sermaye birikimi yavaĢtır. Sermaye birikimini için tasarrufların yatırıma dönüĢmesi gerekir. Sermaye birikimi için ilk Ģart, tasarruf düzeyinin yüksek olmasıdır. GeliĢmekte olan ülkelerde tasarruf etme seviyesi düĢüktür. Sermaye birikimi için ikinci Ģart, yapılan tasarrufların yatırıma dönüĢmesidir. Bireyler ve iĢletmeler bankalara güvenmiyorsa, ya da enflasyon yapılan tasarrufları öldürüyorsa, yapılan tasarruflar yastık altına ya da döviz, altın gayrimenkul alımında kullanılır. Az geliĢmiĢ ülkelerdeki gelir dağılımındaki adaletsizlik diğer yandan israfın olması tasarruf seviyesinin düĢük olmasına neden olur. Sermaye birikimi için üçüncü Ģart, yatırımların rasyonel bir Ģekilde yapılmasıdır (Unay, 1997: 475). 24 2.1.2. BeĢeri Sermaye Ekonomik büyümenin diğer önemli bir belirleyicisi beĢeri sermayedir. BeĢeri sermaye insanda bilgi birikimini ve becerisini artıran ekonomik büyümenin en temel kaynaklarından biridir (Parasız, 2000: 282). Diğer bir tanıma göre beĢeri sermaye, insan kaynaklarına yapılan ve iĢgücünün niteliğini arttıran yatırımlara denir. Bu durum, iĢ gücü miktarındaki artıĢ sonucunda meydana gelecek üretim artıĢına eĢdeğer oranda, bekli de daha fazla bir artıĢ sağlayabilir. Ülke ekonomisinin geliĢmesinde önemli rol oynayan beĢeri sermaye unsurlarından biriside eğitimdir. Okulda öğretim, mesleki geliĢtirme programları, kurslar ve eğitim yatırımları insan becerilerini geliĢtirmektedir. Ayrıca eğitimli insanlar birbirleri ile iletiĢimleri daha güçlü olur, geliĢen ve değiĢen teknolojiye daha rahat uyum sağlarlar. Bu sebeple insan kaynaklarına yatırım yapmak, kaliteyi ve kaynakların verimliliğini artırıcı etkide bulunur (Berber, 2006: 29). 2.1.3. Nüfus ve ĠĢgücü ArtıĢı Ekonomik büyümenin diğer önemli bir belirleyicisi nüfus ve iĢgücü artıĢıdır. Nüfus artıĢıyla birlikte iĢgücünde meydana gelen artıĢ, uzun yıllar boyunca ekonomiyi olumlu etkilediği görülmüĢtür. Nüfus artıĢı bir yandan iç pazarın geniĢlemesini sağlarken diğer yandan nitelikli iĢgücünün artmasına neden olur. Bununla birlikte artan nüfus geliĢmiĢ ülkelerde emek arzında getireceği fazlalığın negatif ve pozitif etkileri her zaman sorgulanmıĢtır (Berber, 2006: 29). 2.1.4. Teknolojik GeliĢme Ekonomik büyümenin diğer önemli bir belirleyicisi teknolojik geliĢmedir. Tasarruf, yeni sermaye yatırımı, beĢeri sermaye birikimi ve nüfus artıĢı ve iĢgücü ekonomik büyümeye büyük bir katkı yapar. Ancak teknolojik değiĢmenin ekonomik büyümeye katkısı (yeni teknolojilerin bulunması, uygulaması ve yeni mallar) çok daha büyüktür (Parasız, 2000: 283). Teknolojik geliĢme; aynı miktar kaynak kullanımı ile mevcut teknolojinin ilerlemesi sonucu daha fazla üretim elde etme anlamına gelmektedir. BaĢka bir ifade 25 ile; var olan ürünlerin üretiminde; yeni yöntemlerin geliĢtirilmesi, yeni nitelikte ürünlerin üretilmesi, yönetim, organizasyon ve pazarlama tekniklerinde sağlanan geliĢme ve yenilik Ģeklinde ortaya çıkan bir durumdur. Teknolojik geliĢmeyi özelliklerine göre farklı biçimlerde görebilmekteyiz. Bunlardan bazıları ifade etmek istediğimizde bunların teknolojik geliĢmenin ortalama maliyetlerdeki düĢürücü etkisi veya yeni ürünlerin üretilmesine imkan veren iyileĢmeler olarak ifade etmek mümkün olacaktır (Ülgen, 2002: 306). Teknolojik geliĢmenin yararlarını toplamak için sermaye arttırılmalıdır. En güçlü ve eriĢilmesi çok daha zor olan temel teknolojiler beĢeri sermaye Ģeklinde biçimlenmektedir (Parasız, 2000: 283). 2.2. BaĢlıca Büyüme Modelleri Büyüme konuları ile klasik iktisatçılar da incelemiĢlerdir. Fakat büyüme teorilerindeki geliĢmeleri 1940-1960 yılları arasında sunulan büyüme modellerine borçluyuz. Keynes ekonominin iĢleyiĢini kısa dönemde statik bir anlayıĢla incelemiĢ ve kısa dönemde eksik istihdamdan tam istidama ulaĢmanın yollarını aramıĢtır. Keynes sonrası bazı iktisatçılar ise ekonominin uzun dönemli büyüme problemleri incelemiĢler ve büyüme modellerini geliĢtirmiĢlerdir (ġahin, 1997: 547). Büyüme kavramı; bir ülkede üretim kapasitesinin, üretimin, dolayısıyla milli gelirin artması sonucu, kiĢi baĢına milli gelir düzeyinin bir yıldan diğer yıla daha yüksek düzeye gelmesini sağlayan devamlı artıĢlar olarak tanımlanmaktadır. Ekonomik hayatın temel verileri olan; emek, sermaye, doğal kaynaklar ve teknolojik geliĢme düzeyinde meydana gelen artıĢlar; o ülkede kiĢi baĢına düĢen milli gelirde sürekli bir artıĢa neden oluyorsa o ülke ekonomisinin büyüdüğünden bahsetmek mümkün olmaktadır (Ülgen, 2002: 296). Ekonomik büyüme yaklaĢımlarını; Klasik Ekonomik Büyüme Modeli, Marksist Ekonomik Büyüme Modeli, Joseph Schumpeter Ekonomik Büyüme Modeli, Keynes‟in Ekonomik Büyüme Modeli, Harrod-Domar Ekonomik Büyüme 26 Modeli, Neoklasik Ekonomik Büyüme Modeli ve Ġçsel Ekonomik Büyüme Modeli olmak üzere yedi baĢlık altında incelenmesinin uygun olacağı düĢünülmüĢtür. 2.2.1. Klasik Ekonomik Büyüme Modeli Klasik büyüme modeli A. Smith (1723-1790), D. Ricardo (1772-1823), Malthus (1766-1834), J.S. Mill (1806-1873) ve James Mill (1773-1836) gibi klasik iktisatçıların düĢüncelerinin ortak bir yansımasıdır. Ancak modele en büyük katkıyı D. Ricardo yaptığı için klasik büyüme modeli Ricardo modeli olarak da tanınmaktadır (Acar, 2002: 61). Klasik iktisatçılar, teknolojik değiĢmenin ve sermaye birikiminin büyümenin lokomotifi olduğunu düĢünmekteydiler. Ancak klasik iktisatçılar insanların ne kadar prodüktif (verimli) teknoloji elde ederse etsinler, ne kadar yeni sermaye yatırımlarına giriĢirse giriĢsinler, asgari geçinme düzeyinde yaĢamaya mahkum olacaklarına inanıyorlardı. Klasik iktisatçılarda bu kanının oluĢmasının sebebi prodüktivite (verimli) artıĢlarının nüfusta bir artıĢa, gerçekleĢen bu artıĢın ise, prodüktivitenin düĢmesine neden olacağıydı. Bu iktisatçılara göre, ekonomik büyüme, kiĢisel geliri geçinme düzeyinin üst kısmına taĢıdığında, nüfus artacaktır. Nüfus artıĢı ise, azalan verimlerin ortaya çıkmasına ve prodüktivitenin düĢmesine neden olacaktır. Bunu sonucunda gelir seviyesi asgari geçinme düzeyine düĢmek zorunda kalacak ve nüfus büyümesi kontrol altına alınmıĢ olacaktır (Parasız, 1997: 3). Klasik büyüme modeli Ģu varsayımlara dayanmaktadır; - Sermaye birikimini uyaran önemli faktör kardır. Sanayi devriminin ilk yıllarında karlar yüksek olduğundan tasarruf artıĢı ve sermaye birikimi oldukça hızlıdır. - Sanayi kesiminde teknik ilerleme oldukça hızlıdır. Emeğin marjinal ürün eğrisi artan bir fonksiyondur. - Tarım kesiminde teknik ilerleme hızı çok düĢüktür. Toprak miktarında veri olması sebebiyle bu kesimde azalan verim durumu mevcuttur. Sanayi kesimindeki teknik ilerlemeler ve artan prodüktive, tarım kesimindeki azalan verim halinin üstesinden gelemediğinden ekonominin bütünü için azalan verimler kanunu iĢlemektedir. 27 - Üretim fonksiyonu veridir. Malthus‟un nüfus teorisine göre ücret seviyesi kısa dönemde emek arz ve talebine bağlı olarak değiĢse bile uzun vadede en az ücret seviyesinde seyredecektir. - Ekonomide sürekli olarak tam istihdam durumu ve tam rekabet Ģartları koĢulları vardır (Alkin, 1975: 46-47). Klasik büyüme modeli günümüzün geliĢmiĢ ülkelerinin geliĢme sürecini açıklayamamaktadır. Keza bu model, günümüzdeki az geliĢmiĢ ülkelerin geliĢmesine yeterince yardımcı olacak özelliklere sahip değildir. Çünkü, modelin dayandığı varsayımlar gerçeğe ve geçirilen büyüm tecrübelerine uymamaktadır. Örneğin ekonomilerin devamlı olarak tam rekabet ve tam istihdam koĢullarında çalıĢması mümkün değildir. Ayrıca Maltus‟un nüfus kuramı da giderek önemini kaybetmiĢtir. Ancak model, ilk kez ortaya konan ve sistemli bir model olduğundan önem taĢımaktadır (Acar, 2002: 65-66). 2.2.1.1. Adam Smith Adam Smith‟le (1723-1790) birlikte, iktisadın, pozitif ve normatif içerikli bir bilim olarak doğuĢu baĢlamıĢtır (ġavaĢ, 1999: 259). Smith‟in 1776‟da Milletlerin Zenginliğinin Doğası ve Nedenlerine Dair Bir Ġnceleme baĢlığını taĢıyan kitabı yayınlandı (Skousen, 2005: 12). Smith‟in görüĢlerini değerlendirirken yaĢadığı dönemin gerçeklerini ve birikimini de göz önünde bulundurmamız gerekir. Aksi takdirde hem kendisine haksızlık yapmıĢ oluruz hem de vermiĢ olduğu yorumları yanlıĢ değerlendirebiliriz. Smith‟in eserlerini yazdığı dönemde, Feodalist üretim iliĢkilerinden Kapitalist üretim iliĢkilerine geçiĢin yaĢandığını dolayısıyla Fizyokratların görüĢlerinin yaygın kabul gördüğünü, dıĢ ekonomik iliĢkilerde ise Merkantilist yaklaĢımın hakim olduğunu hatırlamamız gerekir. Smith yeni geliĢmekte olan kapitalizmin ideolojik sözcülüğünü yapıyor ve sınırlı üretim yapma olanağı sağlayan lonca sisteminin, ticaretin önündeki engellerin, mülkiyetin önüne konan engellerinin değiĢmesinin gerekçelerini ortaya koyuyordu (Gürak, 2009: 72). 28 Smith ekonomik büyümenin açıklanıĢını sermaye birikimi, iĢbölümü ve uzmanlaĢma, uluslararası ticaret, nüfus artıĢı ve görünmez el niteliğindeki fiyat mekanizması konularındaki düĢüncelerin ortak bir sonucu niteliğindedir. Smith, Ricardo‟ya benzer bir yaklaĢımla ekonomik büyüme sürecinde üretim faktörlerinin paylarındaki değiĢmeyi gözlemiĢtir. Büyümede, tabii üst sınıra eriĢmeyi ve durgunluğa giriĢin nedenlerini de faktör paylarındaki değiĢmeye bağlayarak açıklamaktadır (Berber, 2006: 57). Tabii kaynakları zengin, yeni iskan edilmiĢ bir ülkeden hareket ederek, ekonomi geliĢirken kar haddiyle ücret haddi arasındaki iliĢkiyi inceler. Ülkenin, kaynaklara oranla kapital stoku küçük olduğu için, kar haddi yüksektir. Ayrıca, kapital birikimi hızlı olduğu için, ücret haddi de yüksektir. Fakat, kapital stoku büyüdükçe kar haddi azalır. Ancak, kapital birikimi nüfus artıĢını izlediği sürece, ücret oranı yüksek kalır. Nihayet, nüfus artar, kapital stoku çok büyür ve ekonomi elde edeceği nihai zenginliğe eriĢir ve bu aĢamada durgunluk baĢlar; kapital birikimi yavaĢlar, ücretler düĢer (Kazgan, 2000: 95). Smith diğer klasiklerden ayrılarak durgunluğu olumsuz bir süreç olmadığını kabul etmiĢ bu nedenle de iyimser klasik olarak adlandırılmaktadır (Berber, 2006: 57). 2.2.1.2. Thomas R. Malthus Robert Malthus (1766-1834), Nüfus Prensibi Üzerine Bir Deneme adını verdiği ünlü kitabı 1798 yılında yayınlandı (SavaĢ, 1999: 344). Malthus, nüfus teorisi meydana getirdi ve bu teori bütün ekolün de formülü olacaktır (Lajugie, 1965: 24). Malthus‟un görüĢleri azalan verim kanununa dayanmaktadır (Samuelson, 1966: 30). Malthus‟un yaĢadığı dönemde hem sanayi dünyasında ve hem de politikada “devrim” niteliğinde önemli değiĢmelerin meydana geldiği bir döneme rastlamıĢtır. Adam Smith‟in yaĢadığı yıllarda henüz kımıldamaya baĢlamıĢ olan Sanayi Devrimi, Malthus‟un yaĢadığı dönemde bütün canlılığı ile ortaya çıkmıĢtı. Sanayi Devrimi, bu dönemde sadece üretim ve ulaĢım sektörlerinde yeni teknolojiler yaratmakla kalmadı. Aynı zamanda yeni iĢletme organizasyonları ve daha geliĢmiĢ bankacılık ve kredi kurumları oluĢturdu, fabrika sistemini bütün yararlı ve zararlı yönleriyle günlük yaĢama dahil etmiĢti. ġehir nüfusu hızla artarken, yeni teknolojik ilerlemeler 29 sebebiyle bu nüfusun istihdam olanakları da devamlı Ģekilde azalıyordu. ĠĢsizlik, fakirlik, yaygın hastalıklar ve politik huzursuzluk bu dönemin temel özellikleri arasındaydı (SavaĢ, 1999: 339). Malthus teorisinde, nüfus, yiyecek maddelerinde daha çabuk artar; fikri kötümserliğin temelidir. Nüfus, geometrik bir dizi dahilinde (2.4.6.8.16.32.64) artarken yiyecek maddeleri aritmetik oranda (2.4.6.8.10.12) ancak artar. Bu yüzden iki olay arasında bir dengesizlik meydana gelir. BaĢka bir ifadeyle, insanlık, kıtlığa doğru gidiyor. (Lajugie, 1965: 24). Malthus, her memlekette nüfus artıĢını sınırlandıran faktörlerin cari olduğunu iĢaret ediyordu. Kitabında ölüm oranlarını attıran olumlu engeller üzerinde durmuĢtu. Bunları sıralarsak; hastalık, açlık ve harp gibi faktörlerdir. Kitabının daha sonraki baskılarında ise, daha çok doğum oranlarını azaltabilecek önleyici tedbirler üzerinde durmuĢtur. Malthus, evlenmelerin geciktirilmesine sebep olabilecek ahlaki bir çekinme üzerine durmuĢtur. Aslında hayat mücadelesinin, tabiatın hikmeti olduğunu iddia etmiĢ ve fakirlerin tembelleĢmelerine mani olduğunu iddia etmiĢtir (Samuelson, 1966: 31). 2.2.1.3. David Ricardo David Ricardo (1772-1823), iktisat tarihinde üzerinde en çok durulan ve çeĢitli yönlerden tartıĢılan bir iktisatçıdır (SavaĢ, 1999: 309). D. Ricordo‟nun modeli, 19. Yüzyıl baĢındaki Ġngiltere‟nin yaĢadığı sorunlardan büyük ölçüde esinlenmiĢtir (Özsağır, 2008). Ricardo‟nun yaĢadığı dönemde, Ġngiltere‟de yatırımlar sayesinde sanayi üretimi ve istihdamı hızla artmaktaydı. Teknolojik yenilikler kapitalistler için sürekli yeni kar olanakları oluĢtururken aynı zamanda tarım ürünlerine olan talep de artıyor fakat verimli tarım alanları azalıyordu. Sanayi üretimindeki artıĢın bu durumda sürekli devam etmesi Ricardo‟ya göre olanaksızdı. Çünkü tarım sektöründeki artan maliyetler nedeniyle ücret düzeyi artacak, kar oranları düĢecek ve sonunda ekonomik büyüme kaçınılmaz olarak sona erecekti. Bunu nedeni yeni yatırımlara neden olan etken, kar motifidir ve kar oranı düĢerse büyüme sona erer, düĢüncesindeydi (Gürak, 2009: 75). 30 Ricardo büyüme konusunu incelemeden öte üretimden, üretim faktörlerinin alacağı payları incelemiĢlerdir. Temelde bölüĢüm iliĢkileri inceleme konusudur. Ricardo üretimin 3 gelir grubunun arasında paylaĢılacağı söylemiĢtir. Buradan hareketle üretimde üç faktör etkilidir. Bu üç faktörü sıralayacak olursak; müteĢebbissermayedar, toprak sahibi, emek sahibidir (Özsağır, 2008). Ricardo‟ya göre, toprak sahibi ile sermayedarın çıkarları arasında bir çatıĢma vardır. Toprak sahibi oturduğu yerde gelirini arttırmakta, buna takiben müteĢebbislerin karı, çalıĢma ve uğraĢmalarına rağmen azalmaktadır. Ricardo‟da sermayedar ile iĢçi sınıf arasında bir çıkar çatıĢması ise söz konusu olamaz. Çünkü, ücretler esasen iĢçilerin kendi tercihleri ve Malthus nüfus kanunu dolayısıyla, uzun dönemde mutlaka asgari bir seviyede olacaktır (Hiç, 1976: 3-4). Ricardo‟nun modelin varsayımlarını incelersek; - Sermaye birikimini uyaran, kardır. BaĢlangıçta karlar yüksek olduğundan, tasarruf ve sermaye birikimi de hızlıdır, - Sanayide teknik ilerleme hızı yüksektir ve emeğin marjinal ürün eğrisi artan bir fonksiyondur, - Tarımda ise, teknik ilerleme hızı çok düĢüktür. Toprak miktarı da veri olduğundan, bu kesimde azalan verim kanunu egemendir. Sanayi kesimindeki teknik ilerlemeler ve artan verim, tarım kesimindeki azalan verim halini yenemediğinden, ekonominin tümü için azalan verim kanunu iĢlemektedir, - Üretim fonksiyonu veridir, - Malthusun‟un nüfus kanununa göre ücret haddi kısa dönemde emek arz ve talebine bağlı olarak değiĢse bile, uzun dönemde en az ücret haddi düzeyinde kararlanacaktır, - Ekonomide devamlı olarak tam istihdam hali ve tam rekabet koĢulları vardır (Aklin, 1981: 42-43). 31 Ricardo‟nun modelinde herhangi bir ekonomi kendiliğinden ve tabii geliĢme sonucunda durgun ekonomi haline girecektir. Demek ki, ekonominin gidiĢini iki bölümde ele alabiliriz. Birincisi geliĢme hali ikincisi ise durgun ekonomi halidir. GeliĢme döneminde karlar yüksektir. Bu nedenle de sermaye birikiminin hızı yüksektir. Fakat, kaliteli toprak kıt olduğundan ve gittikçe daha verimsiz toprakları iĢlemek mecburiyetinde kalındığı için emek ve sermayede azalan verim kanunu tabi olacaktır. Durgunluk halinde ise ücretler seviyesi ancak geçim seviyesinde sürdürecek düzeye iner, rant milli gelirin önemli bir kısmını elde eder ve kar en az seviyeye iner. Demek ki, sadece yenileme yatırımları yapılacaktır. GeliĢme döneminde karlar ve ücret fonu yüksek olduğuna göre, sermayedarların emek istihdamı hususunda aralarında mevcut rekabet ücretleri yükseltecek ve kısa dönemde piyasa ücreti asgari geçim seviyesinin üstüne çıkabilecektir. Fakat, bu durumda Maltusun‟un teorisine göre uzun dönemde nüfus mutlaka artacaktır. Neticede, ücretler tekrar asgari seviyeye düĢecek ve durgunluk döneminde ise artık nüfus artıĢı duracaktır (Hiç, 1976: 5; SavaĢ, 1999: 325). 2.2.2. Marksist Ekonomik Büyüme Modeli Karl Marx sosyalist büyüme modelinin oluĢturulmasında en büyük paya sahiptir (Acar, 1998: 29). Marksist büyüme teorisi, kapitalizmin iç çeliĢkilerinin, durgunluğa yer bırakmaksızın sürekli büyüme sağladığını gösterir; dinamik büyüme sürecinde iç çeliĢkilerin gittikçe Ģiddetlenerek, sistemi “patlayıcı” bir nitelik verdiğini ileri sürer (Kazgan, 2000: 319). Klasik iktisatçılar nasıl sermaye birikimini iktisadi büyümenin temel faktörü olarak kabul etmiĢlerse, sosyalist sistemdeki sermaye birikimi de aynı Ģekilde önem taĢır. Sosyalist modele göre, kapitalist modelde üretim yeniden üretimi de içermektedir. Yani, artık değer elde etmek için kullanılan sermaye yeniden aynı amaca dönük olarak kullanılmaktadır. BaĢka bir Ģekilde ifade edersek, kapitalist sistemde birikim, artık değerin kapitale dönüĢümünden ibarettir. Öte yandan, sermaye birikimi ile beraber sermaye kapital büyüdükçe, emek daha fazla sermeye ile donatılmakta, bu ise emeğin veriminin yükselmesine neden olmaktadır. 32 Modelin ana kavramları ve varsayımları ile ele alırsak. Karl Marx özellikle D. Ricardo‟nun emek değer teorisinden çok Ģey almıĢtır. Fakat Marx‟ın büyüme teorileri Ricardo‟nun büyüme teorisinden tamamen farklıdır. - Emek-Değer Teorisi: Marx‟ın teorisine göre bir malın değerini o malın üretimi için gerekli olan emek zaman birimleri belirler. P=C+V+S P = Bir yıl içinde iĢçi baĢına yaratılan değer C = Üretilen sabit sermaye V = Üretilen değiĢir sermaye S = ĠĢçi baĢına artı değer oranını gösterir. Buradaki sabit sermaye üretimde kullanılan fiziki ekipmana; makineler, araçgereç, binalar ve çeĢitli mallardan meydana gelmektedir. DeğiĢir sermaye kullanılan emeğe yapılan ücretleri içermektedir. Değer yaratan sermaye değiĢir sermayedir. Sonuç olarak artı değer toplam değer ile bu değeri elde etmek için yapılan harcamalar arasındaki farktan ibarettir ( Acar, 1998: 29-30). - Büyümeyi belirleyen oranlar: Marks'ın büyüme modelinde üç oran vardır: a - Artı değer oranı a = S/V b - Kar oranı k = S/(C+V) c - Sermayenin organik bileĢimi b = C/V S = Artı değeri C = Sabit sermaye V = DeğiĢir sermaye oranını gösterir. Zaman içinde rekabet nedeniyle sermayenin organik bileĢimi (c/v) artacak ve artık değer (s/v) sabit olduğundan kar oranı düĢme eğilimine girecektir. Kar oranı sıfır olduğu zaman artık yeni yatırımlar olmayacak, dolayısıyla “efektif talep” azalacağından ekonomik buhran kaçınılmaz olacaktır (Gürak, 2009: 79). 33 Ancak, burada Ģu noktayı gözden kaçırmamalıyız. Sermayenin organik bileĢiminin artması yani daha fazla sermaye kullanımı, ortalama kar oranını azaltırken, toplam artı değeri ve toplam karıda artırdığını gözden kaçırmayalım. Sermaye birikiminin ikinci önemli sonucu ise kapitalistler arasındaki rekabet sermayenin belirli ellerde toplanması sürecini artıracaktır ( Berber, 2006: 95). Sonuç olarak ekonominin iĢleyiĢi içinde zamanla sermayenin organik bileĢimi büyümekte, yani üretimde kapitalin yoğunluğu artmakta ve emek daha fazla sermeye ile donatılmaktadır. Bu ise emeğin verimliliğini artırır. Emeğin verimliliğinin yükseltilmesi ise iĢin daha az emekle yapılması demektir. Böylece, kapitalist daha az emeği daha verimle çalıĢtırıyor ve toplam karının artırma yolunu bulmuĢtur. Üretimde emeğin payı azalırken karın payı artıyor bu durum uzun dönemde bir talep yetersizliğine neden olacak ve sistemi çöküĢe götürecektir ( Acar, 1998: 32). 2.2.3. Joseph Schumpeter Ekonomik Büyüme Modeli Schumpeter, gerek toplumların geliĢmesinin gerek ekonomik dalgalanmaların izahında giriĢimcinin rolünü ve yenilikleri ön plana almıĢtır (Hiç, 1976: 52). Shumpeter‟e göre baĢlangıçta ekonomi durgun bir yapıdadır. Karın ve faizin çok düĢük olduğu bu safhada giriĢimci yeni bir üretim tekniği veya yeni bir ürün bularak ekonomide bir hareket yaratır. Bu yeniliklerin uygulanmaya konması için yapılan yatırımların etkileri değiĢik zamanlarda ortaya çıkmakta ve kapitalist sistemin geliĢmesini sağlayan dalgalanmalara yol açmaktadır (Acar, 2002: 73-74). J. Schumpeter, Marx görüĢlerinin aksine, kapitalist sistemin dinamizminin gereği, sistemin devamlı geliĢeceğini savunmuĢtur. Kapitalist sistemin bu yolla sağlayacağı hasıla, ülkenin bütün fertlerinin refahlarının artması sonucunu doğuracaktır. Bu refah artıĢı kapitalist sistemin sonunu getirecektir. Schumpeter‟e göre kapitalist sistemin çözülmesi, ekonomik krizlerle değil de, asıl sistemin getireceği refah artıĢı sayesinde olacaktır. Refah düzeyi artmıĢ olan iĢçilerin ve liberal bir ortamda yetiĢen aydınların maddi yönden tatmin olmalarına rağmen, sisteme olan manevi tatminsizlikleri artacaktır (Turan, 1987: 97). ĠĢçiler refaha ulaĢmıĢ olmakla beraber kapitalistlere karĢı birer rakip gibi davranmaya devam 34 edeceklerdir. Diğer taraftan liberal bir ortamda yetiĢen aydınlarında kapitalist sisteme karĢı sürdürdükleri eleĢtiriler sermayedarların ve giriĢimcilerin yıpranmasına neden olacak, sonuçta ise kapitalizm Marx‟ın ifade ettiği gibi bir ihtilale gerek kalmaksızın terk edilerek yerini sosyalizme bırakacaktır (Acar, 2002: 75). 2.2.4. Keynes’in Ekonomik Büyüme Modeli Birinci Dünya SavaĢının baĢlarına kadar klasik sistemin otomatik dengelerinden kuĢku duyulmamıĢtır. Bunun nedeni kısa dönemli bunalımlar ya Say‟ın arz-talep intibaksızlıkları ile ya da konjonktür dalgalanmalarıyla açıklanıyordu. Ancak Birinci Dünya SavaĢını izleyen dönemde özellikle 1929‟da baĢlayan büyük dünya bunalımının etkisiyle, geliĢmiĢ batı ülkelerinde sürekli ve yaygın bir nitelik alan iĢsizlik ile otomatik tam istihdam görüĢünü bağdaĢtırmanın artık olanağı kalmamıĢtır (Aklin, 1981: 69). Keynes, ekonomilerin durgunluğu atlatabilmelerinin çaresinin talebin geniĢlemesine bağlı olduğunu belirtmiĢtir. Kısaca özetlemek gerekirse, geniĢleyen talep stokları eritecek eriyen stoklar yatırımları teĢvik edecek, artan yatırımlar büyümeyi hızlandıracak ve böylece eksik istihdam dengesinden tam istihdam dengesine doğru yürümeye baĢlanacaktır (Acar, 2002: 78). Bu sürecin iĢleyiĢi, otonom yatırımlarda meydana gelen bir artıĢın geliri, bir katsayı (çarpan katsayısı) ile çarpıyormuĢ gibi artıracağı düĢüncesine dayanır. Gelir artıĢı ∆Y, yatırım artıĢı ∆I, çarpan katsayısı k ile ifade edersek; ∆Y=∆I × k Olarak bilinen basit çarpan modeli ortaya çıkar. Bu ifadeden çıkan sonuç, Keynes yatırım artıĢının geliri ne ölçüde artıracağı ile ilgilendiğidir (Berber, 2006: 106). 2.2.5. Harrod-Domar Ekonomik Büyüme Modeli Klasik makro analizin ileriye dönük dinamik yapısının aksine, Keynesgil modelin statik bir yapısı vardır. Bu sebepten Rey Harrod ve Evsey Domar, temel olarak Keynes‟in kısa dönem kapsamı içerisinde olan statik denge yaklaĢımının 35 kalkıĢ noktasını ele alarak (Hamberg, 1971: 3), Keynes‟in kısa dönemli olan büyüme yaklaĢımını uzun dönemde yorumlayıp büyümeyi açıklamıĢtırlar. Aslında Harrod ve Domar‟ın modelleri ayrı olmasına rağmen aralarında çok az bir fark bulunduğu için, Harrod-Domar modeli altında beraber ele alınmaktadırlar (Parasız, 1998: 383). Harrod-Domar ekonomik büyüme modeli Keynesin ihmal ettiği yatırımların kapasite etkisini modele dahil etmiĢlerdir. Net yatırımın ekonomi üzerine iki etkisi vardır. Birincisi yatırımın gelir artırıcı etkisidir. Bu keynesyen modelin çarpan etkisiyle ifade edilen yatırımın kendisinden daha büyük bir artıĢa yol açmasıdır. Yatırımın ikinci etkisi üretimde kapasite artıĢına yol açmasıdır (Özsağır, 2008). Modelde büyüme; toplam talep, üretim ve istihdam arasındaki iliĢkilere dayandırılarak açıklanmaktadır. Ekonominin büyüme hızı iki kavrama göre belirlenmektedir; marjinal tasarruf eğilimi ve sermaye hasıla katsayısıdır (Ülgen, 2002: 298). Harrod-Domar modeli, milli gelir (Y), emek (L), ve sermaye stokundan (K) oluĢan üç ana değiĢkene dayanır ve bunlar arasındaki iliĢkileri inceler. Aynı zamanda, milli gelirin dengede olduğunu ve tasarruf-yatırım eĢitliğini varsayar. Modelde mevcut üretim kapasitesi tam olarak kullanılmakta ve boĢ kapasite varsayımına yer verilmemektedir. Harrod-Domar büyüme modeli, üç kavramdan yararlanarak ekonomik büyümeyi açıklar. Bu kavramları sıralarsak; üretim fonksiyonu, tasarruf meyli ve sermaye/hasıla katsayısıdır (Unay, 1997: 481). -Üretim Fonksiyonu Harrod-Domar büyüme modelinde üretim fonksiyonunda emek ve sermaye faktörlerini dikkate almıĢ ve bu girdileri sabit oranlarda birleĢtirmektedir; birbirlerini mükemmel tamamlamaktadır (ġahin,1997: 548). -Tasarruf Meyli Katsayısı Gelirin, tasarrufa ayrılan oranına tasarruf meyli (s) denir. Gelirin tüketilmeyen kısmı da, marjinal tasarruf eğilimini ifade etmektedir. Modelde tasarruf meyli 36 katsayısı sabit kabul edilmektedir. Böyle olunca modelde ortalama tasarruf meylinin, marjinal tasarruf eĢit olduğu varsayılmıĢtır. S S dir. Y Y Aynı zamanda milli gelirin tasarrufa ayrılan kısmı tamamen yatırıma dönüĢtüğü kabul edilir, I=S olduğundan milli gelir sürekli dengededir (Unay, 1997: 482 ve ġahin,1997: 549). - Sermaya-Hasıla Katsayısı Harrod-Domar modelinde sermaye verimliliği yerine, onun tersi olan sermaye/hasıla katsayısı kullanılmaktadır. Bu katsayı bize, yatırım ülkelerindeki sermaye stokuna yapılan eklemeleri belirtmektedir. Sermaye stokunu (K), yatırımları (I) ve sermaye stokuna yapılan eklemeleri ∆K ile gösterecek olursak, I=∆K K Toplam sermaye stoku ile yaratılan hasıla arasındaki oran L yazabiliriz. ortalama sermaye-hasıla oranıdır. Sermaye stokuna yapılan eklemelerle oluĢturulan K I hasıla artıĢı arasındaki orana ya da marjinal sermaye-hasıla oranı Y Y denir. Ortalama sermaye-hasıla oranı ile marjina sermaye hasıla oranı birbirine eĢit varsayılırsa K K yazılabilir (Aklin, 1981: 184). Y Y - Sermaye ya da Yatırım Verimliliği Katsayısı Sermaye verimliliği ise sermaye hasıla katsayısının tersi Ģeklinde ifade edilmektedir. Y nın ifade ettiği bu katsayı (σ), bir birim sermayeye düĢen tam K istihdamdaki milli gelir artıĢını yansıtmaktadır. Y Y dır. K K Bu temel kavramlara ek olarak, modelde emek miktarının büyüme hızı (n)‟de sabittir. Öyleyse modelde üç parametre bulunmaktadır; s, σ ve n‟dirler. 37 Bu temel varsayımlara dayanan büyüme modelinde devlet harcamaları ve dıĢ iliĢkiler dikkate alınmamıĢtır. Ekonomide gecikmelerde yoktur, üretim aynı anda tüketimi, yatırım ise üretimi artırmaktadır (Ülgen, 2002: 299 ve Unay, 1997: 483). Modelin büyüme hızını belirleyen üç oran kabul edilmiĢtir. Bunlar fiili büyüme oranı, gerekli büyüme oranı, tabii büyüme oranıdır Fiili büyüme oranı; ekonomide fiilen gerçekleĢen büyüme oranıdır. Gerekli büyüme oranı da mevcut sermaye stokunun tamamının kullanılmasını mümkün kılan büyüme oranıdır (ġahin, 1997: 551). Ekonomide gerekli büyüme oranı ile fiili büyüme oranı birbirine eĢit olması gerekmez. Böyle bir eĢitsizlik ortaya çıktığı zaman ekonomide canlanma ya da duraklama bulunur (Unay, 1997: 486). Üçüncü büyüme oranı da tabii büyüme oranıdır. Tabii büyüme oranı da, iĢgücü, doğal kaynaklar, sermaye, üretim teçhizatı, teknolojik seviye ve teknik bilgi gibi faktörlerin elverdiği ölçüdeki büyüme oranıdır (Acar, 2002: 87). Eğer milli gelirin artıĢ hızı emek talebinin artıĢ hızına eĢit olursa emek piyasasında denge kurulabilecektir. Domar‟ın belirttiği gibi, ekonominin gerekli oranda büyümemesi boĢ kapasite ve iĢsizlik oluĢturur. Eğer ekonomide gerekli büyüme hızı, tabii büyüme hızına eĢitse; milli gelir, yatırımlar ve emek arzı aynı hızla yükseliyor demektir (Unay, 1997: 486). Harrod-Domar modeline göre tam istihdamdaki büyüme oranı denge büyüme oranı olup; istisnai ve imkansız bir durumdur. Ekonominin dengede büyümesini sağlayacak mekanizma yoktur. Bunun nedeni, milli gelirdeki atıĢ oranı; sermaye hasıla katsayısı, marjinal tasarruf meyli, iĢgücü büyüme oranı ve teknolojik geliĢmelerden etkilenmektedir. Bu yüzden ekonominin dengede büyümesini sağlamak oldukça güçtür. Çünkü ekonomi denge büyüme durumunda olduğunda, yukarıda ifade edilen değiĢkenlerin herhangi birinde meydana gelebilecek bir değiĢme ekonominin dengede büyümesini önlemektedir. Buna göre Harrod-Domar büyüme modeline göre sistem istikrarsızlık göstermektedir (Ülgen, 2002: 301). 38 2.2.6. Neoklasik Ekonomik Büyüme Modeli Neoklasik düĢünce doğrultusunda birçok model geliĢtirilmiĢtir. Ancak son yıllarda hemen hemen tüm makro ekonomi kitaplarında Solow‟un büyüme modeli ele alınmaktadır. Bizde solow‟un ekonomik büyüme modelini ele alacağız (Parasız, 1997: 81). Neoklasik ekonomik büyüme modelinin temel varsayımları; ölçeğe göre getirinin sabit olduğu, sermayenin marjinal verimliliğinin azaldığı, teknolojik değiĢmelerin dıĢsal olarak belirlendiği, faktörler-arası ikamenin mümkün olduğu ve bağımsız bir yatırım fonksiyonunun bulunmadığı (tasarruf-yatırım eĢitliğinin sağlanması) varsayımlarıdır (Kirbitçioğlu, 1998: 8). Harrod-Domar modelinde piyasa ekonomisindeki istikrarsızlığı ön plana çıkartmakta, ekonomilerin bıçak sırtında dengede olduğunu söylemektedir. Dengeli büyümeyi sağlayacak büyüme hızının sağlanamadığı durumda ise ekonomilerin enflasyonist ya da deflasyonist istikrarsızlık sürecine gideceği söylenir. Solow modelinde bunun tam tersi bir yaklaĢım sergiliyor. Piyasa ekonomilerinin istikrarlılığı benimsenirken, uzun dönemde ekonomilerin mutlak suretle dengeli büyüme sürecine gireceklerini öngörülmektedir. Dengeli büyüme sürecini, sermaye birikimi, nüfus artıĢı ve teknolojik değiĢmelerin karĢılıklı etkileĢimi ortaya konularak açıklanıyor. KarĢılıklı etkileĢimde Ģu kurallar geçerlidir; nüfus artıĢı ve teknolojik değiĢme büyüme oranını etkiler. Ancak büyüme oranı, nüfus artıĢını ve teknolojik değiĢmeyi etkileyemez. Büyüme ile nüfus artıĢı ve teknolojik değiĢme arasında tek yönlü nedensellik iliĢkisi vardır. Bu nedenle teknolojik değiĢme ve nüfus artıĢları modelin dıĢsal değiĢkenidir. Solow modeli üretimde sabit getirinin geçerli olduğu, emekle sermayenin birbirleri yerine ikame edilebilir ve azalan verimler kanununun geçerli olduğu bir üretim fonksiyonudur. Üretim fonksiyonu Cobb-Douglas üretim fonksiyonu olarak da bilinir. Üretim fonksiyonu; y = f(k) olarak yazılır. 39 Üretim fonksiyonu denkleminin anlamı; iĢçi baĢına düĢen çıktı, iĢçi baĢına sermayenin doğru yönlü bir fonksiyonudur. Yalnız burada sermaye için azalan verimler kanununun geçerli olduğunu hatırlamalıyız. Sermaye baĢlangıçta az olması durumunda her bir ek sermaye daha fazla çıktı artıĢına sebep olmaktadır. Sermayenin fazla olması durumunda ise her bir ek sermaye daha az çıktı sağlamaktadır (Berber, 2006: 143-144-145). Solow modelinde mal talebi tüketim ve yatırımdan oluĢmaktadır. BaĢka bir ifadeyle iĢçi baĢına üretim (y), iĢçi baĢına tüketim (c), iĢçi baĢına yatırım (i) Ģeklinde gösterilebilir: y = c+i Solow modelinde kiĢilerin gelirlerinin s kadarlık kısmını tasarruf ettikleri geri kalan (1- s) kadar olan kısmını da kullandıkları varsayıldığından, iĢçi baĢına tüketim fonksiyonunu Ģöyle ifade ederiz: c = ( 1- s )y y = ( 1- s )y + i i = sy Bir önceki kısımda iĢçi baĢına çıktı, iĢçi baĢına sermayenin bir fonksiyonu olduğunu: y = f(k) denklemiyle açıklamıĢtık. Denklemde yerine konulmak suretiyle, iĢçi baĢına yatırımın iĢçi baĢına çıktının fonksiyonu olduğunu gösteren denkleme ulaĢılır: i = sf(k) Belirli bir dönemde iĢçi baĢına sermaye stokun iki nedenle değiĢir. Birincisi iĢçi baĢına yapılan yatırımla, ikincisi sermaye stokunda meydana gelen yıpranmayla. ∆k = i – dk ∆k = sf(k) – dk 40 Denkleme göre iĢçi baĢına sermaye düzeyi (k) ne kadar büyük olursa, iĢçi baĢına tasarruf–yatırım ve yıpranmada (dk) o kadar büyük olur (Ünsal, 2005: 569570). Solow modelinde tasarruf ile ekonomik büyüme arasındaki iliĢki, daha fazla tasarruf daha hızlı ekonomik büyümeye neden olmaktadır. Tasarruf oranındaki artıĢ ekonomi yeni durum durumuna ulaĢıncaya kadar büyümeyi artırır. Ekonomide tasarruf oranın yükseldiğinde sermaye stoku ve üretim düzeyi de yüksek olacaktır. Ancak bu büyüme sürüp gitmeyecektir. Bir durgun durumu seçtiği zaman, kamu otoritelerinin amacı, toplumu oluĢturan bireylerin ekonomik refahını yükseltmektir. Aslında bireyler ekonomideki sermaye miktarıyla ilgilenmezler, insanlar tüketebilecekleri mal ve hizmet miktarıyla ilgilenirler. Böylece kamu otoriteleri en yüksek tüketim düzeyindeki durgun durumu seçmek isterler. En yüksek tüketimli durgun duruma sermaye düzeyinin Altın Kuralı denir (Parasız, 1997: 90). Yukarıdaki açıklamalarda analizi basitleĢtirmek için, nüfusun değiĢmediği varsayılmıĢtır. Bu alt bölümde bu varsayım terk edilecek ve temel büyüme modeli nüfus artıĢını kapsayacak. Nüfus artıĢının (n) olduğu bir ekonomide iĢçi baĢına sermaye düzeyindeki değiĢme, yatırımın olumlu etkisi ile yıpranmanın ve nüfus artıĢının olumsuz etkilerinin toplamı arasındaki farktır. ∆k = i – (d + n )k ∆k = sf(k) – ( d + n )k Teknolojik değiĢmenin (g) olmadığı bu denkleme teknolojik değiĢmeyi ilave ettiğimizde: ∆k = i – (d + n + g )k ∆k = sf(k) – (d + n + g)k 41 ĠĢçi baĢına sermaye düzeyi, bir yandan etkin iĢçi baĢına yatırım- tasarruf (s) kadar artar, öte yandan etkin iĢçi baĢına yıpranma (dk), nüfus artıĢı (nk) ve teknolojik ilerleme (gk) kadar azalır (Ünsal, 2005: 580). 2.2.7. Ġçsel Ekonomik Büyüme Modeli Solow modeli ekonomik büyümenin nasıl meydana geldiğini tam olarak açıklayamamaktadır. Modelin bu eksikliği, ekonomik büyümenin nasıl meydana geldiği ve ekonomik büyümeyi etkileyen politikaların neler olduğunu açıklamayı amaçlayan yeni bir yaklaĢımın ortaya çıkmasına yol açmıĢtır (Ünsal, 2005: 594). Ekonomik büyümeyi Solow‟un öngördüğü Ģekilde, sistemin dıĢında belirlenen faktörlerle açıklayan yaklaĢımın yerini, ekonomik büyümeyi etkileyen tüm faktörlerin; bilgi, beĢeri sermaye, arge, teknolojik değiĢmeler, finansal yenilikler, devletin yeni rolü ve piyasa yapıları gibi birçok değiĢkenin sistemin kendi içinde olduğunu öne süren yaklaĢımlar almıĢtır. Yeni büyüme teorileri olarak ta bilinen içsel büyüme modellerinin savunucularını; Paul M. Romer, Robert E. Lucas ve Robert J. Barro Ģeklinde sıralanabilir (Berber, 2006: 170). Ġçsel ekonomik büyüme modelinin dayandığı varsayımlar: - Ekonomik büyüme, sistemin içinde aranmalıdır ve sistemi dıĢarıdan etkileyen dıĢsan bir faktör bulunmamaktadır. - Teknolojik değiĢme içseldir ve ekonomik kararlardan etkilenir. - Azalan verimlere dayalı üretim fonksiyonu yerine, artan verimlere dayalı üretim fonksiyonu kullanılmaktadır. - Ġçsel büyüme modeli tam yakınlaĢma hipotezini kabul etmemektedir. Az geliĢmiĢ ülkelerin, geliĢmiĢ ülkelerle olan gelir farkının artmaması için gerekli tedbirleri alması gerektiğini vurgular. - Eğitim, sağlık, kamu politikası ve yatırım gibi faktörler, uzun dönemde ekonomik büyümeye olumlu katkı sağlamaktadır. - Optimal büyümeye ulaĢabilmek için, devletin ekonomiye müdahale etmesi gerekir. 42 - Bilgi, herkesin ulaĢabildiği kamusal mal niteliğindedir, bilginin kullanımında kimsenin dıĢlanması söz konusu değildir. - Teknolojik geliĢme sonucunda ortaya çıkan bilgiden, diğer ekonomik birimlerim ne kadar yararlandığı önemlidir. - Biriken sermaye faktörü, zaman içinde içsel olarak büyümekte ve sermaye faktörünün marjinal verimliliği zaman içinde artmaktadır (http://www.ekodialog.com/Konular/ekonomik-buyume-modelleri-teorileri.html). Ġçsel büyüme modelleri büyümeyi dıĢsallıktan kurtarmıĢ, üretim artırılmasında itici güç rolü oynayan faktörleri tanımlamıĢ, içselleĢtirmiĢ ve birikim süreçlerini incelemiĢtir. Daha önceki modellerde çok dikkate alınmayan beĢeri sermaye, bilgi birikimi, ar-ge faaliyetleri ve kamu politikaları gibi unsurlar bu modellerle ön plana çıkmıĢtır (Berber, 2006: 184). 43 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKĠYE’DE GERÇEKLEġEN ENFLASYON VE EKONOMĠK BÜYÜME ĠLĠġKĠSĠNĠN TARĠHSEL GELĠġĠMĠ Türkiye, Cumhuriyetin kurulmasından bu yana kadar geçen sürede önemli ekonomik geliĢmeler göstermiĢtir. Bu bölümde, Türkiye ekonomisinin geliĢimini 1923-1980 ve 1980 sonrası olarak iki dönemde değerlendirilebilir. Bu iki dönemin ortak hedefi ekonomik kalkınmanın gerçekleĢtirilmesi ve geliĢmiĢ ülkeler arasına katılmak olarak belirlenmiĢtir (Boratav ve Türkcan, 1993: 54). Türkiye‟de 1950 ve 1960‟lı yıllarda ciddi bir enflasyon sorunu yaĢanmamıĢtır. Ancak, 1970‟li yıllarda görünen ödemeler dengesi krizleri ve gerçekleĢtirilen devalüasyonlar enflasyonun belirgin bir ivme kazanmasına sebep olmuĢtur (Aktaran: Çamlıca, 2010: 30). Enflasyon 1970‟li yıllardan itibaren ekonomide büyük bir sorun haline gelmeye baĢlamıĢ ve uygulamaya konulan bütün ekonomik politikaların baĢlıca hedef göstergesi olarak belirlenmiĢtir. Türkiye ekonomisi 2000‟li yılların baĢına kadar kronik ve yüksek oranlarda enflasyon yaĢarken, bu dönemde zaman zaman yüksek büyüme rakamları da gerçekleĢmiĢ ve bu büyüme oranlarının enflasyondan kaynaklandığı iddia edilmiĢtir (Turhan, 2007: 1). 3.1. 1980 Öncesi Türkiye Ekonomisi Bu bölümde Türkiye‟de enflasyon ve büyüme arasındaki iliĢkiler, dönemin içinde bulunduğu konjonktür durumuna göre, Cumhuriyetin ilanından çok partili hayatın baĢlangıcına kadar geçen dönem (1923–1945), çok partili sistemden planlı kalkınma dönemine kadar geçen dönem (1946–1960), ithal ikameci planlı kalkınma döneminden 24 Ocak 1980 kararlarına kadar geçen dönem (1961–1979) olmak üzere 3 dönem olarak ele alınması uygun görülmüĢtür. 44 1923–1945 yılları arasında uygulanan ekonomi politikaları, birden çok ekonomik sistem özellikleri içinde barındırmaktadır. Bir yandan kuruluĢ döneminin Ģartları gereği üretim yetersizliği, sermaye kıtlığı, yaĢam mücadelesinin getirdiği sıkıntılar nedeniyle devletçi politikalar uygulanırken, diğer yandan günümüz ekonomilerinin önceliklerinden olan liberal ekonomi uygulamalarının zemini hazırlanmıĢtır. Ama dönem genelinde, devletin ekonomiye hakimiyetinin ve müdahalelerin ağırlığı daha fazla olmuĢtur (Erdoğan, 2006: 31). 1946 yılında Türk Lirası %116 oranında Devalüe edilmiĢtir, ekonomin dıĢ dünya ile iliĢkileri belirli bir gerçekçilik getirilmiĢtir. 1954 yılına kadar süren olağanüstü geliĢme ve fiyat istikrarı dönemi bu yıldan itibaren yerini ciddi sıkıntılara bırakmaya baĢlamıĢtır (Uluatam, 1981: 20). Bu dönemde iktisat politikaları 1954‟e kadar liberasyon, 1954‟den sonra yerine devletçilik ve müdahaleciliğe bırakmıĢtır (BuluĢ, 2003: 56). Enflasyonu durdurmaya ve iktisadi tıkanıklıkları gidermeye yönelik bu hayli dağınık tedbirler 1958 yılında Hükümetin, uyguladığı politikanın baĢarısızlığını fiilen kabul etmesiyle yerini daha geniĢ kapsamlı bir istikrar politikasına bırakmıĢtır (Uluatam, 1981: 21). 1958 istikrar tedbirleriyle yeni bir devalüasyon yapılmıĢ 1 dolar %220 artıĢla 900 kuruĢa yükseltilmiĢtir (BaĢol, 1983: 65). 1950–1960 döneminde izlenen ekonomi politikalarındaki aksaklıklar göz önüne alınarak ülke ekonomisin istikrarlı bir Ģekilde ancak yol gösterici planlarla kalkınabileceğini varıldı. Devlet Planlama TeĢkilatı kurulmuĢ ve 1961 yılında Ġktisadi Kalkınma Planının hedefleri ve stratejileri saptanmıĢtır (Parasız, 2003: 175). 3.1.1.1923-1945 Yılları Arası Dönem Gerek dünya ekonomisinin gösterdiği geliĢmeler gerekse ulusal iktisadi politikalar açısından, 1923‟den 1946‟ya kadar geçen süreyi üç alt dönem halinde ele alarak inceleyeceğiz. Bu alt dönemlerden ilki 1923‟den 1929‟a kadar süren, dıĢa açık ekonomi koĢulları altında gerçekleĢen güçlü bir iktisadi iyileĢme dönemidir. Ġkinci alt dönem, 1930„da Büyük Ġktisadi Bunalım‟ın baĢlamasından 1939‟da Ġkinci Dünya SavaĢı‟nın patlamasına kadar geçen on yıllık devletçilik dönemini kapsar. Bu 45 dönemde, iç pazarı koruma amacıyla daha önce alınan önlemleri, 1932‟de benimsenen devletçilik dönemi, yani devletin önderliğinde sanayileĢme atılımı izlemiĢtir. Türkiye 1939 yılından sonra savaĢa katılmamıĢ olmasına rağmen, büyük bir orduyu harekete hazır durumda tutmuĢ ve ithalatın aksaması ve üretim düzeylerinin önemli ölçüde düĢmesi yüzünden ekonomi çok büyük sıkıntılarla karĢı karĢıya kalmıĢtır. Bu koĢullar altında, üçüncü alt dönemde 1940-1945 yılları arası Ġkinci Dünya SavaĢı dönemidir. Bu dönemde devletçilik uygulamasının yerini kıtlıklarla baĢ etmeye ve ordu ile kent merkezlerinin gereksinimlerini karĢılamaya yönelik bölük pörçük önlemler almıĢtır (Owen ve Pamuk, 2002: 24). Cumhuriyetin kuruluĢundan önceki on iki yıl (1911-1923) savaĢlarla geçmiĢtir. Bağımsızlık SavaĢını kazanılmıĢ ve 29 Ekim 1923‟de Cumhuriyet ilan edilmiĢtir. Yeni devletin izleyeceği ekonomi politikaları Lozan BarıĢ görüĢmelerinin kesintiye uğradığı bir zamanda 1923‟de Ġzmir Ġktisat Kongresinde belirlenmiĢtir. Bu Kongreye ticaret, sanayi, tarım ve iĢçi temsilcileri katılmıĢtır (Acar, 1995: 21). Ġzmir Ġktisat Kongresi‟nde alınan kararlar 1923-1929 tarihleri arasında Türkiye‟nin hızla sanayileĢmesine öncelik verilmiĢ ve bu amacın gerçekleĢmesi için liberal iktisat politikaları uygulanmıĢtır (Morgil, 2002: 38). Bunun nedeni, uygulanan politikaların özel giriĢim ve dıĢa açık bir yapı içinde meydana gelmesiydi. DıĢa açık politikanın benimsenmesinin diğer bir nedeni ise, Lozan AntlaĢması‟nın hükümleriydi. Bu sebeple 1929 yılına kadar Gümrük tarifesinde artıĢlar gerçekleĢtirilememiĢtir (Uludağ, Arıcan, 2003: 5). 1929 yılında dünya ekonomisinde ortaya çıkan büyük ekonomik kriz Türkiye‟de liberal iktisat politikalarının uygulanmasını sona erdiren faktörlerden biri olmuĢtur (Morgil, 2002: 38-39). Diğer faktörleri incelersek, 1923-1929 yılları arasında izlenen liberal iktisat politikalarından fazla baĢarılı sonuç elde edilememesi ve Batı ülkelerinde klasik iktisat politikalarının 1929 buhranına çözüm getirememesi üzerine Devletin ekonomiye müdahale etmesini savunan yeni görüĢlerin ortaya atılmaya baĢlamasıdır (Parasız, 1998: 29). Dünya ekonomisinin girdiği büyük bunalım yıllarında Türkiye ekonomisi dıĢa kapanarak devlet eliyle bir sanayileĢme dönemine girmiĢtir. 1929‟da Lozan 46 anlaĢmasının kısıtlamalarının da son bulmasıyla ithalatı denetleyen koruma önlemlerine baĢvurularak koruma duvarları altında eskiden ithal edilen sınai tüketim mallarında ithal ikameci yatırımlara gidildi. Böylece bunalım döneminde azgeliĢmiĢ ülkelerin sanayisiz yapıyı değiĢtirmeye yönelik ilk adımlarına Türkiye de katıldı. 1930 ve 1939 yılları arasında Türkiye planlama deneyimi de yaĢadı (Eroğlu, 2003). Birinci beĢ yıllık sanayi planı 1934 yılında yürürlüğe girdi baĢarılı olması nedeniyle 1938 yılından itibaren uygulanmaya konmak üzere ikinci bir beĢ yıllık plan hazırlandı. Ancak bu plan II. Dünya SavaĢının baĢlamasıyla uygulamaya konulamadı (Akyıldız ve Eroğlu, 2004: 50). Türkiye savaĢa girmemiĢ olmasına rağmen Ġkinci Dünya SavaĢının ve savaĢ ekonomisinin bütün sıkıntılarını geçirmiĢtir (Aktan, 1978: 49). Hükümetin fazlasıyla artan savunma harcamalarını emisyonla finanse etmeye zorlamıĢ ve bunun yanında vergilerde ve kamusal ürünlerin fiyatlarında yeni düzenlemelere gidilmesinin sonucu, ekonomide fiyat istikrarı bozulmuĢ ve enflasyonist bir sürece girmiĢtir (Uludağ ve Arıcan, 2003: 339). Tablo 3: 1938-1945 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları GSMH DeğiĢim Fiyat DeğiĢim (%) Deflatörü (%) Yılı TÜFE DeğiĢim (%) TEFE 1938 100.0 … 100.0 … 0,03 … 1939 102.1 2,1 101.3 1,3 0,03 1,8 1940 110.8 8,5 126.6 25 0,04 22,5 1941 132.5 19,6 175.4 38,5 0,05 38,9 1942 220.9 66,7 339.7 93,7 0,1 96 1943 322.0 45,8 590.4 73,8 0,17 65,2 1944 330.1 2,5 459.3 -22,2 0,13 -23,7 1945 333.0 0,9 444.6 -3,2 0,12 -3,4 Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 553 Türkiye‟de 1923 ile 1938 yılları arasında sağlıklı bir fiyat tespiti yapılmadığı için, net verilerin elde edilmemesinden dolayı, aynı dönemde büyüme oranlarıyla, enflasyon oranları arasındaki iliĢki incelenememiĢtir. 1938 yılından itibaren enflasyon rakamlarına ulaĢılmasıyla birlikte, bu yıldan itibaren enflasyon oranlarıyla büyüme oranları arasındaki iliĢki incelenmiĢtir (Turhan, 2007: 53). 47 Tablo 3‟de 1938-1945 yılları arasında 1938 fiyatları ile hesaplanan TÜFE, TEFE ve GSMH fiyat deflatörü enflasyon oranları gösterilmektedir. Toptan eĢya fiyatları endeksi 1942 yılında en yüksek düzeye çıkmıĢ, bu yıldan sonra endekste düĢme görülmüĢtür. Aslında düĢüĢ, fiyatları son derece hızlı yükselen mallara karĢı, halkın satın alma gücünün kalmaması veya satın almaktan vazgeçmesinin bir sonucu sayılabilir (Özer, 1979: 28). Tablo 4: GSMH Sektör Payları (Sabit Fiyatlarla %) Yılı GSMH (Sabit Fiyatlarla) Değer Büyüme Hızı TL (%) Tarım Sanayi Hizmetler 1938 8 538 9,5 5,4 15,7 12,1 1939 9128 6,9 3,8 16,7 6,9 1940 8 678 -4,9 -1,2 -10,2 -6,8 1941 7 780 -10,3 -16,5 -2,4 -6,4 1942 8 217 5,6 19,4 -2,5 -5 1943 7 413 -9,8 -12,5 -1,4 -9,6 1944 7 038 -5,1 -10,7 -6,1 2,2 1945 5 960 -15,3 -23,5 -16,6 -6,3 Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 646 Cumhuriyet hükümeti Ġkinci Dünya SavaĢına kadar, iktisadi büyümeyi ve özellikle sanayi hasılasının büyümesini önemli ölçüde hızlandırmayı baĢardı. 1940‟lara gelince, toplam hasılanın ve sanayi hasılasının büyüme hızı, bu dönemde, savaĢ koĢullarının etkisiyle bir hayli yavaĢlamıĢtır (Tezel, 1994: 488). Tablo 4‟de 1948 fiyatlarıyla 1938-1945 yılları arası gerçekleĢen GSMH sektör payları büyüklükleri gösterilmiĢtir. Bu dönemde en yüksek büyüme 1938 yılında %9,5 oranında olurken, en fazla daralmanın yaĢandığı 1945 yılında -%15,3 oranında gerçekleĢmiĢtir. 1942 yılından sonra enflasyon ve büyüme oranlarında pozitif bir iliĢki olduğu gözlenmektedir. 1942 yılında enflasyon oranlarındaki yükselme büyüme hızını olumlu etkilemiĢ 1942 yılında GSMH oranı %5,2 oranında gerçekleĢmiĢtir. 1942 yılından sonra enflasyondaki azalmayla birlikte, büyüme hızında daralmalar yaĢanmıĢtır. 48 SavaĢ süresinde GSMH‟daki geliĢmeleri incelediğimizde ekonomik faaliyetlerin giderek yavaĢladığını görmekteyiz. Bunda bir yandan dünya ticaret hacminin durgunluk içine girmesi, diğer yandan emek gücünün büyük ölçüde silah altına alınması ve yurt içi ekonomik faaliyetlerin büyük ölçüde askeri amaçlara yönelik olması etkili olmuĢtur (Parasız, 1998: 58). 3.1.2.1946-1960 Yılları Arası Dönem Ġkinci Dünya SavaĢı sona erdiğinde, sadece savaĢa katılan ülkeler değil, savaĢan ülkeler ile yakın siyasi ve ekonomik iliĢkileri olan ülkeler de ağır bir ekonomik çöküntü içindeydiler. Türkiye‟de savaĢ sonrası dönemde ekonomik, sosyal ve siyasi yaraların sarılmasına yönelik uluslararası düzeyde alınan karar ve uygulamalardan doğrudan etkilenmesi kaçınılmazdı. Dolayısıyla siyasi alandaki etkileri dikkati çeken 1946 devalüasyonunu bu çerçevede ele almak gerekir (Doğruel ve Doğruel, 2005: 139). Türkiye‟de ilk devalüasyon 7 Eylül 1946 tarihinde gerçekleĢtirildi (Turan, 1987:74). TL‟nın yabancı paralar karĢısındaki resmi değeri düĢürüldü. 7 Eylül‟de 1 dolar =130 kuruĢken 282 kuruĢ olarak belirlenmiĢtir (Parasız, 1998: 69). Hükümetin 1946 yılında TL‟nin değerinin düĢürmesinin bazı sebepleri vardır. Bunlar ihracat ürünleri fiyatlarını, savaĢ döneminde ortaya çıkan enflasyondan arındırmak ve elde biriken mal stoklarının ihracatını sağlamak için yapılmıĢtır. Diğer bir sebep ise, IMF‟e katılmadan önce, bu kurumdan izin alınmadan kur ayarlamasına gitmektir (Karluk, 2002: 443). Fakat, devalüasyon ile dıĢ ticaret dengesinde beklenen olumlu geliĢmeler sağlanamamıĢ, aksine denge daha da bozulmuĢtur. Avrupa‟nın savaĢ sonrası, Türkiye‟nin devalüasyon nedeniyle daha da ucuzlamıĢ olan ihraç mallarına olan yüksek ithal talebi mevcut kapasitenin süratle tamamlanmasına, buna rağmen bu kez savaĢ sonrası her ülkenin büyük ihtiyaç duyduğu sanayi mallarının Türkiye tarafından da yaptığı devalüasyon oranında daha da yüksek fiyatla ithal edilmek zorunda kalınmasına yol açmıĢtır. KuĢkusuz bu olumsuz koĢullar dıĢ ticaret açığı meydana gelmesine sebep olmuĢtur (Uludağ ve Arıcan, 2003: 341). 49 1950 seçimlerinde, iktidar partisi olan CHP, iktidardan düĢtü. 1945‟de çok partili demokrasi rejimi benimsenerek uygulamaya konulmuĢtur. 1946‟da yapılan genel seçimlerde bir iktidar değiĢmesine yol açmamıĢtır (Hiç, 1980: 9). Ġktidar hükümeti 1950 yılında, iktidarı devrettiğinde, baĢarısız olan 1946 devalüasyonunun ağır tahribatlarına rağmen, Türk parasının iç ve dıĢ değeri, 1950 yılından sonraki dönemlerden çok daha istikrarlı durumda idi (Çelebi, 2002: 60). Bu dönemde savaĢın sıkıntıları bitmiĢ, milletlerarası iliĢkiler kurulmuĢ, çeĢitli dıĢ yardımların alındığı iktisadi kalkınma için elveriĢli bir dönem baĢlamıĢtı. Bu dönemde Türkiye‟ye çeĢitli dıĢ kaynaklardan hibe ve kredi Ģeklinde yardımlar yapılmıĢtı (Aktan, 1978: 52). Özellikle 1950‟li yılların baĢında uygulanan tarım destekleme politikaları, Kore SavaĢı nedeniyle ülke ekonomisi açısından olumlu sonuçlar doğurmuĢ. Özellikle Kore SavaĢı esnasında tarım ürünlerinde ortaya çıkan dıĢ talep artıĢı ülkemiz ihracatında artıĢa neden olmuĢ; bu durum da liberal ekonomi politikalarının uygulanmasını teĢvik etmiĢtir (Akyıldız ve Eroğlu, 2004: 52). Bu olumlu geliĢmeler tersine dönünce ve ekonominin iç ve dıĢ dengeleri bozulunca, Hükümet dıĢ ekonomik iliĢkileri denetim altına almak zorunda kalmıĢtır. Hükümet döviz darboğazını aĢmak için ithalatta liberasyona son verdikten sonra bazı önlemleri yürürlüğe koymuĢtu. Bunları sıralarsak: Gümrük vergisinde değer esasına geçilmesi, gümrük tarifelerinin yükseltilmesi, ithal malları fiyat kontrol dairesinin kurulması ve Milli Koruma Kanunu‟nun çıkartılması. Ülke 1958 yılında döviz darboğazı nedeniyle, ithalat ve yatırım yapamadığı gibi kurulu tesisleri de girdi yokluğundan çalıĢtıramıyordu. Bu durum iç piyasada mal kıtlarının; enflasyonunun ve iĢsizliğin artmasına yol açmıĢtır. Bu durumda hükümet üyesi bulundukları Avrupa iktisadi ĠĢbirliği TeĢkilatı‟ndan (OEEC) yol göstermesini, teknik ve mali yardımda bulunmasını resmen talep etti. KuruluĢun hazırladığı rapor, yetkili organlarca kabul edildikten sonra, Türkiye‟ye bir istikrar paketi olarak sunulmuĢtur (Tokgöz, 2001: 14). Yapılan bu devalüasyon Türkiye‟nin isteğiyle değil IMF‟in zorlamasıyla uygulandı. Devalüasyon gereği aslında 1954 yılında ortaya çıkmıĢtı ama hükümetin önlem almakta isteksiz davranması 1954-58 döneminin kriz ortamında geçmesine 50 neden oldu (Altınok ve Çetinkaya: 57). 4 Ağustos 1958 yılında alınan istikrar kararlarıyla Türk Lirasının dıĢ değeri 1 dolar = 280 kuruĢtan, 1 dolar = 900 kuruĢa düĢürülmüĢtür (Karluk, 2002: 160). 1958 Ġstikrar önemleri Ģöyleydi: - Kredi ve mevduat faiz oranlarının yeniden belirlendi, - DıĢ ticarete kota sisteminin getirilmesi, - Piyasada var olan aĢırı satın alma gücünün azaltılması için kamu sektöründe fiyatlara zam yapılması 1956‟dan beri ikinci kez yürürlüğe giren Milli Kanununun Kaldırılmasıdır (Uludağ ve Arıcan, 2003: 27). 4 Ağustos 1958‟de alınan istikrar tedbirleri ile önce paramızın dıĢ değeri fiili bir devalüasyona tabi tutularak dıĢ ticaretteki tıkanıklıklar giderilmeye çalıĢıldı. Para hacmini kontrol altına almak için emisyonların durdurulması kararlaĢtırılmıĢ, iktisadi devlet teĢebbüslerinin Merkez Bankasından çekebilecekleri para miktarı tahdit edilmiĢti. Ġçeride enflasyon oranını azaltmak için Devlet sanayinde fiyatlar artırıldı ve bankaların kredi muslukları iyice sıkıldı; kredilere tavanlar konuldu ve ancak istenilen faaliyetlere kredi veren selektif kredi sistemi uygulandı. Bu tedbirler sonucunda enflasyon durdurulmuĢtur, hatta 1959 yılı sonuna doğru ekonomide bir durgunluk baĢlamıĢtı. Bunun üzerine istikrar tedbirleri biraz gevĢetildi (Aktan, 1978: 55). Bu dönemde Türkiye‟de yaĢanan olaylara kısaca değinildikten sonra, bu süreçte yaĢanan enflasyon ve GSMH oranları arasında ne yönde bir iliĢki olduğuna incelersek. Ġkinci Dünya SavaĢı döneminde ilk kez enflasyonla tanıĢmıĢtır. Fakat 1950‟li yıllardaki durum bir parça farklıdır. 1950 yılının ilk yarısında meydana gelen iktidar değiĢikliğinden sonra ülkemizde yeni bir iktisat politikası anlayıĢının geliĢtirildiğine görüyoruz. Yeni iktisat politikası bir yandan Türk ekonomisinin yapısının diğer yandan o dönemde moda görüĢ olan Keynesgil talep yanlı teorilerin etkisi altında kalmıĢtır (Parasız, 1998: 110). 51 Tablo 5: 1946-1960 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları GSMH DeğiĢim Fiyat DeğiĢim (%) Deflatörü (%) Yılı TÜFE DeğiĢim (%) 1946 320.4 -3,8 427.7 -3,8 0,12 -5 1947 352.2 1,5 433.3 1,3 0,12 5,6 1948 329.7 1,4 466.7 7,7 0,12 8,6 1949 354.5 7,5 503.5 7,9 0,12 0,4 1950 339.2 -4,3 452.2 -10,2 0,12 -2,1 1951 335.5 -1,1 482.5 6,7 0,14 6,5 1952 352.6 5,1 486.3 0,8 0,14 2,7 1953 369.5 4,8 497.5 2,3 0,15 4,8 1954 402.8 9 552.2 11 0,16 5,1 1955 450.7 11,9 592.0 7,2 0,17 11,3 1956 502.6 11,5 691.5 16,8 0,2 11,8 1957 565.4 12,5 820.8 18,7 0,24 23,3 1958 654.1 15,7 944.7 15,1 0,28 14,2 1959 802.0 22,6 1 128.9 19,5 0,33 19,9 1960 861.3 7,4 1 188.7 5,3 0,34 3,3 TEFE Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 553 Tablo 5‟de görüldüğü gibi 1954 yılında artmaya baĢlayan fiyatlar, 1958 ve 1959 yıllarında en üst düzeylere ulaĢmıĢtır. Bu dönemde yaĢanan enflasyonda, talep enflasyonu Ģeklinde bir görünüm mevcuttur. Ekonomik sektörler arasında denge bozulmuĢ, üretim ve ithalat ile beslenen mal ve hizmet arzı, toplam talebe yetiĢememiĢ ve fiyatlar genel düzeyi (TEFE) yükselmiĢtir (Özer, 1979: 28). Enflasyon oranları 1953 yılından sonra yükselmeye baĢlamıĢ 1960 yılında daralmıĢtır. Bu dönemde en yüksek TÜFE oranı %22,6 oranından, TEFE %19,5 oranında 1959 yılında gerçekleĢmiĢtir. 1958 yılını izleyen birkaç yıl ekonomi bu yeni istikrar politikasın uyum sağlaması çabalarıyla geçti. 1960 yıllarından itibaren fiyat artıĢlarının sınırlanması baĢarılabilse de üretim alanında geçmiĢ yılların aĢırı ve hesapsız geliĢmelerinin bedelini ödemek zorunda kaldı. 1958, 1959 ve 1960 yıllarındaki çok düĢük geliĢme bu bedelin en somut göstergesidir (Uluatam, 1981: 22). 52 Tablo 6: 1946-1960 Yılları Arası GSMH Büyüklüğü Yıl 1946 1947 1948 1949 1950 1951 1952 1953 1954 1955 1956 1957 1958 1959 1960 GSMH (Sabit Fiyatlarla) Değer Büyüme Hızı TL (%) 7 864 31,9 8 192 4,2 37 065 15,9 35 213 -5 38 506 9,4 43 446 12,8 48 621 11,9 54 091 11,2 52 480 -3 56 642 7,9 58 428 3,2 62 995 7,8 65 844 4,5 68 521 4,1 70 869 3,4 Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 646 Tablo 6‟da görüldüğü gibi 1968 fiyatları ile 1946–1960 GSMH değerlerinde sürekli dalgalanmaların yaĢandığı görülmektedir. Sürekli dalgalanmaların yaĢandığı dönemde en yüksek büyüme hızı 1946 yılında %31,9 oranında, en düĢük büyüme hızının da 1950 yılında -%5 oranında gerçekleĢtiği görülmektedir. GSMH büyüme hızının 1949 ve 1954 yıllarında negatif değerler alırken, diğer yıllarda pozitif değerler almıĢtır. Buna göre; 1946–1960 yılları arasında, Türkiye ekonomisi büyüme eğiliminde olmasına rağmen, sürekli dalgalanmalar yaĢadığından dolayı, ülkede sürdürülebilir bir büyümenin gerçekleĢmediği görülmektedir (Turhan, 2007: 56). 3.1.3. 1961-1979 Yılları Arası Dönem 1954 yılından baĢlayarak dıĢ tıkanma ve göreceli durgunluk konjonktürüne karĢı uygulanan istikrar ve uyum politikaları 1961 yılı ile son buluyor bu dönemden sonra ekonomi yeni bir geniĢleme sürecine hazır hale getiriliyordu. Bu yeni dönemde, 1954‟te baĢlayan korumacı dıĢ ticaret politikalarının belirlediği ve uluslararası pazardan çok iç piyasanın sürüklendiği geliĢme biçimi bu yeni dönemde de egemen olmaya devam etmiĢtir. Ancak, 1962 sonrasını, hem bir önceki 53 dönemden, hem de Cumhuriyet tarihinin bütün diğer dönemlerinden farklı olarak ayıran belirleyici özellikleri vardır. Bir kere, 1962 sonrası iktisat politikaları planlama uygulamasına oturtulmuĢtur (Boratav, 1998: 94). Planlama dönemine, 27 Mayıs 1960 askeri hareketinden sonra yapılan yasal ve Anayasal düzenlemelerle geçildi (Kepenek ve Yentürk, 2000: 142). 1961 Anayasası hazırlanırken, çıkarılan bir kanunda Devlet Planlama TeĢkilatı (DPT) kurulmuĢtur. Devlet Planlama TeĢkilatı, Kalkınma Planlarını hazırlamak ve yürütmekle görevlendirilmiĢtir (ġahin, 2002: 133). 1962 yılına yetiĢtirilemediği için ilk kez 1963 yılında yürürlüğe girmek üzere arka arkaya, beĢer yılık dönemi kapsayan 3 adet plan hazırlanarak uygulanmıĢtır. Birinci BeĢ Yıllık Kalkınma Planı 1963-1967, ikinci Kalınma Planı 1968-1972, üçüncü Kalkınma Planı ise 1973-1977 dönemleri arasında yürürlükte kaldı. 15 yıllık uzun vadeli plan döneminden sonra, 1979-1983 yıllarını kapsayan dördüncü kalkınma planı da hazırlanmıĢtır. Ancak, içinde bulunulan iktisadi ve siyasi bunalım nedeniyle bu plan uygulanamamıĢtır fakat literatürde yerini almıĢtır. Bu ilk dört planda, ekonominin her yıl belli bir hızla büyümesi temel amaç kabul edinilmiĢ, sanayileĢmeye öncelik verilmiĢ, plan dönemleri daha uzun dönemli stratejilerin bir parçası olmuĢtur (Bulut, 2006: 218; Kazgan, 2002: 95). Planlama döneminde dıĢ ticaretteki geliĢmeler önceki dönemlerde oluĢan genel çerçevede yürümüĢtür. Türkiye ithal ikameci, yerli sanayiyi korumayı ve geliĢtirmeyi amaçlayan bir dıĢ ticaret politikası izlemiĢtir. Ġhracat önceki dönemlerde büyük ölçüde tarımsal ürünlere dayanmıĢtır (ġahin, 2002: 168). 1956 ile 1959 yılları arasında yaĢanan enflasyon artıĢlarından dolayı 1963 sonrası dönemlerde her kalkınma planına ekonomideki enflasyoncu eğilimlerin önleneceğine dair politikaların belirtilmesine dikkat edilmiĢtir (Uluatam, 1981: 22). Birinci BeĢ Yıllık Kalkınma Planında (1963-1967), kamu kesimini emredici bir biçimde yönlendirmeyi, özel kesimi ise çeĢitli araçlar ile özendirmeyi hedeflemektedir. Birinci plan, kalkınma için gereken fedakarlıklara, lüks malların tüketimini sınırlandırmaya ve tasarruf artırıcı tedbirlere özel bir vurgu yapmıĢtır. Ayrıca, ağır sanayiye yönelik bir sanayileĢmeyi, vergi reformunu, fiyat istikrarını 54 sağlayacak tedbirlerin sürekli olarak alınmasını, iĢsizliği giderecek etkin bir istihdam politikasının uygulanması planın genel hedefleri içerisinde yer almıĢtır (Aktaran: BuluĢ, 2003: 58). Planlı dönem içinde dıĢ ticaret bilançosu sürekli açık vermiĢtir. Ġthalatta önemli dalgalanmaların olmasına karĢılık, ihracatta yavaĢ fakat sürekli artıĢ olmuĢtur. Ġhracatın ithalatı karĢılama oranı 1963‟de %53,5 iken 1967 sonunda %76 düzeyine yükselmiĢtir. Ġthalatın ortalama %95‟i ara ve yatırım mallarına ayrılmıĢtır. Ġhracat içinde tarım ürünlerinin payı %75 civarındadır (Tokgöz, 1998: 18). Tablo 7: 1961-1967 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları GSMH DeğiĢim Fiyat DeğiĢim (%) Deflatörü (%) Yılı TÜFE DeğiĢim (%) 1961 873 1,3 1 223 2,9 0,36 4,1 1962 906 3,8 1 293 5,7 0,39 9,5 1963 965 6,5 1 347 4,2 0,41 5,7 1964 972 0,8 1 363 1,2 0,42 2,6 1965 1 037 6,7 1 474 8,1 0,44 4,3 1966 1 094 5,5 1 545 4,8 0,47 6,4 1967 1 163 6,3 1 662 7,6 0,5 6,5 TEFE Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 553 Tablo 7‟de görüldüğü gibi gerek 1960‟lı yılların baĢında gerek BeĢ Yıllık Kalkınma Planının (1963-1967) uygulandığı dönemde, 1958 yılında yürürlüğe konan istikrar politikasına uyulmaya devam edilmiĢtir. 1964 yılında TÜFE %0,8 oranında, TEFE %1,2 oranında gerçekleĢmiĢ ve bu dönemin en düĢük değerine ulaĢmıĢtır. 1964 yılında Kıbrıs sorununun yarattığı durgunluğu gidermek için geniĢletici para ve maliye politikası uygulanmıĢ 1965 yılında bir sıçrama olmuĢ TÜFE %6,5 oranında TEFE %8,1 oranında gerçekleĢmiĢtir (Parasız, 2003: 1979). Birinci Kalkınma Planın uygulandığı yıllar arasında ortalama TÜFE %5,16 oranında, TEFE %5 oranında gerçekleĢmiĢtir. 55 Tablo 8: GSMH Sektör Payları (Sabit Fiyatlarla %) Yıl GSMH (Sabit Fiyatlarla) Değer Büyüme Hızı TL (%) Tarım Sanayi Hizmetler 1961 72 286 2 -4,9 11,7 4,2 1962 76 754 6,2 5 3,5 8 1963 84 188 9,7 9,6 12 8,9 1964 87 619 4,1 -0,4 11,2 4,8 1965 90 386 3,1 -3,9 9,5 5,6 1966 101 204 12 10,7 15,2 11,5 1967 105 461 4,2 0,1 8,2 5,2 Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 647 Tablo 8‟de görüldüğü gibi 1961 ile 1967 yılları arasında en düĢük büyüme hızı 1961 yılında %2 oranında, en yüksek büyüme oranı ise 1966 yılında %12 oranında gerçekleĢmiĢtir. Birinci Kalkınma Planında ekonomisin %7 oranındaki büyüme hızı amaçlanmıĢtır ancak ulaĢılamamıĢ geliĢme hızı %6,7 olarak gerçekleĢmiĢtir. Sektörlerdeki gerçekleĢen büyüme oranları planlanandan düĢük olarak gerçekleĢmiĢtir. Tarım sektöründe %4,2 yerine, %3,2 sanayide %12,3 yerine %9,7 hizmetler sektöründe %6,8 yerine %6,6 olarak gerçekleĢmiĢtir. Özellikle sanayi sektöründe planlanan hedefe ulaĢılamaması büyük bir önem taĢımaktadır (BaĢol, 1983: 66-67). Ġkinci BeĢ Yılık Kalkınma Planı (1968-1972), birincide olduğu gibi ekonomik büyüme hızı ortalama %7 oranında hedeflenmiĢtir. Ġkinci Planın en önemli özelliği ekonomik geliĢmenin bütün diğer unsurlarının, örneğin istihdam hacminin yükseltilmesi, tasarrufların artırılması, ekonominin dıĢa bağımlılığının azaltılması vb. büyüme hızına bağımlı olarak ele alınmıĢtır. Ġkinci plan büyüme hızına birinci plandan daha fazla bir belirleyicilik yüklemiĢtir ve bu hedefe nasıl ulaĢılacağı konusunda farklı bir yaklaĢım göstermiĢtir. Kalkınma sorununa birinci plandan iki noktada farklılık arz etmiĢtir. Bu farklılıklar, ekonomik büyümede sektörlere verilen öncelik ve kentleĢme sorununa yaklaĢımdır (Altıok, 2011: 176). 56 Ġkinci BeĢ Yıllık Kalkınma Planındaki (1968-1972) diğer hedefler Ģöyledir: - Sanayi sektörü ekonominin sürükleyici niteliğini kazanacaktır, - Tarımsal üretimde hava Ģartlarına bağlılık azaltılacak ve tarım sektörü ortalama olarak %4,1 oranında büyüyecek, - Ekonomide enflasyon veya deflasyon olmayacak, - DıĢ kaynaklara bağlılık azaltılacak ve dıĢ tasarrufların GSMH içindeki payı 1967 yılında %2 iken 1972‟de %1,7‟ye düĢürülecek, - Yatırım harcamaları yılda %11,4 oranında artırılacak, - 1967 de GSMH‟nin %19,9‟u olan toplam tasarruflar, %24,3 oranına çıkartılacaktır (Hatiboğlu, 1981: 77). Birinci Kalkınma Planının; tarım, imalat, sanayi, hizmetler ve kamu kesiminde sağladığı olumlu geliĢmelerin kaynağının dıĢ borçlardan karĢılanması, bununla beraber ithal ikameci ve korumacılığa dayalı sanayileĢme nedeniyle ülkede döviz sıkıntısı yaĢanmaya baĢlanmıĢtır. Döviz sıkıntısına çözüm bulmak amacıyla devalüasyon yapılmıĢtır (Turhan, 2007: 60). Türkiye Cumhuriyet‟inde üçüncü büyük istikrar kararları 10 Ağustos 1970 tarihinde alınmıĢtır. 1970 yılına gelene kadar, ekonomi darboğazlarla karĢılaĢmıĢ, dıĢ ticaret açığı yeniden büyümüĢ, TL aĢırı derecede değerlenmiĢ, iĢçi döviz giriĢleri azalmıĢtır. 1970 istikrar kararları ile %66,6 oranında devalüasyon yapılarak 1dolar = 15.100 TL kuru belirlenmiĢ, ihracatta katlı kur uygulamasına devam edilmiĢ, ithal teminat oranları azaltılmıĢ, miktar kısıtlamaları sınırlandırılmıĢ, faizler ve vergiler yükseltilmiĢ maaĢlar ve ücretler dondurulmuĢ, KĠT ürünlerine %50 oranında zam yapılmıĢtır (Karluk, 2002: 444). Ġhraç edilemeyen milli ürünlerimizin ihracında, dıĢ ticaret dengemizde, milli üretimimizi çoğaltmada, dıĢ ülkelerdeki vatandaĢlarımızın dövizlerinin Türkiye‟ye akmasında 10 Ağustos 1970 Devalüasyonunun faydaları olmuĢ. Ancak, Türk Ekonomisinin muhtaç olduğu istikrarı sağlayamamıĢtır. Paramızın dıĢ değerinin düĢmesi, içerdeki fiyatların sürekli olarak artmasına neden olmuĢ, yeni vergiler ve diğer zamlar, fiyatları daha da yükseltmiĢtir. Ġthalat ve ihracat açığı büyümüĢ, 57 ödemeler bilançosundaki açık devam etmiĢtir (Çelebi, 2002: 61). Halk ekonomideki darboğazla beraber siyasal ve sosyal huzursuzlukları sokağa taĢımaya baĢlamıĢ ve 21 Mart 1971 askeri muhtırası gerçekleĢmiĢtir. Ġkinci Kalkınma Planı döneminde üç ayrı hükümetin kurulması bu dönemde yaĢanan siyasi istikrarsızlığında bir göstergesi olmaktadır (Turhan, 2007: 60). Tablo 9: 1968-1972 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları GSMH DeğiĢim Fiyat DeğiĢim (%) Deflatörü (%) Yılı TÜFE DeğiĢim (%) 1968 1 211 4,1 1 715 3,2 0,52 3,9 1969 1 280 5,7 1 839 7,2 0,56 7,2 1970 1 431 11,8 1 962 6,7 0,6 8,5 1971 1 743 21,8 2 274 15,9 0,71 17,4 1972 2 010 15,3 2 683 18 0,78 10,2 TEFE Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 553-554 Ġkinci Kalkınma Planının uygulandığı 1968–1972 dönemine iliĢkin Tablo 9‟da enflasyon rakamları gösterilmektedir. Planın uygulandığı ilk iki yılda enflasyon oranları tek haneli gerçekleĢirken, 1970 yılında enflasyon oranı çift haneli rakamlara dönüĢmüĢtür. En düĢük TÜFE %4,1 oranında ve TEFE %3,2 oranında 1968 yılında gerçekleĢmiĢtir. En yüksek TÜFE %21,8 oranıyla 1971 yılında, TEFE %18 oranıyla 1972 yılında gerçekleĢmiĢtir. Tablo 10: GSMH Sektör Payları (Sabit Fiyatlarla %) Yıl GSMH (Sabit Fiyatlarla) Büyüme Değer TL Hızı (%) Tarım Sanayi Hizmetler 1968 31 635 197 6,7 1,9 10,0 8,3 1969 33 002 579 4,3 -1,4 12 5,4 1970 34 468 624 4,4 2,8 -0,5 7,3 1971 36 897 377 7 5,1 8,9 7,6 1972 40 279 248 9,2 1 10,6 13,4 Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 647 Ġkinci Kalkınma Planında hedeflenen tablo 10‟da görüldüğü üzere %7 büyüme oranı %6,3 oranında gerçekleĢmiĢtir. Sektörlerdeki gerçekleĢen büyüme oranları 58 planlanandan düĢük olarak gerçekleĢmiĢtir. Tarım sektöründe %4,1 yerine, %3,1 sanayide %12 yerine %9,1, hizmetler sektöründe %6,3 yerine %6,6 olarak gerçekleĢmiĢtir. Tarım ve sanayi sektöründeki hedeflere ulaĢılamazken hizmetler sektöründe planlanan hedef aĢılmıĢtır (Altıok, 2011: 180). Üçüncü BeĢ Yılık Kalkınma Planı 1973-1977 yıllarını kapsamakta ve onbeĢ yıllık uzun dönemli planın üçüncü kısmını oluĢturmaktadır. Türkiye ile Avrupa Topluluğu arasında 1963 yılında imzalanan ortaklık anlaĢmasının 1 Ocak 1973 yılında yürürlüğe girmesi ile birlikte gümrük indirimlerinin gerçekleĢmesi ve geçen on yıllık dönem içinde ulaĢılan sonuçlar ve karĢılaĢılan sorunlar, özellikle sanayide hedeflenen artıĢ hızının gerçekleĢtirilememesi, belirli bir yapısal değiĢikliği mecburi kılmıĢtır. Bundan dolayı, Üçüncü Kalkınma Planı onbeĢ yıllık perspektif içerisinde değil, yeni hazırlanan ve 22 yılı kapsayan yeni bir stratejinin ilk dilimi olarak hazırlanmıĢtır (Aktaran: Erdoğan, 2006: 45). Üçüncü Kalkınma Planı Ģu temel hedefleri benimsemiĢtir: - Yıllık büyüme hızı %7,9 oranında belirlenmiĢ, - Tarım sektöründe yıllık üretim artıĢı %4-4,5 ve sanayi sektöründe %11,5-12,5 bulunması planlanmıĢ, - GSYĠH‟nın oluĢumunda sektörlerin payı tarım %23, sanayi %27 ve hizmetler %50 olacak, - Yatırımların %12‟si tarımda, %45‟i sanayide, %43‟ü de hizmetlerde gerçekleĢecek, - Toplam tasarrufların 1972‟deki %19,6 düzeyi, 1977‟de %25,5‟e yükseltilecek, - DıĢa bağımlılığın azalması için ihracatın 1963-71 arasındaki %7‟lik yıllık artıĢı %9,4‟e yükseltilecektir (Hatiboğlu, 1981: 78; Tokgöz, 1998: 23). Üçüncü plan hedeflediği büyüklüklerin çoğuna petrol krizi, ödemeler bilançosu dengesizliği sorunu gibi nedenlerle ulaĢamamıĢ ve böylece hızlı büyüme yanında 59 üretim yapısının değiĢtirilmesi gibi iki önemli amaca ulaĢılamamıĢ. Bunun belirgin niteliklerinden birisi, baĢta altyapı sorunu olmak üzere, ekonominin darboğazlara girmesidir. 1960-1973 dönemine baktığımızda kesintisiz büyümeyi sağlayan ithal ikameci stratejilerin bulunduğu görülmektedir. Ġthal ikameci politikalar dayanıksız tüketim mallarına yönelik olduğu sürece büyüme devam etmiĢ, fakat bu durum 1960‟ların ortalarından itibaren ithal ikameci politikalar dayanıklı tüketim malları ve ara mallar hedef aldığında sonuçlar tatmin edici olmaktan uzak kalmıĢtır. Çünkü Üçüncü Plan döneminde dayanıklı tüketim malları sanayinin göreli öneminin azaltılması hedeflenirken bu gerçekleĢtirilemedi sanayide ithal ikameci stratejinin ana hedefi olan ara ve yatırım malları üretimine geçiĢ ve dıĢa açılma sürecini zayıflatmıĢtır (Altıok, 2011: 185). Tablo 11: 1973-1979 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları GSMH DeğiĢim Fiyat DeğiĢim (%) Deflatörü (%) Yılı TÜFE DeğiĢim (%) TEFE 1973 2 327 15,8 3 233 20,5 0,94 21,1 1974 2 686 15,4 4 200 29,9 1,23 30,5 1975 3 196 19 4 624 10,1 1,49 21,2 1976 3 720 16,4 5 345 15,6 1,72 15,3 1977 4 558 22,5 6 633 24,1 2,13 24 1978 6 987 53,3 10 123 52,6 3,13 46,7 1979 11 318 62 16 591 63,9 5,5 75,6 Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 554 Tablo 11‟de görüldüğü gibi Üçüncü Kalkınma Planında TÜFE ve TEFE değerleri çift haneli rakamlarla devam etmiĢtir. Üçüncü Planda TÜFE en yüksek 1975 yılında %19, TEFE en yüksek 1974 yılında %29,9 oranında gerçekleĢmiĢtir. Enflasyon oranları 1977‟de hızını artırarak 1979 yılında TÜFE %62, TEFE %63,9 oranında gerçekleĢmiĢtir. Planlı dönemin uygulandığı 1973-1977 yılları arasında TÜFE ortalama % 17,82, TEFE ortalama %20,04 oranında gerçekleĢmiĢtir. 60 Tablo 12: GSMH Sektör Payları (Sabit Fiyatlarla %) Yıl GSMH (Sabit Fiyatlarla) Büyüme Değer TL Hızı (%) Tarım Sanayi Hizmetler 1973 42 255 004 4,9 -8,1 12 9,2 1974 43 633 172 3,3 6,2 7,1 0,7 1975 46 275 414 6,1 3 9,1 6,4 1976 50 437 968 9 6,9 8,9 10 1977 51 944 339 3 -2,1 6,6 3,9 1978 52 582 171 1,2 2,7 3,1 -0,1 1979 52 324 176 -0,5 -0,2 -5 1,1 Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923- 2009: 647 Üçüncü Kalkınma Planında büyüme hedefi yılda %7,9 olarak hesaplanmıĢtır anacak, büyüme %7 oranında bir geliĢme göstermiĢtir. Planda tarım sektörünün gelirleri payında hedeflere yaklaĢılmasına karĢın, sanayi sektörü gelirlerinde oldukça geri kalındığı ve bu geri kalıĢın doğrudan doğruya hizmetler sektöründeki geliĢmelerden etkilendiğini söyleyebiliriz (BaĢol, 1983: 68). Üçüncü Plan döneminde dıĢ ekonomik iliĢkilerde Ģok etkisi yapan büyük iniĢ çıkıĢlar meydana gelmiĢtir (Tokgöz, 1999: 165). Dünya ekonomisi Aralık 1973 yılında petrol fiyatlarında yaklaĢık %400‟lük artıĢla birinci petrol Ģokuyla sarsıldı. Dünyada bu Ģokun etkisi atlatılamadan 1979 yılında petrol fiyatlarının yaklaĢık %100 artmasıyla yeni bir petrol Ģoku daha yaĢandı. IMF Petrol Ģokundan itibaren istikrar paketi için ısrar etmeye baĢladı. Hükümet, bir süre devalüasyon kararı almaktan ve istikrardan kaçınmanın yollarını aradı. KuĢkusuz iç ve dıĢ dengeler bu arada daha da bozuldu ve 1 Mart 1978‟de TL dolara karĢı %29 oranında devalüe edilerek 1$ = 19,5 TL‟den 1$ = 25,25 TL‟ye yükseltildi. O dönemde genel kanı TL‟nin hala aĢırı değerlenmiĢ olarak kaldığı yönünde olunca Mart ve Haziran 1979‟da iki kez daha devalüe edildi ve son olarak 1$ = 47 TL oldu. Ancak TL hala aĢırı değerliydi ve hükümet alına devalüasyon kararlarına rağmen iç talebi düĢürücü herhangi bir önlem almıyordu. Bunun sonucunda enflasyon giderek yükseldi, büyüme hızı yavaĢladı 1978 yılında %1,2, 1979 „da yılında -%0,5 olmuĢtur (Parasız, 2003: 277-280). 61 Dördüncü BeĢ Yıllık Kalkınma Planı, ağır bir ekonomik ve siyasal bunalım döneminde bir yıl gecikme ile 1978 yerine 1979 yılında uygulamaya konuldu. Ekonomik bunalım dıĢ ödeme güçlüğü ve enflasyon gibi geleneksel göstergeleriyle, önceki bunalımlardan çok daha ağır bir özellik taĢıyordu. Ham petrol fiyatlarının 1974 yılı baĢında ve devam eden yıllarda sürekli olarak yükselmesi ve Türkiye‟nin yoğun ekonomik iliĢki içinde bulunduğu ülkelerde ekonomik durgunluk ve enflasyonun birlikte görülmesi, kaçınılmaz olarak, ülkenin dıĢ ticaret ödemeler durumunu sarstı. Ġthalat gelirlerinin hızla artmasına karĢılık ihracat sınırlı kaldı (Kepenek ve Yentürk, 2000: 152). Tablo 13: Sabit Sermaye Yatırımlarının Sektörel Dağılımı (P: Plan G: GerçekleĢen, %) I. Plan II. Plan III. Plan IV. Plan Sektörler P G P G P G P Tarım 17,7 13,9 15,2 11,1 11,7 11,8 12,2 Madencilik 5,4 5,6 3,7 3,3 5,8 3,7 6,1 Sanayi 16,9 20,4 22,4 26,8 31,1 28,2 27,4 Enerji 8,6 6,5 8 9 8,5 7,4 10,6 UlaĢtırma 13,7 15,6 16,1 16 14,5 20,6 16,3 Turizm 1,4 1,3 2,3 2,1 1,6 1 1,2 Konut 20,3 22,4 17,9 20,1 15,7 16,9 14,6 Eğitim 7,1 6,6 6,7 4,7 5 3,3 4,8 Sağlık 2,3 1,8 1,8 1,5 1,4 1,1 1,4 Kaynak: http://www.dpt.gov.tr/Kalkinma.portal 1963–1980 arası dönemde yapılan kalkınma planlarında, sektörel yatırım dağılımlarının planlanan ve gerçekleĢen değerleri planlı dönem içinde önemli bir değiĢme göstermemiĢtir. Tablo 13‟de dikkati çeken önemli unsur planlanan yatırım oranlarının bir önceki plan gerçekleĢmelerine yakın olmasıdır. Üç ana sektörü incelersek, birinci plan döneminde tarım sektörünün yatırımlar içindeki dağılımı %14 civarında olmasına rağmen bu oran diğer plan dönemlerinde düĢüĢ göstermiĢ ve %12‟lere gerilemiĢtir. Sanayi sektörü birinci planda %20‟lik seviyelerde iken diğer 62 planlarda bu oran %28‟lere kadar çıkmıĢtır. Hizmetler sektörünün payı %50‟lerde seyretmiĢtir (Erdoğan, 2006: 45-46). 1960-1979 yılları arası genellikle planlı yıllar olarak adlandırılır. Ġlk kapsamlı plan uygulamasına 1963 yılında baĢlandı bu yılı izleyen ilk iki plan döneminde planlamacılığın iktisadi kararlarındaki belirleyiciliği oldukça kuvvetliydi. 1974 birinci petrol Ģokunu izleyen yıllarda ise, Türkiye ekonomisinin içine girdiği çalkantılı ortamda, planlama ilkelerini uygulamak artık mümkün olmamaya baĢladı. Ġlerleyen yıllarda korumacılık ve müdahalecilik olarak eleĢtirilen yapılanmalar altında Türkiye ekonomisi 1970‟lerin sonlarında kriz ortamına girdi. Planlama uygulamalarını belirleyen ithal ikameci kalkınma modeli ve bu modelin gerektirdiği ekonomik düzenlemeler, 24 Ocak 1980 kararlarına kadar varlığını sürdürdü. Türkiye 1980 yılından itibaren dıĢa açık bir kalkınma modelini benimsedi (Doğruel ve Doğruel, 2005: 171). 3.2. 1980’den Günümüze Türkiye Ekonomisi Bu bölümde Türkiye‟de enflasyon ve büyüme arasındaki iliĢkiler, dönemin içinde bulunduğu konjonktür durumuna göre, 24 Ocak kararlarından 1988 ekonomi programına kadar geçen dönem (1980-1988), 1988 ekonomi programın kararlarından 5 Nisan kararlarına kadar geçen dönem (1989-1995), 5 Nisan kararlarından Enflasyonla Mücadele kadar geçen dönem (1996-2000), Enflasyonla Mücadeleden Güçlü Ekonomiye kadar geçen dönem (2001-2007) ve son olarak 2008 Küresel krizi olmak üzere beĢ dönem olarak alınması uygun görülmüĢtür. 1950-1980 dönemi, Türkiye‟de aĢağı yukarı her on yılda bir ekonomik kriz yaĢanmıĢtır. 1958, 1970 ve 1980 yılları farklı özelliklere sahip olsalar da ekonomiyi tekrar rayına oturtmaya yönelik istikrar programları uygulamaya konulmuĢtur. Ancak 1970‟lerin sonlarına doğru yaĢanan kriz daha ciddi boyutta olmuĢ ve bu krizin ardından uygulamaya konan ve 12 Eylül yönetimi sonrasında da uygulanmaya devam edilen 24 Ocak 1980 istikrar programı ülkedeki temel iktisat politikası yaklaĢımını ve iktisat sistemini değiĢtiren önlemler içerdiği için uzun yıllar tartıĢılmıĢtır (Günay, 2007: 354). 63 Türkiye‟de siyasal iktidarlar 1980‟li yılların baĢından beri enflasyonun en önemli makroekonomik sorun olduğunu kabul etmekte ve enflasyonla mücadeleyi öncelikli konu olarak ilan etmektedirler. Fakat bazı yıllarda sağlanan ve sürdürülebilir olmayan kısmi baĢarıların ötesinde enflasyonu sürekli bir iniĢ temposuna oturtmak mümkün olamamaktadır (Eğilmez ve Kumcu. 2005: 376). 3.2.1. 1980-1988 Dönemi ve 24 Ocak Kararları Ekonomik bunalımın yoğunlaĢması ve 1977-78 yıllarında alınan önlemlerinin yetersiz kalması üzerine hükümet, 24 Ocak 1980‟de yeni bir ekonomi politikasını uygulamaya koydu (Kepenek ve Yentürk, 1997:182). Programın uygulanmaya baĢladığı ilk dönemden, 12 Eylül 1980‟e kadar azınlık hükümeti ve siyasi istikrarsızlık söz konusudur. 12 Eylül 1980‟den sonra bir askeri hükümet baĢa geçmiĢtir ve demokrasi askıya alınmıĢtır. Programın uygulanmasında söz konusu siyasal Ģartların etkisinin olduğuna kuĢku yoktur (ġahin, 1998: 187). 24 Ocak öncesinin ekonomik tablosu Ģöyledir: - 1974‟ten itibaren etkisini göstermeye baĢlayan asıl petrol Ģokları ile onların dolaylı Ģokları Türkiye‟de ithalat maliyetini büyük ölçüde artmıĢtır, - Ekonominin ara malları ile yatırım malları ile büyük ölçüde ithalata bağlı olması, sanayi üretimin iç piyasaya dönük karakteri, ihraç gücünün zayıflığı ve genellikle ekonominin döviz kazanma gücünün yetersiz olması, 1974 sonrasında dolaylı dolaysız petrol Ģoklarının büyük bir bölümünü ekonominin sırtına yüklemiĢtir, - Ekonominin, döviz harcamadan iĢleyemeyecek bir durumda bulunmasına ek olarak enerji bakımından da dıĢa bağlılığı döviz enerji darboğazlarını daha da daraltmıĢtır, - Döviz ve enerji darboğazlarının yarattığı ara malı kıtlığı ve enerji yetersizliği üretimi büyük ölçüde aksatmıĢ, fazla kapasitelerinin oluĢmasına yol açmıĢ bu durum üretim maliyetini yükselterek, arzı daraltmıĢtır, 64 - Genel arz daralıĢı ve maliyetlerdeki artıĢlar karĢısında toplam nakdi talep gereği kadar daralmamıĢ ve bu durum sonucunda enflasyon çarkı gittikçe artan bir hızla dönerek %100‟ü aĢan bir enflasyon dönemi yaĢanmıĢtır, - Döviz sıkıntısı, dıĢ borç ödemelerini sıkıntıya sokmuĢ ve Türkiye‟nin dıĢ kredi sağlama hususundaki ekonomik itibarı çok zayıflamıĢtır, - Bütün bunlara ek olarak iç olaylar, huzursuzluklar ve Ģiddet hareketleri ekonomik kararlara ve ekonomik faaliyetlere olumsuz yönde etkilemiĢ, özellikle uzun vadeli karar ve uygulamalar aksamıĢtır (Kılınçbay, 1999: 163). 24 Ocak kararlarının temel felsefesi ekonomide devlet müdahalesini en az seviyeye indirerek piyasa ekonomisine iĢlerlik kazandırılması idi. Devletin yerini özel kesimin alması, ekonomide makro ve mikro dengelerin belirlenmesinde idari kararların yerine, fiyat mekanizmasının geçerli olması amaçlanmıĢtı. 24 Ocak istikrar programı ile geleneksel sanayileĢme politikası olan ithal ikameci politikadan ihracata dönük sanayileĢme politikasına geçilmiĢtir. Sınai mamul ihracatına dayalı ihracat artıĢı bu programın en önemli noktasını oluĢturmuĢtur. 24 Ocak Kararları ekonomik bunalımdan çıkmak amacı ile yürürlüğe konulmuĢtu. BaĢka bir ifadeyle, sözü edilen uzun vadeli amaçlarından önce bir dizi kısa vadeli amaçları vardı (Parasız, 1998: 183). Kısa vadeli bu amaçları sıralarsak, acil dıĢ ödeme güçlüklerini çözümlemeyi, enflasyon hızını düĢürmeyi, atıl kapasiteleri harekete geçirerek büyüme hızını artırmayı amaçlamıĢtır (Karluk, 1999: 405). 24 Ocak istikrar tedbirleri paketinin ekonomiyi istikrara kavuĢturma yolunda hareket noktası Ģunlardır: - Enflasyonun hızını yavaĢlatmak, fiyat istikrarını sağlamak ve enflasyonun devlet sektöründen kaynaklanan tesirlerini yumuĢatmak, hafifletmek, - Üretim çarkını harekete geçirmek, bunun için de döviz, enerji ve ona bağlı olmayan öteki girdilerin arzını artırmak, 65 - Ekonominin döviz kazanma gücünü harekete geçirmek için ihracatı hızla teĢvik etmek ve öteki döviz kazanan aktiviteleri güçlendirmek, - Zorunlu ithalat dıĢında döviz harcamalarını en az düzeye indirmek, - Yeni tasarruf, faiz, kambiyo politikalarını uygulamak (Kılınçbay, 1999: 164). 24 Ocak Kararları Sonucunda; - Ġhracat hızla geliĢmiĢ, özellikle ihracatta sanayi mallarının payı artmıĢtır. Gerçekçi döviz kuru, reel faiz ve liberal dıĢ ticaret politikaları sonucunda ihracat 1980‟de 2.9 milyar dolardan 1983‟de 5.9 milyar dolara yükselmiĢtir, - Ġhracat ve diğer döviz gelirlerindeki artıĢ sonucunda ödemeler dengesi açıkları azalmıĢ ve döviz darboğazı geniĢletilmiĢtir. - Yabancı sermaye, iĢçi döviz gelirleri ve turizm gelirleri artmıĢtır, - 1981 liberasyonundan sonra ithalat hızla geliĢtiği için dıĢ ticaret açığı büyümüĢtür, - Kısa dönemde yokluklar, kuyruklar ve karaborsa ortadan kalkmıĢtır, - Uluslar arası piyasalardan sağlanan taze krediler ile dıĢ finansman ihtiyacını karĢılanmıĢ ve ithalat artırılmıĢtır, - Fiyatlar, özellikle kararların uygulandığı yıl olan 1980‟de Cumhuriyet tarihinde ilk defa üç haneli olmuĢ TEFE %107,2 oranında gerçekleĢmiĢ. Fakat 1981‟den sonra enflasyon oranları hızla inmiĢ, 1981-1987 döneminde yıllık ortalama %30‟lar civarında seyretmiĢtir, - Fiyat oranlarının artırılması ve faiz oranlarının artırılması, banka mevduatlarını yükseltmiĢtir, - 1980 yılında GSMH oranları -%2,5 oranında gerçekleĢmiĢ, 1981‟den sonra ekonomi yeniden büyümeye baĢlamıĢtır. 1980-1983 döneminde GSMH sabit fiyatlarla %4 oranında artmıĢtır, 66 - KĠT ürünlerine kısa aralıklara zam yapılmıĢ, KĠT‟lerin zararları kapatılmıĢ bu durum sonucunda hazineye olan yükleri hafifletilmiĢtir, - MaaĢ ve ücretlere, enflasyon oranının altında zam yapılmıĢtır. Bu durum, çifçiler ile çalıĢanların milli gelirden aldıkları payın azalmasına ve gelir dağılımının bozulmasına neden olmuĢtur (Karluk, 1999: 407). Özetle, 1980-1983 yılları arasında piyasalarda arz-talep dengesi sağlandı, ödemeler bilançosu açıkları küçüldü, döviz darboğazından çıkıldı, dıĢ ödemeler rahatladı ve enflasyon azalma sürecine girdi. Bununla birlikte, GSMH büyüme oranları düĢük düzeyde kaldı, iĢsizlik arttı, para piyasası dengesizlikleri sürdü. Devletin ekonomideki yeri daraltılmadı, buna karĢılık sosyal dengesizlikler büyüdü (ġahin, 1998: 189). Tablo 14: 1980-1988 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları GSMH DeğiĢim Fiyat DeğiĢim (%) Deflatörü (%) Yılı TÜFE DeğiĢim (%) 1980 22 795 101,4 34 377 107,2 10,42 89,6 1981 30 546 34 47 027 36,8 15,05 44,3 1982 39 221 28,4 59 725 27 19,31 28,3 1983 51 536 31,4 77 941 30,5 24,32 26 1984 76 479 48,4 117 145 50,3 36,13 48,5 1985 110 895 45 167 751 43,2 55,24 52,9 1986 149 265 34,6 217 406 29,6 74,92 35,6 1987 207 329 38,9 287 193 32,1 100 33,5 1988 360 130 73,7 483 346 68,3 170 69,7 TEFE Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923- 2009: 554 1980 sonrasında sıkı para politikası uygulanmadığı halde 24 Ocak istikrar önlemlerinin yarattığı talep Ģoku, etkisini göstermiĢ ve tablo 14‟de görüldüğü gibi enflasyon 1981 yılında TÜFE %34 düzeyine inmiĢtir. Ancak, 1984 yılından sonra para politikasında sağlanan rahatlama ile desteklenen ve zamanla %60‟lar düzeyinde karar kılarak kronikleĢen ve daha da önemlisi halk tarafından kanıksanan bir enflasyon ortamına girmemize neden olmuĢtur (Eren, 1999: 77). 67 Tablo 15: 1980-1988 Yılları Arası GSMH ve GSYĠH Değerleri Yıl GSMH (Sabit Fiyatlarla) Değer Büyüme TL Hızı (-000) (%) GSMH (Cari Fiyatlarla) Değer Büyüme TL Hızı (-000) (%) GSYĠH GSYĠH (1998 Fiyatlarla) (Cari Fiyatlarla) Değer Büyüme Değer Büyüme TL Hızı TL Hızı (-000) (%) (-000) (%) 1980 50 869,9 -2,8 5 303,0 84,4 30 409,3 -2,4 7,00 83,5 1981 53 316,8 4,8 8 022,7 51,3 31 886,1 4,9 10,60 51,1 1982 54 963,2 3,1 10 611,8 32,3 33 022,4 3,6 14,1 32,8 1983 57 279,0 4,2 13 933,0 31,3 34 663,9 5 18,6 32,5 1984 61 349,8 7,1 22 167,7 59,1 36 990,5 6,7 29,5 58,2 1985 63 989,0 4,3 35 350,3 59,5 38 559,5 4,2 47,1 59,5 1986 68 314,8 6,8 51 184,7 44,8 41 263,3 7 68,6 45,5 1987 75 019,3 9,8 75 019,3 46,6 45 177,4 9,5 100,4 46,3 1988 76 108,1 1,5 129 175,1 72,2 46 135,3 2,1 173,7 72,9 Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923- 2009: 645-647; http://www.dpt.gov.tr/ Tablo 15‟de, Türkiye‟de 1980- 1988 yılları arasında büyüme rakamları gösterilmiĢtir. Buna göre, Türkiye‟de 24 Ocak 1980 kararlarından sonra GSMH büyüme hızı (1987 fiyatları ile), kararların alındığı ilk sene -%2,8 gibi bir daralma meydana gelmiĢtir. Ancak 1980 yılını devam eden yıllarda olumlu geliĢmeler yaĢanmıĢtır. 1986 yılında iç talepteki artıĢ ve petrol fiyatlarındaki düĢmenin yarattığı uygun koĢulların da etkisiyle büyüme hızı %6,8 oranında gerçekleĢmiĢtir. Bu süreç 1987 yılında da devam etmiĢ ve bu dönemdeki en yüksek büyüme rakamı 1987 yılında %9,8 oranında gerçekleĢmiĢtir (Turhan, 2007: 66). GSYĠH büyüme hızı, kararların alındığı ilk sene %83,5 oranında gerçekleĢmiĢtir. 1981 yılında enflasyon oranlarının düĢmesiyle GSYH oranında da bir daralma yaĢanmıĢ, bu düĢüĢ 1984 yılına kadar devam etmiĢtir. 1984 yılında fiyatlardaki yükselmelerle birlikte büyüme hızı yeniden 1984-1985 yıllarında hızlanmıĢtır. 68 3.2.2. 1989-1995 Dönemi ve 5 Nisan Kararları Türkiye‟nin ekonomisinde köklü dönüĢümü simgeleyen 24 Ocak 1980 kararlarından sonra, ekonomik istikrarı sağlamak amacıyla bazı yıllarda, düzeltici önlemler alınıyordu (Kepenek ve Yentürk, 1997: 444). 24 Ocak 1980 kararları ile birlikte ihracata dönük, dıĢa açık bir politika izlenmeye baĢlanmıĢtır. 1980-1984 yılları arasında yüksek oranda borç ertelemesi ve 1984 yılı sonrası yeni dıĢ kaynakları bulabilme baĢarısıyla ardı ardına pozitif büyüme oranlarına ulaĢılabilmiĢtir. 1988 durgunluğunu takip eden yıllarda büyüme dalgalanmaları, görece olarak daha kısa aralıklarla gerçekleĢmiĢ büyüme hızındaki istikrarsızlık nicel olarak ĢiddetlenmiĢtir (Tarı ve Kumcu, 2005: 163). Özellikle 1990 yılından itibaren kamu kesimi açıklarının hızla artıĢı, devletin gelirlerinin yıllık dıĢ borç ödemesini dahil karĢılayamaz duruma gelmesi, bu nedenle iç borçlanmaya yönelmesi ve Merkez Bankası kaynaklarını fazlaca kullanması ve eritilmesi yeni bir istikrar programının acilen yürürlüğe girmesini zorlamıĢtır (Uludağ ve Arıcan, 2003: 62). 1988 ekonomi programı 1994 krizini hazırlayan temel neden olmuĢtur. ġöyle ki (Aktaran: Erdoğan, 2006: 52-53). - 1980–1986 döneminde düĢük tutulan ücret artıĢları, 1988 yılında reel iĢçilik ücretlerini 1969 senesinin altına indirmiĢtir. 1988 sonrasında, kayıpların telafi edilmesi için artan reel ücretler, maliyet artıĢlarına yol açmıĢ, ucuz iĢçi avantajına bağlı olan ihracatı yavaĢlatmıĢtır. - Döviz kurları artıĢlarının enflasyon oranının altında kalması sonucu TL aĢırı değer kazanmıĢ, ihracat artıĢları yavaĢlamıĢ, ithalat artıĢları hızlanmıĢtır. Bu durum dıĢ ticaret açıklarını arttırmıĢtır. 1993 sonuna gelindiğinde dıĢ ticaret açıkları 13,5 milyar doları bulmuĢtur. - Döviz kurları yavaĢ artarken faizler yüksek kaldığından kısa vadeli yabancı sermaye (sıcak para) Türkiye‟de dolar bazında %40‟lara yaklaĢan kazançlar elde etmeye ve dıĢ ticaret açıklarını finanse etmeye baĢlamıĢtır. 69 - Yurt dıĢından borçlanma yurt içinden borçlanmaya kıyasla daha ucuz olduğundan, Ģirketler yabancı paradan borçlanmıĢlar, bankalar döviz pozisyonlarını açmıĢlardır. 1993 sonuna varıldığında, bankaların döviz pozisyonu açıkları 5 milyar doları aĢmıĢtır. Denge bozukluklarına bağlı bütün bu geliĢmeler, ülkede riskleri arttırmıĢ, kriz beklentilerini beslemiĢtir. 1994 Ocak ortalarında kriz patlak vermiĢtir. 1994 krizi de enflasyonun 120‟leri bulması, yüzde 300‟lere varan döviz kuru artıĢları ve yüzde 900‟lere varan faizlerle sonuçlanmıĢtır. Ġstikrar programı, enflasyon oranını azaltma, TL‟ye kararlılık kazandırma, dıĢsatımı artırma ve bunlar gerçekleĢtirerek, sürdürülebilir bir ekonomik ve toplumsal geliĢme sürecini elde etmeyi hedeflemiĢtir. Bu hedeflere ulaĢılması, baĢta kamu kesimi açıklarının azaltılması ve bir dizi yapısal yeni düzenlemelerle gerçekleĢtirilecektir (Kepenek ve Yentürk, 1997: 444). 5 Nisan kararları çerçevesinde 5 Nisan ve daha sonra uygulamaya konulan baĢlıca önlemler, ana baĢlıklar altında aĢağıda özetlenmiĢtir: - Türk Lirası %39 oranında dıĢ değer kaybına uğramıĢtır, - 5 Nisan‟da TL‟yi cazip hale getirebilmek için Hazine Bonosu, tahvil ve repo gelirlerinden alınan %5 vergi kaldırılmıĢtır, - Bankaların faiz oranlarındaki değiĢikliği 2 gün önceden Merkez Bankası‟na bildirme zorunluluğu kaldırılmıĢtır, - Döviz kurları serbest bırakılmıĢ, Merkez Bankası‟nın kur belirleme sistemi değiĢtirilmiĢtir. Kurlar 10 bankanın verilerine göre belirlenmeye baĢlanmıĢtır, - 10 yıl aradan sonra ilk defa IMF ile stand-by anlaĢması yapılmıĢtır, - KĠT ve TEKEL ürünleri çok büyük oranda pahalılaĢtırılmıĢtır, - Akaryakıt kesintileri, %10‟dan %25 çıkartılmıĢ, 70 - Hazinenin Merkez Bankasından alacağı avansa sınırlandırma getirilmiĢtir (Karluk, 1999: 416). 5 Nisan 1994 Ġstikrar Programını hedeflerine ulaĢma performansı bakımından değerlendirirsek, özetle Ģunları söyleyebiliriz: 5 Nisan Ġstikrar Kararları piyasalardaki yangını durdurabilmiĢtir. Fakat, GSMH da yüzde 6 ya varan düĢme pahasına gerçekleĢmiĢtir. Buna karĢılık, 5 Nisan kararları yapısal hedefleri gerçekleĢtirmede baĢarılı sağlayamamıĢtır. Program uygulamasını takip eden yıllarda yıllık enflasyon oranları %70-%80‟lerde seyretmiĢtir. Kamu kesimi gelir-gider dengesizliği, vergi yasalarındaki düzenlemeye rağmen giderek artmıĢtır. Hazırlanan program bütünüyle uygulanamamıĢtır ve Türkiye de ekonomik kriz gündemden düĢmemiĢtir (ġahin, 2000: 227). Plan fiyat istikrarını sağlama konusunda baĢarılı olamadı. Program uygulamasını takip eden yıllarda yıllık enflasyon oranı çok yüksek düzeylerde gerçekleĢmiĢtir. Bu durumun baĢlıca nedenlerini, enflasyon hedefinin tutturulamaması sonucu, yeni KĠT zamlarının, maaĢ ve ücret artıĢlarının ve kamu personel giderlerinin artıĢının zorunlu hale gelmesi, kamu harcamalarında yapılan kısıntıların sürdürülememesi, vergilerin öngörülen miktarda toplanamaması, enflasyon beklentilerinin faizleri yükseltmesi, döviz kurlarındaki hızlı artıĢın ithal maliyetlerine yansıması ve iç talepteki durgunluğun üretimi azaltmasıdır. (Tecer, 2003: 94-95). Tablo 16: 1989-1995 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları Yılı 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 GSMH DeğiĢim DeğiĢim Fiyat DeğiĢim TÜFE (%) TEFE (%) Deflatörü (%) 588 092 63,3 792 203 63,3 298 75,5 942 712 60,3 1 206 526 52,3 470 57,6 1 563 958 66 1 874 942 55,3 747 59,2 2 660 293 70,1 3 039 281 62,1 1 222 63,5 4 418 747 66,1 4 814 220 58,4 2 045 67,4 9 115 875 106,3 10 624 985 120,7 4 238 107,3 17 137 846 88 19 762 471 86 7 932 87,2 Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 554 71 Tablo 16‟da 1989-1995 yılları arası fiyat değiĢim oranları verilmiĢtir. 5 Nisan kararlarının alındığı yıl TÜFE %106,3 oranında TEFE %120,7 oranlarıyla Cumhuriyet tarihinin en yüksek rakamlarına ulaĢmıĢtır. Bir sonraki yıl enflasyon üç haneli rakamlardan düĢmüĢ TÜFE %88 oranında TEFE %86 oranında gerçekleĢmiĢtir. Tablo 17: 1989-1995 Yılları Arası GSMH ve GSYĠH Değerleri Yıl GSMH (Sabit Fiyatlarla) Değer Büyüm TL e Hızı (-000) (%) GSMH GSYĠH (Cari Fiyatlarla) (1998 Fiyatlarla) Büyüm Büyüm Değer TL e Hızı Değer TL e Hızı (-000) (%) (-000) (%) GSYĠH (Cari Fiyatlarla) Büyüm Değer TL e Hızı (-000) (%) 1989 77 347,3 1,6 230 369,9 78,3 46 251,4 0,3 305,5 75,9 1990 84 591,7 9,4 397 177,5 72,4 50 532,1 9,3 528,3 72,9 1991 84 887,0 0,3 634 392,8 59,7 51 000,3 0,9 847,0 60,3 1992 90 322,5 6,4 1 103 604,9 74 54 052,3 6,0 1 469,7 73,5 1993 97 676,5 8,1 1 997 322,5 81 58 399,2 8,0 2 664,1 81,3 1994 91 733,0 -6,1 3 887 902,9 94,7 55 213,1 -5,5 5 200,1 95,2 1995 99 028,2 8 7 854 887,1 102 59 183,6 7,2 10 434,6 100,7 Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 647; http://www.dpt.gov.tr/ Tablo 17‟de 1994 yılında Türkiye ekonomisi GSMH büyüme hızına göre %6 oranında küçülürken, sonraki üç yılda iç tüketim harcamaları ve ithalattan kaynaklanan hızlı bir büyüme gerçekleĢmiĢtir (Tecer, 2003: 95). GSYĠH değerlerine göre 1990 ile 1991 yılları arasında büyüme hızı daralmıĢ 1992 yılından sonra hızlanarak en yüksek büyüme hızı bu dönemde 1995 yılında %100,7 oranında gerçekleĢmiĢtir. 3.2.3. 1996-2000 Dönemi ve Enflasyonla Mücadele Programı Türkiye ekonomisi 1996 yılında piyasalar üzerinde etkili olan üç önemli geliĢme ile karĢı karĢıyaydı. 1995 yılı sonunda yapılan genel seçimler sonrası siyasal belirsizlik, 1996 yılında Gümrük Birliği anlaĢmasının baĢlaması ve IMF ile yapılan Stand-by anlaĢmasının sona ermesidir (Tokgöz, 1998: 38). Türkiye ekonomisi 1995 yılında baĢlayan hızlı büyüme oranları, 1998 yılının Nisan aynına kadar devam etmiĢ, ancak hem yurtiçindeki siyasi istikrarsızlık hem de 72 1997 Güneydoğu Asya‟da ve daha sonra 1998 Rusya krizi ile sona ermiĢtir (Eroğlu, 2005). Bu geliĢmelerin sonucunda 1999 yılının sonuna doğru ekonomik son derece karamsar bir yapı içindeydi, ekonomik büyüme -%6.1 oranında gerçekleĢmiĢ, enflasyon oranları TÜFE %64,9 TEFE %51,3‟e, Hazine‟nin yıllık bileĢik faizi ortalama %106‟ya ulaĢmıĢ, bütçe açıkları artmıĢ ve taĢınamaz bir noktaya ulaĢmıĢtır. Son 30 yıldır iki haneli enflasyon yaĢayan Türkiye ekonomisi sondaki aĢamada hiperenflasyona geçmesi beklenmeye baĢlamıĢtır (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 384). Bu duruma bir de 1999 yılının seçim yılı olması nedeniyle ortaya çıkan belirsizliğin yarattığı etkiler eklenmiĢtir. 1999 yılında yeni kurulan koalisyon hükümeti ekonomideki bu kötü gidiĢatı önlemek ve dıĢ kaynak bulmak amacıyla IMF ile anlaĢmaya oturmuĢ bu durum yeni bir sürecin baĢlatılması Ģeklinde değil de daha önceki baĢlayan stand-by arayıĢlarının devamı ve sonucu niteliğinde olmuĢtur. Üçlü koalisyon hükümeti Temmuz–Aralık aylarını kapsayan, daha önceki sürecin devamı olarak Yakın Ġzleme AnlaĢması uygulamasını baĢlatmıĢ ve 1999 Aralık ayında da 2000-2002 yıllarını kapsayan üç yıllık orta vadeli stand-by anlaĢmasını imzalamıĢtır. Bu çerçevede Ocak 2000‟de sıkı para ve döviz kuru politikası ile bankacılık sektöründe yapısal dönüĢümleri içeren Enflasyonu DüĢürme Programı uygulanmaya baĢlamıĢtır (Eroğlu, 2005). Enflasyonu düĢürme programının temel amaçları Ģunlardır; - Tüketici enflasyonunu 2000 yılı sonunda %25, 2001 yılı sonunda %12 ve 2002 yılı sonunda %7 seviyesine indirmek, - Reel faiz oranlarını makul düzeylere düĢürmek, - Ekonomik büyümeyi artırmak, - Ekonomideki kaynakların daha etkin adil dağılımını sağlamak (Öcal, 2007: 452). Enflasyonu DüĢürme Programı üç temel unsur üzerine kurulmuĢtur. Bunlardan birincisi, sıkı bir maliye politikası uygulanarak faiz dıĢı fazlanın artırılması, yapısal 73 reformların gerçekleĢtirilmesi ve özelleĢtirmenin hızlandırılmasıdır. Ġkincisi unsur, enflasyon hedefi ile uyumlu gelirler politikası. Üçüncü temel unsur ise, bu unsurların enflasyon ve reel faizlerin düĢürülmesine yapacağı katkıyı desteklemek ve ekonomik birimlere uzun vadeli bakıĢ açısı kazandırmak için enflasyonun düĢürülmesine odaklanmıĢ kur ve para politikası uygulamasıdır (Günay, 2007: 370). Tablo 18: Aralık 1999 Kararları Hedefleri Büyüme Hızı % 5,5 Sabit Sermaye Yatırımları ArtıĢı % 11 Kamu Yatırımları % 14,5 Özel Yatırımlar % 9,5 Toplam Tüketim ArtıĢı % 4,5 Kamu Tükerim % 4,5 Özel Tüketim % 4,5 Ġhracat (milyon USD) % 28.250 Ġthalat (milyon USD) % 46.000 Cari ĠĢlemler Açığı (milyon USD) % 2.828 Bütçe Açığı / GSMH % 11,5 Faiz DıĢı Fazla / GSMH % 5 Ġç Borç Stoku % 61 TEFE Ortalama % 38,5 TEFE Yılsonu % 20 TÜFE Ortalama % 44,3 TÜFE Yılsonu % 25 Döviz Kuru Sepeti ArtıĢı % 20 Kaynak: Karluk, 2005: 432 Enflasyonu DüĢürme Programında döviz kuru bir kez daha çapa olarak kullanılmıĢ ve 1 dolar +0,77 euro‟dan oluĢan bir kur sepetinin değeri 2000 yılı baĢından itibaren her üç ayda 12 ay sonrası için, günlük değerleri de içerecek Ģekilde, önceden ilan edilmiĢtir. Sepetteki artıĢın 2000 ve 2001 yılında giderek azalacağı açıklanmıĢ, kur artıĢındaki azalmayla birlikte enflasyonunda giderek düĢeceği varsayılmıĢtır (Uygur, 2001: 404-405). Programın açıklanmasıyla faiz oranları hızla düĢtü bu da ertelenmiĢ tüketim isteklerini uyardı. Bankaların düĢük faizlerle verdikleri tüketici kredilerinin de desteğiyle tasarruflar hızla tüketime yöneldi. DüĢük döviz kuru politikasının özendirdiği sıcak para giriĢlerine dayanan ithalat artıĢları da enflasyonun, 2000 yılı 74 için hedeflenen, %20-25 düzeylerine indirilmesini engelledi ve TÜFE %54,9 oranında TEFE %51,4 oranında gerçekleĢti (Tecer, 2003: 99). Kur çapası sebebiyle enflasyon oranının altında bir artıĢ gösteren döviz kuru TL‟nin değerlenmesine yol açarak cari iĢlemler dengesi açığını büyüttü. Kriz öncesi ülkeye gelen sıcak paranın, özellikle bankaların açık pozisyonlarını kapatmak için döviz talep etmeye baĢladıkları bir dönemde dıĢarıya kaçmaya çalıĢması, ekonomide likidite sıkıntısına yol açarak Kasım 2000‟de faizlerin hızlı bir Ģekilde yükselmesine yol açtı. Merkez Bankasının, piyasanın ihtiyaç duyduğu likiditeyi zamanında karĢılayamaması sonucu Kasım 2000‟de yaĢanan kriz, IMF‟in 7,5 milyar dolarlık krediyi devreye sokmasıyla aĢıldı. Programın kırılganlığı gösteren Kasım 2000 krizinden sonra, ġubat 2001‟de yaĢanan kriz, öncekine göre daha büyük ölçekli dövize spekülatif bir saldırı baĢlatarak, benzer sürecin daha Ģiddetli bir Ģekilde yaĢanmasına ve gecelik faizlerin %6000‟lere çıkmasına sebep oldu. Bu krizin ardından kur çapasından vazgeçilerek kur dalgalanmaya bırakıldı ve serbest kur politikası uygulamaya konmuĢ oldu (Akyıldız ve Eroğlu, 2004: 58). Tablo 19: 1996-2000 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları GSMH DeğiĢim Fiyat DeğiĢim (%) Deflatörü (%) Yılı TÜFE DeğiĢim (%) 1996 30 911 933 80,4 34 775 574 76 141 20 78 1997 57 411 783 85,7 63 218 658 81,8 25 587 81,2 1998 106 017 630 84,7 108 629 843 71,8 44 859 75,3 1999 174 787 793 64,9 166 270 384 53,1 69 868 55,8 2000 270 777 960 54,9 251 801 511 51,4 105 415 50,9 TEFE Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 554 Tablo 19‟de 1996 ile 2000 yılları arası fiyat değiĢim oranları verilmiĢtir.19962000 yılları arasında en düĢün enflasyon oranı 2000 yılında gerçekleĢmiĢtir. 2000 yılında TÜFE %54,9 oranında, TEFE %50,9 oranında gerçekleĢmiĢtir. 1996 ile 2000 yılları arasında TÜFE ortalama %74,12 oranında, TEFE ortalama % 66,82 oranında gerçekleĢmiĢtir. 75 Tablo 20: 1996-2000 Yılları Arası GSMH ve GSYĠH Değerleri Yıl GSMH (Sabit Fiyatlarla) Büyüme Değer TL Hızı (-000) (%) GSMH GSYĠH GSYĠH (Cari Fiyatlarla) (1998 Fiyatlarla) (Cari Fiyatlarla) Büyüme Büyüme Büyüme Değer TL Hızı Değer TL Hızı Değer TL Hızı (-000) (%) (-000) (%) (-000) (%) 1996 106 079,7 7,1 14 978 067,2 90,7 63 329,6 7,0 19 857,3 90,3 1997 114 874,1 8,3 29 393 262,1 96,2 68 097,6 7,5 38 762,5 95,2 1998 119 303,1 3,9 53 518 331,5 82,1 70 203,1 3,1 70 203,1 81,1 1999 112 043,8 -6,1 78 282 966,8 46,3 67 840,5 -3,4 104 595,9 49,0 2000 119 144,4 6,3 125 596 128,7 60,4 72 436,3 6,8 166 658,0 59,3 Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 647; http://www.dpt.gov.tr/ 1996–2000 yılları arasında sanayi sektörünün milli gelir içindeki payı %27,82‟lar civarında, hizmetler sektörünün payı %58 civarında, tarım sektörünün payı %13,32 civarında gerçekleĢmiĢtir. Tablo 20‟de GSMH büyüme oranı 1998 yılında daralmıĢ, 1999 yılında -%6,1 oranında gerçekleĢmiĢtir. 2000 yılında GSMH büyüme hızı yeniden artmıĢ %6,3 oranında gerçekleĢmiĢtir. 1996–2000 yılları arasında GSMH büyüme oranı ortalama %3,9 oranında gerçekleĢmiĢtir. GSYĠH oranları 1997 yılından 1999 yılına kadar azalmıĢ, 2000 yılında yükselmiĢtir. GSYĠH en yüksek 1997 yılında %95,2 oranında, en düĢük 1999 yılında %49,0 oranında gerçekleĢmiĢtir. 3.2.4. 2001-2007 Dönemi ve Güçlü Ekonomiye GeçiĢ Programı 2000 yılında uygulamaya konulan IMF destekli Enflasyonu DüĢürme Politikası para ve maliye politikalarının yarı heterodoks politikalarla bir arada kullanıldığı, döviz kuru çapasına dayalı bir program olarak ĢekillenmiĢtir. Bu program önceki programların bütün eksik yönlerini göz önünde bulundurarak ĢekillenmiĢtir. Bu program Kasım 2000 kriziyle sonuçlanması, aslında programın içsel tutarsızlığından çok bankacılık kesimine iliĢkin hızlı bir dönüĢüm zorlamasının yarattığı güven bunalımı ve ondan kaynaklanan likitide sorununun çözülememesinden kaynaklanmıĢtır. Enflasyonu DüĢürme Programı, önceki programlardan farklı olarak programın kendisinden değil uygulamasında oluĢan hatalarla baĢarısızlığa uğramıĢtır (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 396). 76 Türkiye 2000 Kasım ayında dövize yönelen yoğun spekülatif saldırıyı çok yüksek faiz ile, önemli döviz rezervi kayıpları ve önemlisi 7,5 milyar dolarlık IMF kredisini devreye sokması ile geri püskürtebilmiĢ ve döviz kuru çizelgesini yüksek bir maliyetle savunabilmiĢtir. Ancak bu durum daha sonra olabilecek bir saldırıya karĢı savunma gücü büyük ölçüde azalmıĢtı. Kasım 2000 krizi aĢıldı derken, üç ay sonra 19 ġubat 2001‟de BaĢbakan ile CumhurbaĢkanı arasındaki bir tartıĢma ikinci bir spekülatif saldırıyı baĢlattı ve bu kez döviz krizi baĢladı (Uygur, 2001: 22). ġubat krizinden sonra döviz kurlarını dalgalanmaya bırakılarak müdahalesiz esnek döviz kuru sistemine geçildi, faizleri denetim altına aldındı (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 396). 2001 yılı baĢında dalgalı kur sistemine geçilerek programın terk edilmesinin nedeni ödemeler dengesi finansman açığı olarak değerlendirilmemelidir. DıĢsal Ģok olarak nitelendirilen yapısal aksaklıklar sermaye çıkıĢlarına neden olmuĢ ve programın uygulanabilirliliğini engellemiĢtir. Programda kararlı bir Ģekilde sürdürüle bilmesi, olumsuz dıĢ etkenlere rağmen, cari iĢlemler açığının finansmanını ve dıĢ kaynak imkanlarına bağlı olan likidite artıĢının sürekliliğini sağlayabileceği düĢünülmektedir (Kadıoğlu vd., 2001: 32). Merkez Bankası baĢkanı, 19 ġubat‟ta ertesi gün valörlü olarak satılan 7,6 milyar doların, uygulanan para programı çerçevesinde piyasaya likidite verilmediği için 6,1 milyar dolarlık kısmının geri alındığını ve 1,5 milyar dolarlık fiili satıĢ yapıldığını açıklamıĢtır. Ancak, likidite oranının kısılması faiz oranlarının aĢırı yükselmesine sebep olmuĢ ve mevcut para programının ve buna dayalı döviz kuru politikasının uygulanabilirliği kalmamıĢtır. Devalüasyon beklentileri artmıĢ ve piyasalarda fiili bir devalüasyon yaĢanmıĢtır. Merkez Bankası dalgalı kur sistemine geçileceğini söylemekle yetinmiĢtir ve bunun dıĢında öğleye kadar bir açıklama yapmamıĢtır. Piyasalarda dolar kuru 1.000.000. TL‟nin üzerine çıkmıĢ ve fiili %3540 civarında bir devalüasyon yaĢanmıĢtır (Günal, 2007: 371-372). ġubat 2001 krizinin sonrasında Türkiye ekonomisinde; (Karluk, 2002: 479) - Ekonomi %8-9 oranında daralmıĢtır, 77 - Ulusal gelir 51 milyar dolar azalmıĢtır, - KiĢi baĢına düĢen gelir 725 dolar gerilemiĢtir, - 19 banka ve 125 iĢ yeri kapanmıĢtır, - ĠĢsizlik artmıĢtır, - Enflasyon oranı %70‟i aĢmıĢtır, - Hazine‟nin faiz ödemeleri %101 artmıĢtır, - Ġç borç stoku 2000 yılının dört katına ulaĢmıĢtır. Türkiye ekonomisinde uygulamaya konulan 1994 ve 1999 kura dayalı istikrar programının baĢarısız olması ve yaĢanan krizler sonrası, 2001 yılında sabit kur sistemi bırakılarak dalgalı kur sistemine geçilmiĢtir (Mangır, 470). Böylece Türkiye ekonomisi yeni bir döneme girdi. 14 Nisan 2001 günü Güçlü Ekonomiye GeçiĢ Programını açıklanarak uygulamaya konulmuĢtur. Programın temel amacı krizlerle ortaya çıkan güven bunalımını aĢmak ve istikrarsızlığın hızlı bir Ģekilde ortadan kaldırılarak eski alıĢkanlıklara bir daha geri dönülmesine imkan vermeyen yeni ve çağdaĢ kurumsal yapıların oluĢturulması, iktisadi etkinliği sağlayacak yapısal reformların gerçekleĢtirilmesi, makro ekonomik politikaların enflasyonla mücadelede etkin bir Ģekilde kullanılmasıdır (Akyıldız ve Eroğlu, 2004: 58). Bu doğrultuda; - Programın öngörülen hedeflere ulaĢması ve ekonominin yeniden yapılandırılması konusunda kesin bir siyasi taahhüdü ve desteği içermektedir, - Kamuda kaynak tahsisi sürecinde Ģeffaflık ve hesap verilebilirliğin sağlanması, rasyonel olmayan müdahalelerin bir daha geri dönüĢ olmayacak Ģekilde önlenmesi, iyi yönetiĢimin ve yolsuzlukla mücadelenin güçlendirilmesi hedeflenmektedir, - Bütün bunlarla, katlanılan fedakarlıkların boĢa gitmesinin önlenmesi ve piyasalarda güven ortamının yeniden oluĢması amaçlanmıĢtır. Yeni programın bu temel ilkeler çerçevesinde, Program‟ın bu temel ilkeler çerçevesinde alt hedeflerini yazarsak; 78 - Dalgalı kur sistemi içinde enflasyonla mücadeleyi kesintisiz ve kararlı bir biçimde sürdürmek, - Bankacılık sektöründe, kamu ve TMSF bünyesindeki bankalar baĢta olmak üzere hızlı ve kapsamlı bir yeniden yapılandırılmayı, böylelikle bankacılık kesimi ile reel sektör arasında sağlıklı bir iliĢki kurmayı, - Kamu finansman dengesini bir daha bozulmayacak bir biçimde güçlendirmeyi, - Toplumsal uzlaĢmaya dayalı, fedakarlığın tüm kesimlerce adil bir biçimde paylaĢılmasını öngören ve enflasyon hedefleri ile uyumlu bir gelirler politikası sürdürmek, - Bütün bunları etkinlik, esneklik ve saydamlık ile bağlayacak yapısal unsurların altyapısını oluĢturmayı kendisine alt hedefler olarak seçmiĢtir (TCMB, 2001: 12-13). Program‟ın nihai amacı, ekonomide sürdürülebilir bir geliĢme ortamını sağlayarak kaynak kullanma sürecindeki verimliliği artırmak, dıĢa açık bir yaklaĢımla piyasa Ģartlarında rekabet gücünü artırmak ve böylece ekonomik büyümeyi, yatırım ve istihdamı artırarak refah seviyesini kalıcı bir biçimce yükseltmektir (Karluk, 2002: 489). Merkez Bankası, Güçlü Ekonomiye GeçiĢ Programı‟nda para politikasını oluĢtururken enflasyon hedeflemesi yapacağını açıklamıĢtır. Böylece, yaratacağı para arzının hedeflediği enflasyonla tutarlı olmasına çalıĢacaktır (Karluk, 2005: 437). 2002 yılı baĢında para politikasının genel çerçevesine iliĢkin yaptığı açıklamada, para politikasında nihai hedefin enflasyon hedeflemesine geçmek olduğunu, ancak gerekli ön koĢulların tamamlanmadan enflasyon hedeflemesine geçilmeyeceğini duyurmuĢtur. Merkez Bankası 2002-2005 döneminde örtük enflasyon hedeflemesi uygulamıĢtır. Bu sürede, dalgalı kur rejimine uyum artmıĢ ve enflasyon hedeflemesi rejimine geçiĢ için elveriĢli bir ortam oluĢmasına yönelik 79 önemli mesafeler alınmıĢtır. Merkez Bankası 2006 yılı baĢından itibaren açık enflasyon hedeflemesi rejimine geçmiĢtir (Günal, 2007: 405). Tablo 21: Enflasyon Hedeflemesi Rejimi Hedef Ufku ve GerçekleĢmeler Yıllar 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 Hedef 35 20 12 8 5 4 4 7,5 6,5 5,5 5 GerçekleĢme 29,7 18,4 9,3 7,7 9,7 8,4 10,1 6,5 6,4 Kaynakça: http://www.tcmb.gov.tr/ Tablo 21‟de görüldüğü gibi 2002-2005 yılları arasında hedeflenen orandan daha düĢük seviyede gerçekleĢen enflasyon 2006-2008 yılları arasında hedeflenen orandan daha yüksek seviyede gerçekleĢmiĢtir. Açık enflasyon hedeflemesinin uygulandığı yıllarda para politikasının kontrolü dıĢındaki faktörlere, gıda ve enerji fiyatlarının artıĢı, küresel ekonomiye iliĢkin belirsizliklerin artması ve 2008‟de iyice belirginleĢen küresel kriz sebebiyle, Merkez Bankası enflasyon hedefini tutturamaması, hedefin revize edilmesi tartıĢmalarını baĢlatmıĢ ve bu durum, Merkez Bankası‟nı kredibilite sorunuyla karĢı karĢıya bırakmıĢtır. Merkez Bankasının Nisan 2008 Enflasyon Raporu‟nda, enflasyon hedefinin çapa özelliğini yitirdiğini, gıda ve enerji fiyatlarına iliĢkin yeni risklerin ortaya çıkmasıyla, yüzde 4 olarak belirlenmiĢ olan enflasyon hedefine ulaĢmanın belirlenen sürede çok zor olacağını ifade ederek enflasyon hedeflerlerinin güncellenmesini teknik açıdan gerekli görmüĢtür. Merkez Bankası, hükümete, gıda ve petrol fiyatları ile küresel ekonomiye iliĢkin belisizliklerin devam etmesine bağlı olarak, enflasyon hedeflerinin 2009 yılı için %7,5, 2010 yılı için %6,5 olarak değiĢtirilmesini ve 2011 yılının da %5,5 olarak belirlenmesi teklif etmiĢtir. Hükümetin de olumlu görüĢ bildirmesiyle, enflasyon hedefi resmen revize edilmiĢtir (Eroğlu ve Eroğlu, 2009: 105-106). 80 Tablo 22: 2001-2007 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları GSMH DeğiĢim Fiyat DeğiĢim (%) Deflatörü (%) Yılı TÜFE DeğiĢim (%) 2001 418 081 170 54,4 406 911 241 61,6 163 740 55,3 2002 606 217 697 45 610 773 773 50,1 236 409 44,4 2003 759 590 774 25,3 767 131 859 25,6 289 596 22,5 2004 824 902 377 8,6 878 856 359 14,6 317 004 9,5 2005 892 372 465 8,2 930 643 289 5,9 333 951 5,3 2006 978 040 222 9,6 1 017 193 114 9,3 373 056 11,7 2007 1 064 107 761 8,8 1 081 276 280 6,3 TEFE Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 554 Eylül 2008 tarihinden önce, Türkiye ekonomisi, cari açık sorunu baĢta olmak üzere, dıĢ borç artıĢının da yarattığı problemlerle karĢı karĢıya kalmıĢtır. Türkiye‟ye yoğun olarak döviz giriĢinin devam ettiği bu dönemde, kısa dönemli sermaye hareketlerini çeken en önemli sebep, Türkiye‟nin dünya ortalamasına göre, yüksek oranlı reel faiz uygulaması olmuĢtur. Yüksek reel faiz oranlarından yararlanmak için gelen kısa dönemli sermaye hareketleri, ülkedeki döviz miktarını artırmıĢ, bu durumun sonucunda TL‟yi aĢırı değerli konuma gelmiĢtir. Türk Lirasının aĢırı değerli konuma gelmesi, enflasyon düzeyinin 2001 krizinden sonra ortalama %10 düzeyinde seyrettiği Türkiye‟de, ihracatın artıĢ hızını yavaĢlatmıĢtır. Çünkü enflasyonist ortam üretimin maliyetini yükseltmiĢtir Dolayısıyla ihracatın maliyeti de yükselmiĢ, ithalatçı ise aĢırı kurun etkisiyle teĢvik edilmiĢtir (Ener, 2011: 321-322). Artan ithalatın enflasyon üzerinde etkisi ise, piyasalardaki mal miktarının artması sebebiyle pozitif yöndedir. Fakat ithal edilen mallarının piyasada bol hale gelmesi, özellikle küçük ve orta boy iĢletmelerin bu rekabete dayanamamasına ve birçoğunun kapanmasına neden olmuĢtur. Bu durum iĢsizlik artıĢını da beraberinde getirmiĢtir (Ener, 2011: 317). TÜFE oranı 2004 yılında Tablo 22‟de görüldüğü gibi %8,6 oranında gerçekleĢerek %10 altına inmiĢtir. Ancak enflasyondaki düĢüĢ ve 81 GSMH büyüme oranında ki artıĢ iĢsizlik oranlarının düĢmesine katkıda bulunamamıĢtır (Günal, 2007: 375). Tablo 23: 2001-2007 Yılları Arası GSMH ve GSYĠH Değerleri Yıl GSMH (Sabit Fiyatlarla) Büyüme Hızı Değer TL (%) GSMH (Cari Fiyatlarla) Büyüme Hızı Değer TL (%) GSYĠH GSYĠH (1998 Fiyatlarla) (Cari Fiyatlarla) Büyüme Büyüme Değer Hızı Hızı TL (%) Değer TL (%) 2001 119 144,4 6,3 176 483 953,0 40,5 68 309,3 -5,7 240 224,0 44,1 2002 107 783,0 -9,5 275 032 365,9 55,8 72 519,8 6,2 350 476,0 45,9 2003 116 337,6 7,9 356 680 888,2 29,7 76 338,1 5,3 454 780,6 29,8 2004 123 164,9 5,9 428 932 343,0 20,3 83 485,5 9,4 559 033,0 22,9 2005 135 308,0 9,9 486 401 032,2 13,4 90 499,7 8,4 648 931,7 16,1 2006 145 650,6 7,6 575 783 962,1 18,4 96 738,3 6,9 758 390,7 16,9 101 254,6 4,7 843 178,4 11,2 2007 Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 647; http://www.dpt.gov.tr/ Tablo 23‟de 2000-2006 yılları arası GSMH büyüklüklerini vermektedir. 2000 yılında yürürlüğe giren Enflasyonu DüĢürme Programının beklentileri karĢılayamaması Kasım ve 2001 krizinin de etkisiyle daralma yaĢanmıĢ GSMH büyüme oranı -%9,5 oranında gerçekleĢmiĢtir. 1945 yılından beri en düĢük değer olarak gerçeklemiĢtir. 14 Nisan 2001 Güçlü Ekonomiye GeçiĢ programı ile büyüme oranı %7,9 oranında gerçekleĢmiĢtir. 2000-2006 yılları arasında en büyük GSMH oranı 2004 yılında %9,9 oranında gerçekleĢmiĢtir. Enflasyon oranlarındaki daralma ile birlikte GSYĠH oranlarında da aynı yönde azalma yaĢanmıĢtır. 2001-2007 döneminde en düĢük GSYĠH büyüme hızı 2007 yılında %11,2 oranında gerçekleĢmiĢtir. 3.2.5. 2008 Küresel Ekonomik Krizi ve Günümüz Ekonomik GeliĢmeleri 2007 yılında ABD‟de baĢlayan ve 2008 Eylül ayında ABD‟nin en büyük 4. Yatırım Bankası olan Lehman Brothers‟ın iflasını açıklayarak batmasıyla etkisi bütün dünyaya yayılmaya baĢlayan kriz, 1929 Büyük Dünya Buhranından sonra, dünyanın yaĢadığı en büyük kriz olarak tanımlanmaktadır (Ünal ve Kaya, 2009:4). 82 2008 yılının ikinci yarısında küresel boyuta ulaĢan krizin temel sebebini ABD‟de mortgage piyasasında yaĢanan sorunlar oluĢturmaktadır. ABD‟de ortaya çıkan ve tüm dünyayı olumsuz etkileyen emlak sektörüne iliĢkin sorunların temeli, beĢ yıl önce bazı finansal kuruluĢların kredibilitesi zayıf olan kiĢilere de mortgage kredisi vermeye baĢlamasıdır. ABD‟deki bankalar, ekonomiyi inĢaat sektörü aracılığı ile canlandırmak için, ödeme gücü ve kredibilitesi düĢük riskli kiĢi ve kurumlara, subprime mortgage kredileri vererek, yüksek riskli kredilerin hacmi 1,5 trilyon dolara ulaĢmıĢtır. Bankalar daha sonra daha fazla kredi verebilmek için, riskli gruba verilen kredilerden doğan alacaklarını teminat göstererek, emlak tahvilleri çıkarıp bunları piyasadaki benzerlerine göre daha yüksek faizle, ağırlıklı olarak riskli yatırımlardan yüksek kârlar elde etmeyi amaçlayan hedge fonlara satmıĢlardır. ABD‟deki mortgage piyasasında verilen kredilerin yaklaĢık olarak üçte birinin değiĢken faizli krediler olması da mali piyasaları zor duruma sokmuĢtur (Susam ve Bakkal, 2008: 73-74). Kısaca, 2007 yılında konut piyasasında baĢlayan çöküntü finansal piyasalarda büyük bir istikrarsızlığa neden olmuĢ ve daha sonra da likidite krizine dönüĢerek dalga dalga bütün dünyaya yayılan küresel krizin zeminini oluĢturmuĢtur. Bu krizin kökeninde tarihin en büyük gayrimenkul ve kredi balonu yatmakla beraber bu krizi, kredinin değil ona dayanılarak yapılan iĢlemlerin yarattığı bir çeĢit kriz olarak tanımlamak daha doğrudur (Öztürk ve Gövdere, 2010: 385). KüreselleĢen ve finansal piyasaların yanı sıra reel piyasaları da etkisi altına alan kriz, tüm dünya ile ticari ve finansal bağları bulunan Türkiye‟yi ekonomik açıdan olumsuz yönde etkilemiĢtir. Türkiye ekonomisi, 2008 krizinden temelde dört farklı kanaldan etkilenmiĢtir. Bu kanallar dıĢ talepte azalma, dıĢ kredi azalması, iç kredi daralması, ekonomiye duyulan güvenin azalması Ģeklindedir. GeliĢmiĢ ülke finansal piyasalarında baĢlayarak 2008 yılı son çeyreğinden itibaren tüm dünya ülkelerini kapsayacak Ģekilde derinleĢen küresel ekonomik kriz, hem talep hem de maliyet boyutlu aĢağı yönlü baskı sonucu bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de enflasyon oranını hızla azaltıcı etkide bulunmuĢtur (Aras, 2010: 99-100). 83 Küresel krizle birlikte, uluslar arası piyasalardan borçlanmanın maliyeti yükselmiĢtir. Krizdeki uluslar arası finans kuruluĢları kendi kendilerini kurtarma çabası içine girmiĢlerdir. DıĢarıdan aldıkları kredileri yurt içinde dağıtan Türkiye‟deki bankaları bu süreç olumsuz etkilemiĢtir. Ancak 2001 krizi sırasında bankacılık sektörü ile ilgili gerekli düzenlemelerin yapılmıĢ olması bu sürecin daha ağır sonuçlar çıkarmasına engel olmuĢtur. Yurt dıĢındaki banka ve finans kurumlarının yaptığı gibi yüksek riskli alanlara kredi vermesine bu düzenlemeler engel olmuĢtur (Ener, 2011: 323). Tablo 24: 2007-2010 Yılları Arası Temel Ekonomik Göstergeler Yıllar GSYĠH (%) Enflasyon Oranı (TÜFE%) Enflasyon Oranı (TEFE %) ĠĢsizlik Oranı (Yıl Ort.) Bütçe Dengesi (Milyon TL) 2007 4,7 8,8 6,3 10,3 -62 790965 2008 0,7 10,4 12,7 11,0 -69 936 378 2009 -4,8 6,3 1,2 14,0 -38 785 808 2010 8,9 8,6 8,5 11,9 -71 561 147 Kaynak: http://www.dpt.gov.tr Dünya ekonomilerin yavaĢlaması sonucunda talepteki azalmayla birlikte emtia ve petrol fiyatlarında hızlı bir gerileme yaĢanmıĢ, buda enflasyonun küresel ölçekte belirgin bir Ģekilde düĢüĢ eğilimine girmesine enden olmuĢtur. Bu dönemde ülkemizde de benzer bir düĢüĢ yaĢanmıĢtır(TCMB, 2009a: 2). 2008 yılının son çeyreğinde enflasyon oranlarında hızlı düĢüĢ olacağını öngören Merkez Bankası, iktisadi faaliyetler üzerinde oluĢabilecek potansiyel tahribatı sınırlamaya odaklanmıĢ, bu süreçte bir yandan kısa vadeli faiz oranlarını süratli bir Ģekilde aĢağı çekerken diğer yandan dengeleyici bir likidite politikası izleyerek piyasalardaki sıkıĢıklığı rahatlatmayı amaçlamıĢtır (TCMB, 2009b: 2). 84 Tablo 25: Gayri Safi Yurtiçi Hasıla Değerleri Dönem 2008 2009 2010 Cari Cari Sabit fiyatlarla GeliĢme fiyatlarla GeliĢme fiyatlarla GeliĢme GSYH hızı GSYH hızı GSYH hızı Milyon Milyon Milyon (TL) % ($) % (TL) % I 215 606 14,7 178 819 35,1 24 446 7 II 239 363 17,8 188 940 24,6 25 226 2,6 III 262 392 13 216 667 20,7 28 010 0,9 IV 233 173 6,1 156 668 -15,1 24 240 -7 Yıllık 950 534 12,7 742 094 14,4 101 922 0,7 I 207 926 -3,6 125 955 -30 20 843 -14,7 II 228 572 -4,5 145 460 -23 23 267 -7,8 III 262 710 -0,3 173 946 -19,7 IV 254 350 9,1 171 343 9,4 25 660 5,9 Yıllık 952 559 0,2 -16,9 97 003 -4,8 I 241 881 16,3 160 332 27,3 23 390 12,2 II 267 144 16,9 173 821 19,5 25 645 10,2 III 297 184 13,6 196 516 13 28 672 5,3 IV 297 541 17 204 260 19,2 28 033 9,2 Yıllık 1 103 750 15,9 734 929 19,2 105 739 9 616 703 27 233 -2,8 Kaynak: http://www.tuik.gov.tr/. Küresel kriz sıkıĢan finansal koĢulların yanı sıra yatırım ve tüketim harcamalarının da azalmasına neden olduğu ve artan tasarruf eğiliminin de etkisiyle iç talepte sert bir daralmaya yol açtığı görülmektedir. Tablo 25‟de görüldüğü gibi GSYĠH büyüme oranlarında 2008 yılının ikinci çeyreğinden itibaren belirgin oranda bir yavaĢlama eğilimine girmiĢ 2009 dördüncü çeyreğine kadar devam etmiĢtir (Öztürk ve Gövdere, 2010: 386). 85 Dünya piyasalarının yaĢadığı likidite sıkıntısı, kriz döneminde döviz kurunun artmasına aĢırı değerli Türk Lirası‟nın ortadan kalkmaya baĢlamasına neden olmuĢtur. Bu durum ithalatın maliyetini yükseltmiĢ dolayısıyla ithal malı miktarı azalmıĢtır. AĢırı değerli kurun ortadan kalkmaya baĢlamasıyla, krizin baĢlangıç dönemlerinde, Türkiye‟nin ihracatında da bir miktar yükseliĢ görülmüĢtür. Fakat Türkiye‟nin ihracat yaptığı ülkeler arasında önemli bir yeri olan Avrupa Birliği ülkelerinin krizde olması Türkiye‟nin ihracatındaki artıĢı yavaĢlatmıĢtır. Özellikle otomotiv ve tekstil ürünleri ihracatında bu etki daha fazla hissedilmiĢtir (Ener, 2011: 324). 86 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ENFLASYON ĠLE ĠKTĠSADĠ BÜYÜME ARASINDAKĠ ĠLĠġKĠNĠN AMPĠRĠK ARAġTIRMASI Bu bölümde ilk olarak enflasyonun ekonomik büyüme üzerine etkisini inceleyen çalıĢmalar ele alınmıĢtır. Kısa literatür taraması sonrası, çalıĢmanın esasını teĢkil eden enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki iliĢki araĢtırılması için gerekli olan test ve yöntemler kısaca tanımlandıktan sonra, bu test ve yöntemlere ait sonuçlar kullanılacak değiĢkenlere göre ele alınıp yorumlanmıĢtır. 4.1. Literatür Taraması Ġktisat literatüründe ekonomik büyüme ve enflasyon arasındaki iliĢki farklı Ģekilde tartıĢılmıĢtır. Bu tartıĢmalar dünya ekonomisinin içerisinde bulunduğu döneme bağlı olarak değiĢiklik göstermiĢtir. Ġkinci Dünya SavaĢının ardından geliĢmiĢ ülkelerde yüksek enflasyon ve büyüme hızı gözlenmiĢtir. Bu dönemdeki Keynesçi ve Parasalcı iktisatçılar enflasyonun ekonomik büyümeyi olumlu yönde etkileyeceğini ileri sürmüĢlerdir. Ancak, 1970‟lerde bir çok ülkede yüksek enflasyon oranları devam ederken, ekonomik büyüme oranlarının düĢmeye baĢlamasıyla birlikte, enflasyonun büyümeyi pozitif yönde etkilediği Ģeklindeki tezler tartıĢılmaya baĢlanmıĢtır (Türkekul, 2007: 163). 1980‟li yıllara kadar Phillips eğrisi yaklaĢımı doğrultusunda bu iki değiĢkenin aynı yönde olduğuna yönelik yaygın düĢünce, bu dönem sonrasında geçerliliğini yitirmiĢ ve orta ve uzun dönemde bu etkileĢim zıt yönlü olduğu öngörülmüĢtür (Karaçor vd, 2009: 60). Ancak ifade etmek gerekir ki, enflasyonun ekonomik büyümeyi ne yönde etkilediği konusunda tartıĢmalar devam etmektedir. Bunun temel sebebi olarak, enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki iliĢkinin teorik altyapısının oldukça zayıf olmasıdır. Çünkü yapılan tartıĢmalar daha çok gözlemlere ve ampirik bulgulara dayandığı için araĢtırmacıların iliĢkinin yönü ve derecesi konusunda tam bir mutabakata varamamalarının temelinde de bu yatmaktadır (Artan, 2006: 114). 87 ÇalıĢmanın bu kısmında, enflasyonun büyüme üzerindeki etkilerini araĢtıran ampirik çalıĢma sonuçları, enflasyon ile büyüme arasındaki iliĢkinin pozitif, negatif ve belirli bir eĢik değer göz önüne alınması çerçevesinde incelenmektedir. 4.1.1. Enflasyonun Ekonomik Büyüme Üzerinde Pozitif Etkilerinin Olduğunu Açıklayan ÇalıĢmalar Lucas (1973), 18 ülkenin 1951-1967 yılları arasındaki verileri ile en küçük kareler yöntemi kullandığı çalıĢmasında, ABD gibi fiyat istikrarı olan ülkelerde, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında pozitif bir iliĢki olduğunu, fakat Arjantin gibi fiyatların sürekli değiĢtiği ülkelerde ise enflasyon ile ekonomik büyüme arasında pozitif bir iliĢkinin çok nadir oluĢtuğunu ileri sürmüĢtür. Christina (1996), ABD‟de 1884-1994 yılları arasındaki verilerin (1941-1951 hariç) ekonometrik analizi yapılmıĢtır. En küçük kareler yönteminin kullandığı çalıĢmasında, enflasyondaki yüzde 0.10 düzeyindeki bir artıĢın ekonomik büyümeyi %1 oranında artırdığı sonucunu bulmuĢtur. Feldstein (1996), ABD‟ye ait 1970-1994 yılları arasında verilerin ekonometrik analizi yapılmıĢtır. Enflasyon oranının düĢük düzeyde seyretmesinin, ekonomik büyüme üzerinde pozitif etkileri olacağını belirtmiĢtir. Nell (2000), Güney Afrika‟da 1960-1999 yılları arasında verilerin zaman serisi analizleri sonucunda, tek haneli enflasyonun yaĢandığı bölgelerde, enflasyonun ekonomik büyüme üzerinde pozitif etkileri olabileceğini belirtmiĢlerdir. Black vd. (2001), ABD ekonomisinin, 1963-1989 dönemi ile 1983-1994 dönemi, yatay kesit analizi sonucunda ılımlı enflasyon dönemlerinde enflasyonla ekonomik büyüme arasında pozitif bir iliĢki olduğu sonucuna varılmıĢtır. Mallik ve Chowdhury (2001), BangladeĢ (1974-1997), Hindistan (1961-1997), Pakistan (1957-1997) ve Sri- Lanka (1966-1997) dönemleri için, enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki iliĢkilerin, koentegrasyon ve hata düzeltme modeli ile incelenmesi sonucunda, ilgili ülkelerde ılımlı enflasyonun ekonomik büyümeyi 88 olumlu yönde etkilediği fakat hızlı bir ekonomik büyümenin enflasyonu hızlandırdığı saptanmıĢtır. Gillman vd. (2002), 1961-1997 yılları arasında OECD ve APEC ülkeleri için yaptıkları panel veri analizinde, normal ve yüksek enflasyon oranlarının, ekonomik büyüme üzerinde pozitif etkilerin olduğu sonucunu bulmuĢlardır. Heylen vd. (2004), 86 ülke için 1975-2000 yılları arasında, enflasyonun beĢeri sermaye ve büyüme üzerindeki etkileri araĢtırmıĢlardır. Enflasyon krizlerinin beĢeri sermaye üzerinde olumlu etkileri olduğu, beĢeri sermaye artıĢının da ekonomik büyüme üzerinde artıĢlara neden olacağı sonucunu bulmuĢlardır. 4.1.2. Enflasyonun Ekonomik Büyüme Üzerinde Negatif Etkilerinin Olduğunu Açıklayan ÇalıĢmalar Kirmanoğlu (2001), 1964 ile 2000 yılları arasındaki veriler ile kısıtsız VAR modelini kullandığı çalıĢmasında, enflasyonun gerek ekonomik büyümeyi gerekse de özel sektör yatırımlarını ters yönde etkilediğini tespit etmiĢtir. Karaca (2003), çalıĢmada kullanılan veriler 1987: 1-2002: 4 dönemine ait, üçer aylık 1987 yılı sabit fiyatlarıyla GSYĠH ve 1987= 100 bazlı TÜFE serilerini kapsamaktadır. Granger nedensellik testi ve en küçük kareler yönteminin kullanıldığı çalıĢmada, enflasyondan ekonomik büyümeye tek yönlü bir nedensellik iliĢkisi olduğunu ve enflasyonda meydana gelen her 1 puanlık artıĢın büyüme oranını 0,37 puan düĢürdüğü belirlenmiĢtir. Berber ve Artan (2004), çalıĢma kapsamında veriler üçer aylık olup 1987: 1 2003: 2 dönemini kapsamaktadır. 1987 yılı sabit fiyatlarıyla GSYĠH, TEFE ve TÜFE serileri kullanılarak Granger nedensellik testi ve en küçük kareler yöntemi ile test edilmiĢ. Granger nedensellik analizi sonucunda, enflasyondan ekonomik büyümeye doğru tek yönlü bir nedensellik iliĢkisinin olduğu ve enflasyon oranındaki %10‟luk bir artıĢın ekonomik büyümeyi %1,9 oranında düĢürdüğü tespit etmiĢlerdir. Terzi ve Oltulular (2004), 1923-2003 dönemi verileri kullanılarak enflasyon ve sektörel (hizmet, tarım ve sanayi) büyüme arasındaki iliĢkiler birim kök ve 89 nedensellik analizleri ile incelemiĢlerdir ve ekonometrik analizlerden üç önemli sonuç elde etmiĢlerdir. Bu sonuçlara göre; (1) Nedensellik iliĢkisi enflasyondan sektörel büyümeye doğru olup, enflasyon oranı tarım sanayi sektörlerindeki büyüme oranlarını negatif etkilemektedir; (2) Bulgular sadece hizmet sektöründen enflasyona doğru çift yönlü bir nedenselliğin olduğunu ve enflasyondan hizmet sektörüne doğru negatif olan nedenselliğin aksine hizmet sektöründen enflasyona doğru olan nedenselliğin yönünün pozitif olduğunu göstermektedir; (3) Yüksek oranlı enflasyonun Türkiye ekonomisinde büyümenin önünde önemli bir engel oluĢturmaktadır. Artan (2006), bu çalıĢma 1987: 1-2003: 3 dönemine ait, enflasyon, enflasyon belirsizliği ve ekonomik büyüme arasındaki iliĢkiyi tespit etmiĢ. Yapılan analiz sonucunda, ekonomik büyüme üzerinde enflasyon belirsizliğinin negatif etkilerinin, enflasyona göre daha yüksek olduğu tespit edilmiĢtir. Buna göre, enflasyon oranındaki %1‟lik bir artıĢ büyümeyi %0,56 oranında bir azaltmaya neden olurken, enflasyon belirsizliğindeki %1‟lik bir artıĢ büyümeyi %3,95 oranında bir azalmaya neden olduğu saptanmıĢtır. Kaya ve Yılmaz (2006), Türkiye‟deki yedi bölgenin,1983-2001 yıllarına ait verilerini, panel birim kök, eĢbütünleĢme ve nedensellik testlerine göre analiz etmiĢlerdir. Sonuç olarak, Marmara bölgesi dıĢındaki bölgelerde enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif etkilediği belirlenmiĢtir. Panel veri analizlerin de ise enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif ve istatistiksel olarak anlamlı bir Ģekilde etkilediğini ortaya koymuĢlardır. Turhan (2007), çalıĢmada 1988: 1-2005: 4 dönemi üçer aylık veriler Granger nedensellik analiziyle test edilmiĢ. Analiz sonuçlarına göre, GSYĠH deflatörü cinsinden enflasyon oranları ile büyüme oranları arasında tek yönlü negatif bir iliĢki, TEFE ve TÜFE endeksleri ile büyüme arasında ise herhangi bir nedensellik iliĢkisine rastlanamamıĢtır. Ayrıca, enflasyon oranındaki yüzde 10‟luk bir artıĢın büyümeyi yüzde 2,5 oranında azalttığını belirlemiĢtir. 90 Türkekul (2007), çalıĢmada 1988: 1-2005: 4 dönemi için test edilmiĢ, enflasyon ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediği ayrıca Granger nedensellik ve VAR analizi sonucunda enflasyon ekonomik büyümeyi tek yönlü bir nedensellik iliĢkisi tespit edilmiĢtir. Yapraklı (2007), 1987:1-2007:1 dönemi üçer aylık veriler ile çok değiĢkenli eĢbütünleĢme analizi ve hata düzeltme-geliĢtirilmiĢ Granger nedensellik testleri kullanılarak ekonometrik açıdan analiz edilmiĢ. Analiz sonuçlarına göre uzun dönemde ekonomik büyümenin enflasyondan negatif olarak etkilendiğini, hata düzeltme modeline dayalı Granger nedensellik testi sonuçlarına göre ise enflasyondan büyümeye doğru tek yönlü bir nedensellik iliĢkisi olduğu belirlenmiĢtir. Uysal vd. (2008), bu çalıĢma kapsamında enflasyon ve büyüme arasındaki iliĢki VAR Analizi ve eĢbtünleĢme yöntemi yardımıyla 1950-2006 dönemi için araĢtırılmıĢtır. ÇalıĢmada Granger nedensellik testi sonuçlarına göre enflasyondan ekonomik büyümeye doğru tek yönlü bir nedensellik bağlantısının bulunduğu ve elde edilen nedensellik iliĢkisine göre, VAR modelde enflasyon değiĢkeni için katsayılar negatif olduğundan enflasyon oranlarında meydana gelen artıĢ büyümeyi olumsuz yönde etkileyerek azalttığı belirlenmiĢtir. Omay (2008), çalıĢmada 1986: 6-2007: 1 dönemini kapsamakta iki değiĢkenli GenelleĢtirilmiĢ Otoregresif KoĢullu DeğiĢen Varyans modeli yardımıyla büyüme, enflasyon oranı ve belirsizliklerin arasındaki Granger nedensellik iliĢkileri incelenmiĢtir. Yapılan analizlerle tam dönem ve alt dönemler itibari ile elde edilen sonuçlar doğrultusunda, merkez bankasının fiyat istikrarını korumasına yönelik politika duruĢunun optimal olduğu sonucuna varılmıĢtır. Karaçor vd. (2009), bu çalıĢma kapsamında 1990-2005 dönemine ait üçer aylık, 1987 yılı sabit fiyatlarıyla GSYĠH ve 1987= 100 bazlı TEFE serileri kullanılarak eĢbütünleĢme ve nedensellik analiziyle test edilmeye çalıĢılmıĢtır. Yapılan ekonometrik analizler, enflasyonun ekonomik büyüme oranını negatif yönde etkileyen bir değiĢken olduğu sonucuna iĢaret etmiĢlerdir. 91 Akyazı ve Ekinci (2009), 1991: 1-2007: 12 dönemi için yapılan analiz sonucunda enflasyon ve büyüme arasında negatif bir nedensellik iliĢkisi olduğunu bulmuĢlardır. Saraç (2009), 1988: 1-1007: 4 dönemi çeyrek dönem verileri ile sınır testi yöntemi kullanılmıĢ. TÜFE‟ye göre enflasyon oranları ile ekonomik büyüme arasında hem kısa uzun dönemde negatif bir iliĢki olduğunu, TEFE‟ye göre enflasyon oranları ile ekonomik büyüme arasında ise sadece kısa dönemli negatif yönlü bir iliĢki olduğu bulunmuĢtur. 4.1.3. Enflasyonun Ekonomik Büyümeyi Belirli Bir EĢik Değer Çerçevesinde Etkilerinin Olduğunu Açıklayan ÇalıĢmalar Sarel (1996), 87 ülkenin 1970-1990 yılları arası verileri kullandığı çalıĢmasında, enflasyonun %8‟in altında kaldığı zamanlarda enflasyonun ekonomik büyüme negatif bir etkide bulunmadığını, ekonomik büyümeyi az da olsa olumlu yönde etkileyebileceğini ileri sürmüĢtür. Buna rağmen enflasyonun %8‟in üstünde olduğu durumlarda ise enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde etkileyeceğini çalıĢmasında tespit etmiĢtir. Fischer vd. (1996), 1992-1994 yılları arası 25 geçiĢ ekonomisinin yıllık verileri ile gerçekleĢtirdikleri yatay kesit çalıĢmalarında enflasyonun %50‟nin altında olduğu durumlarda ekonomik büyümenin sağlandığını ve dalgalı kur sistemi ile düĢük mali açıkların da büyüme üzerinde pozitif etki meydana getirdiklerini belirtmiĢlerdir. Burdekin vd. (2000), 21 tane geliĢmiĢ ve 51 tane geliĢmekte olan ülkenin 19671992 yılları arası verilerinin kullanıldığı çalıĢmalarında, geliĢmiĢ ülkelerde enflasyonun %8 oranının üzerinde olduğu durumlarda ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediğini ortaya koymuĢlardır. GeliĢmekte olan ülkelerde ise enflasyonun %3 oranının üstünde olduğu durumlarda ekonomik büyümeyi olumlu etkilediğini hesaplamıĢlardır Pollin ve Zhu (2005), 80 OECD ülkesine göre 1961-2000 yılları arası enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki iliĢki test edilmiĢtir. Enflasyonun eĢik 92 değerinin %15- 18 arasında bir düzeyde olduğu belirlenmiĢ, bu düzeyde bir oranın ekonomik büyüme üzerinde olumlu etkiler oluĢturduğunu saptamıĢlardır. Li (2006), 1961-2004 yılları arası 90 geliĢmekte olan ülke 28 geliĢmiĢ ülke için yaptığı çalıĢmasında, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında doğrusal olmayan bir iliĢki olduğunu ortaya koymuĢtur. ÇalıĢmasında, geliĢmekte olan ülkeler için %14ve %38 olmak üzere iki tane eĢik değer hesaplamıĢtır. Buna göre, enflasyonun %14 eĢik değerinin altında kalırsa, ekonomik büyümeyi pozitif yönde etkilediğini, iki eĢik değer arasında kalırsa enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediği ve %38‟in üstüne çıktığında enflasyonun ekonomik büyüme üzerindeki etkisinin azaldığını ancak yinede negatif yönde etkilemeye devam ettiğini belirtmiĢtir. Diğer yandan çalıĢmada geliĢmiĢ ülkeler için eĢik değer %24 olarak bulunmuĢtur. Enflasyonun bu eĢik değerin altında kaldığı sürece ekonomik büyümeyi negatif yönde etkileyeceği fakat bu oranın üzerine çıktığında ise ekonomik büyüme üzerindeki olumsuz etkilerin azalacağı sonucuna ulaĢmıĢtır. 4.2. Ekonometrik Metodoloji Ekonometrik araĢtırmalarda zaman serileri modelleri yaygın olarak kullanılan modelleridir. Zaman serileri gelecek tahmini veya öngörüleri için bir kaynak veya bir araç olma özelliği taĢır. Bu durum bir nedensellik iliĢkisinden ziyade, serinin ileriye doğru güvenilir bir uzantısı olduğu dayanır (Dikmen, 2009: 283). Zaman serisi verilerine dayalı yapılan ekonometrik modellerde serilerin zaman serisi özelliklerinin bilinmesi ve bu özelliklerin dikkate alınması gerekir. Bilindiği gibi iktisadi zaman serileri, trend, mevsim, konjonktür ve düzensiz hareketlerin etkisi altında bulunmaktadır. Yani zaman serileri bu bileĢenlere sahiptir. Bunlar, deterministik ve stokastik özelliklerdir. Zaman serilerinde deterministik özellik, genellikle serilerde sabit, trend ve mevsimsellik bileĢenlerin bulunup bulunmamasıdır. Serilerin stokastik özellikleri ise daha çok değiĢkenlerin durağanlık yapısının incelenmesi ile ilgilidir. DeğiĢkenler arasındaki iliĢkilerin ekonometrik olarak anlamlı iliĢkiler olması için analizi yapılan serilerin durağan seriler olması gerekir (Tarı, 2010: 374). Zaman 93 serisi verilerinin durağan olması durumunda yapılan çalıĢmaların geçerliliği söz konusudur. Zaman serilerinde durağanlık testi genellikle birim kök testi ile yapılmaktadır (Erdoğan, 2006: 82). 4.2.1. Birim Kök Testi Zaman serisi analizinde durağan ve durağan dıĢı seriler arasında farklar vardır. Durağan seride uzun dönemde sabit bir ortalama, sabit bir varyans ve gecikme uzunluğu arttıkça teorik otokorelasyonun azaldığı görülür. Diğer yandan durağan dıĢı bir seride seriyi geri çevirecek uzun dönemli bir ortalama olmadığı, değiĢen varyans durumu, yani varyansın zamandan bağımsız olduğu ve teorik otokorelasyonun azalarak yok olmadığı görülür. Dolayısıyla bir serinin uzun dönemde özelliğini anlamak için geçmiĢ dönem değerlerinin seriyi ne Ģekilde etkilediğinin belirlenmesi gerekir. Bu nedenle serinin zaman yolu sürecini anlamak için, Yt ve Yt-1 iliĢkisinin tahmin edilmesi gereklidir. Bu amaçla geliĢtirilen yöntemlerden en yaygın olarak kullanılan Birim Kök Testidir (Dikmen, 2009: 288-289). Uygulamada çok sayıda birim kök testi mevcuttur. Birim kök testi uygulamalarında literatürde ilk olarak Dickey- Fuller‟in çalıĢmaları yer almaktadır (GöktaĢ, 2005: 29). Birim kök sınamasının tanıtmanın en kolay yolu Ģu modeli ele almaktır: Yt = Yt-1 + ut (1) ġeklindedir. Burada kullanılan u t klasik varsayımlara uyan, yani, ortalaması sıfır, 2 varyansı değiĢmeyen, ardıĢık bağımlı olmayan, olasılıklı hata terimidir. Böyle bir hata terimi beyaz gürültü hata terimi diye adlandırılır. Yani t dönemindeki Y‟nin (t1) dönemindeki kendi değerine göre oluĢturulan regresyon modelidir. Eğer Yt-1 katsayısı 1‟e eĢitse birim kök sorunuyla, yani durağan olmama durumuyla karĢı karĢıyayızdır. Yt = Yt-1 + ut (2) 94 Hesaplarda = 1 bulunursa o zaman Yt olasılıklı değiĢkeninin birim kökü vardır deriz. Birim kökü olan bir zaman serisi, rassal yürüyüĢ olarak bilinir. Rassal yürüyüĢ, durağan olmayan bir zaman serisi örneğidir (Gujarat, 1999: 718). (1) nolu denklemin sağ ve sol tarafından Yt-1 çıkarılarak, ∆ Yt = ( -1) Yt-1 + ut (3) denklemi elde edilir. Burada, ∆ Yt = Yt - Yt-1 dir. ( – 1) de olarak ifade edilirse, ∆ = Yt-1 + ut (4) olarak yazarız. = 1 olduğunda = 0 olduğunda da, ∆ Yt = (Yt - Yt-1 ) = ut (5) EĢitliği olacak ve bundan dolayı Yt (birinci fark) durağan olacaktır (Tarı, 2010: 388). Bir zaman serisinin bir kere farkı alındığında farkı alınan dizi durağan ise, orijinal dizi birinci-derece entegre edilmiĢ dizidir, yani bu dizi I(1)‟dir. Aynı Ģekilde seri ikinci farklı alındıktan sonra seri durağan hale dönüĢüyorsa, dizi ikinci-derece entegre edilmiĢ dizidir, yani bu dizi I(2)‟dir. Genel olarak bir zaman serisi d kere farkı alındığında d‟ninci dereceden entegre edilmiĢ ise I(d) ile tanımlanır. Böylece herhangi bir durağan dıĢı seri için birinci veya daha yüksek dereceden entegre bir zaman serisi söz konusu olabilir. Eğer d= 0 ise veya I(0) ise süreç durağan bir zaman serisini ifade eder (Akratan: Sevüktekin ve Nargeleçekenler, 2007: 310). Bir serinin durağan olup olmadığını anlamak için α parametresinin pozitif olduğu varsayımı altında, durağanlık testi için hipotezler; H0 : δ ≥ 0 Yt serisi durağan değildir. H1 : δ < 0 Yt serisi durağandır. Buna göre δ = 0 olması ve özdeĢ durum olan α = 1 olması durumunda H0 hipotezi kabul edilir. Bu durum zaman serisinin durağan olmama durumunu göstergesidir (Sözen, 2010: 97). 95 0 hipoteziyle, geleneksel yolla hesaplanan t istatisliği istatistiği yani Dickey Fuller sınaması olarak bilinir. Bu istatistiğin kritik değeri Dickey-Fuller tarafından Monte Carlo benzetmesiyle tablolaĢtırılmıĢtır (Dickey and Fuller, 1979: 427). Dickey Fuller istatistiğini hesaplamak için tahmin edilen katsayısını kendi standart hatasına böler, 1 hipotezinin reddedilip reddedilmediğini görmek için Duckey Fuller çizelgesine baĢvurulur. Ancak bu çizelgeler yeterli düzeyde olmaması nedeniyle MacKinnon tarafından geniĢletilmiĢtir (Gujarati, 1999: 719). Eğer istatistiğinin hesaplanan mutlak değeri | | DF değerini veya MacKinnon DF‟nin kritik mutlak değerini | | aĢıyorsa verilen zaman serilerinin durağan olduğu hipotezini reddedemeyiz. Fakat bu değer kritik değerin altında ise, zaman serisi durağan değildir (Kutlar, 1998: 242). Dickey Fuller (1979) Monte Carlo simülasyonu ile aĢağıdaki üç model oluĢturulabilir. ∆Y t = Y t 1 + u t ∆Y t = m 0 + Y t 1 + u t ∆Y t = m 0 + Y t 1 + m 1 t + u t Bu üç denklem arasındaki fark son denklemde deterministik trendin olmasıdır (Kutlar, 2005: 312). Ġlk iki denklem sabiti içerip içermediğine göre oluĢturulmuĢ iken son denklemde hem sabit sayı içermesi hem de deterministik trend yer almaktadır. Bütün denklemlerde , değeri sıfıra eĢit olduğu durumda ( 0) t serisi bir birim kök ihtiva etmektedir (Aktaran: Erdoğan, 2006: 84). 4.2.2. Koentegrasyon Testi (EĢbütünleĢme Analizi) Durağan olmayan serilerde durağan hale getirilmesi için, serilerin birinci, ikinci, üçüncü, vb. farkları alınmaktadır. Farkların alınması, sadece değiĢkenin 96 geçmiĢ dönemlerde maruz kaldığı kalıcı Ģokların etkisini yok etmekte kalmayıp, aynı zamanda dönemler arasında, bu Ģoklar dıĢında var olabilecek, uzun dönemli iliĢkilerin de ortadan kalkmasına yol açmaktadır. Bu nedenle, bu Ģekilde durağanlaĢtırılmıĢ seriler arasında bulunacak regresyon ise, uzun döneme ait tüm bilginin de yok edilmesi nedeniyle, bir uzun dönem denge iliĢkisi vermeyecektir (Tarı, 2010: 415). Koentegrasyon yaklaĢımı, zaman serilerinin durağan olmaması halinde, fark alma iĢlemi ile durağanlaĢtırılan serinin değiĢkenleri etkileyen dıĢsal Ģoklara rağmen, değiĢkenler arasında uzun dönemli bir denge iliĢkisinin olabileceğini ifade eder (Dikmen, 2009: 301). Literatürde koentegrasyon analizine iliĢkin çeĢitli testler ve bu testlerin dayandığı çeĢitli tahmin yöntemleri vardır. Ġki grupta incelemek mümkündür. Birinci grupta yer alanlar tek denklemli modele, ikinci grupta yer alanlar ise bir denklemler sistemine dayanmaktadır. Tek denkleme dayalı koentegrasyon analizi Engle-Granger tarafından geliĢtirilmiĢ daha sonra da Johansen tarafından çoklu koentegre vektörleri tahmin etmek amacı ile en çok benzerlik yöntemine dayanan bir yöntem geliĢtirilmiĢtir (GöktaĢ, 2005: 116). Johansen yöntemi, aĢağıda gösterilen VAR(p) ifade edilir. ∆Z t = πZ t 1 + Π 1 ∆Z t 1 + …………… + Π p 1 ∆Z ( p 1) + + D t + u t (6) Burada, sabit vektör, D merkezi mevsimsel değiĢkenler matrisi, Z ise N 1‟lik değiĢkenler vektörü, Π 1 ………… Π p 1 N N‟lik bilinmeyen parametreler matrisi, π katsayıların uzun dönem matrisi ve u t ise çok değiĢkenli dağılımlı dönemlerini ifade eder (Aktaran: Erdoğan, 2006: 84-85). Π katsayılar matrisidir. Buradaki temel amaç katsayılar matrisinin değiĢkenler arasındaki uzun dönemli iliĢkiler hakkında bilgiye sahip olup olmadığının incelenmesidir. Katsayılar matrisi için üç ayrı durum vardır (GöktaĢ, 2005: 126). Rank (Π) = p Bütün değiĢkenler durağandır, eĢbütünleĢme vektörü yazılamaz. 97 Rank (Π) = 0 ise, Π matrisinin hiçbir doğrusal birleĢimi durağan değildir. Serilerin durağan halleri ile VAR modeli oluĢturularak iliĢkiler böyle açıklanabilir. 0 < Rank (Π) = r < p ise, eĢbütünleĢme iliĢkisi söz konusudur (Tarı, 2010: 428). (6) numaralı denklem aĢağıdaki semboller yardımıyla yeniden düzenlenirse; Z 0 t = ∆X t , Z 1t = (∆X t 1 ,………., ∆X t k 1 , D, 1) Z kt = X t k , Γ = (Γ 1 ,……...., Γ k 1 , ϕ, ) Z 0 t = ΓZ 1t + ΠZ kt + u t (7) (t = 1……T) Biçimindedir ve Π‟nin değeri biliniyorsa Γ‟nin en çok benzerlik tahmini; n n n t 1 t 1 t 1 Z 0t Z ''1t = Γ Z 1t Z1't + Π Z kt Z1't (8) ġeklindeki denklem olmakta n örnek büyüklüğünü ifade etmektedir (GöktaĢ, 2005: 129). 4.2.3. Nedensellik Testi Nedensellik testi iki değiĢken arasında sebep-sonuç iliĢkisinin olup olmadığını, eğer varsa iliĢkinin yönünü test etmek amacıyla kullanılmaktadır (Berber ve Artan, 2004: 10). Nedensellik testi, iktisat teorisinden gelen bilgiye dayanarak aralarında iliĢki olduğu beklenen değiĢkenlerin ampirik testlerle çözümlenmesini zorunlu kılmaktadır (IĢığıçok, 1994: 37). Ampirik testlerden birisi olan, regresyon analizi, değiĢkenler arasındaki bağımlılık iliĢkileri ile uğraĢmaktadır. Ancak, değiĢkenler arasındaki bu bağımlılık, bir nedensellik iliĢkisi ifade etmeyebilir. Yani, mutlaka bağımsız değiĢken X‟in sebep ve bağımlı değiĢken Y‟nin sonuç olduğu anlamına gelmez. Ġstatistiksel olarak, iki değiĢken arasındaki sıkı bir iliĢki, bir birliktelik ifade eder (Tarı, 2010: 436). 98 Ekonometrik yaklaĢım ile zaman serileri çözümlemesi yaklaĢımının birbirini tamamlamalarına iliĢkin çabalar, nedensel iliĢkilerin araĢtırılmasının önemini ortaya çıkarmıĢtır. Böylece zaman serileri çözümlemesi yaklaĢımı ile değiĢkenler arasındaki iliĢkiler belirlenmekte ve iktisat teorisi veri alınarak ekonometrik model kurulmaktadır. O halde, X ve Y gibi iki değiĢken arasındaki nedensel iliĢkinin araĢtırılmasının temel amaçları Ģu Ģekilde sıralanabilir: - Mevcut verilere dayanarak X ve Y‟nin gelecek dönemlerdeki değerlerinin öngörülmesidir, - Y gibi bir değiĢkenin sadece kendi geçmiĢ değerleri ile mi, yoksa X gibi diğer bir değiĢkenin geçmiĢ değerleri ile mi daha iyi öngörülebilmesi, - Ekonometrik modellemede hangi değiĢkenin içsel hangilerinin dıĢsal değiĢken olduklarının belirlenmesidir, - DeğiĢkenlerdeki nedensel iliĢkilerin yönünün belirlenmesi, - Bir değiĢkendeki değiĢmenin diğer değiĢken üzerindeki etkisinin kaç dönem sonra ortaya çıkacağı, baĢka bir deyiĢle, bir değiĢkende Ģimdiki dönemde meydana delen bir değiĢmenin etkisinin kaç dönem öncesine kadar dayanacağının belirlenmesi, - Dağılımlı gecikme geniĢliğindeki veya parametrelerdeki yapısal değiĢimin belirlenmesi (IĢığıçok, 1994: 90). 4.2.3.1. Granger Nedensellik Testi Uygulamada zaman serileri arasındaki nedensellik iliĢkisinin tespit edilmesinde en sık kullanılan yöntem Granger (1969) tarafından geliĢtirilen Granger nedensellik testidir (Berber ve Artan, 2004: 10). Bu analiz iki denklem kullanılarak yapılmaktadır: 99 m Y t = a 0 + ai Yt i + i 1 b X m Xt = c0 + c X i 1 i m i 1 i t i + ui (9) m t i + d Y i 1 i t i + ui (10) Yukarıdaki 9 ve 10 nolu denklemler için her eĢitlik ayrı ayrı yapılır. Buna göre, Granger nedensellik testi her iki eĢitliğe göre yapılıĢı aĢağıda verilmiĢtir. I. AĢama: Hipotezlerin kurulması Granger nedensellik analizi, yukarıdaki denklemlerde hata terimlerinden önce yer alan bağımsız değiĢkenin gecikmeli değerlerinin katsayılarının grup halinde sıfıra eĢit olup olmadığı test edilerek yapılır. (a) nolu denklemdeki b i katsayıları belirli bir anlamlılık düzeyinde sıfırdan farklı bulunursa, X‟in Y‟nin nedeni olduğu sonucuna varılır. Aynı Ģekilde (b) nolu denklemde d i katsayılarının belirli bir anlamlılık düzeyinde sıfırdan farklı olması da Y‟nin X‟in nedeni olduğunun göstergesidir. Bu durumda Y ile X arasında karĢılıklı bir nedensellik iliĢkisi var demektir. Sadece (a) nolu denklemdeki b i katsayıları sıfırdan farklı ise X‟den Y‟ye doğru tek yönlü, sadece (B) nolu denklemdeki d i katsayıları sıfırdan farklı ise Y‟den X‟e doğru tek yönlü nedensellik vardır. Hem b i hem de d i katsayılarının sıfırdan farklı olmaması ise bu iki değiĢken arasında herhangi bir nedensellik iliĢkisi olmadığının göstergesidir (Karaca, 2003: 250). II. AĢama: Kısıtlamalı iliĢkideki hata terimleri kareleri toplamının bulunması, m b X i 1 i (11) terimini dıĢarıda bırakıp, t i m Yt = a0 + a Y i 1 i t i ui (12) iliĢkisini tahmin ederiz. 100 Bu kısıtlamalı iliĢkinin hata terimlerinin kareleri toplama n e t 1 2 t bulunur. Bu ifade RSS R olarak ifade edilir. III. AĢama: Kısıtlamasız iliĢkideki hata terimleri kareleri toplamının bulunması, m Yt = a0 + aiYt i + i 1 m b X i 1 i t i + ui (13) ġeklindeki kısıtlamasız iliĢki tahmin edilerek, bunun da hata terimlerinin kareleri toplamı n e t 1 2 t bulunur. Bu ifade RSS UR olarak gösterilir. IV. AĢama: Test istatistiğinin hesaplanması, Hipotezin testinde aĢağıdaki F istatistik değeri hesaplanır: F= ( RSS R RSS UR ) / m RSS UR /( n k ) (14) Bu formüldeki, RSS R : kısıtlamalı iliĢkilerdeki hata terimlerinin kareleri toplamını, RSS UR : kısıtlamasız iliĢkideki hata terimlerinin kareleri toplamını, m: dıĢarıda bırakılan gecikmeli değiĢken sayısını, n: örnek hacmi ve k: kısıtlamasız regresyon modeldeki tahmin edilen parametre sayısını gösterir (Tarı, 2010: 438). V. AĢama: Tablo değerli ile karĢılaĢtırma ve karar verme aĢaması, Hesaplanan F değeri m ve (n-k) serbestlik derecesinde, anlamlılık düzeyindeki tablo değerinde büyük ise H 0 hipotezi reddedilir. H 0 hipotezinin reddedilmesi ise regresyonda yer alan katsayıların genel olarak olduğunu baĢka bir ifadeyle değiĢkenler arasındaki bir nedensellik iliĢkisinin olduğunu gösterir (Aktaran: Erdoğan, 2006: 89). 101 SeçilmiĢ olan regresyon denkleminin uygun olup olmadığının ve gecikme sayısının belirlenmesinde Akaiki Bilgi Kriterinden (AIC) kullanılacaktır. AIC değer modeldeki tahmin edilen katsayılar ile modele ait artıkların kareleri toplamına bağlı olarak değiĢir. Gecikme sayılarının belirlendiği durumlarda, Akaike değeri en küçük olan model uygun model olarak seçilir. Ekonometrik bir modelde Akaiki değeri aĢağıdaki formül yardımıyla hesaplanır. AIC= In[ ei / n] + 2 2k n (15) Bu formüldeki; k: gecikmeli modeldeki parametre sayısı, n: gözlem sayısını gösterir (Terzi ve Zengin, 2003: 58). 4.3. Veri Tanımlaması Bu çalıĢmada ilgili yıllara ait TÜFE ve GSYĠH verileri Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası ve Türkiye Ġstatistik Kurumu online veri tabanlarından elde edilerek uygulamada kullanılmıĢtır. Ekonometrik çalıĢmalarda kullanılan değiĢkenlerin sembolleri aĢağıda verilmiĢtir. TÜFE: Toplam TÜFE Değerleri –log(TÜFE) GSYĠH: Toplam GSYĠH Değerleri –log(GSYĠH) 4.4. Ekonometrik Sonuçlar Bu çalıĢmada, 1980-2010 yılları arası cari fiyatlarla GSYĠH ve TÜFE verileri kullanılarak ekonomik büyüme ve enflasyon arasındaki iliĢki irdelenmiĢtir. Dönemsel olarak ele alınan verilerin zaman serileri ihtiva etmesi sebebiyle öncelikle seriler durağan hale getirilmiĢtir. Serilerin durağan hale getirilmesi ile, değiĢkenler arasındaki eĢ-bütünleĢme iliĢkisi incelenmesi yapılmıĢtır. Seriler kendi aralarında kointegre olduktan sonra ise uzun ve kısa dönem arasındaki değiĢmeyi ifade eden hata düzeltme modeli uygulamıĢtır. Hata düzeltme sonucunda oluĢturulan regresyon model sonuçlarına göre değiĢkenler arasındaki iliĢki Granger nedensellik testi yardımı ile test edilmiĢtir. 102 4.4.1. Birim Kök Testi Zaman serisi olarak ifade edilen ve analize konu olan verilerin uygulamaya tabi tutulabilmesi için birim kökün ortadan kaldırılması gerekir. DeğiĢkenlere ait birim kök testi GeniĢletilmiĢ Dickey Fuller ADF birim kök testi yardımı ile test edilmiĢtir. Tablo 26: DeğiĢkenlere Ait Uygun Gecikme Sayısı (AIC) ve ADF Değerleri DeğiĢken Adı DeğiĢken Durumu GSYĠH Uygun Gecikme Sayısı ADF Değeri 2 -2,497973 0 Mc Kinnon Kritik değeri %1 %5 %10 -3,689194 -2,971853 -2,625121 -2,143070 -3,679322 -2,967767 -2,622989 Yalın ENFLASYON Yalın GSYĠH Birinci farkı 0 -0,891138 -3,679322 -2,967767 -2,622989 ENFLASYON Birinci farkı 1 -2,871651 -3,752946 -2,998064 -2,638752 6 -5,457117 -3,689194 -2,971853 -2,625121 0 -4,971973 -3,689194 -2,971853 -2,625121 GSYĠH Ġkinci Farkı ENFLASYON Ġkinci Farkı Tablo 26‟da görüleceği üzere, yalın halde değerlere baktığımızda GSYĠH‟nın ve enflasyon için en uygun gecikmenin AIC göre sırası ile 2 ve 0 olduğunu görülmektedir. Bu sonuçlara göre, değiĢkenlerin tamamı için %5 anlamlılık düzeyinde sıfır hipotezi reddedilmemiĢtir. Bu durumda değiĢkenlerin yalın halde birim köke sahip olduğunu göstermektedir. AraĢtırma kapsamında yer alan değiĢkenlerin tamamı düzeyde birim köke sahip olduğundan, bu değiĢkenlerin birinci sıra farkları alınmıĢ ve birinci sıra 103 farklarla ifade edilen zaman serilerinin durağanlığı ADF birim kök testi ile yeniden incelenmiĢtir. Bu değiĢkenlerin ADF regresyon eĢitliğindeki gecikme uzunlukları Akaike Bilgi Kriteri çerçevesinde tahmin edilmiĢtir. Birinci sıra farklarla ifade edilen zaman serileri için ADF regresyon eĢitliğindeki uygun gecikme yapıları araĢtırma kapsamında yer alan değiĢkenlerin tamamı için bir olarak tahmin edilmiĢ. Bu tahminlere ait bilgiler Tablo 26‟da özetlenmiĢtir. Tablo 26‟da görüleceği üzere, birinci sıra fark değerlerine baktığımızda GSYĠH‟nın ve enflasyon için en uygun gecikmenin AIC göre sırası ile 0 ve 1 olduğunu görülmektedir. Bu sonuçlara göre, değiĢkenlerin tamamı için %5 anlamlılık düzeyinde sıfır hipotezi reddedilmemiĢtir. Bu durumda değiĢkenlerin birinci sıra fark değerlerinde birim köke sahip olduğunu göstermektedir. AraĢtırma kapsamında yer alan değiĢkenlerin tamamı düzeyde birim köke sahip olduğundan, bu değiĢkenlerin ikinci sıra farkları alınmıĢ ve ikinci sıra farklarla ifade edilen zaman serilerinin durağanlığı ADF birim kök testi ile yeniden incelenmiĢtir. Bu değiĢkenlerin ADF regresyon eĢitliğindeki gecikme uzunlukları Akaike Bilgi Kriteri çerçevesinde tahmin edilmiĢtir. Ġkinci sıra farklarla ifade edilen zaman serileri için ADF regresyon eĢitliğindeki uygun gecikme yapıları araĢtırma kapsamında yer alan değiĢkenlerin tamamı için bir olarak tahmin edilmiĢ. Bu tahminlere ait bilgiler Tablo 26‟da özetlenmiĢtir. Ġkinci sıra fark olarak ifade edilen değiĢkenler için ADF birim kök testine ait bulgular 26 No‟lu tabloda gösterilmiĢtir. Elde edilen veriler, ikinci sıra farklarla ifade edilen değiĢkenlerin hepsinin %1 ve %5 anlamlılık düzeyinde durağan olduğunu göstermiĢtir. Bu bulgular, analizimizde yer alan değiĢkenler için bütünleĢme sıralarının iki I(2,2) olduğunu ifade etmektedir. 4.4.2. Koentegrasyon Testi (EĢbütünleĢme Analizi) DeğiĢkenler arasındaki Engle-Granger (1987) eĢbütünleĢme testinin yapılabilmesi için, değiĢkenlerin aynı dereceden durağan olmaları gerekmektedir. Bu analizde değiĢkenlere yapılan ADF birim kök testi sonuçlarında serilerin hepsinin bütünleĢme sıralarının 2 olduğu saptanmıĢtır. 104 Aynı derecede durağan olan bu serilere Engle-Granger yöntemi kullanılarak yapılacak olan eĢ-bütünleĢme testinde ilk olarak model ait parametrelerde en küçük kareler yöntemiyle tahmin edilmiĢtir. GSYĠH= 0 1 Enflasyon + t (16 Nolu) Tablo 27: Regresyon Sonuçları (16) nolu model (GSYĠH = 0 1 Enflasyon + t ) 0 1 1980- 2010 Dönemi 5,33 1,06 Olasılık Değeri 62,23 206,83 R 2 = 0,999 D- W = 0,303 F- istatistik = 42779 Uzun döneme ait yukarıdaki regresyon denkleminde, enflasyonun büyüme üzerine pozitif yönde ve anlamlı bir Ģekilde etkisinin olduğu görülmüĢtür. Modeldeki değiĢkenin GSYĠH‟yı açıklaması ise %99 düzeyinde gerçekleĢmiĢtir. Buna karĢılık modelde pozitif yönde otokorelasyon söz konusu olmaktadır. Pozitif otokorelasyonun giderilmesi için Durbin Watson düzeltmesi kullanılmıĢtır ve sonuçlar aĢağıdaki tabloda verilmiĢtir. Buna göre otokorelasyonun giderilmesi ile elde edilen modelde; enflasyon, GSYĠH‟ı pozitif yönde ve %1,05 düzeyinde açıklama göstermiĢtir. 105 Tablo 28: Otokorelasyon Düzeltilmesi İle Regresyon Sonuçları (16) nolu model (GSYĠH = 0 1 Enflasyon + t ) 0 1 1980- 2010 Dönemi 3, 26 1,05 t- Değeri 55,41 184,22 R 2 = 0,99 D- W = 1,17 F- istatistik = 33914 Bu modele ait tahmini hata terimi değerleri ( t ) ise uzun dönemde iliĢkisinin bozucu terimini ifade eder. ġayet bu uzun dönem dengesindeki sapmanın durağan olduğu ortaya çıkarsa, değiĢkenler arasındaki bir eĢ-bütünleĢme (eĢ-bütünleĢme) olduğu anlaĢılır. Buna göre, yukarıda (16) nolu eĢitlikte tahmin edilen hata teriminin (artuklar) durağan olup olmadığı ADF birim kök testi ile araĢtırılmıĢ ve sonuçlar Tablo 29‟de özetlenmiĢtir. Tablo 29: Modeldeki Hata Teriminin Durağanlık Testi (ADF Birim Kök Testi) McKinnon Kritik Değer DeğiĢkenler ADF Değeri %1 %5 %10 t -2,977260 -3,679322 -2,967767 -2,622998 106 ADF birim kök testine bakıldığında, tahmin elde edilen hata teriminin %5 anlamlılık düzeyinde durağan olduğu kabul edilir. 16 No’lu Modele Ait Hata Terimi .10 .05 .00 -.05 -.10 -.15 -.20 1980 1985 1990 1995 2000 2005 2010 HATA Hata teriminin durağan olduğu anlaĢıldığından 12 nolu denklem ile ifade edilen regresyon iliĢkisinin eĢ-bütünleĢmiĢ olduğu kabul edilir. Modeldeki değiĢkenler arasında bir eĢ-bütünleĢme olması, uzun dönem iliĢkisinin olduğunu göstermektedir. Modelden elde edilen hata terimi, modeldeki bağımlı değiĢkende kısa dönem değerleri ile uzun dönem değerleri arasında bir köprü kurmaktadır ve bağlantı sağlamaktadır (Kutlar, 2005: 349). Hata düzeltme modelinin geliĢtirilme amacı budur. Hata düzeltme modeli aĢağıda verilmiĢtir. ∆GSYĠH = 0 1 ∆enflasyon + t 1 (17) Bu modelden elde edilen sonuçlar aĢağıdaki tabloda verilmiĢtir. 107 Tablo 30: Hata Düzeltme Modeline Ait Regresyon Analizi Sonuçları (17) nolu model (∆GSYĠH = 0 1 ∆enflasyon + t 1 0 1 t 1 1980- 2010 Dönemi -0,04 0,845 -0,4831 Olasılık (t- istatistik) -0,36 5,20 -2,39 2 R = 0,51 D-W = 2,19 F- Ġstatistik = 13,56 1980-2010 yıllarını kapsayan dönem için yapılan hata düzeltme modeli ele alındığı zaman, bu yıllar arasındaki hata düzeltme modelinde enflasyon kısa dönemde GSYĠH üzerinde pozitif yönlü 0,845 oranında etkisinin olduğu görülmektedir. Hata düzeltme terimine ait parametre -0,48 olarak hesaplanmıĢtır ve %1 anlamlılık düzeyine göre istatistiksel olarak sıfırdan farklıdır. O halde, enflasyon ile büyüme arasında meydana gelen dengesizliklerin %48‟i bir yıllık dönemde ortadan kalkmakta olup sistem yaklaĢık olarak 2 yılda tekrar dengeye gelmektedir. 4.4.3. Granger Nedensellik Testi Granger nedensellik testinden önce otoregresif modele ait gecikmenin belirlenmesi gerekmektedir. Gecikme değerlerinin belirlenmesinde kullanılan yöntem, VAR Analizinde Akaiki Bilgi Kriteri değerlerinin kıyaslanması yöntemidir. Maksimum gecikme uzunluğu 3 olmak üzere VAR modeli için uygun gecikme yapısı Akaiki kriterine göre belirlenmiĢtir. VAR modeli için gecikme yapısının belirlenmesine ait Akaike Bilgi Kriteri değerleri Tablo 31‟de özetlenmiĢtir. 108 Tablo 31: VAR Analizine göre Gecikme Sayısı (Akaiki Bilgi Kriteri) ∆GSYİH,2 - ∆Enflasyon,2 1 2 3 -4,275* -3,902 -3,551 Yukarıdaki gecikme uzunlukları belirlenmiĢ olan VAR modeli çerçevesinde gerçekleĢtirilen ikili Granger nedensellik testi bir gecikmeli sonuçları aĢağıdaki tabloda verilmiĢtir. Tablo 32: DeğiĢkenler Arasındaki Granger Nedensellik Testi Sonuçları ∆Enflasyon ∆GSYĠH’nın nedeni değildir ∆GSYĠH ∆Enflasyon nedeni değildir F- değeri p değeri Sonuç** 3,443 0,035 0,07532* 0,85106 RET KABUL *%10 anlamlılık düzeyinde ** Sonuçlar (H0): Esas Hipoteze göre yapılmıştır Dönemler itibari ile yapılmıĢ olan nedensellik analizinde, 1980-2010 yılları arasında %10 anlamlılık düzeyinde enflasyondan ekonomik büyümeye doğru tek taraflı bir nedensellik iliĢkinin olduğu ortaya çıkmıĢtır. 109 SONUÇ Enflasyon ve ekonomik büyüme iliĢkisi, uzun yıllardır iktisat literatüründe en önemli tartıĢmalardan birisi olmuĢtur. Bu çalıĢmada öncelikli olarak enflasyon ve ekonomik büyüme ile ilgili iktisadi kuramlara ait teorik yaklaĢımlar araĢtırılmıĢtır. Sonraki süreçte Türkiye ekonomisinde, enflasyon ve ekonomik büyümenin tarihsel süreci Cumhuriyetin ilanından, 2010 yılına kadar geçen süreçte, dönemin içinde bulunduğu konjonktüre bağlı olarak, belirli tarihlere göre gruplara ayrılmıĢ ve inceleme konusu olmuĢtur. Bu inceleme yapılırken, cari düzeyde fiyatlardaki geliĢimi gösteren enflasyon rakamları ile cari düzeydeki GSYĠH rakamları kullanılarak analiz edilmiĢtir. Cumhuriyetin ilanından, 1945 yılları arasında uygulanan ekonomi politikaları birden çok ekonomik sistemi içinde barındırmaktadır. Bir yandan devletçi politikalar uygulanırken, diğer yandan liberal ekonomi uygulamalarının zemini hazırlanmıĢtır. 1923 yılından 1929 buhranına kadar maliye politikalarının baĢarıyla uygulanması sonucunda önemli bir enflasyon oranına rastlanılmamıĢtır, ancak 1929 ekonomik buhranından sonra fiyat oranlarında azalmalar meydana gelmiĢtir. Ayrıca 1923-1929 yılları arasında sağlıklı fiyat tespiti yapılmadığından dolayı enflasyon değerlerine ait net veriler elde edilememiĢtir. Bu dönemde Ġkinci Dünya SavaĢı baĢlamıĢ, Türkiye savaĢa girmemesine rağmen savaĢın ekonomik sıkıntılarını yaĢamıĢtır. Fiyat istikrarı bozulmuĢ ve Ġkinci Dünya SavaĢına kadar, hızlanan büyüme savaĢ koĢullarının etkisiyle bir hayli yavaĢlamıĢtır. 1945-1960 dönemi çok partili dönemden, planlı kalkınma dönemine kadar geçen süreçtir. Bu dönemde 1954 yılına kadar liberal ekonomi politikaları uygulanırken 1954 yılından sonra yerini devletçi politikalara bırakmıĢtır. Bu dönemde Türkiye‟de ilk devalüasyon 1946 yılında gerçekleĢtirilmiĢtir. 1946 devalüasyonu ile 1 dolar= 130 kuruĢken 282 kuruĢ olarak belirlenmiĢtir. Hükümetin TL‟nin değerini düĢürmesindeki sebep, ihracat ürünleri fiyatlarını, savaĢ döneminde ortaya çıkan enflasyondan arındırmak ve mal stoklarının ihracatını sağlamak içindir. 1954-58 dönemi kriz ortamında geçmesi nedeniyle 4 Ağustos 1958 yılında alınan yeni istikrar kararlarıyla TL‟nin dıĢ değer 1 dolar= 280 kuruĢtan 900 kuruĢa 110 düĢürülmüĢtür. Alınan istikrar kararları ile 1959 yılından sonra enflasyon ve GSMH oranları düĢmüĢ, GSMH 1960 yılında yılın da %3,4 oranında gerçekleĢmiĢ. Ekonomideki durgunluk baĢlayınca bu kararlar biraz gevĢetilmiĢtir. Dönem içince ekonomi büyüme eğiliminde olmasına rağmen, sürekli dalgalanmalar yaĢanmıĢ bu durum sürdürülebilir bir büyümenin gerçekleĢmediğini göstermektedir. 1960 yılında yeni Anayasanın hazırlanmasıyla uzun vadeli bir planlı döneme girilmiĢtir. Ġlk plan 1963 yılında yürürlüğe girmek üzere arka arkaya, beĢer yıllık dönemi kapsayan üç adet plan hazırlanarak uygulanmıĢtır. Bu dönemde, dıĢ ticaretteki geliĢmeler önceki dönemlerde oluĢan genel çerçevede yürütülmüĢ ve ithal ikameci, yerli sanayiyi korumayı ve geliĢtirmeyi amaçlayan bir dıĢ politikası izlenmiĢtir. Bu dönemde uygulanan politikalarla dıĢa bağımlılığı azaltmak amaçlansa da bu istek gerçekleĢtirilememiĢtir. 1970 yıllarda kriz ortamına girilmiĢ 1973 ve 1979 yıllarında iki kez petrol Ģoku yaĢanmıĢtır. Hükümet 1978 yılında %29 oranında devalüasyon yaparak 1$= 25,25 TL‟ye yükseltilmiĢtir. Bu dönemde planlama uygulamalarını belirleyen ithal ikameci kalkınma modeli ve modelin gerektirdiği ekonomik düzenlemeler, 24 Ocak 1980 kararlarına kadar varlığını sürdürdü. 1980 yılından sonra Türkiye dıĢa açık bir kalkınma modeli benimsedi. 24 Ocak kararlarının alındığı tarihte TL %49 oranında devalüe edilerek dolar kuru 47 TL‟den 70 TL‟ye yükseltilmiĢtir. 24 Ocak kararlarının alındığı yıl enflasyon ilk kez üç haneli rakamlarda gerçekleĢmiĢ TÜFE %101,4 oranında TEFE %107,2 oranına yükselmiĢtir. GSYĠH oranı 1980 yılında %83,5 oranında gerçekleĢmiĢtir. 1980 ile 1988 yılları arasında enflasyondaki düĢüĢle birlikte GSYĠH büyüme hızları da azalmıĢ, 1988 yılında fiyatlardaki artıĢlarla birlikte GSYĠH oranı %72,9 oranında gerçekleĢmiĢtir. 1980 yılından sonra ilk kez 1994 yılında TÜFE %106,3 oranında TEFE %120,7 oranında yüksek oranlı enflasyonla karĢı karĢıya kalınmıĢtır. 1990 ile 2000 yılları arasında enflasyonla mücadelede baĢarısız uygulamalar, dıĢsal faktörlerinde etkisiyle, ekonomik krizlerle sonuçlanmıĢtır. 5 Nisan kararları ve 2000 Enflasyonu DüĢürme Programı da istenilen baĢarıya ulaĢılamamıĢtır. 111 Enflasyonu DüĢürme Programı, programın kendisinden değil uygulamasında oluĢan hatalarla baĢarısızlığa uğramıĢ ve Kasım 2000 kriziyle sonuçlanmıĢtır. Kasım 2000 krizi aĢıldı derken, üç ay sonra 19 ġubat 2001‟de bu kez döviz krizi baĢlamıĢtır. Türkiye ekonomisinde 2001 yılında sabit kur sistemi bırakılarak dalgalı kur sistemine geçilmiĢtir. Türkiye ekonomisi yeni bir döneme girdi ve 14 Nisan 2001‟de Güçlü Ekonomiye GeçiĢ Programını açıklayarak yürürlüğe konulmuĢtur. Merkez Bankası, Güçlü Ekonomiye GeçiĢ Programı‟nda para politikasını oluĢtururken enflasyon hedeflemesi yapacağını açıklamıĢtır. Türkiye ekonomisi 2008 krizinde dört kanaldan etkilenmiĢtir. Bunlar, dıĢ talepte azalma, dıĢ kredi azalması, iç kredi azalması ve ekonomiye duyulan güvenin azalmasıdır. 2008 yılında TÜFE %10,4 oranında gerçekleĢirken 2009 yılında azalarak %6,3 oranında gerçekleĢmiĢtir. Enflasyon oranındaki bu daralmayla birlikte 2008 yılının ikinci çeyreğinden itibaren GSYĠH büyüme hızları belirgin olarak bir yavaĢlama eğilimine girmiĢ ve bu yavaĢlama 2009 yılının dördüncü çeyreğine kadar devam etmiĢtir. ÇalıĢmamızın son kısmında enflasyon ve ekonomik büyüme iliĢkisi ile ilgili literatür araĢtırması ve ekonometrik analiz yapılmıĢtır. Enflasyon ve ekonomik büyüme iliĢkisi 1970‟li yıllara kadar Phillips Eğrisi yaklaĢımı doğrultusunda açıklanmaya çalıĢılmıĢtır. Ġkinci Dünya SavaĢı‟ndan sonra yüksek enflasyon ve büyüme hızları gözlenmiĢ bundan dolayı, enflasyonun büyümeyi bazı nedenlerden dolayı olumlu yönde etkileyeceğini ileri sürülmüĢtür. Bu görüĢ enflasyon öncesi bireylerin servet dengesine ulaĢabilmek için tasarruflarını artırması bu durum faiz oranlarını düĢürecek ve yatırımlar artarak ekonomik büyümeyi hızlandıracaktır. Diğer bir neden ise, enflasyonun yatırım portföyünü finansal sektörlerden reel sektöre doğru kaydırması sermayenin yoğunluğunu yükseltmek suretiyle ekonomik büyümeyi artıracaktır. Fakat 1980 yılından sonra yapılan çalıĢmaların doğrultusunda enflasyonun ekonomik büyümeyi olumsuz yönde etkilediğini açıklamaktadır. Ayrıca yapılan bazı çalıĢmalarda belirli bir eĢik değeri bulunmuĢ ve bu değere kadar enflasyonun ekonomik büyümeyi olumlu etkilediği görülürken, belirlenen değerin üzerinden itibaren enflasyon ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediği 112 bulunmuĢtur. Ancak bu konuda tam bir görüĢ birliğine ulaĢılamadığını belirtmemiz gerekmektedir. ÇalıĢmada 1980-2010 yılları arasında enflasyon ve cari değerlerde GSYĠH rakamları ele alınarak nedensellik iliĢkisi incelenmiĢtir. Öncelikle değiĢkenlerin birim kök içerip içermediklerine bakılmıĢ, durağanlık olarak ifade edilen birim kök testinde değiĢkenlerin ikisinin de ikinci farkında durağan oldukları tespit edilmiĢtir. Serilerin ikinci farklarında durağanlığın sağlanması sonucunda uzun dönemli iliĢkinin araĢtırılması için koentegrasyon testi yapılmıĢtır. Koentegrasyon testi sonucunda, enflasyonla cari değerlerle ifade edilen GSYĠH arasında uzun ve kısa dönemde pozitif iliĢkinin olduğu görülmüĢtür. ÇalıĢmamızda kullandığımız değiĢkenlerin arasındaki nedenselliğin yönünün tespit edilmesi için vektör otoregresif modeller yardımı ile uygun gecikme sayısı tespit edilmiĢtir. Granger Nedensellik testi sonucunda ise %10 anlamlılık düzeyinde enflasyondan GSYĠH doğru tek taraflı bir nedenselliğin ortaya çıktığı görülmüĢtür. 113 KAYNAKÇA Acar, Yalçın (1995). Tarihsel Açıdan Türkiye Ekonomisi ve Ġzlenen Ġktisadi Politikalar (1923-1963) (3. Baskı). Bursa: Uludağ Üniversitesi Basımevi. Acar, Yalçın (1998). Büyüme Teorileri ( 3.Baskı). Bursa: VipaĢ A. ġ. Yayınları. Acar, Yalçın (2002). Ġktisadi Büyüme ve Büyüme Modelleri (4. Baskı). Bursa: VipaĢ Yayın. Aklin, Erdoğan (1981). Gelir ve Büyüme Teorisi. Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi Ġktisat Fakültesi Yayınları. Aktan, ReĢat (1978). Türkiye Ġktisadı (3. Baskı). Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Yayınları No:425. Akyazı, Haydar ve Ekinci Aykut (2009). Enflasyon Hedeflemesi, Büyüme ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. Bankacılar Dergisi, 68. Akyıldız, Hüseyin ve Eroğlu, Ömer (2004). Türkiye Cumhuriyetin Dönemi Uygulanan Ġktisat Politikaları. Süleyman Demirel Üniversitesi Ġktisadi ve Ġdari Bilimler Fakültesi Yayınları, C.9, S.1, 43-62. Alkin, Erdoğan (1975). Gelir ve Büyüme Teorisi. Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi Yayınlarından No: 210 Ġktisat Fakültesi No: 362 Altınok, Serdar (2002). Ġktisat Bilimine GiriĢ. Konya: Baskı Sebat Ofset Matbaacılık. Altınok, Serdar ve Çetinkaya, Murat. Devalüasyon ve Türkiye‟de Devalüasyon Uygulamaları ve Sonuçları. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S: 47-64. Altıok, Metin (2011). “Ekonominin Planlama Tabanına Oturtulması ve DıĢa Bağımlı GeniĢleme (1960-1980) Dönemi”, Türkiye Ekonomisi, Editör: Kerim Özdemir, Serap Durusoy (1. Baskı). Ġstanbul: Lisans Yayıncılık. Aras, O. Nuri (2010). Son Ekonomik Krizin Türkiye‟de Enflasyon Hedeflemesine Etkisi. Ekonomi Bilimleri Dergisi, 2(2), 97-104. Artan, Seyfettin (2006). Türkiye‟de Enflasyon, Enflasyon Belirsizliği ve Büyüme. TartıĢma Metni: Türkiye Ekonomi Kurumu. Yayın No: 2006/14. 114 BaĢol, Koray (1983). Türkiye Ekonomisi. Ġzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Ġktisadi ve Ġdari Bilimler Fakültesi Yayım No:2. Berber, Metin (2006). Ġktisadi Büyüme ve Kalkınma (3. Baskı). Trabzon: Derya Kitabevi. Berber, Metin ve Artan Seyfettin (2004). Enflasyon ve Ekonomik Büyüme ĠliĢkisi: Türkiye Örneği. TartıĢma Metni. Türkiye Ekonomi Kurumu. Yayın No. 2004/21 Black, David C., Dowd, Michael R. and Keith, Keith (2001). The Inflation/Growth Relationship: Evidence from State Panel Data. Applied Economics Letters, 8(12), 771- 774. Bocutoğlu, Ersan (2009). Makro Ġktisat Teoriler ve Politikalar (5. Baskı). Trabzon: Murathan Yayınevi. Bocutoğlu, Ersan, Berber, Metin ve Çelik, Kenan (2000). Ġktisada GiriĢ. Trabzon: Akademi Yayınevi. Boratav, Korkut (1998). Türkiye Ġktisat Tarihi 1908-1985. Ġstanbul: Gerçek Yayınevi. Boratav, Korkut ve Türkcan, Ergun (1993). Türkiye‟de SanayileĢmenin Yeni Boyutları ve KĠT‟ler. Ġstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. BuluĢ, Abdülkadir (2003). Türk Ġktisat Politikalarının Tarihi Temelleri. Konya: Tablet Kitabevi. Bulut, Cihan (2006). Ekonomik Yapı ve Politika Analizi Türkiye Ekonomisi Performans Değerlendirmesi. Ġstanbul: Der Yayınları. Burdekin, Richard C. K., Denzau, Arthur T., Keil, Manfred W., Sitthiyot, Thitithep and Willett, Thomas D. (2000). When Does Inflation Hurt Economic Growth? Different Nonlinearities for Different Economies. http://www.claremontmckenna.edu/rdschool/papers/2000-22.pdf, EriĢim Tarihi: 23.05.2011. Christina, D. Romer (1996). Inflation and The Growth Rate of Output. Working Paper. National Bureau of Economic Research. No: 5575. 115 Çamlıca, Ferhat (2010). Yeni Keynesyen Bir BakıĢ Açısıyla Türkiye‟nin Enflasyon Dinamikleri Yönünden Yapısal Analizi. Uzmanlık Yeterlilik Tezi, Türkiye Cumhuriyet Bankası ĠletiĢim ve DıĢ ĠliĢkiler Genel Müdürlügü, Ankara. Çelebi, Esat (2002). Türkiye‟de Devalüasyon Uygulamaları (1923-2000). DoğuĢ Üniversitesi Dergisi, 2(1), S:55-66. Çepni, Elif (2005). Ekonomik Göstergeler ve Ġstatistikler Rehberi (2. Baskı). Ankara: Seçkin Yayıncılık San. ve Tic. A.ġ. Dickey, David A. ve Fuller, Wayne (1979). Distribution of the Estimators of Autoregressive Time Series With a Unit Root. Journal of the American Statistical Association, C: 74: 427-431. Dikmen, Nedim (2009). Ekonometri Temel Kavramalar ve Uygulamalar (1. Basım). Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. Dinler, Zeynel (2000). Ġktisada GiriĢ (6. Baskı). Bursa: Ekin Kitabevi. Doğan, Çetin (2005). Fiyat Ġstikrarı Sorunsalı (1. Basım). Ankara: Nobel Yayın. Dağıtım. www.reocities.com/enchantedforest/glade/6314/ithal_enf.doc, EriĢim Tarihi: 02.03.2011. Doğruel, Fatma ve Doğruel, A. Suut (2005). Türkiye‟de Enflasyonun Tarihi. Ankara: TCMB Yayınları. Eğilmez, Mahfi ve Kumcu, Ercan (2005). Ekonomi Politikası Teori ve Türkiye Uygulaması (9. Basım). Ġstanbul: Remzi Kitabevi. Ener, Meliha (2011). “1990 Sonrası Finansal SerbestleĢme Süreci, Spekülatif Sermaye Hareketleri ve Krizler”, Türkiye Ekonomisi, Editör: Kerim Özdemir, Serap Durusoy (1. Baskı). Ġstanbul: Lisans Yayıncılık. Erdoğan, SavaĢ (2006). Türkiye‟nin Ġhracat Yapısındaki DeğiĢme ve Büyüme ĠliĢkisi: Koentegrasyon ve Nedensellik Testi Uygulaması. Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya. Eren, Aslan (1999). Türkiye‟nin Ekonomik Yapısı ve Güncel Sorunları (3. Baskı). Muğla: Muğla Üniversitesi Yayınları. 116 Eren, Ercan (1993). Makro Ġktisat Kavramlar Tarihsel YaklaĢım, Ġstikrar Politikaları ve Açık Ekonomi (2. Basım). Bursa: Ezgi Kitabevi. Eren, Ercan (2001). Makro Ġktisat (3. Basım). Ġstanbul: Avcıol Basım Yayın. Eroğlu, Nadir (2003). Türkiye‟de Ġktisat Politikalarının GeliĢimi. 80. Yılında Türkiye Cumhuriyeti Sempozyumu, Atatürk Ġlkeleri ve Ġnkılap Tarihi AraĢtırma ve Uygulama Merkezi, T.C. Marmara Üniversitesi, Ġstanbul. Eroğlu, Nadir (2005). Türkiye‟de Ġktisat Politikaların GeliĢimi, http://www.genbilim.com/content/view/5014/190/, EriĢim Tarihi: 08.12.2011. Eroğlu, Nadir ve Eroğlu, Ġlhan (2009). Enflasyon Hedeflemesi Rejimi Çerçevesinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası‟nın Kredibilite ve Hesap Verilebilirlik Sorunu. Maliye ve Finans Yazıları, 23 (85), 79-109. Feldstein, Martin (1996). The Costs and Benefits of Going from Low Inflation to Price Stability. NBER Working Papers, No: 5469. Gillman, Max, Kejak, Michal and Valentinyi, Akos (1999). Inflation, Growth, and Credit Services. Transition Economics Series, Institute for Advenced Studies, 1999(13). GöktaĢ, Özlem (2005). Teorik ve Uygulamalı Zaman Serileri Analizi (1. Basım). Ġstanbul: BeĢir Kitabevi. Gujarati, Damodar N. (1999). Temel Ekonometri (Çeviren: Ümit ġenesen ve Gülay Günlük ġenesen). Ġstanbul: Literatür Yayıncılık. Günal, Mehmet (2007). Para Banka ve Finansal Sistem (2. Baskı). Ankara: Yeni Dönem Yayınları. Güngör, A. Ġhsan (2006). Enflasyon Beklentilerinin OluĢum ġeklinin Enflasyon Üzerindeki Etkileri ve Dezenflasyon Programı Uygulamasındaki Sonuçları. Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Ekonometri Anabilim Dalı, Ankara. Gürak, Hasan (2008) Ekonomik Büyüme ve Küresel Ekonomi. Bursa: Ekin Yayınları 117 Hatiboğlu Zeyyat (1981). GeliĢme Ġktisadı ve Türkiye‟nin Ġktisadi GeliĢmesi. Ġstanbul: Ġstanbul Teknik Üniversitesi Matbaası GümüĢsuyu. Heylen, Freddy, Pozzi, Lorenzo and Vandewege, Joost (2004). Inflastion Crises, Human Capital Formation and Growth. Working Papers of Faculty of Economics and Business Administration, Ghent University, 2004(260). Hiç, Mükerrem (1968). 1965 Yılı Fiyat ArtıĢları Münasebetiyle Türkiye‟de Enflasyon. Ġstanbul: Sermet Matbaası. Hiç, Mükerrem (1976). Büyüme Teorileri ve GeliĢen Ekonomiler. Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi Ġktisat Fakültesi Yayınları. Hiç, Mükerrem (1980). Türkiye Ekonomisinin Analizi. Ġstanbul: Ġ.Ü. Ġktisat Fakültesi Yayınları. IĢığıçok, Erkan (1994). Zaman Serilerinde Nedensellik Çözümlemesi. Bursa: Uludağ Üniversitesi Basımevi. IĢık, Nihat ve Acar, Mustafa (2003). KayıtdıĢı Ekonomi: Ölçme Yöntemleri, Boyutları, Yarar ve Zararları Üzerine Bir Değerlendirme. Erciyes Üniversitesi Ġktisadi ve Ġdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 21, 117-136. Kadıoğlu, Ferya, Kotan, Zelal ve ġahinbeyoğlu, Gülbin (2001). Kura Dayalı Ġstikrar Programı Uygulaması ve Ödemeler Dengesi GeliĢmeleri: Türkiye 2000. http://www.econturk.org/Turkiyeekonomisi/kur.pdf, EriĢim Tarihi: 10.12.2011. Kanca, Osman C. (2002). Türkiye‟de Ġç Borç Sorunu ve 1980-2001 Yılları Arası Enflasyonist ĠliĢkisi, Yüksek Lisans Tezi, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Diyarbakır. Karaca, Orhan (2003). Türkiye‟de Enflasyon-Büyüme ĠliĢkisi: Zaman Serisi Analizi. DoğuĢ Üniversitesi Dergisi, 4(2), 247-255. Karaçor, Zeynep, ġaylan, ġerife ve Üçler, Gülbahar (2009). Türkiye Ekonomisinde Enflasyon ve Ekonomik Büyüme ĠliĢkisi Üzerine EĢbütünleĢme ve Nedensellik Analizi (1990- 2005). Niğde Üniversitesi ĠĠBF Dergisi, 2(2), 60-74. 118 Karluk, Rıdvan (1999). Türkiye Ekonomisi Tarihsel GeliĢim Yapısal ve Sosyal DeğiĢim (6. Baskı). Ġstanbul: Beta Yayınları. Karluk, Rıdvan (2005). Cumhuriyet‟in Ġlanından Günümüze Türkiye Ekonomisi Tarihsel GeliĢim Yapısal ve Sosyal DeğiĢim (10. Baskı). Ġstanbul: Beta Yayınları. Kaya, Vedat ve Yılmaz, Ömer (2006). Bölgesel Enflasyon Bölgesel Büyüme ĠliĢkisi: Türkiye Ġçin Zaman Serisi ve Panel Veri Analizleri. Ġktisat, ĠĢletme ve Finans, 21 (247), 62-78. Kazgan, Gülten (2000). Ġktisadi DüĢünce veya Politik Ġktisadın Evrimi (9. Basım). Ġstanbul: Remzi Kitabevi. Kazgan, Gülten (2002). Tanzimattan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi Birinci KüreselleĢmeden Ġkinci KüreselleĢmeye (1. Baskı). Ġstanbul: Ġstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Kepenek, Yakup ve Yentürk, Nurhan (1997). Türkiye Ekonomisi (9. Baskı). Ġstanbul: Remzi Kitabevi. Kepenek, Yakup ve Yentürk, Nurhan (2000). Türkiye Ekonomisi (11. Baskı). Ġstanbul: Remzi Kitabevi. Kılınçbay, Ahmet (1999). Türk Ekonomisi Modeller Politikalar Stratejiler (5. Basım). EskiĢehir: Bilim Teknik Yayınevi. Kibritçioğlu, Aykut (1998). Ġktisadi Büyümenin Belirleyicileri ve Yeni Büyüme Modellerinde BeĢeri Sermayenin Yeri. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 53 (1-4), 207-230. Kirmanoğlu, Hasan (2001). Is There Inflation- Growth Tradeoff In the Turkish Economy?. http://www.econturk.org/Turkisheconomy/kirmanoglu.pdf, EriĢim Tarihi: 31.10.2011. Kutlar, Aziz (1998). Bilgisayar Uygulamalı Ekonometriye GiriĢ (1. Basım). Sivas: Beta Basım Yayım Dağıtım A.ġ. Kutlar, Aziz (2005). Uygulamalı Ekonometri (2. Basım). Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. 119 Lajugie, Jean de (1965). Ġktisadi Doktrinler (Çeviren: Necmettin Mete). Ġstanbul: Remzi Kitabevi. Li, Min (2006). Inflation and Economic Growth: Threshold Effects and Transmission Mechanisms. http://economics.ca/2006/papers/0176.pdf, EriĢim Tarihi: 06.05.2011. Lucas, Robert E. (1973). Some Ġnternational Evidence On Output- Ġnflation Tradeoff. The American Economic Review, 63(3), 326-334. Mallik, Girijasankar and Chowdhury, Anis (2001). Inflation and Economic growth: Evidence From Four South Asian Countries. Asia- Pasific Development Journal, 8(1), 123-135. Mangır, Fatih. Finansal Deregülasyonun (1989–2001) Türkiye Ekonomisi Üzerine Etkileri: Kasım 2000 ve ġubat 2001 Krizleri. Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya. Morgil, Orhan (2002). “Büyüme ve SanayileĢme Politikaları”, Atatürk‟ten Günümüze Türkiye Ekonomisi, Editör: Bahaeddin Yediyıldız, Siyasal Kitabevi, (1. Baskı), Ankara. Nell, Kevin S., (2000). Is Low Inflation a Precondition for Faster Growth? The Case of South Africa. Studies in Economics, Department of Economics, University of Kent, October, No: 0011. Omay, Tolga (2008). Enflasyon ve Büyüme Belirsizliklerinin Enflasyon ve Büyüme Ġle Olan ĠliĢkileri: Türkiye Örneği. Çankaya Üniversitesi Fen–Edebiyat Fakültesi 10(12), 81-108 Owen, Roger ve Pamuk, ġevket (2002). 20. Yüzyılda Ortadoğu Ekonomileri Tarihi (Çeviren: AyĢe Edirne). Ġstanbul: Sabancı Üniversitesi Yayınları. Öcal, Tezer (2007). Makro Ġktisat. Ġstanbul: Ġkinci Sayfa. Özer, Ġlhan (1979). 1970 Sonrası Enflasyonu Nedenleri Sonuçları Önleme Yöntemleri. Maliye Bakanlığı Tetkik Kurulu Yayını No:1979/199. 120 Özer, Ġlhan (1979). 1970 Sonrası Enflasyonun Nedenleri Sonuçları Önleme Yöntemleri. Ankara: Maliye Bakanlığı Tetkik Kurulu Yayınları. Özgüven, Ali (1975). Ġktisat Ġlmine GiriĢ (1. Baskı). Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi Yayınları. Özsağır, Arif (Haziran 2008). Dünden Bugüne Büyümenin Dinamiği. KAMU ĠĠBF Dergisi. http:/iibfdergi.kmu.edu.tr/usesfiles/file/haziran2008/Cilt8/say14/332_647.pdf, EriĢim Tarihi: 01.02.2011. Öztürk, Serdar ve Gövdere Bekir (2010). Küresel Finansal Kriz ve Türkiye Ekonomisine Etkileri. Süleyman Demirel Üniversitesi Ġktisadi ve Ġdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 15 (1), 377-397. Parasız, Ġlker (1997). Modern Makro Ekonominin Temelleri (1. Baskı). Bursa: Ezgi Kitapevi. Parasız, Ġlker (1998). Türkiye Ekonomisi 1923‟den Günümüze Ġktisat ve Ġstikrar Politikaları (1. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınları. Parasız, Ġlker (1999). Para Ekonomisi (2. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınları. Parasız, Ġlker (2000). Modern Makro Ekonominin Temelleri (2. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi. Parasız, Ġlker (2003). Türkiye Ekonomisi. Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınları. Parasız, Ġlker M. (2005). Ġktisadın A B C‟si (7. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi. Pollin, Robert and Zhu, Andong (2005). Inflation and Economic Growth: A CrossCountry Non- Linear Analysis. Working Paper. Political Economy Research Institute University of Massachusetts Amherst, No: 109. Samuelson, Paul A. (1966). Ġktisat (2. Baskı) (Çeviren: Y. Demirgil). Ġstanbul: MenteĢ Kitabevi). Saraç, Taha B. (2009). Enflasyon ve Ekonomik Büyüme ĠliĢkisi: Türkiye Ekonomisi Üzerine Ekonometrik Bir Uygulama (1988–2007). Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enistütüsü, Konya. 121 Sarel, Michael (1996). Nonlinear Effects of Inflation on Economic Growth. IMF Staff Papers, 43(1), 199-215. SavaĢ, Vural F. (1999). Ġktisatın Tarihi (3. Baskı). Ankara: Siyasal Kitabevi Yayınları. Sevüktekin, Mustafa ve Nargeleçekenler, Mehmet (2007). Ekonometrik Zaman Serileri Analizi (2. Baskı). Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. Sözen, Ġlyas (2010). Ham Petrol DeğiĢimlerinin Makro Ġktisadi DeğiĢkenlerle ĠliĢkisi: Bir Zaman Serisi Analizi. Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Ortadoğu AraĢtırma Enstitüsü, Ġstanbul. Susam, Nazan ve Bakkal, Ufuk (Temmuz-Aralık 2008). Kriz Süreci Makro DeğiĢkenleri ve 2009 Bütçe Büyüklüklerini Nasıl Etkileyecek?. Maliye Dergisi, 72-88. ġahin, Hüseyin (1997). Ġktisada GiriĢ (5. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınları. ġahin, Hüseyin (2000). Türkiye Ekonomisi: Tarihsel GeliĢimi-Bugünkü Durumu (6. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınları. ġahin, Hüseyin (2002). Türkiye Ekonomisi: Tarihsel GeliĢimi- Bugünkü Durumu (7. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınları. ġiĢik, Ülkü (1982). Enflasyon Kuramında GeliĢmeler ve Türkiye‟de Enflasyon: 19621977 (1. Baskı). Ankara: Türkiye ve Orta Doğu Amme Ġdaresi Enstitüsü. Tarı, Recep (2010). Ekonometri (6. Baskı). Kocaeli: Umuttepe Yayınları. Tarı, Recep ve Kumcu, Funda Sera (2005). Türkiye‟de Ġstikrarsız Büyümenin Analizi (1983-2003 Dönemi). Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 9/2005/1, 156-179. Tecer, Meral (2003). Türkiye Ekonomisi (1. Basım). Ankara: Türkiye ve Orta Doğu Amme Ġdare Enstitüsü. Terzi, Harun ve Oltulular, Sabiha (2004). Türkiye‟de Ekonomik Büyüme- Enflasyon Süreci: Sektörler Ġtibariyle Ekonometrik Bir Analiz. Bankacılar Dergisi, 50, 19-33. 122 Terzi, Harun ve Zengin, Hilmi (2003). Temek Ekonometri Teori ve Uygulama. Trabzon: Derya Kitabevi Yayınları. Tezel, S. Yahya (1994). Cumhuriyet Döneminin Ġktisadi Tarihi (1923-1950) (1. Baskı). Ġstanbul: Tarihi Vakfı Yurt Yayınları. Tokgöz, Erdinç (1998). “Türkiye Ġktisadi GeliĢme Tarihinin Ana Çizgileri (19231997)”, Türkiye Ekonomisi Sektörel Analiz, Editör: Ahmet ġahinöz (1.Basım). Ankara: Turhan Kitabevi Yayınları. Tokgöz, Erdinç (1999). Türkiye‟nin Ġktisadi GeliĢme Tarihi (1914-1999) (5. Baskı). Ankara: Ġmaj Yayınevi. Tokgöz, Erdinç (2001). “Türkiye Ġktisadi GeliĢme Tarihinin Ana Çizgileri (19232000)”, Türkiye Ekonomisi Sektörel Analiz, Editör: Ahmet ġahinöz. Ankara: Ġmaj Yayınevi. Tunay, Batu (2007). Makro Ekonomi Teori ve Politika. Ġstanbul: Arıkan Basım Yayım Dağıtım LTD. ġTĠ. Turan, Zübeyir (1987). Genel Ġktisat. Niğde: Kutay Matbaacılık ve Yayıncılık Ltd. ġti. Turhan, Salih E. (2007). Enflasyon ve Ekonomik Büyüme ĠliĢkisi: Türkiye Örneği. Yüksek Lisans Tezi, KahramanmaraĢ Sütçü Ġmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, KahramanmaraĢ. TÜĠK, (2008). Fiyat Endeksleri ve Enflasyon, Türkiye Ġstatistik Kurumu, No: 3129. TÜĠK, (2010). Ġstatistik Göstergeler 1923-2009. Türkiye Ġstatistik Kurumu, No: 3493. Türk, Ġsmail (2007). Maliye Politikası Amaçlar, Araçlar ve ÇağdaĢ Bütçe Teorileri (20. Baskı). Ankara: Turhankitabevi. Türkbal, Aydın (2000). Ġktisada GiriĢ (2. Baskı). Ġstanbul: Aktif Yayınevi. Türkekul, Berna (2007). Türkiye‟de Enflasyon- Büyüme ĠliĢkisi: Tarım Sektörü Ġtibariyle Ekonometrik Bir Analiz. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 44(1), 163- 175. 123 Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (2001). Türkiye‟nin Güçlü Ekonomiye GeçiĢ. Programı. www.tcmb.gov.tr/yeni/duyuru/eko_program/program.pdf , EriĢim Tarihi: 04.06.2011. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (2009b). Enflasyon Raporu (Rapor No: 2009III). Ankara: Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (ġubat 2009a). Küresel Mali Kriz ve Türkiye Ekonomisi. www.tcmb.gov.tr, EriĢim Tarihi: 11.12.2011. Türkkekul, Berna (2007). Türkiye‟de Enflasyon-Büyüme ĠliĢkisi: Tarım Sektörü Ġtibariyle Ekonometrik Bir Analiz. Ege Üniversitesi. Ziraat Fakültesi Dergisi, 44(1)/2007, 163-175. Uluatam, Özhan (1981). Enflasyon ve Devlet Gelirleri (1963-1978). Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Yayınları No: 462. Uludağ, Ġlhan ve Arıcan, EriĢah (2003). Türkiye Ekonomisi (Teori-PolitikaUygulama) (1. Basım). Ġstanbul: Der Yayınları. Unay, Cafer (1997). Genel Ġktisat (1. Baskı). Bursa: Ekin Kitapevi. Unay, Cafer (1999). Makro Ekonomi (7. Baskı). Bursa: VipaĢ Yayınevi. Uygur, Ercan (2001). “Türkiye‟de Enflasyon”, Türkiye Ekonomisi Sektörel Analiz, Editör: Ahmet ġahinöz. Ankara: Ġmaj Yayınevi. Uygur, Ercan (2001). “Türkiye‟de Enflasyon”, Türkiye Ekonomisi Sektörel Analiz, Editör: Ahmet ġahinöz. Ankara: Ġmaj Yayınevi. Uygur, Ercan (2001). Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 ġubat Krizleri. TartıĢma Metni (2. Baskı). Türkiye Ekonomi Kurumu. Yayın No. 2001/1. Uysal, Doğan, Mucuk, Mehmet ve Alptekin, Volkan (2008). Türkiye Ekonomisinde Vektör Otoregresif Model ile Enflasyon-Büyüme ĠliĢkisinin Analizi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 4 (8), 55-71. Ülgen, Gülden (2002). Ġktisat Bilimine GiriĢ (1. Basım). Ġstanbul: Der Yayınları. Ünal, Ali ve Kaya, Hüseyin (2009). Ekonomi ve Politika AraĢtırmaları Merkezi, Ġstanbul, www. ekopolitik.org, EriĢim Tarihi: 10.12.2011. 124 Ünlüönen, Kurban ve Tayfun, Ahmet (2005). Ekonomi (1. Baskı). Nobel Yayın Dağıtım. Ünsal, Erdal M. (2005). Mikro Ġktisat (6. Baskı). Ankara: Ġmaj Yayıncılık. Yapraklı, Sevda (2007). Enflasyon ve Ekonomik Büyüme Arasındaki ĠliĢki: Türkiye Ġçin EĢ-bütünleĢme ve Nedensellik Analizi. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10(2), 287- 300. http://www.ekodialog.com/Konular/ekonomik-buyume-modelleri-teorileri.html. EriĢim Tarihi: 23.07:2011.