BİRİNCİ BÖLÜM ŞEYH HASAN OCAĞI VE AŞİRETİ

advertisement
BİRİNCİ BÖLÜM
ˇ
ŞEYH HASAN OCAĞI VE AŞİRETİ
GİRİŞ
Türkler’in Anadolu’ya yerleşmelerinin; kan bağına dayanan aşiret, oymak, oba şeklinde, ya
da; Şeyh, Dede, Baba önderliğinde kurulan zaviyelerin çevresinde köyler oluşturularak;
göçerlikten kısmen yerleşik tarım toplumuna geçtikleri şeklinde tarihi kaynaklardan
bilmekteyiz. Şeyh Hasan Aşireti de Orta-Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türkmen boylarından
bir tanesi olup; Malatya-Elazığ-Tunceli bölgesi ilk etapta yerleştikleri coğrafyadır.
İslam öncesi ve sonrasi Orta-Asya Türk topluluklarında “Ateş” ve “Ocak” kültü kutsal kabul
edilirdi. (1) Yerleşik düzen sonrası da evdeki ateş yakılan ocak da kutsanmıştır.Küre de tabir
edilen ateş yakılan yere niyaz edilir hale dönüşmüştür.Ocak’da yanan ateş söndürülmeyerek
üstü külle örtülür. Cuma akşamları ise; ocak başında Kur’an ve gülbank okunur, uğrular için
ateşe üzerlik otu ve tuz atılır, ocağın davlunbaz üstünde ki çıralığa mum yakılarak sabaha dek
söndürülmez. Yine bu akşam helva, çörek, bıcık, sırın, kömbe, balör gibi yiyecekler hazırlarak
topluca dualar eşliğinde “ocakbaşı”nda yenir, şerbetler içilir.
Antik Anadolu uygarlıklarında da “Ocak Kültü” geleneği vardır. Ocak kutsanarak, kurbanlar
kesilmekte ve çeşitli adaklar sunulmaktadır. (2)
Orta-Asya ve Antik-Anadolu; kültlerini eklemleyen Türkmen Alevi toplumu, ocak kültürlü
geleneğini de özümseyerek kendi töresinin kuralı haline getirmişlerdir. (3)
Ocak kültü geleneğini daha da ileri bir üst düzeye getirerek; dini bir veçhe kazandıran Alevi
Toplumu; dini önderleri Dede ve Baba evlerini “OCAK” kabul edip kutsayarak İslami daire
içine almışlardır. Binlerce yıllık tarihin derinliklerinden gelen bu inanç; “Dede Ocakları”
şeklinde kurumlaşarak, 9. yüzyilda filizlenmeye başlanmış ve 13.yüz yılda coğrafi olarak
yaygınlaşarak; Ocakzade Dede ve Baba’nın adıyla anılan Cemevi, tekke ve zaviye şekline
dönüşmüştür.
Ocakların tarihi gelişim içinde görevleri: halkın sosyo- ekonomik yardımlaşma ve
dayanışmasını sağlamak olmuştur. Misafirhâne olarak; yolculara, konuklara, kervancılara
barınma, yeme, içme gibi hizmetler sunmuştur. Mahalli eğitim ve öğretim kurumu işlevini
görmüştür. Edebiyat, müzik gibi çeşitli kültürel faaliyetler yürütmüştür. El sanatları ve çeşitli
zanaatların gelişimine ön ayak olmuştur.Tarımsal üretim ve sağlık merkezleri olmuşlardır.
Devrin siyasi, içtimai, ticari hayatına yön vermiştir. Mürşid-Pir-Rehber-Talip
teşkilatlanmasıyla tasavvufi öğretiyi yaşama geçirerek, bağlıları muhibban zümreler arasında
sevgi ve davranış birlikteliği sağlayarak milli, dini ve dil birliğini gerçekleştirmiştir. Ocağa
bağlı zümreleri ve dervişleri cihat şuuruyla yetiştirerek Selçuklu ya da Osmanlı ordularıyla
birlikte seferlere, akınlara, fetihlere gönderen: Sevk eden merkezler olmuşlardır...
Ocaklar maddi yaşamlarını nasıl sağlıyorlardı? Bu sorunun iki yanıtı bulunmaktadır:
İlki; her Ocağa bağlı talip ve muhiplerin yardımları ve yıllık verdikleri “Hakk’ullah-Çerâğ
Hakkı” akçesi ve ayni ödentilerle yaşamını sürdürmekteydiler. İkincisi; Devletin verdiği
toprak üretiminden elde edilen gelirlerle ocağın idamesi sağlanıyordu.
Gerek Selçuklu gerekse Osmanlı Devleti’nce Aşiret Beyleri ile “Kolonizatör Türk
Dervişleri”ne verilen topraklar “malikhâne-vakıf”şeklinde olabiliyordu. “Yurtluk ve
Ocaklık” denilen bu uygulama; fetihlerde bölgedeki ırsi beylere geçimlerini sağlamak ve
geleneklerini sürdürmeleri için, ayrıca devlete bağlılıklarını sürekli kılabilmek için bırakılan
toprak gelirleridir. Yurtluktan farklı olan “Ocaklık”; soy sürmesine karşın, arazileri, toprağı
satamaz ve devredemezdi. “İlâ-nihayet” toprak o soylunun zürriyetine aitti. (4 a.b)
Araştırma konumuz olan Şeyh Hasan Ocağı’na,Selçuklu Sultanı I.Alaaddin Keykubat
döneminde; “Onar” denen mir-i araziyi “mülk kılarak ve şeriat kurallarına uygun tasarruf
için,, 22 Nisan 1224 tarihinde vakfedilmiştir.
Anadolu Selçukluları Peygamber soyundan gelenlerin neseplerini tesbit etmek ve onların
işlerini takip için Seyyidlik Nakipliği kurmuşlardır. Vakıfların işlerini yürütmek içinde vakıf
nezareti (Divân-i tevliyet) mevcutur.(4.c) Aynı müesseselerı Osmanlılarda da görmekteyiz.
Şeyh Hasan Vakfı; Osmanlı döneminde de uygulama zaman zaman inkitaya uğrasada devam
etmiştir. Ocağa ve Aşirete adını veren Şeyh Hasan kimdir? Şeyh Hasanânlı oymaklarının
bulunduğu yörelerde yaptığımız araştırmalarda değişik versiyonlarıyla çok sayıda Şeyh Hasan
söylenceleri dinledim.
Farklı tarihlerde yazılmış belgeleri inceledik. Elimdeki fermanlarla arşivlerdekilerini
karşılaştırdım.
1984’den 2000 yılına kadar ki çalışmalarımın temel bölümlerini vereceğim bu araştırmada:
Şeyh Hasan’in kimliğini ve adını verdiği aşiretinin yapısını, tarihsel süreç içinde sosyal ve
toplumsal mücadele kesitlerini bir seyir içinde izleyerek; söylencelerle tarihi olaylari
örtüştürerek anlatacağım.
I. ŞEYH HASAN’IN HAYATI
Türkistan’ın Yesi şehrinin Üç-Kurgan yöresinde doğan Şeyh Hasan; Oguzlar’ın Bozok
kolunun Günhanoğulların Bayat boyunun On-Er oymağındandır. Şeyh Hasan dünyaya
geldiğinde dedesi Bahşi Han oymak beyidir. Abbasi zülmünden kaçan Hz. Muhammed-Ali
soylu Musa-ı Kazım neslinden olanlar Bahşi Han’a sığınırlar. Bahşi Han oğlu Ahmed’i
sığınmacı Musa-ı Kazım’ın oğlu Abbas’ın kız torunlarından Vedduha ile evlendirir. İşte, bu
evlilikten Şeyh Hasan doğar.
Bahşi Han oğlu Ahmed, bir seyyide ile evliliğinden sonra kendini tasavvuf ve Alevi öğretisine
verir. İlim ve irfan sahibi olan Ahmed, Şeyh ve Hâce ünvanıyla anılmaya başlar. Hz.Ali’nin
oğlu Muhammed Hanifi soylulardan ve Hz.Hüseyin oğlu Zeyd soylu seyyidlerden; Kuran’ın
batıni (içsel) özünü ve İlm-i Ledün konusunda feyz ve el alır. Batıni ve İsmaili
örgütlenmelerde bulunur. Sufilik mahlasi olarak da “VERANİ” lakabı verilir.(4.d)
Bundan sonra “Şeyh Ahmet Verani” olarak ün salar. Şeyh Ahmed Verani’nin Şeyh
Hasan’dan sonra Şeyh Ahmed adında bir oğlu daha olur.
Şeyh Ahmed Verani 10-12 yaşlarına gelen iki oğlunu amcazadesi olan Hâce Ahmet Yesevi
(1103-1228) dergâhına eğitim ve öğretim için verir. Şeyh Hasan ve Şeyh Ahmed; Yesi’deki
dergâh da; Türkçe tarikat erkânı ve sülük adâbını, İslami ilimleri ve Türk sufiliğini, ahlâki ve
tasavvufi kaide ve kurallarını kısa zamanda öğrenerek Hâce Ahmed Yesevi’nin halifeleri
arasına girerler.
Şeyh Hasan; bozkır göçebe Türk oymağından ve bey soylu olduğu için; küçük yaşta iyi ok atar,
iyi kılıç kullanır ve iyi at sürermiş. At yarışlarında ve ok atmada birinci olurmuş. Bu
yeteneklerini bilen hocası, Ahmet Yesevi bir gün O’na cemaatle cemdeyken; “ -Sen, bir er
değil On Er gücündesin, bundan böyle senin adın, Şeyh Hasan Oner olsun, ve böyle biline,
böyle çağrıla...” der. Ve dua eder.
Efsaneye göre, Şeyh Hasan’ın yaşama başlangıcı böyledir. Faruk Sümer; Oğuzlar’ın OnOklar mensubu olduğunu belirtmektedir. Ayrıca Selçuklu emirlerinden ve İsfahan’da
padişahlığını ilan eden Bilge Beğ ünvanlı Un-ar adlı zattan bahsetmektedir ki: (5) Söylencede
geçen On-Er teriminin köken olarak “On-ok” veya “Un-ar” dan gelmesi olasıdır. Ayrıca,
Şeyh Hasan’ın en son yerleşip zaviyesini kurduğu köyün adı da “On-ar” dır.
Şeyh Hasan’la ilgili ilk araştırma ve incelemesi yayınlanan arkeolog Dr.İsmail Kaygusuz; Onar
Dede Mezarlığı’nda saptadığı “Bayat boyu damgası taşıyan mezar taşı”(6) söylencelerin
doğruluğunu kanıtlamaktadır.
Şeyh Hasan’ın geleneksel söylensel yaşamına, menkıbesine devam edersek: (7)
Bahşi Han’in vefatı üzerine beylikten feragat eden babasının yerine oymağının beyi (aşiretinin
reisi) olur. Kardeşi Şeyh Ahmed’ide ikinci reisliğe getirir. Aşiretin dış ilişkilerini ve askeri
idareyi Şeyh Hasan yönetirken; iç düzeni ve dini işleri de Şeyh Ahmet yönetir.
Orta-Asya’daki iç karışıklıklardan ya da efsaneye göre Şeyh Hasan; “Piri Hâce Ahmet
Yesevi’den icazet alarak Kırk Kalenderi Derviş” ile veya Oymağıyla Anadolu’ya (Rum’a)
gitmek üzere Türkistan’dan hareket eder. Bu anlatılan menkıbe’nin dışında o dönem bölgeye
tarihi olarak bakığımızda muhtemelen Şeyh Hasan irşat için, Nizari İsmaili’lerincede özel
görevlendirilmiş olabilir. O’da oymağıyla Rum’a gelmiş olabilir.
Elimizdeki bir belgeye göre Şeyh Hasan, 21 Recep 582 (1186) tarihinde İsfahan Kale’sinden
“Yol İzinnâme”si alır. Şeyh Muhammed Bin Abdullah Ardistani (Hindistani/ Horasani)
‘nın yazdığı yazıda; “...On İki İmam ve şanlı evlatlarından olan Şeyh Hasan’ın geçtiği
bölgelerde ki; sultan, vezir, emir, büyük efendiler, İslam kadılar ve onların hadımları, her
şehirde ve köyde, zaviye ve tekkelerde, kilise ve hayır yerlerinde; Arap’ın, Türk’ün, Acem’in,
doğulusu batılısı Deylemliler, Akrad ve Haşimiler, hasılı devlet erbabı; gelip müracaat
edeceklere, ilgi gösterip, hediyeler ikram edip ve nimetlerden hissedar edip, koruyarak, bugüne
kadar imdada yetişip, onları muhafaza etsinler...” (8) Denmektedir. Bu belgeyi tarihi
kaynaklarla karşılaştırırsak:
Şeyh Hasan’ın geçiş bölgesinde bu dönemde Nizari İsmaililer hakimdir. Alamut Devleti’nin
kurucusu Hasan Sabbah (1090-1124)’ın Batıni öğretisi, eşitlikçi ve paylaşımcı yaşama biçimi
ile örgütlenme yöntemi ‘Hatay’dan-Hitay’a kadar yayılmıştır. Şeyh Hasan yol güzergâhı
üzerinde yüzlerce İsmaililer’in kaleleri ve köyleri vardır. Muhtemelen Şeyh Hasan Oner’in
Alamut Piri II.Muhammed (ll66-1210) ile ilişkisi vardir ki, böylesine tumturaklı bir
Talimatnâme İsfahan’da yazılarak eline verilmiştir. Bir nevi yol güzergahındaki Nizari
İsmaili kale yöneticilerine emirnamedir. Talimatnâme’de Şeyh Hasan’ın yanında bulunan kırk
dervişinde ismi zikredilmektedir. Şeyh Hasan’ın Deylem bölgesine uğradıktan sonra,
AKRAT’a geleceği belirtilmektedir. Akrad Bölgesi; bugünkü Hatay ile Lübnan ve Suriye’nin
kuzeyıdır. Dürzi’lerin ve Nusayri’lerin yaşadığı bu bölge, Fransız kaynaklarında
“Alevistan” olarak geçmektedır. Şeyh Hasan oymağıyla bu yörede konaklamıştır.
Cüveyni ve İbnü’l Esir’e dayanarak Mehmet A.Köymen şöyle yazmaktadır: “Harezmşahlar
tahtı üzerindeki mücadele devam ederken, Dinar, Horasan’da daha fazla tutunamamış,
emrindeki pek az kuvvetle Türklerin ezeli nasibi olan, yabancı ülkede, yabancı bir etnik unsur
üzerinde, yeni bir devlet kurmak üzere, Kirman’a hareket etmek zorunda kalmıştır. 17 Aralık
1185’de Oğuz Şeflerinden Dinar emrindeki Oğuzlar’la Kirman’a girer” (9) Şeyh Hasan’ın
Anadolu’ya geldiği bu dönemde Horasan bölgesi tam bir kaos içinde olduğunu tarihi
kaynaklardan bilmekteyiz.(9.a) Muhtemelen Şeyh Hasan, Bayat boyu oymağıyla bu dönemde
ata yurdunu terk ederek batıya doğru göç etmiştir.
C.Cahen tarafından “yayılma krizi” diye adlandırılan “1186-1205” yılları arasında, Türkler’in
Horasan ve çevresinden dalgalar halinde gelerek, Güneydoğu Anadolu’da, Irak ve Suriye’de
bir süre yer tutmuşlar diyor. Bu dönemde ülke, Kılıç Arslan tarafından kardeşi ve oğulları
arasında 11 parçaya bölünmüş olduğundan, kargaşa içinde bulunuyordu. Göçer durumda ki,
sürekli silahlı ve asker olan Türkmen Aşiretleri, prensler arasında ki bu mücadelelere birinden
birini tutarak katılmak zorunda kaldılar. Prensler ve Sultanlar, onların savaşçı arzularını
harekete geçirerek, vurucu güç olarak kullanmişlardır.(10) Şeyh Hasan da oymağıyla bu
dönemde çeşitli görevler almış olabilir...
Şeyh Hasan Oner’in başında bulunduğu Bayat Kabilesi Irak ve El Cezire
Bayat’larındandır. Çeşitli nedenlerden bir süre buraya yerleşmiş ve hakimi bulundukları
kaleden ayrılmış ve kuzeye doğru zorlanmış olabilirler. Şeyh Hasan Oner’in dinsel liderliğinin,
Şeyhliğinin Necef ve Kerbela’nın bulunduğu bu bölgede daha da olgunlaştığı söylenebilir. (11)
diyor Doktor Kaygusuz.
“Bodik Belgeleri” ile Şeyh Hasan ve Aşkirik Köyleri’ndeki söylenceler; Dr. Kaygusuz’un
görüşlerini doğrulamaktadır. Şeyh Hasan; Kerbela, Necef, Bağdat ve Hicaz’a gitmiş, oradan da
Mısır’a giderek tekrar Bağdat’a dönmüştür. Bağdat’tan da Konya’ya gitmiştir. Başka bir
anlatımda ise; Şeyh Hasan oymağıyla Halep’ten Sis (Adana), Maraş, Adıyaman, AkçadağMalatya (bugünkü Battal Gazi ilçesi) güzergâhıyla Fırat’ın doğu yakasındaki Abdülvahap
Gazi’nin türbesinin bulunduğu tepe ve Mukaddes Dağındaki Mar Ahron Manastırı (kilise)
ile Muşar’a kadar olan bölgeyi işgal eder. Muşar’da Şeyh Hasan Beyliği adıyla yarı-özerk
bir beylik kurar. Bölgedeki yerel halkları, Kürt, Ermeni, Zaza unsurları kendine tabi kılar.
Metruk bir Paulicien kalesi olan yere de Şeyh Hasan adıyla bir köy ve zaviye de kurarak başına
kardeşi Şeyh Ahmet’i getirir. Bugün Tabanbükü adlı köy bu yerdir, Muşar da Aydınlar
bucağıdır. O devirde bu bölge; Anadolu Selçuklu Devleti’nin doğu sınırıdır. Şeyh Hasan da
Aşiretiyle tam sınır çizgisinde bulunmaktadır.Kanımızca o zamanki Malatya Meliki bilerek ve
bilinçli olarak sınırları korumak üzere Şeyh Hasan Aşireti’ni bölgeye yerleştirmiştir.Süreç
içinde Şeyh Hasan yöreyi İslamlaştırmış ve Türkleştirmiştir.
Şeyh Hasan muhtemelen 1196-1205 yıllarında bölgeye hakim olmuş ve beyliğini
kurmuştur. I.Gıyaseddin Keyhüsrev (1205-1211) ikinci kez Selçuklu tahtına geldiğinde
Oğuz/Selçuklu geleneğince oğullarını eyaletlere vali olarak göndermişti. Büyük oğlu Şahzâde
İzzeddin Keykavus’u Malatya’ya ortanca oğlu Alaeddin Keykubat’ı da Tokat’a Melik
yapmıştır.
Şeyh Hasan işte bu dönemdi Malatya Meliki Şahzade İzzeddin Keykavus’la sıkı ve iyi ilişkiler
kurmuştur. Şeyh Hasan Aşireti’ni Fırat boyunca yerleştirmiştir.
İzzeddin Keykavus; babasının Malatya’da veremden ani ölümü üzerine, Kayseri’ye giderek 21
Temmuz 1211 günü merasimle tahta çıkar.Alaeddin Keykubat kardeşinin sultanlığını
tanımayarak savaş açar. İzzeddin Keykavus, kardeşi Alaeddin Keykubat’ı Ankara Kalesi’nde
yakalayarak Malatya’nın doğusundaki Mişar Kalesi’ne gönderir.
Mukaddes Dağı (Eşraf Briha Dağı)’ndaki Mar Ahron manastırının altındaki Masara
(Muşar) Kalesine mahpus edilen Alaeddin Keykubat bilahere yine aynı yöredeki Kezirbet
Kalesi’ne nakledilir. Abu’l-Farac, İbn-i Bibi olayı böyle vermektedirler. Müverrih Ebu’l-Fida
ve İbn Vasil Olay tarihini 609 (1212) olarak vermekteler. (12.a,b,c)
Bugünkü Hasan Dağı dediğimiz yörenin, Muşar ve Kezirbet Kalelerinin yönetimi ve o devirde
Şeyh Hasan’ın elindedir. Demek ki Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus çok güvendiği için
Alaeddin Keykubat’ı kalebent olarak Şeyh Hasan’ın kontrolüne bırakmıştır.
I.Alaeddin Keykubat 9 yıllık Muşar ve Kezirbet’teki kalebentlik döneminde bölgenin
hakimi, Kale Komutanı, Aşiret Reisi olarak Şeyh Hasan’la iyi ilişkiler içindedir.(12.d)
Adaf (Kumlutarla) - Kale - Şeyh Hasan -Eğribük köylerinde anlatılanlara göre dedelerinin
Kale’de muhafızlık ve bekçilik gibi hizmetlerde bulunduklarını belirtmektedirler.
Söylenceye göre: Alaeddin Keykubat kalede hapisteyken, Şeyh Hasan tekkesi postnişini Şeyh
Ahmed Dede’yi yanına davet eder; yıldıznâmesine baktırır ve remil ile bahtının açılmasını
ister.Şeyh Ahmed Dede: Alaeddin Keykubat’a mahpusta kaygılanmamasını, geleceğinin ferah
olduğunu, bütün Rum ülkesinin padişahı, Ulu Sultan Keykubat olacağının muştusunu verir.
Şeyh Ahmet’in söyledikleri doğru çıkınca: Alaeddin Keykubat, Selçuklu tahtına geçtikten
sonra, kızkardeşi Gevher Hatun’u Şeyh Ahmed Dede’ye eş olarak verir ve yöreyi de
vakfeder... (13)
Alaeddin Keykubat (1219/20 - 1236/37) Sultan olduktan sonra merkeziyetçi bir anlayışla
Devlet çarkına çekidüzen verir. Orduyu yeniden teşkilatlayarak fetihlere girişir.Şehir ve
Kale’lere tahkimat yaparak imar ve bayındırlık faaliyetleri başlatır.
Dr. Kaygusuz’a göre; Şeyh Hasan, silahlı oymağıyla ve okçu birlikleriyle; Alaeddin
Keykubat’la birlikte, Kalonoros (Alaiye-Alanya) kalesinin alınmasına ve Fırat boyu fetihlerine
katıldığı için: Onar Köyünü tescil ederek ve arazilerini Şeyh Hasan’in kurduğu “Oner
Zaviyesi”ne 22 Nisan 1224’de vakfeder. (14)
Adaf’lı Ali Kıran ise; Alaeddin Keykubat’in hizmetleri karşiliği olarak okçu birlikleri
kumandanı olan Şeyh Hasan’ın oğlu Şeyh Bahşiş’e Kumlutarla köyünü ve çevresini
bağışlamıştır. Vakıf Belgesi, Şecere ve Hüccet Malatya’da Hüseyin Ütebay ailesindedir.
Yine Efendi Dede’nin anlatımına göre; Alaedden Keykubat; Şeyh Ahmet Dede’ye kız
kardeşini verdiği gibi, Şeyh Hasan Köyü’nü de vakfetmiş ve Hz.Ali soylu olduğuna dair
şeceresini şerh etmiştir. Vakfiye ve Şecere Malatya’da İhsan Gültekin’dedir.
Tüm bu söylenceler tarihi olaylarla örtüşmektedir.Ayrica şunu da göstermektedir: Selçuklu
Sultanı Alaeddin Keykubat ile Şeyh Hasan, kardeşi Şeyh Ahmet ve oğlu Şih Bahşiş’le birbirine
güçlü ilişkilerle bağlıdırlar.
Şeyh Hasan’ın yaşam öyküsüne diğer bölümlerde devam edeceğimizden burada kısaca
değindik ve çerçevesini çizdik...
Tarihsel verilerden saptamamıza göre 120 yıl yaşamış olan Şeyh Hasan, 12. yüzyılın ikinci
yarısı ile 13. yüzyılın ikinci yarısının ilk çeyreğine kadar olan zaman diliminde dolu dolu
mücadeleyle geçen bir ömür sürmüştür... Tarihsel verilere göre; Şeyh Hasan’ın tahmini Doğum
tarihi: 1156, Hakk’a yürüyüşü 1276 olasıdır.
II. ŞEYH HASAN KÜLLİYESİ VE CAFER PAŞA CAMİSİ
Şeyh Hasan; Selçuklu ordusuyla Fırat Boyu kaleleri fethine katıldıktan sonra bir Ermeni kenti olan
Arapgir’e Subaşı rütbesiyle Sultan tarafından atanır ve bölgede “iktâ” olarak verilir.
Türkmen aristokratı ve Bayat Boyu beylerinden olan Şeyh Hasan, Arapgir’in Hezenek semtinin
altındaki düzlüğe ordugâhını kurar. Daha sonraları Uguzlu (Oğuzlu) semti olarak anılacak bu yöreye
Askeri kuvvetler yerleşerek, şehir ve köylerin asayişini temin eder. Dokuma Sanayi’nin ve ticaretin
gelişkin olduğu Arapgir esnaf ve tüccarından, İpek Yolu üzerinde olduğu için geçen kervanlardan
satış üzerinden belli oranda “rûsum” alınırmış. Köylülerden ise Ekin Pazarı’ndaki satışlarda
hububat’dan “Godik” nisbetinde “Hums” alınırmış. Hayvan pazarında büyük ve küçük, binek
hayvanlardan farklı oranlarda akçe alınırmış. Şıra pazarındaki; pekmez, bal gibi yiyeceklerden de
ayrıca vergi alınmakta imiş. Ayrıca savaş zamanlarında ise çarşı ve pazarda satılan şeylere özel narh
konarak bu fiat üzerinden vergi alınmakta imiş...
Tüm bu vergi alımlarını tahsil de eden Şeyh Hasan; kısa bir zaman sonra Arapgir’in eski yerleşim yeri
ve kale içi olan Eskişehir’de (bugünkü Osmanpaşa mahallesi) kendi adıyla anılan bir tekke ve külliye
yaptırır. (15)
Taylor; 1860’ta Arapgir’de bir Bektaşi Tekkesiyle karşılaştığını yazmaktadır. (16) Ki, bu tekke, Şeyh
Hasan Tekkesi’nden başkası değildir. Fakat, daha sonra Meydanevi Cami’ye çevrilmiştir. Aşevi, Atevi
gibi müştemilatı ile mal varlığı olarak da Vakıf arazileri, bağ ve kavaklıklar vardır.
Yavuz Sultan Selim döneminde (1515) Arapgir Osmanlılarca fethedilince: Türkmen
Beylerinden ve Arapgir eşrafından Kulibeyoğlu Ali Bey ve Şeyh Hasan Aşireti mensupları;
Kızılbaş oldukları için malları ellerinden alınarak Ermeni tüccarlara ve sünnilere verilmiştir.
Bu meyanda Şeyh Hasan Tekkesi ve Külliyesi Vakfi’na da Arapgir eşrafından “Kestanzadeler”
atanmıştır. (17) Arapgir’in Türkmen Kızılbaş köylerinden bazıları ve şehir halkı Çaldıran dönüşü
bölge fethedildiği için; l515 yılında yemin ederek, Osmanlı tebası olmuşlar ve Hanifi Mezhebini
kabul etmişlerdir Mezhep değiştirmeyenler için özel olarak ”Kızılbaş Vergisi” konmuştur.
Şeyh Hasan Tekkesi’ne 1694 yılında Arapgir Sancak Beyi Cafer Paşa tarafindan bir minare
yaptırılarak camiye dönüştürülmüş, adına da Cafer Paşa Camisi denilmiştir. Yine aynı yıl Onar
Köyü’ne de bir küçük cami yaptırılarak; Arapgir eşrafından Sabrioğullarından bir imam atanmıştır.
Her hafta Cuma günleri “ictima edilerek”sayım usulüyle Onar Köylüleri 1694’den İttihat ve
Terakki dönemine kadar Cafer Paşa Cami’sine mecbur namaza sevk edilmişler ve kontrole tabi
tutulmuşlardır. Aynı uygulamayı 1566’dan itibaren Malatya’nın Yazıhan ilçesi Fethiye köyünde de
görmekteyiz. İki köy de Dede Ocağı’dır.
En son Vakıf mütevellisi Kestanzade Hacı Abdullah Ağa’nın vefatı üzerine aileden kimse kalmaz.
Bunun üzerine 20.000 kuruşluk gelirli vakfın; Osman Paşa Mahallesi ahalisinin kendilerinin hakları
olduğu iddiasıyla dava açarlar. Bu duruma Onar Köy’lüleri itiraz ederler. Şeyh Hasan soyundan
olduklarını ibraz eden belgelerle Onar Köyü halkı da Vakfın mal varlıklarının kendilerine ait olduğunu
belirterek; 11 Nisan 1299 (1883) tarihinde Arapgir Mahkemesinde dava açarlar.
Onar Köyü halkına dava dilekçesini: “Karye-i mezküreden; Kalın Ali, Hatunoğlu Musa Kehâ,
İmam Molla Süleyman, İbrahim Kehâoğlu Mustafa Kehâ, İnceninoğlu Ömer Çavuş, Kara
Memedoğlu Ahmed, Hasan Kehazade Koca Kehâ” imzalayarak; davanın seyrini anlatarak “adalet
ve hakkaniyet dairesinde ahalinin gadre uğratılmamasını istemekte”dirler.
Vakıf davası yıllarca sürer.Bu olay, Arapgir’de hak iddia edenlerle Onar Köylüleri arasında kavgalara
neden olur. Dava Eğin Kazasına aktarılır. Zabit Hüseyin Efendi (Güney) davayı ciddi bir şekilde
takip eder.İstanbul’da ikamet eden Onar Köylü Hafiz Mehmet (Fakir)Efendi; Evkaf’tan, Naküb’ül
Eşraflık defterinden, Defteri Hakani kayıtlarından ve arşivlerinden çıkarttığı Şeyh Hasan ve Onar
Köyü ile ilgili belgeleri Hüseyin Efendi’ye gönderir. Dürüst, Erdemli, namuslu bir kişiliğe sahib olan
Zabit Hüseyin Güney; vakıf arazilerini, bağ ve bahçelerini Ağaların elinden kurtarma mücadelesini
meşru hukuki yoldan sürdürürken; Onar Köyü’nden bazı çıkarcı kişiler tehdit ederler. Ekin tarlalarının
derilmesinde, harmanının dövülüp elenmesinde tek başına bırakılır. Tüm bu olumsuzluklara karşın
Hüseyin Güney bıkmaz, yılgınlığa düşmeden Mahkemelerde davayı takip eder.
Eğin Mahkemesine belgelerle vakfın ve Şeyh Hasan Külliyesi’nin arazilerinin Onar Köylülerine
ait olduğu ispatlanır.
Dava sürerken, I.Dünya Savaşı başlar ardından İstiklal Savaşı devam eder. Köydeki erkeklerin hepsi
savaşa gider. Bu arada davayı takip eden Zabit Hüsin Efendi de İhtiyat Subayı olarak savaşa gider
ve İstiklâl Savaşı sonrası köye döner.Dava sürüncemede kalır.Kurtuluş Savaşı kahramanı ve İstiklâl
Madalyası sahibi; İht.Zb.Hüseyin Efendi: Cumhuriyet sonrası davayı tekrar açar. 1944 yılına kadar
Köy arazileri ve Vakıf davası hukuk mücadelesi devam eder, ama Zabit Hüseyin Efendi vefat
eder. Eski Muhtar Musa Çöp köy adına davalarını takip ettiğini belirtmektedir. Fakat kendinden önce
ki Muhtar ve ihtiyar heyetin den bazıları, Arapgir ağaları ile işbirliği yaptıklarını ve dava düştüğünde
de çeşitli vaadler aldıklarını söylemiştir. Davayı savsaklayan, Vakıf arazilerini peşkeş çeken ve
dilekçelerde ki imzaları geri almış olan şahısların isimleri bizde saklıdır. Bugün hayatta olmayan bu
kişileri; Köylüler arasında ikilik yaratmamak için isimlerini yazmıyorum. Köydeki Arapgirli
Ermenilere ait bağ, bahçe ve tarlalarda aynı şekilde sahte belgelerle dağıtılmıştır. Musa Çöp: “Arapgir
eşrafından ve eski köy imamı olan, Fadılıoğulları, Sabrioğullarından, Kulibeğoğullarından,
Emiroğullarından ve bazı ağalar, Onar Köyünden bazı yalancı... (bu yalancı şahitlere nakit para,vb.
hediyeler ile imamlık, daha sonra birer tarla ve bağ gibi yerlerin bakımları verilerek
ödülendirilmiştir) şahitler bularak mahkemede tanık olarak dinletmişler ve vakfın, caminin
tarlalarını ve diğer mal varlıklarını “mürur-i zamana” uğradığından talan etmişler, mahkeme de
sona ermiştir.” diyerek ve hayıflanarak bize anlatmıştır.
1224 yılında kurulmuş ecdadımızın vakfı; “hasis, sahtekâr, aç gözlülerce talan” edilmiştir. Son olarak
da 1984 yılında Cafer Paşa Camisi’nde bulunan Şeyh Hasan’a ait el yazma Kuran ve kitaplar; caminin
kapısı kırılarak çalınmış, zanlılar hakkında soruşturma açılmasına rağmen bir şey elde
edilememiştir.(18)
III. BÜYÜK OCAK TEKKESİ
“Büyük Ocak Tekkesi” Şeyh Hasan’ın Onar Köyü’nde inşa ettirdiği Cemevi ve Zaviye’nin bınası ve
müştemilatının adıdır. Sultan Onar Cemevi ve Büyük Ocak da denmektedir. Cem Dergisi’nde
“Cemevlerinin Tarihsel Kökeni ve Mimarisi” adlı yazı dizisinde Türkiye’deki benzer Cemevlerinin
mimari yapı sanatı özellikleri ve kökenini anlattım (19)
Burada sadece, Büyük Ocak Meydan Evi’nin yapı mimarisi özellikleri üzerinde duracağım. Şeyh
Hasan’ın 1224 yılında 12 direkli bir çadır görünümde inşa ettirdiği Sultan Onar Cemevi, OrtaAsya Gök-Tapınakları’na benzemektedir. (20)
Büyük Ocak Tekkesi; 15x17 m2’lik boyutta, kareye yakın dikdörtgen planlı; 1,5 metrelik kalınlıkta
2,5 m. yüksekliğinde taş duvarlara bindirilmiş, yedi kat gökyüzünü ifade eden kırlangıç çatı, 12
direk üzerine kubbemsi oturtulmuş, içten çadır görünümlü.. Koçbaşlı direklerin üstüne kalın Hatıl
Ağaçlar atılarak birbirine tutturulmuş. Hatılların üstüne 10-20 cm. aralıklarla kisek ağaçlar dizilmiş;
kiseklerin üstüne aralıksız ters yönde mertek ağaçlar dizilmiş; merteklerin üstüne aruda denen kısa
ağaçlar aksi istikâmette sıralanmış; bunların üstüne de hortut dalları ile ince çubuklar düzgün sıkça
serilmiş; tüm bunların üstüne de püşürük denen özel kırmızı toprak ile kıyılmış samanın karışımından
olan çamur 15-20 cm. kaplanmış. En üstte yanı dam’da; 20 cm. kalınlığında “Caşgan” denilen özel
killi yağlımsı kaygan toprak dama serilmiş. Damın üstündeki toprağı yağmura yaşa karşı sıkıştırmak
için zil taştan denen granitten yapılmış 50-60 cm çapında 100-120 cm. boyunda silindir şeklinde,
LOG denilen kaya kütlesinin iki yanının orta noktaları oyulmuş ve ağaç dil geçen özel bir ağaçtan
yapılmış “çengel” aparatla iki kişinin çektiği bodur sütun damda durmaktadır.
Yarı kubbeleştirilmiş damın tam orta yerinde taştan oyulmuş bir pencere ve duman deliği vardır. Bu
delik Gök-Tapınak’larındakı “tüğünük” denen ve evin tabanında yakılan ateşin dumanlarının çıktığı
deliğin aynısı olup, güneşin ışınlarını da meydana yansıtan pencere işlevini görmektedir.
Yine kubbemsi damın ortaya yakın bölümünde bütün direklerden daha kalın ve siyah; üzerinde
kahve ve kızıl beneklerin olduğu “KARADİREK” denen ve kutsal sayılan bir ağaç direk vardır.
“Karadirek” Göktapınak’larda simgeleşen “kutup yıldızı”nı ve “varlık birliğini” sembolize eden
düşünceyi anlatmaktadır. On iki direkler, On İki İmamlari ifade etmektedir. Aynı zamanda On iki
Kabilenin oturduğu gedikleri belirlemekte, On İki hizmet sahiplerini ve On İki post makamını
sembolize etmekte ve daire de oturma konumlarını belirtmektedir.
“Karadirek” aynı zamanda “Zat-ı Mutlak”a giden “sırat-ı müstakimi” ifade etmektedir. Taş
pencere ise; “sema’ya / Göğe ağmanın”, “Hakk ile Hak olma”nın bir sembolüdür. Semazenler bu
deliğin tam altındaki meydan da sema dönerler...
“Karadirek” üzerinde “çerağ tası” vardır. Cem’den önce çerağ burdan uyandırılarak “erkân” bu
törenden sonra dede tarafından yürütülür. Ayrıca Karadirek’te Şeyh Hasan’ın tunçtan miğferi asılıdır
ve “çırahban” tası olarak kullanılır. Karadirek’in dibinde ise “civher” toprağı vardır. Dede; cem
törenleri için meydan evi düzenlendiğinde, Karadirek’in dibindeki post’ta Anabacı ile oturarak
sercem olarak ayn-i cemi yönetir. Her direk arasında ki 12 gedik’e de 12 kabile otururlar.
Onar Köyü’nde yıllık Görgü-Cem’lerinde önce: Şeyh Hasan Türbesi’ne bir koç tığlanır, sonra cem
yapılır.
Büyük Ocak Tekkesi (Onar Zaviyesi)’nin giriş kapısı ve eşiği özel bir ağaçtan yapılmıştır ki neredeyse
8 asırdır; kara, yağmura dayanarak bugüne dek bozulmadan gelmiştir. Eşiğe üç kez niyaz edildikten
sonra meydanevine / Cemevi’ne uzan bir koridordan girilir.
Zaviyenin kapı girişinden sonra kurban tığlama yeri vardır. kurban kanı bir kanalla öndeki bahçeye
akıtılmaktadır. Uzun bir koridordan sonra Meydan evine girilir. Koridorun bir yanında ise, ikrâr verme
ve müsahip törenleri için; Rehber gözetiminde abdest alma kurnası vardır. Bu kurna daha sonra
sökülerek yerinden çıkarılmıştır.
Cemevi’nin önünde; yemek pişirme yeri, aşevi, ekmek pişirme ocağı, kiler, hamam, hela,
çamaşırhane gibi odacıklar vardır. Sağ yanda iki katlı tekkeşinevi, ahır, samanlık, odunluk,
misafirhane vardır. Sol yanda ise: bahçe vardır...
Mimari özelliklerini betimlediğimiz Şeyh Hasan’ın Onar Köyü’ndeki ilk ev dediğimiz ya da tarihi
kayıtlarda “Onar Zaviyesi” olarak geçen, halk arasında ise “Büyük Ocak” denilen yapı:
Selçuklu’ların köyde ilk inşa edilen Aristokrat bir Türkmen Beyi’nin malikhanesi ve dini ibadet
mekânı ve divanıdır.
IV. ŞEYH HASAN OCAKLARI
1. “ BÜYÜK” ŞEYH HASAN
“ SULTAN ONAR ” OCAĞI
Saptadığımıza göre Şeyh Hasan üç evlilik yapmıştır. Birinci evliliğini Türkistan’da İmam Rıza’nın
kız torunlarından biri ile bu evlilikten Şıh Bahşiş olmuştur. İkinci evliliğini Muşar yöresine
geldiğinde, Fırat boyu fetihleri döneminde, Dersimli bir aşiret beyinin kızıyla evlenmiş ve Seyyid
Selahattin adlı bir oğlu olmuş. Üçüncü evliliğini de Piri Babanın kızı ile yapmış ve bu evlilikten;
menkıbeye göre üç oğlu olmuş; Kara Muhammet, Habib Hasan ve İlik olmuştur. Diğer bir rivayete
göre de; 2 kız, 8 erkek çocuğu olmuş ve köy 10 haneden teşekkül etmiştir. Biz belgelerden yola
çıkarak bu iki söylenceyi de birleştirerek hareket odağı haline getirdik. Şeyh Hasan’ın Merzifonlu Piri
Baba’nin kızıyla evliliğinden olma çocuklarının Malatya-Arapgir-Onar Köyü’nde; 1224 yılında
babaların kurduğu Vakıf şeklinde ki Zaviyesini Dede Ocağı’na dönüştürerek; “Sultan Onar
Ocağı”, “Büyük Ocak” ya da “Büyük Şeyh Hasan Ocağı” olarak adlandırmışlardır. Şeyh
Hasan’ın Türkmen Oymakları arasında ki adı; “Onar Dede” - “Onar Baba” - “Sultan Onar” olarak
geçmektedir ki, ocağa da bundan dolayı ve babalarının adına izafeten “Sultan Onar Ocağı”
denmektedir. Alevi cemaatinde ise; Şeyh Hasan Ocağı olarak anılmaktadır. Tunceli’deki torununun
kurduğu Şeyh Hasan Ocağından ayırmak için “Büyük Şeyh Hasan Ocağı”da denmektedir. Şeyh
Hasan On-Er’e I.Şeyh Hasan ya da Büyük Şeyh Hasan’da denmektedir.
Pir Sultan Abdal; Onar Dede Destanı adlı deyişin de; “Adın Şeyh Hasan’dır, hem derik
Oner.../...Yetiş Onar Dede sen imdat eyle!” demektedir. (21)
Piri Baba’nın hayatıyla ilgili araştırmalarıma burada yer vermeyeceğimden bu konuda ki, Cem ve
Şahkulu Sultan Dergilerinde yayınlanan makalelerime bakılabilinir. (21.a.b.)
2. ŞEYH AHMET DEDE OCAĞI
Şeyh Hasan ve Kardeşi Şeyh Ahmet’in 1204/5 yıllarında Şeyh Hasan (Tabanbükü) Köyü’nde bir
“Dergâh” kurarlar ve amcazadeleri olan hocaları “Ahmed Yesevi”nin de adını tekkeye verirler.
Ülkemizde ilk kez “Hâce Ahmet Yesev Zaviyesi” Türkistan’dan sonra bugünkü Tabanbükü
köyünde
kurulmuştur. Daha sonraları ise Şeyh Ahmed’in çocukları Zaviyeye “Şeyh Ahmet
Tavil” olarak değiştirerek babalarının adını verirler.Vakfa dönüşen tekke; Selçuklu ve Osmanlı
sultanlarıncada onaylanır ve Şeyh Ahmet soylularına verilir. Halk arasında her iki ad da
kullanılmaktadır.
Şeyh Hasan’ın kardeşi ve Şeyh Hasan anlı Aşireti’nin ikinci reisi Şeyh Ahmet’in Alaeddin
Keykubat’ın kız kardeşlerinden olan oğlunun ve çocuklarının, Elazığ-Baskil-Muşar, Şeyh Hasan
Köyü’nde kurdukları Dede Ocağıdır. Şeyh Ahmet’in soyu, I.Alaeddin Keykubat’ın kız kardeşi Güher
Ana’dan olan oğlu Emir-el Mümin’den yürümüştür.
3. ŞIH BAHŞİŞ OCAĞI
Şeyh Hasan’ın Türkistan’daki evliliğinden olma Seyyid İbrahim’e dedesi Bahşi Han’ın da adı
verildiğinden Şeyh Bahşiş olarak çağrılmaktadır. Şıh Bahşiş’in Elazığ-Baskil ADAF (Kumlutarla)
Köyü’nde tahmini 1224 sonrası yıllarda kurduğu dede ocağın adı Şıh Bahşiş Ocağı, oymağının adı da
Bahşişli olarak anılmaktadır.
4. SULTAN SEYYİT OCAĞI
Sultan Seyyit Ocağı, Şeyh Hasan’ın bugünkü Tunceli yöresinde Dersim Beyi olan bir ailenin kızıyla
yaptığı evliliğinden doğan oğlu Selahaddin’in torunlarından Sultan Seyyid adlı bir zatın Tuncelin’in
BODİK köyünde kurduğu ocağın ve aşiretin adıdır. Genel olarak bu ocakta Şeyh Hasan Ocağı olarak
anılmaktadır. Hozat’ın Dalören Köyü’nün kendi adıyla anılan dağda türbesi olan Sultan Seyyid; 15151530 yılları arasında Şeyh Hasan Köyü’nden yöreye gittikleri belgelerde belirtilmektedir.
5. (KÜÇÜK) ŞEYH HASAN OCAĞI
Şehy Hasan Ocağı, Şeyh Hasan’ın Tunceli bölgesinde Dersim Beyi’nin kızı ile evliliğinden olan oğlu
Selahahattin’in torunlarından Seyyid’in Bodik Köyünde Sultan Seyyid adıyla; diğer kardeşi Şeyh
Hasan ise, Ağdat’ta Şeyh Hasan Ocağı adıyla 1515/30 yıllarında bir dede ocağı kurmuşlardır.
Ataları Şeyh Hasan’ın ocağına “Büyük Şeyh Hasan Ocağı” ya da sadece “Büyük Ocak” denir ki
Arapgir Onar Köyü’ndedir. Torun Şeyh Hasan’ın Ağdat’taki ocağına ise; “Küçük Şeyh Hasan Ocağı”
ya da sadece Şeyh Hasan Ocağı denmektedir. Bazı kaynaklar II.Şeyh Hasan olarak da anılan bu zatın
Akkoyunlu ve Safeviler döneminde Çemişgezek’te Emir / Bey olduğunuda yazmaktadırlar. Seyyid
Rıza’da bu zatın soyundan gelmektedir. Bütün ocakların hepsine birden genel olarak “Şeyh
Hasan Ocakları” denmektedır.
6. ŞEYH HASAN OCAĞI’NIN REHBERLERİ İLE DİKME DEDE OCAKLARI
Şeyh Hasan Ocaklarına bağlı ayrıca her köyde veya yörede birer Rehber, Baba veya Dikme Dede
denilen Ocaklar vardır. Keban’ın Nimri ve Zırki Köyü’nde “Şeyh Hasan Rezzaki (Zevraki) Ocağı,
Arapgir de Sarı Mecdin Ocağı, Elazığ’da İmam Rıza ve Musa-i Hardi Ocağı, Ulaş’da Çavdarlı Ocağı,
Çorum’da İmam Rıza Ocağı ve Teslim Abdal Ocağı, Tokat’ın Oktap Köyünde Yunus Abdal Ocağı,
Toroslarda Cılbak Baba ve Şıh Çoban Ocağı gibi onlarca rehber ocağı vardır. Bu ocakların büyük bir
bölümü işlevini yitirmiştir.
1240 yılında Şeyh Hasa’nın kızı ile evlenen Celaleddin Harzemşah’ın oğlu Muhammed (Mehmet/KalMem-Sır)’ın kurduğu “Dikme Dede Ocağı” süreklilik arzederek bugüne dek önemli bir işlev
görmüştür. (22)
1613 yılında bugünkü Tunceli bölgesinden Sivas-Ulaş-Çavdarlı Köyü’ne giden Şeyhasanânlı
Aşiretinin Seyyidânlı kolundan olan “Gilo-Gulgi”nin kurduğu köyde Rehberlik hizmetlerini
yürütmesi ve günümüze kadar gelmesi de önemli bir tarihi vakadır.(22.a)
V. ŞEYH AHMET DEDE’NİN YAŞAMI VE KÖYÜ
Şeyh Ahmet Dede’nin söylencesini torunlarından İsmail Gültekin Dede’den dinledim ve yazılı olarak
da yine başka bir torunu İbrahim Karaduman Dede 3.5.1992 tarihli bize gönderdiği mektubunda
anlatmaktadır.
Nazmi Sevgen; “Efsaneden Hakikate” adlı 1951 yılında yazdığı makalede “Sultan (Alaeddin
Keykubat), hemşiresini Şeyh Hasan Dede’ye vererek onu (Konya’dan) aşiretiyle beraber şimdiki eski
Malatya’ya sevk ve o civara iskân etmiştir. Bu hadise 1232 M-630 H. tarihe tesadüf eder,” (23) diye
yazmaktadır.
Bu anlatılan hikâye bizim bölgede yaptığımız söylencelerle çelişmektedir. I. Alaeddin Keykubat,
kızkardeşini Şeyh Ahmet Dede’ye vermiştir, Şeyh Hasan’a değil. Nazmi Sevgen’in diğer bir yanlışı
ise; Şeyh Hasan’ın Türbesi Onar Köyü’ndedir, Şeyh Hasan Köyü’nde değildir. Yine Şeyh Ahmet’in
türbesi de Şeyh Hasan Köyü’ndedir. Korucak Köyü’ndeki Hasan Basri’nin türbesidir. Yayında
belirttiği iki fotoğraf ve alt yazılar da yanlıştır.
Ümit Serdaroğlu’nun 1975-77 yılları arasında (24); Mehmet Özdoğan’ın 1977 yılında ODTÜ
adına yaptıkları araştırmalarda Elazığ-Baskil-Şeyhasan (Tabankülü) köyünde Şeyh Ahmet’in
türbesinin, bulunduğunu belirlemişlerdir. (25)
Dr. İsmail Kaygusuz’da Şeyh Hasan’ın türbesinin Onar Köyü’nde olduğunu belgelerle saptamıştır.
(26) Malatya Tahrir Defteri de bu hususu kanıtlamaktadır. (27)
Nazmi Sevgen: “Munzur Dağları’nın kuytuluklarına sığınmış olan Budik Köyü’nde Kalan
Aşireti’nden Gülabi kızı 95 yaşında ki Leyla’nın elinde... Seyyid Kemal Ocağı’na ait vesikayı
bulduğunu ve okuduğunu söylemektedir...”
Pülümür’ün Aşkirik Köyü’nden ve Bal Uşağı Aşiretinden Hüseyin Aydın; Bodik’li Hasan Tosun’dan
aldığı “Bodik Vesikaları’nı biz de inceledik; Nesep/Soy ve Tarikat kütükleri, Menkıbeler,
Efsaneler, Rivayetler birbirine çok girmiş, oldukça uzun belgeler tomarıdır. Şeyh Hasan, Şeyh
Ahmet ve oğul ve torunların, aşiretlerinin öyküleri birbirine geçmiştir.
Saptayabildiğimiz kadarıyla; Kırıkkale/Keskinli Hasan Dede (28); Konya’nın Karye-ı Kocaç’da
zaviyesi bulunan Şeyh Hasan-i Rumi ve Sarı Yakup (belgede Kara Yakup) (29) ile Karye-i Oğlan
(Karaman’da) Şeyh Ahmed’le (30) birbirlerine karışmış söylenceleri de anonim şekline dönüşmüştür.
Güney Akdeniz ve Ege yörüklerinin ve tahtacıların ulu evliyası “Dur Hasan Dede” de bu
söylencelerde geçmektedir. Yanyatır Ocağı’nın Piri sayılan Dur Hasan Dede’nin Türbesi; AdanaCeyhan’ın 20 Km. güneyindeki Duruk Kasabası’nın 3 Km. batısında 50 hanelik Evci (yeni adı
Durhasan Dede) köyündedir.
Bu dökümanları kimin yazdığı belli değildir. Söylenene göre bazı belgelerin altındaki mühürler
kesilerek yırtılmıştır, gerekçesi belli değildir.
Bodik Vesikalarında Şeyh Hasan ve Şeyh Ahmet’le ilgili Konya ve I. Alaeddin Keykubat ile III.
Alaeddin Keykubat (1297-1302) söylencelerinin olası doğruluk payı da vardır. Dr. Kaygusuz’un
söylediğine göre; 23 Mayıs 1983 tarihinde İstanbul’daki “Uluslararası Anadolu Uygarlıkları
Araştırma Sempozyumu”nda “Şeyh Hasan Oner” hakkında tebliğ sunduktan sonra; Prof. Dr. Mikail
Bayram ile görüşmesinde “Şeyh Hasan ile ilgili birçok belgenin kendisinde olduğunu” söylemiştir.
Ben de; Prof. Dr. Mikail Bayram ile Cem Vakfı’nda yaptığım görüşmede belgelerin varlığından
bahsetmiştir.(30.a) Bu belgeleri inceleyemediğim için Şeyh Hasan ve Şeyh Ahmet’in Konya ile olan
ilişkilerine ihtiyatla yaklaşıyorum. Sayın Prof. Dr. M.Bayram saptadığı belgeleri yayınlarsa;
söylencelerden kurtularak gerçekleri nesnel bakış açısıyla daha iyi değerlendireceğim.
Şeyh Ahmet bir söylenceye göre kardeşi Şeyh Hasan gibi Hâce Ahmet Yesevi”nin
halifelerindendir. Şeyh Ahmet, halim-selim, çok uzun boylu bilge bir kişiymiş. Hocası O’na “Boyun kadar ulu olasın, soyun-sopun ebedi tavil ola, bundan böyle sen de, Şeyh Ahmed Tavil
olarak çağrılasın..” diyerek dua eder. Ve ocakta yanan bir dut köseğisini alarak fırlatır. Hocası, Şeyh
Ahmet’e: “-Sana destur ve nasip verdim. Git bu köseğiyi bul orası artık senin yurdun” der. Şeyh
Ahmet’te hocasının elini öpüp niyaz ederek yola revan olur.
Fırat kıyısına düşen dut köseğisini bulan Şeyh Ahmed, buraya tekkesini kurar. Müridleri çoğalınca
burası köy olur, adını ağabeyine izafeten Şeyh Hasan koyar. Evlenir 9 oğlu olur. Bıçkın delikanlı
olduklarından etraftaki komşu köylerine zarar verirler. Bu durum karşısında Şeyh Ahmet’de beddua
eder ve 9 oğlu bir günde ölür. Hepsini tek mezara defnederler. Gevher Hatun’un yakarmaları sonucu
Şeyh Ahmet küçük oğlu Mümin’i bağışlamıştır. Soyu ikinci eşi Selçuklu Sultanı Alaeddin
Keykubat’ın kızkardeşi Gevher (Güher ana) Hatun’dan olan oğlundan yürür.
Köyde anlatılanlara göre 9 delikanlının komşu aşiretlerine ve köylerine karşı iyi davranmadıkları için
baba bedduası ile bir günde ölmüşlerdir. Bu söylencenin nesnel temeli kanımızca şudur: Türkmen olan
Şeyh Hasanlı aşiretleri; Babailer Ayaklanması’na katıldıklarından, Malatya Valisi de Kürtler’den
oluşturduğu bir orduyla isyanı bu yörede bastırarak, Şeyh Ahmet’in 9 oğlunu da öldürmeleridir.
Selçuklu Sultanı’nın soyundan olan ve daha küçük olan Gevher Hatun’un oğlu “EMÜR-ül-MÜMİN”i
öldürmemişlerdir. Ya da aristokrat olmasından annesine bağışlanmıştır. Söylenceleri dinlediğimiz
İsmail Gültekin tarikat adı Efendi Dede, Mümin’in olan soyundan gelme torunlarındandır.
Söylenceye göre; Şeyh Ahmet daha çok Alevi öğretisi’yle ilgilenmiş, tekkesini bir okul gibi eğitim
yuvası haline getirmiştir.
Osmanlı Arşivlerinde Şehy Ahmet adı Şeyh Ahmet Tavil olarak geçmektedir. Tavil uzun anlamında
olduğu için: “Uzun Ahmed Dede” denmekteymiş. Şeyh Ahmed Dede; kına yakılmış gibi kiremit
renginde uzun saç ve sakalı olduğu içinde aynı zamanda; “Kızıl Ahmet Dede” ve “Kızıl Şah Ahmet
Dede” ya da “Ulu Şıh Ahmet” adıyla da anılmaktadır. Torunlarından ünlü ozan Teslim Abdal
dedesi için şöyle demektedir:
“Adın Şah Ahmed Tavil-i tubi dedesin
Şahı Merdan Musa Kazım Abbas neslisin
Hâce Ahmedi Yesevi Rum Halifesisin
İn ziyaret eylen Şah Ahmed Dede’yi “
1560 Yılına, Kanuni Dönemine ait Malatya Tapu Tahrir Defteri’ndeki belgeden anladığımıza göre;
Başlangıçta tımar olan bu köy, daha sonra “Şeyh Ahmet Tavil Vakfı”na verilmiştir. Muhtemelen
Yavuz Selim sonrası ise; yöre “hâss-ı şâhi” olarak ayrılmıştır. Yani yörenin yılık geliri “yüz bin
Akçe”nin üzerinde olduğu için devlet büyüklerine bu araziler verilmiştir. Bu şahısta o dönemde
Nişancı Mehmet Beğ’dir. Bu duruma Şeyh Ahmet soyluları itiraz etmişler. Yine o dönemde; Şeyh
Hasan Köyü ve 4 Mezrasıyla birlikte vakıf olup, 105 hanedir. Vakıf sahibleri olanlardan başlangıçta
2 haneden 13 kişi Şeyh Ahmed soyundan oldukları için vergiden muaf tutulmuşlardır. Daha sonra
ise 36 kişi Şeyh Ahmet soylu olduklarını ispat ederek Halep’te Ahmet Paşa zamanında muaf
tutulmuşlardır.(31.a)
Nazmi Sevgen makalesinde önemli bir olayı dile getirmektedir: “Şeyh Hasan Kolu’na ait bir şecere
mevcut ve Şeyh Hasan Köyü’ndeki aşiret mensuplarının elinde iken, kendisinin de bu aşirete
mensubiyetini ve dolayısıyla Türkmen olduğunu iddia etmek için eski Malatya Mebusu Diyap Ağa
tarafından alındığı ve şimdi nerede bulunduğunun bilinmemekte olduğu söylenilmektedir.” (31.b)
Demektedir.
Dersim Mebusu Diyap Ağa’nın Şeyh Hasan Köyünden aldığı şecereleri İsmail Gültekin’e sordum
bana şunları anlattı:
“Tarihini tam hatırlamıyorum ama; 1920-21 olabilir, daha sonrası da: Köyümüzün ve amcazademiz
Teslim Dede; bir “Kırat” yüzünden haksız yere hakarete uğrar. Hakaret eden Malatya Mebusu
Mehmet Bey daha da ileri giderek çarşı ortasında ve halkın huzurunda, Teslim Dede’nin ve babasının
yüzüne karşı Alevi ve Kızılbaşlara söver ve tahrik eder. Bu duruma daha fazla dayanamayan Teslim
Dede’de tabancasını ateşleyerek Mehmet Bey’i öldürür. Ağır Ceza’da yargılanır. Teslim Dede olayı
bütün gerçekliğiyle anlatır. Nefsi müdafada bulunduğunu söyler. Durumu öğrenen ve taliplerinden
olan Diyap Ağa; köye gelerek şecere ve belgeleri alarak; Ankara’ya götürür. Atatürk’ün huzuruna
çıkan Diyap Ağa; “Seyyid-i Sâdattan olan Teslim Dede’nin haksız yere yargılandığını” Atatürk’e
anlatır.
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait ve padişahlarca tastikli; “Hüccet, Şecere, Vakıf, İcazetname”
gibi kayıtları inceleyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk; Hususi Af Teskeresi yazdırıp imza ve
mühürleyerek, Teslim Dede’yi affeder...” diyen İsmail Gültekin Dede son olarak da “Atatürk’ün
Alevilere verdiği önemi belirtmektedir, bu olay” demiştir.
Dr. Nuri Dersimi ise bu olayı şöyle anlatmaktadır: “Seyyid Hasan adında bir seyyid Kürt-Kızılbaş diye
çarşı ortasında keyfi olarak aşağılanınca, yanında bulunan genç oğlu Teslim tarafından tabancayla
çarşıda 1921’de katledilmiş ve durum tüm Malatya halkı içinde heyecan yarattığı için Teslim Bey’in
idamı talep edilmişti ve Mahkeme Teslim Bey’in idamına karar vermişti. Fakat Dersim’de Şexhesenan
aşiretlerinin Ankara’ya sürekli protestoları sonucunda, o sırada Dersim milletvekili olan merhum
Hasan Hayri Bey’in M. Kemal Paşa’ya yaptığı ısrarlı girişimle Teslim Bey’in idam kararı müebbet
hapisliğe çevrildi. Dersim Şexhesenan aşiretlerinin ısrarı üzerine M. Kemal; Teslim Bey’in müebbet
cezasını da affetmek zorunda kaldı ve Şexhesen’ın yetiştirdiği bu kahraman yiğit salıverildi. Teslim
Bey, Malatya Türkleri tarafından bir saldırıya maruz kalmaması için Dersim’de Şêxhesenan aşiretleri
içinde yerleşmek zorunda kaldı” (31.c)
N. Dersimi’nin belirttiği gibi Teslim Bey (dede) Kürt değil Türktür. Yine yazdığı Şeyh Hasan
Köyünde bulunan türbe “Şeyh Hasan”a ait değil “Şeyh Ahmet”in türbesidir. Teslim Dede’nin af
edilmesi için bizzat Seyyid Rıza; Atatürk’e mektup göndermiştir.
N. Dersimi’nin: “Tüm Şexhesenan aşiretleri bu mezarda gömülü olanın öz ataları olduğunu iddia
ederek sarsılmaz bir güçle bu ziyaretgâha bağlılıklarını ve atalarına da bu bağlamda saygılı
bulunduklarını itiraf etmektedirler.” (31.d) demektedir ki, bu saptaması kısmen doğrudur. Aşiretlerin
büyük çoğunluğunun atasının türbesi Onar Köyü’ndedir. Şeyh Hasanhanlı aşiretleri bu bölgeden 12241515 yılları arasında bu günkü Tunceli yöresine gitmişlerdir.
ŞEYH HASAN (Tabanbükü) KÖYÜ’ndeki TÜRBELER ve TEKKELER
1) Şeyh Ahmet Dede Türbesi ve Tekkesi
2) Hızır Türbesi
3) Teslim Abdal Türbesi ve Tekkesi
4) Derviş Muhammed (Mehemmed) Türbesi ve Tekkesi
5) Derviş Ali Türbesi
6) Kul Mustafa (Gül Mustafa)Türbesi
7) Kalender (Galender) Abdal Türbesi
8) Gevher Hatun (Güher Ana) Türbesi
9) Hasan Emiki (Arap Baba/Kara Şıh) Türbesi
10) Şeyh Ahmet’in 9 Oğlunun toplu (mezarı) Türbesi
11) Şeyh Ahmet’in soyundan gelen onlarca dedeye ait türbe ve mezarlar.
Şeyh Ahmet Türbesi’nin plan kesitleri Ümit Serdaroğlu tarafından çizilmiştir. (32.a) Şeyh Hasan’ın
Türbesi’nin Mezar taşının çizimini de Dr. Kaygusuz gerçekleştirmiştir. (32.b) Mustafa Özdoğan ise
Şeyh Ahmet’in taş duvarlarla örülü ve çatı örtüsü beşik tonozlu türbesini anlatmaktadır. (32.c)
Her üç araştırmacının da birleştiği nokta mezarların ve türbenin Selçuklu dönemine ait olduğudur.
Mühr-ü-Süleymanlı ve güneş gülü motifli şahidelerin bölgede sıkça rastlanılan Selçuklu
mezartaşlarıdır.
Onar Köyü’ndeki tarihi çeşme de Selçuklu dönemi taş yapı ve sanat eseri olup, Şeyh Hasan tarafından
yaptırılmıştır. Şeyh Ahmet Türbesi de aynı yapı özelliklerine sahiptir. Her ikisinin de çatı örtüsünün
giydirme taş dizayının üstü betonla kaplansa da içten görünümü eski özelliğini muhafaza etmektedir.
Taş örme kubbe dört kemer taş örgüyle “L” şeklinde taş duvarlara bağlanmıştır. Şeyh Ahmet bir lahid
şeklinde tam orta noktadadır. Güney duvarında bir mihrap vardır. Aynı lahidin bir örneği de Onar
Köyü’ndeki Garip Musa adlı Şeyh Hasan evlatlarından bir dedeye aittir.
VI . ŞEYH HASANHANLI AŞİRETLERİ
OYMAK VE OBALARI
1. ŞEYH HASANLILAR’IN TARİHSEL BÖLGESİ
Abu’l-Farac Tarihi’ne göre; Şeyh Hasan Köyü’nün kurulduğu mahallin eski adı; Mukaddes dağında
bulunan Mar Ahron Manastırı ve altındaki Masara Kalesi’dir. Selçuklular döneminde Malatya’ya
bağlıdır. Yine Osmanlı’lar döneminde Şeyh Hasanhanlılar’ın oturdukları Kale, Adaf, vb köyler
Şeyhhasan Köyü ile dört mezrası Malatya livasına bağlıdır. Mukaddes Dağı’na sonradan Şeyh
Hasan’a izafeten “Hasan Dağı” denmiştir.
Halife Ömer zamanından itibaren, Halifelerin ülkesi ile, Bizans topluluklarını birbirinden ayıran
bölgeye “AVASIM” adı verilmiştir. Avasım kelime anlamı ile “koruyanlar” istihkamlar
denilmektedir. Malatya, Hititler devrinden beri Doğu-Batı arasındaki ticaret yolları üzerinde
olduğundan stratejik öneme haizdir. Bu nedenle Araplar, Malatya’yı ve Yukarı Fırat havzasını Avasım
bölgesi içine almışlardır. Suriye (Şam) Valisi Muaviye zamanında Malatya, 659 yılında Avasım
Kıt’ası (Anadolu) Kumandanı Mesleme tarafından alınmıştır. Muaviye’de Malatya’ya değin gelerek
bir süre kalmış ve dönmüştür. Bu esnada birçok müslüman Malatya’ya yerleştirilmiştir. Hz. AliMuaviye çatışması sonucu Malatya tekrar Bizanslıların eline geçmiştir. Bizanslılar şehre,
Ortadoğu’da ticaret yapmakla ün yapmış, Aramice konuşan Nabatiler denen halkı 681’den sonraki
yıllarında yerleştirir ve Malatya’nın nüfusu artar. Bu halkın daha sonra müslümanlarla beraber hareket
ettiklerini görüyoruz. Emevi Halifesi Mervan (685-705) Devrinde Malatya ve çevresi yeniden ele
geçirilir. Abbasi Halifesi Mansur (754-Ekim 775) döneminde Avasım merkezi olan Malatya’ya 70.000
kişilik Horasan Ordusu karargah kurmuştur. Ordu’da görev yapan Türk askerler Bizanslılar’la
savaşlarda elde ettikleri paraların bir kısmını memleketlerine göndermişlerdir. Tarihin sabit olan bu
durum Malatya bölgesinin Türkleşmesi yönünden değer taşımaktadır. 750 yıllarından sonra
Malatya ve bölgesel çevre uzun süre savaşlara ve tahribatlara sahne olmuştur.
19 Mayıs 934 Pazar günü Malatya’yı Bizans’lılar almış ve uzun süre ellerinde kalmıştır. Türkler ilk
kez altınla dolu bir memleket sandıklarından (daha önceden asker olarak bulundukları için) 10571058-1059 tarihlerinde Malatya’yı yağmalarlar ve çekilirler.
1186 yılından önce ve bu yılda, Irak ve Suriye bölgelerinden Güney Anadolu’ya büyük bir Türkmen
harekatı meydana gelmiştir. Türkmenler önce tacirlerin kervanlarını yağma ederler. Sonra Habur,
Nizib, Musul civarında ve Suriye’de müteaddit defalar Kürtler’i mağlup ederek, erkek kadın çocuk
demeden kırımdan geçirirler. Daha sonra Ermenistan’ı istila ederek 36.000 Ermeni’yi köle olarak
satarlar. Mardin’de 170, Malatya’da 200 kişiyi öldürürler. Bütün manastırları yağmalarlar. Malatya
ovasında büyük bir savaş olur ve Türkmenler kazanır. Ermeniler ve diğerleri Kayseri taraflarına
çekilirler. Kapadokya’da şiddetli muharebeler olur. Böylece Malatya ovasına Türkmenler yerleşir.
Türkmenler’in savaşma gerekçeleri; yurt edinmeden kaynaklanmaktadır. Türkmenler kışın Irak ve
Suriye topraklarında yazın ise Anadolu yaylalarında; Malatya-Maraş, Çukurova ve Toroslarda
göçer olarak insan ve hayvanlarıyla birlikte dolaşarak konar/göçer yaşamaktaydılar. Eşkiyalıkla
geçinen Kürt’ler ve Ermeniler at, koyun, deve ve sığır çaldıklarından sürekli kavgalıdırlar. Kürtlerin
bir Türkmen gelini kaçırması bardağı taşıran son damla olur ve savaş başlar. Sonuç olarak
Türkmenler’in bu bölgelere yerleşmeleriyle biter. (33) İşte, Şeyh Hasanlılar da bu dönemde bölgeye
gelmişlerdir.
Anadolu Selçuklu Devleti (1077-1308)’nin hitamından sonraki yıllar, İlhanlı (1256-1344)’ların fiilen
idaresine geçen Anadolu, tayin ettikleri Umumi Valilerce yönetilmiştir. Ebu Sa’id Bahadır Han (13161335)’ın Beylerbeği ve Saltanat Atabeği olan Büldüz oymağından Emir Çoban’ın oğlu Demirtaş’ın
oğlu Küçük Hasan (1343) Azerbeycan’da kuvvetlenerek, Anadolu Beylikleriyle ya da Moğollar’ın
kukla Prensleriyle savaşa girmiştir. Diğer yandan Bağdat’da Moğolların Celayirliler (1335-1411)
Oymağından İlhan Noyan oğlu Akboğa oğlu Hasan Küreğin (güveği) oğlu büyük Şeyh Hasan
Büzürg (1335-1356)’da Anadolu’da beyliklerle ve de iki Hasan kendi aralarında savaşmışlardır.
(34.a)
Edip Yavuz ve bazı tarihçiler; Hasananlılar işte bu iki Hasan’dan birinin kumandası altında
toplanan Türk oymaklarıdır. Şeyh Hasanlı’ların Küçük Şeyh Hasan’ın etrafında toplandıkları
kuvvetler sanılabilir, ve adı da ondan kalmadır. (34.b) demektedirler. Edip Yavuz’un “Tarih Boyunca
Türk Kavimleri’’ araştırmasından farklı olarak Dr. Rişvanoğlu şu görüşü ileri sürmektedir:
Bu açıklamalara göre, eğer Hasanlılar, bu Dersimli Şeyh Hasanhanlılar’dan ayrılıp Kurmanç’lardan
Milli grubuna karışmış bir oymak olabileceği gibi, sonradan miras yoluyla Hasan adında birisinin
hissesine düşen ve reisinin adını alan bir oymak veya sonradan İslami düşüncelerle ad
yakınlığından faydalanarak değişmiş bir ad olabilir. Fakat Hasananlı’lar bir Türk oymağıdır.
(34.c)
Dr. Rişvanoğlu’nun “Bilimsel Kuşkusu”na aynen katılıyorum. Fakat yazmaya eli varmamıştır.
“Reis, İslami ad” diyerek geçiştirmiştir. Çünkü Şeyh Hasanhanlı’lar adını ne Çobanilerin Küçük
Hasan’dan ne de Celayirlilerin büyük şeyh Hasan’ında almıştır. Gerçek adlarına Türk oymak
beyi Şeyh Hasan’andan almıştır ki; soyu ana tarafından Hz. Ali’ye, baba tarafından Bayat Boyu
beyine dayanmaktadır. Rişvanoğlu’nun belirttiği reisliği oymağın askeri şefidir, İslami düşünceden
ünvanı seyyid olduğu için şeyhtir. Şeyh Hasan’ın kimliği ve kişiliğini de bellidir. Şeyh Hasan,
Anadolu’da kendi dini ve askeri liderliğinde örgütlediği oymak ve aşiretleri bir konfederasyonda
toplamıştır. Çünkü, “Sir-i Derya Oğuzlarında, boylar şeklindeki kabile teşkilatlanması, 10. Yüzyıl
başlarında artık kanbağını değil, aynı beye tabi olan toplulukları ifade ediyordu.”(34.d) Şeyh
Hasan’da daha Orta-Asya’da iken böylesi bir beydi. Şeyh Hasanlı Aşiretlerini Alevi Kimliği’nden
soyutlamak için böylesi uydurma bir yola başvurmuşlardır.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu (1040-1157) Divanından çıkma bir fermanda, Oğuz göçebe
Türkmenlerinin üzerine “Şahne” adı verilen bir nevi vali tayin edilmiştir. Şahne’nin görevi, İç
idarelerinde reislere ve Türkmen Komutanlarına bağlı oymakları, Devlet düzeyinde temsil etmek ve
oymak/Kabileler arası koordinasyonu sağlamaktır. Şahne, kırsal kesimde otlak ve sulama işleri dahil
düzeni sağlar, vergileri toplar, asayişi temin eder, halkın idari mevzuatını görür, koruma ve kollama
işini ifa eder, adaleti temin ve tatbik eder. Memur, asker, ûlema ve seyyidler emrinde olup Vilayeti
yönetir. (34.e)
Orta-Asya toplumları M.Ö.1000 dolaylarından M.S.1000 dolaylarına değin yaklaşık 2000 yıl
“kollektivizm” yaşamışlar ve kabile toplumu çözülmesi ile feodalizme yönelmişlerdir. (34.f)
Büyük Selçuklu Devletinden çıkan bu fermandandan anlaşıldığı üzere Oğuz Boyları zapturap altına
alınmıştır. Otlaklarda töreler çerçevesinde irsi beyleri emrinde yaşayan göçebe Oğuzlar, kendi
sistemleri “Aşiret nizamı yada Askeri Demokrasi” yerine Selçuklular’ın dayattığı Feodal sisteme
karşı zaman zaman Oğuz ve Alevi ayaklanmaları olur. 7. Yüzyılda Arap İslam Devletlerinin kan
gölüne çevirdiği Türk yurtları bu kez de kandaşları olan Selçuklu’ların otoriter baskıları ve Moğol
saldırıları sonucu; Oğuzlar 11. Yüzyıl ortalarından itibaren Ortadoğu’ya ve Anadolu’ya dalgalar
halinde göç ederler. Bu göçerlerden olan Şeyh Hasanlı Oymakları da Muşar yöresine gelerek
yerleşirler. Aşiret Beyi Şeyh Hasan da yörede yarı özerk beylik kurar. 13 .yüzyılda yaşayan bu Şeyh
Hasan’a; Büyük Şeyh Hasan ve ya I. Şeyh Hasan ya da Sultan Onar denir. 16. yüzyıl da yaşamış
olan torunlarından olan Şeyh Hasan’a da II. Şeyh Hasan veya Küçük Şeyh Hasan denir ki bu
zatta aşiret reisi ve beylik kurucusudur.
Muhtemelen Akkoyunlu’lar döneminde Şeyh Hasanhanlı soylular Çemişgezek’e Bey olarak
atanmışlar ve Safeviler döneminde de devam etmişlerdir. “II. Şeyh Hasan’ın Batı Dersim’in Şeyh
Hasanhan Aşiretleri’nin atası olduğuna kesinlikle kuşku yoktur.’’(34.g) diyen, Nuri Dersimi’nin
görüşlerinin bu kısmına katılıyoruz. Çemişgezek İlçesi’nin girişinde bulunan kayalık üstüne; sekizgen
şeklinde kesme taşlarla örülmüş, piramit çatılı ve 1572 de yapılmış görkemli türbe Küçük Şeyh
Hasan’a yani “II. Şeyh Hasan’a aittir. II. Şeyh Hasan bu tarihten bir kaç yıl önce Hakk’a
yürümüştür.
2. ŞEYH HASANHANLI AŞİRETLERİ OYMAK VE
OBALARININ DAĞILIM BÖLGELERİ VE
ÖRGÜTSEL YAPISI
Türkiye coğrafyasının birçok yöresine dağılmış olan Şeyh Hasanlı Aşireti yaşlılarıyla görüşmemizde
hepsinin ortak düşüncesi ve anlatımları Malatya’dan göç ettikleri noktasındadır. Balıkesir’den
Erzurum’a, Çorum’dan Mersin’e değin Şeyh Hasanlı oymakları Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde
Malatya’dan bölgeye geldiklerini söylemektedirler.
Şeyh Hasanlı aşiret, oymak, oba ve cemaatleri adı ile kurucusu Şeyh Hasan’ın adını tarih yazıcıları
değişik şekillerde telafuz etmektedirler. Şıh, Şeh, Şah,Şeyh, Şéx ile Hasanlı, Hasanlu, Xasanxanlı,
Hasanhanlı gibi sözcüklerle yazaktadırlar.
Şeyh Hasanhanlı’ların Türkiye sathına dağılma ya da iskan bölgelerine gelince; Başbakanlık Arşiv
Belgelerine göre, Osmanlı İmparatorluğunda 7230 Oymak, Aşiret ve Cemaatleri inceleyen Cevdet
Türkay, 15 yıllık araştırması sonucu 17. Yüzyıl itibariyle yörelere göre iskanlarını/yerleşme
bölgelerini tesbit etmiştir. Bizim şu andaki Şeyh Hasanhanlı’lar Aşireti üzerine saptamalarımızla, 18.
Yüzyılda üç-beş kabilenin/ailenin Sivas-Yozgat-Amasya-Samsun-Çorum gibi illere iskanı
dışındakilerle çakışmaktadır. Cevdet Türkay’ın bu belgesel araştırmasına göre Şeyh Hasanhanlıların
cemaat,oba,oymak ve aşiret olarak Anadolu’nun şu bölgelerindedirler.
a) Şeyh Hasanhanlı, Çarsancak (Diyarbakır Sancağı) (35.a)
b) Şeyh Hasanhanlı (Şeyh Hasanlu) Kemah, Erzincan kazaları (Erzurum Sancağı) Çarsancak Kazası
(Diyarbekir Sancağı) Eğin Kazası (Arapgir Sancağı) Çemişgezek Sancağı, Diyarbekir-Kıği Sancağı,
Palu Sancağı, Erzurum, Malatya Sancakları. (35.b)
c) Şeyh Hasanlı (Şeyh Hasananlu) Erzurum, Malatya, Arapgir, Harburt (Harput), Adana, Tarsus, Sis
(Kozan), İçel ve Çemişgezek Sancakları, Erzincan civarı, Çarsancak kazası (Diyarbekir Eyaleti) (35.c)
d) Balıkesir Kazası (Karesi Sancağı) Kığı Kazası (Erzurum Sancağı)Cemaatin adı; (nam-ı diğer
Disumlu ekradı) (Şeyh Hasanlı ekradı) (Şeyh Hasan) bağlı olduğu topluluk: Ekrad yörükan
taifesinden, Diyarbekir Eyaleti’nde vaki Çarsancak Kazası’nda, Şeyh Hasanlu demekle maruf
Disumlu (Dersimli) ekradı eşkiyası, huşunet ve ruunet ile meluf bir taife idi. (35.d)
Osmanlı belgelerinde Şeyh Hasanhanlı’lar aşireti aşağılanarak der-kenar notu düşülmektedir. Çünkü
Şeyh Hasanlı’lar Alevi-Bektaşi-Kızılbaş bir Türkmen Oymağıdır. Horasan’dan kopup gelen Şeyh
Hasanhanlılar uğradıkları, göçtükleri/geçtikleri, konakladıkları güzergahlarda, Türk Alevi örfünü
töresini yayarak, yerli halklarla kaynaşarak ve kültürleri eklemlenerek uzun bir yürüyüşten sonra
Anadolu’ya gelmişlerdir. Onbin yıllık kültürel kökleri olan Anadolu uygarlığını yeniden ALEVİ
inancı ve felsefesinde, yaşam tarzında tezahür etmesi, Şeyh Hasanhanlıların ve Alevi Türk
oymaklarının birleştiriciliği ve bütünleştirici sayesinde olmuştur.
Porf. Dr. Faruk Sümer ARAPGİRLÜ OYMAĞI için şöyle demektedir: “Bu kaza halkından da bir
miktar Kızılbaş’ın İran’a gittiği görülüyor. 1523 tarihinde bu oymağın başında Emir Ali Kulu
(Kuli) Beğ vardır.”
Arapgir’de bugün dahi Kuli Beğ oğullarından aileler vardır. Bunlardan biride 1960’lı yıllarında
belediye başkanı olmuştur. Bu ailenin Alevi olan Onar Köyü’nde bağ ve tarlaları vardır. Köyün
yaşlıları Kuli Beğoğullarıyla akraba olduklarını söylemektedirler. Arapgirli Mevlut Demirağ’ın
anlattığına göre:
“Büyük annesinin kendilerine biz Şah İsmail’in çocuklarıyız bilesiniz, diyerek tembihlemekteymiş.”
Yavuz Selim’in doğu seferiyle 1515’de Arapgir Osmanlı devletine katılmış, Kızılbaş Türkmenler
sünnileştirilmiştir.
Şah Tahmasb Devrinde (1524-1586) Arapgirlü oymağından Mahmud Ağa (1533-34) Tahmasb’ın
avcıbaşısı idi. Aynı oymaktan Mühelhil Bahadır (1535-36) Van Gölü çevresinde yapılan akında
bulunduğu görülüyor.
Şah Abbas Devrinde (1587-1628) Arapgirlü oymağı Şamlu’ya dahil olmuştur. Şah Abbas’ın ölümü
esnasında Azerbaycan emirlerinden Hakverdi Sultan ile Muhammed Kulu Beğ, Kemal Beğ ve
İsfendiyar Beğ Arabgirlü oymagındandırlar.Yine bu oymaktan Efendi Beğ vardı.
Safevi Devletinde “Türk unsurlar kendilerinin Türkmenler’in torunları olduklarını biliyor ve
onun şuurunu ve Kızılbaş sözünü onlar öğünerek taşıyorlardı.” Bu deyim yalnız devletin askeri
bakımdan dayandığı Türk unsuru ifade etmiyor (Tavâif-i Kızılbaş, Padişah-ı Kızılbaş, Ümera-ı
Kızılbaş, Leşker-i Kızılbaş, Sipah-i Kızılbaş, Gaziyan-ı Kızılbaş vb.) onun kurduğu ve yaşattığı
devlete - “Devlet-i Kızılbaş”- ve hakim olduğu yere de “Ülke-i Kızılbaş” deniyordu.
Arapgirlü aşireti Şamlu boyuna katılmıştır. Bu boya Farsça tarihlerde Etrâk-ı Şam veya Türkman-ı
Şam, Türkçe eserlerde ise Şamlu deniliyordu, Osmanlı vesikalarında ise Halep Türkmenleri olarak
geçmektedir. Şeyh Cüneyd’in faaliyetlerine katılan Şamlular ya da Halep Türkmenleri; Avşar, Beğdili,
İnanlu, Harbendelu, Bayat gibi oymaklara ayrılmışlardır. Başlıca obaları ise: Beğdili, İnanlu,
Hüdabendelu, Avcı, Bicerlu, Abdüllü, Kerametlu. Acirlü, Arabgirlü, Nılkaz. Bu saydığımız oymaklar
ve obalar Oğuz/Türkmen boylarıdır. Arapgir Aşiretide muhtemelen Bayat boyundadır. Arapgir merkez
köyü Onar, Kızılbaş Bayat boyundandır ve Halep Türkmenleri’ndendir. Şah Abbas döneminde
Arabgirlü oymağıda Şamlu’ya dahil olduğuna göre Bayat Boyu’dan olması güçlü bir olasılıktır.
Ayrıca Safeviler döneminde İgdır’da Arapker ve Bayat adlı köyleri kuran Arabgir Aşireti o günkü
Türk özelliklerini korumaktadırlar. Yaptığımız araştırmada Igdır Arapker ve Bayat köyü Şii Azeri
Türk köyüdür. Arapgir kazası içi ve yakın köyleri Türktür. Dağ köyleri Kürt olup aşiretlerinin
adlarıyla anılmaktadırlar. Bu gün Kızılbaş Türk köylerinin çoğu sünnileşmiştir.
Nejat Birdoğan’ın incelediği “Dede Ocakları Soyağaçları”ndan “Kara Pir Bad’ın Soy ağacı” 4.
İmam Zeynel Abidin’in oğlu Zeyd’e değin ulaşmaktadır. Kara Pir Bad Ocağı’nın ilk yerleşim yeri
bugünkü Elazığ’ın Keban ilçesidir. Keban’ın çevresindeki köyler bu ocağın talipleridir. Bu durum
şerereye de aynen yansımıştır. 1611 yıllarında Kara Pir Bad Ocağı dedelerinin Keban’da oturduklarını
talipleri köylerdeki cemaatlerce tanıklık ederek şereleri onaylanmıştır. Şecerede anılan
topluluklar/cemaatler Keban-Arapgir köylerindeki aşiret ve oymaklardır.
Kanımızca Kara Pir Bad Ocağı dedeleri 1739/747 yıllarında bu bölgede isyana önderlik ettikleri için
Divriği’ye sürgün edilmişler ya da kaçarak bu yöredeki Alevilere sığınmışlardır. Daha sonra ise kendi
ön adları ile geldikleri beldenin adıyla “Karakeban” köyünü kurmuşlardır. Diğer bir neden ise,
Osmanlı Devleti 17. Yüzyılda Keban gümüş madenleri için, Arapgir, Eğin, Ağın, Akçadağ, Arguvan,
Keban yöresi dahil Fırat havzasındaki tüm köylerden yıllık belirlenmiş bir miktarda kesilmiş ağaç ya
da kömür üreterek “Keban Maden Emirliğine” götürmek yükümlülüğündeydiler. Devletçe angarya
çalıştırılan ve ormanların yok olmasını sağlayan ve hayvancılığı öldüren bu uygulamalara karşı; 17. ve
18. Yüzyıllarda bölgedeki köylülerle birlikte göçer aşiretlerinde Atma, Drıjan, Şeyh Hasan, Balyan,
Kürecik gibi Aşiretlerin öncülüğünde Devlete başkaldırdıklarını Osmanlı belgelerinden bilmekteyiz.
Ayrıca yaşlı “Koca”ların anlattığına göre Arapgir’den Keban’a değin Fırat’ın iki yakası Ormanlık
bölgeymiş. Dışbudak, kayın, meşe, ardıç, sakız, palamut gibi çok çeşitli ağaçların; değişik hayvan
türleri ile geyik ve yaban keçilerinin bol olduğu münbit bir yöre imiş. Ağaç soykırımı sonucu arazi
erozyonla kelleşmiş, verimsizleşmiştir.
İşte bu olayların olduğu dönemde Kara Pir Bad Ocağı cemaati seyyidler Divriği’ne gitmiş olabilirler.
Bu Ocağa bağlı topluluklardan çoğu bugün Sünni’leşmiştir. Bu topluluklar şunlardır:
1. Bayramlı, 2. Kebanlı, 3. Eski Arapgirli, 4. Baba Kork, 5. Mişeylu, 6. Karaçorlu, 7. Bacallı, 8.
Halilli, 9. Dükkanlı (Dikkanlı), 10. Halı, 11. Körkeşan, 12. Kılıçlı, 13. Canbegli toplulukları.
Kara Pir Bad Ocağı’nın şeceresinin onay tarihi 5 Ramazan 446/1054 daha sonra Kerbela Tekkesinde
1248/56 da onaylanmış bilahire Osmanlı yönetimince 1769 yılına değin onay görmüştür.
Onar Köyü’nden yaşlıların anlattığına göre: Eski Arapgir, Modanlı, Işıklar, Koçlu, Bostancık, Tepte,
Selamlı, Yabanlı gibi Türkmen Köyleri Alevi olmalarına rağmen, Yavuz Selim döneminde Sünni’liğe
dönmüşlerdir. Kara Pir Bad şeceresi de bunu kanıtlamaktadır. Karakeban ve Yabanlı Obası aynı
zamanda Bayat Boyu’nun On-Er oymağı gibi bir unsurudur. Gocu (Aktaş) Köyü’nü Dersim
(Tunceli) Gocu Uşağı’nın bu yöreye 13.yüzyılda gelerek bu köyü kurmuşlardır. Andığımız bu aileler
Onar Köylü’leriyle akrabalardır ki, Şeyh Hasanhanlı Aşiretinin bir obası olan “Koç Uşağı”dır.
Karakeban Köyü ile Onar Köylülerin akraba oldukları yaşlılarca anlatılmaktadır.
Bugün Diyarbakır’da Seyyid Hasan, Kadıköy, Şükürlü, Şaraplı,Türkmen Hacı, Aşağıdarlı ve
Yukarıdarlı adıyla 7 Alevi köyü vardır. Kendilerine Akkoyunlular’dan olduklarını söylemelerine
karşın muhtemelen bu yerleşim birimleri Şeyh Hasanlı aşiretindendir. Urfa’nın Kısas ve Akpınar
Köyleri’nde ki Cem ritüelleri ve söylenen deyişler, Malatya ve Elazığ yöreleriyle aynıdır. Kısas
Köyü’nde anlatılan Seyyid Ahmet, Şeyh Muhammed ve Fatma Hatun menkıbeleri; Şeyh Hasan
Aşiretleri yörelerinde anlatılanların bir versiyonudur. Bu iki köyünde andığımız Türkmen aşireti
mensubu ihtimal dahilindedir.
Gerek bizim, gerekse Edip Yavuz (36) ve Dr.M.Rişvanoglu’nun araştırmaları (37) Şeyh Hasanlı
Aşireti örgütlenmesinin Göktürk-Oğuz Türkmen boy yapılanması uygulamasıdır.
Şeyh Hasanhanlı Aşireti; Oğuz Töresine uygun olarak önce ikili sonra On İkili bölünme ile 24
oymaktan teşekkül etmiştir.
“BÜYÜK” ŞEYH HASAN (On-Er)...................(OĞUZ)
(..................... OĞULLARI.....................)
(...............................................................)
1. “KÜÇÜK” Şeyh Hasan (Ağda Köyü) Torun..........Boz-Oklar 12 Boy
Küçük (ya da 2.nci) Şeyh Hasan’ın Üç Oğlundan................
Türediği kabul edilen 12 Oymak
2. Sultan Seyyid (Bodik Köyü) Torun..............Üç-Oklar 12 Boy
..............Sultan Seyyid (Şehid)’in Üç Oğlundan.............
Türediği kabul edilen 12 oymak
Ali Kemali; Erzincan Tarihi adlı eserinde (38) “Şeyh Ahmet Dede: Şeyh Ahmet Yesevi evladındandır.
Bütün seyyid ve ocakların başkaynağıdır. Biri Şeyh Hasan, diğeri Seyyit adında iki oğlu varmış; ...
bazı aşiretler, bu iki babadan türemişlerdir. Fakat o aşiretler arasında esseyyid adlı söylenmez. Her
ikisinin soyuna birden “Şeyh Hasanlı” adı verilir” (38) demektedir. Ali Kemali yanlış yazmaktadır:
Şeyh Hasan ve Seyyit, Şeyh Hasan’ın torunlarıdır, Şeyh Ahmet Dede’nin oğulları değildir. Soy
kütüğünde bu konu daha iyi anlaşılacaktır. Yine Şeyh Ahmet Dede; Ahmet Yesevi’nin evladı olmayıp;
“Amca Uşakları”dırlar.
Nazmi Sevgen: “Şeyh Hasan Dede aşireti bir müddet bize göre 920 H. /1514 M. tarihine kadar’ bu
mıntıkada (Şeyh Hasan Köyü’nde) kalmıştır. Torunlarından Şeyh Hasan’la Seyyit isminde iki kardeş,
Yavuz Sultan Selim’in Aleviliğe ve Kızılbaşlığa karşı giriştiği mücadelesinden korkarak aşiret halkını
toplamış, hayat ve mevcudiyet muhafazası kaygısıyla Fırat’ın şarkındaki dağlık mıntıkaya Dersim’e
sığınmıştır” (39) demektedir.
“Bodik Vesikaları”ndaki kayıtlara göre: “...Şıh Hasan Köyünden... Şıh Hasan ve Seyyit 1530
senelerinde şecere ve erkânları alıp Pertek civarında 7 yıl kaldıktan sonra, oradan göç ederek
Kızılkilise, Nazmiye civarında Kalman Köyü’nde yerleşmişler. Bir müddet sonra oradan da göç
ederek Sultan Baba Dağı eteklerinde bulunan Bodik Köyüne yerleşen Seyyit burada kalmış, kardeşi
Şıh Hasan Ağdat’a gitmiştir...”
Nazmi Sevgen’in yorumunu “Bodik Vesikaları”ndaki bilgiler doğrulamaktadır. Bizim kanaatimize
göre de Yavuz sonrası Şeyh Hasan oymaklarının büyük bölümü Munzur Dağları’na çekilerek yöreye
yerleşmişlerdir. Arapgir yöresinden de Şeyh Hasanlı obalarından bazıları giderek Iğdır’da Arapker ve
Bayat köylerini kurmuşlardır. Arapgir’de yaşlıların anlattıklarına göre de; Yavuz’un katliamından
korkanlar Şah İsmail’e sığınarak, Tebriz, Erdebil ve Hoy yörelerine yerleşmişlerdir. Gidenlerle irtibat
Osmanlılar’ın son dönemlerine kadar sürmüştür.
Şeyh Hasan Aşireti’nden ve Halvori Köyü’nden 110 yaşında ki Hasan Karataş, dedelerinin bir isyan
sonucu; Malatya’nın Şeyh Hasan Köyü’nden Halvori’ye geldiklerini söylemektedir. 1239 yılında
Malatya-Adıyaman bölgesinde ki Baba İshak’ın başlattığı Türkmen ayaklanmasından 18. Yüzyıla
kadar yörede bir çok başkaldırı olmuştur. Bu isyanlardan hangisi olduğu belli değildir. Şimdi Hakk’a
yürümüş olan Hasan Karataş ve Süleyman Öztürk gibi yaşlılarla her görüşmemizde 700 yıl ile 300 yıl
arasında değişen bir zaman dilimini telafuz etmişlerdir. Tüm bunlara karşın yaşayan ve sözlü tarih
çınarları; Nazmi Sevgen’i doğrulamaktadırlar.
Anılan Makale’sinde Nazmi Sevgen: “... 1700 tarihli tasarrufu teyyid, müdahaleyi men eden bir zabıt
varakası. Varakanın metninde Halvuri Köyü’ne bağlı Huhi mezrasında Ahmet Çelebi’ye ait arazinin
“eba’en ced” onun mülkü olduğu ve resmi tapusu dahi bulunduğu kayıt ve beyan edildiğine göre,
Dersimlilerin iki yüz sene evvel tasarruf haklarına riayet etmekte olduklarını, mutasarrıf bulundukları
emlak ve arazi için “resmi tapu senetler” bulunduğunu öğrenmiş oluyoruz..” demektedir ki,
söylenceleri doğrulamaktadır.
Osmanlı döneminde Şeyh Hasan Aşireti’nin bölgeye iskan edildiği anlaşılmaktadır.
Yine Nazmi Sevgen: Hâce Bektaş-i Veli Tekkesi Postnişininden alınan bir icazetname ile iki
fermandan özet vermektedir ki, bu belge Şeyh Hasan Köyü’nün önemini açıklamaktadır.
“Şeyh Hasan dergâhının şeyhi merhum Şeyh Hasan evlatlarından Seyyid Mehmed Dede’ye,
Hacı Bektaşi Veli Dergah’ınca verilen ve üst tarafta ‘Hüdost’ hitabıyla başlayan 1259-1843
tarihli icazetname de dikkate şayandır.”
“Şeyh Hasan Köyü’deki Es-Seyyid Kutub’ül-arifin Şeyh Ahmet Tavsi Tekkesi’ndeki dervişlerden
Seyyid Kanber ile diğer dervişlerin tekâliften muafiyetleri hakkındaki 1170/1756 tarihli ferman,
Şeyh Hasan Türbe ve Dergâhı’na atfedilen hususu ehemmiyet göstermesi bakımından bir değer
taşımaktadır.”
“Şeyh Seyyid Muhammed bin’i Seyyid Hasan’a ait Korucuk Köyü’ndeki araziye tecavüz edilmemesi
hakkındaki Sivas Beylerbeyi Hafız Paşa’ya yazılan 1153 (1740) tarihli ferman, Kızılbaş Ocakları’yla
mensuplarının himaye ve siyanete mazhar olduklarını göstermesi itibarıyla ayrıca tetkike sezadır.”(40)
Nazmi Sevgen’in yorum ve düşüncesindeki önem ‘resmi’ kimliğinden kaynaklanmaktadır. Fakat
yanlışlıklarını düzeltmek de görevimizdir. Araştırmalarda Malatya-Sivas bölgesinde birçok Alevi
Köylerinin arazileri eşraf ve beylere verildiği, Başbakanlık arşiv belgelerinde kanıtlanmaktadır.
Nazmi Sevgen’in belirttiği fermanda olan tekkenin adı: “Şeyh Ahmed Tavil Tekkesi” olacak.
Türbenin adı da Şeyh Hasan değil Şeyh Ahmed olacak. Onar Zaviyesi, Şeyh Ahmed Tekkesi gibi bazı
ocakzadelerin olduğu dergahlara, Osmanlı Sultanları’nın emri üzerine, Halifelik ve dedelik
yapabilmeleri için; Hacı Bektaş-i Veli Dergâhı Dedebaba ile Çelebisi’nin onayı şarttır. 1818 Tarihli
Çorum’un Büyükkeşlik Köyü’nden Şeyh Çoban Ocağı mensubu Karip Aygün dededen aldığı
icazetnâmeyi yayınladım(41). Garip Musa Ocağı’nın da Hacı Bektaş Tekkesinde icazet alarak
Halifelik yaptıklarını da bilmekteyiz. (42) Nazmi Sevgen’in anlattığı icazetname’de böylesi bir
uygulamadır.
Nazmi Sevgen; suretini verdiği “V. Vesika”nın açıklamasını yapmadan belgenin Torun Köyüne ait
olduğunu söyleyerek şunları yazar: “Hozat’dan Sin’e giden yol Torun Köyü’nün içerisinden geçer.
Bu mıntıkada ‘Bahtiyar aşireti’ otururdu. Bahtiyarlılar garbi Dersim de olmalarına rağmen Seyyid
veya Şeyh Hasan kollarından hiç birine mensup değildirler. Bu vesika’dan da Torun Köyünden
Alaaddin Ağa’nın Berat sultani ve sureti Defteri Hakani’ ile mutasarıf olduğu Pakire Köyü’nden
merasında kıta tarlaya Zınbık Köyü’nden bazı kimselerin tecavüz ettiklerini, öşürlerini Sağman
eminlerine verdiklerini, Ahmet Beşe ismindeki eminin hücceti üzerine bu araziye on sene tasarruf
etmiş iken Rumeli’ne kâfir seferine gittiği zaman arazisine yine tecavüz edilmiş olduğunu anlıyoruz.”
(43) diyen, Sevgen; H, 1000-Miladi 1591’den beri Dersimli’lerin vergi verdiklerini, arazilerini
padişah beratlarıyla tasarruf eylediklerini ve Rumeli’ne sefere gittiklerini belgelemeye çalışmaktadır.
Nazmi Sevgen şunu unutuyor. Bu topraklar bir ağaya temlik edilmiştir. Ne karşılığı; asker besleyerek
sefere gitmek için. Topraklar Dersim halkına verilmemektedir. Yavuz Sultan Selim’in Doğu ve Güney
Doğu Anadolu’da uyguladığı politikalar gereği toprakları Şafii Kürt Aşiretleri’ne devlete bağlılık
karşılığı ve sınırları korumak üzere 400 aileye bırakılmıştır. (44) Aleviler ise bölgelerinden sürülerek
toprakları Kürtler’e bırakılmıştır. Bu günkü özel mülkiyetin, feodal ve aşiretsel yapının temelleri
Yavuz tarafından 1514’lerde atılmıştır. Alevi Türkmenler ise, gadre uğramıştır. Osmanlı Devleti
sonuna kadar Doğu politikasını Yavuz’un koyduğu kurallara göre yönetmiş, Abdülhamit bu politikayı
daha da katmerleştirmiştir. (45)
Nazmi Sevgen; Bahtiyar Aşireti, Seyyid veya Şeyh Hasan kollarından hiç birine mensup değildir.
Yanılgısını da düzeltmemiz gerekir. Bahtiyarlılar; Şeyh Hasanlılar koluna mensup bir oymaktır.
Şeyh Hasanânlı Kolu: Abbashan, Bahtiyarhan, Ferhathan, Laçinhan, Karabali, Karikali, Seyyid
Kemal, Komeşli, İksorlu, Gülabi, Bütikanlı, Beyt oymaklarından oluşur.
Seyyidânlı Kolu: Arslan, Aşuran, Bal, Birman, Gav, Keçeli, Koç, Maksut, Rejik, Şam, Süleyman,
Topuz, oymaklarından meydana gelmiştir.
Şeyh Hasanlı Aşiretlerinin bu tip örgütlenmesi kanımızca dedelik kurumunun teşkilatlanmasıyla
hayatiyet kazanmıştır. Şah İsmail’in Erzincan, Tercan’ın Sarıkaya yaylasında düzenlediği 1500
yılındaki “Türkmen Kurultayı”nda aşiretlerin böyle bir askeri yapılanmaya doğru örgütlendiği
izlenimi tarihi vesika ve söylencelerde müşahade etmekteyiz.
Şeyh Hasan Baba’nın torunlarının 15. Yüzyılda Oğuz geleneklerine ve askeri yapılanmasına göre;
Aşiretlerini önce ikili, sonra üçlü daha sonra da, On İkili hiyerarşik bir yapıda örgütlenmeleri ve
bölgeninde Safevi etkisinde olması bu kanaatimizi güçlendirmektedir. Çünkü, Safevi Devleti’ni kuran
Türkmen oymakları ve Boy Beyleridir. Bunların içinde; Arapgirli ve Şeyh Hasanlı, Şamlu, Bahtiyarlı,
Laçin gibi oymaklarda vardır. Şeyh Hasan soylu dedeler; Şah İsmail’in veya Türkmen yönetici
beylerin emriyle Dersim bölgesinde Kızılbaş obalarının başına geçerek “seyyidlik” orunlarını da
kullanarak ve örgütleyerek bugünkü Şeyh Hasanlı Aşiretini ortaya çıkarmışlardır. Başlangıçta Şeyh
Hasan ve Şeyh Ahmed’in lideri olduğu Muşar ve çevresindeki köylerin dışında 24 oymaklı yapı
oluşmamıştı. Giderek güçlenerek ve yerel kavimleri de katarak çoğalmışlardır. Örneklersek:
Bali Cemaati: Kengiri Sancağı, Zile Kazası (Sivas Sancağı), Çorum Sancağı, Turhal Kazası (Sivas
Sancağı), Mecitözü kazası (Amasya Sancağı) Keban Madeni Kazası (Malatya sancağı), Aksaray
Sancağı konar, göçer ekrad taifesinden...(46)
Halen Sultan Onar Ocağı’na; Çorum’un Sırıklı, Palabıyık; Amasya’nın Guyma; Zile’nin Oktap,
Kırımoluk; Keban’ın Nimri, Dingider gibi köyleri talip olarak bağlıdırlar.
Karabali Cemaati: Malatya, Erzurum, Kırşehir, Bozok, Diyarbekir, Çemişgezek Sancakları,
Çarsancak Kazası, (Diyarbekir Sancağı), Kuruçay ve Kemah Kazaları (Erzurum Sancağı) İznik Kazası
(Kocaeli Sancağı).(47) Karabali Oymağı Hozat’ın İn Köyü’nden İzmit’e değin değişik yörelerde iskan
edilmiştir. İzmit’in Köseköy ve Bayraktar Köylerinden bazı aileler kendilerinin Dersim’den
geldiklerini söylemektedirler. Bunlar muhtemelen Karabali oymağındandırlar.
Yine Sivas ve Erzincan’ın merkez köylerinde ve Divriği’nin köylerinde aileler halinde Şeyh Hasan
Ocağı (Onar) talipleri vardır.
Tunceli, Malatya, Elazığ, Sivas, Erzincan yörelerinden güzün Onar Köyü’ne Şeyh Hasan’ın türbesine
kurban kesmeye gelen yüzlerce insan vardır. Sekiz asırdır Alevi öğretisine önderlik eden Şeyh Hasanlı
dedeler; çağdaş ve evrensel normlara ayak uydurdukları takdirde işlevlerini daha uzun zaman
sürdüreceklerdir.
Çözülmekte olan aşiret yapısı yerini çağcıl sivil toplum kuruluşlarına bırakırken; dedelik kurumu ve
Alevi öğretisi de bilimin ışığında ve onun kurallarına uygun olarak yeniden yapılanmalıdır.
VII. ŞEYH HASANÂNLI AŞİRETİ (OCAK, OBA VE
OYMAKLARININ YERLEŞİM YÖRELERİ)
Şeyh Hasanhanlı Aşiretleri yüzlerce farklı adlarla ve değişik yörelerde köylere, kasabalara, kentlere
yeleşmişlerdir.(47.a) Türkiye genelinde çoğunluk Türkçe konuşmaktalar. Bunun yanında Zazaca
(Dersimce) yerel dili de gündelik işlerde konuşmaktadır.
1) ABASÂNLAR: Ovacık, Hozat, Pülümür; Erzincan-Kırlangiç-Çağlayan-Karatuş, Tercan-BaşbudakBeşgözek; Kığı-Akimli-Estigkavak-Ayanoğlu-Güzgörü; Kelkit-Akdağ-Kömürlük; Erzurum-AşkaleGürkaynak-Koçbaba.Yukarı-Abbasânlılara “Kalanlılar”da denmektedir.
2) ARSLAN UŞAĞI: Ovacık, Kemah
3) AŞURÂNLILAR: Ovacık, Erzincan
4) BAHTİYARLILAR: Hozat, Azerbaycan, Kuzey İran ve Horasan
5) BAL UŞAĞI:Erzincan-Çayırlı, Pülümür, Ovacık,
6) BALIYANLILAR: Malatya.Bu aşiretin bir bölümü Şeyhhasanlı’dır.
7) BAHŞİŞLİLER: Keban, Baskil, Adana, Mersin, Antalya, Bulgaristan.
8) BİRMANLILAR: Erzincan,Ovacık, Pülümür
9) BÜTÜNKANLILAR: Erzincan,Tercan, Kığı
10) FERHATÂNLILAR: Hozat, Çemişkezek
11) GEVÂNLILAR: Hozat, Ovacık,
12) GÜLABİ UŞAĞI: Ovacık, Kemah-Herdif Köyü
13) HASANÂNLILAR: Mazgirt, Kığı, İçel, Diyarbakır
14) İKSORLULAR: Malatya, Elazığ, Mazgirt, Nazmiye, Pülümür, Hozat.
15) KALAN UŞAĞI: Malatya, Ovacık, Mazgirt. Yukarı Abâsan, Kesel, Bozukanlı olmak üzere üç
obaya ayrılır.
16) KARABALİ UŞAĞI: Hozat, Ovacık, Çemişgezek. l700’lü yıllarda bu oymağın bir bölümü
Kırşehir’de zorunlu iskân edilmiştir. Kocaeli yarımadası. (Köseköy ve Bayraktar, Gölcük)
17) KARİKALİ UŞAĞI: Erzincan, Pülümür.
18) KEÇELİ UŞAĞI: Ovacık-Çat-Eğimli-Çambudak-Balveren-Aktaş-Yakatala
19) KIRGANLILAR: Hozat-Deşt, Ovacık-Eğrikavak-Çemberlitaş
20) KOÇ UŞAĞI: Hozat, Çemişkezek, Ovacık, Kığı (Holhol) Kurmeşli, Erzincan, PülümürAltınhüseyin.
21) KOÇGİRİLİLER: Bu Aşiretin bir bölümü Şeyh Hasanlı’dır. Sivas, Erzincan, Kayseri, Maraş,
Tunceli.
22) KORMEŞLİLER: Erzincan, Pertek.
23) LAÇİNÂNLILAR: Hozat, Ovacık.
24) MAKSUT UŞAĞI: Hozat, Ovacık.
25) PEZGEVRÂNLILAR: Hozat, Pertek, Ovacık.
26) REJİK UŞAĞI: Çemişgezek, Hozat, Ovacık.
27) SEYYİDÂNLILAR:
Çemişgezek-Karacaköy.
Tunceli,
Pertek,
Mazgirt,
Hozat-Karabekir-Balkaymak;
Nazmiye,
28) SEYYİD KEMAL UŞAĞI: Erzincan, Ovacık
29) SÜLEYMAN UŞAĞI: Ovacık
30) ŞAM UŞAĞI: Ocacık-Otlubahçe-Tozkoparan-Bilge
31) ŞAVALANLILAR: Erzincan-Tercan-Sarıkaya-Gedikdere-Sağlıca-Çakmaklı-Çayırlı-EşmepınarBoğazlı-Kavaklı-Harşen; Tunceli, Nazmiye, Pülümür
32) ŞIH AHMED DEDE UŞAĞI: Elazığ-Keban-Baskil, Malatya
33) ŞIH HASANÂNLILAR: Baskil, Arapgir, Keban, Eğin, Sivas,Tokat-Oktap, Kırımoluk, Almus,
Büyük-Agöz, Yozgat-Çerçi-Göçetköm; Amasya-Guyma, Çorum-Palapıyık-Sırıklı; Samsun- LadikKarapınar Köyü,Vezirköprü, Malatya; Adıyaman, Elazığ; Kale, Zırkı, Adaf, Denizli, Pınarlar,
Dingider, Eğribük, Korucuk, Tunceli, Ovacık, Mazgirt, Pülümür- Dereboyu-Çakırkaya-KoçtepeKaragöz-Boğal; Gümüşhane-Kelat-Çömlekçik, Kozoğlu, Erzincan; Devekurusu, Güllüce, Obalar,
Artdağ, Palanga, Çayırlı-Bozağa,Yeşilbük, Büyükyaylı, Çayönü, Şengül, Sürümlü, Yaylakent, Sarıtaş,
Hozanlı, Yaylalar, Tosunlar, Çiftlik, Balıbey, Oğultaşı; Maraş-Alibey, Ulaş-Çavdarlı, ZaraSancakkale, Erzurum-Aşkale, Bingöl, Muş,Diyarbakır, Adana-Kozan, Mersin-Tarsus, Ermenek,
Antalya, Ankara, Balıkesir-Edremit, Bigadiç. (47.b-c)
34) TOPUZ UŞAĞI: Ovacık, Pülümür
VIII. ŞEYH HASAN VE ONAR KÖYÜ’NE
AİT BELGELER
Aleviliğin toplumsal ve kültürel tarihi; efsane, rivayet, öykü, masal, destan, nefes gibi sözlü
geleneklere dayanmaktadır. Yazılı belgeler yok denecek kadar azdır. 622’de “Medine Vesikası”yla
başlayan Alevi Tarihi, baskılar sonucu sırra/gizliliğe bürünerek söylenceye dönüşmüş, ozanların
deyişlerinde terenmüm edilerek anlatılmaya çalışılmış. Dedeler ve babalar olay ve olguları keramet ve
mucize şekline dönüştürerek mitolojik bir hale getirerek bugüne değin anonim tarzda
anlatagelmişlerdir.
Eski Türkler’in tarihi üzerine araştırma ve inceleme yapan; yabancı ve Türk tarihçileri, Türklerin
içtimai
teşkilatlanmasını
özetle
şöyle
anlatmaktadırlar:
Türklerde temel unsur; “kan akrabalığına dayanan birlik” yani oymak esasıdır. Oymağın her üyesi
kendisinin ortak bir “ata”dan geldiğine inanırdı. Türklerde kölecilik sistemi olmadığından şu veya bu
nedenle oymağa sonradan dahil olanlarda aynı birliğin üyesi sayılırlardı.
Zamanla oymaklar dal-budak salarak obalar halinde genişlerler. Bu büyümeye karşın her oba veya
oymak yine de kendilerini soy olarak başlangıçtaki “ata”ya çıkarırlardı. Göçebe Türkmen Oymakları,
her yeni doğan çocuğa, ata, dede ve babalarının dair oldukları boylarıyla şecerelerini öğretirler ve
bundan dolayı da kabilesini ve kökenini bilmeyen kimse kalmazdı.
200 kişinin üstünde görüştüğüm ve 70 yaş üzerindeki dede ve Koca’lar Türkistan ve Horasan’dan
Anadolu’ya göçlerinin öyküsünü ve ata şecerelerini tek tek anlatmışlardır.
M. Şerif Fırat, Harzemşahlar’la ilgili şunları anlatmaktadır:
“Moğollar tarafından saldırıya uğrayıp Diyarbakır’a doğru kaçan Celaleddin Harzemşah, Palu ilçesinin
Ohi bucağında, oranın yerli halkı olan Dünbelli- Zaza’ları tarafından öldürülmüş ve Hadiseyi ....
eteklerindeki Türk Kabileleri, Palu’ya inerek Celaleddin’in intikamını almış ve cesedini alıp Dersim
dağlarının yüce bir noktasında olan bir dağın başına defnedip bu türbeye “SULTAN BABA” adını
vermişlerdir. (48)
Görüştüğüm bu 300 yaşlı Alevi, değişik ocak ve aşiretten muhterem zatlar kendilerini Türk,
Harzemli ve Kıpçak boyundan olduklarını söyleyerek; M. Şerif Fırat’ın anlattıklarını
doğrulamışlardır. Bazıları da belgeler göstererek neseplerinin Harzemşah Beyleri’nin soyundan
geldiklerini kanıtlamaya çalışmışlardır. Dersim’de Sultan Baba’nın bugüne dek itibar görmesi ve
türbe olarak ziyaret edilmesi, bölgenin Türk olmasından kaynaklandığını göstermekte olduğunu
söylemektedirler.
Dersim bölgesinden ayrı bir yöre olan Adıyaman’ın Çelikhan ilçesi Bulam Köyü’nden Üryan Hızır
Ocaklı Hamo Dede; dedelerinin Erdebil Tekkesi’nden önce Tunceli’ye oradan da bugün bulundukları
yöreye geldiklerini söyleyerek Türkmen olduklarını belirtmiştir. Ahmethoca Köyü’nde de aynı aşiret
mensubları vardır. Osmanlıların Alevilere yaptıkları zulümden korktukları için kendilerini Kürt
göstererek kurtulduklarını, ama zaman içinde Kürtleştiklerini belirtmiştir. Bölgedeki Adıyaman’ın
Şambayatı Köyü de Şeyh Hasanlı Aşiretinin bir obasıdır ki, Hamo Dede’nin anlattıklarını
doğrulamaktadır.(49)
Bayat Boyu’ndan olan Şeyh Hasanlı Aşiretleri de Türk Töresi’ni bugüne değin sürdürerek; “Ced
Şeceresini Sözlü Tarih”le yaşatarak ortak (kollektif) belleklerine (hafızalarına) nakşetmişlerdir.
Bodik Tomarları (vesikaları); Şeyh Hasan Köyü’ndeki şecereler, Onar Köyü’ndeki Selçuklu ve
Osmanlı belgeleri, Adaf Köyü’ndeki şecere ve Ağdat Köyü’ndeki belge ve eşyaların tetkiki sonucu:
farklı zamanlarda ve çeşitli yerlerden alınmış ve onaylanmış olmasından dolayı birbirlerini
tutmamaktadır.
Söylenceler, izinnâmeler, icazetnameler, şecereler, vakfiyeler, hüccetler gibi belgeler; Hacı
Bektaş, Erdebil, Kerbelâ, Meşhed dergâhlarına onaylattıkları gibi zaman zaman da Selçuklu ve
Osmanlı Sultanlarına onaylatmışlardır. Bu nedenle her onay makamından dönem dönem farklı
soykütükler ile tarikat yol kütüğü birbirine karışarak çıkmıştır. Şeyh Hasan’ın soyunu ya da
tarikat yolunu kimisi Zeyd’e, kimisi Muhammed Hanifi’ye veya Musa-ı Kazım’a çıkararak dergah
seyyid ve şeyhleri belgeleri imzalamış, bazı makamlarda onaylamıştır. Bu belgeleri tek tek
irdelemeyeceğiz. Sadece tarihi gerçeğe en yakın olan Onar Köyü’ndeki bazı belgeleri özetleyerek
vereceğim ki, araştırma bölgemiz, konumuz içerik ve kanıtsal olarak daha iyi anlaşılacaktır.
1) VAKFIYE:
I.Alaeddin Keykubat (1219/20-1237/8) dönemine ait On-Er Zaviyesi’ne ait vakıf belgesi aynı
zamanda Onar Köyü’nün kuruluşunu ve sınırlarını da belirleyen bir vesikadır.
[1 Rebiülahır 621] = 22 Nisan 1224 Pazartesi günü düzenlenen vakıf seneti 25 cm eninde ve 37,3 cm.
boyundadır. Baş kısmı Dua, Allah ve Peygamber’e salât ve selam ile vakfın önemini belirtmektedir.
Ana bölümleri şöyledir :
“Hamd olsun ol zât- [ı ecill-i] a’lâ, ziyâd [e]”
“ Şeri’atın nûru sebebi ile ve şer’-i şerifin ahkâmının nûru sebebi ile ve hadis.......”
(.....)
“İmdi rıza’ullaâhi Te’âlâ vakf eyledim. Muazzez ü mükerrem olan Şeyh Hasan’a {Oner} dimek ile
ma’rufdur. (...) İmdi Mir-i a’zam vakf eyledi ve tecviz eyledi., Şey Hasan içün kavlen ve fi’len
tasarrufu içün izn-i şer’le ve hüsn-i ihtiyâr-ile cebr ile güç ile değil.”
“Beyân olunan mülklerin cümlesini Şeyh Hasan Oner içün hak kıldı ve mülk kıldı ve elinde kıldı ve
tasarrufu altında kıldı ve bu vakfın cemi’-i yerleri Oner dedikleri köyde vâkidir ve bu hudûdun kıble
cânibi [Uzun Tirsek]....... şimal cânibi [Tut Ağacı] dedikleri mahaldir......... ve levâhiki ile zikr olunan
hudutların cümleten vakf eylemişimdir.”
(.....)
“......halas içün bir vakf ile vakf eyledim ki, ol vakf şer’idir ve sahihdir ve hakkına ri’âyet olunmuştur.
Kimseye satılmaz ve hibe olunmaz. Ve meşhûr zaiye ev [kafına vakf] olunmuştur. “On-er Zaviyesi”
dimekle meşhurdur. Ve bu tevliyeti ve görüp gözetmesini ve emr-i vakfı tahsil etmesini kıldım. Şeyh
Hasan içün ve evlâdı ve evlâd-ı evlâdı içün kıldım ve bu vakf-ı mezbûrun şartı tağyir olunmaz ve
aslı tebdil olunmaz ve hâkim sıhhati ile hükm eyledi ve herkim ki, tebdile sa’y iderse beylerden ve
kadılardan ve Vüzerâdan Hak Te’âlânın lâ’neti anın üzerine olsun ve melâikenin ve cümle halkın
lâ’neti onun üzerine olsun.”
“Tahriren fi ğurre-i şehr-i Rebiülâhir. Senete ihdâ ve işrine ve sitti-mietin.”
Vakfiyye “Emir-i Azam” Selçuklu Sultan Alaeddin Keykubat adına imzalamıştır. Bu senetle birlikte
bugüne kadar Onar Köyün sınırları küçük değişmeler dışında korunarak gelmiştir.(50)
2) Sultan III. Murad’ ın (1574-1595) Fermanı:
Fermanın baş tarafında 3.Murad’ın tuğrası vardır ve özetle şöyle demektedir: (51)
Padişah silahtarlarından, “Kurt” adında biri ONAR’ı tımar kabul ederek köylülere zorluk çıkarır.
Bunun üzerine: Onar Köyü’nden Şeyh Ahmed, Şeyh Ali ve Şeyh Muhammed, padişaha dilekçe
vererek: “raiyyet oğlu olmadıklarını, ellerindeki arazi için miri-ye 400 akçe verdiklerini,buna dair
ellerinde Emr-i Şerif ve Defter-i Hakani olduğunu” belirterek bu duruma engel olması isterler.
Padişah 21 Şaban 1000 (M.1592) Kostantiniye; tarihli fermanla Arapgir Kadısı’na emir vererek:
“İrade-i Seniyye mucibince... ve Defter-i Cedid-i Hakâni üzerine” köylülerin tasarruflarından olan
yerlere tecavüz olunmamasını, zorluk çıkarılmamasını buyurmaktadır..
3) Sultan İbrahim (1640-1648)’in Fermanı:
Onar Köyü halkından Seyyid Osman oğlu Mustafa, Dersaadete yolladığı dilekçesinde: “Ben Vakıf
arazisinde ikamet etmekteyim, Sâdattan olduğuma dair elimde, Şecere ve Hüccet-i Şer’iyye
vardır. Yeni yazımda vergi hanesine yazılmadığımdan dolayı ileride bir engel çıkarılmaması için
hatanın düzeltilmesini arz etmektedir.” Padişah’ta:
İrade-yi Seniyye de:”Hazine-yi Amire’de Vakıf Defteri’ne bakılınca yeni defterlerde Altı nefer buçuk
avariz (vergi) hanesi olmak üzere kayd edildiğini lâkin, Osman bin Mustafa adı geçen haneye dahil
olmasa bile rencide edilmemesi; Şecere ve Hüccet-i Şerriyye’ye muhalif ve Tahrir-i Cedide muğayir
edilmemesi” hususunda, Arapgir Kadısına hükmün ifası için emir buyurmaktadır.
28 Rabiyyülâhir 1055 (M. 1645) Kostantiniye (Tarihinde yazılarak gönderilmiş,bir nüshası da şahsın
eline verilmiştir.)
4) Sultan II. Ahmed (1690-1695)’in Fermanı
Arapgir Kazasında vaki, Mezra-i Şeyh Hasan Çayırı ve Oner demekle maruf vakf mezraya senede
300 akçe vererek sahip oldukları, Padişah’ın tahta çıkması nedeniyle ellerindeki; Berât-ı Şerif’in
yenilenmesi dileğiyle, Mehmet ve Hasan ve Osman ve Mahmut namlı kişiler dilekçe verirler...
Padişah ise:
Berat-i Saâded verdim. Buyurdum ki: Kimse onları incitmesin, eskiden olduğu gibi, o yerlere ve Vakfı Mezra-yı mutasarrıf kıldım, sahip olsun işlesinler... (demektedir.) Ve Arapgir Kadısına emir
vermektedir. 16 Cemaziye’l âhir 1102 (1691) Kostantiniye (Fermanın arkasında defter kayıdı ve
mühür vardır)
5) Sultan II. Mustafa (1695-1703)’nın Fermanı:
Fermanın başında padişahın tuğrası ve nişanı olup özetle şunlar yazılmıştır:
Arapgir Kazasında vaki, Mezra-ı Şeyh Çayırı ve ONER demekle mârûf Vakf- Mezra senede 300 akçe
ile Mehmed ve Hasan ve Osman ve Mahmut; bilfiil Berât-ı Şerif’le mutasarrıfları olup, Padişah’ın
tahta geçmesi üzerine yenilenmesi için, Dersaadete müracaat ederler...
Padişah; Berâtları onaylayarak, Berat Mütevvellisinin Hazineye devrini, Vakf-ı Mezra’ya usulüne
uygun mutasarrıfının devletçe tayini ve devamına karar vererek, Arapgir Kadısına buyurur.
1 Rabiyyü’l Ahir 1107 (1695) Kostantiniye
6) Sultan III. Ahmed (1703-1730)’in Fermanı:
Şeyh Hasan evladında Halil ve İsmail namlı kimseler Arz-ı Hal idûb, Arapgir Kazası’nda vaki Şeyh
Çayırı ve Onar Karyesi dimekle maruf, mutasarrıf oldukları, defterde kayıtlı maktu öşr verdiklerini,
Arapgir ve Çemişkezek Eminlerinin mezburlarına kanat etmeyüp, Hilâfı kanun ve defter ziyade
dört beş seneden beri Beşer-Altışar bin Akçe fazla almışlardır. Bu hususun men edilmesi için, Emr-i
Şerif rica eylediklerini, Padişaha müracaat ederler...
Padişah: Buyurur ki; defterde kayıtlı maktü öşre alınmasını, ziyade talep olunmamasını, kimsenin
rencide edilmemesini, ... ve...benim Alâmet-i Şerifime itimat edilmesini buyurur..
30 Cemaziye’l evvel 1134 (1722)
7) Sultan I. Mahmud (1730-1754)’un Fermanı :
Vakıf Mütevvellisinin, fazla vergi istediğini, bu haksızlığa engel olunması için verilen dilekçe üzerine,
Hatt-ı Hümayun’da: “Defter de maktu kayıt bulunduğunu, bunların ziraatleriyle uğraştıklarını,
terekelerinde ki öşre razı olduklarını, fakat Vakf-ı Mezbur Mütevvellisinin fazla talebiyle rencide
ettiğini, bu babdan Şeyhülislam’dan Fetva-yı Şerif hüküm rica eylediklerini...”
“... O yerlerden defterde öşür yazılmış olmayıp, maktu yazılmış öşre muadil maktülerini
verdiklerinden, terekelerinden fazla alınmamasını, kimsenin rencide edilmemesini...”
“Kanun ve deftere ve Fetva-ı Şerife ve Emr-i Hümayuna muhalif edilmemesini, bu husus için bir daha
Emr-i Şerif istenmesin, böyle bilin... Alâmet-i Şerifime itimat kılınsın...
10 Şaban 1143 (1731) be Makam-ı Kostantiniye
8) Padişah III. Mustafa (1757-1774)’nın Fermanı :
Arapgir Kadısına tevdi............ eliyle..........
.. Malum ... Seyyid İsmail ve Seyyid Ahmed ve Seyyid Ali ve Seyyid Musa ve Seyyid Veli ve Seyyid
Yusuf ve diğer Seyyid Ahmed .......
Bunlar, “SAHİBÜN ñ NESEB ñİ SÂDÂD-İ KİRAM’dan (Peygamber soyundan) olup; İsbât-ı nesep
eylediklerini (ellerinde) İstanbul
Nakiplerinden (senet) Temessük ve Hüccet’leri olduğunu.
Bunlardan öşür ve savaş zamanında herhangi bir yardım alınmamasını vb... Yetkililerce (Ehl-i Örf
taifesi tarafından) vergi yükümlülüğünden muaf tutulmasını....
Bunların, A’şar ve Sefer (savaş) zamanında hisselerine düşeni yaptıklarını; Karye-i Mezbûre Zâbiteni
ve Devlet adamları,
Emr-i Şerifime tabi, bu babdan kanuna ve Emr-i Hümayûnuma muhalif olunmasın, uyulsun, bu husus
için müracaat edilmesin. Şöyle bilinsin, Âlemet-i Şerifime itimat edilsin.
20 Rabiyyü’l evvel 1183 (1769) Be Makam-ı Mahsusa-ı İslambul
9) Sultan IV. Murad Han (1623-1640)’ın 1635 Revan ve 1637-38 yıllarında Bağdat seferlerine
gidiş-dönüş menzilnamesinde güzergâh olarak Arapgir, Malatya yöresinden geçtiğini tarihi
kaynaklardan bilmekteyiz. (52)
Onar Köylü yaşlıların anlattıklarına göre; IV. Murad, Bağdat Seferine giderken Dişterik yaylasında
binlerce askeriyle konaklar. Onar Zaviyesi Postnişin Dede’si; Padişahı misafir eder ve ağırlar.
Konukseverliğinden memnun olan Padişah; Dişterik yaylasını ve Şeyh Çayırını Vakfiye’ye ilave
ederek bu iki araziyi Onar Köylülerine verir.
Fakat zaman zaman bu araziler Onar Köylülerinin elinden alınarak başkalarına verilir ve ihtilaflar
çıkar. Sürekli şikayetler olur. Padişah her defasında İstanbul’dan olaya müdahale eder. 1848 (1264)
yılında Onar Köyü’nün “39 Hâne” olduğu elimizdeki “Harman Verği Tesbit Tutanağı”ndan
anlaşılmaktadır.
IV. Murad’ın Onar Köylülerine verdiği Dişterik, Şeyh Çayırı ve meraları elimizde mevcut olan ve
bazı kısımları çürüdüğü için tarihini saptayamadığımız belgeden anlamaktayız. Lakin 19.yüzyılın
başında Ağın Köylülerinden Hasları işleyen bazı kişiler arazilere silah zoruyla el koyarlar. 8 Yıllık bir
hukuk mücadelesi sonucu ihtilaf çözülür. Sultan Abdülmecid’in 1852 tarihli Fermanı’yla Onar
Köylülerinin lehine karar verilir.
Bu tarihten birkaç yıl sonra Dişterik yaylası tekrar Onar Köylülerinin elinden alınır.
Başbakanlık Osmanlı Arşivinde saptadığımız: BA. İrade, Meclisi Vâlâ 19690 No’da kayıtlı Belge de:
“... Arapgir Kazasının Hass-i Hümâyun dahilinde mahlûl olan bin iki yüz kilo tohum istab ider
Dişterik araz”-i Emir”yen... o civarda araziye ihtiyaçları olduğu beyan kılınan ve bedelini teslim
etmekte bulunan Onar Karyesi ahalisine...” 1861 yılında satılır. (53)
Onar Köylü yaşlıların anlattıklarına göre; Mısır Hidivi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın kızı Zeynep
Hatun’la evli olan Arapgirli Yusuf Kamil Paşa (1805-1876) eşinin ve kendisinin de Bektaşi
olmasından dolayı; sarayda memuriyetliği, nazırlığı ve sadrazamlığı dönemlerinde Onar Köyü ve
Arapgir’in Alevi köyleriyle özel olarak ilgilenmiştir. Köylerden Alevi çocukları İstanbul’a aldırtarak
okutmuştur. Arazi ihtilafında köylülere büyük yardımları dokunmuştur.
10) Abdülaziz Han (1861-1876) döneminde Onar Köylüleri çevreden ve Devlet yöneticilerinden bir
baskı görmemiştir. Bu dönem de “Büyük Ocak Tekkesi” faaliyete geçmiş, postnişin dede seçimleri
yapılmıştır. Ayn-i Cem törenleri açıktan yaparak, ibadetlerini eda etmişlerdir.
11) Abdülhamid Han (1876-1908)’in tahta çıkışıyla tekrar baskılar başlamıştır. Söylenenlerden ve
belgelerden anladığımıza göre: 1877 tarihinden itibaren Abdülhamid tuğralı tapu senetleriyle Onar
Köyü arazileri, bağ ve bahçeleri; Arapgir eşrafına parçalanarak peşkeş çekilmiştir.
Onar Köylülerinin Arapgir eşrafıyla sürtüşmeleri sonucu; köy Eğin (Kemaliye)’ye bağlamiştir.1893 ile
1895 tarihlerinde tanzim edilmiş; Mamuretü’l-Aziz (Elazığ) Sancağı Eğin Nahiyesi Onar Köyü’ne ait
Abdülhamit Tuğralı tabu senetlerinde; “Miri arazi tasarruf etmek Üzere... sahibine Hakk-ı karar
ile...” verildiği gibi Arapgir eşraf ve Ermeni tüccarlardan da para karşılığı alınmıştır.
Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat’ın Şeyh Hasan ve evlatlarına vakfettiği topraklar; Yavuz sonrası
Cumhuriyet’e kadar gerçek sahiblerine döne döne satılmıştır. Bugün ise, Onar köyü 1224 yılındaki
sınırlarını bır kısım arazi eksikliğine karşın halen korumaktadır
BİRİNCİ BÖLÜMÜN DİPNOTLARI ve KAYNAKÇA:
1Abdulkadir İNAN: Tarihte ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar II.Bas., TTK.Yay. Ank.
l972, s.66
2.Dr. A. Muhibbe Darga: Hitit Mimarlığı/l,Yapı Sanatı, Arkeolojik ve Filolojik Veriler, İÜ. Ed. Fak.
Yay. İst. 1985 s.151
3.Burhan OĞUZ: Türkiye Halkının Kültür Kökenleri Cilt: 2, Doğu-Batı Yay. İst.1980 s.266-273
4 . a) Ömer Lütfi Barkan: Türkiye’de Toprak Meselesi, Toplu Eserler-l, Gözlem yay. İst. l980 s.819
4. b) Necdet Sakaoğlu: Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Tarih Sözlüğü, İletişim Yay. İst. l985 s.137
4.c) Osman Turan: “Türkiye Selçukluları” Hakkında Resmi Vesikalar: Metin, Tercüme ve
Araştırmalar. 2.Bas. TTK. yay. Ank. 1988 s.55 ve 182 bkz.
(4.d) Verani sözcük olarak: Haramdan kaçınan, din buyruklarına bağlı, doğru yolda giden
anlamındadır.
5. Prof. Dr. Faruk Sümer: “Oğuzlar (Türkmenler), Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları, 3.Bas., Eylül
1980, Ana Yay.s.35-36, 109, 549
6. Dr. İsmail Kaygusuz: “Bir Doğu Anadolu Köyünün Kültürel Geçmişi Üzerine Araştırma, Onar
Dede Mezarlığı ve Adı Bilinmeyen Bir Türk Kolonizatörü, Şeyh Hasan Oner” Ark.ve
San.Yay.İst.1983 s.15, Resim 23 ve 24
7. Şeyh Hasan Söylencelerinde temel aldığımız kişiler: Onar Köyünden Hızır Dede, Pınarlar
Köyü’nden Şih İsmail (Nimri Dede), Tabanbükü Köyü’nden İsmail Gültekin ve İbrahim Karaduman
dedeler, Kumlutarla Köyü’nden Ali Kıran’dır. Anılan şahısların anlattıklarıyla, diğer yörelerde
dinlediklerimizle örtüşen yönleri baz alınarak, tarihsel kesitlerine oturmaya özen gösterdik. Çünkü
söylence versiyonları oldukça farklılıklar göstermektedir.
8. Bodik Şecerelerine ilişik bir belgeden alınarak özetlenmiştir. Bodik Tomarları çok çeşitlilik
arzetmektedir. Çoğu belgenin altındaki mühür ve imzalar kesildiği için diğer belgelere daha çok bir
söylence nazarıyla bakmak gerekliğinden haraket ettik.
9. Prof. Dr. Mehmet Altan Köymen: “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, Cilt:İİ, İkinci
İmparatorluk Devri, TTK.Yay.2.Bas.,Ank.,1984 s.475,489
9.a) Alaaddin Ata Melik Cüveyni: “Tarih-i Cihangüşa” Çeviren: Mürsel Öztürk, Kül.Bak.Yay. 1999
Ank.
9.b) Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu: “Harezmşahlar Devleti Tarihi” TTK.l992 Ank.
l0. Claude Cahen: “Pre-Ottoman Turkey”, London l968 s.110-111’den akt. Kaygusuz age. s.17
11. Dr. İ. Kaygusuz: Age.s.31
12. a) Greory Abû’l-Farac (Bar Hebraeus): “Abû’l-Farac Tarihi”, Cilt: İİ, Çev.: Ömer Rıza Doğrul,
TTK. yay. Ank. 1987, 2. Bas. s.491-505
-b) İbrahim Artuk: “Ala Ed-Din Keykubat’ın Meliklik Devri Sikkeleri” Belleten Cilt: XLİV Nisan
1980 Say: 174 TTK.Yay.267-268
-c) Mevlut OĞUZ: “Malatya Tarihi”, İst.1985 s.89-90
12.d) İbni Bibi: ”Selçuklu Devletleri Tarihi-2” S.129’da Alâüddin Keykubat’ın Minşar Kalesinde 7
yıl mahpus kalıp 616 (1219) da tahta oturduğunu yazmaktadır.
13. Şeyh Hasan Köyü’den İsmail Gültekin ve Adaf Köyünden Ali Kıran’ın anlatımlarından
özetlenmiştir.
14. Dr.İ.Kaygusuz Age.s.33
15. M. Orhan Bayrak: “Türkiye Tarihi Yerler Kılavuzu” Remzi Kit.,2.Bas.İst.1982 s.450
16. F. W. Hasluck; “Bektaşi Tetkikleri” İst.1928, Çev.: Ragıp Hulusi ile J.G.Taylor:” 1868, Journal
Of a tour in Armenia, Kurdistan and Upper Mesopotamia, with notes on researches in the Deyrsim
Dagh, in 1866”: “Journal of the Royal Geographic Society-38 bakınız.
17. Prof. Dr. Faruk Sümer: “Safavi Devletinin Kuruluşu ve Gelişiminde Anadolu Türklerinin Rolü”
Ank.1976 ( Arapgirlü Oymağı ve Emir Ali Kuli Beğ Bölümler) ve Elimizdeki o döneme ait Mahkeme
Dilekçesi.
18. O yıl ki “Arapğir Postası Gazetesi” ile “Yeşil Arapgir” (Büyük Arapgir Şöleni) adlı kitap, Özel
baskı 17 Aralık 1994 İst. Tekin ARS.Ltd.Şti yay. bkz.
19. İsmail ONARLI: “Cemevlerinin Tarihsel Kökenleri ve Mimari”, I-II-III-IV, Cem Dergisi Sayı: 8182-83-84, Ağustos-Eylül-Ekim-Kasım 1998 İst.
20. EMEL ESİN; “Tengrilik” (Türklerde Gök Tapınağına Dâir); Sanat Tarihi Yıllığı, İÜEF. Sanat
Tarihi Araştırma Merkezi-1982: Ed.Fak.Mat.İst.1983 s.35 ve devamı
21. Dr. İ. Kaygusuz: Age.s.19
21.a) İsmail ONARLI: “Selçuklu Dönemi Sosyo-Ekonomik Yerleşim Birimi: Merzifon’da Piri Baba
Tekkesi”; I, II, III, Cem Dergisi Sayı: 71,72,73 Ekim-Kasım 1997 ve Ocak 1998
21.b) İsmail Onarlı; “Baba İlyas-ı Horasani-Merzifonlu Piri Baba ve Şeyh Hasan Oner Söylencelerinin
Nesnel Temelleri” Şahkulu Sultan A.İ.Dergisi Say:2 Ocak 1999 İst. Şahkulu Sultan Külliyesi Vakfı
yay.
22. Pir Ahmet Dikme: “Haykırıp Duyuramadıklarım, Bir Alevi Dedesinin Düşünceleri”
Ant.yay.1999.İst. Bakınız.
22a) Hüseyin Gülkanat-Celal Çelik: “Geçmişten Geleceğe Çavdarlı Köyü” Abo Bas.İst.2000 Bakınız.
23. Nazmi Sevgen: “Efsaneden Hakikate”, Tarih Dünyası, Sayı:12 1951 s.882
24. Ümit Serdaroğlu: “Aşağı Fırat Havzasında Araştırmalar-1975” ODTÜ.Yay.Ank.1977
25. Mehmet Özdoğan: “Aşağı Fırat Havzası 1977 Yüzey Araştırmaları”, ODTÜ.Yay. İst.1977
26. Dr.İsmail Kaygusuz: Age. Bkz.
27. Doç. Dr. Rafet Yınanç-Yrd. Doç. Dr. Mesut Elibüyük: “Kanuni Devri Malatya Tahrir Defteri
(1560)” GÜ. Yay. Ank. 1983
28.Yunus Koçak: “Hasan Dede, Hayatı ve Öğretisi” tarihsiz, Hasan Dede Belediyesi Kültür Yay.No:3
29. Prof. Ömer Lütfi Barkan: “Türkiye’de Toprak Meselesi” s.200
30. Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı: “Osmanlı Devleti Teşkilatında Medhal”, 3.Baskı TTK. Yay.
Ank.1984,s.153
Şeyh Hasan ve Şeyh Ahmet ile ilgili bir söylencede Birecik’te Türbesi bulunan bir başka Şeyh Hasan
ile karıştırılmaktadır. Diğer yazıdan Erzincan’ın Ilıç ilçesi Kuruçay Nahiyesine bağlı KİRZİ(Balkaya)
Köyü halkı bir düşeği “ŞEYHHASANBABA” türbesine dönüştürmüşlerdir. Şıh Hasan Baba yatırı
dedikleri çağıl-taş mekanı:İslamkendi, Kuşkışla ve Bizgi (Konukçu) köyleri yol kavşağındaki,
Kuruçay Deresi kenarındadır. Erzincan’ın Mılla Köyünde de Şeyh Hasan ve Şeyh Ahmet ile geyik
üzerine ve göletle ilgili söylenceler vardır. Türkmen köyleri olan bu yerleri muhtemelen Şeyh Hasan
fethetmiştir.
30.a) Prof.Dr.Mikail Bayram ile “XII.Ahilik Kültür Haftası” etkinliklerinde 13 Ekim 1999 günü Cem
Vakfı’nda görüştüm. Şeyh Hasan’ın biyografisine ilişkin konuştuk. Selçuklu ve Osmanlı arşiv
belgelerinde Şeyh Hasan’ın adına rastladığını, bu vesikaların güncelleştirilmesine gerek duyulduğunu
belirterek, bunları incelemeye kendisinin zamanı olmadığını söylemiştir. Önerdiği kitaplarını ve
makalelerini alarak okuduk.
Bu konuşmamızı İsmail Kaygusuz’a aynen aktartım. O’da Sayın Bayram’a bir mektup yazarak
kitaplarını ve Şeyh Hasan’a ilişkin belgelerin fotokopilerini ve kayıtlarını istemiş. Londra’da bulunan
Kaygusuz’a kitaplarını gönderen Sn.Bayram; mektubunu ise yanıtlamamış.
31.a) Kanuni Devri Malatya Tahrir Defteri (1560); Doç. Dr. Rafet Yinanç ve Yrd. Doç. Dr. Mesut
Elibüyük, Gazi Ünv.Yay.Ank.1983,s.103
31.b)Nazmi Sevgen: “Efaneden Hakikate adlı Makalesi, Age.s.884
31.c) Dr.Nuri Dersimi: “Hatıratım” Doz yay. İst.1997 s.135
31.d) Dr. N. Dersimi: Age.s.79 ve 135 Bakınız.
32.a) Ümit Serdaroğlu: “Aşağı Fırat Havzasında Araştırmalar-1975” ODTÜ.Yay.Ank.1977 Levha:20
32.b) Dr.İsmail Kaygusuz: Age. Resim 11 ve 12
32.c) Mehmet Özdoğan: “Aşağı Fırat Havzası 1977 Yüzey Araştırmaları”, ODTÜ.Yay. İst.1977 s.6272
33..Gregory Abu’l Farac (Bar Hebraeus), Abu’l-Farac Tarihi cilt II. Çev. Ömer Rıza Doğrul, TTK.
Ankara 1987 Sf. 440 ve Mevlüt Oğuz, age sf. 86 ve
Prof. Dr. F. Sümer Oğuzlar adlı eserlerinin 136-137 sayfalarına bakınız.
34.a.) Prof. Dr. Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) boy teşkilat Destanları, Ara yay. 3. Basım 1980
İst. Sf. 144-145
34.b.) Dr. Mahmut Rişvanoğlu Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm 4. Bas. 1992 İst. Sf. 96-115 ve Nejat
Birdoğan, Anadolu ve Balkanlarda Alevi yerleşmesi İst. 1992 s.138
34.c.) Dr. M. Rişvanoğlu Age. Sf. 97
34.d.) Türkiye Tarihi I Sina Akşin ve.. Cemyay. 1989 İst. Sf. 110
34.e.) Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi cilt II, Prof. Dr. Mehmet Altan Köymen T.T.K. 1984
Ankara Sf. 400-401
34.f.) Halil Berktay: “Kabileden Feodalizme” Kaynak Yay.1983 İst. S.154
34.g) Dr. Nuri Dersimi: “Hatıratım” Doz.Yay.İst.1997. s.133
35.a) Cevdet Türkay: “Başbakanlık Arşiv Belgelerine göre: Osmanlı İmparatorluğunda Oymak,
Aşiret ve Cemaatler”, Tercüman Yay.1979 İst. S.:38,
35.b) Cevdet Türkay: Age.154
35.c) Cevdet Türkay: Age.700
35.d) Cevdet Türkay: Age.s.701
36-Edip Yavuz: “Tarih Boyunca Türk Kavimleri”, Kurtuluş Mat.Ank.1968
37. Dr. Mahmut Rişvanoğlu: “Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm”, Boğaziçi Yay. 4. Bas. İst.1992 Bkz.
38. Ali Kemali: “Erzincan Tarihi”, “Coğrafi, Toplumsal Etnoğrafi, idari, İhsai İnceleme Araştırma
Tecrübesi” Kaynak yay. 2.Bas.İst.1992 s.162
39. Nazmi Sevgen: “Efaneden Hakikate adlı Makalesi”, Age.s.882
40. Nazmi Sevgen: Agm.
41.İsmail Onarlı: “Mazgirt’te Şeyh Coban Ocağı”, Cem Dergisi Say.:92, Ağustos 1999
42. Kutluay Erdoğan: “Seyyid Garip Musa”, Cem Dergisi Say.:88, Mart 1999
43. Nazmi Sevgen: Agm.
44. Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı: “Osmanlı Tarihi” II.Cilt, 4.Bas. TTK.Yay. Ank.1983
“İstanbul’un Fethinden Kanuni Sultan Süleyman’ın Ölümüne Kadar”, Sayfa:275,580,581 ve
J.V.Hammer: “Osmanlı Tarihi Cilt-I MEB.Yay.İst.1970 Çev.: Mehmet Ata, Özetleyen:
Prof.Dr.A.Karahan, Bkz.
45. Prof. Dr. Bayram Kodaman: “Sultan II. Abdülhamid Devri Doğu Anadolu Politikası”,
TKAE.Yay.Ank.1987 Bkz.
46. Cevdet Türkay: Age.s.222-224
47. Cevdet Türkay:Age.s.459
47.a) Şeyh Hasan Aşiretlerinin yerleşim yörelerini belirlemede, başta Ali Kaya’nın Dersim Tarihi adlı
eseri ve Erzincan Tarihi ile bizim araştırmalarımızdan meydana gelmiştir.
47.b) Balıkesir ili ve ilçelerin merkezlerinde Alevi nufusu vardır. Balıkesir’in 45 köyü de Alevidir.
Çanakkale’nin de bu ile yakın 22 köyü Alevidir. Osmanlı belgelerinde eski adı Karesi olan
Balıkesir’in hangi köyleri Şeyhasanlı Aşiretinden saptayamadık. Yalnız, Balıkesir merkez, Bigadiç
köylerinden ve Edremit’te görüştüğümüz bazı yaşlı Aleviler dedelerini 300-400 yıl öncesi Doğu’dan
geldiklerini söylemektedirler. Muhtemelen Balıkesir’deki Bayat ve Tahtacılar’ın bir bölümü Şeyh
Hasanlı’dır. Bursa’nın Umurbey’de de Onar Köyü’nden giden aileler olduğunu saptadık. Gemlik’te
yine Doğu kökenliler var.
47.c) Alibey Kudar: “Orta Asya’dan Anadolu’ya Tahtakuşlar” Berdan Mat.İst.2001 (Edremit’in İda
Dağı eteklerine Toros Dağları’ından göçen bugünkü Alevi Köyleri muhtemelen Şeyh Hasan Aşiretleri
ile ilişkisi olabilir. İda (Kaz) Dağı’nda Sarı Kız, Sarı Saltuk ve Cılbak Baba (Üryan Baba) makamları
vardır.)
48.M. Şerif Fırat: “Doğu İlleri ve Varto Tarihi”, 3.Bas. Kardeş Mat. Ank.1970 s.102
49. Esas adı Mehmet Büyükşahin olan “Hamo Dede” ile talibi olan Malatya’nın Haçova Köyünden
Bayram Aker’in İst. Topkapı’daki hırdavatçı dükkanında 1994 yılında görüştüm. Daha sonra benim
dükkanda söyleşimiz devam etti.
50. Dr. İsmail Kaygusuz: Age.s.25-26’den aldığımız Vakıf Belgesi’ni İ.Ü. Ed. Fak.Öğ.Üyesi
Doç.Dr.Hüsamettin Aksu, Türkçeleştirmiştir.
51.Fermanları Türkçeleştiren ve BOA’de kayıtlarla karşılaştıran: Arş.-Yaz. Ahmet Hazerfan’a ve
BAO, Vakıflar, Şeriyye Sicilleri, Tapu Kadosto Arşivi, Nakibü’l-Eşraflık Defterleri gibi Osmanlı
arşivlerindeki tanıdıkları vasıtasıyla bize yardım eden; o dönemde Türkiye Gazetesi İst.Şefi olan
Nurettin Çakın’a teşekür eder, şükranlarımı sunarım.
52. Nezihi Aykut: “IV.Murad’ın Revan Seferi Menzilnâmesi”, Tarih Dergisi sayı:34 İÜ.E.F
yay.İst.1984 s.183
53. Dr. İ. Kaygusuz: Age.s.23 (anılan belgenin, B.O.A. damgalı fotokopisi arşivimizde
mevcuttur.)
Download